29 Mart 2017 Çarşamba

ORDUYA GEREK VAR MI.? YA İMAMIN ORDUSUNA..!


Orduya Gerek var mı? Ya İmamın ordusuna!… 

Rifat Serdaroğlu
Cumartesi, Temmuz 30, 2011


Dünyanın hiçbir yerinde,  iktidar olan parti ve onun mensuplarının kendi milli ordularına bu kadar düşman oldukları bir ülke yoktur.  Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahraman komutanları,  cemaatin polisleri ve ABD’ li istihbarat elemanlarının müşterek yaptıkları dijital tuzaklarla hapse atıldılar.
65 yaşını geçmiş, emekli olmuş generaller de, olmayan darbelerin sorumlusu olarak cezaevlerine tıkıldılar. AKP Hükümetinin Başbakan Yardımcısı; “Komutanlar karşımızda topuk selamı veriyor” , “otur oturduğun yerde, sen benim memurumsun” diye kin kusarcasına, kendi ordusunun komutanlarına hakaret edebiliyor. Bununla da kalmayıp, bir operasyonda şehitler veren birliklerin komutanları suçlanıp, başka yere atanabiliyor. Ayrıca bir AKP Milletvekili, “Çin’de 190 General var, bizde ise 340 General var. Bunlar Ankara’da oturup, keyif çatıyorlar” diyebiliyor ve partisinden hiçbir ses çıkmıyor…
AKP, Cumhuriyetin kuruluş değerlerine açıkça karşı olduğunu söyleyen bir “Cemaatler Birliğidir.”
Bunu biliyoruz. İyi kötü kafası çalışan ve AKP üst yönetiminde bulunan kişilerin son 15-20 yıllık konuşmalarını dikkatle izleyenler de AKP’nin gitmek istedikleri yolun sonunu tahmin edebiliyorlar.
Genelkurmay Başkanı ve üç Kuvvet Komutanının “emekliliklerini isteyerek” istifa etmelerini, “Demokrasinin Zaferi” olarak yorumlayan “Cemaat Baykuşlarını” televizyonlarda hayretle izledik. Sanki bizimle savaşan, düşman ordusunun Generallerinden kurtulmuştuk !…
Türk tarihinde ilk kez olan böylesi önemli bir olayın içyüzünü tahmin etmemize rağmen, net olarak bilmiyoruz.
Bu işin aktörleri olan, Cumhurbaşkanı-Başbakan- Genelkurmay Başkanı, hepsi Türk Milleti adına görev yapan kişilerdir. Bulundukları makamlar, ne Kayseri’de Abdullah Gül’ün babasının atölyesidir, ne Başbakan Erdoğan’ın İETT Futbol Takımındaki mevkisidir, ne de Orgeneral Koşaner’in babasının çiftliğidir.
Madem ki bu olaylar, demokrasimizin gelişme işaretleri olarak takdim edilmektedir, o zaman demokrasinin en önemli şartı olan “Açıklık” gereği her şeyi Türk Milletine anlatmak zorundadırlar…
İşin asli sahibi Türk Milletidir, ve hiçbir şey ondan gizlenmemelidir. Daha önce benzeri olayları yaşadık. Hilmi Özkök, Ergenekon Savcıları ile köfte yedi, kenara çekildi. Tribün Paşası Büyükanıt, Başbakan Erdoğan ile sanki Kasımpaşa İmam Hatip Lisesi açılışı için program yapar gibi, sarayda konuştular ve ne konuştuklarını Türk Milleti bilmiyor.  İlker Başbuğ, esti yağdı, emekli olunca sesi kesildi. Koşaner Paşa ise, emekliliğini istedi ve çekildi..
1.Soru şudur;
Neler oluyor beyler? Sizler kendinizi ne zannediyorsunuz? Hanginiz Türk Milletinden üstünsünüz ki, bizlere bir açıklamayı çok görüyorsunuz?..
2.Soru şudur;
Yeni Komutan Özel; Sizce, Komutanınız Koşaner Paşa ve Kuvvet Komutanlarınızı emekliliklerini isteyecek hale getiren iddialar, birer kuruntu mudur? Hapis’te yatan (170 Muvazzaf, 250 Emekli General-Amiral-Subay-Astsubay ve Uzman Çavuş) silah arkadaşlarınızın suçlu olduklarına inanıyor musunuz?  Ege Ordu Komutanınız için de “Yakalama” emri çıkarılmış, yarın sizin içinde böyle bir karar çıkarılmayacağının garantisini peşin peşin birinden aldınız mı?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, en azından beni kimsenin enayi yerine koymaya hakkı yoktur.
Ben bilmek istiyorum;
Atatürk’ün Ordusunun yerini, İmamın Ordusu mu alıyor? 
Ülkemin bir bölümünde, bir avuç sapık “Demokratik Özerklik” adı altında bölünme girişiminde bulunuyor. Teröristbaşı, İmralı’dan hem örgütünü yönetiyor, hem de AKP Hükümetine yol haritası veriyor. Türk Ordusunun rütbelileri, yurt içinde PKK tarafından kaçırılıyorlar ve günlerdir bulunamıyorlar. Vatan evlatları, PKK katilleri tarafından toplu olarak şehit ediliyor, suçlu yine Türk Subayları gösteriliyor!..  Barzani ve ABD destekli bir kalkışma hareketinin provaları yapılıyor. Ülkenin her yerinde Türk Bayrağı yerine, terör örgütünün paçavraları asılıyor. Güneydoğu bölgesinde PKK militanları yol kontrolü yapacak hale gelmişler, tam da bu ortamda Türk Ordusunun Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları emekliliklerini isteyip, çekip gidiyorlar…
Dün gece bir dostum aradı ve bana; “Kapalı Poker bilir misin” diye sordu. Bilmediğimi söyledim, anlattı. 4 kişi ile, 7’li den başlayan kağıtlarla oynanır dedi. Eğer oynayacak dördüncü kişi yoksa, 7’liler desteden çıkarılır ve oyuna öyle devam edilirmiş…
İyi de, bunu bana neden anlatıyorsun diye sordum? Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarını oyundan çıkarsınlar, onlar olmadan da devam ederler, nasılsa diye cevap verdi…
Siz ne dersiniz, Atatürk’ün  Ordusuna gerek var mı?  Yoksa Ahmet Şık’ın dediği “İmamın Ordusu” yeter mi?…
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/orduya-gerek-var-m-ya-imamn-ordusuna.html

***

Siyasi Sorumlu Kim?..


Siyasi Sorumlu Kim?.. 



Rifat Serdaroğlu
Cuma, Temmuz 29, 2011


Mevcut yasalarımıza göre, terörle mücadeleyi sürdürmekten Hükümet ve İçişleri Bakanı sorumludur.   Siyasi iktidar, terörle mücadele için gerekli yasaları, askeri, polisiye, 
ekonomik,sosyal ve mali politikaları belirler ve TBMM’den yetki alarak uygulamaya koyar ve bu uygulamaların tümünün  hesabı Başbakan’dan sorulur…
14 Temmuz 2011 günü Silvan kırsalında bölücü teröristlerin saldırısı sonucu
13 evladımız şehit olmuştu. Bu acı olayı fırsat bilen bölücüler, onların Siyasi kanadı BDP’liler ve Türk ordusu düşmanları hemen harekete geçtiler. Doğal olarak bunlara cemaatin yazarları, liboş yazarlar ve Kandil dostu yazarlar da katıldı. AKP Hükümeti yaşanan katliamdan kendisi sorumlu değilmiş gibi, duruma bir de “Sivil Gözle” bakılması gerektiğini, bunun için de İçişleri Bakanlığının müfettişlerinden bir heyet oluşturulduğunu açıkladı. Bu arada Genelkurmay Başkanlığı da bir inceleme başlattı ve sonunda bazı konuların aydınlığa kavuşması için yargıya başvurulduğunu açıkladı.
Türk Ordusu “Güvenilirlik” anketlerinde Türk Milleti tarafından devamlı olarak hep en güvenilir kurum olarak seçilmiştir. Türk Ordusunun son zamanlardaki üst yönetim kademesinin “uyuşukluğu-iş bilmezliğine” rağmen, Türk Milletinin, Ordusuna olan güveni sürmektedir…
Genelkurmay Başkanlığı şu gerçekleri Türk Milletine açık seçik anlatmalıdır;
*AKP İktidara geldiği 2002 yılından bu güne kadar, “Terörle Mücadelede” hangi yasaları yürürlükten kaldırdı, hangi yasaları yürürlüğe koydu. Bu uygulamalar, terörle mücadeleyi nasıl etkiledi?..

