Osman Paksüt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osman Paksüt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2021 Salı

2008 KOMPLOSU TÜRK ORDUSU VE TÜRK SİYASETİNE YÖNELİK DARBE GİRİŞİMİ

 2008 KOMPLOSU TÜRK ORDUSU VE TÜRK SİYASETİNE YÖNELİK DARBE GİRİŞİMİ




2008 KOMPLOSU, TÜRK ORDUSU, TÜRK SİYASETİ , DARBE GİRİŞİMİ , Onur Dikmeci , Abdurrahman Yalçınkaya , Osman Paksüt ,Ergenekon , Balyoz , İlker Başbuğ , Necdet Özel , Onur Dikmeci ,


Onur Dikmeci
19 Nisan 2017 Çarşamba

   14 Mart 2008 yılında dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya kaya tarafından Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılma istemiyle dava açılmıştı. Bu gelişmenin kamuoyu nezdinde duyulmasıyla fırtınalar koptu. Süreç içerisinde muhalif durumda dahi bulunsalar ağırlıklı kesim kapatılma yerine siyasi yasakları savunmaktaydı. Dava sürecinde ilginç gelişmeler yaşanacağı gibi davanın açılış tarihide manidardı. Buna göre kapatılma davası hazırlıklarının 2007 yılından itibaren başlatıldığı ortaya çıkmıştı. 2007 ise Türk siyasi tarihinde bir kırılmayı anlatan dönemdi. Hrant Dink ve gayrı müslim din adamlarının cinayetlerinden sonra Cia'den eğitim alan bazı polis müdürleri Emniyet'in kritik birimlerine atandılar. 1999'dan itibaren oluşturulmaya başlanan ve 2001'de son şekli verilerek Mit'e sunulan Ergenekon şeması yeniden gündeme getirildi. Bir muhtıra ya da kimi kesimlerce Tsk bildirisi olarak adlandırılan 27 Nisan Tsk açıklaması neticesinde de bürokrasi darbe olabileceği tedirginliğiyle Cia ile içli dışlı olan gruplara teslim edilmeye başlandı. Haziran ayında da Ergenekon operasyonları başlatıldı. Akp kapatma hazırlıklarının başlatılması bu evreye denk geliyordu.  Kapatılma davası açıldıktan sonra ise generaller nezdinde bazı ses kayıtları servis edilerek Tsk yıpratılmaya çalışılıyordu. Kamuoyundaki yaygın kanaate göre parti kapatma davası ulusalcı ya da vesayetçi derin devletin tertibiyken, silahlı kuvvetler personeli hakkındaki sızıntılar ise davaya karşı rövanş olarak hükümet cephesince desteklenmekteydi. Oysa yıllar sonraki bilgi birikimi ve algımızla durumun böyle olmadığı, kapatma davası ve Tsk hakkındaki iddiaların aynı odaklarca tasarlandığı ve neticede ulusalcı ya da mütedeyyin farketmeksizin bütün Türkiye'nin yara aldığı görülmüş olmaktadır.
Kapatılma davası sürerken en fazla hedef gösterilen kişi Ağustos 2006 şurası ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmış hali hazırda bu görevi sürdüren ve 2008 Ağustos'unda Genelkurmay Başkanı olması beklenen İlker Başbuğ idi. Ordudan emekli subay öğretmen Binbaşı Dr. Erol Mütercimler'in yıllar sonraki ifadesine göre İlker Başbuğ ''Amerikancı bir Subay''idi. Böyledir veya değildir ancak Başbuğ'un hedef alındığı çok belliydi. Çünkü o askeri davalardan (Ergenekon Balyoz..) rahatsızlık duyan, komuta kademesini bu doğrultuda şekillendirmek isteyen şahin sınıftan bir komutan olarak tanımlanıyordu. Hal böyleyken ideolojik kimliği farketmeksizin tasfiye edilmesi Tsk'ni itibarsızlaştıracağı gibi olayda iktidar partisinin üzerine yıkılacaktı. Gerçekte iktidar partisi kapatma sürecinde Başbuğ'un kararnamesini imzalamama resti en gerçekçi ve ciddi tepkisi olacaktı. Bu bakımdan bu durum kabul edilebilir bir stratejiydi çünkü Genelkurmay Başkanı zaten hükümet tarafından atanırdı. Ancak Tsk'ni itibarsızlaştıracak sızıntılar dış kaynaklı girişimlerin neticesiydi.

Başbuğ ile alakalı haberlerden biri Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Paksüt ile yaptığı iddia edilen görüşmeydi. Haberin içeriği şu şekilde aktarılmıştı:

''4 Mart 2008 günü saat 17:oo’da, Ankara’da, 06 LLU 81 plakalı mavisiyah Mercedes marka otomobil Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na geldi. Otomobilde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt vardı. Paksüt, karargâha girdi ve bir saat 15 dakika süreyle, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı, altı ay sonrasının müstakbel Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile başbaşa görüştü.

Günün moda deyimiyle, görüşmenin zamanlaması manidardı. CHP ve DSP’nin, üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getirmek amacıyla Anayasa’da değişiklik yapılmasına ilişkin 5735 sayılı kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasının üzerinden sadece yedi gün geçmişti. Ve o an itibariyle, çoğumuz henüz bunu bilmesek de, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP aleyhinde kapatma davası açmasına on gün kalmıştı.

