Türk ordusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk ordusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2021 Salı

2008 KOMPLOSU TÜRK ORDUSU VE TÜRK SİYASETİNE YÖNELİK DARBE GİRİŞİMİ

 2008 KOMPLOSU TÜRK ORDUSU VE TÜRK SİYASETİNE YÖNELİK DARBE GİRİŞİMİ




2008 KOMPLOSU, TÜRK ORDUSU, TÜRK SİYASETİ , DARBE GİRİŞİMİ , Onur Dikmeci , Abdurrahman Yalçınkaya , Osman Paksüt ,Ergenekon , Balyoz , İlker Başbuğ , Necdet Özel , Onur Dikmeci ,


Onur Dikmeci
19 Nisan 2017 Çarşamba

   14 Mart 2008 yılında dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya kaya tarafından Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılma istemiyle dava açılmıştı. Bu gelişmenin kamuoyu nezdinde duyulmasıyla fırtınalar koptu. Süreç içerisinde muhalif durumda dahi bulunsalar ağırlıklı kesim kapatılma yerine siyasi yasakları savunmaktaydı. Dava sürecinde ilginç gelişmeler yaşanacağı gibi davanın açılış tarihide manidardı. Buna göre kapatılma davası hazırlıklarının 2007 yılından itibaren başlatıldığı ortaya çıkmıştı. 2007 ise Türk siyasi tarihinde bir kırılmayı anlatan dönemdi. Hrant Dink ve gayrı müslim din adamlarının cinayetlerinden sonra Cia'den eğitim alan bazı polis müdürleri Emniyet'in kritik birimlerine atandılar. 1999'dan itibaren oluşturulmaya başlanan ve 2001'de son şekli verilerek Mit'e sunulan Ergenekon şeması yeniden gündeme getirildi. Bir muhtıra ya da kimi kesimlerce Tsk bildirisi olarak adlandırılan 27 Nisan Tsk açıklaması neticesinde de bürokrasi darbe olabileceği tedirginliğiyle Cia ile içli dışlı olan gruplara teslim edilmeye başlandı. Haziran ayında da Ergenekon operasyonları başlatıldı. Akp kapatma hazırlıklarının başlatılması bu evreye denk geliyordu.  Kapatılma davası açıldıktan sonra ise generaller nezdinde bazı ses kayıtları servis edilerek Tsk yıpratılmaya çalışılıyordu. Kamuoyundaki yaygın kanaate göre parti kapatma davası ulusalcı ya da vesayetçi derin devletin tertibiyken, silahlı kuvvetler personeli hakkındaki sızıntılar ise davaya karşı rövanş olarak hükümet cephesince desteklenmekteydi. Oysa yıllar sonraki bilgi birikimi ve algımızla durumun böyle olmadığı, kapatma davası ve Tsk hakkındaki iddiaların aynı odaklarca tasarlandığı ve neticede ulusalcı ya da mütedeyyin farketmeksizin bütün Türkiye'nin yara aldığı görülmüş olmaktadır.
Kapatılma davası sürerken en fazla hedef gösterilen kişi Ağustos 2006 şurası ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmış hali hazırda bu görevi sürdüren ve 2008 Ağustos'unda Genelkurmay Başkanı olması beklenen İlker Başbuğ idi. Ordudan emekli subay öğretmen Binbaşı Dr. Erol Mütercimler'in yıllar sonraki ifadesine göre İlker Başbuğ ''Amerikancı bir Subay''idi. Böyledir veya değildir ancak Başbuğ'un hedef alındığı çok belliydi. Çünkü o askeri davalardan (Ergenekon Balyoz..) rahatsızlık duyan, komuta kademesini bu doğrultuda şekillendirmek isteyen şahin sınıftan bir komutan olarak tanımlanıyordu. Hal böyleyken ideolojik kimliği farketmeksizin tasfiye edilmesi Tsk'ni itibarsızlaştıracağı gibi olayda iktidar partisinin üzerine yıkılacaktı. Gerçekte iktidar partisi kapatma sürecinde Başbuğ'un kararnamesini imzalamama resti en gerçekçi ve ciddi tepkisi olacaktı. Bu bakımdan bu durum kabul edilebilir bir stratejiydi çünkü Genelkurmay Başkanı zaten hükümet tarafından atanırdı. Ancak Tsk'ni itibarsızlaştıracak sızıntılar dış kaynaklı girişimlerin neticesiydi.

Başbuğ ile alakalı haberlerden biri Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Paksüt ile yaptığı iddia edilen görüşmeydi. Haberin içeriği şu şekilde aktarılmıştı:

''4 Mart 2008 günü saat 17:oo’da, Ankara’da, 06 LLU 81 plakalı mavisiyah Mercedes marka otomobil Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na geldi. Otomobilde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt vardı. Paksüt, karargâha girdi ve bir saat 15 dakika süreyle, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı, altı ay sonrasının müstakbel Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile başbaşa görüştü.

Günün moda deyimiyle, görüşmenin zamanlaması manidardı. CHP ve DSP’nin, üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getirmek amacıyla Anayasa’da değişiklik yapılmasına ilişkin 5735 sayılı kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasının üzerinden sadece yedi gün geçmişti. Ve o an itibariyle, çoğumuz henüz bunu bilmesek de, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP aleyhinde kapatma davası açmasına on gün kalmıştı.

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’nin, kritik başörtüsü ve kapatma davaları sürecinde Kara Kuvvetleri Komutanı’yla görüşmesini ilginç kılan diğer bir unsur, buluşmanın gizli tutulması, kayıt altına alınmaması, tarafların kaydı tutulan resmî programlarında görünmemesiydi. Hatta buluşma öncesinde, karargâh giriş ve çıkışlarında bulunan güvenlik kameralarına karartma uygulanmış, komuta katı da tamamen boşaltılmıştı.''

Yani görüşme kapatma davasından önce gerçekleştirilmişti. Oluşturulmak istenen teze göre davayı ordu yönlendiriyordu. Başbuğ ile ilgili ikinci sızıntı Vakit gazetesinde Yayımlanan İlker Başbuğ'un Büyük Kulüp adlı sivil toplum kuruluşuna üye olduğu haberiydi.
 Yayımlanan Belgeden, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un 1882 yılında İngiliz Elçisi Sir Alfred Sandison tarafından kurulan “Büyük Kulüp adlı derneğe üyelik başvurusunda bulunduğu ve başvurusunun kabul edildiği algısı oluşturulmak isteniyordu. Dernek Başkanı Duran Akbulut, İlker Başbuğ'a gönderdiği 18.12.2006 tarihli yazıda şunları kaydediyor: “Büyük Kulüp Derneği'ne üyelik için yapmış olduğunuz başvurunuz ilgili kurullarca tetkik edilmiş olup, Yönetim Kurulumuzun 09.12.2006 tarihinde yapmış olduğu toplantıda üyeliğe mani haliniz bulunmadığı anlaşıldığından, Büyük Kulüp üyeliğine kabulünüze karar verilmiştir.”

Yazıdaki “tetkik edilmiş olup” ve “üyeliğe mani haliniz bulunmadığı” ifadeleri, “Kulüp, Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli makamlarından birinde bulunan bir komutanla ilgili 'güvenlik soruşturması' yapmış” şeklinde yorumlanıyordu.

Üyeliğe kabul yazısının devamında da şöyle deniliyor: “Bilgi edinmenizi rica eder, aramıza hoş geldiniz der, üyeliğinizin size ve kulübümüze hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım şeklindeydi.

Yine İlker Başbuğ ile alakalı bir haberde İsrail Ağlama Duvarı'ndaki görüntüleriyle alakalıydı. Yine Vakit gazetesinin gündeme taşıdığı haber Akşam gazetesince de işleniyor bu sefer geziden karelerde gazetede yer buluyordu.
2008'deki sızıntılardan biride Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanı Tuğgeneral Münir Erten ile alakalıydı. 19 Şubat 2008 günü "YouTube" adlı video paylaşım sitesine bir ses kaydı yüklendi. "Cnksari" rumuzlu kullanıcının gönderdiği "Tuğgeneral Münir Ertan'dan şok açıklamalar" başlıklı videoda Irak'ın kuzeyine kara harekâtının 20-22 Şubat tarihleri arasında başlatılacağı konuşuluyordu. TSK, 2007 baharından bu yana kara harekâtına hazırlanıyordu. Irak'ın Kuzeyindeki PKK odaklarına yapılacak geniş çaplı harekât 48 saat önceden deşifre edilmişti.
Ayrıca pkk kamplarına yapılan hava operasyonlarında 5 teröristin öldürüldüğünü belirtiyordu. Oysa Genelkurmay bu rakamı 175 olarak açıklamıştı. Yani silahlı kuvvetlerin terörle mücadelede başarısız olduğu, gerçeklerin halktan gizlendiği intibahı oluşturuluyordu.
Önemli bir sızıntıda dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun ile alakalıydı. Buna göre Saygun'un olduğu iddia edilen bazı sağlık raporları servis edilmiş ve Saygun'un ağır şeker hastası olduğu vurgulanmış böylelikle komuta kedemesindeki istikbaline engel olunmak istenmiştir.
O dönemde rütbesi Tümamiral olan Kadir Sağdıç'ın ses kaydı da Münir Erten benzeri servis edilmişti. Kayıtta Tümamiral Sağdıç olduğu öne sürülen bir kişi darbe imasında bulunuyor ve askerlerden oluştuğu izlenimi veren bir topluluğa konuşma yapıyor. Komutan konuşmasında ordunun her 20-25 yılda bir siyasilerin elinde yozlaşan sistemi tekrar rayına oturtmak zorunda kaldığını ve askerin gerektiği zaman gerekli reaksiyonları gösterebileceğini söylüyordu. Sağdıç sonradan Koramiralliğe terfi etsede Balyoz davasında tutuklandı ve 3 yıl 4 ay 8 gün hapis yattı.
TSK 'nın kurumsal kişiliğini hedef alan haberler arasında en önemlilerinden olanı ise Dağlıca baskınıyla alakalıydı. 25 Haziran 2008  tarihinde Taraf gazetesi pkk'nın gerçekleştirmiş olduğu Dağlıca baskınının önceden bilindiği haberini geçmişti. Delile dayanmayan haber pkk ordu bağlantısını işlemeye çalışıyordu.

