TÜRKİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Eylül 2018 Çarşamba

WASHINGTON’UN HAZAR HAVZASI POLİTİKASI ve TÜRKİYE BÖLÜM 1

WASHINGTON’UN HAZAR HAVZASI POLİTİKASI ve TÜRKİYE BÖLÜM 1


Dr. Ertan EFEGİL* 
* Doğu Akdeniz Üniversitesi, Uluslararası ilişkiler Bölümü 
   AVRASYA DOSYASI 


"….Türkiye’nin 21. yüzyılın biçimlendirilmesinde hayati bir rol oynayacağını, …….Siz hem Türkiye’yi AB’ye katılıma hazırlamak, hem de yeni bin yılın sınavlarını karşıIamak için gerekli adımları atarken yanınızda olmayı sürdüreceğimizden emin olabilirsiniz.." 
Bill Clinton ABD Devlet Başkanı 


Amerikan Devlet Başkanı Bill Clinton, Avrupa BirIiği’nin Helsinki’deki kararının ardından, Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’e gönderdiği kutlama mesajında bu sözleri sarfetmişti. Clinton’ın bu sözlerinden yola çıkarak, şu sonuca varmamız 
mümkündür: " Hazar merkezli, soğuk savaş sonrası yeni dünya düzeninin oluşumunda, Türkiye hayati rol oynayacaktır". 

Peki ama Amerikan yetkililerinin kafasındaki yeni dünya düzeninin parametreleri nelerdir? Bu planlar çerçevesinde, Türkiye’den, nasıl bir rol oynaması istenmektedir? Türkiye kendisinden istenen rolü oynayacak mıdır? Türkiye’nin çıkarları ile Amerikan çıkarlarında bir kesişme var mıdır? Türkiye, yeni rolü için hazırlıklar yapmakta mıdır? Bu gelişmeIer karşısında Rusya’nın planı ve girişimIeri nelerdir? 21. yüzyılda dünya nasıl bir şekil alabilir? 

1. Hazar Petrolleri’nin Dünya Devletleri Açısından Önemi 

Bu sorulara cevap verebilmek amacıyla, öncelikle Hazar bölgesinde bulunan mevcut ve potansiyel doğal gaz ve petrol rezervlerini analiz etmemiz gerekmektedir. 

Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin Aralık 1998 tarihli raporunda, Hazar bölgesinin doğal gaz ve petrol rezerv miktarları şöyledir: 

İran ve Rusya’nın da Hazar Denizi’ne yakın bölgeleri de dahil olmak üzere, Hazar bölgesinde 16 ila 32.5 milyar varil petrol rezervi bulunmaktadır. 
Bu rakamın 15.6 ila 32.1 milyar varillik kısmı, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan’a aittir. Bu rakamlarda bize Hazar bölgesinin ABD (22 milyar varil) ile Kuzey Denizi (17 milyar varil) sahalarından daha fazla petrol rezervine sahip olduğunu göstermektedir. 

Muhtemel ek petrol rezervlerinin miktarına bakarsak, bu rakam daha da yukarıya çıkmaktadır. Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan 
ve Özbekistan’ın 145 milyar varil ek petrol rezervine sahip olduğu görülmektedir. Rusya ve İran ise 1.7 milyar varil ek petrol rezervine 
sahiptir. Rakamları bir araya getirirsek, üç Orta Asya ve bir Kafkas Cumhuriyeti’nin Hazar bölgesindeki petrol rezervi, 161 ila 178 milyar 
varil civarındadır.1 

Bu rezervleri bugünkü uluslararası piyasa değerine göre parasal açıdan değerlendirirsek (1 varil = 20 dolar), bu devletlerin sahip olduğu 
petrol rezervi, 312 ila 642 milyar dolardır. Ek petrol rezervinin değeri ise 2 trilyon 900 milyar dolardır. Her iki rezervin toplam değeri de, 
3 trilyon 212 milyar ila 3 trilyon 542 milyar dolar civarındadır. 

Doğal gaz rezervlerine bakarsak, bölge devletleri, dünya devletlerinin her geçen gün artan doğaI gaz ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli rezerve sahiptir. Yine Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin verilerine göre, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan, mevcut 236 ila 337 trilyon cubic feet doğal gaz rezervine sahiptir. Bu ülkelerin 317 trilyon cubic feet ek doğaI gaz rezervine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Böylece bu ülkeler toplam 553 ila 654 trilyon cubic feet doğal gaz rezervine sahiptir.2 

Bölgenin sahip olduğu yeraltı kaynaklarına dünya devletleri acilen ihtiyaç duymaktadır. Yapılan hesaplamalara göre, 2015 yılında dünya genelinde ihtiyaç duyulan günlük petrol miktarı, 103 milyon varil civarındadır. Orta Asya bölgesine coğrafik açıdan oldukça yakın olan Asya devletlerinin günlük ihtiyacının 25 ila 28 milyon varil; Avrupa devletlerinin ise 15 ila 18 milyon varil olması tahmin edilmektedir. Bu rakamı, OPEC ülkelerinin tek başına karşılaması ise mümkün görünmemektedir.

2015 yılından itibaren Asya devletlerinin günlük petrol ihtiyacları ile Hazar havzasının mevcut ve ek petrol rezervlerini matematiksel olarak karşılaştırır  sak, karşımıza şöyle bir sonuç çıkmaktadır: 
Hazar havzası, mevcut ve ek petrol rezervleriyle, Asya devletlerinin 2015 yılından itibaren günlük petrol ihtiyacını tek başına 18 iIa 20 yıl boyunca karşılayabilmektedir. Avrupa devletlerinin ise 30 ila 33 yıllık petrol 
ihtiyacına cevap verebilmektedir. 