Gelelim AKP Hükümetine;

Sayın Hükümet, iktidara geldiğiniz 2002 yılından bu yana bu ülkede olan güzel şeylerden de, akan kanlardan da, her şeyden siz sorumlusunuz. Öyle işinize geldiği an, “Biz Milli İradeyi temsil ediyoruz, başka irade yoktur” diyeceksiniz, işinize gelmediği zaman, “AKP Hükümeti, olayları Sivil gözle inceleyecek ve sorumlular hakkında gereken işlemi yapacaktır” diyemezsiniz. Tarih ve Türk Milleti huzurunda her şeyin sorumlusu sizsiniz. Sizi seçen insanlara hesap vermek durumundasınız.
Şimdi siz de şu sorularımıza cevap vermek zorundasınız;
* Bugün Türkiye’de “Kurtarılmış Bölgeler” değil, “Kurtarılmış İlçeler-Şehirler” vardır. Bazı İlçelerde “Türkçe “ konuşmak yasaklanmıştır ve fiili olarak bu yasak uygulanmaktadır. Türkiye’nin belli bölgelerinde “Türk Bayrağı” dalgalanmamaktadır. Bu bölgede, Polis kendini korumaktan acizdir. Hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunan suçluları, Polis yakalayamamakta, yakaladıkları ise yöre halkı tarafından Polisin elinden alınmakta ve Polisler linç edilerek, yol kenarına atılmaktadır.
Yol kontrolleri PKK terör örgütü militanları tarafından yapılmaktadır. Askerler, devlet memurları kaçırılmakta ve bulunamamaktadır. Türk Milletinin ve dünyanın gözü önünde, devlete isyan demek olan “Demokratik Özerklik” ilan edilmiş, uygulamaya geçilmiş ve dış destek arayışları başlamıştır…
Bütün bunlar AKP Hükümetini ilgilendirmez mi?
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?….
*Vatan evlatlarını şehit eden teröristleri, davul zurna ile, Seyyar Mahkeme kurup Habur’da karşılattınız ve serbest bıraktırdınız.
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?…
*Demokratik Özerklik” ilan eden DTK (Demokratik Toplum Kongresi) Güneydoğu Bölgesinin tamamında, her il-ilçe ve beldelerde, herkesin gözü önünde “Delege” seçimi yaptı. Kimse, “sen ne yapıyorsun” demedi,
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?..
*Askerimizi-Polisimizi- insanlarımızı öldüren teröristlerin yuvası Kuzey Irak’ta değil mi?
PKK’lı katillere ev sahipliği yapıp, her türlü silahı temin edenler, Talabani ve Barzani değil mi?
Talabani ve Barzani, AKP Hükümetinin “Has Adamları” değil mi?
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?..
*PKK’ya silah veren en önemli kaynak ABD değil mi?
ABD, bizim stratejik(!) ortağımız değil mi?
Başbakan Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkan’ı değil mi?
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?…
Tüm bu yapılanlar, açıkta ve halkın gözü önünde yapılıyor. Toplum olarak “Beyin Felci” olmuş gibi sadece seyrediyoruz. En tehlikelisi ise ülkenin bazı yerlerinde, vatandaşlar arasında ölümle sonuçlanan kavgalar yaşanıyor. İstanbul-Zeytinburnu’nda, Eskişehir-Mihalıççık’ta yaşanan olaylar yaklaşan felaketin habercisi. AKP Hükümeti bu olayları da sadece seyrediyor ve suçlu arıyor.
Devlet yönetimini bilmeyenler, sığ bilgiye sahip yöneticiler, Cumhuriyetin kuruluş değerlerine açıkça karşı olan siyasetçiler, ülkeyi bir kaos ortamına doğru sürüklüyorlar. Eylül ayından itibaren Türkiye’yi çok ama çok zor günler bekliyor.
Herkesin aklını başına alması, önümüzdeki Ramazan ayında vicdanı ile hesaplaşması şarttır. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın bir müddet inzivaya çekilip, içinde bulunduğumuz şartları bir defa daha sakin kafayla değerlendirmesi gerekiyor. Tabii kendisini Kürtçülük- Bölücülük kuyusuna atanlar ve Eşbaşkan’ı olduğu projenin ağa babaları izin verirse…
Bekleyelim görelim, Mevlâ’m neyler, neylerse güzel eyler…

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/siyasi-sorumlu-kim-rifat-serdaroglu.html


***

DEVLETİMİN SAYIN BAŞINA SORULAR;



DEVLETİMİN SAYIN BAŞINA SORULAR; 

Rifat Serdaroğlu
Çarşamba, Temmuz 20, 2011


Devletimin Sayın Başı, Sayın Cumhurbaşkanı; Konumunuz gereği siz siyaset ve partiler üstüsünüz.  Devletin tüm istihbarat birimleri öncelik ve ivedilikle size bilgi verirler. Siz aynı zamanda Milli Güvenlik Kurulu Başkanısınız. Asker ve sivil kesimden, yani TSK ve Hükümetten en sağlıklı bilgileri alırsınız.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde ve Dış Temsilcilik bulundurduğumuz tüm ülkelerdeki devlet görevlileri önce size bilgi aktarırlar. Yani sizin
“Ben bilmiyordum-Duymadım-Haberim Yoktu” deme lüksünüz yoktur.
Vatandaş olarak, bilmediğimiz veya merak ettiğimiz konularda sizden yardım istiyoruz. Lütfen bizi bilgilendirebilir misiniz?..
*Siz Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanısınız.  1.Cumhurbaşkanımız Atatürk’ün kurduğu devletimizin “Üniter yapısını” ve “Bölünmez Bütünlüğünü” sizden önceki 10 Cumhurbaşkanı da korudular. Siz; 12. Cumhurbaşkanı’na kuruluş değerlerimizi muhafaza eden bir devlet teslim edebilecek misiniz?
*Her yere,  “Ne Mutlu Türküm Diyene” diye yazmak, ilkelliktir demiştiniz.
Devletimizin kurucusu Atatürk’ün bu sözünü, nereye yazarsak, ilkellikten kurtulmuş oluruz?
Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki bazı şehirlerimizde artık Kürtçe levhalar asılı. Bu iki dilli yaşamın başlangıcı olarak, sizin Devletin Başı olarak ismi “Güroymak” olan ilçemize, yasal değişiklik yapmadan “Norşin” deyişinizin bir etkisi var mıdır?… Bu çağdaşlık mıdır?…
* Sizin atadığınız bazı Valiler ve Başsavcılar, “Kürtçe Eğitim” istiyorlar ve Devletimizin,  Kürtçe Eğitim için kaynak ayırmasını talep ediyorlar.
Anayasamızın 42. Maddesi bu talebi yasaklıyor. Yürürlükte olan Anayasayı korumak da ilkellik olduğundan mı bu adamların görevlerine devam etmelerini emrediyorsunuz?
“Kürtçe Eğitim” serbest bırakılınca, bu günden 10 sene sonra, hangi Türk çocuğu o bölgede öğretmenlik, doktorluk vs yapacak, nasıl iş bulacak?  Türkiye’nin bölünmesinin ilk ve önemli aşaması olan  “Kürtçe Eğitimi” savunan bu kişileri görevde tutmak, sizin “Güzel şeyler olacak” dediğiniz kavram kapsamında bir yönetim tarzı olabilir mi?
*Sizin,  Devletimin Başı olduğunuz güzel ülkemizin bir bölümünde, kanlı diktatör Barzani’yi sizden fazla seven ve ona biat eden Kürtçü-Bölücüler, “Demokratik Özerklik” ilan ettiler. Başbakan Erdoğan, bu bölücü sesi “Davul” sesi olarak algıladı ve “kendileri çalarlar, kendileri oynarlar” dedi.
Sizin pozitif enerji verdiğiniz BDP’nin milletvekillerinden Emine Ayna; Demokratik Özerklik ilan etmenin anlamı, “Ben senden artık talep etmiyorum. Ben yapıyorum, sana düşen(Sizi kast ediyor) beni tanımaktır. Kürtler birey değil, bir halktır. Kürtlük, o topluluğun ortak adıdır. Bunun özellikleri vardır. Bunlardan biri dil, diğeri de yaşadığı topraklardır” diyerek, hem Kürtçe eğitim hem de toprak talebinde bulunuyor. Sizce bu ilkellik midir, yoksa dediğiniz, güzel şeylerden biri midir?…
*Değerli dostunuz ve PKK’nın ev sahibi, şehit edilen evlatlarımızın kanını ellerinde taşıyan Barzani, dört ülkede(Türkiye-İran-Suriye-Kuzey Irak) yaşayan Kürtlerin “Tek Bayrak” altında toplanmalarını istedi. Sizce bu talimat Türkiye’nin yararına mıdır? Yoksa ABD+İsrail güdümünde kurulacak “Büyük Kürdistan” devletinin ilk adımlarından biri midir?
*Devletimin Sayın Başı; Bütün bu Kürtçü-Bölücü takımı serbest ve zehirlerini kusmaya devam ediyorlar. Bu arada sizin “Başkomutanı” olduğunuz TSK’nin
42 Generali tutuklu bulunuyor. Başkomutan olarak, kendi adamlarınızın haksız yere tutuklanması, sahte dijital delillerle hapiste tutulmaları sizi rahatsız etmiyor mu?
*Bazı gazeteler sizi, şehit cenazelerine katılmayıp tarikat mensubu dostlarınızın cenaze törenlerine katıldığınız için sizi eleştirdiler.  Sizin adınıza onlara ben cevap vermek isterim. O terbiyesiz gazetelere ne dememi istersiniz? Şöyle desem sizce uygun mudur; “Öyle zırt pırt şehit cenazelerine katılmak ilkelliktir. Biz Devletin Başı olarak zaten her iki taraftan(!)  gelen saldırıyı rutin olarak kınıyoruz” diyebilir miyim?…
Devletimin Sayın Başı; cehaletimizi lütfen hoş görün. Niyetimiz sadece bilgilenmektir. Polis benim telefonumu devamlı olarak dinler ve nerede olduğumu hep bilir, cevaplarınızı bana elden getirirler, lütfen geciktirmeyin…
Kestane kebap, acele cevap…..
Not: Türkiye’nin en sıkıntılı dönemi olan bu günde, sessiz kalan, korkan, sinen, görmezden gelen, bana ne diyen, başta Üniversiteler olmak üzere tüm kişi ve kuruluşlara Mevlana, yüzlerce yıl önceden bakın nasıl sesleniyor;
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım…
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı  olması gerektiğine aydım..
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim…
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…
Kendini ve vatanını bilemeyenlere yazıklar olsun…..
Sağlık ve başarı dileklerimle

