4 Kasım 2018 Pazar

PKK'nın PYD/YPG Üzerinden Aklanması ve Siyasi Sürece Sokulması

PKK'nın PYD/YPG Üzerinden Aklanması ve Siyasi Sürece Sokulması - 


Cahit Armağan Dilek 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
19 Şubat 2018 Pazartesi
PKK'nın PYD/YPG Üzerinden Aklanması ve Siyasi Sürece Sokulması


Türkiye'ye yönelik ABD ve Rusya çevrelemesi ile terör örgütlerinin ittifak 
halinde saldırısı, bölgenin yeniden dizayn edildiğini gösteren senaryolar artık 
açıktan yürütülüyor. Ancak Türkiye'nin şansızlığı gerek karar vericilerin 
gerekse uzmanların bu kadar açıktan yürüyen saldırı ve senaryolara rağmen 
öngörüde bulunamıyor, diğer aktörlerin nihai hedeflerini anlayamıyor ve 
dolayısıyla strateji geliştirilemiyor olmasıdır.

Yapılan iş, olay olduktan iş işten geçtikten sonra o bunu yapıyor, bu bunu 
yapıyor gibi çok geç kalmış ama yine günlük açıklamalarda bulunmak, bunu da yeni bir şeymiş gibi topluma sunmak. Halbuki bu tespitler yapıldığında diğerleri atı alıp çoktan Üsküdar'ı geçmiş, bizde öngörülemeyen noktalara ulaşmış oluyor.

Bu bağlamda dikkat çekmek istediğim konu bugün bazı gazetelerde yer alıyor. Buna göre Ankara kulislerinde başta ABD olmak üzere Batı'nın terör örgütleri YPG ve PYD üzerindeki baskıları azaltmak ve PKK kaynaklı sorunları ortadan kaldırmak için yeni bir plan peşinde olduklarına ilişkin bir senaryo dile getiriliyormuş. Eğer bu konu daha yeni Hükümetin gündemine giriyorsa geçmiş olsu ve şimdi bunu konuşmaya başlayacak uzmanlara da günaydın...

Yazılarımı takip eden, TV programları takip edenler çok iyi bilecektir ki IŞİD Terör örgütünün Haziran 2014'te Musul'u işgaliyle başlayan süreçle birlikte bu konuya dikkat çekip bunun  PKK ile yeni bir müzakere sürecinin alt yapısını hazırlayacağını, PYD YPG kullanılarak PKK'nın aklanacağını ifade edip durdum.

Ekim 2014 ortalarında Ayn el Arab'taki (Kobani) PYD/YPG'ye Türkiye'nin de zımni onayı alınarak havadan cephane yardımı atıldığında, 29 Ekim 2014'te aralarında kimlerin olduğu tam bilinmeyen Peşmergenin Türk topraklarından  geçerek Kobani'deki PYD/YPG'ye askeri yardıma gitmesine izin verildiğinde bunun PKK'ya da askeri desteğin önünü açacağını ve hatta PKK'nın da IŞİD'le mücadelede yer alıp Batı'yı IŞİD tehdidinden koruyan bir konumuna sokacağını ifade ettik.

22 Şubat 2015'te Şah Frat Operasyonunda PYD ile tam bir işbirliği olmasa da 
koordinasyon yapılmasının,   23 Temmuz 2015'te İncirlik Mutabakatıyla Türk 
askeri üslerinden kalkan yabancı savaş uçaklarının IŞİD'e karşı çatışan YPG'ye 
hava desteği vermesinin Türkiye'yi de bu desteğin bir parçası haline 
getireceğini söyledik.

Tam bu noktada 25 Aralık 2015 tarihli ve PKK’YI TERÖR ÖRGÜTÜ OLMAKTAN ÇIKARMAK VE SİYASİ SÜRECE SOKMAK" başlıklı yazımdaki uyarılarımı tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. 

"...Bütün ülkelerin ve üye almak için uğraştığımız AB’nin tutumu çok önemliydi 
ama Türkiye’yi yönetenlerin stratejik ortak ya da model ortak diye tanımladığı 
ABD’nin tutumu çok önemliydi. ABD, PKK’yı 1997’de kendi “yabancı terör örgütleri listesi”ne aldı. İkili, üçlü değişik mekanizmalar altında ABD ile başlatılan terörle mücadele işbirliği kapsamında istihbarat paylaşımları yapıldı, 05 Kasım 2007’de Vaşington’da yapılan Erdoğan-Bush zirvesinden sonra PKK “ortak düşman” ilan edildi ama ABD, PKK’ya karşı tek bir kurşun bile atmadı. 

Aynı ABD’nin, hem Türkiye’de 2013’te PKK ile başlatılan çözüm süreci ve 
müzakerelerden hem de PKK/PYD’nin Haziran 2014’ten sonra ortaya çıkan IŞİD’e karşı sahaya sürülerek Batı kamuoyunda kahraman ve kurtarıcı olarak 
algılanmasından hareketle “PKK’yı bir sivil toplum örgütü konumuna sokan 
yaklaşım” sergilemeye yöneldiğini ve bunu da açıkça yaptığını görüyoruz. Bu 
yetmiyormuş gibi PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’ye (ABD’nin terör örgütleri 
listesinde olmadığı gerekçesiyle) Ayn el Arab (Kobani)’dan başlayarak 
silah/mühimmat yardımı yaptıklarını 30 Temmuz 2015 günü Beyaz Saray sözcüsü Josh Earnest PKK saldırıları ve TSK’nın operasyonlarını değerlendirirken olayı “Türklerle bir kısım (bazı) Kürtler arasındaki çatışma” diye tanımlamış, 
sonrasındaki dönemde de diğer Amerikalı yetkililerin sıksık yaptığı gibi Türk 
hükümetinin PKK ile müzakere sürecine dönmesini tavsiye etmişti. 

Bu kapsamda Avrupalı sözde müttefiklerimizin de aynı anlayışta olduklarını iki 
örnekle hatırlatmakta fayda var. Almanya Başbakanı Merkel 18 Ekim 2015’teki 
Türkiye ziyaretinde yaptığı açıklamalarda şu ifadeleri kullanıyordu: 
“…Seçimlerden sonra Kürtlerle yeniden barışma konusunun gündeme gelmesini 
istiyoruz….”. Birisiyle barışacaksan şuanda savaş halindesin demektir yani 
Merkel demek istiyordu ki Türkiye (yani Türkler) Kürtlerle savaşıyor. Avrupa 
ülkelerindeki bu hakim anlayış aynı zamanda PKK’nın Kürtlerin temsilcisi olduğu 
anlayışının da bir ifadesiydi. Fransa’nın tutumunu aslında yazmaya bile gerek 
yok çünkü çok açık bir şekilde sözde Kürtlerin haklarını destekliyoruz 
söylemiyle PKK’nın arkasında oldukları aşikar. PKK’nın Suriye’deki kolu 
PYD/YPG’nin liderlerini Paris’te Başkanlık Sarayında ağırlamaları bunun son 
somut örneklerinden birisi olmuştur. 

Bu bağlamda son dönemdeki en ilginç açıklamalardan biri ABD Savunma Bakanı 
Carter’dan geldi. Carter’in 1 Aralık’ta Amerikan Senatosunda IŞİD stratejiyle 
ilgili olarak verdiği ifadede satır aralarında kalan, Türk basınında hiç yer 
bulmayan ama ABD’nin PKK’ya yaklaşımını göstermesi açısından çok önemli olan bir ifadesi oldu. Carter Türkiye’nin operasyonlarının IŞİD’e değil PKK’ya 
yoğunlaştığını söylerken “PKK, Türkiye sınırları içinde bir terör örgütüdür” 
deyiveriyordu. Yani Carter söylediği bu kısa ifadeyle aslında, “PKK’yı sadece 
Türkiye bir terör örgütü olarak görüyor, kendi toprakları üzerinde mücadele 
ediyor ama sınırları dışında yani Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD bizim 
için terör örgütü değildir onlar IŞİD’e karşı savaşan örgütlerdir” demek istiyor 
ve ABD ve Batı’nın neden Türkiye’nin PKK’ya karşı sınır ötesi operasyonlarına 
karşı çıktığını da açığa çıkarmış oluyordu. 

Şimdi Carter’ın söylediği “PKK Türkiye sınırları içinde bir terör örgütüdür” 
sözünü Amerikan Dışişleri sözcüsünün birkaç gün önce söylediği bir açıklamayı 
hatırlatarak bir adım daha ileri götürüp gerçekte ABD’nin PKK’yı Türkiye 
sınırları içinde bile bir terör örgütü olarak görüp görmediğini anlamaya 
çalışalım. Amerikan Dışişleri sözcüsü 21 Aralık’taki günlük basın brifinginde 
Türkiye’nin güneydoğusundaki terör olayları ve TSK’nın operasyonlarıyla ilgili 
soruya “Tüm Türk vatandaşlarına yönelik kalıcı ve sürdürülebilir bir barışın 
getirilmesi için Türk hükümeti ile PKK tarafından politik sürece yeniden 
dönülmesine yönelik taahhütleri görmeyi umut ediyoruz” şeklinde cevap veriyordu. Neresinden bakarsanız bakın Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde bir açıklama olduğunu görüyorsunuz. 

Amerikan kanunlarına göre terör örgütleriyle hiçbir şekilde görüşmek, müzakere 
yapmak yasaktır ve Amerikalılar bu konuyu filmlerinde bile sürekli işleyerek 
ABD’nin terörle mücadelede toleransız oldukları algısını yaymaya çalışmaktadır. 
Anlaşılan o ki ABD için sadece kendisine tehdit oluşturanlar bir terör örgütü 
olabilir diğerleri yani PKK gibileri Amerikan politikasının birer manivelasıdır. 
İşte bu pozisyondaki ABD, Türkiye’nin (Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü 
ve ABD’nin yabancı terör örgütleri listesinde olan) PKK terör örgütüyle “politik 
sürece” dönmesini istiyor. Amerikalı ve Batılı yetkililer Türkiye’de hükümetin 
çözüm süreci dediği süreci genellikle barış süreci olarak adlandırmışlar, Türk 
hükümetinin PKK ile müzakere masasına dönmesini istemişlerdi ama bu sefer belki de ilk kez Amerikan Dışişleri söz konusu süreci “politik süreç” olarak 
adlandırıyordu. Ayrıca Amerikalı sözcünün tüm Türk vatandaşlarına “barış” 
getirilmesinden bahsetmesi Türkiye’nin terörle mücadele operasyonu yaptığını 
değil hükümet ile PKK arasında bir savaş olduğunu kabul ettiğini göstermektedir. Bu anlayış ABD’nin PKK’yı Kürtlerin hakları için savaşana bir siyasi örgütlenme olarak gördüğünün en büyük kanıtıdır. 

Aynı konuda bir çağrı da AB’den geldi. Güneydoğu’daki terör olayları ve askeri 
operasyonlara ilişkin olarak AB’den (AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek 
Temsilcisi Federica Mogherini’nin sözcüsü) yapılan açıklamada “siyasi sorumluluk taşıyan tarafları derhal ateşkes yapmaya ve barış sürecine geri dönmeye” çağrıldı. Bu açıklamada kullanılan ifade de sürecin tarafları siyasi sorumluluk taşıyanlar olarak nitelenmiş yani sürecin bir tarafı olan PKK siyasi bir aktör olarak kabul edilmiş. 

Avrupa ve AB bağlamında yeni çıkan bir gelişmeyi de burada not edelim. O da 
Hollanda parlamentosunda, PKK’ya yönelik operasyonlar nedeniyle, AB fonlarından Türkiye’ye yapılan maddi yardımların dondurulması tartışmalarıdır ki bu anlayış Türkiye’nin yaptıklarının bir terörle mücadele operasyonu olarak görülmemesinin yanında önümüzdeki günlerde PKK’ya yapılan operasyonların aslında Kürtlere yapılıyor gerekçesiyle ve Kürtleri korumak adına Batı’da Türkiye’ye karşı geniş çaplı yaptırımların da önünü açabilecek bir gelişmedir. Bunun anlamı Batı’nın PKK’yı terör örgütü olarak görmedikleri ve PKK’yı Kürtlerin temsilcisi olarak kabul ettikleridir. 

Bu öngörümüzü destekleyecek bir değer gelişme de NATO‘da yaşandı. Suriye 
sınırımızda Rus tehdidine karşı hava sahamızı korumak üzere NATO destek 
paketinin görüşülmesi esnasında NATO kulislerinde üye ülkelerin diplomatik 
temsilcilerinin Türk tarafına PKK ile müzakerelere dönülmesi yönünde telkinde 
bulundukları haberlerinin basına yansıması NATO’da da genel hakim düşüncenin 
PKK’yı bir terör örgütü olarak görmekten uzak olduğu yönündedir. Nitekim Temmuz 2015'teki Suruç saldırısı ve Ceylanpınar’da polislerimizin şehit edilmesiyle ilgili olarak Türkiye’nin talebiyle NATO’dan yapılan görüşmeler sonrasında NATO’dan yapılan kınama açıklamasında ve NATO yetkililerin in açıklamalarında PKK terör örgütünün adının zikredilmemesi de bu tespitimizi desteklemektedir. 

Bu aşamada Suriye örneği üzerinden bir hatırlatma yaparak Batı’nın Türkiye’deki durumu nasıl gördüğünü daha iyi kavramaya çalışalım. Bilindiği üzere bugün Suriye’de yaşanan iç savaşı sona erdirmek üzere bir sürü girişim yapılıyor ve bunlar uluslararası arenada Suriye’de politik sürecin yeniden başlatılması (yani gelecekte Suriye yönetiminde yer alacak aktörlerin belirlenmesi ve sisteme dahil edilmesi) ya da Suriye’de barış görüşmelerinin yeniden başlatılması şeklinde tanımlanıyor. Bu örnek bile ABD ve Avrupa’nın Türkiye’deki durumla ilgili olarak Suriye’deki durumla ilgili aynı tanımlamaları yani barış süreci veya politik süreç tanımları kullanarak PKK’yı nasıl bir aktör ve hangi konumda gördüklerini de net bir şekilde ortaya koymaktadır..."