Doğal gaz açısından da durum benzerlik göstermektedir. Çünkü sanayi sektöründe ve konutlarda doğal gaz kullanımına ağırlık veriIdiği için, doğal gaza duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Örneğin Türkiye’nin 2020 yılı itibarıyle doğal gaz ihtiyacı yıllık 78 ila 80 milyar metreküptür. 46 milyar metreküplük kısmı, imzalanan anIaşmalar ile bir nebze olsun garanti altına alınmıştır.4 Ancak geriye kalan 32 milyar metreküplük kısmın karşıIanması için yeni kaynakların acilen bulunması gerekmektedir. Avrupa Devletleri içinde durum aynıdır. 2020 yılında Avrupa Devletleri’nin yıllık doğal gaz ihtiyacı 456 milyar metreküp dolayındadır ve bu rakamın yüzde 55’lik kısmının ithal 
edilmesi gerekmektedir. Bu durumda Avrupa Devletleri, 2020 yılından itibaren artan oranlarda yıllık 251 milyar metreküp doğal gaz ihtiyacını dışarıdan karşılayacaktır.5 

Dünya devletlerinin petrol ve doğaI gaz ihtiyaçlarını yerinde tespit eden uluslararası petrol şirketleri, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, hiç vakit kaybetmeden harekete geçerek hayati derecede öneme sahip petrol ve doğal gaz boru hatlarının inşası işlemine girişmişlerdir. Yine Amerikan Enerji Enformasyon İdaresinin verilerine göre, petrol boru hatları için bu şirketlerin gerçekleştirmeye çalıştığı projelerin toplam tutarı 20,112 ila 23,812 milyar dolar civarındadır. 

Doğal Gaz boru hatları projelerinin değeri ise 16,890 ila 18,190 milyar doları bulmaktadır. Toplam değer ise 37 ila 42 milyar dolardır.6 

Bu rakamlar, Orta Asya ve Kafkas bölge kaynaklarının, dünya ekonomi ve enerji sektörleri açısından önemini ortaya koymaktadır. 

Ayrıca bölgenin diğer önemli noktaları da şunlardır: 

1-Bu kaynakları güvenli şekilde ve Rusya’nın kontrolü olmaksızın dünya piyasalarına sunabilen Batılı devletler, petrol ve doğal gaz konusunda hem Rus hem de Orta Doğu hakimiyetinden ve bağımlılığından kurtulacaktır. Ayrıca yeni arz nedeniyle petrol ve doğal gaz fiyatlarında belli bir düşüş yaşanabilir.7 

2-Mevcut kaynaklarını dünya piyasalarına sunarak belli bir zenginliğe ulaşan bölge devletleri, dünya devletleri için yeni Pazar anlamına gelmektedir. 

3-Eğer bölge devletleri ekonomik ve siyasi açıdan kendi egemenliklerini sağlamlaştırırsa, Rusya’nın bölge ve bölge kaynakları üzerindeki hakimiyeti tümüyle kırılacak ve Rusya’nın yeniden süper güç olması engellenebilecektir. Böylece bölge devletleri ile serbestçe ilişkiler kurulurken, yeniden soğuk savaş dönemine dönme ihtimali azalacaktır. 

2. 1997 Tarihli Amerikan Planı ve Hazar Merkezli Yeni Dünya Düzeni 

Bağımsızlığın ilk yıllarından 1997 tarihine kadar Amerika, bölge devletleri ile temkinli ilişkiler kurmayı ve petrol şirketlerinin çıkarlarını koruyacak dış politika izlemeyi tercih etti. ABD, bu dönemde, bölge devletlerini, otoriter rejim ile yönetilmekle ve insan haklarını ihlal etmekle suçladı ve hatta Azerbaycan’a ekonomik ambargo uyguladı.8 Ancak gerek bazı akademik çevrelerin baskıları ve gerekse uluslararası petrol şirketlerinin telkinleri neticesinde9 İkinci Bill Clinton yönetimi Orta Asya politikasını 1997 yılında radikal şekilde değiştirdi. 

Böylece Amerikan Yönetimi’nin yeni dış politikası dört temel prensip üzerine oturtuldu: 

1. Bölge devletlerinin demokratikleşme ve Pazar ekonomisine geçme süreçleri hızlandırılacak ve sağlamlaştırılacak. 
2. Hazar enerji kaynaklarının güvenliği sağlanacak. Bunun içinde Hazar Denizi enerji kaynakları, Rus kontrolü olmaksızın farklı güzergahlardan 
dünya piyasalarına serbestçe sunulması garanti altına alınacak. 
3. Bölgesel çatışmalar, barışcı yollarla çözüme kavuşturulacak ve bölge devletlerinin önce kendi aralarında daha sonra da diğer 
devletler ile entegrasyonu sağlanacak. 
4. Amerikan ve diğer ülkelerin şirketlerinin bölgedeki ticari faaliyetleri desteklenecek.10 

     Amerika’nın 1997 tarihli dış politika prensiplerini dikkatlice analiz ettiğimiz taktirde, aslında İkinci Clinton Yönetimi’nin Hazar merkezli yeni dünya düzeninin kurulmasını hedeflediğini görebiliriz. 