Bütün bunlar yaşanırken kapatma davası ile ilgili en sert tepkiler Avrupa Birliği ülkelerinden geldi ve kapatılma yönünde karar çıkması halinde müzakerelerin duracağı belirtildi. Abd ise bir süre şaşırtıcı biçimde sessizliğini korudu. Daha sonradan Dışişleri nezdinde Türkiye'nin laik yapısına vurgu yapıldı. Abd başkan yardımcısı Dick Chaney ise hükümet Türkiye'nin köklü kurumlarıyla çatışmamalı beyanatını vermişti.
Mesele anlaşılmıştı. Kapatma davasına, karşı etki göstermek için Abd bir takım talepler öne sürmüştü. O zaman basında yer alan köşe yazılarına göre bu talepler arasında Hamas'ın desteklenmemesi, Irak ve Afganistan operasyonlarına destek ve İran'a karşı yaptırımlar gibi öneriler sıralanmıştı. Yani Abd ve Abd kaynaklı lobiler bir yandan kapatma davası nezdinde siyaseten avantaj elde etmeye çalışırken, bir yandan da orduya karşı operasyonları destekleyerek güvenlik bürokrasisini şekillendiriyor ve hükümet taraftarlarıyla karşıtlarını daha da kutuplaştırıyordu. Operasyonlarında ise dini kisveli cemaat isimli istihbarat birimlerini kullanıyordu.
Neticede 30 Temmuz'da verilen kararla Adalet ve Kalkınma Partisi kapatılmadı ve ertesi gün ise Yüksek Askeri Şura toplandı. Şura neticesinde Başbuğ Genelkurmay Başkanı olacaktı. Münir Erten ve Ergenekondan tutuklu Yüzbaşı Muzaffer Tekin'e plaket veren Tümgeneral Zekeriya Öztürk ise emekli edilecekti. Ergin Saygun, 1. Ordu Komutanlığına getirildi. Ancak 2009'da o da emekli edildi.
Yani Ergin Saygun, Hasan Iğsız, Aslan Güner, Bekir Kalyoncu ekolü süreç içerisinde emekli edilecekti. Iğsız YAŞ (Askeri Şura) günü ifadeye çağırılmış, Güner ise dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından veto edilmişti.
2008 yılı yıllar sonra tahlil edildiğinde bugünleri bile etkileyen gelişmelerin kaynağı olarak gösterilebilinir.

1. Ordu terfi durumu ile ilgili topyekün en ciddi girişim bu dönemde yaşanmıştı. Fakat bu belirli oranlarda gerçekleştirildi.
2. Genelkurmay Elektronik Sistemler GES Komutanlığı ile alakalı tasavvurların işaretleri verilmişti. GES daha sonra 2012 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı'na devredildi. Mit ise illegal örgütlerce istila edilmeye çalışıldı. Yani GES'in devri sivilleşme değil istihbaratın topyekün belirli odaklara devredilme planını içeriyordu.
3. Siyasi kurum ve orduya yönelik komplolar aynı odak tarafından aynı dönemde gerçekleştirildi. Kamuoyu ise kendi içerisinde birbirlerini suçlamakla meşguldü.
4. 2008'den itibaren bozulmak istenen askeri silsile neticesinde yıllar sonra Necdet Özel 

Genelkurmay Başkanı oldu. Özel;

a) Şahsına muhalif komutanların orduevi giriş kartlarının iptali
b) Jandarma ziyaretinde içimizde paralel yapı yok diktesi
c) Tutuklu bazı subaylar medyada yazı yazmasın direktifleri gibi ilginç girişimlerde bulundu. 
   İşgal gerekçesi olmadığı sebebiyle ise Seferberlik Bölge Başkanlıklarının kapatılması gibi akıllara zarar uygulamalara imza attı. Neticede paralel yapı mevzusunu Jandarma ziyaretinde kapatması 15 Temmuz'da Jandarma'nın darbe içerisinde yer alması gerçeğini değiştirmeyeceği gibi, tutuklu subaylarda tahliye oldular ve Özel'den daha fazla anılıyorlar.

Yıllar önce orduya ve siyasete kurulan komplonun benzeri bugün yine tekrarlanmaktadır.

    Sivil talepler neticesinde ordu da bir takım değişiklikler yapılmıştır. Gözden kaçan husus ise bu düzenlemelerle ordunun oldukça Pentagon güdümüne girdiğidir. Bu durum ise darbeleri önlemek bir yana darbeye davetiye olarak kabul edilmelidir. Siyasi manada ise ülke bir sistem değişikliği yaşamıştır. Seçim neticelerine göre iktidar partisinin güç kaybettiği ve tasfiye sürecine girdiği belirli çevrelerde tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar sürerken siyaset kurumunu zedeleyici bazı girişimlerde bulunulabilir. Nasıl ki sivilleşme bazı gruplarca savunuluyorsa siyaset kurumunun zedelenmesi de başka gruplarca savunulma ihtimali muhtemeldir. Ancak unutulmaması gereken bu müdahalelerin aynı odaklarca uygulamaya koyulduğu ve top yekün Türkiye'nin kaybetmesinin tasarlandığı dır. Doğru bir sivil asker ilişkileri ile doğru siyasi gelişmeler sağlıklı bir düzeni doğurabilir.



***

23 Aralık 2019 Pazartesi

Balyoz Savcılarına Balyoz.,

Balyoz Savcılarına Balyoz.,

Microsoft'tan Balyoz savcılarına balyoz.,

Ali Serdar Bolat    
16 Nisan 2013

Balyoz Davası kararının Yargıtay'da ele alınma süreci devam ederken, yazılım şirketi Microsoft'tan bir yazı geldi.
Yazının gelme macerası şöyle:

Avukat Haluk Pekşen, Adalet Bakanlığı aleyhine açtığı tazminat davasında, sözde Balyoz belgelerinde kullanılmış olan Calibri yazı karakteri hakkında Mahkemeye 
başvuru yaptı.
Mahkeme bu başvuruyu kabul ederek, Microsoft şirketinden görüş istedi.
Microsoft, Mahkemeye gönderdiği yazıda şöyle diyor:

"Lugastegort tarafından tasarlanan Calibri yazı karakteri, ilk olarak, 2007 yılında satışa çıkan Windows Vista ve Ofis 2007 ürünlerimiz içine gömülü olarak piyasaya 
sunulmuştur."

Gelelim sözde Balyoz belgelerine.

Savcıların iddiasına göre, bu belgeler 2003 yılında yazılmış.
Avukatlar "Nasıl oluyor da 2003 yılında yazılmış olan belgelerde 2007 yılında piyasaya çıkmış olan Calibri karakteri kullanılıyor. Olmaz böyle şey. Demek ki bu belgeler 2007 yılından sonra tertipçiler tarafından üretilmiş" deyince Savcılar ve Mahkeme anında kıvırıp şöyle dediler:
"Evet, 2003 yılında yazılmış ama 2007 yılında güncellenmiş, güncellenirken de yeni Calibri karakteri kullanılmış"

Yani, Mahkeme, 2003 tarihli belgeler üzerinde 2007 yılında değişiklik yapıldığını iddia ediyor. Neye dayanarak? Ortada bir delil yok. Mahkeme "Böyle olmuş olabilir" diye yorum yapıyor. Yani belgelerin doğru olduğuna ve 2003 yılında darbeciler tarafından hazırlandıklarına iman etmiş. 

Mahkemenin bu iddiası, TÜBİTAK raporu ile yerle bir oldu.
TÜBİTAK raporu aynen şöyle diyor:

"Bu belgelere düzenlendikleri 2003 tarihinden sonra hiçbir ekleme yapılmamış"

Bildiğiniz gibi TÜBİTAK eskiden bağımsız bir kuruluş iken, AKP döneminde yönetimine yandaşlar doldurularak AKP'nin yan kuruluşu haline getirilmiş olan bir kuruluş. Yani bu raporu Ergenekoncular değil, AKP yandaşları yazıyor.