Evet, 2 seneden çok önce yazılmış bu notlar ve uyarılar ortadayken sanki herşey yeni başlıyormuş gibi haber, yorum değerlendirme yapmak öngörüsüzlüktür, strateji sahibi olmamaktır.

ABD Dışişleri Bakanının 15/16 Şubat 2018'deki son Türkiye ziyaretiyle birlikte 
ortaya çıkan yeni ABD-Türkiye ittifakı maalesef PYD/YPG üzerinden PKK'nın 
aklanması sürecinin uygulamada olduğunun göstergesidir. Buna göre Suriye 
kuzeyindeki gelişmeleri yönetmek üzere bir mekanizma kurulmaktadır. Şu çok iyi bilinmelidir ki mekanizmalar somut adım üretmez bolca laf üretir.

PKK'yla mücadeleye yönelik olarak 2003'ten sonra Irak bağlamında oluşturulan 
önce ABD ile ikili sonra Irak'ın dahil olmasıyla üçlü, Barzani'nin dahil 
olmasıyla dörtlü hale gelen mekanizmalar açılım ve çözüm süreciyle 
sonuçlanmıştı, Suriye'dekiler de buna benzer bir gelişmeye gebe. Bu mekanizmalar Fırat'ın doğusunu kabullendireceği gibi YPG/PYD'nin kabullenmesinin de önünü açacaktır. Herkesin absürd bir teklif diye dalga geçtiği Mattis'in YPG'yi PKK'ya karşı savaştırırız söylemi öylesine söylenmiş bir şey değil. ABD'nin 2018 tehdit değerlendirmesinde YPG'nin PKK'nın Suriye'deki uzantısı PYD'nin "milis gücü" olarak tanımlaması PKK'nın PYD/YPG üzerinden aklanmaya gidişatın somut işaretleridir. Bunun yanında seçimlere doğru giden Türkiye'de iç politikada ifade edilen bazı söylemleri de bu kapsamda ele almakta fayda var. Ve sonunda Suriye bağlamında kurulacak olan mekanizmaların sonucu Irak bağlamındaki mekanizmalardan farklı olmayacaktır. Sonucu yeniden müzakere sürecidir. Türkiye'nin bir kez daha kandırılmaya tahammülü yoktur.

Yukarıdaki paragraf çok önemlidir, her cümlesini uzun uzun yazabiliriz, yeri 
geldiğinde başka yazılarımızda açıklarız, yetkililer merak ederse anlatabiliriz. 
Ancak işin özü şudur ki PKK terör örgütünü aklayacak süreç IŞİD'in Haziran 
2014'te fiilen ortaya çıkmasıyla hız kazanmıştır.  Bunu yaparken de PKK'nın 
Suriye kolu PYD/YPG kullanılmaktadır. Tabi bütün kötülüklerin anasının Ocak 
2013'te PKK ile başlatılan çözüm/müzakere süreci olduğunu görmek gerekir. 
Türkiye sadece Suriye kuzeyinde değil sonuçları Türkiye'nin içini de çok olumsuz 
etkileyebilecek bir tuzağa doğru hızla ilerlemektedir. Bu PKK'nın PYD/YPG 
üzerinden aklanarak terör örgütleri listesinden çıkarılması ve müzakere 
masasında sandalyeye oturması yani siyasi sürece dahil olmasıdır. Devletin bilgi 
birikimi ve hayata geçirilecek kurumsal karar süreci bunu önleyebilecek 
güçtedir. Yıllar önce yaptığımız uyarıları dikkate almayanlar lütfen bu sefer 
belki de  son olacak uyarılarımızı lütfen dikkate alsınlar.

Uzman Hakkında
Cahit Armağan Dilek
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
cadilek9011@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Suriye'deki Mini Dünya Savaşı Bölgeye Yayılıyor 
  ABD'den İdlib'e Müdahale İçin Libya Senaryosu  
  Düşman Değiştirme Operasyonu; Gitsin PKK Gelsin Nusra 
  ABD'nin Oyun Planına Göre Girdiğiniz Savaşı Kazanamazsınız!  
  Göç tehdidi terörün önüne geçti 
  NATO Zirve Kararları Türkiye'ye Destek Mi, Köstek Mi? 
  Kerkük-Kudüs Hattı ve ABD/İsrail Koridoru 
  Suriye Kaça Bölünüyor? Türkiye Suriye’de Niçin Kaybediyor? 
  ABD (Batı) Suriye’yi Vurmakla Neyi Hedefliyor? 
  Kuşatılmış Türkiye ve Afrin Harekatı 
  PKK'nın PYD/YPG Üzerinden Aklanması ve Siyasi Sürece Sokulması 
  Afrin'den Sonrası; Menbic, İdlib, Sünni Bölge, Fırat'ın Doğusu/ABD-PKK 
  Ortaklığı ? 
  Afrin'de Zeytin Dalı Harekatının Muhtemel Sonuçları, Etkileri ve Beklenen 
  Senaryolar 
  Terör Koridorunu Önlemek ve Afrin'le "Stratejik Aldatma"ya Maruz Kalmak 
  Türkiye'nin Yalancı İç/Dış Gündemi ve Suriye'de Yanlış Siyasi/Askeri Hedefleri 
  PKK Devletçiğinde Son Perde; PYD'ye Siyasi Tanıma ve ABD Diplomatik 
  Temsilciliği 
  Türk Hükümetinin Dış Politikasında Son Durum; ABD "in", Rusya "out"  
  Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Türkiye 
  Sünni İslam İttifakı; Kimler Niçin ve Nasıl Kurdu? Türkiye Ne Yapmalı? 
  Suriye'de Yeni Dönem; Putin'in Tam Kontrolünde SOÇİ SÜRECİ 
  NATO'dan Çıkmak ya da Çıkmamak, Esas Mesele Bu Değil! 
  S.Arabistan, Lübnan, İsrail... Irak/Suriye'de IŞİD Bitiyor Derken Şii-Sünni 
  Savaşı Mı? 
  Rakka'da PKK Kontrolü ve Suudi Bakanın Ziyareti Ne Anlama Geliyor? 
  PKKistan'ı Önlemek İçin Kerkük'ten Sonra Sıra Suriye Kuzeyinde 
  PUTİN-ERDOĞAN; Irak ve Suriye Konusunda Gerçekten Mutabakat Var Mı? 
  IKBY Referandumu, Kerkük, Barzani'nin Rus Ruleti ve Garantörlük 
  Barzani’nin Referandumu Erteleme Pazarlığı ve Şartlı Tuzağı 
  İdlib'teki El Nusra (HTŞ) Terörünün Türkiye'ye Yönlendirilmesi ve 
  Pakistanlaşmak 
  ABD'nin Türkiye'de İç Çatışma Öngörüsü ve Suriye'de PKK/YPG'ye Desteği 
  Almanya Türkiye'nin Savunma ve Güvenliğini Mi Hedef Alıyor? 
  ABD Esad'ı Vurmaya Hazırlanıyor!  
  Vekalet Savaşından Asıl Aktörlerin Savaşına; Suriye'de Savaş ve Bölünme 
  Derinleşiyor 
  Irak'ı bölecek son hamle; Barzani bölgesinde ve Kerkük'te bağımsızlık 
  referandumu 
  ABD'nin Yeni IŞİD Stratejisi; Teröristleri Yerinde İmha 
  ABD-PYD: Devlet-Örgüt İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye 
  ABD Peşmerge ve PKK/YPG'yi Profesyonel Orduya Dönüştürüyor  
  Soçi görüşmesi; Türkiye-Rusya ilişkileri gerçekten normalleşti mi, sorunlar 
  aşıldı mı? 
  Sincar ve Karaçok Operasyonunun Etkileri ve Sonuçları; Ne Oldu, Neler Olacak?  
  Obama aldattıysa Trump da aldatıyordur! 
  Tillerson'ın ziyareti; ABD ve Türkiye karşı cephelerdeki iki müttefik! 

***

Erşat Salihi ile söyleşi.,

Erşat Salihi ile söyleşi.,



Amerika Birleşik Devletleri’nin 2003 yılında işgal ettiği Irak’ta ülkenin üçüncü etnik unsuru olan Türkmenler, Bağdat hükümetindeki siyasi yapıdan uzak tutulmaya çalışılmakta ve dışlanmaktadır. Bunun temel sebeplerini ve arka planını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkmenlerin 2003 yılından beri değil; 100 yıldan beridir, yani Osmanlı İmparatorluğu Irak’tan çıktıktan sonra şöyle bir iddia var ki; Türkmenler Irak’ta iktidarlarda ve siyasi karar mekanizmalarında yer almasın. Dikkat edilirse Türkmenler 80-90 yıldır yani Irak devletinin kuruluşundan bu yana hükümetlerin içinde yer almamıştır. Bu durumun planlı bir mesele olduğunu görüyoruz. 2003 yılından sonra ise Irak hükümetlerinin içinde bulunmasını sağlasalar da; Türkmenlerin ana temsilcileri iktidara getirilmemektedir. Hatta bazen kontrol edilmesi kolay Türkmen siyasi partiler kurarak onları siyasi karar mercilerinde görmek istiyorlar. Bize göre bu sebeplerinin temelinde Türkiye ve Türkofobi faktörü de var. Türkiye’nin ve Türk varlığının faturasını Irak’ta Türkmenler ödemektedir. Çünkü düşünüyorlar ki, eğer Türkmenler Irak’ta güçlenirse, Türkiye’nin etkisi de güçlü olacaktır. Maalesef bu yanlış algıyla Irak’taki siyasi kitleler hareket etmektedirler. Ayrıca bizde olan bilgilere göre uluslararası güçlerin de Irak’taki siyasi iktidarlara Türkmenleri göz ardı edin talimatı vardır.  Bu nedenle Türkmenlerin Irak’ın siyasi yönetiminde güçlenemediğini düşünmekteyiz. 

2005 yılından beri Irak’ta yapılan seçimlerde Türkmenlerin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkmenlerin Bağdat hükümetinde güçlü bir iradeye sahip olması için neler yapmalıdır?

Aslında Irak’ın içinde yapılan seçimler doğru bir şekilde yansıtılmamaktadır. Irak’taki Türkmen coğrafyası dağınıktır. Özellikle 2004 yılından beri bazı Türkmen bölgelerinde kardeş kavgasını yaratmak çabaları mevcut. Türkmenler kendi bölgelerinden göçe zorlanmaktalar. Tüm bunlar yapılan seçim sonuçlarını olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla bu tür sebeplerden dolayı 2003 yılından sonra Irak parlamentosunda Türkmenlerin 12-13 milletvekiliyle temsil edildiğini görüyoruz. Aslında Irak’taki Türkmenlerin gerçek nüfus oranını baz alırsak Irak parlamentosunda 25-26 Türkmen milletvekilinin olması gerekmektedir. Ancak Türkmen vatandaşı doğru hürriyeti göremediği ve demokratik bir ortamda yaşamadığı için bulunduğu bölgelerde kendisini esir gibi hissetmektedir. Çünkü Türkmen kimliği altında yaşayarak daha zor şartlar altında olduğunu hissettiği ve seçimlerde de her türlü hilelere karşı koyamadığı için yeterince milletvekilimizi parlamentoya gönderemiyoruz.

http://stratejistdergisi.com/entries/d%C4%B1%C5%9F-politika/er%C5%9Fat-salihi-ile-s%C3%B6yle%C5%9Fi

ABD-PYD: Devlet-Örgüt İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye

ABD-PYD: Devlet-Örgüt İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye 


Cahit Armağan Dilek
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
12 Mayıs 2017 Cuma
ABD-PYD: Devlet-Örgüt İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye


ABD Başkanı Trump'ın, aslında 2015'te başlamış olan, YPG'ye ağır silahlar dahil 
askeri yardım verilmesini resmileştiren kararıyla birlikte ABD-PYD ilişkileri ve 
ABD-Türkiye ilişkileri yeniden gündemde. Ama bu ilişki luanda medyada işlendiği gibi yeni başlayan sıradan bir ilişki değil. Bunun böyle olmadığını ABD-PYD ilişkisinin aylar öncesinde bile adeta devletten-devlete bir ilişkiye 
dönüştüğünü ortaya koymuş ve tespitlerimizi içeren yazımız TEORİ dergisinin Ekim 2016 sayısında yayımlanmıştı. Gelinen durum itibaiyle bölgemizde dönen dolapları daha iyi kavrayabilmek adına söz konusu yazımızı bir kez de burada yayımlama ihtiyacı duyulmuştur.

İşte Ekim 2016 tarihli o yazımız...

Türkiye'de PYD'nin adının kamuoyunda duyulmaya başlaması Ocak 2013'te PKK terör örgütünün İmralı'daki hükümlü lideri Abdullah ÖCALAN'ın, perde arkasından hükümete daha doğrusu Başbakan'a ulaşıp ikna etmesiyle hayata geçirilen Çözüm Süreci ile birlikte oldu. O dönemde Barzani'nin yanında, birden bire Suriye'deki iç savaş nedeniyle Suriye kuzeyinde yeni bir aktör olarak beliren PYD'nin lideri olan Salih Müslim de çözüm sürecinin bir aktörüymüş gibi sunuldu. Türkiye'de bir siyasi aktör kimliğiyle kırmızı halılarda karşılandı, devletin en üst 
makamlarında muhatap alındı, görüşmeler yapıldı.

PYD'yi kim kurdu, nasıl kuruldu?

İşte burada biraz geri gidelim ve bir süre Çözüm Sürecinde muhatap olan PYD'nin kuruluşuna ve PYD'nin nasıl ortaya çıktığına bakalım. PYD ve yandaşı kaynaklara bakılırsa:

“PYD, Suriye Kürt bölgesi Rojava'da bulunan bir Kürt partisinin ismidir. 2003 
yılında Suriyeli Kürtler tarafından kurulmuştur. PYD'nin Kürtçe açılımı Partiya 
Yekîtiya Demokrat (Demokratik Birlik Partisi). PYD'nin başkanı Salih 
Müslim'dir.”

