Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2020 Perşembe

PSİKOLOJİK HAREKATÇI GÖZÜYLE KORONA VİRÜSÜ NEDİR.,

PSİKOLOJİK HAREKATÇI GÖZÜYLE KORONA VİRÜSÜ NEDİR.,

PSİKOLOJİK HAREKATÇI GÖZÜYLE KORONA VİRÜSÜ NEDİR?

Tahir Tamer Kumkale.,
14 Mart 2020 14.00




İnsanları Mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. 
İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. ( Gazi Mustafa Kemal Atatürk–1931)

Dünya ülkeleri kısa bir süre önce Çin’de başlayan KORONA VİRÜSÜ olayıyla meşguller. Tek gündem maddesi bu. Ülkeler virüse karşı mücadele için tüm güçlerini seferber ediyorlar.

Peki nedir bu? Neden ve niçin ÇİN’den başladı?

Kanaatimce bu durum, dünyayı asırlardır kendi koyduğu kurallara göre yöneten küresel güçlerin (Tapınak Şövalyeleri, CFR, BILDERBERG v.s.) 
Dünyaya düzen vermek istediği ve ülkeleri istediği düzende tutmak için başlattığı biyolojik savaşı anlatmaktadır.
Bundan öncede ASYA GRİBİ, HONKONG GRİBİ, KUŞ GRİBİ, SARS VİRÜSÜ gibi küresel salgınlar çıkartılarak dünya devletlerine dersler verilmiş 
ve ülkelerin güçleri küresel patronların istediği düzeye ininceye devam ettirilmiş, bilahare daha önceden hazırlanmış aşılar piyasaya çıkartılmış, 
aşı satışlarından çok büyük kazançlar sağlanıp bir taşla birkaç kuş vurularak oyuna son verilmiştir..
Bu defada durum aynidir. Oyun tarihteki örneklerine uygun şekilde kontrollü bir şekilde oynanmaktadır.
İlk hedef Çin’dir. Hızla ve vaktinden evvel büyüyerek güçlenen ÇİN’in ekonomisine balta vurarak ÇİN’e süper güç olma yönünde darbe indirmektir. 
Bu hedef başarılmıştır. Çine daha uzun bir süre normal sistemine devam edemeyecektir. 
Çin Ekonomisi küresel dünyayı tehdit etmekten çıkacak Sadece kendi iç piyasasına yönelik olacaktır..
İkinci hedef Rusya’dır. Putin ile şaha kalkan Rusya artan petrol ve doğal gaz fiyatları ile kısa sürede zenginleşmiş, ekonomisini düzeltmiş, 
yeniden bir süper güç olduğunu ortaya koyarak Suriye’de tarihi hedefleri olan sıcak denizlere ulaşmıştır. Şimdi düşürülen petrol fiyatları ile 
maddi sıkıntı içine girecek Rusya bir müddet daha küresel aktör olmaktan uzaklaşacak ve ancak kendi kendini yönetir bir duruma gelecektir.
Üçüncü ana hedef Almanağının başını çektiği Avrupa’nın gelişmiş ülkeleridir. Güçlenerek ABD’ne rakip bir dünya devi olmaya çalışan Avrupa 
devletlerinin aslında sanıldığı kadar güçlü olmadıklarını anlayarak küresel güç olma sevdasından vazgeçerek Avrupa’dan dışarıya açılmalarının 
önüne set çekilecektir.
Son hedef ABD’dir. Soğuk savaş döneminden beri tek dünya lideri konumunda bulunan ABD’ne gücünü koruduğu, fakat Trump ile yürütülen 
politikalarında tutarsızlıklar bulunduğu gösterilecektir. Bu dönemde ABD; bazı noktalarda ki eksikliklerini tamamlama sürecine girecektir.
Peki bu gidiş ne zamana kadar devam edecektir. Bunu bilmek önceden mümkün müdür?
Evet mümkündür. Bu oyunu planlayan Tapınak Şövalyeleri istedikleri hedefe ulaşınca durdurma düğmesine basacaklardır. Şimdi virüsün dünyaya 
tamamen yayılmasını bekliyorlar.. Bu arada bu virüsün etkilediği yerlerin çok fakir ve yoksul Afrika ve Asya ülkeleri değil zengin ve refah içinde 
yaşayan güçlü ülkeler olması da kurgulanan senaryo gereğidir.
Şimdi sıra bu virüs için önceden hazırlanarak depolanan aşı ve karşı sağlık tedbirlerinin devreye sokulmasına gelmiştir. Sanırım bu aşı işinden de 
hayal dahi edilemeyen meblağlarda paraların kazanılacağı ve küresel güçlerin gücüne güç katılacağı açıktır.
Benim kanaatime göre dünya ülkeleri önümüzdeki iki ay daha her türlü iç ve dış sorununu erteleyecekler ve gündemlerini sadece virüs işgal 
edecektir. Sonra konu birdenbire gündemden çıkacak ve yeni hazırlanan senaryolar gündeme dahil edilecektir.
Peki bu büyük oyunu önlemenin çaresi yok mudur? Hayır yoktur. Oyun devreye sokulmuştur ve ok yaydan çıkmıştır.. Ülkeler bu oyun içinde sadece 
kendilerini koruyucu basit tedbirler alabileceklerdir.
Ve bu oyun her zaman olduğu gibi başlatan tarafından bitirilecektir.

18 Haziran 2017 Pazar

Ecevit'ler ve Hükümet krizi

Ecevit'ler ve Hükümet krizi

 4 Ekim 2001 Perşembe 


19 Şubat 2001 tarihinde Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın MGK toplantısı esnasındaki tutum ve davranışları ile başlayan kriz bütün yıkıcılığı ile ve şiddetini çoğaltarak devam ediyor.

21 Şubat'ta konu ile ilgili kaleme aldığım DORUKTA KAVGA isimli yazımda o günlerdeki kritik gelişmeleri irdelemiş ve değişmeyen bir gerçeği vurgulamıştım.  Bu gerçek; yıllarca ülke yönetimine sahip olarak ülkeyi bugünkü durumlara sürükleyen eskimiş, bitmiş ve tamamen tükenmiş yöneticilerin süratle görevlerini gençlere terkederek artık tarihteki yerlerini almakta çok geç kalmış olmaları idi.

Yarım asırdan beri yöneticilik ve liderliği sadece kendi tekelinde görerek, devlet yönetiminin allahtan kendilerine bir vahiy ile geldiğini zannedip gitmemekte direnen Başbakan ECEVİT ve ekolünün biran önce bu milletin yaklasından düşmesini istemiştim. Bu davranışları ile kendilerinin yönetimde bulundukları yarım asır süre içinde bu ülkeye ve bu asil millete yapacakları en hayırlı iş olarak tarihe geçeceklerini vurgulamıştım.

Ayni konuları 31 OCAK 2000 tarihinde Cumhurbaşkanlığını terketmemek için uğraşan 9 ncu Cumhurbaşkanımız Sayın DEMİREL için dile getirmiştim.

Ne yazık ki geçen süre içinde fikir ve düşüncelerimi aksi yönde etkileyecek hiç bir gelişme olmadı. Ülke devri geçmiş yöneticiler elinde giderek içinden çıkamayacağı bir kaos'un içine sürüklendi. Bundan sonraki günlerde Sayın ECEVİT'lerin iktidarda kaldığı sürece giderek artan bir şekilde kötü günlerin geleceğini görmek için fazla bir çaba gerekmiyor.

Bulunduğumuz coğrafya, tarihi geçmişimiz, yetişmiş insan gücümüz, müthiş enerjiye sahip milli güç potansiyelimiz ile Türkiye yönetilmesi gerçekten zor bir ülke oldu... Çözülemeyen karmaşık sorunlarımız katlanarak büyüyor. Yine hepimiz biliyoruz ki Sayın Bülent ECEVİT'in sağlığı; içinde bulunduğumuz bu zor dönemde Türkiye'yi iyi yönetmesi için en büyük engel. ECEVİT ailesi ve birkaç DSP milletvekili dışında 65 milyonun tamamı bu durumun farkında.

Artık ECEVİT'in çekilmesi ve yerini gençlere bırakması zorunlu hale geldi. Fakat anlaşılmaz ve açıklanamaz bir inatla Sayın ECEVİT'ler gitmemekte direniyorlar. Sayın Ecevit'in bizzat kendisi Milli Şef İsmet İnönü'yü nasıl devirip yerini aldığını unutuyor. Batıdaki yüzlerce örneğini bilmesine rağmen Sayın Başbakanımız Bülent ECEVİT; "Ey benim Sevgili Halkım. Size yarım asra yakın bir süredir şevk ve heyecan ile hizmet ettim.Fakat artık çekilme zamanım geldi" diyemiyor. Bunu yapmayı başardığı anda her geçen gün düşen itibarı birdenbire saygınlık kazanacak. Sadece kendisinin inandığı "Ülkede benden sonra kaos olur". şeklindeki düşüncesi ise çok yersiz ve gereksiz.

Hiç bir şey olmaz bu ülkede . Bu ülkeden ECEVİT'lerden çok daha etkin ve saygın liderler geldi-geçti. Onlar tarih sayfalarında yerini alırken, millet yaşamına eskisi gibi ve çoğunlukla daha iyi bir şekilde devam etti. Özetle; bilge kişiliği, engin tecrübesi ve yeterli olgunluğa erişmiş bir kişiliği olan Sayın Başbakanımızın bir dakika dahi yönetimde kalmasına ülkenin ve milletin tahammülü kalmamıştır.