Şimdi, Microsoft'un yazısı ile TÜBİTAK raporunu yan yana koyarak konuyu inceleyelim:
Eğer 2003 yılından sonra bu belgelere hiçbir ekleme yapılmamışsa, 2007 yılında piyasaya çıkmış olan Calibri karakterleri bu belgelerde nasıl kullanılmış olabilir?

Bu soruya yardımcı olacak bir soru soralım:
TÜBİTAK, neye dayanarak bu belgelerin 2003 yılında düzenlenmiş olduğunu söylüyor?

El cevab: Yazının düzenlenme tarihini gösteren üst verilere bakarak.

Peki, üst veriler değiştirilebilir mi? Elbette.
Yani, şöyle olmuş:

Tertipçiler, 2007 yılında oturmuşlar, sahte Balyoz belgelerini hazırlamışlar. Hazırlarken de, çok hoşlarına giden Calibri karakterlerini kullanmışlar. 
Belgenin üst verisinde oluşan 2007 tarihini de 2003 olarak değiştirmişler ki, bu belgeyi inceleyenler 2003 tarihinde düzenlenmiş olduğunu sansınlar.
Ancak, bilmiyorlardı ki, Calibri karakterleri 2003 yılında yoktu.

Agata Kristi ne diyordu: "Kusursuz cinayet yoktur".,

Buna bir ek de biz yapıyoruz: "Kusursuz sahte belge yoktur"

Şimdi diyeceksiniz ki, gerçek anlaşıldığına göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıları derhal Balyoz sanıklarının tahliyesine karar vermeli.
Çok beklersiniz. O sizin dediğiniz şey, bağımsız mahkemelerin olduğu demokrasilerde olur.
Tayyip Erdoğanların kurduğu ileri demokrasilerde bu gibi önemsiz şeylerin mahkeme kararlarını etkilemesi söz konusu değildir.

Bundan dolayı, Yargıtay Başsavcılığı'na başvuruda bulunacaklarını açıklayan Avukat Pekşen " Umutlu değiliz " diyor.

***

24 Şubat 2018 Cumartesi

ABD Ordusunu Bu Videodan İzleyin,

ABD Ordusunu Bu Videodan İzleyin,

Kendi Askerinin başına çuval geçirilince,  ABD'ye bir Nota bile veremeyen Tayyip Erdoğan'ın, Askerini korumak için kitleleri feda edebilen bir ordu ABD ordusu. Bir çocuğu korumak için kendini feda eden bir manga Türk askerinden ayrılan en önemli özelliği de bu. Bir gün karşı karşıya geldiklerinde Türk Ordusu'nun önünde dağılacak olmasının sebebi de bu.

İşte bu ordunun insan kalitesini ortaya koyması açısından aşağıdaki videoyu izlemenizi tavsiye ediyoruz. Bu bir çürük elma videosu değil. Neticede bizim ordumuzda da bir dizi çürük elma örneği çıkabilir. Aksine bu video bir ordunun karakterini ortaya koyuyor, egemen kültürünü yansıtıyor. Sepetteki çürük elmayı değil, sepetin dokusunu açığa çıkarıyor.

 Kendi Askerinin Başına çuval geçirilince, ABD'ye bir Nota bile veremeyen Tayyip Erdoğan,


https://www.youtube.com/watch?v=9LW48zH3ntQ

ABD ordusunu tanımak zorundayız. Kurmayından vatandaşına, ABD'nin dış politikasının hedef tahtasına oturtulmuş bir milletin , bu dış politikanın en önemli aracı olan ABD ordusunu her yönü ile tanıması gerekiyor.

 ABD ordusunu katliamları, işbirlikçilerle birlikte gerçekleştirdiği darbeleri, yargısız infazları, kitle imha silahları , suikastleri ile tanıyoruz. Son teknoloji silah sistemleri ve savaş tarihinin en başarısız muharip güçlerinden biri oluşu ile de. Taktik ve stratej başarısızlıklarını orantısız ateş gücü , açık ara teknolojik üstünlüğü ve küresel propaganda gücü ile kapatan bir ordu ABD ordusu. 

 Askerini korumak için kitleleri feda edebilen bir ordu ABD ordusu. Bir çocuğu korumak için kendini feda eden bir manga Türk askerinden ayrılan en önemli özelliği de bu. Bir gün karşı karşıya geldiklerinde Türk Ordusu'nun önünde dağılacak olmasının sebebi de bu.

İşte bu ordunun insan kalitesini ortaya koyması açısından aşağıdaki videoyu izlemenizi tavsiye ediyoruz. Bu bir çürük elma videosu değil. Neticede bizim ordumuzda da bir dizi çürük elma örneği çıkabilir. Aksine bu video bir ordunun karakterini ortaya koyuyor, egemen kültürünü yansıtıyor. Sepetteki çürük elmayı değil, sepetin dokusunu açığa çıkartıyor. 

 Video ABD'nin Enterprise uçak gemisinin komutanı ve yardımcılarını gösteriyor. Video da, kaptan Owen Honors ve yardımcıları bir subaya, hele hele komuta düzeyinde bulunan bir subaya hiç bir şekilde yakışmayacak söylemlerde ve hareketlerde bulunuyorlar. İzleyip görmeniz lazım.

 Ve daha da önemlisi bu video ve benzerleri Enterprise uçak gemisinin kapalı devre sisteminde gösterilmek üzere çekiliyor. Bu tarz videoların toplu gösterim alışkanlığı, sözkonusu videoların bir kaç çürük elmanın saçmalaması değil, kurumsal dokunun bir göstergesi olduğunun önemli bir kanıtı.

Peki gösteriliyor da ne oluyor?

Şikayet üzerine, ABD Savunma Bakanlığı Enterprise gemisi kaptanına sözkonusu videoların gösteriminin durdurulmasını emrediyor fakat disiplin cezası vermiyor.

 Ne zaman ki bu videolar dışarı sızıyor, işte o zaman ABD Savunma Bakanlığı görüntüyü kurtarmak için Enterprise'ın askeri kariyeri başarılarla dolu kaptanını görevden alıyor ve masa başı görevine atıyor.

Şu anda Owen Honors'ı desteklemek ve kaptanın haksız yere cezalandırıldığını savunan facebook grubunun üye sayısı 27.000.

 Türk Milleti'nin ABD Milletinden ayrıldığı noktada burası sanırız. Türk Milleti, askerine sahip çıkar ama yanlış yapan çürük elmalara asla. Askerlerine moral vermek için çıplak duş sahneleri çekip yayınlayan askerin/subayının  ise suratına tükürür. Bırakın 27.000 , 27 kişi bile üye  olmaz destek grubuna.

 Kendi askerinin başına çuval geçirilince ABD'ye bir nota bile veremeyen Tayyip Erdoğan'ın Irak'ı işgali sırasında başarısı için duacı olduğu ABD askerini bu video ile biraz daha tanıyın...


http://acikistihbarat.com/Goruntule.aspx?id=9351



***

30 Eylül 2017 Cumartesi

15 TEMMUZ SONRASI TÜRK ORDUSU KRİZ VE ÇIKIŞ


15 TEMMUZ SONRASI TÜRK ORDUSU KRİZ VE ÇIKIŞ


AKADEMİK ÇALIŞMALAR
Türkiyenin Güvenlik Yapılanması



Oktay BİNGÖL
Doç. Dr.


Türk Silahlı Kuvvetlerinden 2011 yılında Tuğgeneral rütbesinde emekli olmuştur.
Yüksek lisansını İşletme, doktorasını Uluslararası İlişkiler alanında yapmıştır.
Güvenlik, terörizm, çatışma çözümü, barış çalışmaları, savunma yönetimi, Asya‐Pasifik, Afrika Siyaseti, Orta Doğu ve Türk dış politikası konularında çalışmalar yapmakta, lisans ve lisansüstü dersleri vermektedir. Çalışma konuları kapsamında muhtelif akademik yayınları bulunmaktadır. Yazarlığını ve editörlüğünü yaptığı, 
_ Başarısız  Devletler: Kavramlar, Nedenler ve Sonuçlar (2016) ile 
_ Yeni Orta Doğu: Dinamikler, Aktörler ve Süreçler (2017) İsimli iki kitabı yayımlanmıştır.
Merkez Strateji Enstitüsü Başkanıdır.

Ali Bilgin VARLIK
Yrd. Doç. Dr.

Türk Silahlı Kuvvetlerinden 2013 yılında Kurmay Albay rütbesinde emekli olmuştur.