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/devletimin-sayin-basina-sorular-rifat.html


***

ALACA KARANLIK SOKAĞINDAYIZ (2)

ALACA KARANLIK SOKAĞINDAYIZ (2) 


Rifat Serdaroğlu

Salı, Temmuz 19, 2011


Büyük Ortadoğu Projesinin Türkiye’de uygulanabilmesi için, ABD’den gönderilen ve bir kısmı hala Ankara’da bulunan 35’ten fazla strateji uzmanı ile bir yol haritasında mutabakata varıldı. 
Öncelikle uygulanacak psikolojik harp için belli ihanet gruplarının bir araya gelmeleri sağlandı.

*Tarih boyunca bağımsız Kürt Devleti peşinde koşan bölücüler:
Bu günkü Kürtçü-Bölücü örgüt özü itibariyle, Kürdistan Teali Cemiyetinin devamıdır. 30 Aralık 1918 de İstanbul’da, aralarında Sait Nursi’nin de bulunduğu Kürt ileri gelenleri tarafından kuruldu. O zaman bunların önderlerinden olan Bedirhan Aşiretinden bazıları Atatürk’ü öldürmek için tuzak kurdular, İngilizlerle işbirliği yaptılar ve onlardan para aldılar, fakat Atatürk bu tuzaktan dikkati ve arkadaşları sayesinde kurtulmuştu. Bu gün bunlardan bazılarının çocukları-torunları DTK-KCK-PKK da görev yapmaktadırlar…

*İran tipi İslam Cumhuriyeti hayallerini gerçekleştirmek için, “Lâik Cumhuriyeti” kendilerine engel gören tüm tarikat ve cemaatler:
T.C Devletine karşı yapılan her silahlı kalkışmada, Kürtçü-Bölücüler ile Şeriat özlemcileri işbirliği içinde olmuşlardır. Bunun son örneğini, geçen hafta Diyarbakır’da yapılan Şeyh Said’i anma törenlerindeki
BDP-PKK- Mustazaf Der(Hizbullah) işbirliğinde gördük… Size, ilginç bir işbirliğinden daha bir örnek vereyim; Yıl 1983. Nakşibendi Gümüşhanevi Dergahının yayın Organının adı, İslam. Derginin Başyazarı; Şeyh Mehmet Zahit Kotku’nun kızı ile evlenen Mahmut Coşan.

Genel Yayın Yönetmeni; Hasan Hüseyin Ceylan, Yazı İşleri Müdürü; Zahit Akman, İdari Müdür; Zekeriya Karaman. Kanal 7 televizyonunu kuranlar; Necmettin Erbakan- Recep Tayyip Erdoğan. Bunun benzeri yüzlerce örnek vermek mümkün. Hepsinin hedefi, Türkiye Cumhuriyeti…
*İkinci Cumhuriyetçiler- Liberaller- para karşılığı kafalarını kiraya veren bazı yazarlar- Karen Fog – Soros çocukları ve uluslararası tefecilerin Türkiye ayakları…
Bunlar ve güçleri bir araya getirildi, sıra bu plana karşı çıkacaklara karşı uygulanacak hukuki yapıyı oluşturmaya gelmişti. Bunun için;

*2003 yılında Abdullah Gül, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la
“2 sayfa 9 maddelik “ gizli bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma TBMM’ye getirilmedi.
*2003 yılında Tayyip Erdoğan, ABD ile “9 Üs” anlaşması imzaladı.
*Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri AKP oylarıyla meclisten geçti. Demokratik Toplum Kongresi, “Demokratik Özerklik” ilanını bu ihanet yasalarına bağlıyor.

*Türk Tarihinde ilk defa Türk Askerinin kafasına “Çuval” geçirildi. Başbakan Erdoğan kendisine ABD’ye nota verin diyenlere, “ne notası, müzik notası mı?” diye cevap verdi !..
*2004 yılında Başbakan Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesine “Eşbaşkan” oldu. Başbakan Erdoğan eşbaşkan olduğunu 36 ayrı yerde gururla söyledi!…

*Özel yetkili mahkemeler kuruldu. Bu mahkemelerin hakim ve savcılarına “Şüpheli olarak gördükleri kişileri 10 yıla kadar sorgusuz sualsiz tutuklama” dahil, DGM lerde dahi olmayan yetkiler verildi. AKP, bu hafta 3 tane daha Özel Yetkili Mahkeme kurdu!…
*Türk Ceza Kanunu değiştirildi. 5237 sayılı yeni TCK nın 312. Maddesine; “Cebir ve şiddet kullanarak T.C Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir” hükmü konarak, AKP kime kızıyorsa ona bir kulp takıp, müebbet hapisle yargılama imkanı yaratıldı.

*Terörle mücadele Kanununun 10.maddesi (d) fıkrasında yapılan değişiklikle Türk Hukuk sistemine “Gizli Delil” kavramı sokuldu ve sanığa
“suçu ve neyle suçlandığı” söylenmeyerek savunma hakkı kısıtlandı.
*5 Temmuz 2008 de yürürlüğe giren 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunuyla,
“Gizli Tanık” müessesesi ile tanıştık. Terör örgütünün profesyonel propagandacıları, gizli tanık yapıldı. Bunların yalan beyanlarıyla, terörle mücadele eden kahramanlar hapisler atıldı.

Bir de bunlara cemaatçi polislerin dijital sahtecilikle ürettikleri sahte delilleri eklerseniz, karşınıza cezaevinde yatan 42 generali olan bir Türkiye tablosu bulursunuz. Pazartesi günü bir Üsteğmen’in uğradığı haksızlığı basından okuduk. Askeri Casusluk soruşturması için göz altına alınan ve 9 ay hapis tutulan Üsteğmen, polis tarafından evinde bulunan hard diskin, yanlışlıkla orada bulunduğunun sanıldığı, esasında başka yerde bulunduğunun anlaşılması üzerine serbest bırakıldı. Siz bunun yanlışlıkla olduğunu sanıyorsanız, hayal görmeye devam edebilirsiniz…

Tüm bunlar yapıldı ve AKP’ye acımasızca uygulattırıldı.
Habur’da yaşanan rezaleti, Öcalan ile yapılan görüşmeleri, Türkiye’nin bazı bölgelerinde Türk Bayrağının devlet binaları dışında asılamamasını, tüm değerlerimizin açıkça çiğnenmesini, vatan evlatlarının sokaklarda teker teker infaz edilmelerini, TSK mensuplarının kaçırılmalarını, Valilerin ve Başsavcıların bile “Kürtçe Eğitimi” savunmalarını, askerlerimizin toplu olarak şehit edilmelerini ve terör örgütü PKK’nın siyasi kanadı olan DTK’nın “Demokratik Özerklik” ilan etmesini, yani devlete karşı isyan başlatmasını hep yapılan bu planların adımları olarak görebilirsiniz..

PKK’nın bundan sonra ki stratejisi, “Demokratik Özerklik” ilan ettikleri bölgeyi savunma adına, daha fazla kan akmasını sağlayacak çatışmaların artmasını sağlamak olacaktır. Çünkü bu narko-terör örgütünün tek besini kan ve cinayettir. Bölgedeki Kürt kökenli vatandaşlarımız bunların umurlarında değildir. Türkiye’yi kanlı eylemlerle iyice karıştırıp, sonra da “yetişin Türk Ordusu bizi öldürüyor” diye dünya kamuoyunu ayağa kaldırıp, bölgeye “barış gücü” davet etmek ve bölünmenin yolunu iyice açmaktır…

AKP sayesinde nereden nereye geldik, ülkemiz bölünme noktasına iç savaş konumuna geldi. Ben bu yüzden Başbakan Erdoğan’ın “Tek Devlet-Tek Millet- Tek Vatan-Tek Dil-Tek Bayrak” sözlerine inanmıyorum. Cumartesi günü
8 şehidimizi, Pazar günü de 5 şehidimizi toprağa verdik. Bunları bir tanesinde bile ne Cumhurbaşkanı vardı ne de Başbakan. Fakat Pazar günü hem Cumhurbaşkanı’nı, hem de Başbakan’ı “Ensar Vakfı” Eski Başkanı Ahmet Şişman’ın tabutunu beraberce omuzlarken gördük. Hiç olmazsa bir tanesi, pazar günü yapılan bir şehit cenazesine katılıp, hayatının baharında bu vatan için canını feda eden bir fidan için, Fatiha okuyacak kadar cesur olabilseydi…

Tüm bunları planlayanlar, planlayıcılara payanda olanlar, bilerek-bilmeyerek ihanet içinde olanlar şunu asla unutmamalıdırlar; Türk Milletinin sabrının da bir sonu vardır. Ya bir ve beraber yaşacağız, ya da herkes kaderine razı olacak. Yıllardır Türk Milletini, Türk İnsanını, Türkiye’nin tüm imkanlarını kullanıp, arkamızdan kuyumuzu kazanlarla “Kesin Hesabın” bu nesil tarafından görülmesi ve çocuklarımıza bırakılmaması şarttır.