1997 tarihli Amerikan planının başarıya ulaşabilmesi için, öncelikle bölge kaynaklarının Rusya’nın kontrolü olmaksızın farklı güzergahlardan dünya piyasalarına ihraç edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Amerikan yönetimi ısrarla iki projenin gerçekleşmesi için elinden gelen gayreti göstermektedir: Bakü-Ceyhan petrol ve Trans-Hazar doğal gaz boru hatları projeleri. Doğu-Batı istikametlerinden petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünya piyasalarına sunulması neticesinde elde ettikleri gelirlerle, bölge devletleri Rusya’nın kontrolünden çıkacaktır. Aynı zamanda bu devletler, kendi ülkelerinde sosyal barışı sağlama imkanı da bulacaklardır. Bu devletler bir yandan demokratikleşme yönünde önemli adımlar atarken, öte yandan mevcut bölgesel sorunları barışcı yollarla çözeceklerdir. Örnegin, Dağlık-Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya meseleleri gibi. Mevcut bölgesel etnik sorunları aşabilen bölge devletleri, kendi aralarında, Rusya’dan veya diğer bir ifadeyle Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan farklı olarak bir ekonomik entegrasyon sürecine girecekler. Zaten boru hatları sayesinde bir nevi birbirine bağımlı hale gelen bu devletlerin, hem bölgesel çatışmaları barışcı yollarla çözmesi, hem de bölgesel ekonomik entegrasyona girmesi kolaylaşacaktır. 
Bu aşamayı da gerçekleştiren bölge devletleri, ekonomi, ticaret, enerji ve siyasi sahalarda diğer devletler ile ilişkilerini arttıracak ve "karşılıklı işbirliği" prensibi üzerine oturtulmuş yeni dünya düzeninin bir parçası olacaklardır. 

Bu nokta da Amerika, bölgede barışı daimi kılabilmek amacıyla, bölgesel çatışmalarda NATO ile birlikte ve/veya bölge devletleri ile ortaklaşa barışgücü operasyonlarına da dahil olmak istemektedir.11 

Böylece Soğuk Savaş sonrası dönemin ardından, işbirliği temellerine oturan ve tamamiyle ticari kuralların hakim olduğu yeni bir dünya düzeni oluşmuş olacaktır. 

Ayrıca, Amerikan yönetimi, Çin, Avrupa Birliği ve Rusya’yla da yakın ilişkiler içerisinde bulunarak, işbirliği çemberine, bu ülkeleri de dahil etmektedir. Zaten Amerikan yönetimi, Avrupa Birliği ile siyasi, ekonomi ve enerji alanlarında stratejik işbirliği anlaşmaları imzalarken, Çin ile de enerji sahasında işbirliği içine girmiştir.12 

Bu denklemde Amerika, Rusya’ya da bir rol biçmektedir. Amerikan yönetimine göre Rusya, demokratikleşme ve pazar ekonomisine geçme süreçlerini tamamlamalı; ve diğer devletler ile işbirliği içine girmelidir. Hazar petrolleri konusunda her iki devletinde ticari anlamda "kazanan" durumda (win-win game) olabileceğini ifade eden Amerikan yönetimi, Orta Asya ve Kafkaslar’ın Rusya’nın arka bahçesi olduğu fikrini şiddetle red etmektedir. Bu nedenle Amerikan yönetimi, dünya ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan, demokrasiyi ve pazar ekonomisini benimsemiş ve Hazar kaynaklarının işletilmesi konusunda ticari düşünceye sahip bir Rusya istemektedir.13 

Bu noktada, Amerika’yı en çok tedirgin eden konuların başında, tüm dünyayı yıkıma sürükleyebilecek kapasiteye sahip Rus nükleer füzeleridir. Bu amaçla "karşılıklı güven ortamı" oluşturmak için, Amerikan yönetimi, Rusya’dan, ABM, START II, Kimyasal Silahları tehdit olmaktan çıkaran anlaşmaların bir an evvel imzalanmasını ve imzalanan anlaşmaların yürürlüğe konmasını istemektedir. Amerika’nın diğer endişesi ise bu silahların, Rusya’nın yeniden parçalanması halinde kontrol altına alınması mümkün olmayan devletlere yayılmasıdır. Son olarak Amerika, Rusya’nın bu silahları ve nükleer teknolojiyi başka ülkelere transfer etmesine karşıdır.14 

3. 1997 Amerikan Planı Çerçevesinde Türkiye’nin Önemi 

Türkiye, Amerikan planının gerçekleşmesi ve dolayısıyla Hazar merkezli yeni dünya düzeninin hayata geçirilmesi için anahtar ülke konumundadır. 

Çünkü öncelikle bu planın başarıya ulaşması için doğu-batı istikametinden bölge kaynaklarını sevkedecek boru hatlarının güvenli bir ülke sınırları içerisinden geçmesi gerekmektedir. Bu ülkede bugünkü şartlarda Türkiye’dir. Ancak bu sayede Amerika, kendi planının başarıya ulaşması için rahat nefes alabilecektir. Bu nedenle, Türkiye’nin 21. yüzyılda, "enerji merkezi" olması normal bir gelişmedir. 

Ayrıca demokratik, laik, insan haklarına saygılı, serbest pazar ekonomisini uygulayan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in dediği gibi İslamiyet ile diğer dinler arasında işbirliği ortamı kurmuş bir Türkiye,15 çok rahatlıkla bölge devletlerinin "model" olarak algılayabilecekleri bir devlet olabilir. Bu açıdan da Türkiye, Amerikan Stratejisi’nin birinci prensibi için de gereklidir. Çünkü Amerika bölgesel ve uluslararası çıkarları açısından, bölgede güçlenmesi muhtemel islami akımlardan endişe duymaktadır. Bu nedenle de bölge devletlerinin 
demokratikleşmesini istemektedir. 