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’nin, kritik başörtüsü ve kapatma davaları sürecinde Kara Kuvvetleri Komutanı’yla görüşmesini ilginç kılan diğer bir unsur, buluşmanın gizli tutulması, kayıt altına alınmaması, tarafların kaydı tutulan resmî programlarında görünmemesiydi. Hatta buluşma öncesinde, karargâh giriş ve çıkışlarında bulunan güvenlik kameralarına karartma uygulanmış, komuta katı da tamamen boşaltılmıştı.''

Yani görüşme kapatma davasından önce gerçekleştirilmişti. Oluşturulmak istenen teze göre davayı ordu yönlendiriyordu. Başbuğ ile ilgili ikinci sızıntı Vakit gazetesinde Yayımlanan İlker Başbuğ'un Büyük Kulüp adlı sivil toplum kuruluşuna üye olduğu haberiydi.
 Yayımlanan Belgeden, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un 1882 yılında İngiliz Elçisi Sir Alfred Sandison tarafından kurulan “Büyük Kulüp adlı derneğe üyelik başvurusunda bulunduğu ve başvurusunun kabul edildiği algısı oluşturulmak isteniyordu. Dernek Başkanı Duran Akbulut, İlker Başbuğ'a gönderdiği 18.12.2006 tarihli yazıda şunları kaydediyor: “Büyük Kulüp Derneği'ne üyelik için yapmış olduğunuz başvurunuz ilgili kurullarca tetkik edilmiş olup, Yönetim Kurulumuzun 09.12.2006 tarihinde yapmış olduğu toplantıda üyeliğe mani haliniz bulunmadığı anlaşıldığından, Büyük Kulüp üyeliğine kabulünüze karar verilmiştir.”

Yazıdaki “tetkik edilmiş olup” ve “üyeliğe mani haliniz bulunmadığı” ifadeleri, “Kulüp, Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli makamlarından birinde bulunan bir komutanla ilgili 'güvenlik soruşturması' yapmış” şeklinde yorumlanıyordu.

Üyeliğe kabul yazısının devamında da şöyle deniliyor: “Bilgi edinmenizi rica eder, aramıza hoş geldiniz der, üyeliğinizin size ve kulübümüze hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım şeklindeydi.

Yine İlker Başbuğ ile alakalı bir haberde İsrail Ağlama Duvarı'ndaki görüntüleriyle alakalıydı. Yine Vakit gazetesinin gündeme taşıdığı haber Akşam gazetesince de işleniyor bu sefer geziden karelerde gazetede yer buluyordu.
2008'deki sızıntılardan biride Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanı Tuğgeneral Münir Erten ile alakalıydı. 19 Şubat 2008 günü "YouTube" adlı video paylaşım sitesine bir ses kaydı yüklendi. "Cnksari" rumuzlu kullanıcının gönderdiği "Tuğgeneral Münir Ertan'dan şok açıklamalar" başlıklı videoda Irak'ın kuzeyine kara harekâtının 20-22 Şubat tarihleri arasında başlatılacağı konuşuluyordu. TSK, 2007 baharından bu yana kara harekâtına hazırlanıyordu. Irak'ın Kuzeyindeki PKK odaklarına yapılacak geniş çaplı harekât 48 saat önceden deşifre edilmişti.
Ayrıca pkk kamplarına yapılan hava operasyonlarında 5 teröristin öldürüldüğünü belirtiyordu. Oysa Genelkurmay bu rakamı 175 olarak açıklamıştı. Yani silahlı kuvvetlerin terörle mücadelede başarısız olduğu, gerçeklerin halktan gizlendiği intibahı oluşturuluyordu.
Önemli bir sızıntıda dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun ile alakalıydı. Buna göre Saygun'un olduğu iddia edilen bazı sağlık raporları servis edilmiş ve Saygun'un ağır şeker hastası olduğu vurgulanmış böylelikle komuta kedemesindeki istikbaline engel olunmak istenmiştir.
O dönemde rütbesi Tümamiral olan Kadir Sağdıç'ın ses kaydı da Münir Erten benzeri servis edilmişti. Kayıtta Tümamiral Sağdıç olduğu öne sürülen bir kişi darbe imasında bulunuyor ve askerlerden oluştuğu izlenimi veren bir topluluğa konuşma yapıyor. Komutan konuşmasında ordunun her 20-25 yılda bir siyasilerin elinde yozlaşan sistemi tekrar rayına oturtmak zorunda kaldığını ve askerin gerektiği zaman gerekli reaksiyonları gösterebileceğini söylüyordu. Sağdıç sonradan Koramiralliğe terfi etsede Balyoz davasında tutuklandı ve 3 yıl 4 ay 8 gün hapis yattı.
TSK 'nın kurumsal kişiliğini hedef alan haberler arasında en önemlilerinden olanı ise Dağlıca baskınıyla alakalıydı. 25 Haziran 2008  tarihinde Taraf gazetesi pkk'nın gerçekleştirmiş olduğu Dağlıca baskınının önceden bilindiği haberini geçmişti. Delile dayanmayan haber pkk ordu bağlantısını işlemeye çalışıyordu.