Yüksek lisansını İşletme, doktorasını Uluslararası İlişkiler alanında yapmıştır.
Güvenlik, savunma yönetimi, askerî tarih ve strateji, Orta Doğu konularında çalışmalar yapmakta, lisans ve lisansüstü dersleri vermektedir. Çalışma konuları kapsamında muhtelif akademik yayınları bulunmaktadır. Strateji, Harp ve Askerî Harekât Üzerine Dünya Klasikleri Öz İnceleme Dizini ve Millî Güvenlik ve Askerî Bilimler Akademik Dergisi'nin editörlüğünü yapmıştır. Merkez Strateji Enstitüsü Koordinatörüdür.


ÖNSÖZ

Türk Silahlı Kuvvetleri 15 Temmuz 2016’da büyük bir felaketle yüz yüze kaldı. Türk topraklarının yenilmesi imkânsız teminatı olan Türk Ordusunun komuta kademesi, Korunan ve Kollanan bir çete ile esir alındı. Gasp edilen uçakları ve tankları asırlardır ona güvenen, onunla gurur duyan, ona en değerli varlıklarını emanet eden Millete ölüm yağdırdı.

15/16 Temmuz’da tarihinin en karanlık ve acı günlerinden birini yaşayan Türk Ordusu ve onun muvazzaf ve emekli mensupları, sonrasında bin yıllık bir orduda radikal değişimlere tanıklık ettiler.

Bu kitap, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir asır önce “ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en lüzumlu elemanları da yetiştiren büyük bir millî disiplin okuluna dönüştürülmesini” istediği Türk Ordusunun bugün içine düştüğü durumun nedenlerini ve dinamiklerini, KHK’larla yeni oluşturulan yapıyı da inceleyerek  tartışıyor. 

Bu tartışma yapılırken, dışsal etkenlerle birlikte kendisine içkin olan ve yıllardır derinlikte olgunlaşan kırılmalar, başkalaşımlar ve savrulmalara da yer veriliyor. 
Bu bağlamda yazması ve okuması acıtıcı ve öfkelendirici olsa da gerçeklikler dillendiriliyor. Kitap, sorunları ve nedenlerini tespit etmekle kalmıyor,
geleceğe iki temel konu ile – sivil‐ asker ilişkilerinin demokratik çerçevesi ve Türk Ordusunun çağa uygun kapasite kazanımına (dönüşüm) odaklanarak Nasıl Bir Ordu? sorusunun cevabını arıyor.

Alanında bir ilk olan ve güvenlik/savunma disiplininin oluşumuna katkı sağlayacağına inandığımız bu kitaba dair görüş, öneri ve eleştirilerin sonraki baskılarda ve ilişkili  konulardaki yeni çalışmalarda ufuk açıcı olacağına inanıyoruz.

Kitabın hazırlanmasında bilgi ve deneyimlerini bizlerle paylaşan emekli silah arkadaşlarımıza ve kıymetli akademisyen dostlarımıza sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Oktay BİNGÖL‐
Ali Bilgin VARLIK 
Ankara, Ağustos 2017


Yüreği Vatan Aşkıyla dolu; Fikri, Vicdanı ve İrfanı Hür Türk Askeri'ne.,


İÇİNDEKİLER
Giriş..................................................................................................................... 1

Birinci Bölüm: 

Sorunu Tanımlamak................................................. 7
Geç Kalan Dönüşüm...................................................................................... 7
TSK’nın Geçmiş Siyasi ve Askerî Dönüşümleri................................12
Çuvaldızı Kendimize Batırmak: TSK’nın Geçmişten Günümüze
Önemli Kurumsal Sorunları.....................................................................27
Kumpaslarla Şekillendirilen Sivil-Asker İlişkileri..........................47
Travmanın Ürünü: OHAL ve KHK’larla
Şekillendirilen Ordu....................................................................................51
Darbeye Dayanıklılık-Askerî Etkinlik İkilemi...................................55
15 Temmuz Sonrası TSK’nın Komuta ve Kuvvet Yapısına İlişkin Düzenlemeler ve Sorunlar.........................................................61
Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan Alınan Dersler.....................................83
Sorunun Tanımlanması Kapsamında
Değerlendirme ve Risk Tespiti...............................................................87


İkinci Bölüm: 

Kuramsal Arka Plan..................................................97
Güvenlik Kavramı: Doğası ve Dinamizmi...........................................97
Güvenlik Sektörü Reformu....................................................................110
Sivil-Asker İlişkilerinin Temel Kavramları,
Modelleri ve Çağdaş Uygulamalar.....................................................114
Dönüşüm (Transformasyon) ve Askerî Dönüşüm......................129


Üçüncü Bölüm: 

Nasıl Bir Gelecek?................................................165
Geleceğin Güvenlik Ortamı...................................................................165
Türkiye’nin Güvenlik Öngörüsü..........................................................191
Türkiye için Güvenlik Senaryosu ve Güvenlik
İhtiyaçları.....................................................................................................206


Dördüncü Bölüm: 

Nasıl Bir Ordu?................................................227
Giriş.................................................................................................................227
TSK’nın Dönüşümü İçin Model, Strateji ve
Teşkilatlanma.............................................................................................228
Sivil-Asker İlişkilerinin Genel Çerçevesi:
TSK’nın Demokratik Sivil Kontrolü...................................................240
Nasıl Bir Askerî Doktrin?.......................................................................250
Nasıl Bir Komuta ve Kuvvet Yapısı?..................................................269
Ne Tür Araç, Teçhizat ve Silah?...........................................................279
TSK İnsan Kaynaklarının Yapısı..........................................................282
Nasıl Bir Askerî Eğitim ve Öğretim?..................................................286
Nasıl Bir Askerî Liderlik?.......................................................................299


Sonuç Yerine: 

Paydaşlara Öneriler...............................................305
Kaynakça.......................................................................................................309
Dizin................................................................................................................329



 Tablolar


1 AGİT Üyelerinde Sivil‐Asker İlişkileri 124
2 Reform ve Dönüşüm Arasındaki Temel Farklar 130
3 Dünya Ordularında Dönüşüm Modeli 147
4 Su Çatışmaları Sınıflandırması 182
5 Kapsamlı Askerî Güç Mukayesesi 209
6 Türkiye’nin Komşu ve Çevre Ülkelerle Savunma Harcamaları ve Asker Sayıları Mukayesesi 211
7 Türkiye'nin Güvenlik Gereksinimlerine Yönelik TSK’nın Görev ve İşlevleri 217

Şekiller;

1 Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yeni Komuta Yapısı 62
2 Millî Savunma Bakanlığı Kuruluşu 69
3 Hibrid Savaş Konsepti 184
4 Ulusal Güvenlik Siyasetinin Algoritması 230
5 TSK'nın Dönüşümü İçin Öngörülen Eko‐Sistem Modeli 232
6 Doktrinin Temel Stratejileri 252
7 Askerî Harekât ve Faaliyetler 260
8 Askerî Harekâtta Gerginlik‐Zaman Diyagramı 263
9 Güvenlik Ortamında İlgi ve Etki Sahaları 265
10 Harp Alanının Bölümleri 267
11 TSK'nın Önerilen Komuta Yapısı 270
12 Askerî Öğretim Kurumları 289
13 Askerî Öğretim Safhaları 296


Kısaltmalar
AB: Avrupa Birliği
AD: Akdeniz
Diyalogu/MD Mediterranean
Dialogue
ADSK: Askerin Demokratik Sivil
Kontrolü
AFD: Askerî Faaliyetlerde Devrim
(RMA‐Revolution in Military
Affairs)
AGİT: Avrupa Güvelik ve İşbirliği
Teşkilatı
ASK: Askerin Sivil Kontrolü
AYİM: Askerî Yüksek İdare
Mahkemesi
BGK: Bölgesel Güvenlik
Kompleksi/RSC Regional Security
Complex
BİO: Barış İçin Ortaklık/
PfPPartnership for Peace
DELTMA: Doktrin, Eğitim, Liderlik,
Teşkilatlanma, Malzeme, Asker Geliştirme
DNI: ABD Ulusal İstihbarat
Teşkilâtı/Department of National
Intelligence
DP: Demokrat Parti DTD: Dış Tehdit Dokümanı
Dz.: Deniz
EMASYA: Emniyet ve Asayiş
EYP: El Yapımı Patlayıcı
FCS: Geleceğin Muharebe
Sistemleri/Future Combat Systems
FETÖ: Fetullahçı Terör Örgütü FKH: Fırat Kalkanı Harekâtı GATA: Gülhane Askerî Tıp Akademisi GM: Genel Müdür/Müdürlük Gnkur.Bşk.lığı: Genelkurmay Başkanlığı
Hv.: Hava
IŞİD: Irak Şam İslam Devleti İHA/İSA: İnsansız Hava ve Satıh Araçları K.K.K.: Kara Kuvvetleri Komutanı
KBY: Kürt Bölgesel Yönetimi KHK: Kanun Hükmünde
Kararname
KİD: Küresel İklim Değişikliği
KİS: Kitle İmha Silahları
Kuv.: Kuvvet
KYB: Kürdistan Yurtseverler
Birliği
LRAD:Uzun Menzilli Akustik
Cihaz/Long Range Acoustic Device
MDD: Millî Demokratik Devrim MEBS: Muhabere Elektronik Bilgi
Sistemleri
MFP: Multiple Futures Project
(Çoklu Gelecekler) MGK: Millî Güvenlik Kurulu
MGKK: Mobil Görev Kuvveti
Karargâhı
MSB: Millî Savunma Bakanı
NATO: Kuzey Atlantik
İttifakı/North Atlantic Treaty
Organization
NGO: Hükûmet Dışı Kuruluş/Non‐
Governmental Organizations
PDY: Paralel Devlet Yapılanması SAİ: Sivil‐Asker İş Birliği
SKB: Silahlı Kuvvetler Birliği
SKHM: Silahlı Kuvvetler Komuta
Harekât Merkezi
SSM: Savunma Sanayii
Müsteşarlığı
SUTASAK: Subaylık ve Temel
Askerî Anlayışı Kazandırma SWORD: Özel Silahlar Gözlem
Keşif Algılama Sistemi/Special
Weapons Observation
Reconnaissance System
TMMM: Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi/
COEDAT Centre of Excellence
Defence Against Terrorism
TSK: Türk Silahlı Kuvvetleri
TÜMAS: Türkiye'nin Millî Askerî
Strateji Belgesi
YAŞ: Yüksek Askerî Şura