Yalnız, akan kanların, kaybolan canların sorumluluğu; Bu küresel plana, “Eşbaşkan” olup, Türkiye ve bölge gerçeğini bilmeyenlerin, Anayasal suç olan “Demokratik Özerklik” ilan edenlere, meseleyi basite indirgeyerek “Kendileri çalsın, kendileri oynasın” diyebilen basiretsizlerin omuzlarında olacaktır.

Herkes yaptığının hesabını verecektir. Kimse Türk Milletinden ve onun ezici tokadından kaçamayacaktır..

Sağlık ve başarı dilekleriml


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/alaca-karanlik-sokagindayiz-2-rifat.html




***

ALACA KARANLIK SOKAĞINDAYIZ (1)



ALACA KARANLIK SOKAĞINDAYIZ (1) 


Rifat Serdaroğlu
Pazartesi, Temmuz 18, 2011


Her şey gözünüzün önünde gelişiyor. PKK’lı teröristler ölüyor, gazete ve televizyonlar, askerimizi suçluyor. Askerlerimiz şehit ediliyor, yine askerimiz suçlanıyor. 
Terör örgütü ve destekçileri sadece güneydoğu’yu değil bütün Türkiye’yi tutsak almış gibi. Devlete isyan demek olan “Demokratik Özerklik” ilan edildi bile. 
Bu gün içine sokulduğumuz “Alaca Karanlık Sokağına” Türkiye’yi bilerek ve planlayarak AKP’nin nasıl ittiğini iki gün boyunca beraberce inceleyelim. 
Görelim bakalım “Büyük Usta” nasıl bir usta imiş!…

*Dünyadaki Petrol kaynaklarının % 66 sı Ortadoğu’dadır.
*Dünyadaki Petrol kaynaklarının %   7 si Kuzey Afrika’dadır.
*Yani BOP(Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamındaki ülkelerde dünya petrolünün % 73 ü mevcuttur.
*Bu gücü eline geçiren, dünyanın enerji patronu olur ve tüm rakiplerini diz çöktürür.
*17 Eylül 2002 tarihinde, Başkan Bush tarafından NSS 02 kod numarasıyla onaylanıp yürürlüğe giren strateji belgesi, BOP’ un esaslarını belirler. Bu strateji dört bölümden oluşur;

-Önleyici Savaş (ABD, bir devletten tehdit geleceğini hissederse, o devletin bir şey yapmasını beklemeden saldırarak tehlikeyi önleyeceğini ilan etmektedir)

-Askeri Müdahale ve Öncelik alma.


-Yeni Karşılıklılık.

-Demokrasiyi yaymak; Bu kavramlar, Afganistan ve Irak işgali ile Arap Baharı adı altında BOP bölgesindeki devletlerde başlatılan “ Dış destekli iç isyan ve iç savaşları ” haklı gösteren araçlar olarak kullanılmaktadır. Bu şekilde, askeri müdahalelerin önü açılmakta, tüm askeri operasyonlar ve işgaller, sonunda “Demokrasiyi Yayma” kılıfı ile örtülmektedir…
Türkiye olarak biz Büyük Ortadoğu Projesinin neresindeyiz;

*8 Haziran 2005 tarihli Gazeteler ve Televizyonlar, Başbakan Erdoğan;

“Geniş Büyük Ortadoğu Projesinde demokratik olarak bir görev üstlendik. Şu anda Ortadoğu coğrafyası üzerindeki ülkelere yapmış olduğumuz ziyaretler de, bunun açık, net örnekleridir.”*4 Mart 2006 tarihli Gazeteler ve televizyonlar, Başbakan Erdoğan; “ Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var. Biz BOP’ un Eşbaşkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz.”

*14 Mart 2006 tarihli Radikal Gazetesi, Abdullah Gül; BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz. BOP,Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygundur.  Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek.”
Yukarıdaki gerçek bilgi-belgeler, tekzip edilmemiş beyanlardan ve uygulamalardan anlaşıldığına göre Büyük Ortadoğu Projesi;
-Bir Amerikan Projesidir. Amerika’nın çıkarlarıyla uyuşmayan yönetimleri ve rejimleri iktidardan uzaklaştırmayı öngören bir plandır.
Üstelik bu projede kapsamında, Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün parçalanarak Kürt Devletinin kurulması da vardır. 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan şu sorulara Türk Milleti ve Türk Tarihi önünde cevap vermek zorundadırlar. Eğer tarihteki son Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti bölünme tehlikesi sonucu bir iç savaşa giderse, ülkeyi yönetenlere bu sorular mutlaka sorulacaktır;
-Cumhurbaşkanı Gül; BOP, Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygundur, ABD ile birlikte hareket ediyoruz” demişti:

*BOP, Türkiye’yi bölüp parçalayacak bir Kürt Devletinin kurulmasını öngörüyor. Daha dün Barzani; Kuzey Irak’ta, İran’da, Suriye’de ve Türkiye’deki Kürtlerin “Tek Bayrak” kullanımına geçeceğini ilan etti. Ülkemizin bölünmesi, Türkiye’nin Dış Politikasına nasıl uygun olur ve Cumhurbaşkanı bunu nasıl söyler?

*Bu proje; Ortadoğu’da Amerikan çıkarlarıyla uyuşmayan yönetimlerin iktidardan uzaklaştırılmasını ve rejimlerin dönüştürülmesini de kapsayan bir plandır. Bu plana “ Eşbaşkanlık” yapmak ve komşularımızla kanlı bıçaklı olmak Türkiye’nin Dış Politikasının neresine uygundur?..

*Bu Proje; Çin-Rusya ve Şanghay İşbirliği Örgütü(ŞİÖ) devletleriyle Türkiye’yi karşı  karşıya getirebilecek bir projedir. Bunun neresi dış politikamıza uygundur ve Cumhurbaşkanı bunu nasıl söyler?..

*Dış destekli  iç isyanları kışkırtarak, yabancı güçlerin işgaline davetiye çıkarmak ve Irak’ta olduğu gibi milyonlarca Müslüman’ın ölümüne, on binlerce kadının tecavüze uğramasına sebep olanların taşeronluğunu yapmak, dış politikamızın neresine uygundur, ve Cumhurbaşkanı bunu nasıl söyler?..

*Bağımsız bir ülke olan Türkiye’nin Başbakan’ı, Amerikan çıkarlarına uygun olarak hazırlanan bir projede nasıl “Eşbaşkan” olarak kendi kendine görev alır? Bu konuda TBMM’de ve Milli Güvenlik Kurulunda bir görevlendirme yapılmış mıdır?…

* Bir devletin, başka bir devletin plan ve projelerinde görev alabilmesi için TBMM’nin kabul edeceği ikili anlaşmalar şarttır. TBMM böyle bir anlaşmayı onamış mıdır?..
Bu sorulara muhatap olmak bile, aklı başında ve ülkesini seven devlet adamları için çok ağır bir yüktür. Cevap beklediğimiz iki kişinin bu sorulara açık net cevaplar verip, Türk Milletinin kafasındaki soru işaretlerini gidermeleri gerekir.  Bir şeyi asla yapamazlar; suskun kalmakla bu ithamlardan kurtulamazlar…
Daha şimdiden tüm bölgemizi kan gölüne çeviren Büyük Ortadoğu Projesini gerçekleştirmek uğruna milyonlarca can alanlar ne kadar suçlu ise, bu küresel katillere destek olanlar, taşeronluklarını yapanlar da onlar kadar sorumludurlar….
Yarın, kısmet olursa adım adım, neredeeen nereye geldiğimizi anlatmaya çalışacağım.
Not: Yazılarından büyük ölçüde yararlandığım Sayın Hikmet Yavaş’a çok teşekkür ederim. Kalemine, yüreğine sağlık….
Sağlık ve başarı dileklerimle




https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/alaca-karanlik-sokagindayiz-1-rifat.html