Bunlar standart ifadeler. Peki gerçek durum nedir? Bunun cevabını da, Suriye'de IŞİD terör örgütüyle mücadele kapsamında PYD/YPG'nin iki yıl içinde %200 civarında toprak işgal ederek, tüm Suriye kuzeyinde kendilerine ait bir bölge oluşturmaya başladıklarının görülmesi üzerine Türkiye'nin PYD'ye karşı sert tavır alarak ve ABD'yi PYD/YPG'nin bir terör örgütü olduğuna, hatta PKK'nın 
Suriye kolu olduğuna ikna etmek üzere Türk makamlarınca hazırlanan ve ABD'li 
yetkililere gönderilen 55 sayfalık bir rapordan öğreniyoruz.

Buna göre; PYD’nin 2003'te bizzat Abdullah Öcalan'ın talimatıyla kurulduğu, 
PYD'nin nasıl ve ne şekilde kurulması gerektiği gibi konularda avukat 
görüşmesindeki talimatları da raporda yer aldı. Raporda Öcalan'ın, “İran'da 
demokratik İslam esprili bir parti, Suriye'de ise demokratik birlik partisi 
adıyla olabilir. Suriye'nin akılsızlık yapacağını sanmıyorum. Zayıf bir rejim, 
Beşar'ı da fazla zorlamamak lazım. Suriye Kürtleri bu süreçte motor gücü 
oynayabilir” dediği ve PYD isminin de bizzat Abdullah Öcalan tarafından 
belirlendiği anlatıldı.

Öcalan'ın hazırladığı ve dört parçalı büyük bağımsız Kürdistan'ın anayasası 
olarak düşünülen KCK Sözleşmesinin, terör örgütünün Haziran 2005'deki 
kurultayında kabul edildiğini biliyoruz. Bu sözleşmedeki maddeler bağlamında, 
2007'de KCK-Rojava ile birlikte PYD'nin misyon ve faaliyetlerinin de yeniden 
revize edildiğini görüyoruz. Bu tarihten itibaren, PYD'nin bir yandan sözde 
legal zeminde faaliyet yürüten siyasi bir parti izlenimi vermeye çalıştığı, 
diğer yandan diplomatik alanda organize olduğu ortaya çıkıyor.

ABD'ye verilen söz konusu raporda, 2011'de Suriye'deki iç savaşla birlikte doğan otorite boşluğundan istifade eden KCK-Rojava'nın özerk bir yönetim oluşturmak amacıyla PYD'yi devreye soktuğuna dikkat çekiliyor. PYD'nin, KCK üst yönetiminin talimatıyla hareket ettiği de raporda vurgulanıyor. PYD’nin bu kapsamda, 2011'den itibaren silahlı kanadı YPG (YPJ)'yi oluşturmaya başladığı ve sahaya sürdüğü görülüyor. YPG, PYD'nin silahlı kanadının ismidir. Kürtçe ismi 
“Yekîneyên Parastina Gel” şeklindedir.Türkçe anlamı ''Halk Savunma 
Birlikleri''dir. YPJ ise YPG'nin kadın savaşçı birliklerine verilen isimdir. 
Kürtçe ismi “Yekîneyên Parastina Jin” yani, “Kadın Koruma Birlikleri” anlamına 
gelmektedir.

ABD Raporlarına göre PYD

PYD ve onun kamuoyunda daha çok bilinen silahlı kanadı YPG'nin, KCK yapılanması içindeki yerini gösteren bir tablo yazının sonuda yayımlanmıştır. ABD'nin karar vericileri üzerinde çok etkili olduğu bilinen düşünce kuruluşu CFR'nin yayınladığı bir çalışmanın eki olarak Internet ortamında bulunan ancak 
Türkiye'de ilk defa bu çalışma ile birlikte sunulan tabloda, PYD ve YPG'nin KCK 
yapılanması içindeki konumu ve PKK ile bağlantısı net bir şekilde ortaya 
konulmuştur. Bunun bir CFR yayını olması da Amerikan siyasetinin görüşünü de 
yansıtması, bugünlerde yoğunlaşıp müttefikliğe dönüşen ABD-PYD ilişkilerini 
anlama bağlamında önemlidir.

CFR çalışmasındaki başka tabloda PYD'nin Ortadoğu'daki "Kürt siyasi 
hareketlerinden biri" olarak sunulması, ABD'nin PYD'yi nasıl gördüğünü ortaya 
koyması açısından yine önemlidir. Bunların yanında, ABD'nin PYD'yi nasıl 
gördüğüne ilişkin olarak bazı resmi Amerikan dokümanlarında da ilginç bilgiler 
var. Örneğin ABD'nin her yıl yayımladığı terörizm raporunda…

ABD hükümetinin terörle ilgili elde ettiği tüm istihbaratı bir araya getiren ve 
analiz eden, ana kuruluşu Ulusal Terörle Mücadele Merkezi’nin (NCTC) internet 
sitesinde bulunan “terör grupları” başlığı altında PKK örgütü hakkındaki 
bilgiler Kongra-Gel (KGK) başlığında veriliyor. İşte burada, 2013 yılındaki 
raporda PKK ile ilgili bölümün son kısmında ise, KGK’nın Suriye’nin kuzeyinde 
varlığını artırdığı belirtiliyor ve PYD, “KGK’nın Suriye kolu” olarak 
tanımlanıyordu. Bu bölümde şu ifade bulunuyordu:

“Kuzey Irak’taki kalesine ek olarak, KGK’nın Suriye kolu olan Demokratik Birlik 
Partisi (PYD) Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırı boyunca Kürt bölgelerinde 
kontrol sağlayarak varlığını artırdı, bu da Türkiye’ye yönelik tehdidin 
yükselmesi ve sınır boyunca gerilimin artmasına dair endişeleri doğurdu.”

2013 yılında yayımlanan belgede ve kuruluşun internet sitesinde PYD’nin KGK’nın Suriye kolu olduğuna ilişkin ifade yer alırken, 2014 ile 2015 yıllarına ait 
belgelerde bu ifade bulunmuyor. 2015’teki Terörle Mücadele Yıllığı’nın indeks 
kısmında PYD’nin isminin 124’üncü sayfada yer aldığı belirtilmesine rağmen, bu 
sayfaya bakıldığında PYD ile ilgili bir ifadeye rastlanmıyor.

PYD'yi ABD için vazgeçilmez yapan gelişmeler

İşte ABD'yi bu değişikliği yapmaya zorlayan husus ise Suriye'deki gelişmeler 
oluyor. Çünkü IŞİD tehdidiyle birlikte sahada işin rengi değişmeye başlamıştı. 
Suriye'de de IŞİD'e karşı bir cephe açılacağı aşikardı. ABD'nin Irak'ta 
kullanabileceği yerel unsurlar vardı, Bağdat hükümeti resmen yardım çağrısında 
bulunmuştu ama Suriye'de böyle bir durum söz konusu değildi. En azından kamuoyu öyle biliyor. Ama aşağıdaki açıklamalar gösterecek ki Suriye'de kullanabileceği tek yerel güç PYD ve onun silahlı kanadı YPG/YPJ için yılar öncesinden başlayan bir hazırlık vardır.

Çünkü PKK ve PYD, Suriye'deki iç savaşın kendilerine yaratacağı fırsatı daha 
önceden gördüğünü, Suriye iç savaşının PKK'nın hükümlü lideri Öcalan'ın KCK 
sözleşmesinde bahsettiği dört parçadan biri olan Batı Kürdistan'ın (onlara göre 
Rojava) oluşturulması için silahlı güce ihtiyaç duyacaklarını tespit etmişlerdi. 
İşte yukarıda konuyu Çözüm Süreci bağlamında ele almamızın nedeni de bu.

2012 Sonbaharı’nda Türkiye'de PKK ile yoğun bir terörle mücadele sürdürülürken Kandil'deki elebaşlarından M. Karayılan tarafından yapılan bir açıklamada, Suriyeli Kürtlerin bugünleri görerek 2011'den hatta öncesinden silahlanmaya başladıkları kendi yapılarını oluşturarak mücadeleye başladıkları, şimdi Kandil'in de Suriyeli Kürtlere yardım edeceği söyleniyordu. Nitekim,  2013 
başında başlayan Çözüm Sürecinin yani onlara göre çatışmasızlık sürecinin de, 
Türkiye'deki teröristlerin de (raporlara göre en az 2000'i silahlı PKK'lı 
terörist olmak üzere, 8.500 PKK'lı Türkiye'den Suriye kuzeyine geçti) Suriye'de 
PYD/YPG saflarında savaşmak üzere kullanıldığı ortaya çıktı.

PYD'nin merkezi Kamışlı'dadır. Ancak PYD, Suriye'de iç savaşın başladığı 2011 
yılından itibaren, Kürt nüfusun Suriye kuzeyinde en yoğun olduğu Afrin, Ayn 
el-Arap ve Haseke bölgelerinde örgütlenmeye ağırlık vermiştir. 2011'de, 
Suriye'deki iç savaşın yarattığı ortamda iktidarını sürdürmeyi öncelikli hedef 
olarak belirleyen Şam yönetimi, Suriye kuzeyini adeta PKK/PYD'ye devretmiştir.  Nitekim Esad rejimi ilk etapta, geçmişte tutuklayıp serbest bıraktığı ve ülkeye girişini yasakladığı PYD lideri Salih Müslim’i Suriye’ye davet etmiş, görüşmeler yapmış, hapishanelerdeki PYD'lileri serbest bırakmış, PKK/PYD'nin Suriye kuzeyindeki varlığını desteklemiş, örgütün PYD yapılanması çerçevesinde ülkedeki siyasi ve silahlı faaliyetlerine göz yummuştur. Esad yönetimi bütün bunları hem mecburiyetten hem de kendisine karşı oluşumları destekleyen Türk hükümetine cevap olarak yapmıştır.

Tabi Şam yönetimiyle PYD arasındaki ilişkilerin gelişmesinde asıl aktörün Öcalan 
olduğunu görüyoruz. Nitekim KCK soruşturması kapsamında, 2012 yılında hazırlanan ikinci iddianamede PYD ile ilgili bilgilere de yer verilmişti. İddianamede, Öcalan’ın Nisan 2011’de avukatları aracılığıyla Esad'a bir işbirliği mektubu gönderdiği, mektupta PYD’ye ülkenin kuzeyinde sağlanacak idari yetkiler karşılığında, örgütün rejimi destekleyeceğinin ifade edildiği bilgisi yer 
alıyordu. Hem PYD'nin kurulmasını hem de PYD'nin Şam yönetimiyle Türkiye 
aleyhine bir işbirliğine yönelmesini sağlayan kişi Öcalan'dır ve bu projenin 
sahibidir. Öcalan bütün bunları yaparken Türkiye'nin kontrolünde bir hapishanede hükümlüdür, her türlü iletişimi denetime tabidir. Dolayısıyla Türkiye'nin kendi aleyhine gelişmelere izin vermesi anlaşılır değildir.

ABD-Öcalan-PYD üçgeni

Bu konu doğrudan ABD-PYD ilişkisiyle bağlantılı değil gibi gözükse de aslında 
doğrudan bir bağlantı vardır. O da Öcalan'ın 1999 yılında Türkiye'ye bir ABD 
operasyonuyla teslim edilmiş olmasıdır. Çünkü, Öcalan Türkiye'ye belli şartlar 
altında teslim edilmiştir. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricardione Mayıs 2011'de 
bir televizyon programında yaptığı açıklamada, Öcalan'ın Türkiye'ye teslim 
şartlarını şu şekilde açıklamıştır: Öcalan'ın yolda ölmemesi, doğru bir dava 
görmesi, idam edilmemesi ve Kürt sorununun siyasi olarak çözülmesi. İşte bu 
açıklamadaki Kürt sorunu ifadesi önemli bir ifadedir ve Türkiye'deki açılım 
politikaları, çözüm süreci ve PKK'nın talep ettiği büyük Kürdistan içinde kalan 
Suriye kuzeyi ile de bağlantılıdır.

Bu anlamda 1999'a kadar terörle sonuç alamayan PKK terör örgütünün arkasındaki asıl güçler, bu sefer terörün siyasallaştırılması yolunu seçmişler, Öcalan'ı da bu işi yürütecek aktör olarak, bir Truva atı gibi Türkiye'ye teslim etmişlerdir. Truva atı Öcalan 2003'te Irak'ın işgali sürecini bir işaret fişeği gibi görmüş, yaratılan ortamdan istifadeyle hapishaneden avukatları aracılığıyla hem Kandil hem de Suriye kuzeyindeki hücrelerine talimatlar göndermiş, 2003'te PYD'nin, hem de bizzat adını belirterek kurulmasını sağlamıştır. Bu arada terörle mücadele, ABD'nin de dayatma politikalarıyla Türkiye'de siyasallaşmış, PKK Suriye kolunu kurmuş, uygun zamanın gelmesini (önce iç savaş sonra IŞİD tehdidi) beklemiştir. Böylece Kenya'da başlayan PKK (Öcalan)-ABD ortaklığı, Ayn el Atap'ta PYD/YPG-ABD ortaklığıyla yeni bir safhaya geçmiştir.

PKK; ABD'nin Türkiye'ye yönelik manivelası

Tabi yukarıdaki sonuca nasıl ulaşılabileceğini anlatmak için başka bir konuyu da 
açıklamak gerekecektir. Bunun için de, daha önce 21.yy Türkiye Enstitüsü web 
sayfasında yayımladığımız bir çalışmadan bahsetmeliyim. Okuma şansımın olduğu bir ABD gizli belgesindeki tespitlere dayanarak hazırladığım yazıda, ABD'nin Türkiye'ye yönelik politkalarında kullandığı manivelaları ortaya koymuştum. Buna göre, aynen o yazının başlığında da ifade ettiğim gibi, ABD'nin Türkiye'ye yönelik politikalarında dört ana manivela vardı. Bunlar NATO, İncirlik, PKK ve cemaat. Özelikle 2003'ten günümüze Türkiye-ABD ilişkilerine bakıldığında, ABD'nin bu dört manivelayı kullandığını göreceğiz. Bazen ayrı ayrı, bazen birer ikişer devreye sokulan bu manivelaların, özellikle IŞİD tehdidinin ortaya çıkmasıyla birlikte hepsinin birden devreye sokulduğunu görüyoruz. Bu bağlamda, ABD-PYD ilişkisinin PKK manivelası üzerinden devreye sokulduğunu, PKK'nın da "Truva atı olarak Türkiye’ye teslim edilen Öcalan"  üzerinden sağlandığını görmemiz lazım.