Halkın yönetime olan güvensizliği doğrudan doğruya kendisi ile ilgilidir. Ekonomik başarısızlığın sebebi kendisi ile ilgilidir... Millet nefesini tutmuş Sayın Ecevit'lerin gidişini bekliyor.Ancak bu şekilde ülkenin selâmete çıkabileceğini idrak ediyor. Şimdi bu konuda daha önce yazdığımız yazılardan bazı alıntılar yaparak konunun önemini bir kere daha vurgulamak istiyorum. (T.T.K.) 4 EKİM 2001

------------------------------------------------------------------------

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ(31 OCAK 2000)
Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Sayın Demirel; 38 yaşında genç bir bürokrat iken yeni kurulan Adalet Partisi'ne girdi. 1964 yılında 40 yaşında iken partinin başına geçti. Siyaset alanında çok yeni ve tecrübesiz olmasına rağmen 41 yaşında ve fevkalade kritik günlerde başbakanlık koltuğuna oturdu.

1965-1971 yıllarında bu genç ve tecrübesiz politikacının önderliğinde ülkemiz; çok istikrarlı ve daima yükselen bir kalkınma hamlesi sergiledi. Demirel; başbakan olduğunda öğrenci idim. Gençliğim, orta yaşım ve emekliliğim SÜLEYMAN DEMİREL'in iktidar, muhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ile geçti. Gözümüzü açtık O'nu gördük. Büyüdük ve hala O'nunla yaşıyoruz. Görünen manzara odur ki daha birkaç yıl yine O'nunla yaşayacağız. Bizim neslimizin değişmez kaderi ve yazısı bu.

Sayın Demirel'in bilgisine, görgüsüne, devlet tecrübesine erişmekve bu konuda olumsuz bir söz söylemek mümkün değil. Bu bakımdan herkezden tam puan alır. Fakat kendisine tam puan veremediğimiz hususlarda mevcuttur. Tam puan vermediğimiz hususlar bu yetenekleri ile ilgili değildir.Neden hala bu memlekette kendisine ihtiyaç duyulmasıdır. Sayın DEMİREL; kırk yaşında partisini iktidara taşımış, başbakan olmuş, bu örevide büyük bir başarıyla yerine getirmiş birdevlet adamı olarak kendisinden sonra gelen gençlere neden fırsat tanımamıştır. Daima en iyi kendisinin bu ülkeye hizmet edebileceğini göstererek yükselme yolundakilerin önünü tıkamıştır. Nerededir 2000'li yılların dünyasına yön vereceği varsayılan Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey yönetici dayları?

Demokrasi ve buna dayanan Cumhuriyet rejimleri şahıslarla kaim değildir. Demokrasi; sistemler ve kurallar rejimidir. Şahısların hakimiyeti kırallık ve dikta rejimlerinde görülür. Demokrasileri belirli şahıslarla yürütmeye çalışmak gerçekçi değildir ve sistemin tabiatına aykırıdır. Bugün burada halâ ayni şahısların vazgeçilmezliği tartışılıyorsa sistemde önemli arızaların olduğunu varsaymak gerekir.

Şimdi; sayın Cumhurbaşkanımızın çağdaşı olan ve 1957 yılında CHP milletvekili olarak başladığı siyasi hayatına bugün başbakan olarak devam eden ve yıllarca en büyük muhalifi olduğunu bildiğimiz Sayın Bülent ECEVİT'in önderliğinde "Sayın Demirel'i Yeniden Cumhurbaşkanı Seçme" kampanyası başlatıldı.
"Bu ülkeyi ancak Demirel yönetebilir. Başkasının seçilmesi ülkemiz için felaket olur." gibi ifadeler basınımızda sık sık görülmeye başlandı.

Sayın Başbakanımız haklıdır. Söyledikleri doğrudur. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyada sayın Demirel'den daha tecrübeli ve yetenekli bir politikacı yoktur. Fakat bize göre artık bu bilgi ve tecrübesini yönetimde kullanmasının değil, yeni nesillere aktarmasının zamanı gelmiştir. Arkadan gelecek gençler nasıl yetişecekler.? Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak için 30-40 yıl bekleyecekler mi? Sayın Demirel 41 yaşında başbakan olduğu zaman bugün kendisinin oturduğu makamlar kendi önünü açmasalardı ve kendisine bu şansı vermeselerdi bugünkü tecrübesine erişebilir miydi.?

1965'lerin genç ve tecrübesiz başbakanı Süleyman Demirel ilk beş yılında adeta yönetim harikası gerçekleştirmişti. Atatürk 39 yaşında T.M.M.M. Başkanı, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında Cumhurbaşkanı olmuştu.

 - Bu ülkede yeni Demireller artık yetişmiyor mu?
 - Bu ülkenin okullarından artık adam çıkmıyor mu?
 - Yoksa yetişiyorda kendilerine imkan mı verilmiyor?

Eğer yoksa ve yetişemiyorsa sistemde arıza var demektir. Eğer sistem iyi çalışıyorsa , bu ülkenin yetişmiş genç beyinleri neredeler ? Göreve talip değiller mi? Yoksa görev verildide görevdenmi kaçtılar? Gençlerin önü ne zaman ve nasıl açılacaktır.? Gençlere ne zaman güvenilecektir.?

Kanaatimce; millete güvenmek ve bu milletin içinde var olduğu bilinen değerleri destekleyerek , önemli görevleri üstlenmesinden korkmamak gerekir. Bu milletin içinden daha nice Demirel'ler, Ecevit'ler çıkacaktır. Ülkemizde nice yetişmiş beyin, kendilerine fırsat tanınmasını bekliyor.

Korkmayın verin fırsatı. Allah hepinize uzun ömürler versin. Ama bilinki; bu gençler yine sizi sayarlar ve engin tecrübenizden yararlanmak için sizi baştacı ederler.

Eğer kendinizi vazgeçilmez kabul edip yerinizi liyakatlı gençlere bırakmazsanız; ve yönetici olmakta israr ederseniz; engin tecrübelerinizi sizden sonra gelen nesillere anlatacak ve bilgi birikiminizi kağıda döküp gelecek kuşaklara aktaracak zamanı bulamayabilirsiniz. Sizin bilgi ve tecrübenize bu ülke insanının ihtiyacı vardır. Bunu kendinizle beraber götürmek lüksüne sahip değilsiniz. Günlük yoğun çalışma şartları içinde bunu yapabilmeniz ise imkansızdır. Bunun için;

 - LÜTFEN ARTIK ÇEKİLİN VE GENÇLERİN ÖNÜNÜ AÇIN... Koltuğa bu kadar yapışmanızın ve vazgeçilmez olduğunuzu düşünmenizin millete hizmet aşkından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.
 - Sizler büyüksünüz. Büyüklüğünüzü sıranın artık başkalarında olduğunu görerek aha iyi sergileyebilirsiniz.
 - Bu ülkenin siz olmadan da büyüyecek ve güçlenecek bir olgunluğa eriştiğini lütfen kabul edin ve gereğini yapın.
 - Bunu yapınki, bu millet vatanın her köşesine birer heykelinizi dikerek sizleri ölümsüzleştirsin ve tarihteki şanlı yerinize oturtsun.(T.T.K.)

-------------------------------------------------------------------------------------
21 ŞUBAT 2001 DORUKTA KAVGA

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde olduğu kadar Türk tarihindede önemli dönüm noktalarından biri. Devletin zirvesindeki iki isim kendi aralarındaki anlaşmazlığı maalesef Türk ve dünya kamuoyunun gündemine taşıyarak binlerce yıllık dünyaya örnek olmuş devlet yönetimimize bir kara damga vurdular.

Her tarafı baştanbaşa yanlış olan bir davranış. Yeri yanlış. Zamanı yanlış. Özellikle yanlışlığı yapan kişiler yanlış. 1957 yılından beri tam 44 yıl milletvekili, bakan ve başbakan olarak Cumhuriyet tarihimizde çok önemli bir sayfası bulunan ve siyasette kibarlığı ile tanınan 76 yaşındaki şair Başbakanımız Bülent ECEVİT; devletin en önemli sorunlarının gündeme getirildiği ve yine devletin en üst düzey yöneticilerinin biraraya geldiği Milli Güvenlik Kurulu toplantısını terk ediyor.
 - Gazetecilere; "Cumhurbaşkanı bana terbiyesizlik yaptı. Ben onun gibi terbiyesizlik yapmamak için toplantıyı terk ettim." diyor.
 - Toplanan Bakanlar Kurulu sonrasında Sayın Başbakan;" Cumhurbaşkanını çok sorumsuzca davrandı" diyor.
 - Bakanlar Kurulu Bildiri yayınlayarak; " Cumhurbaşkanı ile olan bütün ilişkilerin askıya alınacağını ve davetlerine bundan böyle icabet edilmeyeceğini" bildiriyor. Ayrıca ;"Cumhurbaşkanının başbakandan kamuoyu önünde özür dilemesi gerektiğini" belirtiyor.
 - Bir Devlet Bakanı Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Cumhurbaşkanına; " Seni oraya biz getirdik, getirdiğimiz gibi indirmesinide biliriz " şeklinde kafa tutuyor.
 - Milletin sorunlarına çare bulmak için seçip gönderdiğimiz Başbakanımız;" bu şekilde çok büyük bir devlet krizi doğdu" diyerek iç ve dış kamuoyuna adeta başınızın başınızın çaresine bakın diyor.

Bir tarihçi olarak, 2100 yılı tarihçilerinin bu olayı yazarken çok zorlanacağını sanıyorum. Çünkü hiç olmaması gereken ve son derece basit sebeplerle ve duygusallıkla, 44 yıllık bir Devlet Adamı sinirlerine hakim olamıyor. Bir kaç dakika sabredip eğer varsa, sorunlarını kendi aralarında çözmeleri gerekirken. En fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu, veya en azından iç ve dış kamuoyuna böyle gösterilmesi gerektiği bir durumda, bu şekilde fevri davranışlarla ülke biranda hiç beklenilmeyen bir boyutta krize sokulabiliyorsa, artık fazla söylenecek bir şey kalmamıştır.