***

Büyük Usta, Bunlar Senin Eserin



Büyük Usta, Bunlar Senin Eserin 



Rifat Serdaroğlu,
Cuma, Temmuz 15, 2011


Dün 13 ışık söndü, Türkiye’yi vatan belleyen ve evlat sahibi olan milyonların yürekleri dağlandı.
Bu korkunç olaylar daha başlangıç.  Önümüzde çok daha kötü günler var.  Olanlar ve olacaklar, AKP’nin, ABD’nin bölgedeki hesaplarına boyun eğmesinin, Başbakan Erdoğan’ın içine atıldığı “Kürtçülük- Bölücülük” tuzağını hâlâ fark edememesinin sonuçlarıdır.
*Dünyanın hiçbir devleti, elinde silah olan terör örgütü ile müzakere yapmaz, mücadele eder dedik, aksini yaptınız. Terör Örgütünün liderini muhatap alıp, müzakere ettiniz…
*T.C.Devletini, bir terör örgütünün seviyesine indirdiniz ve muhatap kabul ettiniz…
*Öcalan’a gösterdiğiniz hoşgörü ve sempatiyi, kendi generallerinizden sakındınız…
*Barzani’ye, Talabani’ye gösterdiğiniz samimiyeti ve dostluğu, Türk Ordusunun Komutanlarından esirgediniz…
*Habur’da seyyar mahkeme kurup teröristleri adam başı 4 dakikada serbest bıraktınız, terörle canı pahasına mücadele eden, astsubay ve uzman çavuşların hapse atılmasını gülerek seyrettiniz..
*İçinde bir tek Türk Bayrağı, bir tane Atatürk resmi olmayan, İran Kum kenti benzeri tarikat kampları kurulmasını serbest bıraktınız, bu vatanın yetiştirdiği Generallerinizi hapse attınız…
*Binlerce kaçak kuran kurslarında, ehliyetsiz şarlatanların elinde on binlerce çocuğumuzun beyinlerinin zehirlenmesine göz yumdunuz, gencecik teğmenleri, darbe yapacak diye içeri attırdınız…
*İnkâr-Asimilasyon’u kaldırdık deyip, kendi atalarınızı, kendi devletinizi yalan yere  “Asimilasyon” suçu işlemekle itham ettiniz…
*İleri demokrasi dediniz;  Bilim Adamlarını, Gazetecileri, Aydınları, Siyasetçileri hapse attınız. Basılmamış kitabın peşinden koştunuz…
Durmak Yok Yola Devam;
*Cumhurbaşkanı Gül; “Balyoz Davasında suçlanan Generallerin dosyası, Yüksek Askeri Şuraya gelmesin demiş!..
-13 fidanımızın canlarını aldıkları gün, “Demokratik Özerklik” ilan edip, Anayasa ihlal suçu işleyen  Demokratik Toplum Kongresi(DTK) Eşbaşkanları Ahmet Türk,  Öcalan’ın avukatı Aysel Tuğluk ve diğerleri Çankaya Köşküne yatılı olarak gelseler nasıl olur, Devletimin Sayın Başı!…
*Olayı duyunca, yoldan geri dönüp “Terör Zirvesi” toplayan Sayın Başbakan, iki Orgeneral’i Diyarbakır’a göndermiş…
-Sayın Başbakan, iki Orgeneral’i yanlış yere göndermişsiniz. Onları Hasdal’a, MİT Müsteşarınızı da Kandil’e göndermeniz gerekmez miydi?  Şehitlerimizin cenazelerine katılacak mısınız?…
Son olarak; Hasan Cemal, sen dostun Karayılan’ın yanına, Cengiz Çandar sen de Öcalan’ın yanına gidin. Öcalan’ın nasıl serbest bırakılacağı konusunda birer rapor daha yazın, parasını da TESEV’ den alırsınız nasılsa…  Gidişini olsun da…
Aziz ve Necip Türk Milleti, başınız sağ olsun. Şehitlerimizin mekânları cennettir. Siz her iki kişiden biriniz AKP’ye oy vererek bu olanları ve olacakları desteklediniz. Ama AKP’nin kafasındaki anayasa’nın yapılması için bu kadarcık oy yetmez.
Her üç kişiden ikisinin oyu AKP’ye gitmeli. Diğer partilere de, geri kalan üç oyun biri, yani üçün biri yeter…
Durmak yok, yola devam…
Sağlık ve başarı dileklerimle

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/buyuk-usta-bunlar-senin-eserin-rifat.html





***

SIRA: 242 KOD: 34.09.003



SIRA: 242 KOD: 34.09.003 


Rifat Serdaroğlu

Perşembe, Temmuz 14, 2011

Kamu Yararına Çalışan Derneklerin listesine veya herhangi bir arama motoruna yukarıdaki sıra numarasını ve dernek kodunu girdiğinizde karşınıza  “Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği”  çıkar. Bildiğiniz gibi, bir derneğin “Kamu Yararına Çalışan” dernek olmasına Bakanlar Kurulu karar verir.
Bu statüyü kazanan dernek,  büyük bir maddi yükten kurtulur ve bazı vergi-harç ve ödemelerden muaf tutulur.
Deniz Feneri Derneği, ayrıca Gıda Bankacılığı yapan Derneklerden sayılmış ve; 5035 Sayılı bazı kanunlarda değişiklik yapan kanun ile, 3065 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40 ve 89 uncu ve Katma Değer Vergisi Kanununun 17. Maddesine eklenen açıklamalara göre, Gıda Bankacılığı yapan Dernek ve Vakıflara yapılan bağışların, Gelir ve Kurumsal Vergilerden, Katma Değer Vergilerinden muaf tutulma hakkına da sahiptir.  Albayrak Vakfı’da bu istisnadan yararlanan vakıflardandır…
Bu teknik ve mali bilgilerden sonra sizleri, değerli, dürüst ve yakın tarihin en önemli tanıklarından olan  gazeteci Sabahattin Önkibar’ın,  ilkini 3 Ocak 2008 de, ikincisini ise 4 Eylül 2008 de yazdığı yazısına götüreceğim;
“Yıl 1993. O yıllar Refah Partisi Milletvekili olan İ.Melih Gökçek arar ve aramızda şu diyalog geçer.
Sebo, Tayyip Erdoğan’ı tanıyor musun? Partimizin İstanbul İl Başkanı.  –Tanırım hemşerimdir. Niçin sordun?  -Ya kendisi yarın Ankara’ya geliyor. Bir özel TV kurma konusu var. Sen TGRT nin kuruluşundan tecrübelisin, sana bazı teknik sorular soracaklar. Öğlen yemekte beraber olabilir miyiz?
-Elbette oluruz, ama Tayyip Bey Ankara’ya misafir geliyor, ayıp olur, davet sahibi ben olayım. Yarın için Büyük Ankara Otelinde yer ayırtıyorum.  –Tamam Sebo, yarın öğlen buluşuyoruz. Yemekte buluştuk. Yemekte o güne kadar görmediğim ve tanımadığım iki isim daha var. Sanki Tayyip Bey’in asistanları gibi… Peki kim midir bunlar? Zekeriya Karaman ve Zahit Akman. Bugün bunlardan biri Türkiye’nin en önemli kanallarından birinin (Kanal 7) sahibi, diğeri de Türkiye adına TV’lerin devlet komiseri. 
Tam burada duralım ve soralım: Zekeriya Bey, bugün değeri yüzlerce milyon dolar olan ve o günün şartlarında kuruluşu da abartısız 200 milyon civarı kaynak gerektiren bu TV’ye söyler misiniz hangi kaynakla sahip oldunuz? Evet kamu adına, inanç adına, ahlak adına, vicdan adına soruyorum, bu parayı nerden buldunuz?
Siz ki Kanal 7 öncesi maaşla çalışan sıradan bir insandınız…” (18 Yıl önce yaşanan gerçek bir olay)
Aysel Ketenci, Başbakan Erdoğan’ın halasının kızıdır. Aysel hanımın eşi Osman bey aslen Rizelidir. Kasımpaşa Huzur Taksinin işletmecisi idi. Aysel-Osman çifti, 2001 yılında kızları Esma’yı, Başbakan Erdoğan’ın oğlu Burak ile evlendirdiler ve akrabalıkları katmerli hale geldi. Damat Burak Erdoğan ile eski taksici kayınpederi Osman Bey, Turkuaz Gemicilikte ortak oldular ve baba-oğul beraberce çalışıyorlar. Ketenci ailesi, ikinci kızları Şehriban Hanımı da, Kanal
7 nin patronu  Zekeriya Karaman’ın oğlu Habib Bey ile 2007 yılında muhteşem bir düğünle ve başta Başbakan Erdoğan olmak üzere çok sayıda AKP’linin şahitliğinde evlendirdiler.Böylece  Başbakan Erdoğan ile Zekeriya Karaman arasındaki, en az 25-30 yıllık dostluk ve iş arkadaşlığı, akrabalıkla da mühürlenmiş oldu…
Gelelim şimdi konunun en önemli yerine;
Sayın Özel Yetkili Savcılar;
Sizler Türkiye’yi temizlemeye karar vermiş cesur kanun adamlarısınız. Tarih hepinizi yazacak. O kadar güçlüsünüz ki, Eskişehir’de bir çay bahçesinde internet üzerinden yapılan, fakat ihbarcısı bulunmayan bir elektronik ihbarla, koskoca Orgeneral’i bile içeri tıkıverdiniz. Lütfen benim ihbarımı da ciddiye alın ve gereğini yapın;
1) Deniz Feneri davası sizden özellikle kaçırılıyor. Şüphelilerin tutuklama kararında; “nitelikli dolandırıcılık ve usulsüz para transferi” deniyor. Almanya’da ki davada ise; “ Teşekkül halinde dolandırıcılık, emniyeti suiistimal, dernekler yasasını ihlal, tüzüğe göre yardım amaçlı kullanılması zorunlu paraları amaç dışı kullanma, yasa dışı para transferi…” diye yazmaktadır. Mesleğinize ve yasalara olan saygınızdan dolayı bu işi sizin sahiplenmenizi ve Müslümanların sadaka paralarını dolandırıp,  siyaset yapmak üzere örgüt kuran bu “teşekkül halindeki” suçluların ipliğini pazara çıkarmanızı istirham ediyorum…
2)Adı geçen dernek, hem “Kamu Yararına Çalışan Derneklerden” hem de “Gıda Bankacılığı” yapan derneklerdendir. Bu nitelikleri ile milletimizin paralarından  haksız yere yararlanmaktadır.
Bu derneğin ve ona mal veren, hizmet satan, gıda bankacılığı yoluyla devlete vergi vermeyen kuruluş ve kişilerin incelenmesi ve trilyonlarca lira dolandırılan Türk Milletini hakkının teslim edilmesi ve adı geçen derneğin bu imtiyazlarının kaldırılması en büyük temennimizdir.
3)Yukarıda alıntı yaptığım Sayın Sabahattin Önkibar’ın da ifadesine başvurmanız halinde, karanlık ilişkiler açığa çıkacaktır. Ayrıca Başbakan Erdoğan’a da Zekeriya Karaman ve, Zahid Akman’la olan yakınlıkları ve ticari ilişkileri sorulabilir. Dokunulmazlığı var diye çekinmeyin. Siz davet edin, Sayın Başbakan delikanlı adamdır, cesur adamdır,  yasalara saygılıdır  gelir ve aslanlar gibi ifadesini verir.
Türk Milleti olarak biz de, Sayın Başbakanımızın çevresini bu dolandırıcıların nasıl sardığını öğrenmiş oluruz.