 GİRİŞ

15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişimi sonrasında Hükûmet, KHK (Kanun Hükmünde Kararname)lerle TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri)nin yapısında değişikliklere gitmektedir. 
Temel olarak darbe tehlikesine karşı tedbir getirmeye yönelik bu düzenlemeler, yeni sorunların doğmasına neden olduğu gibi Türkiye'nin halen yoğun bir şekilde devam eden güvenlik ihtiyaçlarını da karşılayamayan bir yapı yaratmaktadır. Bugünün ve geleceğin sürekli değişim gösteren fırsat, risk ve tehditlerine cevap verebilecekdönüşümün TSK’da uzun süredir yapılamamış olmasının yarattığı hassasiyetler, KHK'larla1 yapılan düzenlemelerin de etkisiyle Türkiye'nin hasımlarının kolaylıkla istismar edebileceği, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını güvenlik ikilemine düşürebilecek hassasiyetler yaratmaktadır. Sivil‐asker ilişkilerinin sağlıklı bir düzlemde kurulamadığı, güvenlik kavramının kuramsal, bürokratik, akademik, coğrafi, teknik‐teknolojik, sosyolojik vb. çok çeşitli boyutlarına ilişkin sorunların çözümlenemediği bu ortamda, Ordunun demokratik sivil kontrolü ve askerî yetenek geliştirme/kapasite kazanma için dönüşümü, diğer bir deyişle, hukuki ve işlevsel yetkinliği bir çıkmaza doğru sürüklenme riskini taşımaktadır.

Güncel akışın gerilimler, çatışmalar ve krizler içeren ortamında bulanıklaşan gerçeklik, bilgi kirliliğinde oluşan algılara, geçmişten edinilenlerden beslenen ön kabullere ya da ihtiyatlı yargılara bağlı kalmaktadır. Geçmişte yaşananlar ise tarih yazımının "seçici yanlışlığı" nedeniyle bugüne ya bütünüyle aktarılamadığından2 ya da yaşamın sürekli değişkenliği nedeniyle eskidiğinden bugün için çok fazla bir değer ifade etmemektedir. Bu sis perdesini aralayabilmekte, aklın gözü olan felsefî yaklaşımın gücü ise bir yere kadar yetmektedir. Bu nedenle dünün ve bugünün getirdikleri, geleceğin getirecekleri için sadece verilerden biri olarak kabul edilebilir.

Bu kitap, tam da bu çıkmazlarda bocalayan ülkemizde, "Nasıl bir Ordu?" sorusunun cevabını arıyor. Her ne kadar bu soru son dönemde öne çıkmış olsa da esasında, güvenlik kavramının her döneme ilişkin ana sorun alanını oluşturmaktadır. Bu nedenle cevapların bugüne içkin olmasından ziyade geleceği kapsaması gerekmektedir. 

Bugün bocaladığımız ana konu; Ordunun oldubitti müdahalelerinin önüne geçen bir yapı kurarken, evrensel demokratik normların sınırları içinde kalan, Cumhuriyetin varoluşundan kaynaklanan ve bekasının güvencesi olan bürokratik kültürel mirasının muhafazasını sağlayan meşru ve hukuki özelliklerinin ne kadarının korunacağı meselesidir. Ortaya koyduğumuz cevaplar kadar bu çalışmada tartışmaya açtığımız soruların da ne derece anlamlı olduğunu şüphesiz zaman sınayacaktır.

Bütün orduların siyasetteki konumları ve muharebe kapasiteleri birbiriyle bir şekilde ilişkili, ancak mutlak surette zaman içinde devingendir. Bu birbiri içine geçmiş iki alanı; ADSK (Askerin Demokratik Sivil Kontrolü) ve askerî kapasite artırımı için askerî dönüşüm ana başlıklarıyla tanımlıyoruz. Bu iki alan; demokratik, kültürel, ekonomik, askerî, teknolojik vs gelişmişlik seviyelerine göre farklı ölçülerde de olsa her devlet için sorunlar içerir.

ADSK, sivil kurumlardan farklı olarak; güce, ihtisasa, hiyerarşiye, inisiyatife, yetkiye, sorumluluğa, kültüre ve geleneklere sahip olması nedeniyle özerk bir niteliği bulunan Ordunun otonom alanının ve siyasetle ilişkisinin sınırlarının belirlenmesine yöneliktir.
ADSK, yasalar eliyle düzenlenen ancak güvenlik paradigması, devlet geleneği ve askerî kültür tarafından etkilenen bir süreçtir.
Askerî dönüşüm ise millî güç unsurlarının bütününü içeren kaynak ve imkânlarla siyaset ve harekât alanının ihtiyaçları arasındaki tutarlılığın sağlanmasına ilişkindir. 
Bu ise sistemin geri beslemesine, öngörüye ve değişim kültürüne sahip olunmasını gerektiren bir süreçtir. Bu süreç devamlılık ile karakterize edilse de değişiklikler çoğu zaman devrimsel/radikal nitelikler içerir, yumuşak geçişler nadiren mümkün olabilir.

ADSK, askerî dönüşümleri yönlendirebildiği gibi engelleyebilir de. Bu, sivil‐asker ilişkilerindeki gelişmişlik, işbirliği ve bir arada çalışabilme yetkinliğine bağlıdır. 
ADSK kısa süre içerisinde alınabilecek kararlarla sağlanabilir. Ancak hukuksal düzenlemelerin doğru ve sağlıklı uygulanabilirliği, güvenlik sektörünün sivil
kanadının belirli bir birikim ve yetkinliğe ulaşmasına bağlıdır.
Diğer taraftan, askerî dönüşümlerin sonuçlarını alabilmek için zaman, kaynak ve imkâna ihtiyaç duyulur. Bu nedenle ADSK için demokratik yönetime, askerî dönüşüm için stratejik yönetime ihtiyaç vardır.

Her iki değişimi de birlikte ele aldığımız bu çalışmada, her iki alanın da birbiriyle ilişkilerini gözetmeden bir ekolojik sistem oluşturulamayacağı tezi savunulmaktadır.
İncelemede Yöntem Böyle bir analizde en sağlıklı çıkış noktası, algıların aldatıcılığından sıyrılan gerçekliktir. Böylece, popüler cevapların ve geçici doğruların peşinde  koşmaktan kaçınmak mümkün olur. Diğer bir deyişle, cari bilgi bombardımanı ve tartışmaların incelemenin bütününe hâkim olmasının önüne geçilmesi gerekir. 
Ancak bugün karşımızda kanayan bir yara gibi duran akut sorunların tedavisinden öteye, bu sorunları da atlamadan, kangrenleşmiş asıl sorunun saptanmasına yönelmek temel bir görevdir. Bu, görünen nedenlerden çok, daha alt katmanlarda onları yaratanlara yönelik bir arayıştır. Bu çabayla Birinci Bölümde (Sorunu Tanımlamak)sırasıyla Ordunun dönüşüm meselesinin neden sürekli bir şekilde gerçekleştirilemediği, bu durumun bizi nasıl bir sorunlu alana taşıdığı ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasına hâkim olan güvensizlik ortamında KHK’larla yapılan düzenlemelerin mevcut sorunları nasıl daha da kötüleştirdiği üzerinde durulmaktadır. 
Bu kapsamda 15 Temmuz’dan kısa süre sonra başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtı, KHK’larla getirilen yeni sivil‐asker iş birliği (SAİ) ve komuta‐kuvvet yapılanmaları nın test alanı olarak incelenmektedir.