Maalesef gündeminden sansasyonel olaylar hiç eksik olmayan ülkemiz; bu boyut ve çapta bir krizle ilk defa tanışmaktadır. Medyamız olayı yine milli menfaatlerimiz açısından değil, ağırlıklı olarak rating arayışları içinde ele almıştır. " KİM DAHA HAKLI ? BAŞBAKAN 'MI YOKSA CUMHURBAŞKANI'MI? soruları çeşitli kesimlerden sorulmuş, cevapları ile adeta kamuoyu oluşturulmaya çalışılmıştır. Basit bir araştırma ile bunun sonucunda halkımızın büyük çoğunluğunun Cumhurbaşkanını haklı bulduğu ve arkasındaki halk desteğinin giderek arttığı görülmüştür.

GELELİM KİŞİSEL DEĞERLENDİRMEMİZE;

 - 12.000 bin yıllık kültüre sahip Türk Toplumlarının tarihinde belkide ilk defa meydana gelen bu olayın inşallah son olmasını diliyorum. 57 Başbakan ve 10 Cumhurbaşkanı ile yönetilen Cumhuriyet tarihimizde bugün içinde bulunduğumuz durumun gelebileceğimiz en kötü, ve görebileceğimiz en korkunç olay olduğunu belirtmek isterim.

 - 12 Eylül, 12 Mart öncesi anarşi ve terörün günde 40 kişinin canını aldığı dönemlerde dahi bu derece acz ve belirsizlik ortamı yoktu. Bugün mecliste en fazla desteğe sahip olan hükümetin icra erkini ve halk nezdindeki güvenirliğini tamamen kaybettiği görülmektedir.

 - Ne yazık ki bu hükümetin alternatifi olacak meclis muhalefeti yoktur. Ve demokrasilerde her olayın mutlak ve kesin çaresi olan parlamento ile parlamentoda yer alan siyasi partiler güvenirliğini ve arkalarındaki halk desteğini yitirmişlerdir.

 - Devletin her köşesinden yolsuzluk ve hırsızlık pislikleri çıkmaktadır. Mevcut mahkemeler hırsızlık ve yolsuzluk dosyaları ile tıkanmıştır. Bankalar ve kredi kuruluşlarına güven kalmamıştır.

Peki çıkış yokmudur?. Mutlaka vardır. Olmalıdır. Kanaatime göre bu hükümetin bir gün daha iktidarda kalması ülke ve millet için felaketttir. Ülkeyi sayın Ecevit Hükümetinin değil, IMF Temsilcisi ile, emrine verilen birkaç bürokratın idare ettiğini artık halkımızın en cahili dahi görmüş ve anlamıştır.

Her geçen gün ülkeyi karanlığa, kargaşaya ve kaosa, fakirliğe sürükleyen, ülke kaynaklarını ve yönetimini IMF'ye teslim eden bu hükümetin yönetimden istifa etmesi ile hiç bir şey kaybetmeyeceğimiz açıktır. Fakat bununla çok şeyler kazanmak için bir umut kaynağı yaratılacağından eminim.

Devletimiz ve milletimizin Milli Güç Kaynakları bu ülkeyi kısa sürede selamete çıkartacak kadar yeterlidir. Yeter ki liyakatli ve ehliyetli kadrolar elinde olsun. Bu yeterliliğin bu mecliste olmadığı son iki yıllık icraatinden belli olmuştur. Profesörlerin açlık sınırına geldiği, işsizlik ve kitlesel iflasların çığ gibi arttığı, üretimin tamamen durduğu bir dönemde Türkiyenin gündemine "KATİL VE EŞKİYANIN AFFINI" ve "NAZIM HİKMET'İN KEMİKLERİNİN TÜRKİYEYE GETİRİLMESİ'ni taşıyan bir kadronun derhal yönetimden ve hatta insanlarının yüzüne bakacak hali kalmadığı için bu ülkeden ayrılması lazımdır.

Yapılabilecek hareket tarzları ana başlıkları ile şöyle olmalıdır.

 1. Hükümet derhal istifa etmelidir.

 2. Tamamen meclis dışından tarafsız bir başbakan atanarak(veya Cumhurbaşkanı yönetiminde) azami onbeş kişiden oluşan bir teknokratlar hükümeti kurulmalıdır.

 3. Hükümet ilk icraat olarak İç borç faiz ödemelerini en az bir yıl için dondurmalıdır.

 4. İç borç ödemelerinden elde edilen gelirlerle atıl durumda bulunan işyerlerine verilecek kredilerle işyerleri canlandırılmalı ve yeni iş iş imkanları yaratılarak üretim arttırılmalıdır.

 5. Üretim hammaddeleri ve Türkiyede üretimi yapılamayan çok hayati bir kaç madde dışında ithalat tamamen durdurulmalıdır.

 6. İhracat her alanda teşvik edilmelidir.

 7. Silahlanma harcamalarına en az bir yıl son verilmelidir. Kaynak süratle ekonomiye kaydırılmalıdır.

 8. Anayasanın parti kapatmaları ve siyasi partilerle ilgili bölümleri değiştirilerek, halkın iradesinin meclise tamamen yansıyacağı Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu biran önce çıkartılmalıdır.

 9. Devlet kadrolarında iş yapmadan para alan yeteneksiz siyasi yandaşlar süratle temizlenmelidir.

 10. Hukukun üstünlüğü her alanda hakim kılınmalıdır. Yolsuzluk ve hırsızlıkların üzerine ciddiyetle gidilerek , herhangi bir şekilde devleti soymaya çalışanların mahkemelerine öncelik verilerek halkın gözünde temiz toplum imajı yeniden canlandırılmalıdır.

 11. Zarar eden bütün kamu kuruluşlarının faaliyetleri derhal durdurulmalıdır.(Bankalar dahil)

 12. Milletin yetiştirdiği, fakat meydanlarda kendileri gibi kimse bulunmadığı için siyasete katılmamış mümtaz vatan evlatları bütün yurtta göreve davet edilerek, eski siyasi kadroların tamamı devre dışı bırakılmalıdır. " DEVLET İDARE ETME SANATI " olarak tarif edilen siyaset alanı yeni değerlerle doldurularak temizlenmelidir.

Bunlara bu millet layık değildir. Millet; 25 yıldır enflasyon canavarı karşısında bütün maddi ve manevi değerlerini kaybettiren beceriksiz kadroların yönetimine layık değildir. Bunu hiç bir zaman haketmemiştir. Milletimizin hiç bir yabancı devletin ve kuruluşun ne aklına , ne parasına ve nede desteğine ihtiyacı vardır. Millet kendini idare edecek kabiliyetli ve gerçek vatansever erdemli insanlara sahiptir.

Ülkenin her yanını yangın yerine çeviren ve son olarak yarattıkları "SUNİ DEVLET KRİZİ" ile yurttaşlarını biraz daha fakir eden ve yoksulluğa iten bu kadroların yerini alacak vatansever ekipler çalışmalarına bütün yurtta başlamıştır. Her ilde ve her kasabada bu ülkeyi sevenler , bu ülke için kalbi çarpan vatan evlatları her köşede,her toplulukta "Neden bu hale getirildiklerinin" sebeplerini aramaya başlamışlardır.

İnsanlarımız ;kendilerini içine düştükleri bu çıkmazdan kurtaracak yeni bir ATATÜRK arayışı içine girmişlerdir. Aslında bu ülkede bir değil binlerce ATATÜRK vardır. Görevi devralmak ve ülkeyi dünya devletleri arasındaki layık olduğu düzeye çıkartmak için halkın desteğini beklemektedir.

Bu millet sağduyusu ve uzak görüşlülüğü ile yöneticilerine daima örnek olmuş ve her seçimde yöneticilerine çok önemli dersler vermiştir. Ne yazık ki mevcut sistem ile kendisinin ve gerçek temsilcilerinin yönetim kademelerine gelmesi engellenmiştir. Son Krizi gelinebilecek en son kötü nokta olarak görüyorum. Bu hükümetin derhal istifası ile başlayacak süreçte çok küçük ve inançlı kadrolarla ülkemizin selamete erişeceğine inanıyorum.

SÖZÜN KISASI; KALBİ BU ÜLKE VE BU MİLLET İÇİN ÇARPAN, BİRBİRİNE YUMRUK GİBİ KENETLENMİŞ 10 TEMİZ ADAM'IN ÜLKEYİ BUGÜNKÜ DÜŞTÜĞÜ ACZ'DEN KISA SÜREDE ÇIKARTIP EN GEÇ BİR YIL İÇİNDE SAYGIN BİR BÖLGE VE DÜNYA DEVLETİ SIFATINI KAZANDIRACAĞINA İNANIYORUM.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
4 Ekim 2001 Perşembe

4 Ağustos 2016 Perşembe

TÜRK ORDUSU DEVLET ELİYLE TASFİYE Mİ EDİLİYOR?



TÜRK ORDUSU DEVLET ELİYLE TASFİYE Mİ EDİLİYOR?