4)  Kanal 7 televizyonunun hisselerinin çalındığı, sahtekarlıkla başkalarına devredildiği konusunda  Sayın Recai Kutan’ın beyanları ve feryatları olmuştu. Rahmetli Erbakan’ı şahit olarak dinleyemeyeceğinize göre onun en yakını ve sırdaşı Recai Kutan Beyi, Fatih Erbakan’ı ve İ.Melih Gökçek’i dinlerseniz, gerçek ortaya çıkacaktır.

Sayın Özel Yetkili Savcılarımız;

Alman meslektaşlarınız tarafından “Avrupa’da Yüzyılın En Büyük Soygunu” olarak nitelendirilen ve hepimizin başımızı öne eğdiren bu lekeyi Türk Milletinin alnından temizlemek sizin öncelikli ve önemli görevlerinizdendir. Eğer bu soygunu araştırmazsanız, sorarım size neyi araştıracaksınız?
Size inanıyor ve güveniyoruz. Başarılar..

Değerli Okurlar, 

Sizlerden bir ricam var. Ben bu yazıyı Sayın Özel Yetkili Savcılara Ulaştırmaya çalışacağım. Aynı çabayı da sizlerden rica ediyorum. 
Bana yardımcı olur musunuz?. 
Bu yazıyı ekleyip sizler de Sayın Özel Yetkili Savcılara şikayette bulunabilirsiniz…
Sağlık ve başarı dileklerimle,
Rifat Serdaroğlu

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/sira-242-kod-3409003-rifat-serdaroglu.html





***

Devletimin Başı



Devletimin Başı 


Rifat Serdaroğlu,
Çarşamba, Temmuz 13, 2011,


Anayasa Madde 104: Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.
Ahmet Türk: BDP Milletvekili ve DTK Başkanı;
*Demokratik bir anayasanın yapılmasında, sosyal barışın alt yapısının oluşturulmasında elbette ki bizim rolümüz önemlidir. Ama esas dikkate alınması gereken güç bence PKK’dır. Onları ikna etmede, Kürtleri temsil eden bir parti olarak biz “silahları bırakacağız” diyemeyiz. Eğer silahların susmasını istiyorsak, kalıcı barış istiyorsak, elinde lokomotifi olan kesimleri ikna etmek şart.
Bu sorunun baş aktörü PKK’ dır. (5 Temmuz 2011 de verdiği beyanat)
*28 Kasım 2005 Derya Sazak’a verdiği röportaj; “Kandilin anahtarı bizdedir.”
*22 Mart  2007 günlü gazeteler; “Talabani, Barzani ve Öcalan öncü liderlerimizdir.”
*27 Nisan 2010  Ankara 12 Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmasında, Hakim Musa Yeşil soruyor; Sizce PKK silahlı bir terör örgütü müdür?..
A.Türk cevap veriyor; “ Evet ya da Hayır şeklinde cevap vermem istenerek, savunma hakkımın kısıtlanması isteniyor!  PKK’ya teröristsin diyemem!…”
*BDP; Bir Narko-Terör Örgütü olan PKK’nın siyasi kanatlarından biridir. (Türk Milletinin kesin kanaati)
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milletinin birliğini temsil etmekten anayasaya ve Türk Milletine karşı sorumlu olan Cumhurbaşkanı, Bulgaristan ziyaretine giderken BDP Milletvekili Ahmet Türk’ü de yanında götürdü.
Elbette Sayın Cumhurbaşkanı kimi isterse, kimi severse onu yanına alır. Bu onun kişisel tercihidir.
Ne demiş atalarımız; “Davul bile dengi dengine çalar”, “sev beni seveyim seni”, “Hacı hacıyı Mekke de, hoca hocayı tekkede bulur”, “Hacı hacıyı Mekke de, deli deliyi dakkada bulur.”
Kim kimi nerede isterse bulsun da,  ben Sayın Cumhurbaşkanı’na gerçek bir Türkiye manzarası çizeyim, isterlerse bir daha ki gezisine Türk Polisini tokatlayan Sebahat Tuncel’i de yanına alsın…

Devletimin Sayın Başı;

Son 1 ayda 11 vatan evladını şehit verdik. Son bir haftada ise 7 şehit verdik. Sakın telaşlanmayın, şehitlerimizin hiçbiri sizin yakınınız, akrabanız değil. Hepsi, gariban ailelerimizin çocukları. Vatanımız için verecek sadece canları var, onu da seve seve veriyorlar zaten, lütfen siz kendinizi üzmeyin…
Devletimin Sayın Başı;
Biliyorsunuz Diyarbakır-Lice arasındaki yol Türkiye sınırlarımız içindedir. Yani sizin başı olduğunuz devletimizin hakim olduğu bir alandır.  9 Temmuz 2010 gecesi bu yolu kesen PKK’lılar sizin başkomutanı olduğunuz ordumuzun iki rütbelisini ve bir memurunuzu kaçırdılar. İnanın abartmıyorum,  bu feci olay,  ziyarete gittiğiniz Bulgaristan’da olmadı, maalesef Türkiye’de oldu.
Fakat değerli basınımız bu olaylara 4. Veya 5. Sayfalarda küçük haberler olarak yer verdi. Yani pek kimse görmedi, şike ve topların sayesinde kaynadı gitti…
Devletimin Sayın Başı;
Sizden bazı ricalarım olacak. Bu ricalarımı dikkate almazsanız, üzülerek sizi Suudi Arabistan Kralına şikayet etmek zorunda kalacağım. Lütfen beni can kulağıyla dinleyin de bizi Arap Kralını devreye sokmaya mecbur etmeyin!…
*Askerler-Polisler PKK tarafından şehit edilirken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin rütbeli-rütbesiz mensupları ve devlet memurları yine PKK tarafından kaçırılırken, katiller sürüsü PKK’yı “KED, yani-Karınca Ezmezler Derneği” gibi gören Ahmet Türk’ü yanınıza alıp poz vermeyin. Gerçi sizin şehit edilecek veya kaçırılacak eleman sayınız çok ama yarın bir şehit anası çıkar ve der ki; “Devletin Başı, bana bak bana. Ben evladımı bu vatan için kurban verdim. Sen yanına katillerin adamını alıp geziyorsun. Bir daha sefere kendi oğlunu askere gönder de, vatanı o korusun…”  İnanın cevap bile veremezsiniz, donar kalırsınız…
* Dostlarınız olan ve PKK’yı büyütüp besleyen, hala koruyan Talabani ve Barzani’ye lütfen söyleyin. Artık sizin asker ve polislerinizi öldürtmesinler. Onlar her türlü kaçakçılığı yapıp, Türkiye’yi ekonomik olarak çökertmeye devam etsinler. Onlar para için babalarını satarlar. Tarihte, Osmanlı’yı İngiliz altınlarına satmadılar mı?…
*Sizin PKK’nın sempatisini kazanmanız gerek. Bu konudaki önerim şudur; Sizin  o çok meşhur olan
“Her yere, Ne Mutlu Türküm Diyene  diye yazmak ilkelliktir” deyişinizi Kürtçe yazdırıp Kuzey Irak’ın her yerine astırın. Ayrıca “sarı-yeşil-kırmızı” renkli kuşe kağıda bastırıp, uçakla Kandil dağına attırıverin. Hele bu aksiyonu, yaklaşmakta olan Mübarek Ramazan ayı kutlaması ile birleştirirseniz muazzam bir piar çalışması olur. İnanın Emine Hanım bile hasedinden çatlar.