ABD-PYD ilişkisini dönüştüren etken: IŞİD

Bu temel yapıyı aklımızda tutarak tekar güncele döndüğümüzde, Suriye kuzeyinde böyle bir oluşum gittikçe güçlenirken, IŞİD'in Haziran 2014'te Musul'u işgaliyle başlayan yeni küresel terörle mücadele kampanyasında ABD, 10 Eylül 2014'te IŞİD stratejisini yayımladı. Peşinden Suriye'deki IŞİD hedeflerini de havadan vurmaya başladı. 2015 Haziran ayına kadar ABD liderliğinde IŞİD ile mücadele için oluşturulmuş koalisyonun, Suriye’de gerçekleştirdiği 1.774 hava saldırısının 1.200’ünün DAİŞ ile YPG’nin çatıştığı bölgelerde olduğu görülmektedir. Bunun 943'ü de Ayn el-Arap’ta (Kobani) gerçekleşmiş.

Bu rakamlar şunu gösteriyor. Aslında ABD'nin IŞİD stratejisinin açıklanıp 
uygulamaya geçirilmesiyle birlikte, Suriye'de ABD ile PYD/YPG arasında 
operasyonel işbirliği de başlamıştır. Peki, ABD bunu tek başına, her şeye ve 
herkese rağmen mi yapmıştır? Tabi ki hayır. Eylül 2014 sonlarında, aslında 
askeri anlamda hiç de önemli olmayan Ayn el-Arap'taki yoğun IŞİD saldırısına 
karşı PYD'nin yardım çağrıları uluslararası alanda karşılık bulmuş ve ABD 
liderliğindeki koalisyon, Suriye'deki bütün operasyonel ağırlığını yukarıdaki 
rakamlardan da anlaşılacağı üzere bu noktaya yöneltmiştir.

ABD'nin PYD/YPG'ye desteği sadece hava saldırılarıyla sınırlı kalmamış, Ekim 
2014'te YPG’ye havadan silah/mühimmat yardımı da yapmıştır. Ayrıca, Türkiye’nin Barzani yönetimine bağlı Peşmerge güçlerine koridor açmasıyla (29 Ekim 2014), Ayn el-Arap’a karadan da askeri destek ulaşmasını sağlamıştır. ABD bunu yaparken Türk hükümetinin olurunu da almıştır. Bugünden bakıldığında, bugün ABD ile PYD arasında müttefiklik seviyesine ulaşan işbirliğinin Türkiye'nin sağladığı ortamla gerçekleştiğini, bu bağlamda günümüzde aslında ABD'ye karşı 
söylemlerinin daha da etkili olmamasının temelinde de, o günlerde verilen hatalı 
kararların olduğunu görmemiz lazım. ABD'nin bunu yaparken, Türk hükümetini uzun vadeli değil günlük kararlar almaya zorlayacak durumlar yarattığını, Türkiye'yi oldu-bittilerle bırakacak taktikler kullandığını da görmeliyiz, hükümet de kavramalıdır.

ABD'nin ya Türkiye ya PYD seçimi ve SDG maske örgütü

Çünkü bu oldu-bittiler, PYD/YPG'nin ABD'nin Suriye'deki tek güvenilir yerel kara 
gücü olmasının önünü açtı. Ayn el-Arap'ta başlayan temas, önce Tel Abyad sonra Menbic'te ABD-PYD/YPG ortaklığının hatta müttefikliğininin önünü açmış, ABD'nin tercihini NATO müttefiki Türkiye yerine PYD/YPG lehinde yapmasına neden olmuştur.

Nitekim PYD/YPG'den vazgeçmeyen ABD bu tercihini değiştirmemiş, YPG'yi koruması, kollaması, varlığını sürdürmesi bağlamında Türkiye ile diplomatik ilişkilerini zorlayan sorunlar yaratacak yollara başvurmuştur. Haziran 2015'te Tel Abyad'ın da PYD/YPG kontrolüne geçip, Cizire ve Kobani kantonlarının birleşmesinden sonra PYD/YPG adıyla açıkça devam edemeyeceğini, en azından bunu Türk kamuoyuna anlatamayacağını gören ABD, bir maskeleme işine yani bir algı operasyonuna girişmiştir. Aslında YPG’nin komuta kontrolünü yaptığı, yüzde 85 insan gücünü oluşturduğu bir tabela örgüt kurmuştur.

11 Ekim 2015 tarihinde kuruluşu ilan edilen “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) 
isminde, sözde tüm yerel güçleri içeren bir askeri ittifak olduğu kamuoyuna ilan 
edilmiştir. Nitekim bu ad altında, önce Aralık 2015'te Tışrin Barajı üzerinden 
Türkiye'nin kırmızı çizgimiz dediği Fırat'ın batısına geçilmiş, Haziran-Ağustos 
2016'da da Menbic operasyonu yapılmıştır. Menbic operasyonu ABD-PYD ittifakının ulaştığı yeni zirve olmuştur. Şimdi önümüzde Rakka operasyonu var. Türkiye, PYD/YPG'nin Rakka operasyonuna katılmasına karşıyız açıklaması yapmasına rağmen ABD tavrından geri adım atmayınca, PYD/YPG'nin katılacağı Rakka operasyonuna biz katılmayız diyerek Rakka'da da ABD-PYD işbirliğinin önünü açmak zorunda kalmıştır.

ABD askerleri PYD/YPG'lilerle aynı cephede

ABD aynı Menbic için söyledikleri gibi Rakka operasyonu için de, operasyondan 
sonra PYD/YPG orada kalamaz demektedir. O zaman da ortaya şu sorular 
çıkmaktadır: Madem IŞİD'ten kurtardığı Menbic ve şimdi Rakka gibi yerlerde 
PYD/YPG kalmayacak, o zaman PYD/YPG ne karşılığında bu operasyonlara katılıyor? 
Hayatları pahasına bir operasyona, hiçbir çıkarı olamayacak PYD/YPG neden 
katılsın? Bunların cevabı da muhtemelen, PYD lideri Salih Müslim'in, ABD ile 
Suriye Demokratik Güçleri (tabi ki PYD) arasında bir operasyonel anlaşma var, 
açıklamasında gizli. PYD'nin, (KCK sözleşmesinde belirtilen hedefler 
doğrultusunda) Suriye kuzeyinde kendi bölge yönetimine sahip olması, bu 
anlaşmanın ödülü olacaktır.

ABD-PYD askeri ilişkilerinin derinleşmesine yol açan bir gelişme de, Rusya'nın 
askeri olarak Suriye'ye müdahale etmesiyle olmuştur. Rusya’nın 30 Eylül 2015’te fiilen, aktif bir şekilde Suriye savaşına dahil olması ABD’nin, Suriye'de yeni adımlar atmasına yol açmıştır. Nitekim ABD yönetimi, ABD özel kuvvetlerini SDG (YPG)'ye askeri danışmanlık için Suriye'ye göndermiştir. Bugün itibariyle resmi rakamlara göre 400 Amerikan askerinin Suriye'de olduğu  bilinmektedir. İfade edilen gayri resmi rakamlar ise bunun çok üstündedir. Böylece artık Amerikan askeri ve PKK/YPG'liler aynı safta, yanyana savaşır seviyede yakın, derin işbirliğine de girmiş oluyor.

ABD'den PYD'ye Siyasi tanıma

Sadece askeri operasyonlarla PYD'ye böyle bir ödül verilemeyeceğini düşünenleri haklı çıkaracak bir gelişme de siyasi alanda gelişmektedir. Ayn el-Arap'ta başlayan ABD-PYD askeri ittifakı, 30 Ocak 2016'da, siyasi seviyede de tescil edilmiştir. O tarihte, Obama’nın IŞİD'le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk Ayn el Arap’a giderek PYD/YPG temsilcileriyle görüşmüş, şilt alışverişin de bulunmuştur. Türkiye'nin tam da, ya Türkiye ya PYD çıkışları yaptığı günlere denk gelen, Başkan Obama adına yapılmış bu ziyaret aslında ABD'nin, PYD'yi siyasi olarak tanıdığını göstermesinden başka bir şey değildir. Bu haliyle 
ABD-PYD ilişkisi, ABD-Barzani ilişkisinden hiç de farklı bir statüde değildi. 
Askeri işbirliğinden ve siyasi tanımadan sonra, artık PYD/YPG'nin ABD'nin 
planları çerçevesinde hareket etmesi ve karşılığında da beklediği ödülü alması 
hiç de zor olmayacaktır.

Sonuç

Bütün bunlar şunu göstermektedir. ABD-PYD ilişkisi aslında Eylül 2014'te Ayn 
el-Arap'ta başlayan bir ilişki değildir. Temelleri, PKK'nın hükümlü lideri 
Öcalan'ın 1999'da Türkiye'ye teslim edilmesi sürecinde dikte edilen şartların 
yerine getirilmesi sürecinde hayat bulan ve 2003 Irak'ın işgali, 2011 Suriye iç 
savaşı, Haziran 2014 Musul'un IŞİD tarfından işgali, Ocak 2013'te başlayan Çözüm Süreci ile şekillenen bir ilişkidir. 1999'da Öcalan'ı teslim ederek PKK ile 
mücadelede, onların deyimiyle Kürt sorununun çözümünde insiyatif sahibi olan 
ABD, o zamandan bu yana da Suriye kuzeyindeki oluşumlar ile ve Eylül 2014'ten itibaren de fiilen PYD ile ilişki halindedir. Bu ilişki askeri alanda başlayıp, siyasi alanda taçlandırılmıştır. Mevcut haliyle bugünkü ABD-PYD ilişkisi, bir devletin bir örgütle ilişkisini çoktan aşmış, deletten devlete ilişki hüviyetine 
bürünmüştür. Bu ilişki sonlandırılamadığı takdirde  Suriye kuzeyinde PKK 
devletçiğinin oluşması da kaçınılmaz olacaktır.

Uzman Hakkında
Cahit Armağan Dilek
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
cadilek9011@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Suriye'deki Mini Dünya Savaşı Bölgeye Yayılıyor 
  ABD'den İdlib'e Müdahale İçin Libya Senaryosu  
  Düşman Değiştirme Operasyonu; Gitsin PKK Gelsin Nusra 
  ABD'nin Oyun Planına Göre Girdiğiniz Savaşı Kazanamazsınız!  
  Göç tehdidi terörün önüne geçti 
  NATO Zirve Kararları Türkiye'ye Destek Mi, Köstek Mi? 
  Kerkük-Kudüs Hattı ve ABD/İsrail Koridoru 
  Suriye Kaça Bölünüyor? Türkiye Suriye’de Niçin Kaybediyor? 
  ABD (Batı) Suriye’yi Vurmakla Neyi Hedefliyor? 
  Kuşatılmış Türkiye ve Afrin Harekatı 
  PKK'nın PYD/YPG Üzerinden Aklanması ve Siyasi Sürece Sokulması 
  Afrin'den Sonrası; Menbic, İdlib, Sünni Bölge, Fırat'ın Doğusu/ABD-PKK Ortaklığı ? 
  Afrin'de Zeytin Dalı Harekatının Muhtemel Sonuçları, Etkileri ve Beklenen Senaryolar 
  Terör Koridorunu Önlemek ve Afrin'le "Stratejik Aldatma"ya Maruz Kalmak 
  Türkiye'nin Yalancı İç/Dış Gündemi ve Suriye'de Yanlış Siyasi/Askeri Hedefleri 
  PKK Devletçiğinde Son Perde; PYD'ye Siyasi Tanıma ve ABD Diplomatik Temsilciliği 
  Türk Hükümetinin Dış Politikasında Son Durum; ABD "in", Rusya "out"  
  Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Türkiye 
  Sünni İslam İttifakı; Kimler Niçin ve Nasıl Kurdu? Türkiye Ne Yapmalı? 
  Suriye'de Yeni Dönem; Putin'in Tam Kontrolünde SOÇİ SÜRECİ 
  NATO'dan Çıkmak ya da Çıkmamak, Esas Mesele Bu Değil! 
  S.Arabistan, Lübnan, İsrail... Irak/Suriye'de IŞİD Bitiyor Derken Şii-Sünni 
  Savaşı Mı? 
  Rakka'da PKK Kontrolü ve Suudi Bakanın Ziyareti Ne Anlama Geliyor? 
  PKKistan'ı Önlemek İçin Kerkük'ten Sonra Sıra Suriye Kuzeyinde 
  PUTİN-ERDOĞAN; Irak ve Suriye Konusunda Gerçekten Mutabakat Var Mı? 
  IKBY Referandumu, Kerkük, Barzani'nin Rus Ruleti ve Garantörlük 
  Barzani’nin Referandumu Erteleme Pazarlığı ve Şartlı Tuzağı 
  İdlib'teki El Nusra (HTŞ) Terörünün Türkiye'ye Yönlendirilmesi ve 
  Pakistanlaşmak 
  ABD'nin Türkiye'de İç Çatışma Öngörüsü ve Suriye'de PKK/YPG'ye Desteği 
  Almanya Türkiye'nin Savunma ve Güvenliğini Mi Hedef Alıyor? 
  ABD Esad'ı Vurmaya Hazırlanıyor!  
  Vekalet Savaşından Asıl Aktörlerin Savaşına; Suriye'de Savaş ve Bölünme 
  Derinleşiyor 
  Irak'ı bölecek son hamle; Barzani bölgesinde ve Kerkük'te bağımsızlık 
  referandumu 
  ABD'nin Yeni IŞİD Stratejisi; Teröristleri Yerinde İmha 
  ABD-PYD: Devlet-Örgüt İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye 
  ABD Peşmerge ve PKK/YPG'yi Profesyonel Orduya Dönüştürüyor  
  Soçi görüşmesi; Türkiye-Rusya ilişkileri gerçekten normalleşti mi, sorunlar 
  aşıldı mı? 
  Sincar ve Karaçok Operasyonunun Etkileri ve Sonuçları; Ne Oldu, Neler Olacak?  
  Obama aldattıysa Trump da aldatıyordur! 
  Tillerson'ın ziyareti; ABD ve Türkiye karşı cephelerdeki iki müttefik! 

