İKİZ YASALAR DURURKEN BÖLÜCÜ TERÖRLE MÜCADELE EDEMEZSİNİZ
Bizim telâkkimize göre, siyasi kuvvet, milli irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1930)
…………………………………………………………………………………………………………………………………
3 Kasım 2002 milletvekili Genel Seçimlerinden Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 34.28 oy oranı ve 363 milletvekili ile çıktı ve tek başına iktidar oldu. 1999 seçimlerinde parlamento dışı kalan CHP, bu kez yüzde 19.39 oy oranı ile 178 milletvekili çıkardı. Seçimlere katılamayan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 9 Mart 2003 Siirt Milletvekili Yenileme Seçimi sonucunda parlamento’ya girdi. 58. Hükümeti kuran Abdullah Gül, başbakanlığı bıraktı. Recep Tayyip Erdoğan, 11 Mart’ta 59. Hükümeti kurmakla görevlendirildi. Başbakan Erdoğan’ın ilk hükümeti 14 Martta meclisten güvenoyu aldı.
Ak Parti, iyi bir ekonomi devralmadı. Ama PKK terörünün neredeyse sıfırlandığı bir ülke teslim aldı. O tarihten itibaren terörün giderek arttığı ve bölücülük tehdidinin zirve yaptığı günümüze kadar meydana gelen hadiseler asla tesadüfü değildir. Çünkü, hadiselerin temelinde 4 Haziran 2003’de TBMM’de kabul edilen Uluslararası İkiz Yasalar yatmaktadır.
Bu yasalar yürürlükte kaldığı sürece devlet eliyle desteklenen anarşi ve terör ile bölücülük faaliyetlerinin etki alanından kurtulamamız mümkün değildir. Sonunda şehit kanı ile vatan yapılan Anadolu topraklarında tamamen yasal yollardan geçilerek yeni devletçikler kurulması kaçınılmaz olacaktır.
Recep Tayyip Erdoğan iktidarı devraldığında Uluslararası İkiz Yasalar konusu yeni değildi. Tam 37 yıllık bir mazisi vardı. O güne kadar milletin seçtiği vekiller bu yasaların ardındaki sinsi tehlikeyi görmüşler ve kabul etmemişlerdir. İşte 37 yıl bekletilen “ Siyasi ve Medeni Haklar” ve “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar” başlıklı uluslararası sözleşmeler AKP ve CHP milletvekillerinin oylarıyla 4 Haziran 2003 günü jet hızıyla kanun haline getirildi. 37 yıl bekleyen sözleşmeler 37 dakikadan daha az bir zamanda TBMM’de onaylandı.
İşin tehlikeli yönü de milletvekillerinin çoğunun o zaman yaptıkları işten ve getireceği vahim sonuçlardan haberleri dahi yoktu. Bugün içinde bulunduğumuz durum dikkate alındığında milletvekillerimizin çoğunun bu yasaların içeriğinden hâlâ haberleri olmadığını üzülerek söyleyebilirim.
Peki neydi bu yasaların özelliği? Fazla detayına girmeden yasaların getirdiklerini birkaç cümle ile özetleyelim;
Yıllardır “Halklara Özgürlük” sloganlarıyla kan gölüne çevrilen ve amansız bir kardeş kavgasının içine sokulan ülkemizde kabul edilen bu iki yasanın ilk maddeleri; “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler” ibaresiyle başlamaktadır.. İşte bu tek cümle dahi kanunların içeriği hakkında yeterli bilgiyi vermektedir.
Bu yasalar; ülkemizde yaşayan halklara, her türden etnik topluluklara, mezheplere, farklı toplumsal kökenlere, tarikatlara, cemaatlara ve yerel gruplara kendi statülerini özgürce tayin etme hakkı veriyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de imzaladığı Uluslararası sözleşmelerle tanıdığı bu hakları, yani “halkların kendi kaderini tayin hakkını” ve diğer hakları uygulamaya geçirmek için gerekli düzenlemeleri yapmayı açıkça taahhüt ediyor.
Sadece bu kadarıyla baktığımız zaman dahi bu yasalarla; ülkemizde yıllardır büyük mücadele verdiğimiz, binlerce şehit verdiğimiz bölücülük faaliyetlerine uluslararası hukuk açısından, her alanda destek veren bir hukuki zemin sağlandığı anlaşılmaktadır. Ulus millete dayalı üniter Türkiye’yi öngören T. C. Anayasası da adeta geçersiz kılınmaktadır.