 

Tahir Tamer Kumkale
519bkHu2bfL._SX331_BO1,204,203,200_















Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk Vatanseverliğinin Çelikleşmiş bir ifadesidir. (1937)
Bakanlar Kurulunun Olağanüstü Hal uygulamasına ilişkin 115 madde ve 91 sayfalık 669 Sayılı Kararı ile Türk Silahlı Kuvvetleri yeniden yapılandırılarak bir daha darbe yapamıyacak şekilde dizayn ediliyor. Yani bugün fiilen sıcak savaşı sürdürerek şehit ve gaziler veren Türk ordusu bir merasim ordusu haline dönüştürülüyor. Ordu-Millet Türklerin gözbebeği durumundaki askeri kurum ve kuruluşlar birkaç çete mensubunun başarısız darbe girişimi bahane edilerek tasfiye edilmeye çalışılıyor..
Sonuncusunu 10 Kasım 2015’de yayınladığım toplam 1500 sayfa tutan 3 ciltlik “TÜRK ORDUSU” başlıklı seri kitaplarımda ordumuz üzerindeki küresel oyunları açıklamış ve bu müstesna kuruluşumuza sahip çıkmamızın ülkemizin bu coğrafyada ayakta kalabilmesi bekası için zorunluluk olduğunu vurgulamıştım. Ama dikkate alan olmamıştır.
518Gqa+yirL._SX331_BO1,204,203,200_














Sonuçta yeteneksiz olduğu belli olan komuta heyetinin yarattığı zafiyet ile 15 Temmuz darbesi gerçekleşmiştir. Bu darbe Ordu-Millet Türklerin sağduyusu ve Türk ordusunun darbeye katılmayan büyük kesiminin çabalarıyla çok kısa bir sürede önlenmiştir. Türk milleti darbecileri lanetlerken içinden çıkardığı ordusuna sahip çıkmıştır.
Binlerce yıllık Türk Ordusunun geleneksel komuta sistemini darmadağın eden 669 Sayılı Kararname hakkında CHP, MHP ve diğer partilerden ciddi bir ses duyulmamıştır. Sadece Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek ve Vatan Partili generaller bu uygulamanın doğuracağı sakıncaları açıkça halkımızla paylaşmışlardır.
Konuya ilişkin olarak Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 1 Ağustos 2016 tarihinde basına yansıyan aşağıdaki tüm görüşlerine aynen katıldığımı özellikle belirtiyorum. Ordumuza daha fazla zarar vermeden yapılan yanlışlıktan ivedilikle dönülmesini yararlı olarak görüyorum.
514d3n32MUL._SX331_BO1,204,203,200_














1 Ağustos 2016 Tarihli basından;
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, partisinin İzmir İl Başkanlığı’nı ziyaret etti. Genel Başkan Perinçek burada yaptığı konuşmada, darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısını değiştiren kanun hükmünde kararnameyi eleştirdi.
Perinçek şöyle konuştu:
“Türk ordusuna düşmanlık yapan, Türk ordusunu savaşamaz hale getirmeye yönelik bu kararnameleri çıkaran iktidar, Türkiye’yi yönetemez. Ordu düşmanı bir iktidar Türkiye’yi yönetemez. Ordu düşmanları oy da alamaz. Bu ordu düşmanlığı, AKP iktidarının sonunu getirecektir. Askeri birliklerin önüne çöp kamyonlarını yığarak, tehdit olarak orduyu göstererek kendi yıkılışınızı hazırlıyorsunuz. Ordu ile savaşarak nereye varacaksınız? Bu millet sizi sırtından atacak. Bu millet sizin iktidarınıza son verecek. Çok güvendiğiniz oyların nasıl eridiğini göreceksiniz.
Orduya düşman olan bir iktidarı kesinlikle ayakta tutamayız. Onlara oy vermek bundan sonra haramdır. Türk milleti, Türk ordusuna düşman olan bir iktidarı oylarıyla aşağıya indirecektir.
‘BU KARARNAMENİN KÖKÜ DIŞARDA’
Kararnamenin kökünün dışarıda olduğunu öne süren Perinçek, “Bu kararname, devlete, Cumhuriyet’e, orduya ve millete karşıdır. Bu kararnamenin kökü dışarıdadır. Amerika’nın 2005 yılından beri Türkiye’ye dayattığı ordunun yeniden düzenlenmesini içeriyor. Yunan Silahlı Kuvvetleri 2002 yılına kadar AKP’nin getirdiği sistemi uyguluyor. 2002’deki Kardak Krizi sonrası bu sistemin iflas ettiğini Yunanistan ders olarak çıkartıyor. Türk ordusu örnek alınarak, Yunan düzenlemesi yeniden yapılıyor. Bu kararname FETÖ’cülerin kararnamesidir. FETÖ’cüler ‘Yeni yapılanmaya ihtiyacımız var’ diyordu. Türkiye bu kararname ile bir karışıklığa doğru itiliyor. Türk ordusu ve devlet arasında beraberlik bozuluyor. FETÖ’cüler de şu anda bayram yapıyor. Uyarıyoruz; FETÖ’cüleri, Amerika’yı sevindiren bir kararname çıkarttınız. Bu program düşmanın programıdır”
ANAYASAYA AYKIRI
Kararnamenin Anayasa’ya aykırı olduğunu ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin savaş yeteneğine darbe indirdiğini kaydeden Perinçek, emir komuta zincirinin Genelkurmay Başkanı’nın elinden alınmasıyla Genelkurmay Başkanlığı’nın bina amirliğine dönüştürüldüğünü savundu. Savaş çıkması durumunda bunu kimin yöneteceğini soran Perinçek, “Savaşı kim yönetecek? Milli Savunma Bakanı mı yönetecek? Bunu ancak düşman yapar. Askeri okulları kapatıyorsunuz. O askeri okullardaki halk çocuklarıdır. Halkına bağlı, Cumhuriyeti’ne bağlı Türk subayı yetişiyor orada. Kapattığınızda, Türk subayını hedef alıyorsunuz. Polis, jandarmanın görevini yapamaz. Bu halkın askere saygısı var ve o saygı iç güvenlik açısından en büyük değer. Hastanesi olmayan ordu nerede var? Savaşan ordu, yaralanan, şehit olan ordudur. Hastanesi olmayan ordu savaşamaz. Türk ordusunun savaşmaması için yapılan bir uygulamadır. İçeride de bu darbeden sonra neler bekleniyor? ABD IŞİD’i üzerimize sürecek. PKK şimdi tekrar inlerinden çıktı, Türk ordusuna karşı çeşitli uygulamalara girdi.
MİT ve Genelkurmay Başkanlığı’nın, Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması da Anayasaya aykırı bir durum. MİT’i ve Genelkurmay Başkanlığı’nı Cumhurbaşkanlığı’na bağladığınız zaman Anayasa sistemini bozarsınız. Meclis’in denetimini ortadan kaldırırsınız. Hükümeti denetleme yetkisini ortadan kaldırıyorsunuz. Yani Meclis’e darbe indiriyorsunuz. Bu henüz gerçekleşmedi. Henüz bir plan, ancak bu Anayasaya aykırı” diye konuştu.
GENELKURMAY BAŞKANI AKAR’A ÇAĞRI
Konuşmasında Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a da çağrıda bulunan Perinçek, şunları söyledi:
“ Sizin Anayasal görevinizdir ordunun savaş yeteneğini yüksek tutmak. Buna bağlı olarak milletinize karşı Cumhuriyete, Mehmetçiğe karşı sorumluluklarınız var. Kararname uygulanmasına karşı Genelkurmay Başkanlığı’nı, Anayasal görevini yerine getirmeye davet ediyorum. Ordunun yapısını bozan, PKK’ya sevinç veren bu kararnameden vazgeçmeleri için AK Parti tabanı da harekete geçmeli. Ordu düşmanlığının altından kalırsınız. Ordu düşmanlığı millet düşmanlığıdır. Biz geleceğe güveniyoruz. Hiç kimse korkmasın. Bu yapılanlar AKP’nin kendi sonunu hazırladığını göstermektedir.
Darbe girişiminin kurmaca olduğu yönündeki iddiaları değerlendiren Perinçek, bunun gülünç olduğunu böyle bir kurguyu kimsenin sahneleyemeyeceğini belirtti. Perinçek darbe girişiminde ABD ile Türkiye arasında bir savaş yaşandığını ve darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen’in bulunduğunun çok açık olduğunu vurguladı.



..

16 Mart 2015 Pazartesi

Öğrenci Affı




Öğrenci Affı


21 Haziran 2000 Çarşamba 

Türkiye'nin gündeminde bugün öğrenci affı var. Eski Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel tarafından veto edilen ve Genel Af çerçevesi içinde yer alan ÖĞRENCİ AFFI konusu ayrı bir teklif haline getirildi. Üniversitelerde yeni öğretim yılına yetişemeyeceği endişe ve gerekçesi ile meclis gündeminde öncelikle görüşülmesi gereken en önemli konular içine alındı. Hükümeti teşkil eden partilerin ortak önerisi ile affın bugün yani 21 Haziran'da görüşülerek kanunlaşması bekleniyor.

Buna göre; "...hazırlık ve ara sınıflar dahil bütün sınıflarda ön lisans ve lisans düzeyinde öğrenim yapan öğrencilerden; 1983-1984 öğrenim yılından 1999-2000 öğrenim yılı sonuna kadar her ne sebeple olursa olsun okulları ile ilişkileri kesilmiş olanlara yeniden devam, iki sınav ve bütünleme hakkı verilmesi" öngörülüyor.

Cumhuriyet tarihimizin en kötü alışkanlıklarından biri daha bugün uygulama alanına konuluyor.

Ne demek af?

Bu affın toplumuza ne gibi faydaları var?

Bu Ülkeyi diplomalı cahillerle doldurmak mı istiyorsunuz?

Çalışıp, uğraşıp kurallara uygun davranarak okullarını zamanında bitirenlere ne kadar büyük haksızlık ettiğinizin farkında mısınız?