Devletimin Sayın Başı;

Allah vergisi yakışıklılığınız var. George Coloney’i ezip geçen havanız, yabancı dil bilmeniz sebebiyle, devletin  ve siyaset arkadaşlarınızın içinde  sizi çok kıskanan ve yerinize göz koyanlar var. Siz siz olun açık vermeyin.  PKK’lı dostlarınızla gizli gizli görüşün. Arada bir “tek devlet-tek millet-tek bayrak” filan deyin.
Bakın,  Başbakan Erdoğan adamlarını hem Öcalan’la görüştürüyor hem de en milliyetçi söylemi kullanıyor ve %50 ye yakın oy alabiliyor. Dünyanın neresinde böyle inanmaya hazır güzel insanlar var , lütfen sizde aklınızı kullanın, devletimin sayın ve yakışıklı başı!….
Sağlık ve başarı dileklerimle

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/devletimin-bas-rifat-serdaroglu.html


************

Çözüm Gerçekten TBMM de mi?..




Çözüm Gerçekten TBMM de mi?..



 Rifat Serdaroğlu

Pazartesi, Temmuz 11, 2011


Başbakan Erdoğan son bir haftadır sürekli olarak, “Her şeyin çözümü Meclistedir. Meclise gelmeyenler, gelip de kendini yok dedirtenler, yemin etmeyenler şunu çok iyi bilsinler ki her şeyin çözümü Meclistedir” cümlesini kullanıyor.
Bizim Demokratik Parlamenter sistemimizde gerçek böyle mi acaba? Gerçekten her şeyin çözüm yeri olduğu söylenen Meclisimizin böyle bir işlevi var mı?  Anayasamıza göre “Kuvvetler Ayrılığı” denen Yasama-Yürütme-Yargı erkleri gerçekten bağımsızlar mı?
Bunların cevaplarını, kendimize basit sorular sorarak beraberce bulalım;
Yasama;
*AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan’ın istemediği bir yasa teklifi, 327 milletvekiline sahip AKP Grubunca kabul edilir mi? Tüm milletvekillerini Tayyip Bey bizzat belirlediğine ve esas olan liyakat değil, biat-itaat  olduğuna göre  Başbakan Erdoğan’ın olmaz dediği hiçbir yasa, yönetmelik, karar Meclisten geçmez.  Yani; Başbakan Erdoğan’ın iradesi=TBMM…
Yürütme;
*Başbakan Erdoğan Bakanlar Kurulunun başıdır. Yeni Bakanların tamamına yakını, İstanbul Büyük Şehir Belediyesinden bu yana, Erdoğan’ın emrinde çalışan adamlarıdır. Bu kişilerde aranan en önemli özellik, aldıkları emirlere derhal ve tartışmadan uymaları ve “sırdaş” olmalarıdır. Arada bir de olsa kendi fikrini söylemeye kalkan, bazı şaibeli işlere imza atmaktan çekinen olursa,  derhal bünyenin dışına atılır. Bakınız: Abdüllatif Şener- Ertuğrul Yalçınbayır. Aksini iddia edecek biri var mı?
Yani; Başbakan Erdoğan’ın iradesi= Yürütme
Yargı;
*Yargı bağımsızdır diye biliriz değil mi?
AKP, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yeniden düzenledi. Adalet Bakanlığının üst düzey bürokratları HSYK üyesi oldu. Yüksek Yargıya 160 yeni üye atadı. 
Adalet Bakanı  HSYK’nın başkanı, Müsteşarı ise başkan yardımcısı. 
Yeni seçilen 160 üye beraberce aynı kişiye oy verecek kadar “ Ekip Ruhu ” ile dopdolular, neredeyse pazara bile 160 kişi birlikte, el ele gidecekler.
Yasamanın icraatlarını denetlemekle görevli Yargımızın artık kendisi, yürütmenin emrinde. Hakim ve Savcılarımızın  atama-tayin-nakil terfi gibi işlerine bakan HSYK, 
Adalet Bakanının istemediği bir karar, bir atama yapabilir mi? Peki, Hatay-Amik ovasının yiğit delikanlısı, Ali Dibo lakaplı Sadullah Ergin Başbakan Erdoğan’ın her hangi 
bir yanlış emrine karşı koyabilir mi?
Yani; Başbakan Erdoğan’ın İradesi= Yargı 
Hepsini toplayalım;  Başbakan Erdoğan’ın iradesi= Yasama+Yürütme+Yargı
Buna birde Başbakan Erdoğan’a  %100 bağlı medya kuruluşlarının gücünü eklersek, terazinin Başbakan kefesi üçünün toplamından çok daha ağır basar. 
Gelişmiş demokrasilerde bunun adı “mafya tipi demokrasi” veya “tek adam faşizmidir”.. ..
Sonuç  olarak, Türkiye’de oynanan oyunun  adına  “Demokrasi” denemez,  dense dense, “Cemaat  tipi demokrasi” denen gariplik diye adlandırılabilir…
Bu yazılanlar doğru olmasaydı, PKK Terör örgütü önderi Öcalan; “Devletle, Barış Konseyi ve Anayasa Konseyi kurulması için mutabakata vardık” diyebilir miydi? 
Eğer Öcalan’ın söyledikleri doğru olmasaydı, Başbakan Erdoğan bu beyanatın verildiği günden bu yana 4 gün geçmesine rağmen,
“Nerden çıkardınız kardeşim bunları, yok böyle bir şey, yalan bunlar. Bu işlerin çözüm yeri TBMM’dir “ demez miydi?  
Diyemedi, çünkü Öcalan doğruyu söylüyordu!..
Öcalan’ın söyledikleri doğru olmasaydı, yeni seçilen ve çözüm yeri olarak gösterilen TBMM’nin Başkanı, kendisine Yozgat ziyaretinde bu konuda soru soran gazetecilere, 
“benim böyle şeylerden haberim yok” der miydi !..
Türkiye’nin tek ve tartışmasız hakimi Başbakan Erdoğan’a şu soruları Türk Milleti, ve Türk Tarihi önünde cevap vermeyeceğini bilerek soruyoruz, amacımız tarihe not 
düşmektir;
*Öcalan ile görüşen ve Barış Konseyi-Anayasa Konseyi konularında görüşüp mutabakata varan ve  T.C Devleti’ni, PKK’nın tarafı seviyesine indiren
“Devlet Yetkilileri” kimlerdir, bu adamlar kimden yetki-emir almaktadırlar?…

*Sürekli olarak, yanlış bilgilendirildiğiniz için olsa gerek,  kendi tarihinizi aşağılıyorsunuz ve “ AKP olarak biz  asimilasyon politikasına son verdik ” diyorsunuz. 
Osmanlı’nın hiçbir  döneminde Balkanlarda, Ortadoğuda, Kafkaslarda, Afrika’nın kuzeyinde asimilasyon politikası güdülmemiştir. Aksine fethedilen her ülkede insanların 
dillerine-dinlerine-yaşam tarzlarına saygı gösterilmiştir. Sizin Milli Görüşçü iken “ Zulüm Dönemi ” diye adlandırdığınız  Cumhuriyet döneminde de, çok partili siyasi 
hayata geçtiğimizden bu yana da asimilasyon politikası asla uygulanmamıştır. Sadece devlete ve millete karşı silahla isyan edip kan döken, can alan eşkıyalara hadleri 
bildirilmiştir.

Kendi tarihini karalayan ilk Başbakan olarak tarihe geçtiniz…* Büyük Ortadoğu Projesinde beraberce “ Eşbaşkan ” olduğunuz dostunuz Hüseyin Obama’ya sorar mısınız;  
Amerika’nın Diyarbakırcity- Licecity arasındaki yol,  silahlı adamlar tarafından kesilse ve Amerikan Ordusunun bir Başçavuş’u, bir Uzman Çavuşu ve bir 
Sağlık Memuru Cudimauntain’e kaçırılsa her santimetrekareye kaç bomba atardı? Demokrasi’nin mabedi sayılan o ülkenin askeri, bu işi yapmaya kalkanları, analarından 
doğduğuna pişman eder miydi ?…
Şimdi, bu gerçekler ışığında lütfen kendinize  sorar mısınız?


Çözüm nerede?..