Türkiye, Avrupa Birliği, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Ekonomik Kalkınma Örgütü ve İslami Kalkınma Örgütü üyesi olarak, bölgesel devletlerle sıkı ekonomik işbirliği içinde bulunmaktadır ve bu örgütler aracılığıyla Türkiye bölge devletleri arasında "ekonomik entegrasyon’un" gerçekleşmesi için önemli adımlar atabilir ve attırabilir. 

Bölgesel çatışmaların barışcı yollarla çözümünde ve bu çözümlerin kalıcı hale gelmesinde Türkiye yine kilit ülke konumundadır. Çünkü Türkiye, gerek Balkanlar’da gerçekleştirilen güvenlik şemsiyesi benzeri oluşumların Kafkaslar’da ve Orta Asya’da gerçekleştirilmesi sürecine ve gerekse Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü ve NATO üyesi olarak oluşturulacak uluslararası operasyonlarda önemli görevler üstlenebilir. Ayrıca Türkiye, NATO güçlerine ve bölgeye yönelik uluslararası operasyonlara geo-stratejik konumundan ötürü hayati derecede önemli olan lojistik destek sağlayabilir. Son olarak, Türkiye, bölge devletleriyle kapsamlı askeri işbirliği içine girerek bu devletlerin kendi ordularını kurmada 
ve kendi subaylarını yetiştirmede de katkı sağlayabilir. 

Ticari açıdan Türkiye’nin stratejik konumuna bakarsak 1991 yılından bu yana Türk firmaları Orta Asya ve Kafkaslar’da önemli miktarlarda ticari faaliyetlerde bulunmaktadır. Örneğin Türkmenistan’da Ahmet Çalık hem Türkmen pamuğunu işleyecek tekstil fabrikaları kurmakta, hemde Tekstil Bakan Yardımcılığı görevini sürdürmektedir. Koç Holding, Özbekistan’da ticari faaliyette bulunurken, Yimpaş Holding’te Türkmenistan’da dev alışveriş merkezi kurmuştur. Bu faaliyetlere benzer örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Kısacası dokuz yıl boyunca 
Orta Asya ve Kafkaslar’da önemli derecede ticari faaaliyette bulunan Türk firmaları yeterli tecrübeye sahiptir ve Batılı firmalar için ideal ortak konumda dırlar. Bu açıdan da Türk firmaları Batılı devletlerin sağlıklı şekilde bölge ekonomisine entegre olmasına yardımcı olabileceklerdir. 

Yukarıda saydığımız işbirliği sahalarından ötürü, Türkiye Amerika’nın planlarında önemli bir yer edinmektedir ve Amerikan yönetimi de Türkiye’nin bu imkanları kullanmasını istemektedir.16 

4. Türkiye’nin Amerikan Planı’na Bakışı ve Girişimleri 

Amerikan planının genel hatları ile Türkiye’nin şu anda yürüttüğü Orta Asya politikasında tam bir kesişme görünmektedir. Türkiye enerji konusunda bölge kaynaklarının kendi üzerinden güvenli şekilde Batı’ya ve kendi topraklarına akmasını isterken, içinde bulunduğu ekonomik dar boğazı aşabilmek için de bölge devletleri ile sıkı ekonomik işbirliği içine girmeyi arzulamaktadır. Tarihsel, kültürel, din ve dil açısından birlikteliğin bulunduğu bu devletler ile kapsamlı işbirliği içinde bulunmak isteyen Türkiye, Kafkaslar’da ve Orta Asya bölgesinde belli bir istikrarın yerleşmesini de arzulamaktadır.17 

Rusya konusunda ise Türkiye Batılı devletler ile aynı düşünceye sahiptir. Orta Asya ve Kafkaslar bölgesine Rusya’nın yeniden hakimiyet kurmasını istemeyen Türkiye, bu devletin parçalanmasına ve aynı zamanda yayılmacı emeller gütmesine de razı değildir. Yine de bu devletle ileride sıkı ekonomik ve ticari ilişkiler içinde bulunmayı arzulamaktadır.18 

Kısacası çakışan politikaları sebebiyle Türkiye, Amerikan Yönetimi’nin kendisine sunduğu rolü oynamaya hazırdır. Cumhurbaşkanı Süleymen Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in açıklamaları da bu tezimizi güçlendirmektedir.19 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

12 Şubat 2018 Pazartesi

SURİYELİ MÜLTECİLER KOMŞUDA KRİZ BÖLÜM 4

SURİYELİ MÜLTECİLER KOMŞUDA KRİZ BÖLÜM 4



Bazı şehirlerde nüfusun iki katına çıktığı, nüfus artışının eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetler üzerinde büyük bir yük oluşturduğu belirtilmektedir. 
Nüfus artışı demografik endişeleri de beraberinde getirmektedir. Sünni Arapların nüfus çoğunluğunu oluşturması diğer din ve mezhep gruplarını rahatsız edebilmektedir. 

Kalış sürelerinin uzamasıyla birlikte çalışma hayatına daha fazla katılmaya başlayan Suriyelilerle ilgili Lübnanlıların birincil şikâyeti düşük ücret karşılığında çalışmaya gönüllü olmalarıdır. Suriyelilerin savaştan önce de Lübnanlılar tarafından kaliteli ve ucuz iş gücü olarak görüldüğü, görüştüğümüz bir sivil toplum yetkilisi tarafından dile getirilmiştir. 