Bütün bunlar yaşanırken kapatma davası ile ilgili en sert tepkiler Avrupa Birliği ülkelerinden geldi ve kapatılma yönünde karar çıkması halinde müzakerelerin duracağı belirtildi. Abd ise bir süre şaşırtıcı biçimde sessizliğini korudu. Daha sonradan Dışişleri nezdinde Türkiye'nin laik yapısına vurgu yapıldı. Abd başkan yardımcısı Dick Chaney ise hükümet Türkiye'nin köklü kurumlarıyla çatışmamalı beyanatını vermişti.
Mesele anlaşılmıştı. Kapatma davasına, karşı etki göstermek için Abd bir takım talepler öne sürmüştü. O zaman basında yer alan köşe yazılarına göre bu talepler arasında Hamas'ın desteklenmemesi, Irak ve Afganistan operasyonlarına destek ve İran'a karşı yaptırımlar gibi öneriler sıralanmıştı. Yani Abd ve Abd kaynaklı lobiler bir yandan kapatma davası nezdinde siyaseten avantaj elde etmeye çalışırken, bir yandan da orduya karşı operasyonları destekleyerek güvenlik bürokrasisini şekillendiriyor ve hükümet taraftarlarıyla karşıtlarını daha da kutuplaştırıyordu. Operasyonlarında ise dini kisveli cemaat isimli istihbarat birimlerini kullanıyordu.
Neticede 30 Temmuz'da verilen kararla Adalet ve Kalkınma Partisi kapatılmadı ve ertesi gün ise Yüksek Askeri Şura toplandı. Şura neticesinde Başbuğ Genelkurmay Başkanı olacaktı. Münir Erten ve Ergenekondan tutuklu Yüzbaşı Muzaffer Tekin'e plaket veren Tümgeneral Zekeriya Öztürk ise emekli edilecekti. Ergin Saygun, 1. Ordu Komutanlığına getirildi. Ancak 2009'da o da emekli edildi.
Yani Ergin Saygun, Hasan Iğsız, Aslan Güner, Bekir Kalyoncu ekolü süreç içerisinde emekli edilecekti. Iğsız YAŞ (Askeri Şura) günü ifadeye çağırılmış, Güner ise dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından veto edilmişti.
2008 yılı yıllar sonra tahlil edildiğinde bugünleri bile etkileyen gelişmelerin kaynağı olarak gösterilebilinir.

1. Ordu terfi durumu ile ilgili topyekün en ciddi girişim bu dönemde yaşanmıştı. Fakat bu belirli oranlarda gerçekleştirildi.
2. Genelkurmay Elektronik Sistemler GES Komutanlığı ile alakalı tasavvurların işaretleri verilmişti. GES daha sonra 2012 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı'na devredildi. Mit ise illegal örgütlerce istila edilmeye çalışıldı. Yani GES'in devri sivilleşme değil istihbaratın topyekün belirli odaklara devredilme planını içeriyordu.
3. Siyasi kurum ve orduya yönelik komplolar aynı odak tarafından aynı dönemde gerçekleştirildi. Kamuoyu ise kendi içerisinde birbirlerini suçlamakla meşguldü.
4. 2008'den itibaren bozulmak istenen askeri silsile neticesinde yıllar sonra Necdet Özel 

Genelkurmay Başkanı oldu. Özel;

a) Şahsına muhalif komutanların orduevi giriş kartlarının iptali
b) Jandarma ziyaretinde içimizde paralel yapı yok diktesi
c) Tutuklu bazı subaylar medyada yazı yazmasın direktifleri gibi ilginç girişimlerde bulundu. 
   İşgal gerekçesi olmadığı sebebiyle ise Seferberlik Bölge Başkanlıklarının kapatılması gibi akıllara zarar uygulamalara imza attı. Neticede paralel yapı mevzusunu Jandarma ziyaretinde kapatması 15 Temmuz'da Jandarma'nın darbe içerisinde yer alması gerçeğini değiştirmeyeceği gibi, tutuklu subaylarda tahliye oldular ve Özel'den daha fazla anılıyorlar.

Yıllar önce orduya ve siyasete kurulan komplonun benzeri bugün yine tekrarlanmaktadır.

    Sivil talepler neticesinde ordu da bir takım değişiklikler yapılmıştır. Gözden kaçan husus ise bu düzenlemelerle ordunun oldukça Pentagon güdümüne girdiğidir. Bu durum ise darbeleri önlemek bir yana darbeye davetiye olarak kabul edilmelidir. Siyasi manada ise ülke bir sistem değişikliği yaşamıştır. Seçim neticelerine göre iktidar partisinin güç kaybettiği ve tasfiye sürecine girdiği belirli çevrelerde tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar sürerken siyaset kurumunu zedeleyici bazı girişimlerde bulunulabilir. Nasıl ki sivilleşme bazı gruplarca savunuluyorsa siyaset kurumunun zedelenmesi de başka gruplarca savunulma ihtimali muhtemeldir. Ancak unutulmaması gereken bu müdahalelerin aynı odaklarca uygulamaya koyulduğu ve top yekün Türkiye'nin kaybetmesinin tasarlandığı dır. Doğru bir sivil asker ilişkileri ile doğru siyasi gelişmeler sağlıklı bir düzeni doğurabilir.



***

30 Aralık 2017 Cumartesi

Dumanlı’nın Cemaat'i Deşifre Eden Yazısı!

Dumanlı’nın Cemaat'i Deşifre Eden Yazısı!