***

PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil

PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil 


Erol Başaran Bural 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü        
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi|14 Haziran 2018 Perşembe
PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil

Kandil ve PKK Kampları Nerede?

Kandil Dağları, Irak-İran sınırında yer alan ve yaklaşık 1.500 km uzunluğundaki 
Zagros sıradağlarının bir bölümünü oluşturan dağların ismi. Akarsular tarafından derin bir şekilde yarılan Kandil’i, hem Irak hem deİran bölümündeki faylar sınırlamış. Kandil’in en yüksek noktası 3.587 metre yükseltiye sahip.

İran-Irak sınırında bulunan dağın büyük kısmı Irak tarafında. İran-Irak sınır 
çizgisi aynı zamanda kandil dağının zirvesinden geçerek dağı da ikiye bölüyor. 
Kandil Dağı üzerindeki en önemli yerleşim birimleri, dağın doğu yakasında İran’a bağlı olan Piranşehir ve batı yamacında bulunan Süleymaniye.  Dağın, vadi ve çevresinde bulunan tepelerin hemen hemen hepsi mağara, oyuk, sığınaklarla dolu.[i]

Kandil denilince lojistik depolar inşa edilen, ikmal ve barınma kolaylığı 
sağlayan dağlar ve çok sayıda vadiden oluşan bir coğrafyadan söz ediliyor. Aynı 
zamanda, eğitimlerin yapıldığı, hasta ve yaralıların tedavi edildiği, barınma 
alanlarının inşa edildiği bir bölgeden. Kandil’e örgütün taşınması 1992 
Eylül’ünde gerçekleşti. TSK kuşatmasında PKK’yı imha olmaktan kurtaran Talabani, onları bugünkü Kandil’in olduğu bölgeye taşıdı.[ii]

Kandil Dağı’nın Türkiye’ye olan en yakın kuş uçumu uzaklığı 89,5 km. Türkiye’nin Kandil’e en yakın ili Hakkâri’nin uzaklığı ise 120 km.[iii] Kandil PKK terör örgütünün yerleştiği genişçe bir bölge. Kandil denilince yaklaşık 2 bin 500–3 bin kilometrelik karelik bir alandan bahsediyoruz. Cudi Dağı’nın yaklaşık 10 
katı büyüklüğünde bir alan.[iv]  Bu alan içerisinde PKK terör örgütünün irili 
ufaklı 50’ye yakın barınma alanı mevcut. Kandil Dağı ve çevresindeki terörist 
sayısının 600-800 civarında olduğu öngörülüyor. PKK terör örgütünün Kandil 
bölgesindeki barınma alanlarından bazıları şu şekilde sıralanabilir.

  Zeli: Süleymaniye’nin Kaledize ilçesi yakınlarında kurulmuş. Barınma alanında 
  bir dere içerisinde büyük bir hastane ve büyük bir elektrik üretim tesisinin 
  bulunduğu, üst düzey örgüt mensuplarının da barınmasına imkân sağlayacak 
  barınakların bu bölgede olduğu ifade ediliyor. Bu bölgede aynı zamanda terör 
  örgütü mensuplarına siyasi eğitim verildiği de biliniyor.

  Dole-Koge: İran sınır hattında bulunan barınma alanında hastane, okul, 
  elektrik santrali bulunuyor. Bu barınma alanının en büyük özelliği terör 
  örgütünün ideolojik karargâhı olarak gösteriliyor olması. Kış dönemlerinde çığ 
  riski bulunduğundan bu bölgenin genellikle kış aylarında boşaltıldığı 
  biliniyor.

  Şehit Ayhan: Süleymaniye’nin Ranya ilçesine yakın bir bölgede bulunan terör 
  örgütü barınma alanında özellikle intihar eylemleri düzenleyecek terör örgütü 
  mensuplarının ve sözde özel birliklerin eğitildiği belirtiliyor.
  Şehit Harun: Şehit Ayhan barınma alanına yaklaşık 10 km mesafede İran 
  tarafında bulunuyor. PKK’nın birçok elebaşı, faaliyetlerini İran 
  topraklarındaki Şehit Harun, Kuran ve Piran barınma alanlarından yürütüyor. 
  Şehit Harun’un hemen altında, bir saatlik yürüyüş mesafesinde, Zeli barınma 
  alanının bulunduğu Kaledize’ye bağlı köyler yer alıyor. Dukan baraj gölüne en 
  yakın mesafede bulunan barınma alanı aynı zamanda. 
  Bu bölgenin cezalandırılan terör örgütü elemanlarının muhafazası için,    kullanıldığı yani bir nevi cezaevi  bölgesi olduğu da biliniyor.
  Kala Turka: Dole-Koge barınma alanına yaklaşık iki saatlik yürüyüş 
  mesafesinde. Terör örgütüne yeni katılan örgüt mensuplarına askeri ve siyasi 
  eğitimlerin verildiği biliniyor. Bu barınma alanından PKK terör örgütünün 
  propaganda faaliyetlerinin yürütüldüğüne yönelik bilgiler de var.
  Kani Cengi: Süleymaniye’ye 10 km mesafede bulunuyor. Dole-Koge barınma 
  alanının batısında bulunan alandan Hacı Ümran bölgesine giden bir yol da 
  mevcut. Kandil bölgesinde terör örgütü mensuplarının sayısının genellikle en 
  fazla olduğu barınma alanı burası. İdeolojik ve siyasi eğitimin verildiği 
  barınma alanında ameliyat yapılabilecek bir hastane bulunduğu, bu bölgenin 
  ayrıca terör örgütünün lojistik faaliyetleri açısından önemli bir konumda 
  bulunduğu belirtiliyor.
  Bele Kati: Halgurd Dağı ile Süleymaniye arasında kalan bölgede yerleşik 
  barınma alanı. Kaçakçıların geçiş güzergâhında bulunması nedeniyle sözde 
  vergilendirmelerin yapıldığı haraç toplama bölgesi.[v]

Belli başlıları sıralanan barınma alanlarının haricinde Kandil bölgesinde; 
Kurtak, Şehit Rüstem, Levce, Surede, Zergele, Belekati ve Asos barınma 
alanlarının da bulunduğu belirtiliyor.[vi] Asos barınma alanına daha sonra 
yeniden değineceğim.

Kandil’in PKK için önemi.,

Terör örgütleri eylemlerini planlamak, eylem düzenlemek, lojistik ve eğitim 
faaliyetlerini rahatça sürdürmek, gerektiğinde gizlenmek maksadıyla bir güvenli 
bölgeye (safe heaven) ihtiyaç duyarlar.Güvenli bölgeyi eylem düzenledikleri 
ülkenin dışında başka bir ülkede oluşturabilen terör örgütleri diğer terör 
örgütlerine nazaran daha uzun süre ayakta kalabilirler. Örneğin El Kaide 
Afganistan’da bulunan terör örgütü mensupları için Pakistan’ı güvenli bölge 
olarak seçmiş. Aynı maksatla PKK terör örgütü de Türkiye, Irak ve İran’ın 
sınırlarının kesiştiği, ulaşılması ve saklanması kolay bir bölge olan Kandil 
bölgesini güvenli bölge olarak kullanmakta.

Kandil bölgesinin coğrafi koşullarından da anlaşılacağı üzere bir güvenli 
bölgede bulunması gereken nitelikleri fazlasıyla karşılayan Kandil’e KYB 
himayesinde yerleşmeyi başarıyor PKK terör örgütü. Körfez Harbi ile birlikte 
bölgede yaşanmaya başlayan istikrarsızlıktan ve ABD öncülüğündeki koalisyonun 36’ncı paralelin kuzeyini uçuşa yasak bölge ilan ederek kurduğu Çekiç Güç’ten faydalanarak bölgedeki varlığını artırdı PKK.   Kuruluşunun ilk yıllarında Lübnan ve Suriye’yi güvenli bölge olarak seçen PKK terör örgütü, Irak’ta yaşanan olayları fırsata çevirerek bu bölgeye yerleşmiş, burada eğittiği terör örgütü mensuplarını Türkiye içerisine eylem yapmaya göndermiş, terör örgütünün yönetimini bu bölgeden gerçekleştirmiş, silah mühimmat ve diğer lojistik ihtiyaçlarını bu bölgeden karşılamış, aynı zamanda Kandil bölgesindeki otorite boşluğundan istifade ile bölge civarındaki yerleşim yerlerinde yönetime talip olmuş, bölgedeki silahlı ve siyasi etkinliğini her gün daha da artırmaya gayret etmiştir. Bu özelliği ile Kandil bölgesi uzun yıllar boyunca adeta PKK terör örgütünün kuluçka makinası görevini üstlenmiştir.

Kandile yönelik harekât hangi aşamada?

Mart ayından itibaren Şemdinli’nin hemen güneyinde, Irak’ın kuzeyinde yer alan, PKK’nın başka bir barınma alanı olan Hakurk’a yönelik operasyonların 
düzenlendiği biliniyor. “Kararlılık” adı verilen bu operasyon, Hakurk ve Kanireş 
(Kani Rash) bölgelerine kadar uzanarak, güney doğusunda bulunan Kandil bölgesine doğru dikey bir hat şeklinde ilerliyor. Kararlılık operasyonuyla sınır ötesinden önleyici tedbirler kapsamında öncelikle hudut güvenliğinin sağlanması, PKK terör örgütünün söz konusu bölgelerdeki barınma alanlarının imha edilmesi, teröristlerin Irak kuzeyinden ülkemize girişinin engellenmesi, Türkiye içindeki terör örgütü mensupları ile Irak kuzeyindekilerin irtibatının kesilmesi, 
bölgenin terör örgütü mensuplarından tamamen temizlenmesi amaçlanıyor.

Kararlılık operasyonuna Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı uçaklar da 
katılıyor. Belirlenen hedefler savaş uçaklarıyla bombalanırken keşif ve 
gözetleme görevlerinde İnsansız Hava Araçları kullanılıyor. Operasyon sırasında 
zaman zaman Silahlı İnsansız Hava Araçları kullanılarak teröristlere ait 
hedefler vuruluyor. Şu ana kadar TSK’nın bölgede 11 üs kurduğu, kurulan üs 
bölgelerinde barınma ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik tedbirlerin alındığı, 
aynı zamanda bu üs bölgelerine Türkiye’den ulaşımın sağlanması için yol yapım 
çalışmalarının devam ettiği belirtiliyor.

Şemdinli-Derecik bölgesinden 20 km kadar Irak içlerine doğru ilerleyen hatta 
zaman zaman çatışmalar yaşanırken, zaman zaman da PKK terör örgütü tarafından birliklerimize saldırılar düzenleniyor. Başlangıcından bugüne kadar yaklaşık 160 teröristin etkisiz hale getirildiği bilinen Kararlılık Harekâtının, 
Türkiye-Irak-İran sınır hattında bulunan ve PKK’nın terör eylemleri maksadıyla 
yıllardır kullandığı Hakurk alanının tamamen ele geçirilmesine yönelik 
başlatılmış olmasına rağmen, zaman içerisinde Kandil Harekâtına evrilebileceği 
gözüküyor. Açık kaynaklarda yer alan haritalardaki gelişmeler, Hakurk bölgesinde derinlik kazanan sınır ötesi harekâtın güneyde Kevet dağı bölgesine yakın bir bölgeye ulaştığını, Hakurk bölgesine icra edilen hava harekâtları izlerinin ise müteakip hedefin; Kandil’den önce yine Hakurk bölgesinde bulunan ve birliklerimizin çizdiği hattın doğusunda yer alan PKK’nın Armuş (Armush) barınma alanı olması gerektiğini anlatıyor. Aksi takdirde harekâtın ilerleme mihverinin önemli bir kısmının geri bölge emniyetinden yoksun kalacağı anlaşılıyor. 

Kandil'e harekât olmalı mı? Nasıl olmalı? 

PKK terör örgütünün yıllardır barınma ve gizlenme maksadıyla güvenli bölge 
olarak kullandığı Kandil’e yönelik bir harekât mutlaka yapılmalıdır. 40 yıldan 
fazla bir süredir ülke gündemini işgal eden, binlerce insanımızın şehit olmasına 
neden olan PKK terörünün sonlandırılması kapsamında Kandil askeri bir hedef 
olmanın yanı sıra büyük bir psikolojik hedeftir aynı zamanda.  Örgüt 
elebaşlarının büyük oranda bu bölgede yaşadığı, örgütün 300’den fazla köyün 
bulunduğu bölgede yaklaşık 70 köyde hem yaşadığı hem de bu köyleri yönetmeye çalıştığı, Kandil’den hareket eden terör örgütü mensuplarının İran üzerinden Ağrı ve Van illerimizden ülkemize giriş yaparak terör eylemleri düzenledikleri düşünüldüğünde Kandil’e yönelik bir operasyonun yapılması gerekliliği karşımıza çıkıyor. 

Kandil’e yönelik bir operasyon düzenlenmesi ve Kandil bölgesinin kontrol altına 
alınmasının PKK terör örgütünü hem psikolojik açıdan hem de güvenli bölgeyi 
kaybederek başka bölgelere kaymaya zorlaması açısından büyük faydalar 
sağlayacağı kesin olmakla birlikte Kandil harekâtının şimdiye dek yapılan sınır 
ötesi harekâtlardan farklı özellikler taşıyacağı, bu nedenle özellikle zaman 
baskısı yaratılmadan ve tüm bileşenler hesaplanarak icrasında büyük fayda 
görülüyor.