Sorunların tanımlanması gerçekte zor bir uğraştır. Öncelikle araştırmacının kendini sorunun dışında tutarak özne‐nesne ve değer‐olgu ayrıştırması yaptığını iddia etmesinin çoğu zaman karşılığı yoktur. Bu durum, bu kitabın konusu ve yazarlarının kimliği bağlamında da geçerlidir. Konu TSK, yazarlar da emekli de olsa askerler olduğunda, sorunu kurum içi ve dışı tüm boyutlarıyla tanımlayabilmek ahlaki, vicdani ve bilimsel zorlukları barındırır.
Bu noktaya nasıl ve neden geldik? sorusunun yanıtı aranırken sadece dış etkenlere odaklanmak eksik kalır. Kurum ve Kurumun içindekilerin tarihsel rollerini de incelemek gerekir. 
Bu noktada Birinci Bölümde “kendimiz” öz eleştiriye tabii tutulmuştur. Bu öz eleştiride hedeflenenler, “belirli şahsiyetler” den ziyade süreçler, işlemler, uygulamalar ve kendine kurallaştırmalardır. “Çuvaldızı kendimize batırırken”, biz yazarlar da “kendimize” dâhildir.

Devletler bekalarını ve yurttaşlarının güvenlik ihtiyacını kuvvet kullanma tekelini3 elinde bulundurmak suretiyle ve güvenlik sektörü vasıtasıyla yerine getirirler. 
Burada Ordu başat aktördür. Ordunun devlet için vazgeçilemez olma özelliği ne ölçüde tartışılmaz ise devlet içindeki konumu da o oranda tartışmalara konu olmaktadır. 
Bu konumlanma yasalarla çizilse de, devlet ve Ordunun toplumdaki konumu, rollerindeki dönüşüm, ulusal güvenlik paradigması ve toplumsal ve askerî kültür ile doğrudan ilgilidir. Türkiye'nin hâlihazırdaki ve gelecekteki muhtemel güvenlik ihtiyaçlarını karşılayabilme imkânı, bir ölçüde kesişim alanları bulunan iki mesele tarafından belirlenmektedir.
Yukarıda da değinildiği üzere birincisi, Ordunun demokratik sivil kontrolü; ikincisi, askerî yetenek kazanma/kapasite artırımıdır.
Ancak bu iki alanın daha büyük kavram olan güvenlik içerisindeki konumlarını saptamadan yapılacak değerlendirmeler eksik kalacaktır. Bu nedenle İkinci Bölümde (Kuramsal Arka Plan) öncelikle inceleme evrenini oluşturan güvenlik kavramı üzerinde durulmuştur. Ardından güvenlik sektörünün dönüşümü üzerinden bizi "demokratik sivil kontrol" kavramına götüren sivil‐ asker ilişkileri ile ilgili kuramlara ana hatlarıyla yer verilmiştir. Bölümün sonunda, özellikle Soğuk Savaş sonrasında modern ordulardaki dönüşüm eğilimi ve dönüşüm konusundaki tek başarılı örneği oluşturan uygulamaya değinilmiştir.

Üçüncü Bölüm (Nasıl Bir Gelecek?)de günümüzün ve geleceğin güvenlik ortamı ile bu ortamda Türkiye'nin güvenlik ihtiyaçları analiz edilmektedir. Bu analizde, TSK'nın ayrıntılı görev ve işlevler listesi oluşturulmuştur. Ayrıca bu görevlerin yerine getirilebilmesi için güvenlik sektörünün diğer aktörlerinin dönüşümünde dikkatealınması gereken hususlara kapsamla kısıtlı olmak üzere öneriler getirilmiştir. Dördüncü Bölüme (Nasıl Bir Ordu?) önceki bölümlerde yer alan hususlar ışığında önerilen Ordunun hukuki ve işlevsel dönüşüm modelinin, ilke ve esasları ile mimarisi oluşturularak başlanmıştır.

Bu model TSK’nın demokratik sivil kontrolü ile askerî kapasite artırımı arasındaki etkileşim; sinerji yaratabilme ve ekolojik sistem oluşturabilme başta olmak üzere diğer yönetim prensipleri ışığında tasarlanmıştır. Bölümde askerî yetenek kazanma/kapasite artırımı için belirlenen ölçütler (Bürokrasi, doktrin, yapılanma, liderlik, eğitim ve öğretim, harp silah ve araçları, insan kaynakları) ışığında ne gibi düzenlemeler yapılması gerektiği üzerinde durulmuştur.

Kitabın Sonuç bölümünde, başta Hükûmet olmak üzere konuyla ilgili siyasal ve sosyal paydaşlara önerilerde bulunulmaktadır.
Zamanın eskitmediği hiçbir şeyin olmadığını temel veri alarak, bu çalışmada önerilenlerin ancak sürekli dönüşümü mümkün kılan, hatalarından ders alarak kendisini yeniden inşa edebilen bir ekolojik sistem oluşturabildiği ölçüde geçerli olduğu fikri temel çıkış noktasını teşkil etmektedir. Söylerken de, gerçekleştirirken  de kolay olmayan bu yetkinliğin kazanılabileceği iddiası, dogma olmakla "ekol" yaratabilmek arasındaki farkı ortaya koyacaktır.

Bu kitapta temel amaç; Türkiye Cumhuriyetinin, Türk Milleti'nin ve içinde yer alınan geniş coğrafyadaki halkların beka ve güvenliklerinin sağlanması için vazgeçilmez önemi haiz olan TSK’nın çağımızın ve sürekli değişen güvenlik ortamının gereklerine cevap verebilen; insanı, toplumu ve hukuku önceleyen; verimli, etken ve etkin bir yapıya kavuşturulmasına katkı sağlamaktır.
Bu katkı ancak, kalıplaşmış ve dogmalaşmış bakış açılardan ziyade eleştirel, açık ve bütüncül bir yaklaşımla sağlanabilir.
Bu itibarla bu kitap alanda ilk olma özelliği de taşımaktadır. İlk olmanın öne çıkan iki boyutu önemlidir. Birincisi, eleştiriye, yoruma ve katkıya açıklıktır. 
İkincisi ise daha sonra yapılacak olan çalışmalara kapı aralamasıdır. Aslında her ikisi de kitabın hazırlanmasındaki amacın gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaktır

Giriş Bölümü Son Notları

1 Eserin tamamında dilbilgisi kuralı gereği "ke" olarak telaffuz edilen "k" harfiyle ilgili kısaltmalarda, kullanışta yaygınlık kazanmış olan"ka" telaffuzu esas alınmıştır. Bu nedenle örneğin "KHK'lerle, TSK'nin" yerine "KHK'larla, TSK'nın" şeklindeki kısaltmanın kullanımı benimsenmiştir.
2 Tarihsel anlatıda "olay örgüsü" olarak tanımlanan; çok sayıda ve dağınık olayları birlikte kavrayarak bütün ve eksiksiz bir öyküyüşematize ederek anlatabilme sorunu için bkz. Paol Ricceur, Zaman ve Anlatı 1: Zaman Olayörgüsü Üçlü Mimesis, (Çev.: Mehmet ve Sema Rifat), İstanbul: 
Yapı ve Kredi Yayınları, 2007, s. 16.
3 Max Weber, Sosyoloji Yazıları, (Çev. Taha Parla), 12.Baskı, İstanbul: Deniz Yayınları, 2008, s. 138.

1'inci BÖLÜM SORUNU TANIMLAMAK


Geç Kalan Dönüşüm;

15 Temmuz 2016'da maruz kalınan FETÖ'cü darbe girişimi, hemen her alanda toplumca uzunca bir süredir ertelenen pek çok sorunla yüzleşme mecburiyetini ortaya koydu. 

Cumhuriyet tarihinin en büyük travmalarından birini oluşturan bu saldırıyı hazırlayan toplumsal, kültürel, siyasi, ekonomik vb. alanlarda pek çok nedeni sıralamak mümkündür ve hatta sorunun anlaşılabilmesi için zorunludur. Bunların hepsinin ortak paydası ise yaşanan tecrübelerin ve süreçlerin; toplumun eğitim seviyesi yüksek, gündemi takip edebilen kesimlerinde belli bir seviyede tartışılmasına karşın geniş halk kitlelerinde olayların sadece “hain bir cemaat örgütünün alçakça hareketi” olarak tanımlanıp geçiştirilmekte olmasıdır. Zira toplum bu tür olayları önceki darbeler de dâhil, yeterince açık yüreklilikle ve nesnel bir şekilde tartışma geleneğine sahip değildir. Yaşamın "engellenemezi" olan değişimleri görmezden gelmek, sorunların zamanla daha da kötüleşerek artmasına neden olmuştur. Türkiye’de değişimi her toplumsal katman kendine göre algılamış ve tanımlamıştır. “Yeni Türkiye” kavramı, kullananlara göre bir “değişim” idi. Toplumun dikkate değer bir bölümü bunu Cumhuriyetin yıkılması ve Atatürkçü Düşünce Sisteminin tasfiyesi olarak gördü. Toplumda önemli sorunlarımızdan birisi, ortak paydalarımızın gittikçe azalması,fikirlerin kimlik ve değerler üzerinden kalıplaştırılarak dondurulduğu bir ortamda toplumun uzlaşma kültürünü ve gelişme heyecanını kaybetmesi ve daha da ötesinde, 
farklı grupların birbirlerine düşmanca bakmaya başlaması, farklı görüşleri bastırılması gereken tehditler olarak görmesidir. Bu ülkenin sorunları açık yüreklilikle tartışılabilseydi, aslında onları hazırlayan nedenlerin zırhı da yırtılabilir ve zamanında belirli dönüşümler gerçekleştirilebilirdi.