Bilindiği gibi, 11 Eylül 2003 İkiz Kuleler saldırısından sonra dünyayı yeniden yapılandırma iddiası ile yola çıkan ABD, hiçbir uluslararası hukuk kuralını tanımadan önce Afganistan’ı sonra da Irak’ı işgal etmiştir. Bilahare BOP ile 24 Müslüman ülkeye demokrasi getirme adına bu ülkeleri bölüp parçalama faaliyetlerine girişmiştir. İşte İkiz Yasalar, ABD gibi davranabilecek bütün süper güçlere uluslararası ve milli kanunlar çerçevesinde önemli bir imkan sağlayarak ülkeleri içeriden fethetme faaliyetini yasal hale getirmektedir.
Bu yasalarla ülkemizi sarsan bölücü teröre verilen uluslararası dış destek yasal hale getirilmiştir. İkiz yasalar Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde başarıyla denenmiş ve bu ülke insanları birbirleri ile kıyasıya çarpışarak bölünmüştür. Bu örneğe rağmen Türkiye’de de benzeri faaliyetlerin kolaylıkla organize edilebileceği bir zemin oluşturulmuştur.
İkiz Sözleşmelerin TBMM’ne sevk tarihleri de oldukça dikkat çekicidir. Abdullah Gül Hükümeti birinci sözleşmeyi, ABD’nin Irak’a saldırı hazırlıklarını yoğunlaştırdığı 23 Aralık 2002’de TBMM’ne sunmuştur. İkinci sözleşme ise ABD’nin Irak işgalini tamamlamasından hemen sonra 25 Nisan 2003 günü gönderilmiştir. Burada sanki, Türkiye tarafından ,” Ey ABD, sen büyüksün. Sen güçlüsün. Senin her şeye gücün yeter. Bak biz kendi elimizle gelip bizi dövmen için eline sopa veriyoruz.” denilmek istenmiştir.
Her iki yasanın en tehlikeli maddesi birinci Maddeleridir. Bu madde; “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve, ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler. Sözleşmeye taraf bütün Devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir.” şeklindedir.
Yani bununla sadece ülke içindeki değişik millete mensup vatandaşlara değil, kendini bu topluma entegre edemeyen bütün topluluklara kendi siyasi kaderini tayin hakkı tanınmıştır.
Demek ki bu yasalara göre; (X)Topluluğu ; bir araya gelip “Ey Türkiye Cumhuriyeti. Biz seni istemiyoruz. Biz bu topraklarda (Y) adı ile ayrı bir devlet kurmak istiyoruz.” Veyahut ta; “Biz seninle yaşamak istemiyoruz. Biz (Z) devletine bağlanmak istiyoruz. Şimdi gel bize yardım et ve bu işimizi yasalara uygun şekilde kolaylaştır” diyebilecektir.
T.C. Anayasasının “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı “Dördüncü Bölümü” 66 ncı Maddesinde Türk Vatandaşlığı tarif edilmiştir. Buna göre; “Madde-66. Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’ tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür.” İşte bu madde hâlâ yürürlükte iken bu iki kanunun apar topar TBMM’ den geçmesi son derece tehlikeli bir durum yaratmıştır..
Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1930’larda “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir. Türkler demokrat, hür ve mesul vatandaşlardır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir” derken bu günleri aklına bile getirmemiştir.
Bölgede güçlü bir Türkiye’nin varlığını istemeyen dış güçlerin eline verilen imkanlar bununla da sınırlı değildir. Sözleşmenin ikinci maddesinde; “Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet, bu Sözleşmede tanınan… kendi toprakları üzerinde bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı bu ve haklara saygı göstermeyi taahhüt eder.” denilmektedir. Devamla; “Sözleşme ile tanınan hakların, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka bir statü bakımından herhangi bir ayrım gözetilmeksizin uygulanacağını” açıklamaktadır.
Bu şekilde ülkede mevcut, mezheplere, tarikatlara, cemaatlere, aşiretlere, yerel gruplara da kendi statülerini özgürce geliştirme hakkı tanınmıştır.. Çünkü bunların hepsi dinsel ve toplumsal köken kapsamı içinde mütalaa edilmektedir.