Ekrem Dumanlı’nın 29 Aralık 2008 tarihinde yazdığı “Seçim stratejisi belli olmuştur gelin deşifre edelim” başlıklı yazısında yolsuzluk haberleriyle kamuoyu oluşturulmaya çalışılacağını ifade ediyor.


17 Aralık'taki siyaset ayarlı operasyonun destekçisi olan, olayın siyaseti dizayn etme amaçlı yönlerini ısrarla görmezden gelen Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın 29 Aralık 2008 tarihinde yazdığı yazı aynı konularda bugün yazdıklarının tam tersi yönde. 
Dumanlı o dönem '... 
Ne var ki seçime çok az bir süre önce yolsuzluk kampanyaları açmak çok sayıda soru işaretlerinin oluşmasına da sebeptir' derken bugün yolsuzluk kampanyasının medya ayağında en önemli destekçilerinden biri.

Ekrem Dumanlı'nın yazısı: Seçim stratejisi belli olmuştur gelin deşifre edelimBir ülkede bu kadar sık ve kavgalı seçim yapılınca perşembeyi çarşambadan anlamak için özel bir gayrete gerek kalmıyor. Lütfen şu birkaç yılda yaşananları hatırlayın.
367 tartışmaları, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaşananlar, 22 Temmuz seçimleri… Ortaya konulan taktikler, rol dağılımı, mizansenler, gerçekler… Ve hepsinden önemlisi halkın bunca yaşanan kargaşaya vereceği tepki. Yakın tarihli psikolojik harp taktikleri ve siyaset mühendisliği göz önüne alındığında, bugün yaşananların aslında ne manaya geldiğini anlamak hiç de zor değil. Hatta seçim gününe kadar (29 Mart) yaşanacak bazı olayları şimdiden kestirmek mümkün. Gelin seçim sonuçlarından rahatsız olan bazı kesimlerin stratejilerini ve hamlelerini (şimdilik bir noktaya kadar olan kısmını) basamak basamak irdeleyelim.

1) SEÇİMİN MEŞRUİYETİNİ TARTIŞMAYA AÇMAK

Seçimin meşruiyetine gölge düşürecek uç örnekler aranır ve kıyısından köşesinden bulunan bazı konular şaşaalı sunumlarla halka arz edilir. Maksat bir hatanın (şayet öyle bir hata varsa) düzeltilmesi değil, istenmeyen sonuç çıkarsa tartışma başlatmaktır. ‘Zaten bu seçimlerde hile yapıldı’ demek isteyenler, güven bunalımına yol açmak için inanılmaz bir gayret sarf eder. Seçmen kütükleri üzerine bugün koparılan fırtınanın asıl sebebi de budur. TC kimlik numarasının esas alınması, bir kişinin iki kez oy kullanmasına imkân vermiyor. Öteden beri istenen de bu değil miydi? Ancak birileri, bunu da umursamıyor. Hatta her seçim sonrası ‘Oy kullanımı sırasında parmaklara sürülen boya uygulaması çağ dışıdır, bundan ne zaman kurtulacağız?’ diye feryat edenler, ‘Bu seçimde niçin parmaklar boyanmıyor?’ diye kıyameti koparıyorlar. ‘Seçmen sayısı 6 milyon arttı’ deniyor. Yüksek Seçim Kurulu ısrarla ‘Bunun sebebi mükerrer yazım değil. Zaten iki milyon seçmen 18 yaşına seçme hakkı verildiği için geldi’ dedikçe, ‘Eskiden ismi olmayanlar bu seçimde TC kimlik numaralarına binaen kayda girdi’ dedikçe birilerinin nevri dönüyor.

2) YOKSULLUK HABERLERİYLE FELAKET TELLALLIĞI YAPMAK

Seçim takvimi işlerken dikkat edin bazı medya kuruluşları yoksulluk üzerine inanılmaz haberlere imza atacak. Maksat ekonomik krizin halka yansıma biçimi olsa bu haberlerin gazetecilik ilkelerine binaen yapıldığını söylemek mümkün; ancak maksat farklı. Şu an bütün dünya küresel krizle boğuşuyor. Bunun ülkemize yansımaması düşünülemez. Ancak başta Amerika ve Avrupa olmak üzere bütün dünyayı sarsan mali krizi bu kadar iç siyaset malzemesi yapmak, haberciliğe de siyasetçiliğe de yakışmaz. Herkesin elbirliği yapıp ‘yüzyılın en büyük krizi’ne çare araması gerekiyor; o krizden günlük hesap yapması ve siyasi menfaat talebinde bulunması değil…

3) YOLSUZLUK HABERLERİYLE KAMUOYU OLUŞTURMAK

Yolsuzluk iddiaları dünyanın her yerinde gazetecilerin ilgisini çeker. Çünkü vatandaşın ilgisine mazhardır. Ayrıca gazetecilik, kamu yararı gözetilerek yapılan bir çeşit demokratik denetimdir. Ne var ki seçime çok az bir süre önce yolsuzluk kampanyaları açmak çok sayıda soru işaretlerinin oluşmasına da sebeptir. İki kritik konu var zamanlamada: Bir, bahsi geçen (daha doğrusu geçecek olan) dosyalar niçin bu zamana kadar bekletildi? İki, bu kadar kısa bir süre kalmışken yapılan yolsuzluk suçlamasına cevap vermek için yeterince savunma süresi kaldı mı? Açık söyleyeyim, bu saatten sonra yapılacak olan yolsuzluk suçlamaları doğruyu arama ve yoksulluktan arınma talebinden daha çok siyasette belli bir imaj ve hava oluşturmak içindir ve güvenilir olma özelliğini kaybetmiştir. Bu konuda samimi olan, seçim sonuçlarının sabahında elindeki dosyaları kamuoyuna arz eder…