TBMM de mi- İmralı da ki Narko-Teröristte mi- Türk Milletinde mi?…



https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/cozum-gercekten-tbmm-de-mi-rifat.html




*************

Gözümüz Aydın, İki Tane Hükümet Programımız Oldu



Gözümüz Aydın, İki Tane Hükümet Programımız Oldu 


Rifat Serdaroğlu

Cumartesi, Temmuz 09, 2011


08 Temmuz 2011 Mübarek Cuma günü bereketiyle geldi, biz bir tane istedik ama iki tane hükümet programımız oldu…
Sayın Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan,  61.Hükümet programını TBMM de okurken, T.C Devletinin İmralı’daki itibarlı misafiri Abdullah Öcalan da müjdelerle dolu programını, Avukatları kanalıyla kamuoyu ile paylaşmak nezaketini gösterdi…
AKP ve Erdoğan kadar, hem iktidarda olup hem de muhalefette imiş gibi davranmakta usta bir parti ve lider Türk siyasetine şimdiye kadar gelmedi. Ayrıca, tek başına iktidar olduğu  9 yılda yapamadıklarını, hayali suçlular yaratarak(dik durduk diklenmedik-demokratik siyaset kurumunu tahrip etmeye çalışan engelleri aştık-Vesayet sistemini yıktık!.)  kabahati onların üstüne atan propaganda ustalarını da millet yeni gördü…
Bakalım hangi program gerçekleşecek? Erdoğan’ın mı  yoksa  Öcalan’ın mı?…
Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan yeni Bakanlar Kurulunu oluşturdu. (Bakanları ayrıca değerlendireceğiz.)
Sayın Erdoğan’ın hükümet programını okurken en önem verdiği konu yeni anayasa idi ve şunları söyledi;
*Yeni Anayasa için Hükümet ve AKP tam bir kararlılık içindeyiz.
*Yeni Anayasanın tam bir katılımla gerçekleşmesini arzuluyoruz. Milletimiz ve Meclisimiz bunu yapacak olgunluğa sahiptir.
*Elbette yeni anayasanın nasıl olacağına milletimiz karar verecektir.
*Cumhuriyetimizin 100. Yılına doğru ilerlerken hedefimiz demokratikleşme alanında sorunlarından kurtulmuş bir Türkiye’yi tesis etmektir…
*Denizi geçtik, derede boğulmayacağız…
Başbakan yeni anayasa ile ilgili düşüncelerini heyecanla okurken,  AKP’nin İmralı’daki misafiri Öcalan ise şunları açıklıyordu;
*Barış Konseyinin kurulması için devletle mutabakata vardık!…
Barış Konseyi ne demek ve işlevi ne olacak;
Barış Konseyi iki taraf açısından (T.C Devleti ile PKK) ilk pratik adım olacak. Sorunun çözümüne ilişkin iki tarafın bir arada olduğu, somut gündem ve hedefleri olan, karşılıklı atılacak adımların şekillenmesinde rol ve ön alacak bir yapı. Bu yapının bir ay içinde kurulmasına karar verildi!…

*Anayasa Konseyi oluşturulmasına karar verdik!…
Anayasa Konseyi ne demek ve işlevi ne olacak;
Anayasa Konseyi, yeni anayasa yapımı çalışmalarını yürütecek bir konseydir. İçinde BDP’li milletvekilleri mutlaka olacak. Anayasa yapım sürecinde Kürtler adına diğer siyasi, sosyal gruplar da aktif katkı sunacaklar. Bu katkıyı sunacak yapının kurulması için Öcalan’ın önerisi şöyle;

“Türkiye 25 bölgeye ayrılabilir. Her bir bölge için 20-25 delege seçilebilir.  Böylece yerelden yaklaşık 400 kişi, uzman-akademisyen- sivil toplum kuruluşları-sendikalardan da 100 kişi olmak üzere, 500 kişilik bir kongre oluşturulmalıdır. Bunun da 25 kişilik bir yürütme organı olur. Bu 25 kişilik  yürütme, konsey şeklinde işleyebilir. Yeni anayasanın çatısı ve yapısı bu şekilde yapılır!…”

İşte böyle Sayın seyirciler…

Bir tarafta seçimle, milletin %50 oyunu alarak gelmiş bir Başbakan, “Elbette yeni anayasanın nasıl olacağına milletimiz karar verecektir” diye TBMM kürsüsünden Türk Milletine söz veriyor,
diğer tarafta bir terör örgütünün “ağırlaştırılmış ömür boyu hapse” mahkum olmuş lideri,  “Biz devletle (devlet dediği herhalde Potamya devleti değildir değil mi) mutabakata vardık.  Yeni anayasanın nasıl yapılacağını 500 kişilik bir kongre ve onun 25 kişilik konseyi (PKK yapılanması da böyledir) karar verecek”  diyor… 
Ne kadar şanslıyız değil mi Sayın seyirciler;( Seyirciler kelimesini,  Ülkemiz göz göre göre bölünürken, tarihteki son Türk Devleti, onun Ordusu,   onun Bürokratik yapısı  40 bin insanımızı katletmiş bir terör örgütü ve onun beyni pelte gibi olmuş lideri önünde  diz çöktürülürken, görevlerini yapmayıp, ekmek yediği vatanına ihanet eden ve sadece utanmadan seyredenler için, bilerek kullanıyorum)
İleri Demokrasi bu olsa gerek. Her ülkenin bir hükümeti, bir meclisi, bir programı olur, bizim ise her birinden ikişer tane var!…
Türkiye Büyüyor, istikrar sürüyor…..
Sağlık ve başarı dileklerimle

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/gozumuz-aydn-iki-tane-hukumet-programmz.html


***

BU BÜYÜME BİZİ BİTİRECEK



BU BÜYÜME BİZİ BİTİRECEK 



RİFAT SERDAROĞLU,

Cumartesi, Temmuz 09, 2011

Yüksek tansiyon içten içe insanı kemirir ve etkisi yıllar içinde ortaya çıkar. Sürekli artmış basınç, damar yatağında ve uç organlarda, tüm vücudu etkileyecek şekilde içten içe kemirerek aşınma yaratır. Bu aşınma üzerine damarlarda tıkanıklıklar oluşur ki, bunun klinik yansımaları;  Koroner  kalp hastalıkları, kalp krizleri, beyin-damar hastalıkları yani felçlerdir!…
2011 yılının ilk çeyreğinde %11 büyüdük. İktidar yalakaları ve bazı holding sözcüsü, ekonomi yazarları bu büyümeyi, “Nobel Ekonomi Ödülü” kazanmışız gibi öve öve bitiremediler.
“El atına binen çabuk inermiş”  diye güzel bir deyişimiz vardır. El parasıyla,  faizle döviz borçlanarak, yine yabancı ülkelerde üretilen malları ithal etmek ve bunu da içeride vatandaşlarını fazla, fazla borçlandırarak, borcun altında “bitirmekten” ibaret bir büyüme rakamıyla karşı karşıyayız.
Dışarıdan baktığınızda;  Çin-ABD- Japonya- İsrail ve tüm AB ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranına sahibiz. Bu doğru ama bir doğru daha var ki, iki ekonomik veride de şampiyonuz!…
Cari açık 62 Milyar Doları geçti…
Dış ticaret açığı ise 92.4 Milyar Doları geçti.. 
İngiltere’deki Royal Bank of Scotland’ın ekonomistlerinden Timoty Ash’in, “Ekonominin yavaşladığına dair hiç bir işaret yok” dediğini aktaran Financial Times, uluslararası yatırımcıların Türkiye ekonomisine baktıklarında sürdürülemez bir büyüme gördüklerini de yazıyor.
İnsanın kendini bilmesi kadar  “erdem” yoktur. Şu gerçek rakamlara beraberce bakalım;
*Tüketici kredisi borcu olanların sayısı: 12 Milyon 100 bin kişiye ulaştı.
*22 Milyon kredi kartı kullananların yaklaşık 8 Milyonu sadece asgari tutarı ödeyerek, yaklaşık 15 Milyar TL borçlarına takla attırarak nefes almaya, yaşamlarını sürdürmeye  çalışıyorlar..
*Mayıs ayında ilk kez dış ticaret açığımız çift rakama çıkarak 10.057 Milyar Dolara ulaştı.
Bu durum sürdürülemez. Bunun bir müddet daha sürdürülmesi için daha fazla dövizle borçlanmak, daha fazla ithalat yapmak ve çılgınca tüketmeyi sürdürmemiz gerekir ki bu da, çarpacağımız duvara daha hızla çarpmak demektir.
Üretim yerine tüketimi, tasarruf yerine borçlanmayı, imalat yerine ithalatı tercih eden AKP ekonomi yöneticileri, bu tutumun ülkenin rekabet gücünü yok ettiğini, ihracatın birçok sektörde %70-80 ithal girdiye bağımlı hale geldiğini, ihracatın net katma değer yaratamadığını ve büyümenin %75’inin tüketimden kaynaklandığını artık görmeleri gerekir…
Bizi esas korkutan; böyle devam ettiğimiz sürece, kaçınılmaz olan krizin ve ekonomik yükün, AKP yönetiminin ülkenin bütünlüğünü tehlikeye atacak bir anayasa yapımı için, emperyalist ülkeler tarafından “diz çöktürülmesi” amacıyla kullanılacağıdır.  Yakın tarihte bunları yaşamadık mı?
Düyun-u Umumiye sonucu, Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu genç Cumhuriyet, son kuruşa kadar Osmanlı’nın borçlarını ödemedi mi!..
AKP İktidarının uyguladığı “hayal satan” ekonomi iyice ısınmıştır. Bu durum yazının başında belirttiğimiz, Yüksek Tansiyon sonucu “Felç” olmak gibi, millet olarak “bitirilmemiz” anlamına gelmektedir.
Böyle bir felaketle inşallah karşılaşmayız ama, eğer başımıza böyle bir dert gelirse Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan’ın Türk Milletine  ne söyleyeceğini şimdiden söyleyelim de herkes bilsin;
“Kardeşim, ben mi size bu kadar borçlanın dedim?..”
Sağlık ve başarı dileklerimle

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/bu-buyume-bizi-bitirecek-rifat.html




***