Her alanda süren bu af geleneğinin milletimizi tembelliğe ,nemelazımcılığa ve adamsendeciliğe teşvik ettiğini düşünemiyor ve göremiyormusunuz?

Bu davranışınızla, bu öğrencileri yetersiz görüp sınıfta bırakan değerli hocalarımıza hiç mi saygınız yok.? Bu öğretmenler şimdi nasıl otorite temin edecekler?

Yaşıtları ile birarada iken ve okunma ve öğrenme çağında iken bu işi başaramayanların bu af ile verilen imtahanlarda başarılı olabileceklerini nasıl düşünebiliyorsunuz.? Sizler ; bu aftan yararlanarak başarılı olacağını düşündüğünüz insanlarla ülkemizin bilgi çağını yakalayabileceğine inanıyormusunuz.?

Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Fakat bu sorulara mantıklı ve makul cevaplar üreterek kamuoyunu tatmin etmek kesinlikle mümkün değildir. Akla gelen ilk ve önemli soru işareti" ACABA YİNE HANGİ TÜRK BÜYÜĞÜNÜN YAKINLARI KAYIRILMAK İSTENİYOR" olacağı kesindir. Çünkü bu af ilk ve yeni değildir. Türk halkı bu senaryoyu çok gördü ve yaşadı.

Vergisini tam ve zamanında ödedi. Mali güçlüğe düştü. Mutlaka bir af geleceğini bilerek vermeyenle rekabet edemeyerek iflas etti. Vermeyenler işini büyüttü ve sonunda her zaman olduğu gibi gelen af ile vergi borçları affedildilerek adeta ödüllendirildi.

Vatan borcu dedi. Oğlunu seve seve ve gururlanarak 18 ay askere gönderdi. Bayrağa sarılmış gelen şehid evladını " VATAN SANA FEDA OLSUN" diyerek bağrına bastı. Arkasından gelen ve adeta zengin çocuklarını ve asker kaçakların ödüllendirecek bir görünüm sergileyen 28 günlük paralı askerliğe nefretle baktı. Sebep olanları ayıpladı. Fakat devlet geleneği ve saygısı ağır bastı. Kabullendi.

Bu hususları gündemden hiç düşmeyen "mahkûmların affı" ile çoğaltmak mümkün.

Bugün gelinen nokta ve ortaya çıkan manzara insanlarımız tarafından; açıkça kanunsuzluk, yolsuzluk ve başarısızlığın bir anlamda ödüllendirilmesi olarak yorumlanıp, değerlendirilmektedir.

Devlet; ADALETİN, DÜRÜSTLÜĞÜN, DOĞRULUĞUN ve vatandaşları arasındaki EŞİTLİĞİN gerçek teminatıdır. Toplumda sosyal parçalanma ve ayrılıklar yaratacak tutum ve davranışlardan kesinlikle kaçınılması gerektiği düşünülmektedir.

Yapılan öğrenci affı ile ilgili olarak, affedilecek öğrenciler dışında; öğretmenlerin, okul yöneticilerinin, pedagogların, planlamacıların, sosyologların, din adamlarının, toplum psikologlarının ve çocukları normal şartlarda okullarını biriren ailelerin görüşlerine başvurulmuşmudur? Kamuoyunda bu konuda herhangi bir anket yapılmışmıdır? Sokaktaki vatandaş acaba böyle bir konuda ne demektedir.?

BUNLARIN CEVABI BULUNMADAN VE SAĞLAM GEREKÇELERE DAYANMADAN YAPILAN BÜTÜN AFLARIN TOPLUMA HUZUR DEĞİL, HUZURSUZLUK VERECEĞİ VE VATANDAŞIN DEVLETİNE OLAN SONSUZ GÜVENİNİN ZEDELENECEĞİ kıymetlendirilmektedir.

Burada tamamen şahsi düşüncelerimi ve duygularımı yansıttım. Yanlış ve eksik düşündüğümü bilmeyi isterdim. Bu kararı alan ve kanunlaşması için yüce meclisimizin gündemine taşıyan değerli parlamenterlerimizinde en az benim kadar duyarlı ve milli duygularla mücehhez olduğuna inanıyorum. ALACAKLARI KARARLARIN MİLLETİMİZE HAYIRLI OLMASINI DİLİYORUM.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
21 Haziran 2000 Çarşamba

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=51

Hoş Geldin Mehmet Ali Ağca. Bir sen eksiktin!






Hoş Geldin Mehmet Ali Ağca. Bir sen eksiktin!


16 Haziran 2000 Cuma 

Mehmet Ali Ağca ismi Türk kamuoyu kadar dış dünyanında tanıdığı önemli isimlerden biri. Bundan 21 sene önce Türkiye'nin saygın ve etkili gazetecisi Abdi İpekçi'nin öldürülmesi ile ülkemizin gündemine oturdu. Kısa sürede yakalandı. Fakat ne yazık ki bu eli kanlı terörist birtakım karanlık güçler tarafından askeri ceza evinden kaçırıldı.

Gazetelerde Ağca haberleri hiç bitmedi. Kimi zaman Almanya'da ve kimi zamanda Bulgaristan'da olduğu haberleri pompalandı. Sonunda sansasyonel bir şekilde bütün müslüman ve hristiyan alemini adeta karşı karşıya getirecek şekilde Papa 6 ncı Jean Paul'e yaptığı suikast girişimiyle Vatikan'da ortaya çıktı. Hem kendi ve hemde Türkiyenin adını dünyanın gündemine taşıdı. Bu tarihten sonra Ağca'nın muhatabı İtalyanlardı. Nitekim, Mehmet Ali Ağca demir kafesler içinde getirildiği mahkemede yargılandı ve ömür boyu hapse mahkum olarak sırları ile birlikte 21 sene dış dünyadan uzakta kaldı.

Terörizmin bilinen en meşhur isimlerinden olan Mehmet Ali Ağca ve o'nun gibi pek çok insanın yaptıkları Türkiye gündeminden çıkalı çok oldu. Tamamen unutulmuşken herşeyi ile tam bir sır küpü olan Ağca; Türkiye'nin acil çözüm bekleyen 1000 derdinin önüne binbirinci dert olarak geldi oturdu. Neden yıllarca hiç kimse ile görüştürülmeden bir hücrede tutulan asrın en meşhur mahkumu birdenbire affediliyor ve geceyarısı uçağa bindirilip Türk makamlarına teslim ediliyor.

Türkiye'ye yönelik anarşi ve teröre verdiği destek Türk kamuoyu tarafından Abdullah Öcalan davasından çok iyi bilinen İtalya'nın bize makul ve inandırıcı bir sebep bulması çok zor.

Meselenin Ağca'nın kendini mesih ilan etmesi ve Fatima'nın üçüncü sırrı ile izah edilmesi ise hiçte inandırıcı görülmemektedir. Düşünebilen beyinlere göre; bunun arkasında mutlaka bir önemli dolap çevrilmektedir ve/veya dikkatler başka yöne çekilmek istenmektedir.

Basınımıza gün doğdu . Eski ve yenisi ile her tarafından pek çok senaryo çıkartılabilecek ilginç bir konu. Sırlarla dolu kapalı bir kutu. Açın açabildiğiniz kadar. Kullanın kullanabildiğiniz kadar. Fakat artık bu kutudan Türkiye için hayırlı şeyler çıkması mümkün değildir. Kanaatimce bu konu Türkiye'ye bir müddet daha oyalanması için özellikle verilmiş bir oyuncaktır.

21 sene hapiste dış dünya ile bütün irtibatları kopartılmıış olarak yalnız başına yatırılan bir eski cani'nin vereceği bilgilerin günümüz Türkiyesinde hiç bir değeri ve de yerinin olmadığını değerlendiriyorum. Şimdi burada yapılacak en önemli iş; AĞCA'yı Kartal cezaevinde kendi kaderi ile başbaşa bırakıp adaletin normal yolla seyrini sağlarken, İtalya'nın niyet ve maksadını araştırmak ve onu hiç gümdemde yokken böyle bir davranışa iten sebepleri araştırmaktır. Meydamızın tecrübeli Araştırmacı- Gazetecilerinin temel işlevi bence bu olmalıdır diyorum
İlk bakışta benim aklıma gelen husus; iki gün önce MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici bey tarafından "UYUŞTURUCU TRAFİĞİ" ile ilgili olarak yapılan müthiş ve korkunç iddiaların örtülmek istenmesidir.

 - Mafyanın doğup dünyaya yayıldığı İtalya'nın 100 milyar dolarlık uyuşturucu ile ilgisi olabilirmi?
 - Acaba bu konuda kendilerinin üzerine gidilmesin diyerek böyle bir jest yaparak işi örtmek mi istediler?

Bilinmez ama araştırılmaya değer bir konu gibi gözüküyor.

Sonuç olarak bırakalım Ağca ile oyalanmayı. Hukuk nasıl olsa gereğini yapacaktır. Bizim bütün mülahazalarımız ve akıl yürütmelerimiz beyhudedir. Bunu bir hükümet ve polis başarısı olarak göstermeye çalışmak ise tamamen abesle iştigaldir. İtalya böyle istemiştir.Ve de istediğini bize sormadan yapmıştır.

Önümüzde Türkiye'nin basını dahil bütün resmi ve gayriresmi kuruluşlarının öncelikli olarak üzerinde durmaları gereken önemli bir iddia vardır. İktidardaki bir partinin Genel Başkan Yardımcısı bir milletvekilinin ithamları tam anlamı ile korkunçtur. Sayın YAHNİCİ, televizyon kameraları karşısında verdiği beyanatta özetle; " 100 Milyar Dolarlık (takriben 60 katrilyon'luk ) bir uyuşturucu trafiğinin polis araçlarının eskortluk yaptığı bir ortamda yürütüldüğünü, bu paranın içeride ve dışarıdaki elemanlar arasında pay edildiğini " söylüyordu.