Ürdün’de olduğu gibi Lübnan’da da göç temel ve yerleşik bir sorun haline gelmiş bulunmaktadır. İki ülkede de göçmenler nüfusun önemli bir bölümünü oluşturmakta ve bu durum kimlik, aidiyet, sosyal dengeler vb. alanlarda birtakım tartışmalar doğurmaktadır. Mülteci krizi, Lübnan’da ekonomik kayıp, yüksek işsizlik, olumsuz büyüme ve yerel sosyal gruplar arasında anlaşmazlıklara neden olmakta; ülkenin sosyal ve siyasi alanlarında hissedilir bir gerilim meydana getirmektedir. 



<  Suriyelilerle ilgili Lübnanlıların birincil şikâyeti düşük ücret karşılığında çalışmaya gönüllü olmalarıdır. >

Göçün Ekonomiye Etkileri 

Lübnan ekonomisi siyasi istikrarsızlık, güvenlik olayları ve Suriye krizinin bölgeye etkilerini büyük ölçüde hissetmektedir. Ülkede sayıları gittikçe artan Suriyeli sığınmacılarla ilgili en önemli endişelerden biri mülteci varlığının işçi piyasası ve altyapıya etkileridir.27 BM Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu (ESCWA)’nun  verilerine göre Lübnan’da 2010 yılında %8,1 olan işsizlik oranı 2012’de %10,6’ya yükselmiştir.28 Bununla birlikte burada da düşük gelir düzeyine sahip gruplar arasında sığınmacıların aldığı sosyal yardımlar eleştiri konusu olmaktadır. Ürdün’dekine benzer şekilde Lübnan’da da Suriyeliler için gelen uluslararası yardımların %20’si ihtiyaç sahibi Lübnanlılar için 
ayrılmaktadır.29 

<  Lübnan ekonomisinin iki önemli ayağı olan ticaret ve turizm, Suriye’deki iç savaş ve göç krizinden büyük ölçüde etkilenmektedir.  >

Lübnan ekonomisinin iki önemli ayağı olan ticaret ve turizm, Suriye’deki iç savaş ve göç krizinden büyük ölçüde etkilenmektedir. Özellikle Körfez ülkelerinden yoğun turist akışının olduğu ülkede, turizm sektörü güvenlik endişeleri nedeniyle zarar görmektedir. Sektörlerin faaliyetlerinin azalmasına karşın iş gücü arzında artış olması, yüksek oranda işsizlik sorununu meydana getirmektedir. 

Diğer yandan sığınmacıların gelişiyle birlikte ülkeye sıcak para akışının olması, özellikle şehir merkezlerine uzak bölgelerde ve köylerde nüfus hareketliliğine 
bağlı olarak iş ve alım gücünün artmasıyla ekonomik yaşamda bir canlılık meydana getirmiştir. Kiraların artmasından duyulan rahatsızlığa rağmen emlak piyasasının hareketlenmesinden ev sahiplerinin memnun olduğu kaydedilmek tedir. 

Ancak talep artışının karşılanması noktasında sıkıntılar yaşandığı belirtilmektedir. Görüştüğümüz bir sivil toplum kuruluşu yetkilisi, Lübnan piyasasının hem Suriyelilerin hem de Lübnanlıların temel ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olmadığını, dolayısıyla ürün fiyatlarında büyük bir artış olduğunu ifade etmektedir. 

Eğitim ve Sağlık Hizmetleri 



Suriyelilerin gelişiyle birlikte Lübnan’da eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlerin dağılımı noktasında ciddi sıkıntılar yaşanmaya başlamıştır. Lübnan hükümeti Suriyelilerin ülkedeki eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmasına imkân tanımaktadır.30 Ancak gerek okulların gerekse hastanelerin kapasitesi tüm sığınmacıların ihtiyacını karşılamaya yetmemektedir.Özel ve devlete bağlı sağlık merkezlerinde sığınmacılardan kaynaklanan yoğunluk nedeniyle özellikle düşük gelir düzeyine mensup Lübnanlılar hizmet almakta zorluk yaşamaktadır.

Yine mülteci akını nedeniyle ülkede bulaşıcı veya diğer hastalıklarda ve enfeksiyon vakalarında artış gözlenmekte, ancak buna karşı temel sağlık
hizmetlerinin kapasitesi yetersiz kalmakta, sağlık merkezlerinde personel ve ilaç sıkıntısı görülmektedir.31

Sığınmacıların yoğun olarak yaşadığı şehir merkezlerinde sivil toplum kuruluşları tarafından kurulan ve Suriye müfredatını uygulayan özel
okullar aracılığıyla Suriyeli çocuklara eğitim imkânı sağlanmakta fakat bu okullardan az sayıda çocuk yararlanabilmektedir.
32 Devlet okullarında ise Suriyeli ve Lübnanlı öğrencilerin bir arada öğrenim görmeleri eğitim kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Savaş ve göçün meydana getirdiği olumsuz koşullar nedeniyle eğitimleri kesintiye uğrayan Suriyeli öğrenciler, adaptasyon sorunu yaşayabilmektedir.
Suriyeli öğrenciler eksiklerini tamamlamaya çalışırken daha fazla öğretmen desteğine ihtiyaç duymakta, bu durum Lübnanlı yaşıtlarını etkilemektedir. 
Ayrıca öğrenci sayısındaki artış, ülkedeki eğitim hizmetleri üzerine ekstra maliyet getirmektedir. Mekân ve öğretmen yetersizliği ise eğitimle ilgili üzerinde
durulması gereken diğer sorunlar olarak belirmektedir.