4) İSTENMEYEN SONUCA YARGI YOLUYLA GÖLGE DÜŞÜRMEK

En acısı da bu! Her türlü polemiğin dışında kalması gereken yargı, son yıllarda bütün siyasi tartışmaların tam göbeğinde. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş hadiselere rastlıyoruz. Dün Anayasa Mahkemesini tartışılmaz son karar mercii olarak görenler, bugün Danıştay’ı kutsamakla meşgul. AYM Başkanı’nın kendi kurumunun verdiği kararı savunmasına kurum içinden tezgâhlarla karşılık veriliyor. Aktörler yine aynı. Osman Paksüt’ün telaşı da 367 garabetinin mimarı Sabih Kanadoğlu’nun çırpınışları da bildik bir tablonun çağrışımına sebep oluyor. Sanki millet iradesinden hiç ders çıkarmamışlar…

5) İSTENMEYEN PARTİNİN GÜÇLÜ OLDUĞU YERLERDE RAKİPLERE DESTEK VERMEK

Bazılarının niyetini aynen şöyle özetlemek şart: ‘Aman AK Parti kazanmasın da kim kazanırsa kazansın.’ Bu strateji o kadar net ki bazı medya gruplarının ezeli düşmanı sanılan bazı kişiler adeta seçim sembolü haline getiriliyor. En çarpıcı örnek Ankara. Melih Gökçek’in aday olmasını istemeyen, ama sıkı AK Parti düşmanı olarak bilinen gazeteler ve televizyonlar, kurtuluşu Gökçek’in rakiplerini parlatmakta gördü. Mesela Keçiören Belediye Başkanı hakkında kısa bir süre önce en sert yayınları yapanların Turgut Bey’e ekranlarını ve sayfalarını cömertçe açmaları; hatta CHP adayı Karayalçın’ı bayraklaştırmakla yetinmeyip öteden beri hiç haz almadıkları MHP’ye özel bir ihtimamla sahip çıkmaları bir tesadüf değil; bir strateji gereği.

6) MAHALLE BASKISI TEMASIYLA BİR YERLERE MESAJLAR GÖNDERMEK

Hiç kimse kusura bakmasın ama Açık Toplum Enstitüsü tarafından yapılan Türkiye’de Farklı Olmak araştırması operasyoneldi ve belli bir amaca hizmet için hazırlanmasa bile o amaç için kullanıldı, kullanılacak. Geniş halk kitlelerinde korku uyandıracak ‘araştırmalar’ ile yaklaşan seçimler arasında kuvvetli bir bağ var. Bu sefer Alevi kardeşlerimiz üzerinden yürütülen korku ticareti, bulunacak başka uç örnekler ve söylemler başka kitleler üzerinden de devam ettirilecek. Korku simsarlığına dayalı raporların bir amacı siyaseti etkilemek; diğeri de başta AB olmak üzere dünya kamuoyuna (daha doğrusu karar mekanizmalarına) şikâyette bulunmak.

7) NEVRUZ’A KADAR ŞEHİT CENAZELERİNDEN MUHALEFET OLUŞTURMAK

Etnik milliyetçilik üzerinden siyasetin doğal mecrasını değiştirmek isteyenler PKK’yı tepe tepe kullanmak istiyor. Belirledikleri milat, bölgeye uzak olmayanların malumu: Seçimlerden 8 gün önce kutlanacak olan Nevruz’da geniş katılımlı, bol provokasyonlu eylemler yapmak. O güne kadar çatışmaları körüklemek de şehit cenazelerinden siyaset rantı sağlamaya çalışmak da bir başka psikolojik harp taktiği. Maksat belli: Bir yandan Kürtlere ‘Bakın bu siyasi partiler sizin hakkınızı savunmuyor’ denecek; diğer yandan da geniş kitlere ‘PKK ayaklanıyor, bunlarla baş edilemiyor’ propagandası yapılacak.

8) YANDAŞ MEDYA SUÇLAMASIYLA EZBER BOZAN MEDYAYI SİNDİRMEK

Pek çok örneğinde görüldüğü gibi halkın zekâsını hafife alan psikolojik taktiklerin tutabilmesi için ezber bozacak yayınların susturulması gerekiyor. Çünkü belli bir siyasi atmosferin oluşturulması için yapılan yayınlara ‘Bir de bu gözle bakın’ dendiği an kamuoyuna dayatılan manzara bambaşka bir hal alıyor. Soran, sorgulayan ve seçimin demokratik bir ortamda yapılmasını savunan gazete ve televizyonlar, toplum mühendisliği için çırpınıp duranları can evinden vuruyor. Mesela ‘Bilimsel bir araştırma’ denen kurmacanın psikolojik harp taktiği gibi kullanıldığını, somut olaylar örnekler üzerinden ispat edince birilerinin kimyası bozuluyor. Elinden oyuncağı alınanların başvurduğu propaganda belli: Yandaş medya. Şunu hep unutuyorlar: Bu ülkede neler yaşandığını, kapalı kapılar arkasında hangi fırıldakların döndüğünü, kamu vicdanı gayet net görüyor ve kimin kime ne kadar yandaş olduğunu biliyor. Demokrasiden başka hiçbir şeye yandaş olmayanlarla içine kapalı toplum isteyenler arasındaki açık farkı da vicdanlar gayet açık bir şekilde seziyor… 

ZAMAN / 29.12.2008 Kaynak: Dumanlı’nın Cemaat'i Deşifre Eden Yazısı! 

http://www.haksozhaber.net/dumanlinin-cemaati-desifre-eden-yazisi-43360h.htm

13 Ekim 2017 Cuma

Ergenekon Şüphelisinin Eşi, Ortalığı Karıştırıyor!