Bu iddia doğru ise; değil Türkiye'nin dünyanın ayağa kalkması gerekir ki. Konuyu şimdilik üzerine alınan yok. Yani sahiplenen yok. Ağca'nın ihtiyarlamış yüzü ile ağarmış saçları ve eski gazete küpürlerinden verilen tam sayfa Fatima'nın sırrı hikayeleri maaleef bu önemli gündemi örttü. Ve dahada örteceğe benziyor.

Vatandaş olarak bilmeye hakkımız var. Bizi kim idare ediyor.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
16 Haziran 2000 Cuma

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=49

8 Mart 2015 Pazar

Avrupa Birliği Eşiğinde AGİT ile İlişkilerimiz



Avrupa Birliği Eşiğinde AGİT ile İlişkilerimiz 


A. Nazmi Çora
10 Nisan 2000 Pazartesi 

"TARİHTEKİ  BÜYÜK ADAMLARIN TEK ORTAK NOKTASI, YAPMAKTA OLDUKLARINA İNANMIŞ OLMALARIDIR."

AVRUPA GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI ( AGİT )' son zirve toplantısı 16- 18 Kasım 199 da İstanbulda yapıldı. Türkiye için son derece önemli kararların alındığı bu zirvede bölge ve dünya güvenliği için alınabilecek birçok tedbir tesbit edildi. Basın ve yayın organları toplantı gündemine ilişkin konularda kamuoyunu bilgilendirmeye çalıştılar.

"AGİT " NEDİR ?, TEŞKİLATI NASILDIR ?, NASIL ÇALIŞIR ?, YETKİ VE SORUMLULUKLARI NELERDİR ? gibi soruların cevapları tam olarak bilinmediği için Türk kamuoyunca yeterli ilginin gösterildiğini söylemek zor. Türkiye'nin AGİT ile ilişkileri artarak devam edecektir. Bu bakımdan yeterli bilgiye sahip olmamız açısından AGİT ile ilgili önemli hususlar aşağıya çıkartılmıştır. Bu çalışmayı hazırlayan Sayın, Ali Nazmi Çora Beye teşekkür ediyor ve yazısını aynen Günün Yorumu'na alıyorum. ( T.T.K.)

AVRUPA GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI :

Kısaca AGİT olarak bilinen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, 1973 yılında 35 ülkenin katılımıyla Helsinki'de faliyete başlamış ve 1975 yılında 10 temel prensip içeren Helsinki Nihai Senedi kabul edilmiştir. Güvenlik, insan hakları ve ekonomi olmak üzere üç temel konunun ele alındığı bu temel prensipler :

· Devletlerin egemen eşitliği ve egemenliğin özündeki haklara saygı,
· Tehdit veya kuvvete başvurmama,
· Sınırların dokunulmazlığı,
· Devletlerin toprak bütünlüğüne saygı,
· Uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümü,
· İçişlerine karışmama,
· Düşünce, vicdan, din ve inanç özgürlükleri de dahil olmak üzere
 insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı,
· Halkların hak eşitliği ve kendi kaderlerini tayin hakkı,
· Devletler arasında işbirliği ve
· Uluslararası hukuk çerçevesinde istenilen yükümlülüklerin iyi
 niyetle yerine getirilmesidir.

Bu prensipler ile Avrupa'da güvenlik, demokrasi, insan hakları ve ekonomik konuları içine alan bir süreç başlatılmıştır. Bu süreç içerisinde, Paris Şartı, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA) ve AKKA-1/A, Viyana Belgesi ve Helsinki Belgesi olmak üzere dört temel belge ortaya çıkmıştır. Ayrıca, açık semalar konusundaki görüşmeler de devam etmiş ve 1992 yılında sonuca bağlanmıştır.

1990 yılında Soğuk Savaş sona ermiş, komünizm çökmüş ve bölünmüş Avrupa tekrar birleşmiştir. Bu tarihten itibaren barış içinde, demokratik ve birleşik bir Avrupa'nın yaratılması için AGİK'in kuvvetlendirilmesi gayretleri yoğunlaşmıştır.

24 Mart - 8 Temmuz 1992 tarihlerinde Helsinki'de yapılan 4. AGİK İzleme Toplantısı ve bunun sonucunda 9-10 Temmuz 1992 tarihlerinde yapılan AGİK Zirvesi'nde kabul edilen Helsinki '92 Belgesi ile :
· Güvenlik boyutunda yaptırım gücü arttırılmış,
· İnsani boyutunda insan hakları ile ilgili faaliyetin bir çerçevesi oluşturulmuş,
· Ekonomik boyutunda ise; bilim, çevre, teknoloji ve ekonomi konusunda ülkeler arasında
 daha fazla işbirliği ortamı yaratılmıştır.

1992 Helsinki Belgesi ile AGİK; barış gücü görevlerine verilmek ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile irtibatlandırılmak sureti ile Avrupa'da sorunların barışçı yollardan çözümü için bir platform haline gelmiştir.

Japonya ve Akdeniz ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesi ile AGİK ilgi alanını genişletmiştir. İnsan hakları ile ilgili yeni unsurların getirilmesi ile üye ülkelerdeki demokratikleşme sürecine katkıda bulunabilecektir.

Oluşturulan yeni güvenlik işbirliği forumu ile; silahsızlanma,silahların kontrolü, güven ve güven arttırıcı önlemler,çatışma önlemi ve buhran yönetimi konularında AGİK daha etkin bir yapıya ve işlerliğe kavuşturulmuş olup, 5-6 Aralık 1994 tarihinde Budapeşte'de yapılan AGİK zirve toplantısı sonucunda yayınlanan siyasi deklarasyon (Summit Declaration) ile AGİK'e yeni bir siyasi ivme verilerek ismi Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı (AGİT) olarak kabul edilmiştir.

TÜRKİYE AÇISINDAN GENEL DEĞERLENDİRME:


Son yıllarda Avrupa'da, Ortadoğu'da, Balkanlar'da, Kafkaslar'da ve Orta Asya'da meydana gelen hızlı ve köklü değişiklikler ile bu değişikliklerin zorladığı yeni dünya düzeni, Türkiye'nin karşısına; kısa, orta ve uzun vadede oldukça karmaşık ve çok boyutlu konular çıkarmıştır.

Değişimlerin yaşandığı bölgelerin, gerek coğrafi açıdan ve gerekse tarih, dil, din, ırk gibi unsurlar açısından Türkiye'ye olan yakınlığı; Türkiye'yi aynı anda bir çok alanda varlık göstermek zorunda bırakmıştır. Türkiye'nin üyesi olduğu veya üyelik için başvurduğu kuruluşlar, Türkiye'ye yeni sorumluluklar yüklemekte ve ilgi alanını genişletmektedir.
Ayrıca, ülkeler milli menfaatlerini korumak ve varlıklarını sürdürebilmek maksadıyla ikili ve üçlü düzeyde biraraya gelerek ortak hareket etmeye başlamışlardır.

Türkiye, kendisinden yardım bekleyen ülkeler, potansiyelinden istifade etmek üzere stratejik işbirliği yapmak isteyen ülkeler ve uzun vadeli milli menfaatleri zarar görebilecek ülkelerin gözlerini çevirdiği, yoğun diplomatik ve üst düzeyli askeri ziyaretlerin bir odak noktası durumuna gelmiştir.

AGİT'İN YAPISI:


AGİT 1 Ağustos 1975 yılında 35 Avrupa ve Kuzey Amerika devleti tarafından imzalanan Helsinki Nihai Senedi ile başlayan avrupada güvenlik ve işbirliği süreci 6 Aralık 1994 Paris zirvesi ile ulaştığı 54 devlet tarafından bir teşkilat haline gelmiştir. Bu devletler şunlardır:

1. NATO'nun 16 Ülkesi:
 (Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, Belçika, Hollanda,
 Danimarka, Lüksemburg ve Yunanistan)
2. Eski SSCB'nin 15 Ülkesi:
 (RF, Beyaz Rusya, Ukrayna, Litvanya, Letonya, Estonya, Ermenistan,
 Azerbaycan, Gürcistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan,
 Özbekistan, Tacikistan, Moldava)
3. Eski Varşova Paktının 6 Ülkesi:
 (Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya )
4. Eski Yugoslavyanın 5 Ülkesi :
 ( Hırvatistan, Slovenya, Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya)
5. Avrupanın Diğer 12 Ülkesi :
 ( İrlanda, Vatikan, San Marino, Malta, Kıbrıs, Liechenstein, Avusturya,
İsviçre, İsveç, Finlandiya, Monako, Arnavutluk )
6. Toplam: 54 Ülke
Teşkilatta her üye ülke eşit oy hakkına sahiptir.

AGİT'in yapısı; 1990 Paris şartı, 1992 Helsinki sözleşmesi ve 1994 Budapeşte belgeleri ile sürekli değişmiş olup en son durum yansıda görüldüğü gibi , Devlet ve Hükümet Başkanlarından oluşan zirve, Dışişleri Bakanllarından oluşan Bakanlar Konseyi ile Büyükelçilerden oluşan Kıdemli Memurlar Komitesine bağlı organlardan oluşmaktadır. Çatışmaları Önleme Merkezi, Milli Azınlıklar Komiserliği, Ekonomik Forum, Demokrasi Kuruluşları ve İnsan Hakları Bürosu belli başlı organlarıdır. Çatışmaları Önleme Merkezi, Ortak Danışma Grubu ve Güvenlik İşbirliği Forumunuda içermektedir. Parlamenterler Meclisi, AGİT başkanlığının temsil edildiği TROİKA, ÖZEL ÇALIŞMA GRUPLARI ile UZMANLAR VE RAPORTÖRLER de bu yapıyı geliştirmektedir.