<  Suriyeli ve Lübnanlı öğrencilerin bir arada öğrenim görmeleri eğitim kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. >


Sosyal Problemler 

İncelenen diğer ülkelerde görüldüğü gibi Lübnan’da da Suriyelilerin sayısal olarak artması ve temel ihtiyaçlarla ilgili talepleri karşılayacak kaynakların 
yetersizliği, sığınmacılar ve yerli halk arasındaki ilişkiyi etkilemektedir. Suriye’de iç savaşın sürmesi, komşu ülkelerde göç krizinin de süreceği anlamına gelmekte, büyük oranda sığınmacıya ev sahipliği yapan Lübnan gibi ülkelerde barınma, eğitim ve sağlık alanlarındaki sorunların artması beklenmektedir. Bu alanlardaki sorunlar mülteciler ve yerli halkı doğrudan karşı karşıya getirmekte ve gerilime sebep olabilmektedir. 

Suriye’deki kriz ve mülteci varlığı Lübnanlıların geçim kaynaklarını, yoksulluk durumlarını ve sağlık ko-şullarını somut olarak etkilemektedir. 
Dünya Bankası’nın Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirmesi raporunda 2014’ün sonuna kadar 

170.000 Lübnanlının gelir düzeyinin yoksulluk seviyesine gerileyeceği ve çoğunluğunu vasıfsız genç nüfusun oluşturduğu 230-320.000 
Lübnanlının da işsizler grubuna ekleneceği öngörülmektedir.33 

Hayatlarını devam ettirmek için çalışma, barınma ve güvenlik gibi temel ihtiyaçlarını sağlamaya çalışan sığınmacılar, Lübnanlılar tarafından özellikle iş yaşamında rakip olarak görülebilmektedir. Diğer yandan Lübnan’daki mültecilerin içinde yaşadıkları koşulların zorluğu göz önünde bulundurulduğunda, çok eşlilik veya erken yaşta evliliklerin bazı Suriyeliler tarafından kurtuluş yolu olarak görüldüğü de bir gerçektir. 

Ayrıca sokaklarda ve şehir merkezlerinde dilencilik yapan insanların 
çoğalmasından da şikâyet edilmektedir. Özellikle Beyrut’ta, şehrin ünlü caddelerinden biri olan el-Hamra’da Suriyeli olduğunu söyleyen çok sayıda çocuğun dilencilik yaptığı görülmektedir. Dilencilik yapanların tamamının 
Suriyeli olmadığı ifade edilmekte, ancak krizin birtakım kişilerce fırsata çevrilmeye çalışılması da ayrı bir sosyal sorun olarak belirmektedir. 

<  Lübnan’da da Suriyelilerin sayısal olarak artması ve temel ihtiyaçlarla ilgili talepleri karşılayacak kaynakların yetersizliği, sığınmacılar ve yerli halk arasındaki ilişkiyi etkilemektedir. >

SONUÇ VE ÖNERİLER

Resmî rakamlara göre komşu ülkelere sığınan kayıtlı Suriyeli sayısı 3.201.785’tir. Buna karşılık çeşitli ülkeler ve kuruluşlardan gelen yardımlar, sığınmacıların ihtiyacının sadece %51’ini karşılamaya yetmektedir. 34 Sığınmacılara yönelik kriz yönetimini kendi imkânlarıyla yürüten Türkiye dışındaki diğer ev sahibi ülkeler, uluslararası yardıma bağımlı olmakla birlikte bu yardımların yetersizliğine sık sık vurgu yapmaktadırlar.
Diğer yandan barınma, gıda, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan geni halk kitleleri, gerek ev sahibi ülkelerdeki sosyoekonomik dengeleri gerekse bölgesel istikrarı tehdit eder durumdadır.
Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak gibi ülkelerin tarihsel, kültürel, dinî ve coğrafi ortaklıkları düşünüldüğünde sosyolojik olarak Suriyeliler içinikinci ev olmaya en uygun ülkeler olduklarına kuşku yoktur. Ancak Suriye’deki durumun karmaşıklığı, misafirlik süresinin zorunlu olarakuzaması, şehirlerde biriken yoğun nüfusun talepleri karşısında kaynakların yetersizliği gibi nedenler,ev sahibi ve misafir arasındaki ilişkilerin gerilmesine yol açmaktadır. Raporda ayrıntıları verilen sorunların derinleşmemesi için toplumun bütün kesimlerinin sorumluluk 
alması ve çözüm için iş birliği içinde hareket etmesi önem taşımaktadır. 

<  Suriyeli mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması için kalıcı ve sürdürülebilir bir uluslararası fon oluşturulması gerekmektedir. >

Suriye’deki savaş mülteci kriziyle birlikte bölgesel sınırları da aşarak uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Bu bağlamda uluslararası duyarlılığın arttırılması büyük kitlelere ev sahipliği yapan ülkelerin yükünün hafifletilmesinde önem taşımaktadır. Suriyeli mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması için kalıcı ve sürdürülebilir bir uluslararası fon oluşturulması gerekmektedir. Bunun için de öncelikle zengin Batılı ülkeler maddi katkılarını arttırmalıdır. 

Mülteci krizinin sona ermesi öncelikle Suriye’deki savaşın bitmesine bağlıdır. Savaşın sona ermesi ile ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin evlerine güven içinde dönebilmeleri sağlanabilecektir. Bu noktada uluslararası aktörler savaşın bir an evvel sona ermesi için daha fazla sorumluluk almalıdır. 