Arazinin yapısı nedeniyle zırhlı birlik takviyesinin nasıl yapılacağından, 
bölgedeki birliklerin lojistik desteğinin nasıl sağlanacağına kadar her türlü 
detaylı planlamanın yapıldığı kesindir. Kandil bölgesinin ele geçirilmesi birkaç 
aşamalı bir planla, bir zaman zarfı içerisinde temkinli bir şekilde başarılır, 
buna da şüphe yoktur. Ancak burada sorunun Kandil’in ele geçirilmesinden öte 
Kandil bölgesinin elde tutulmasına ve temizlenen alanın Irak Kuzeyi Bölgesel 
Yönetimine (IKBY) / Irak Merkezi Hükümetine devrine ilişkin olabileceği de akla 
geliyor. Bu açıdan bakıldığında halen Hakurk bölgesindeki Kararlılık harekâtı 
devam ederken, diğer yandan IKBY ile görüşülmesi, 90’lı yıllarda olduğu üzere 
bölgede TSK ile ortak operasyon teklifi götürülmesi, ortak operasyon neticesinde temizlenen bölgelerin IKBY’ye bırakılması şimdiden değerlendirilmeli. Aksi takdirde Kandil bölgesine büyük bir güç ayırmak zorunda kalacak olan TSK’nın uzun bir süre bu bölgede kalması gerekecek ki bu da büyük bir görev yükü anlamına gelecek. Aynı husus İran tarafı içinde geçerli. Bu nedenle ortaya çıkan birinci sonuç; yıllardır kendi bölgesindeki toprakların bir kısmını kontrol 
edemeyen Irak Kuzeyi Bölgesel Yönetimi / Irak Merkezi Hükümeti ve İran’ın bu 
bölgelere yeniden yerleşmeleri konusunda ikna edilmesi gerekliliğidir. Halen 
seçim sonuçlarının netleşmediği, hükümetin kurulmasının epeyce zaman alacağı 
Irak’la böylesi bir müşterek harekâtın yapılması zor görülse de Türkiye için en 
rasyonel yolun bu olacağı, IKBY’nin başarısız referandum girişimi çıkmazından bu yönde bir iş birliği ile sıyrılmayı isteyebileceği de düşünülmektedir.  

IKBY Hükümet Sözcüsü Sefin Dizayi’nin, terör örgütü PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki işgali nedeniyle bölgenin zarar gördüğünü belirterek, “PKK’nın varlığı nedeniyle 300’den fazla köye hizmet götürülemiyor”[vii] şeklindeki beyanının IKBY’nin Kandil bölgesindeki PKK varlığından duyduğu rahatsızlığı dile getirmesi açısından önemli olduğu düşünüldüğünde, yoğun bir diplomasi ile IKBY’nin müşterek bir operasyona ikna edilebileceği, edilemediği takdirde TSK’dan bölgeyi devralarak güvenliği sağlaması, PKK terör örgütünün Kandil’e bir daha girmesine izin vermemesi hususunda ikna edilebilmesi imkânsız değildir.

İkinci olarak da, harekâtın baskın etkisi yaratması, bu etki yaratıldığı 
takdirde bölgedeki terör örgütü mensuplarının dirençlerinin çok kısa sürede 
kırılacağı, PKK terör örgütünün üst düzey sözde yöneticilerinden bir kısmının 
ele geçirilmesinin mümkün olabileceği düşünülmektedir. Baskın ve sürpriz etkisi 
Türkiye hududundan bu kadar uzakta bir operasyon alanı için oldukça zor gibi 
görünse de mümkündür. Kandil bölgesinin güneyinden vadi tabanına giriş için hava indirme harekâtı, ya da az önce belirtildiği şekilde İran ile bir anlaşmaya 
varılarak İran toprakları üzerinden bölgeye giriş gibi seçeneklerle baskın 
etkisinin yaratılması mümkündür. Ancak oldukça zor gibi görünen bu hususların 
yerine getirilebilmesi için birinci temel şartın yine söz konusu ülkeler ile 
mutabakat ve iş birliğinden geçtiğini hatırlatmakta fayda var.

Üçüncü husus da bu bölgenin ele geçirilmesi için gerekli askeri birlik miktarı. 
Arazi yapısından anlaşıldığı kadarıyla bölgeye on binlerce asker dahi 
görevlendirilse, bir o kadar daha askere ihtiyaç duyulabilir gibi gözüküyor.  Bu 
nedenle Türk milletinin gözdesi Özel Kuvvetler ve Özel Harekât birliklerinden 
oluşturulacak az sayıda ancak hareket ve mukavemet yetenekleri yüksek 
birliklerden istifade, İHA ve SİHA’lar ile hava kuvvetlerinin kesintisiz desteği 
ile özel operasyon düzenlenmesi de düşünülebilir.

Kandil’e harekâtın muhtemel etkileri ve sonuçları neler olabilir?

Kandil’e yönelik düzenlenecek olası bir harekât yıllardır zihinlerde yer eden 
Kandil algısının yıkılması açısından bir ilk olacaktır. Aslında yoğunlukla 
saklanma, terör örgütüne eleman yetiştirme, lojistik destek maksadıyla 
kullanılan bir bölge olmasına rağmen Kandil’e yüklenen psikolojik bir anlam da 
mevcut. PKK terör örgütü denilince Kandil, Kandil denildiğinde terörün 
zihinlerde çağrıştırılması bu nedenle oluyor. Dolayısıyla Kandil’e bir harekât 
düzenlenmesi birinci öncelikli olarak Türkiye’ye psikolojik bir üstünlük 
sağlayabilecektir.

İkinci husus ise terör örgütü PKK’nın komuta kontrol yapısı. Olası bir kara 
harekâtı neticesinde, PKK terör örgütü sözde yönetim kadrosunun uzun yıllardır 
kendilerini güvende hissettikleri, medya kuruluşlarını kabul ederek propaganda 
yaptıkları Kandil bölgesinden ayrılmaları gerekecek. Zaten bir süredir Kandil 
harekâtı dile getirildiğinden bu sözde yöneticilerin Kandil’in yaklaşık 60 km 
güneyinde Asos dağı bölgesine kaçmış olmaları da kuvvetle muhtemel. Asos dağı özellikle son iki senedir TSK’nın hava harekâtlarının hedeflerinden birisi olan, yine İran sınır hattına yakın, Kandil kadar olmasa da güvenli bölge şartlarını taşıyan bir bölge olması nedeniyle terör örgütü elebaşlarının kullanabileceği en uygun arazi kesimi gibi gözüküyor.

Çok uzun bir süredir bölgede bulunan PKK terör örgütünün Hakurk istikametinden gelen yolları ve güzergâhlara EYP döşenmesi, bu yolların sürekli gözetlenmesi yönünde talimat verdiği, terör örgütüne müzahir açık kaynaklardan anlaşılıyor. Terör örgütü PKK’nın ana karargâh olarak kullandığı kendisi için “kalbi” sayılabilecek bir coğrafyaya harekât düzenlenmesi neticesinde büyük bir ihtimalle yurt içinde terör eylemlerini artırma gayretine girmesi de mümkündür.

Kandil’e düzenlenecek harekât neticesinde PKK terör örgütünün Irak kuzeyindeki terör örgütü barınma alanları ile fiziki irtibatı büyük oranda kesilebilir. Bu harekâtın ardından Çukurca ilçemiz karşısında Zer Tepe bölgesinden yapılan girmenin genişletilmesi, sınırımıza yakın bölgelerdeki PKK barınma alanlarının bir plan dâhilinde temizlenmesini kolaylaştırabilecektir.

Olası bir harekâtın bir diğer neticesi hâlihazırda oldukça düşük seviyelerde 
olan örgüte katılımlar üzerinde görülebilir. PKK terör örgütünün psikolojik 
merkezinin ele geçirilmesinin ardından kazanan tarafta olması güdüsü içerisinde 
hareket edeceklerin PKK terör örgütünden duygusal olarak daha da 
uzaklaşabileceği, bu nedenle örgüte katılımların daha da düşebileceği, örgüt 
mensuplarının da PKK terör örgütünden ayrılabileceği öngörülebilir. Harekâtla 
birlikte terör örgütü üst düzey sözde yöneticilerinden bir kısmı ele 
geçirilebilirse örgütün çözülmesinin önünün açılabileceği de akılda 
tutulmalıdır.

Bununla birlikte PKK terör örgütü psikolojik yenilgiye uğramamak, güvenli 
bölgeyi kaybetmemek, komuta kontrolü zafiyete uğratmamak maksadıyla bir takım tedbirler alarak TSK unsurlarını Kandil bölgesinden uzak tutmak, bölge 
içerisinde ilerlemesine engel olmak isteyecektir. Bu açıdan bakıldığında terör 
örgütünün Kandil bölgesini tamamen boşaltacağı gibi bir düşünceye kapılmak 
yanılgı olacaktır. Daha önce de belirtmeye çalıştığım gibi örgüt yöneticileri 
ayrılsa dahi PKK’nın diğer silahlı unsurları hatlara dayalı olmayan derinlikli 
bir savunma düzeni tesis etmeye gayret edecek, bölgede özellikle yerleşim 
yerlerine yakın yerlerde çatışmayı tercih edecektir. Ayrıca batılı ülkelerden 
temin ettiği tanksavar füzeleri ve hava savunma füzelerini de kullanmayı 
deneyecektir.

Sonuç Yerine

PKK terör örgütünün Hakurk alanından temizlenmesine yönelik başlatılan 
Kararlılık operasyonu, Hakkâri bölgesinin ve ülkemizin güvenliğinin sağlanması 
açısından büyük önemi haizdir. Bu harekât zaman içerisinde adım adım ilerleyerek Kandil bölgesinin temizlenmesine yönelik bir operasyona evrilebilir. Kandil uzun yıllardır PKK terör örgütünün ana barınma alanı olduğundan bu bölgeye yapılacak bir operasyon örgüte büyük bir darbe vurma potansiyeline sahiptir. Ancak muhtemel bir operasyon bölge ülkeleri ve bölgede söz sahibi ülkeler ile koordineli bir şekilde yürütülmeli, Kandil’in ele geçirilmesinden daha çok Kandil’in ele geçirildikten sonra nasıl güvenliğinin nasıl sağlanacağı şimdiden hesaplanmalıdır. Önemli bir diğer husus da PKK terör örgütüne yönelik 
mücadelenin en önemli harekâtlarından birisi olacağı değerlendirilen muhtemel 
Kandil operasyonu için zaman baskısı yaratılmaması, planlamaların ve 
hazırlıkların adım adım yapılması olmalıdır. Ayrıca örgütün elde tutmaya devam 
ettiği Sincar-Karaçok hattı ile Fırat Nehri doğusunda kalan alan önceliğimiz 
olmaya devam etmelidir.     

Terörle mücadele bölgesinde görev yapan tüm Mehmetçiklerimiz başta olmak üzere Türk halkının Ramazan Bayramı kutlu olsun…

KAYNAKÇALAR;

[i]https://www.dag.gen.tr/kandil-dagi.html


[ii]Nihat Ali Özcan, Yeni başlayanlar için ‘Kandil’, 
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/nihat-ali-ozcan/yeni-baslayanlar-icin-kandil--2684700/


[iii]https://www.diplomatikstrateji.com/pkk-kamplari-dosyasi-irak-siniri/


[iv]https://www.amerikaninsesi.com/a/kandil-operasyonu-ne-anlama-geliyor-/4435947.html


[v]İstanbul Valiliği Emniyet Müdürlüğü, “PKK/Kongra-Gel”, (2004), Sf.345-349


[vi]https://www.diplomatikstrateji.com/pkk-kamplari-dosyasi-irak-siniri/


[vii]http://www.posta.com.tr/turkiyenin-hedefindeki-kandil-dagi-goruntulendi-2011042


Uzman Hakkında
Erol Başaran Bural
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
erolbural@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  İdlib’de Silahsızlandırılmış Bölge ve Silahsızlan(dır)ma-Tasfiye-Entegrasyon 
  İdlib'te Yaklaşan Felaket 
  İdlib Senaryoları 
  PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil 
  Taliban’dan IŞİD’e: Afganistan ve Terör Sorunu 
  ABD’nin Nükleer Anlaşmadan Çekilme Kararı ve Sonrası 
  Suriye’ye Atılan “Savaş Baltaları” ve Propaganda 
  Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib 
  Afrin’e Uzanan Zeytin Dalı 
  ABD Stratejik İletişiminin Çöküşü: PKK/PYD Üzerinden Yalanlar 
  İdlib Açmazı 
  İran Krizi PKK’nın İştahını Kabartıyor 
  Türkiye’nin 2017 Yılında Terörle Mücadele Stratejisi: Önleyici Kolluk ve 
  Kesintisiz Mücadele 
  PKK/PYD’ye Silah Yardımı Saçmalığı  
  Türkiye’ye Yönelik Terör Tehdidi: IŞİD’in Emni’leri  
  Neden Şemdinli? 
  IŞİD’in Yeni Modus Operandisi 
  İdlib’de Riskler ve Tehditler: Malhama ve İngimasi 
  Terörizmle Mücadelede Kamuoyu ile İletişim Yönetimi Nasıl Olmalı? 
  Uluslararası Toplum IŞİD’e Odaklanırken, Boko Haram Vahşeti Artıyor 
  IŞİD'den En Çok Türkiye Zarar Görüyor 
  IKBY’nin Bağımsızlık Referandumu, PKK Terör Örgütü ve Gerçekler 
  IŞİD Yalnız Kurtlarını Uyandırmaya mı Çalışıyor? 
  Terörizmle Mücadelede Terör Örgütü Lider Kadrolarına Yönelik Operasyonlar 
  PKK Terör Örgütünün Kitle İkna Silahları ve Propaganda Yöntemleri 
  Avrupa Birliği Terörizm Durumu ve Eğilimi Raporunda PKK Terör Örgütü 
  PKK/PYD’nin Yabancı Teröristleri 
  Terörizmi Küresel Alana Yaymak: Filipinler’de DAEŞ Varlığı 
  Brüksel'deki NATO Zirvesi ve Uluslararası Terörizmle Mücadele 
  Manchester’da Terör Saldırısı: DAEŞ’in Yalnız Kurtları ya da Uyuyan Hücrelerimi? 
  PYD ve PKK İlişkisini Anla(ta)mamak 
  Terör Örgütleri ve Propaganda: DAEŞ Terör Örgütü Örnek Olay İncelemesi 

***

2 Kasım 2018 Cuma

Büyük bir yolsuzlukla karşı karşıya olan bir referandum sonucunu yaşıyor Türkiye,

Büyük bir yolsuzlukla karşı karşıya olan bir referandum sonucunu yaşıyor Türkiye,


Ümit Özdağ.,
  
MHP’den İhraç edilen ‘Hayır’cı vekil Ümit Özdağ, Yüksek Seçim Kurulu önünde konuştu:

“Başkanla görüştük. Bize görevlerini neden yapmadığını, üç aylık bir süre varken neden yeterince eğitim hizmeti veremediklerini izah eden bir açıklama yaptı. ‘Suç bizim değil, suç bunları mühürlenmeyen siyasi parti temsilcilerinin dir’ diyerek suçu siyasi partilerin üzerine attı. 