Dönüşümler ancak güç sahiplerinin sorgulandığı ve değişebildiği ya da değiştirilebildiği ortamlarda gerçekleşebilir; bu ise nadiren toplumsal erdemle, çoğunlukla da toplumsal bir mecburiyetle olur. Erdemin egemen olmadığı toplumlarda ne bu zırhlar yırtılabilir ne de güç, egemenliğin tek sahibi olması gereken vatandaşlarınyararına dağıtılabilir. Ne de vatandaşlar bu durumun farkına vararak değişim yönünde demokratik haklarını kullanabilirler.

Katılımcı demokrasiyi geliştirebilen, yukarıdan aşağıya tek yönlü yönetim yerine çok yönlü etkileşimi mümkün kılan iyi yönetişime geçişi başarabilen toplumlar 
erdemli toplumlardandır.
Bu toplumlardaki içsel dinamikler, dönüşümün zorunlu ve hatta doğal sayıldığı yetkinliği yaratır. Bu yetkinlik esasında "demokratik sistem" meselesinden çok 
"demokratik toplum" anlayışıyla sağlanabilir.
Toplumsal örgütlenmelerin, yurttaşın devlete karşı güçsüz yanını kapatmanın ötesinde diğer yurttaşlar aleyhine güç kazanma kapasitesini ehlileştiremediği toplumlarda dönüşüm talepleri ya tekelleşir ya da baskılanır. Bu nedenle aslında bir toplumdaki dönüşüm yurttaşın haklarının korunmuşluğu, taleplerini dile getirebilme gücü ve bilinç düzeyi ile doğrudan ilgilidir. Ayrıca, servetin kaynağının rant ve talan olduğu toplumlar, emeğe saygı ve adil bölüşümü sağlayabilen toplumlara oranla dönüşüme isteksizdir. Emekle hakkedilerek kazanılmamış gelire alışmış toplumlarda rant kollama kültürü en ince kılcal damarlara kadar yayılır, kuşaklar arasında aktarılır, insanların zihinsel topografyasında gömülü olarak kodlanır, çalışma‐ödül nedenselliğini, liyakat ve verimliliği hedefleyen dönüşüme engel olur. Benzer şekilde, servetin, gücün, 
statülerin, saygınlığın birey ve/veya gruba sadakat/biat, iltimas, irtikâp ve rüşvetle dağıtıldığı toplumlar dönüşüme karşı dirençlidir.

Temel işlevlerini yerine getirememe derecesine göre, “kırılgan”, “zayıf”, “başarısız”, “çökmüş” devletler1 diğer alanlarda olduğu üzere güvenlik sektöründe de dönüşüm gerçekleştirme kapasitesi kısıtlı devletlerdir. Çünkü çoğu durumda bu devletlerde hükümetlerin başta ordu olmak üzere güvenlik sektörü üzerindeki otoriteleri ya tartışmalıdır ya da güvenlik sektörünün meşruiyeti devletin meşruiyetinin önüne geçmiştir. Ayrıca bu tür ülkelerde siyaset kurumu ve güvenlik sektörü; hesap vermeme, denetlenmeme ve gözetim yoksunluğu ile uzun süreli çatışmaların sonucu ortaya çıkan çatışma ekonomisine bulaşma nedeniyle çoğunlukla yozlaşmıştır. 
Çatışma ortamı ve ekonomisi, içinde bilerek yer alan her aktör için maddi, statü, oy ve itibar olarak önemli getiriler sunar. Bu getirilerin devamını sağlama isteği, 
dönüşümü engel olarak görür.

Uluslararası ortamın güç ilişkilerinin yoğun olarak yaşandığı anarşik yapısı devletleri sürekli bir gerilim ortamında hareket etmeye zorlar. Bu tedirginlik, güvenlik sektörünün gerek anayasal konumlandırılmasında gerekse mevcut gücün muhafazasında değişimin engellenmesi yönünde güçlü bir baskı yaratır. Stratejik istila yolları üzerinde bulunan, hasım güçler arasında yer alan, sorunlu komşularla kuşatılan, stratejik enerji kaynaklarının yaratmış olduğu risklere maruz kalan ve coğrafi konumları itibariyle sorunlu olan devletler bu tedirginliği daha yoğun olarak yaşadıklarından güvenlik sektöründeki değişimlere karşı esnek değildirler.

Küreselleşmenin ulus devletler üzerinde yarattığı aşındırıcı etkinin bu devletlerin güvenlik ihtiyaçlarını artırması, güvenlik sektöründe demokratik değişimlerin ya da kuvvet indirimine gidilmesi gibi riskli kararların alınmasını zorlaştırır. Esasında yukarıda değinilen sosyolojik, kültürel veya dışsal nedenler olmasa da devlet hayatında dönüşüm, özellikle de ordunun dönüşümü doğası gereği sorunludur. Siyasetin bugünün, devlet hayatının ise geleceğin sorunlarıyla ilgilenmeyi önceleyen tutumu arasında belirgin bir gerilim olagelmiştir. Yürütme erkinin, parçası olan bürokrasiye olan üstünlüğü nedeniyle  kültürel, işlevsel, 
yapısal vb. kökü derinlere uzanan sorunlara kısa evreli ya da dar öngörülü çözümler getirmek gibi hayati hatalar yapma tehlikesi göz ardı edilemeyecek 
bir olgudur. Diğer taraftan, günlük siyaset ve ulusal güvenlik siyasetinin farklı öncelikler içermesi ve askerlerin geleneksel görev, yetki ve sorumluluklarını terk 
etmeye karşı dirençleri dönüşüm çabalarının ötelenmesine neden olur.

Ayrıca, herkesin değişimi istediği ancak hiç kimsenin değişmeyi kabul etmediği içsel dönüşüm projelerinin kaçınılmaz sonu başarısızlıktır. Diğer taraftan dönüşümün yapılabilmesi için uygun koşulları (daha statik bir güvenlik ortamını) yakalama arzusu dönüşümün ötelenmesine yol açar.
Siyasi karar merciinin devletin güvenlik sektörünün aktörlerini birbirlerine göre konumlandırması kurumlar arasında saygınlık, rekabet ve güven bunalımını körükler. 
Bu nedenle, güvenlik sektörünün dönüşümü, yürütme erkinden başka, egemenliğin diğer ana aktörleri olan yasama ve yargının  belirli bir olgunluk ve kararlılığa sahip olmasını gerektirir. Ayrıca, kamuoyunu şekillendiren basın‐yayın ve sivil toplum kuruluşlarının, aydın ve ileri gelenlerin ordunun hukuki konumu hakkında ilkesel, işlevsel etkinliği hakkında ise rasyonel bir bilgi düzeyine sahip olması gerekir. Ordunun dönüşümü, güvenlik sektörünün diğer aktörleri olan; emniyet teşkilatı, istihbarat kurumları, sivil savunma ve yerel güvenlik unsurları gibi diğer güvenlik birimlerinin, üniversitelerin, düşünce ve araştırma kuruluşları nın, güvenlik sektörü ile ilgili  dernek ve vakıfların dönüşümünden  farklılıklar arz etse de ayrı tutulamaz; çünkü bunlar aynı alanın farklı kesimlerinde konuşlanmışlardır. 

Dolayısıyla ordunun dönüşümünün sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için, sistemin her bir unsurunun güvenlik paradigmasının belirleyenlerine göre yeniden
yapılandırılması gerekmektedir.

Bütün bu problem sahalarının ortadan kaldırıldığını, ordu da dâhil olmak üzere bütün aktörlerin dönüşümden yana olduğunu varsaydığımızda dahi bu süreç zorluklarla doludur. Bu sorun,demokratik sivil kontrolün ve işlevsel dönüşümün güvenlik beklentilerini ne ölçüde karşılayabileceği ve dönüşümde başarısız
olunabileceği endişesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü güvenlik ikame edilebilir ya da yokluğuna katlanılabilir bir şey değildir.
Dönüşüm, yüksek bir riski içerdiğinden, olgunlaşmış bir dönüşüm kültürü ve kapasitesi gerektirdiğinden, orduların etkinlikleri ve hukuki konumları, savaş ve darbe gibi büyük sınanmalara maruzkalmadıkları sürece genellikle sorgulanmaz. Büyük sınamalar sonrası da doğru tespitler yapılamadığında dönüşüm başarısız olur.

Yukarıda ana hatlarıyla değinilen direnç noktaları, birbirlerini besleyen, karşılıklı olarak destekleyen ilişkiler oluşturduğunda yapısal ve kronik bir soruna dönüşür. 
"Dönüşememe sarmalı" olarak tanımladığımız; toplumlarda ve devletlerde dönüşüme karşı duruş aslında başarısızlığın hem nedeni hem de sonucudur.
Hemen her toplum ve devlet bu sarmalın yarattığı girdaptan farklı seviyelerde de olsa etkilenir. Türkiye'de devletin oluşumundan kaynaklanan özellikler dışında ordunun demokratik sivil kontrolü ve işlevsel dönüşümü ana hatlarıyla buraya kadar çizilen genel çerçeveye benzer özellikler taşımıştır.