TÜRKİYE’YE YÖNELİK ÖNERİLER 

1. Sığınmacılara yönelik çalışmaların belirli bir merkezden yürütülmesi, sorunlara toplumun resmî ve gönüllü tüm kurumlarını harekete geçirerek hızlı ve pratik çözümler üretilebilmesi için bir kriz merkezinin kurulması gerekmektedir. 
2. Türkiye’nin yoğun göç alan bir ülke haline gelmesi dolayısıyla göçmen ve mültecilere yönelik politikalar ve hukuki düzenlemeler yeniden ele alınmalıdır. 
3. Suriyeli sığınmacıların haklarının ve yükümlülüklerinin resmî olarak tanımlanması gerekmektedir. Bu, hukuki ve resmî statünün sınırlarını 
belirleyecek, adli vakıaların takibini kolaylaştıracak ve farklı siyasi grupların zaman zaman dile getirdiği kimliğe dair endişeleri yatıştırıcı rol oynayacaktır. 
4. Suriyeli sığınmacılar ve Türkiye halkı arasındaki ilişkileri güçlendirmek ve yabancı düşmanlığının önüne geçmek için iletişim ve dayanışma kanallarının oluşturulması önem arz etmektedir. Dilencilik, hırsızlık, ikinci evlilik vb. olayların kulaktan kulağa veya medya aracılığı ile manipüle edilerek aktarılmasının ve bu yolla yabancı düşmanlığının körüklemesinin önüne geçilmelidir. 
5. Kaynaklar artan talebi karşılayacak seviyeye getirilmeli, yerel ve ulusal mekanizmalar devreye sokularak ev sahibi halkın kendini ekonomik 
olarak güvende hissetmesi sağlanmalıdır. Bunun yanında ücretlendirmede standart belirlenerek insan ve emek sömürüsü sıkı denetimle önlenmeli ve yerel halkı mağdur eden hak ihlalleri engellenmelidir. 
6. Sığınmacı nüfusunun yoğun olduğu şehir ve ilçelerde bulunan sağlık 
kurumlarının kapasitelerinin arttırılması hizmet alımını kolaylaştıracaktır. 
Ayrıca bu bölgelerde belediye hizmetleri de artan nüfusla doğru orantılı 
olarak ihtiyaca cevap verecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. 
7. Suriyeliler için çalışma izni ve sosyal güvenlik konularında düzenle-
melerin yapılması hem iş gücü potansiyelinin legal olarak içeriye aktarıl-
masını sağlayacak hem de sığınmacılar kendi iaşelerini sağlayabildikleri 
oranda ev sahibi ülkenin üzerindeki yük azalacaktır. 
8. Suriyelilerin çalışma hayatına katılmasıyla oluşan rekabet ortamının 
yarattığı gerilimin azaltılması için sığınmacı nüfusunun yoğun olduğu şe-
hirlerde sanayi ve ticaretin desteklenmesi, bölgeye teşviklerin arttırılması 
ve yeni iş imkânlarının açılması gerekmektedir. 
9. Yeni kampların kurulması önem arz etmektedir. Ancak gerek hâliha-
zırda işlemekte olan kamplar gerekse yeni kurulacak olanlar uzun süreli 
barınmaya uygun koşullarda düzenlenmelidir. Bu çalışma için yapılan saha 
araştırması sırasında kamp hayatını kendi isteğiyle terk edip geçim derdine 
rağmen kamp dışında yaşamayı tercih eden aileler olduğu tespit edilmiş-
tir. Kamp yaşamının sürdürülebilir hale getirilmesi için sadece maddi değil 
manevi koşulların da iyileştirilmesi önem arz etmektedir. 
10. Eğitim sorunu nedeniyle kayıp bir kuşak yetişmektedir. Bu kuşak 
misafir oldukları süre boyunca ev sahibi ülke için, kendi ülkelerine dön-
düklerinde ise Suriye için kaygı unsurudur. Suriyeli çocukların ve genç-
lerin eğitimlerine devam edebilmeleri için devlet okulları ve alternatif 
alanlar daha etkin hale getirilmelidir. 
11. Gerek ev sahibi halk ile sığınmacılar arasındaki iletişimin geliştirilmesi 
gerekse ihtiyaçların karşılanması ve sorunların çözümü için sahada daha 
pratik hareket kabiliyetine sahip olan sivil toplum kuruluşları etkin bir 
şekilde değerlendirilmelidir. 