ORGANLARI / FONKSİYONLARI:


(1) ZİRVE:
AGİT üyesi devletlerinin, devlet yada hükümet başkanlarının oluşturduğu en üst kademedir. Her iki yılda bir toplanarak, bu süre içindeki faaliyet ve alınan kararları onaylayıcı bir fonksiyonu verdır. Paris Şartı ile kurumlaşmıştır.

(2) AGİT BAKANLAR KONSEYİ:
AGİT 'e üye ülkelerin Dışişleri Bakanlarının oluşturduğu siyasi bir kuruluştur. Yılda en az bir kez toplanır. AGİT sorunlarını incelemek ve zirve toplantılarını hazırlama fonksiyonunu icra eder. Paris Şartı ile kurumlaşmıştır.

(3) PARLAMENTERLER MECLİSİ:
AGİT'e üye ülkelerin parlamenterlerinden oluşur. Yılda en az bir kere bir AGİT üyesi ülkenin başkentinde toplanır. AGİT Konseyi ve AGİT devletlerine danışmanlık fonksiyonu icra eder. Budapeşte Belgesi ile kurumlaşmıştır.

(4) KIDEMLİ MEMURLAR KOMİTESİ:
AGİT'e üye ülkelerin Büyükelçilerinden oluşmaktadır. Bakanlar Konseyinin vekili olarak tüm AGİT faaliyetlerinin yürütülmesi fonksiyonunu icra etmektedir. Yılda bir kere değişen önceki ve sonraki başkanların da içinde bulunduğu TROİKA denilen üçlü bir başkanlık yapısı vardır. (İlki 1991 Almanya, 1992 Çekoslovakya, 1993 İsveç, 1994 İtalya) Paris Şartı ile kurumlaşmıştır. Erken İkaz Buhran Yönetimi, Silahların Kontrolü, Barış Gücü Harekatı, Bölgesel Teşkilatlarla koordinasyon, İnsan Hakları, Demokratikleşme, Ekonomik Alanlarda İşbirliği başlıca görevleri arasındadır.

(5) GENEL SEKRETERLİK:
Bakanlar Konseyi KD, MEM. KOMİTESİ'nin idari desteğini sağlamak için 20 Şubat 1991 'de alınan bir kararla Prag'da kurulmuştur.

(6)ÇATIŞMALARI ÖNLEME MERKEZİ:
İhtilaflarda, askeri faaliyetlerde, Barış Gücü Harekatında, bilgi toplama ve raportör
fonksiyonları olan uzmanlardan kurulu Viyana'da teşkil edilmiş bir merkezdir. Paris Şartı ile kurumsallaşmıştır.

(7) ORTAK DANIŞMA GRUBU:
Çatışmaları önleme merkezine bağlı olarak, antlaşmaların hedeflerine ulaşması maksadıyla,
 ihlaller ve silahların kontrolü ile ilgili sorunların çözümü fonksiyonunu icra etmektedir. Her AGİT devlet temsilcilerindenoluşmaktadır. 1990 Viyana belgesi ile kurumlaşmıştır.

(8) AVRUPA / AKDENİZ GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ FORUMU:
ÇÖM'e bağlı olup AGİT görev alanlarında önerilerde ve diğer güvenlik teşkilatlarıyla işbirliğinde bulunma fonksiyonları vardır. 1992 Helsinki Belgesiyle kurumsallaşmıştır.

(9)DEMOKRATİK KURULUŞLAR VE İNSAN HAKLARI BÜROSU:
KMK'ne bağlı olup üye ülkelerdeki seçimlerle ilgili bilgi teatisinde bulunmak, insan hakları problemleri konusunda bilgi toplamak gibi fonksiyonlar icra eder. Varşova'da kurulmuştur. Helsinki 1992 Belgesi ile kurumlaşmıştır.

(10) MİLLİ AZINLIKLAR KOMİSERLİĞİ :
KMK'ne bağlı olup üye ülkelerdeki azınlıkların durumları konusunda AGİT üyelerinin dikkatinin çekilmesi fonksiyonu vardır. Helsinki İzleme TPL (1992) ile kabul edilmiştir.

(11) EKONOMİK FORUM :
KMK'ne bağlı olup, serbest pazar ekonomisi faaliyetlerinin teşviki fonksiyonunu icra etmektedir. Oslo izleme toplantısı (1991) ile kurumlaşmıştır.

(12) ÖZEL ÇALIŞMA GRUPLARI / UZMANLAR/ RAPORTÖRLER:
Bağımsız kuruluşlar, şahıslar sorunlarının çözümünde görev almaktadır. Çalışma gruplarında 7 dil kullanılmakta olup Türkçe bunlardan biridir.

KARAR MEKANİZMALARI:


(1)  AGİT üç boyutta mekanizmalarını işletmektedir.
 (a) GÜVENLİK BOYUTU (GGAÖ ve AKKA)
 (b) EKONOMİK BOYUT ( İŞBİRLİĞİ VE SORUMLULUKLAR )
 (c) İNSANİ BOYUT ( İNSAN HAKLARI, DEMOKRASİ, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ )
(2) Kararların alınmasında her ülke eşit oy hakkına sahiptir.
(3) Kararlarda büyük ölçüde consensus, oybirliği aranmaktadır.
(4) Karar süreci
 (a) İZLEME (TAKİP) TOPLANTILARI
 (b) İHTİSAS KOMİSYONU KONFERANS / TOPLANTILARI
 (c) BAKANLAR KONSEYİ TOPLANTILARI ile gerçekleştirilmektedir.
(5) Karar mekanizması unsurları
 (a) YILLIK BİLGİ DEĞİŞİMİ
 (b) TEMASLAR
 (c) ASKERİ FAALİYETLERİN ÖNBİLDİRİMİ / GÖZLENMESİ
 (d) ZORLAYICI / KISITLAYICI HÜKÜMLER
 (e) DENETİM
 (f) DEĞERLENDİRME RAPORLARI
 (g) YILLIK DEĞERLENDİRME TOPLANTILARI (Yazan: A. Nazmi Çora)

Dr. Tahir Tamer Kumkale
10 Nisan 2000 Pazartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=28