Ama netice olarak üzerinde damga ve mühür olmayan oy pusulasının kullanılması meşru değildir. Bunu yapamazlar çünkü herkesin elinde birçok kayıt var. Arabaların içerisinde damgalar basılıyor. Bir kişi ‘Artık yoruldum mühür vurmaktan’ diye şikayet ediyor. Özetle büyük bir yolsuzlukla karşı karşıya olan bir referandum sonucunu yaşıyor Türkiye. Ama bu iş bitmiş değil. Açıklanacak sonuçlar geçici. Siyasi partilerde bütün sandıkların ıslak imzalı tutanakları toplanıyor. İtirazlar yapılıyor ve yapılmaya devam edilecek. İnşallah sonuçta Türkiye halkın attığı gerçek oyun ne olduğunu öğrenecek. Türk milletine söz veriyoruz; sonuna kadar bunun mücadelesini vereceğiz. 

Atılan bir oyu dahi birilerine yedirtmeyeceğiz.”


http://www.vegaste.com/umit-ozdag-buyuk-bir-yolsuzlukla-karsi-karsiya-olan-bir-referandum-sonucunu-yasiyor-turkiye/


Operasyonların amacı Dolmabahçeyi PKK ya Kabul ettirmek

Operasyonların amacı Dolmabahçeyi PKK ya Kabul ettirmek


MHP Genel Başkan Yardımcısı Özdağ'dan Odatv'ye Çarpıcı Açıklamalar: 
Operasyonların amacı Dolmabahçe'yi PKK'ya kabul ettirmek.,


14.01.2016 

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, iktidarın terörle mücadele ve dış politikasını ağır bir dille eleştirirken, “Devleti ayağa düşürdüler. Ortadoğu politikası, ilkokul bilgisi ve lise heyecanlı ile sürdürülen, her türlü gerçekçi milli menfaat tanımlamasından noksan olan bir politikadır. Dış politikada satranç değil, tavla oynuyorlar” dedi.

Gündemdeki sıcak gelişmeleri Odatv'ye değerlendiren Prof. Özdağ, bölgemizde çizilmek istenen yeni haritaları da anlattı. İşte Prof. Özdağ'ın değerlendirmeleri:

Müyesser Yıldız: Meclis'ten bölücü terör örgütüyle müzakere yasası dahi çıktı. Dolmabahçe mutabakatı imzalandı. Bunların öncesinde Oslo pazarlıkları yapıldı. Ne oldu da PKK 7 Haziran'dan sonra yeniden katliamlara, şehirlere yerleşip, halka zulme başladı? Ortada bir anlaşmazlık mı var? Varsa nedir? Ya da halkı, “özerklik” başta olmak üzere, “Yeter ki analar ağlamasın” diye yeni bir şeylere ikna “Operasyonu” mu yürütülüyor?

Özdağ: AKP Hükümeti ile Öcalan arasında İmralı’da yapılan müzakereler sonrasında bir anlaşmaya varıldı. Böylece meşhur Dolmabahçe toplantısı yapıldı ve Öcalan’ın yazmış olduğu metin, AKP ve HDP’li politikacıların katılımıyla açıklandı. Öcalan tarafından yazılan bildiride çok genel ifadeler kullanılıyordu. Üzerinde uzlaşma sağlanan husus, Erdoğan’a başkanlık karşılığında PKK’ya özerk bölge ve Öcalan’a özgürlük, PKK’ya af idi. Ama kısa bir süre içinde Kandil’in anlaşmayı kabul etmediği ortaya çıktı. Kandil, Öcalan’ın bir an önce serbest kalmak için alttan aldığını, fazla taviz verdiğini düşünüyordu. Oysa Kandil’e göre, Ortadoğu’daki bölgesel denklemler PKK’nın lehine Türkiye’nin aleyhine gelişmekteydi. Öcalan’ın AKP’den aldığı özerklikten daha fazlasını, örneğin konfederal içerikli bir federasyonu PKK savaşarak alabilirdi. Bunun için PKK’nın TSK’yı yenmesine gerek yoktu. Zaten yenemeyeceğini biliyordu, ancak AKP’nin iradesini kırabilirdi. Bundan dolayı Selahattin Demirtaş 17 Mart 2015’de Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” diye seslenerek, Dolmabahçe açıklamasını bozdu. Temmuz başında Yalçın Akdoğan'ın, “Açılım, Demirtaş seni başkan yaptırmayacağız dediği için bitti” demesi de bu tespiti doğrulamaktadır. Erdoğan, 21 Mart’a kadar bekledi ve açıklamanın anlamını anlamaya çalıştı. Anlaşmanın bozulduğunu açıklayınca, “Dolmabahçe mutabakatından benim haberim yoktu” dedi. Oysa Bülent Arınç, “Nasıl yoktu, birlikte konuştuk bunları” diyerek, gerçeği ortaya koydu. Her neyse, 7 Haziran seçimlerine böylece AKP ile HDP arasında büyük bir gerilim ile gidildi. HDP de bu gerilimi, Erdoğan’dan nefret eden liberal Türk oylarını arkasına almak için kullandı. Seçimlerden sonra PKK ertelediği şehir ayaklanması stratejisini uygulamaya başladı. Ancak 7 Haziran-1 Kasım arasında AKP Hükümeti PKK’ya karşı askeri operasyondan çok, halka psikolojik operasyon yaptı. Yani Cizre başta olmak üzere sokağa çıkma ilân edilerek yapılan polis özel harekât eksenli operasyonların amacı, sonuç almak değil, halkın gözünü boyamaktı.

Soru : İktidarın terör ve bölücülükle mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özdağ : 1 Kasım seçimlerinden sonra TSK’nın katkısı ile şehir merkezlerinde halen devam eden operasyonlar yapılmaya başlandı. AKP şimdi devam eden operasyonlarlaPKK’ya, Öcalan'la yapılan ve Dolmabahçe’de ilân edilen şartları kabul ettirmeye çalışıyor. Bundan dolayı AKP’li milletvekilleri, HDP’yi Öcalan’ı İmralı’ya gömmekle suçluyor. Diğer bir ifadeyle AKP’li milletvekilleri, Öcalan’ı sahiplenirken, HDP’yi Öcalan’ı unutmakla suçluyor. PKK ise kısa bir süre önce Diyarbakır’da DTK toplantısında Öcalan ile AKP arasında yapılan pazarlığı kabul etmeyeceğini, 14 maddelik kendi şartlarını açıklayarak cevapladı.

Soru : Pek çok insan bölgeyle ilgili olarak, “Artık herşey bitti. Geriye dönüş olmaz” düşüncesinde. Gerçekten herşey bitti mi, yoksa gidişatı geriye çevirme imkânı var mı? Varsa yapılması gerekenler nelerdir?

Özdağ :Biten hiçbir şey yok. Türkiye Cumhuriyeti’ni 80-90 senelik yapay devletler olan Yugoslavya, Irak veya Suriye ile karşılaştırmak mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin gerisinde 1000 senelik bir siyasal, kültürel, ekonomik, sosyolojik bütünlük vardır. Türkiye Cumhuriyeti bu birikimin üzerine kurulmuş ve 19. Yüzyılda kurulmaya başlanan milli devlet formatını yeni bir aşamaya ulaştırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, PKK’nın 1978’den bu yana yaptığı tüm kapsamlı ideolojik, politik ve psikolojik yıkıcı çalışmalara rağmen sağlam toplumsal temelini muhafaza etmektedir. Çünkü öncelikle bütün yıpranmışlığına rağmen ortak değerler etrafından toplanmış, millet olmuş, hâlâ varlığını sürdürmektedir ve devlet fikrine toplumsal bir değer verilmektedir.Bugün yaşadığımız sorunların kökeninde, AKP’nin devleti ayağa düşürmesi vardır.

Soru : Erdoğan ve iktidarın “yeni anayasa ve başkanlık sistemi” ısrarıyla, bölücü terörle mücadele arasında ne gibi bir bağ var?

Özdağ : Daha önce ifade ettiğim gibi, AKP ile Öcalan arasındaki pazarlığın kapandığı yer, başkanlık karşılığı özerkliktir. Muhtemelen burada Büyük Şehir Yasası üzerinden hareket edilmek isteniyor. Öncelikli olarak valilerin de seçimle gelmesi ilkesi benimsenecek ve böylece merkezi idare ile il arasındaki bağ koparılacak. Ayrıca belediyelere yetki devri ifadesi arkasına sığınılarak, bölgenin siyasal özerkleştirilmesi yoluna gidilecek. Planlanan bu.

Soru : İsrail Başbakanı Netanyahu geçen yıl Irak'ın kuzeyinde bağımsız bir Kürdistan devletinin kuruluşunu desteklediklerini açıklamıştı. Yine geçenlerde Barzani'nin sözcüsü Ankara'nın da “Kürdistan'ı desteklediğini” öne sürdü ve herhangi bir yalanlama gelmedi. Dahası Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleştirilmesi konuşulmaya başlandı ve Erdoğan, “İsrail'e muhtacız” dedi. Irak'ın kuzeyinde bağımsız bir “Kürdistan” en çok hangi ülkelerin işine gelir? Türkiye'ye etkileri nasıl olur?

Özdağ : Sadece Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürdistan yaşayamaz. Hatta sadece Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürdistan’ı Barzani ile kurarlarsa, Talabani’nin KYB’si İran’ın teşviki ile ayrılır ve ikinci bağımsız Kürdistan’ı ilân eder veya Irak ile birleştiğini açıklar. Üstelik KDP ve KYB ortak hareket etse dahi, sadece Kuzey Irak’ta bir bağımsız devlet yaşamaz. Kısa bir süre sonra Kerkük’ü de kaybeder. Irak Ordusu değil, IŞİD bile az daha Erbil’e giriyordu. Bağımsız Kürdistan ancak Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılım sağlanırsa olur. Bunun için PKK, sadece Afrin’den aşağıya inip, Bayır-Bucak üzerinden değil, Hatay üzerinden Akdeniz’e ulaşma stratejisinin uygulanmasını dahi düşünüyor olabilir. Barzani’nin de Hatay/Dörtyol’u Akdeniz’e açılan kapısı olarak tasarladığı biliniyor. Konunun İsrail boyutuna geçersek, İsrail bağımsız Kürdistan’ı en çok isteyen ülkedir. Ancak, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki son gelişmelerin Barzani faktöründen bağımsız olduğunu düşünüyorum.

PEŞMERGE SİLAHI YARIN TÜRKİYE'YE DÖNECEK

Soru : “Büyük Kürdistan” projesi ete-kemiğe büründürüldüğü halde Türkiye-Barzani yakınlığının sebebi nedir? Türkiye Barzani'ye güvenebilir mi, güvenmeli mi?

Özdağ : AKP, KDP ile PKK’yı birbirine karşı kullanabileceğine inanıyor. Barzani ise Araplara karşı ABD ve İsrail’in dışında Türkiye gibi bir müttefike ihtiyaç duyuyor. Ancak Türkiye, Barzani’ye tabii ki güvenemez. Barzani’nin stratejik amacı, Türkiye’nin bölünmesi. AKP ile ittifakı da stratejik değil, taktik ittifak.

Soru : Haftalardır Sur İlçesi'ni bölücü teröristlerden temizleyemeyen Türkiye'nin Musul'a asker göndermesini, IŞİD'le mücadele için peşmergeleri eğitmesini ve Musul kurtarılıncaya kadar orada kalınacağını söylemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yarın o peşmerge silahlarının Türkiye'ye çevrilmeyeceğinin garantisi var mı? Musul IŞİD'den kurtarıldıktan sonra kontrol kimde olacak? Barzani'de mi, Irak merkezi yönetiminde mi?

Özdağ : AKP’nin Ortadoğu politikası, ilkokul bilgisi ve lise heyecanlı ile sürdürülen, her türlü gerçekçi milli menfaat tanımlamasından noksan olan bir politikadır.Bir yandan Katar’a 3000 Türk askerinin yollanacağı bir üs kurarken, öte yandan Süleyman Şah Türbesini koruyamayacağını açıklayan bir politikadır bu. Musul’a asker yollamak milli menfaatimiz ise yollarsınız, ancak Obama’nın telefonu ile geri çekmezsiniz. AKP’nin, “Yarın peşmerge silahı bize çevirir” diye bir düşüncesi yok. Böyle düşünmüyor. Geleceği düşünse, Rus uçağını vurduktan sonra “Rusya ne yapar, ben ne yaparım?” diye düşünmesi lâzım. AKP dış politikada satranç değil, tavla oynuyor. Onun için peşmergeler yarın silahlarını bize çevirebilirler değil, çevirecekler. AKP, “bizi kandırdılar” diyecektir. Barzani, Musul’u işgâl etmek isteyecektir.

-12 Yıl Türkmen Katliamını Seyrettiler- 

Soru : Türkiye, Suriye'deki Türkmenler için Rus uçağını düşürdüğü açıklarken, Rus füze sistemleri bugün uçaklarımızın sınırda uçmasına, operasyonlara katılmasına izin vermiyor. Öte yandan PYD-PKK “kırmızı çizgi” denilen Fırat'ın batısına geçiyor. Sizce Irak'ın kuzeyi, Güneydoğu ve Suriye'de eşzamanlı bir plan mı devreye sokuldu? Öyleyse bu planın sahipleri kim ve burada Ankara'ya biçilen rol ne?