Ergenekon Şüphelisinin Eşi, Ortalığı Karıştırıyor! 


A. İhsan KARAHASANOĞLU 
Vakit 
27 Aralık 2008 

Yüksek yargıda yaşananlar, gerçekten skandal... Gerçekten tarihinde hiç yaşanmamış şeyler.... Gerçekten istifa gerektiren olaylar.... 

Ama bu skandalı çıkaranlar kimler? Yaşanmayanları, yaşatanlar kimler? İstifa etmesi gerekenler kimler? 
Buyrun siz karar verin.. 

Neden bahsediyoruz? 

Anayasa Mahkemesi’nden... 

Aktüel tartışmaya hiç girmeden, gargaraya getirilen bir konuyu hatırlatalım.. 

Şu Anayasa Mahkemesi’nde Başkanvekili olan zatın eşi, Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında, bir gün boyunca savcının sorgusuna muhatap olmadı mı? 

Oldu.. 

Eeee? 

Söyleyin bakalım, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili koltuğunda oturan bir kişinin eşi, böyle bir suçlamaya hiç muhatap olmuş muydu? 

Var mı bunun ikinci bir örneği? 

Yok. 

Ne görülmüş, ne de duyulmuş bir şey, yüksek yargıda başkanvekili olan bir kişinin karısının, terör örgütü yöneticileri ile senli benli muhabbeti! Geceyarılarına kadar uzanan görüşmeleri! 

Tam bir rezalet.Tam bir skandal.. 

İşte, oradan başlayalım konuya.. 

Bugün Anayasa Mahkemesi’nde üyelik yapan, hatta başkanvekili olan kişi, yüksek yargı organlarında, hiç karşılaşmadığımız o olayı bize yaşatmıştı!. 

Buna rağmen, hiçbir şey olmamış gibi, muhterem(!) koltuğunda oturmaya devam etmekte!. 

Eşini bırakın, kendisi dahi, Ergenekon terör örgütü sanığı TuranÇömez’e ne mesajlar yolluyordu!.. 

Hepsinin üstü örtüldü. Unutturuldu. Unutturulduğu için de, şimdi sergilediği rezaleti unutturanlara bedel ödüyor. Ortalığı karıştırmak için, korsan açıklamalar yapıyor.. 

Anayasa Mahkemesi’nin 6’ya 5 oyla aldığı bir kararın, başkan tarafından kamuoyuna hatırlatılmasını, “Bizim haberimiz yok” diyerek kuvvetten düşürmeye çalışıyor! 

Sanki adam, 5 kişilik azınlıkta kalanların içinde değilmiş gibi, o kararı alırken kendisinin görüşü azınlıkta kalmamış gibi... Şimdi çıkmış, “bizim haberimiz yok” diyor, kafa karıştırmaya çalışıyor! 

Azınlıkta kalan diğer 4 üyeyle yapacağı açıklamanın, kamuoyu vicdanında hemen mahkûm olacağını bildiği için, tezgâh kuruyor; gidiyor, yedek üyeleri de yanına alıyor.. 

Böyle rezalet olur mu? 

Başkan, çoğunluğun kararını açıklıyor.. 

Azınlıktaki üyeler de, yedek üyelerle birlikte, kesinleşmiş kararı yalanlamaya kalkışıyor! 

Ve tüm bunları, Ergenekon sanığı bir bayanın kocası olan başkanvekili ön plana çıkarak yapıyor! 

O halde, Başkanvekili Osman Paksüt’ü bir kenara koyup, biz o açıklamada ismi geçen diğer üyelere soralım: “Sayın Fulya Kantarcıoğlu hanım.. Siz, Başkanın yaptığı açıklamanın neyine, neresine karşısınız?” 

Şevket Apalak beye sormak istiyorum, “Resmi Gazete’de yayınlanan; sizin de üyesi olduğunuz mahkeme kararında, dava açma süresinin ne zaman başlayacağına dair açık bir cümle var iken, şimdi siz, Başkanın bunu hatırlatan açıklamasına niye karşı çıkıyorsunuz?” 

Mehmet Erten beye sormak istiyorum, “Anayasa Mahkemesi’nde konu tartışıldı. Sizin görüşünüz kabul görmedi. Siz 5 oyda kaldınız, karşı görüş 6 oy aldı. Şimdi hâlâ, 5 oyun görüşünü, niye bize dayatıyorsunuz?” 

Ayla Perktaş hanıma sormak istiyorum: “Uzatmalı Cumhurbaşkanı Necdet Sezer, görev süresi dolduktan sonra, yetkisi şaibeli bir dönemde sizi o makama seçti. Bunun gereği/bedeli olarak mı, o açıklamaya destek verdiğinizi söylüyorsunuz?” 