Bunun açık anlamı şudur; Bu maddelere dayanarak her hangi bir kişi, herhangi etnik grubun, mezhebin veya tarikatın üyesi olduğunu öne sürebilecektir. Ve bu gruba özgü “siyasî, kültürel, sosyal ve ekonomik özgürlük” hususlarında kendilerine ayrıcalık verilmesini isteyebilecektir. Nitekim bunların hepsinin bugün gerçekleştiğini gördük.
Yasaya göre bu gruplar, kendilerine yardımcı olacağını taahhüt eden Türkiye’nin bu uygulamaları gerçekleştirmediğini görürse, konuyu uluslararası zeminlere taşıyarak yardım alabilecektir. Bunun adına bugün demokrasi deniliyor. Ve bu demokrasinin Türkiye’yi bindiği dalı kesen adam durumuna düşürdüğü de açıkça görülüyor.
İkiz Kanunların yürürlüğe girmesi ile irticai kesimin yıllardır sürdürdükleri ‘her cemaat kendi hukukunu yaşasın’ şeklindeki akıl dışı talepleri de kabul edilmiştir.. Denilebilir ki; Türk hukuk sistemi yerine etnik grupların, cemaatlerin, tarikatların hukuku geçecekti. Atatürk’ün Türkiye’sinde bunun mümkün olup olamayacağını da yaşayarak görüyoruz.
Yasalara göre diğer bir bölünme imkanı da ekonomik alan kullanılarak sağlanmıştır. Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklara İlişkin Sözleşmenin 1inci Madde, 2 nci Fıkrasında “ Bütün halklar, … kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk, hiçbir durumda, kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olan kendi olanaklarından yoksun bırakılamaz.” denilerek, milli ekonomide olması gereken bütünlük kavramı kaldırılmaktadır.
Buna göre, yurt sathına yayılmış olan ve 75 milyonun malı olan ekonomik değerler halkların yaşadıkları bölgelere göre ekonomik parçalara bölünmektedir. Milletin tamamının ekonomik ihtiyaçlarının yerini yerel ve etnik çıkarlar alması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bunun telaffuz edilmesi dahi korkunçtur. Trakya ayçiçeğini sadece kendisi için kullanmak isterken, Raman Dağındaki petrolden sadece Batmanlı vatandaşlarımız istifade edebilecektir. Bunu düşünmek dahi abesle iştigaldir. Ama bu uygulamaların BDP yöneticileri tarafından açıkça dillendirildiğine de şahit olunmaktadır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün insanlığı kucaklayan; “Milletler yerleştikleri toprakların gerçek sahibidirler. Ancak o topraklarda insanlığın da temsilcisi olarak bulunurlar. Oradaki kaynaklardan kendileri faydalanırken bütün insanlığı da faydalandırmakla yükümlüdürler.” Şeklindeki görüşlerini bir kalemde silip atan bu düşüncenin mantığı gerçekten ürkütücüdür.
İkiz Yasalar, iki uluslararası sözleşmeyi T.C. Anayasası’nın da üzerine çıkartmıştır. Bu sözleşmelerle yurttaşlarımıza getirilen yeni hiç bir hak olmadığı da görülmektedir. Sadece bugüne kadar ülke varlığını ve bölünmez bütünlüğünü tehdit eden eylemleri ( uluslararası terörizm hareketlerini ) yasal himayeye kavuşturmaktadır.
Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi’ne göre anayasal organların dışında yeni bir “Denetim Organı” da oluşturulmaktadır. Bu organ vasıtası ile isteyen halklar, cemaatlar, tarikatlar Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde uluslararası mahkemelere dava açabileceklerdir.
Sonuç olarak; bugün yaşadığımız, KCK yapılanmaları, Oslo Süreci, demokratik özerklik ilanları gibi bölücülük uygulamalarının temel dayanağı İkiz Yasalardır. Bu yasaların ulus devlet ve üniter devlet yapılanmasını kabul
Devletimizin bekası ve milletimizin egemenliğinin sürdürülebilmesi tamamen bu yasaların kaldırılmasına bağlıdır. Milli devleti bütün temel kuralları ile reddeden ve üniter Türk Devletinin yasal olarak bölünme sürecini başlatan bu yasaları çıkartan Ak Parti Hükümetini ve TBMM’ni bu konuda aktif görev almaya davet ediyorum..
Dr. Tahir Tamer Kumkale
..