***

4 Ağustos 2016 Perşembe

TÜRK ORDUSU DEVLET ELİYLE TASFİYE Mİ EDİLİYOR?



TÜRK ORDUSU DEVLET ELİYLE TASFİYE Mİ EDİLİYOR?

 

Tahir Tamer Kumkale
519bkHu2bfL._SX331_BO1,204,203,200_















Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk Vatanseverliğinin Çelikleşmiş bir ifadesidir. (1937)
Bakanlar Kurulunun Olağanüstü Hal uygulamasına ilişkin 115 madde ve 91 sayfalık 669 Sayılı Kararı ile Türk Silahlı Kuvvetleri yeniden yapılandırılarak bir daha darbe yapamıyacak şekilde dizayn ediliyor. Yani bugün fiilen sıcak savaşı sürdürerek şehit ve gaziler veren Türk ordusu bir merasim ordusu haline dönüştürülüyor. Ordu-Millet Türklerin gözbebeği durumundaki askeri kurum ve kuruluşlar birkaç çete mensubunun başarısız darbe girişimi bahane edilerek tasfiye edilmeye çalışılıyor..
Sonuncusunu 10 Kasım 2015’de yayınladığım toplam 1500 sayfa tutan 3 ciltlik “TÜRK ORDUSU” başlıklı seri kitaplarımda ordumuz üzerindeki küresel oyunları açıklamış ve bu müstesna kuruluşumuza sahip çıkmamızın ülkemizin bu coğrafyada ayakta kalabilmesi bekası için zorunluluk olduğunu vurgulamıştım. Ama dikkate alan olmamıştır.
518Gqa+yirL._SX331_BO1,204,203,200_














Sonuçta yeteneksiz olduğu belli olan komuta heyetinin yarattığı zafiyet ile 15 Temmuz darbesi gerçekleşmiştir. Bu darbe Ordu-Millet Türklerin sağduyusu ve Türk ordusunun darbeye katılmayan büyük kesiminin çabalarıyla çok kısa bir sürede önlenmiştir. Türk milleti darbecileri lanetlerken içinden çıkardığı ordusuna sahip çıkmıştır.
Binlerce yıllık Türk Ordusunun geleneksel komuta sistemini darmadağın eden 669 Sayılı Kararname hakkında CHP, MHP ve diğer partilerden ciddi bir ses duyulmamıştır. Sadece Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek ve Vatan Partili generaller bu uygulamanın doğuracağı sakıncaları açıkça halkımızla paylaşmışlardır.
Konuya ilişkin olarak Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 1 Ağustos 2016 tarihinde basına yansıyan aşağıdaki tüm görüşlerine aynen katıldığımı özellikle belirtiyorum. Ordumuza daha fazla zarar vermeden yapılan yanlışlıktan ivedilikle dönülmesini yararlı olarak görüyorum.
514d3n32MUL._SX331_BO1,204,203,200_














1 Ağustos 2016 Tarihli basından;
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, partisinin İzmir İl Başkanlığı’nı ziyaret etti. Genel Başkan Perinçek burada yaptığı konuşmada, darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısını değiştiren kanun hükmünde kararnameyi eleştirdi.
Perinçek şöyle konuştu:
“Türk ordusuna düşmanlık yapan, Türk ordusunu savaşamaz hale getirmeye yönelik bu kararnameleri çıkaran iktidar, Türkiye’yi yönetemez. Ordu düşmanı bir iktidar Türkiye’yi yönetemez. Ordu düşmanları oy da alamaz. Bu ordu düşmanlığı, AKP iktidarının sonunu getirecektir. Askeri birliklerin önüne çöp kamyonlarını yığarak, tehdit olarak orduyu göstererek kendi yıkılışınızı hazırlıyorsunuz. Ordu ile savaşarak nereye varacaksınız? Bu millet sizi sırtından atacak. Bu millet sizin iktidarınıza son verecek. Çok güvendiğiniz oyların nasıl eridiğini göreceksiniz.
Orduya düşman olan bir iktidarı kesinlikle ayakta tutamayız. Onlara oy vermek bundan sonra haramdır. Türk milleti, Türk ordusuna düşman olan bir iktidarı oylarıyla aşağıya indirecektir.
‘BU KARARNAMENİN KÖKÜ DIŞARDA’
Kararnamenin kökünün dışarıda olduğunu öne süren Perinçek, “Bu kararname, devlete, Cumhuriyet’e, orduya ve millete karşıdır. Bu kararnamenin kökü dışarıdadır. Amerika’nın 2005 yılından beri Türkiye’ye dayattığı ordunun yeniden düzenlenmesini içeriyor. Yunan Silahlı Kuvvetleri 2002 yılına kadar AKP’nin getirdiği sistemi uyguluyor. 2002’deki Kardak Krizi sonrası bu sistemin iflas ettiğini Yunanistan ders olarak çıkartıyor. Türk ordusu örnek alınarak, Yunan düzenlemesi yeniden yapılıyor. Bu kararname FETÖ’cülerin kararnamesidir. FETÖ’cüler ‘Yeni yapılanmaya ihtiyacımız var’ diyordu. Türkiye bu kararname ile bir karışıklığa doğru itiliyor. Türk ordusu ve devlet arasında beraberlik bozuluyor. FETÖ’cüler de şu anda bayram yapıyor. Uyarıyoruz; FETÖ’cüleri, Amerika’yı sevindiren bir kararname çıkarttınız. Bu program düşmanın programıdır”
ANAYASAYA AYKIRI
Kararnamenin Anayasa’ya aykırı olduğunu ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin savaş yeteneğine darbe indirdiğini kaydeden Perinçek, emir komuta zincirinin Genelkurmay Başkanı’nın elinden alınmasıyla Genelkurmay Başkanlığı’nın bina amirliğine dönüştürüldüğünü savundu. Savaş çıkması durumunda bunu kimin yöneteceğini soran Perinçek, “Savaşı kim yönetecek? Milli Savunma Bakanı mı yönetecek? Bunu ancak düşman yapar. Askeri okulları kapatıyorsunuz. O askeri okullardaki halk çocuklarıdır. Halkına bağlı, Cumhuriyeti’ne bağlı Türk subayı yetişiyor orada. Kapattığınızda, Türk subayını hedef alıyorsunuz. Polis, jandarmanın görevini yapamaz. Bu halkın askere saygısı var ve o saygı iç güvenlik açısından en büyük değer. Hastanesi olmayan ordu nerede var? Savaşan ordu, yaralanan, şehit olan ordudur. Hastanesi olmayan ordu savaşamaz. Türk ordusunun savaşmaması için yapılan bir uygulamadır. İçeride de bu darbeden sonra neler bekleniyor? ABD IŞİD’i üzerimize sürecek. PKK şimdi tekrar inlerinden çıktı, Türk ordusuna karşı çeşitli uygulamalara girdi.
MİT ve Genelkurmay Başkanlığı’nın, Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması da Anayasaya aykırı bir durum. MİT’i ve Genelkurmay Başkanlığı’nı Cumhurbaşkanlığı’na bağladığınız zaman Anayasa sistemini bozarsınız. Meclis’in denetimini ortadan kaldırırsınız. Hükümeti denetleme yetkisini ortadan kaldırıyorsunuz. Yani Meclis’e darbe indiriyorsunuz. Bu henüz gerçekleşmedi. Henüz bir plan, ancak bu Anayasaya aykırı” diye konuştu.
GENELKURMAY BAŞKANI AKAR’A ÇAĞRI
Konuşmasında Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a da çağrıda bulunan Perinçek, şunları söyledi:
“ Sizin Anayasal görevinizdir ordunun savaş yeteneğini yüksek tutmak. Buna bağlı olarak milletinize karşı Cumhuriyete, Mehmetçiğe karşı sorumluluklarınız var. Kararname uygulanmasına karşı Genelkurmay Başkanlığı’nı, Anayasal görevini yerine getirmeye davet ediyorum. Ordunun yapısını bozan, PKK’ya sevinç veren bu kararnameden vazgeçmeleri için AK Parti tabanı da harekete geçmeli. Ordu düşmanlığının altından kalırsınız. Ordu düşmanlığı millet düşmanlığıdır. Biz geleceğe güveniyoruz. Hiç kimse korkmasın. Bu yapılanlar AKP’nin kendi sonunu hazırladığını göstermektedir.
Darbe girişiminin kurmaca olduğu yönündeki iddiaları değerlendiren Perinçek, bunun gülünç olduğunu böyle bir kurguyu kimsenin sahneleyemeyeceğini belirtti. Perinçek darbe girişiminde ABD ile Türkiye arasında bir savaş yaşandığını ve darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen’in bulunduğunun çok açık olduğunu vurguladı.



..