Necmi Özler beye sormak istiyorum, “Dava karara bağlanırken, görüşmeye katılmadınız, şimdi niye böyle bir açıklamada isminizi geçiriyorsunuz?” 

Yedek üyelere hiçbir şey sormama gerek yok. 

Onların normalde oy kullanma hakları yok ki, bu konuda Başkana bir şey deme hakları da olsun. 

Anayasa Mahkemesi üyelerinden sonra, bir soru da YSKBaşkanvekili Ahmet Başpınar’a.. 

Affedersiniz Başpınar, siz Anayasa Mahkemesi’nin kararını hiç okudunuz mu? “Başkan Kılıç’ın şahsi görüşü” dediğiniz o görüş, Anayasa Mahkemesi’nin Resmi Gazete’de yayınlanan kararında açık seçik yazılı..

Elinizde Resmi Gazete yok ise, söyleyin, bir mail atayım. Atayım da okuyup öğrenin! 


Ali Karahasanoğlu / Vakit 
akarahasanoglu@vakit.com.tr 


***

4 Aralık 2015 Cuma

GERCEKLER' İN SÖYLENMEDİĞİ YANDAŞ YARGI




GERÇEKLER' İN SÖYLENMEDİĞİ YANDAŞ YARGI 




 



09 Eylül 2009 


Yargıtay Başkanı Gerçeker'in, okumadan atladığı 'yandaş yargı' ifadesi, geçmişte yaşanan hukuk skandallarını akla getirdi.Haberi 

Gerçeker’in yakındığı ‘yandaş yargı’ya kamuoyu hiç de yabancı değil. Zira yargı mensuplarının karıştığı pek çok hukuk skandalı, bağımlı yargının kanıtı gibi.. 

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in 2010 Adli Yılı açılışında konuşma metninde bulunmasına rağmen okumadan atladığı ‘yandaş yargı’ ifadesi, geçmişte yaşanan hukuk skandallarını akla getirdi. 

Ergenekon sanığı ve Kent Otel toplantılarının müdavimlerinden Engin Aydın’ın bazı davalara müdahale ettiğini itiraf etmesi, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt’ün Ergenekon davasında ‘Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ten yargılanması bunlardan sadece birkaçı. 

1-) YÜKSEK YARGIDA ‘SIZDIRMA’ 

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi ve Ergenekon sanığı Ferda Paksüt’ün mahkeme üyelerinin mahrem bilgilerini ve gerçek olmayan haberleri gazetecilere sızdırarak AK Parti aleyhindeki kapatma davası için baskı oluşturmaya çalıştığı ortaya çıkmıştı. 

Ferda Paksüt’ün Ergenekon sanıklarıyla telefon görüşmeleri yaptığı ve bazı görüşmelerinde eşi Osman Paksüt’ün de yanında olduğu belgelenmişti. Ferda Paksüt’ün AYM Başkanvekili olan eşinden öğrendiği ‘içerden’ bilgileri çevresine ve örgüte aktardığı tespit edilmişti. 

2-) KAÇMAZ’A ERGENEKON ÖVGÜSÜ 

Tartışmalı kararlara imza atan Sincan 1. Ağır Ceza Hakimi Osman Kaçmaz hakkında Ergenekon sanıklarıyla ilişkilerini ortaya koyan deliller ışığında inceleme başlatılmıştı. Adalet Bakanlığı, soruşturmanın bir yıl önce başlatıldığını açıklarken, bu süre zarfındaki dinlemelerin de mahkeme kararlarına dayandığının altını çizmişti. 

Kaçmaz’ın adı Ergenekon iddianamelerinde de yer almıştı. Ergenekon sanığı avukat Kemal Kerinçsiz, Cumhurbaşkanı Gül’le ilgili ‘Kayıp Trilyon’ davasında usule aykırı karar veren Kaçmaz için övgü dolu ifadeler kullanmıştı. 

3-) YARSAV MUHALEFET PARTİSİ GİBİ 

Hakkında soruşturma devam eden YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminaoğlu’nun Ergenekon sanığı Engin Aydın’ın avukatını arayarak, “Emniyetteki sorguda ne sorulursa sorulsun cevap vermesin” dediği ortaya çıkmıştı. 

Eminağaoğlu, Ergenekon savcılarını hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs, resmi sıfatını kullanarak bir kısım şüpheli ve sanıklar lehine soruşturmanın usulü ve seyri ile ilgili eleştirilerde bulunarak kamuoyu oluşturma çalışmakla suçlanıyor. 

Eminaoğlu, Ergenekon soruşturması kapsamında bazı şüphelilerin gözaltına alınmasına da tepki göstermişti. 

4-) DİNK DAVASINDA SKANDAL İFADE 

Öldürülen gazeteci Hrant Dink’in yargılandığı 301 davasına bakan hakimler arasında yer alan Hakkı Yalçınkaya ve Ergenekon sanığı Kemal Kerinçsiz arasında geçen telefon konuşması da uzun süre gündemi meşgul etmişti. 

Yalçınkaya’nın Kerinçsiz’e “Bir emriniz var mı?” diye sorduğu belirtilmişti. Kerinçsiz’in, Ergenekon sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile yaptığı bir başka görüşmede ise “Tamam zaten verecekleri yine takipsizlik kararı verecekler. Başka ne olacak yani” şeklindeki ifadeleri dinlemeye takılmıştı. 