14 Şubat 2015 Cumartesi

İKİZ YASALAR DURURKEN BÖLÜCÜ TERÖRLE MÜCADELE EDEMEZSİNİZ





İKİZ YASALAR DURURKEN BÖLÜCÜ TERÖRLE MÜCADELE EDEMEZSİNİZ







Bizim telâkkimize göre, siyasi kuvvet, milli irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1930)
…………………………………………………………………………………………………………………………………
3 Kasım 2002 milletvekili Genel Seçimlerinden Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 34.28 oy oranı ve 363 milletvekili ile çıktı ve tek başına iktidar oldu. 1999 seçimlerinde parlamento dışı kalan CHP, bu kez yüzde 19.39 oy oranı ile 178 milletvekili çıkardı. Seçimlere katılamayan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 9 Mart 2003 Siirt Milletvekili Yenileme Seçimi sonucunda parlamento’ya girdi. 58. Hükümeti kuran Abdullah Gül, başbakanlığı bıraktı. Recep Tayyip Erdoğan, 11 Mart’ta 59. Hükümeti kurmakla görevlendirildi. Başbakan Erdoğan’ın ilk hükümeti 14 Martta meclisten güvenoyu aldı.
Ak Parti, iyi bir ekonomi devralmadı. Ama PKK terörünün neredeyse sıfırlandığı bir ülke teslim aldı.  O tarihten itibaren terörün giderek arttığı ve bölücülük tehdidinin zirve yaptığı günümüze kadar meydana gelen hadiseler asla tesadüfü değildir. Çünkü, hadiselerin temelinde 4 Haziran 2003’de TBMM’de kabul edilen Uluslararası İkiz Yasalar yatmaktadır.
Bu yasalar yürürlükte kaldığı sürece devlet eliyle desteklenen anarşi ve terör ile bölücülük faaliyetlerinin etki alanından kurtulamamız mümkün değildir. Sonunda şehit kanı ile vatan yapılan Anadolu topraklarında tamamen yasal yollardan geçilerek yeni devletçikler kurulması kaçınılmaz olacaktır.
Recep Tayyip Erdoğan iktidarı devraldığında Uluslararası İkiz Yasalar konusu yeni değildi. Tam 37 yıllık bir mazisi vardı. O güne kadar milletin seçtiği vekiller bu yasaların ardındaki sinsi tehlikeyi görmüşler ve kabul etmemişlerdir. İşte 37 yıl bekletilen “ Siyasi ve Medeni Haklar” ve “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar” başlıklı uluslararası sözleşmeler AKP ve CHP milletvekillerinin oylarıyla 4 Haziran 2003 günü jet hızıyla kanun haline getirildi. 37 yıl bekleyen sözleşmeler 37 dakikadan daha az bir zamanda TBMM’de onaylandı.
İşin tehlikeli yönü de milletvekillerinin çoğunun o zaman yaptıkları işten ve getireceği vahim sonuçlardan haberleri dahi yoktu. Bugün içinde bulunduğumuz durum dikkate alındığında milletvekillerimizin çoğunun bu yasaların içeriğinden hâlâ haberleri olmadığını üzülerek söyleyebilirim.
 Peki neydi bu yasaların özelliği? Fazla detayına girmeden yasaların getirdiklerini birkaç cümle ile özetleyelim;
Yıllardır  “Halklara Özgürlük” sloganlarıyla kan gölüne çevrilen ve amansız bir kardeş kavgasının içine sokulan ülkemizde kabul edilen bu iki yasanın ilk maddeleri; “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler” ibaresiyle başlamaktadır.. İşte bu tek cümle dahi kanunların içeriği hakkında yeterli bilgiyi vermektedir.
Bu yasalar; ülkemizde yaşayan halklara, her türden etnik topluluklara, mezheplere, farklı toplumsal kökenlere, tarikatlara, cemaatlara ve yerel gruplara kendi statülerini özgürce tayin etme hakkı veriyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de imzaladığı Uluslararası sözleşmelerle tanıdığı bu hakları, yani “halkların kendi kaderini tayin hakkını” ve diğer hakları uygulamaya geçirmek için gerekli düzenlemeleri yapmayı açıkça taahhüt ediyor.
Sadece bu kadarıyla baktığımız zaman dahi bu yasalarla; ülkemizde yıllardır büyük mücadele verdiğimiz, binlerce şehit verdiğimiz bölücülük faaliyetlerine uluslararası hukuk açısından, her alanda destek veren bir hukuki zemin sağlandığı anlaşılmaktadır.  Ulus millete dayalı üniter Türkiye’yi öngören T. C. Anayasası da adeta geçersiz kılınmaktadır.
Bilindiği gibi, 11 Eylül 2003 İkiz Kuleler saldırısından sonra dünyayı yeniden yapılandırma iddiası ile yola çıkan ABD, hiçbir uluslararası hukuk kuralını tanımadan önce Afganistan’ı sonra da Irak’ı işgal etmiştir. Bilahare BOP ile 24 Müslüman ülkeye demokrasi getirme adına bu ülkeleri bölüp parçalama faaliyetlerine girişmiştir. İşte İkiz Yasalar, ABD gibi davranabilecek bütün süper güçlere uluslararası ve milli kanunlar çerçevesinde önemli bir imkan sağlayarak ülkeleri içeriden fethetme faaliyetini yasal hale getirmektedir.
Bu yasalarla ülkemizi sarsan bölücü teröre verilen uluslararası dış destek yasal hale getirilmiştir. İkiz yasalar Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde başarıyla denenmiş ve bu ülke insanları birbirleri ile kıyasıya çarpışarak bölünmüştür. Bu örneğe rağmen Türkiye’de de benzeri faaliyetlerin kolaylıkla organize edilebileceği bir zemin oluşturulmuştur.
İkiz Sözleşmelerin TBMM’ne sevk tarihleri de oldukça dikkat çekicidir. Abdullah Gül Hükümeti birinci sözleşmeyi, ABD’nin Irak’a saldırı hazırlıklarını yoğunlaştırdığı 23 Aralık 2002’de TBMM’ne sunmuştur. İkinci sözleşme ise ABD’nin Irak işgalini tamamlamasından hemen sonra 25 Nisan 2003 günü gönderilmiştir. Burada sanki, Türkiye tarafından ,” Ey ABD, sen büyüksün. Sen güçlüsün. Senin her şeye gücün yeter. Bak biz kendi elimizle gelip bizi dövmen için eline sopa veriyoruz.” denilmek istenmiştir.
Her iki yasanın en tehlikeli maddesi birinci Maddeleridir. Bu madde; “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve, ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler. Sözleşmeye taraf bütün Devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir.” şeklindedir.
Yani bununla sadece ülke içindeki değişik millete mensup vatandaşlara değil, kendini bu topluma entegre edemeyen bütün topluluklara kendi siyasi kaderini tayin hakkı tanınmıştır.
Demek ki bu yasalara göre; (X)Topluluğu ; bir araya gelip “Ey Türkiye Cumhuriyeti. Biz seni istemiyoruz. Biz bu topraklarda (Y) adı ile ayrı bir devlet kurmak istiyoruz.” Veyahut ta; “Biz seninle yaşamak istemiyoruz. Biz (Z) devletine bağlanmak istiyoruz. Şimdi gel bize yardım et ve bu işimizi yasalara uygun şekilde kolaylaştır” diyebilecektir.
T.C. Anayasasının “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı “Dördüncü Bölümü” 66 ncı Maddesinde Türk Vatandaşlığı tarif edilmiştir. Buna göre; “Madde-66. Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’ tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür.” İşte bu madde hâlâ yürürlükte iken bu iki kanunun apar topar TBMM’ den geçmesi son derece tehlikeli bir durum yaratmıştır..
Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1930’larda “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir. Türkler demokrat, hür ve mesul vatandaşlardır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir” derken bu günleri aklına bile getirmemiştir.
Bölgede güçlü bir Türkiye’nin varlığını istemeyen dış güçlerin eline verilen imkanlar bununla da sınırlı değildir. Sözleşmenin ikinci maddesinde; “Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet, bu Sözleşmede tanınan… kendi toprakları üzerinde bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı bu ve haklara saygı göstermeyi taahhüt eder.” denilmektedir. Devamla; “Sözleşme ile tanınan hakların, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka bir statü bakımından herhangi bir ayrım gözetilmeksizin uygulanacağını” açıklamaktadır.
Bu şekilde ülkede mevcut, mezheplere, tarikatlara, cemaatlere, aşiretlere, yerel gruplara da kendi statülerini özgürce geliştirme hakkı tanınmıştır.. Çünkü bunların hepsi dinsel ve toplumsal köken kapsamı içinde mütalaa edilmektedir.
Bunun açık anlamı şudur; Bu maddelere dayanarak her hangi bir kişi, herhangi etnik grubun, mezhebin veya tarikatın üyesi olduğunu öne sürebilecektir. Ve bu gruba özgü “siyasî, kültürel, sosyal ve ekonomik özgürlük” hususlarında kendilerine ayrıcalık verilmesini isteyebilecektir. Nitekim bunların hepsinin bugün gerçekleştiğini gördük.
Yasaya göre bu gruplar, kendilerine yardımcı olacağını taahhüt eden Türkiye’nin bu uygulamaları gerçekleştirmediğini görürse, konuyu uluslararası zeminlere taşıyarak yardım alabilecektir. Bunun adına bugün demokrasi deniliyor. Ve bu demokrasinin Türkiye’yi bindiği dalı kesen adam durumuna düşürdüğü de açıkça görülüyor.
İkiz Kanunların yürürlüğe girmesi ile irticai kesimin yıllardır sürdürdükleri ‘her cemaat kendi hukukunu yaşasın’ şeklindeki akıl dışı talepleri de kabul edilmiştir.. Denilebilir ki; Türk hukuk sistemi yerine etnik grupların, cemaatlerin, tarikatların hukuku geçecekti.  Atatürk’ün Türkiye’sinde bunun mümkün olup olamayacağını da yaşayarak görüyoruz.
Yasalara göre diğer bir bölünme imkanı da ekonomik alan kullanılarak sağlanmıştır. Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklara İlişkin Sözleşmenin 1inci Madde, 2 nci Fıkrasında “ Bütün halklar, … kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk, hiçbir durumda, kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olan kendi olanaklarından yoksun bırakılamaz.” denilerek, milli ekonomide olması gereken bütünlük kavramı kaldırılmaktadır.
Buna göre, yurt sathına yayılmış olan ve 75 milyonun malı olan ekonomik değerler halkların yaşadıkları bölgelere göre ekonomik parçalara bölünmektedir. Milletin tamamının ekonomik ihtiyaçlarının yerini yerel ve etnik çıkarlar alması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bunun telaffuz edilmesi dahi korkunçtur. Trakya ayçiçeğini sadece kendisi için kullanmak isterken, Raman Dağındaki petrolden sadece Batmanlı vatandaşlarımız istifade edebilecektir. Bunu düşünmek dahi abesle iştigaldir. Ama bu uygulamaların BDP yöneticileri tarafından açıkça dillendirildiğine de şahit olunmaktadır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün insanlığı kucaklayan; “Milletler yerleştikleri toprakların gerçek sahibidirler. Ancak o topraklarda insanlığın da temsilcisi olarak bulunurlar. Oradaki kaynaklardan kendileri faydalanırken bütün insanlığı da faydalandırmakla yükümlüdürler.” Şeklindeki görüşlerini bir kalemde silip atan bu düşüncenin mantığı gerçekten ürkütücüdür.
İkiz Yasalar, iki uluslararası sözleşmeyi T.C. Anayasası’nın da üzerine çıkartmıştır. Bu sözleşmelerle yurttaşlarımıza getirilen yeni hiç bir hak olmadığı da görülmektedir. Sadece bugüne kadar ülke varlığını ve bölünmez bütünlüğünü tehdit eden eylemleri ( uluslararası terörizm hareketlerini ) yasal himayeye kavuşturmaktadır.
Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi’ne göre anayasal organların dışında yeni bir “Denetim Organı” da oluşturulmaktadır. Bu organ vasıtası ile isteyen halklar, cemaatlar, tarikatlar Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde uluslararası mahkemelere dava açabileceklerdir.
Sonuç olarak; bugün yaşadığımız, KCK yapılanmaları, Oslo Süreci, demokratik özerklik ilanları gibi bölücülük uygulamalarının temel dayanağı İkiz Yasalardır. Bu yasaların ulus devlet ve üniter devlet yapılanmasını kabul
Devletimizin bekası ve milletimizin egemenliğinin sürdürülebilmesi tamamen bu yasaların kaldırılmasına bağlıdır. Milli devleti bütün temel kuralları ile reddeden ve üniter Türk Devletinin yasal olarak bölünme sürecini başlatan bu yasaları çıkartan Ak Parti Hükümetini ve TBMM’ni bu konuda aktif görev almaya davet ediyorum..
 Dr. Tahir Tamer Kumkale


..