Özdağ : AKP’nin, Bayır Türkmenlerini savunmak için Rus uçağının düşürüldüğü iddiasının hiçbir ciddiyeti yoktur. AKP Hükümetleri, Mart 2003’den başlayan Irak savaşından bugüne değin geçen 12 yıllık süre içinde büyük bir çoğunluğunu Irak ve Suriye Türkmenlerinin oluşturduğu Ortadoğu Türklüğünün tasfiye edilmesi karşısında hiçbir ciddi bir tepki vermemiştir.

AKP hükümetleri, 2005’den bu yana “Ortadoğu’da bütün taraflara eşit mesafede olmak ilkesi” adını verdikleri bir politika ile Türkmenleri destekleyen Türk dış politikasını terk etmiştir. Böylece, Irak’ta Şiiler İran, KDP, KYB ve ABD tarafından desteklenirken, sahipsiz kalan Türkmenler Irak siyasetinden tasfiye edilmiştir. AKP Hükümetleri, Irak’ta Kerkük, Telafer, Tuz, Tuzhurmatı, Beşir gibi Türkmen kentlerinin peşmergeler tarafından işgâl edilmesi, Türkmenlerin ezilmesi, katledilmesine sessiz kalmıştır. Bütün bu işgâl, baskı, tasfiye, suikastlerde başrolü oynayan Barzani ve partisi KDP, AKP Hükümetlerinin Ortadoğu siyasetinde vazgeçemediği tek müttefiki olmuştur.

Irak’ta Türkmenlerin yaşamış olduğu katliam ve mağduriyetler, AKP Hükümetleri tarafından sessizce izlenmiş ve adeta onaylanmıştır. Türkiye’nin milli stratejik değer olarak gördüğü Kerkük’ün Türkmen kimliğinin Barzani ve Talabani ikilisi tarafından alçakça yok edilme çalışmaları, AKP Hükümetleri tarafından kabul edilmiştir. Türkmen siyasetçilerin KDP ve KYB’nin istihbarat servisi görünümlü katil çeteleri tarafından suikastler ile infaz edilmelerine ses çıkarılmamıştır. Telafer’in ABD ve peşmerge güçleri tarafından bir çok saldırı sonrasında yerle bir edilmesine de ses çıkarılmamıştır. Bu saldırıları büyük bir zorlukla aşan Telafer’in, son olarak IŞİD çeteleri tarafından imha edilmesi girişimi karşısında da AKP Hükümetleri sessiz kalmıştır.

AKP Hükümetleri 2011 sonrasında izlediği öngörüsüz politikalar neticesinde, Suriye’nin parçalanmasına, bu komşu ülkenin Afganistanlaşmasına giden sürecin önünü açmıştır. Esad rejimin zayıflaması ile Suriye’nin büyük bölümü IŞİD adlı terör örgütünün eline geçerken, PKK/PYD adlı terör örgütü de Suriye sınırımızda Lübnan büyüklüğüne ulaşan bir bölgeyi kontrol altına almıştır. Suriye’nin kuzeyinden Türkmenler tasfiye edilirken, Ortadoğu’da sınırımızın hemen yanında yeni ve ikinci bir Kandil oluşmuştur. PKK ve PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği etnik temizlik karşısında sessiz kalmışlardır.

AKP hükümetleri Esad’ı devirmek amacıyla, cihatçı selefi örgütlerine Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte her türlü askeri ve mali yardımı yaparken, Türkmen örgütlerine karşı hep uzak ve temkinli davranmıştır. AKP Hükümetleri, Türkmenlere insani yardım ve zaman zaman hafif silah vermenin ötesine geçmemiştir. Yıllardır varlıklarını sürdüren Bayır bölgesi Türkmen gruplarına da selefi cihatçılara yapılan askeri ve mali desteğin yüzde 1'i bile yapılmamıştır. Türkmenlere yapılan destek hafif silahlarla (makinalı tüfek, roketatar ve cephane) sınırlı kalmıştır.

Özetle, Rus uçağının vurulmasının nedeni Bayır Türkmenlerine yapılan saldırıları engellemek değildir. AKP Hükümeti, Rus uçağının düşürülmesinden sonra ikinci ve üçüncü adımları düşünmemiştir. Özellikle, Rusların Türkmenlere yönelik yapacağı saldırıların engellenmesi için hangi adımların atılacağı konusu tamamen havada bırakılmıştır. Esasen, Rus uçağının düşürülmesinden sonra Rusya ve Suriye’nin bölgeye yaptığı saldırılar daha da şiddetlenmiştir. Rus uçakları sadece Bayır bölgesini değil, Türkiye sınırındaki Azez bölgesi ile Türkiye arasındaki ticaret yollarını da ağır bombardımana tabii tutmaya başlamıştır. Rus hava savunma sistemleri güçlendirilmiş ve Türk Hava Kuvvetleri Suriye hava sahasına giremez olmuştur. 

Öte yandan Rusların eli rahatlamıştır. Artık Türkiye tamamen oyunun dışına atılmıştır. Rus-Suriye askeri harekatının asıl amacı, Bayır bölgesinin ele geçirilmesinden sonra Batıdan yapılacak bir hücum ile İdlib’in işgalidir. Suriye Ordusu ve Rus müttefiklerinin, Halep’in doğusunda ele geçirmeyi hedefledikleri, El Bab’ın da düşmesi durumunda Halep'in tekrar Şam’ın kontrolüne gireceği ortadadır. Kusura bakmayın burayı biraz ayrıntılı bir şekilde anlattım, ancak durumun anlaşılması için bu hususlar önem taşıyor. Irak-Suriye iç savaşı şimdi AKP’nin yanlış politikaları neticesinde Türkiye’ye sıçramaya başladı. Yani ben buna bir planın devreye sokulmasından çok, AKP’nin izlediği yanlış Suriye politikasının sonuçları ortaya çıkmaya başladı diyorum.

IRAK 3'E, SURİYE 4'E BÖLÜNÜYOR

Soru : Rus uçağını düşürmemizin üzerinden 1.5 ay geçti. Sonuçları, etkileri ve yansımaları artarak devam ediyor. Bu olaya ilişkin bilgileriniz veya tahminleriniz nelerdir?

Özdağ: Rus uçağının düşürülmesi konusunda AKP Hükümeti’nin nasıl bir değerlendirma yaptığı kamuoyu nezdinde açık değil. Bir “Rus uçağı olduğunu bilseydik vurmazdık” diyorlar, sonra “hava sahamızı ihlal edeni tabii ki vururuz” açıklaması yapıyorlar. “Rus uçağını cemaatçi bir pilot düşürdü” diyen yandaş yazar bile çıktı. Oysa Rus uçağının düşürülmesinden iki gün önce Davutoğlu başkanlığında Köşk’te yapılan toplantıda Rus uçaklarının Türk hava sahasını ihlali konusu konuşuluyor. Bence, bir daha ihlal eder ise vurma konusunda karar burada alındı. Ancak askerlerin hükümetin önüne, “Rus uçağını vururuz, fakat ertesi gün ve ondan sonraki gün şu değişik senaryolar gelişebilir” şeklinde değişik olasılıkları koyduğunu düşünüyorum. Rus uçağının düşürülmesi konusunda Türkiye hiç şüphesiz devletler hukuku açısından haklıdır. Ancak AKP Hükümeti’nin ertesi günü ve sonrasını düşünmediği anlaşılmaktadır. Türkiye, Rus uçağını düşürdükten sonra Suriye’de tamamen etkisiz hale geldi. Rusya ise bu olayı, Suriye’ye iyice yerleşmek ve etkinliğini artırmak için fırsat olarak kullandı. Rusya belki bu adımları zaten, atacaktı ancak hem Batı’dan itiraz gelecekti, hem zaman alacaktı. Oysa Batı, kızgın bir Rusya’yı daha fazla kızdırmak istemediği için uçağın düşürülmesinden sonraki günlerde Moskova’ya hiç itiraz etmedi. Rusya’nın amacı, Esad’a 2011’de sahip olduğu genişlikte bir ülke vermek değil. Moskova, bir iç savaşın hava kuvvetleri ile kazanılamayacağını biliyor. İran ve Hizbullah’ın kara gücü ile de Esad’ın bütün Suriye’ye hakim olamayacağı ortaya çıktı. Bu durumda Moskova, Esad için Batı Suriye’de Halep’ten başlayıp, Hama, Humus, Lazkiye ve Şam’ı içine alan bölgeyi yeni bir devlet olarak oluşturmak isteyebilir. Aslında sadece Suriye değil, yaşanan iç savaş bir Irak-Suriye iç savaşı olduğu için, ortaya çıkacak harita iki ülkeyi de kapsayacak sanırım. Irak Şii, Sünni ve Kürt olarak üçe bölünürken, Suriye de Nusayri, Kürt ve Sünni olarak üçe bölünecek. Belki küçük bir Dürzi bölgesi de olabilir. İki ülkedeki Sünni bölgelerinin birleşmesi ile ortaya böyle bir harita çıkabilir.

Yani IŞİD yok edilmeyecek, ancak IŞİD’e sınır çizilecek. Burada en büyük sorun, PKK’nın Akdeniz’e ulaşıp ulaşamayacağıdır. Aşılmaya başlansa da PKK’nın Akdeniz’e ulaşmasının önünde Cerablus-Azez arasında Türkiye engeli, Hatay’ın güneyinde Bayır-Bucak’ta ise hem Türkmen, hem Esad engeli var. Bunları aşmak bugünün sorunu olmayabilir. “Kürt koridoru” bu aşamada Akdeniz’e çıkmadan Irak-Suriye sınırından Hatay’a kadar uzanan bölge arasında kalabilir. Zaten bu aşamadan önce Suriye de Irak gibi, federal devlet görünümlü konfederal yapıya dönüşecektir. Sonra gelecekte gerçekleşecek bir jeopolitik deprem ile parçalanacaktır.

Soru : İktidarın, gerek bölücü terörle mücadele, gerekse dış politikadaki başarısızlıkların sebebi hakkında ne düşünüyorsunuz; “Acemilik, aldanma” mı, başka şeyler mi?

Özdağ : Bu noktada terörle mücadele ve dış politikayı ayırmak gerekir. AKP’nin kurucu zihniyeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu zihniyeti olan milli ve üniter devlet yapısı ile sorunu olan bir zihniyettir. Bu zihniyet, PKK’nın milli ve üniter devlet karşıtı anlayışı ile yakınlık içindedir. AKP iktidara geldikten sonra PKK terörü ile mücadele durdurulmuş, terörle mücadele yerine, terörle müzakere stratejisi benimsenmiştir.Terör alanında başarısızlığın nedeni, müzakere alanında yanlış yapması değil, terörle müzakerenin yanlış olmasıdır.

Dış politika alanında da AKP’nin başarısızlığının nedeni yanılma veya aldatılma değil, çıkış noktasıdır. Bu çıkış noktası, AKP’nin gerçekçilikten uzak olmasıdır. Gerçekçi dış politika, milli menfaat tanımlamasını doğru yapan ve bu menfaat tanımlamasından sonra Türkiye’nin imkân ve kabiliyetlerini doğru değerlendiren bir temele oturmalıdır.

AKP ise milli menfaatin yerine, parti menfaati tanımlaması yapmıştır.Parti menfaati, milli menfaatinin önünde görüldüğü için Annan Planı'na “evet” denilmiştir. 16 Ege adasının Yunan ordusu tarafından işgal edilmesine, AB süreci zarar görmesin diye ses çıkarmayan AKP iktidarıdır. Aynen PKK’nın kentlere yerleşmesine, “açılım süreci zarar görmesin” diyerek ses çıkarmadığı gibi, Ege'de Türk adalarının işgâl edilmesine tepki göstermemişlerdir. Şimdi yine AB’den müzakere başlığı almak için KKTC’nin tasfiye edilmesine razı görünmektedirler.

Türkiye bugün bu politikanın sıkıntılarını çekmektedir. Esad’ı devirmek için Suriye iç savaşında cihatçı selefileri, El Nusra ve IŞİD’i destekleyen AKP, Ankara Gar’ı önünde 103 insanı öldüren, İstanbul’da Sultanahmet Meydanı'nda 10 kişiyi parçalayan bombalamaların da sorumlusudur. AKP iktidarı, Suriye iç savaşını Türkiye’ye taşımıştır. 

Ancak sadece bunlar değildir AKP’nin dış politikada akıldışı tutumunu gösteren. 100 milyarlarca dış borcu olan ve en fazla faizi vererek borç bulan bir ülke durumuna düşürülen Türkiye, 2015’de dünyada en fazla insani yardım yapan ülkedir. Türkiye 2016’da da 5 milyar Dolar insani dış yardım yapacak. Bunun gerçekçi olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu kadar borçlu olan ve yüksek faizle borç bulan bir ülkenin, kendi vatandaşlarının ekmeğinden keserek iyilik yapma hakkı yoktur. Üstelik bu yapılarak, Türkiye kendisi dış yardım alabilen ülkeler arasından çıkarılmaktadır.

Türkiye dünyanın en fazla mültecisinin bulunduğu ülkedir. Ülkesini terk eden 5 milyon Suriyeli’nin yüzde 50’si, yani 2.5 milyonu buradadır. Ayrıca 200 bin Iraklı mülteci Türkiye'de yaşıyor. AB ile imzalanan Geri Dönüş Anlaşması'yla 3 milyar Avro karşılığında 530 bin mülteciyi de geri almayı kabul ettiler. Mültecilere birkaç sene içinde harcanan para 8 milyar Doları buldu. Daha ne kadar harcanacağını da kimse bilmiyor. Daha vahimi, Türkiye’nin demografik yapısı bozulmaktadır. AKP bu politikaları bilinçli bir şekilde uygulamaktadır. Çıkış noktası yanlış olunca, varış noktasının doğru olması mümkün değildir.

Müyesser Yıldız

https://odatv.com/operasyonlarin-amaci-dolmabahceyi-pkkya-kabul-ettirmek-1401161200.html

***