MÜDAHALENİN İTİRAFI 

Ergenekon sanığı Engin Aydın’ın darbe toplantılarının yapıldığı Kent Otel’de HSYK üyesi Ali Suat Ertosun ile aynı fotoğraf karesinde yer alması, ‘yandaş yargı’nın kanıtı olarak gösterilmişti. 

Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerindeki belgeler ve teknik takip tutanakları, Aydın’ın siyaset ve yargıya müdahale girişimlerini ortaya koymuştu. Aydın da, hakkındaki iddiaları “Arkadaşlarınız sizden bir şey istese hayır diyebilir misin” sözleriyle itiraf etmişti. 

O sözler üzerine yapışacak 

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in Ergenekon sürecini eleştirirken “Yandaş yargı değil tarafsız yargı için uğraş verelim” şeklindeki sözlerine hukukçulardan tepki yağdı.. 

ANAYASAYA AYKIRI İFADE 

TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya: 

Görülmekte olan davada olumlu ya da olumsuz bir yargıda bulunmak Anayasa aykırı. Gerçeker taraf haline geldi. Yargının işi yargıya bırakılmalı. Zaten yargıda kendi iç denetim yollarında sorulara yanıt aranıyor. Gerekirse AHİM’e kadar giden bir süreç var. 

TALİHSİZ AÇIKLAMA 

Emekli Yargıtay Cumh. Savcısı Ahmet Gündel: 

Yandaş yargı sözü talihsizlik. Rahmetli Mehmet Uygun, ‘Hakim, vicdan ile cüzdan arasında sıkıştı kaldı’ dedi. Bu söz ona yapıştı kaldı. Yandaş yargı tabiri, Gerçeker’e biraz yapışacak gibi görünüyor. Ergenekon davası Yargıtay’a gidecek. Görüş ifade etmesi yanlış. 

TEMYİZDE KONUŞUR 

Doç. Dr. Mustafa Şentop: 

Gerçeker’in yaptığı beklenen bir konuşmaydı. Geçmiş yıllardan tek farkı, laiklik vurgusu hiç yok denecek kadar azdı. Kendi önüne gelecek dava ile ilgili önceden görüş bildirmesi vahim bir durum. Yargıçlar, görüşlerini temyiz kararlarında söyleyebilirler. 

AÇIKTAN ETKİLEME 

Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Bilal Çalışır: 

Ergenekon davasında, yargının kendi içinde bağımsız olmadığını gördük. Dava sürecinde, yüksek yargı organlarının başkanlarının, yargıyı bariz şekilde etkilemeye çalıştığına şahit olduk. Daha önce açıktan yapılmıyordu artık kamuoyuna yansıyor. 

TARAFSIZLIK ZEDELENİR 

Prof. Mustafa Kamalak: 

Sayın Başkan’ın ifadesi rahatsız edici bir ifade. Yandaş yargı sözü, yargıyı rencide eder. Çok ağır bir ifade. Mevcut iktidar, henüz hakim yetiştirecek kadar iktidarda kalmış değil. Sistemin yetiştirdiği hukukçularla çalışıyor. Ağır bir itham tabii ki tarafsızlığı da zedeler. 

Kitap değil köşeden Ergenekon alıntısı 

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in adli yıl açılış konuşması pekçok konuda tartışma başlatırken, ilginç bir detay dikkat çekti. Gerçeker, Ergenekon davası sürecine eleştirirken, Onursal Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un ‘Adıyla siyasallaşan dava: Ergenekon’ kitabına atıfta bulundu. Ancak bir farkla, alıntı yaptığı ifadeler, Hürriyet’ten Tufan Türenç’in 5 Haziran 2009 tarihli yazısının birebir aynısıydı. Üstelik Gerçeker, Türenç’in ‘Bu sözlerin altına kim imza atmaz’ şeklindeki başlığına da gönderme yaparak “Bu görüşlerin altına kim imza atmaz ki” dedi. 

Türenç’in Sami Selçuk’un kitabından alıntısı özetle şöyle: Soruşturmanın gizliliği gerekçesi çok insancadır, çok güçlüdür, çok tutarlıdır. Kuşkunun özsaygısı, şerefi örselenmemeli...” “Özel yaşamı ve konut dokunulmazlığını çiğneyen arama, mülkiyet hakkını örseleyen el koyma, birey özgürlüğünü ortadan kaldıran gözaltı, tutuklama gibi işlemler birer önlemdir.” 

Gerçeker’in alıntısı: “Soruşturmanın gizliliği gerekçesi çok insancadır, çok güçlüdür, çok tutarlıdır. Kuşkulunun öz saygısı, şerefi örselenmemeli. Özel yaşam ve konut dokunulmazlığını çiğneyen arama, mülkiyet hakkını örseleyen el koyma, birey özgürlüğünü ortadan kaldıran gözaltı, tutuklama gibi islemler birer önlemdir.” 

DOST SOHBETİ 

TBMM bahçesinde verilen yeni adli yıl resepsiyonunda, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz, Ergenekon soruşturmasında adı geçen Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt ve sanık olan eşi Ferda Paksüt’ün samimi sohbeti objektiflere böyle yansıdı. 

star 


http://entellektuel.s4.bizhat.com/entellektuel-ftopic547-15.html

.