SON NOTLAR 

1 http://www.haber7.com/guncel/haber/112209420-ulke-bir-turkiye-etmedi 
2 http://www.amnesty.org/en/news/turkeyborder-abuses-and-destitution-aggravating-plight-syriarefugees-2014-11-20 
3 Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK)&Brookings Enstitüsü, Suriyeli Mülteciler Krizi ve Türkiye Sonu Gelmeyen Misafirlik, Kasım 2013. 
4 Oturma izni (ikamet tezkeresi) konusunda Suriyeli mültecilere kolaylık tanınmış ve İçişleri Bakanlığı emri ile bir yıla kadar ikamet tezkeresi tanzim 
edilmesi konusunda emniyete bilgi verilmiştir. Oturma izni almak isteyen ve pasaportlarıyla kayıtlı olarak Türkiye’ye giriş yapan Suriye vatandaşları, 
bulundukları İl Emniyet Yabancılar Şubesi’ne giderek bir yıl sureli ikamet izni alabilmektedirler. İkamet tezkeresini almış olan Suriyeliler veya kendilerini 
çalıştırmak isteyen işverenleri veya işveren temsilcileri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na çalışma izni için başvurma hakkına da sahiptirler. 
5 Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’nin (EDAM) Kasım 2013’te Türkiye çapında yaptırdığı bir kamuoyu araştırmasına göre, Türk halkının yarısından 
fazlası Suriye’den gelen sığınmacıların artık kabul edilmemesi gerektiğini düşünmektedir. Kaynak: http:// edam.org.tr/Media/IcerikFiles/12/EdamAnket2014.1.pdf 
6 Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK)&Brookings Enstitüsü, Suriyeli Mülteciler Krizi ve Türkiye Sonu Gelmeyen Misafirlik, Kasım 2013. 
7 http://www.gaziantephaberler.com/-gazianteptekiev-sahibini--suriyeli-kiraci-kadin-namusu-icin-oldurduiddiasi-haberi-32209.html 
8 http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/suriyeli-gerginligine-yeni-onlemler 
9 http://www.radikal.com.tr/turkiye/hamallar_sopalarla_suriyelileri_kovaladi-1205899 
10 M. Ruhat Yaşar, “Kilis’te Mültecilere Bakış-Toplumsal Otizm ve Ötekileştirme Sürecinin İlk Görünümleri” (Yayınlanmamış Saha Araştırması), Hazırlandığı tarih. 01.09.2013, Kilis. 
11 http://www.unhcr.org.tr/uploads/root/faq_-_turkish.pdf 
12 http://www.brookings.edu/~/media/research/files/reports/2013/11/18%20syria%20turkey%20refugees/usakbrookings%20report%20final%20version14november13.pdf 
13 Ali Rıza Seydi, “Türkiye’nin Suriyeli Sığınmacıların Eğitim Sorununun Çözümüne Yönelik İzlediği Politikalar”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Nisan 2014, Sayı 31, ss. 267-305. 
14 Kilis Ortak Akıl Topluluğu, Kilis’teki Suriye-Sorunların Tespiti ve Çözümlerine İlişkin Rapor, Eylül 2013. 
15 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country. php?id=107 
16 http://syrianrefugees.eu/?page_id=87 
17 “Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler”, ORSAM, Rapor No. 189, Nisan 2014. 
18 http://www.economist.com/blogs/ pomegranate/2014/06/syrian-refugees-jordan 
19 “Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler”, ORSAM, Rapor No. 189, Nisan 2014. 
20 Ürdün 2012 yılından bu yana Suriye’den gelen Filistinli mültecileri kabul etmemektedir. Öncesinde gelen 190 Filistin asıllı Suriyeli mülteci Cyber City kapalı mülteci 
kampında tutulmaktadır. Mülteciler kampı ancak Suriye’ye geri dönmek şartıyla terk edebilmektedir; 
http://www.hrw.org/sites/default/files/reports/jordan0814_ForUPload.pdf 
21 http://www.al-monitor.com/pulse/ar/politics/2012/05/jordanian-politics-and-the-asylu.html##ixzz3CQYtg5kH 
22 “Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler”, ORSAM, Rapor No. 189, Nisan 2014. 
23 “Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler”, ORSAM, Rapor No. 189, Nisan 2014. 
24 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country. php?id=122 
25 “Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler”, ORSAM, Rapor No. 189, Nisan 2014. 
26 http://www.dailystar.com.lb/News/Lebanon-News/2014/Sep-26/272102-machnouk-lebanon-will-set-up-syrian-refugee-camps.ashx#axzz3EhMYghZY 
27 http://www.unhcr.org/pages/49e486676.html 
28 UNHCR, “Countries Hosting Syrian Refugees Solidarity and Burden-Sharing Background papers for the High Level Segment”, Provisional Release, September 2013. 
29 “Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler”, ORSAM, Rapor No. 189, Nisan 2014. 
30 http://www.unhcr.org/pages/49e486676.html 
31 UNHCR, “Countries Hosting Syrian Refugees Solidarity and Burden-Sharing Background papers for the High Level Segment”, Provisional Release, September 2013. 
32 “Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler”, ORSAM, Rapor No. 189, Nisan 2014. 
33 UNHCR, “Countries Hosting Syrian Refugees Solidarity and Burden-Sharing Background papers for the High Level Segment”, Provisional Release, September 2013. 
34 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php 

KAYNAKÇA 

RAPORLAR 

“Countries Hosting Syrian Refugees Solidarity and Burden-Sharing Background papers for the 
High Level Segment”, Provisional Release, UNHCR, September 2013. 
Kamp Dışında Yaşayan Suriyeli Kadın Sığınmacılar Raporu, MAZLUMDER, Mayıs 2014. 
Kilis’teki Suriye-Sorunların Tespiti ve Çözümlerine İlişkin Rapor, Kilis Ortak Akıl Topluluğu, Eylül 2013. 
Seydi, Ali Rıza, “Türkiye’nin Suriyeli Sığınmacıların Eğitim Sorununun Çözümüne Yönelik 
İzlediği Politikalar”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Nisan 2014, Sayı 31, ss. 267-305. 
“Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler”, 
ORSAM, Rapor No. 189, Nisan 2014. 
Suriyeli Mülteciler Krizi ve Türkiye Sonu Gelmeyen Misafirlik, Uluslararası Stratejik Araştırmalar 
Kurumu (USAK)&Brookings Enstitüsü, Kasım 2013. 
The Impact of the Syrian Refugee Crisis on Host Communities in Lebanon, World Vision Lebanon and WVUK, July 2013. 
Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, Saha Araştırması Sonuçları, AFAD, 2013 https://www.afad.gov.tr/ 
Dokuman/TR/60-2013123015491-syrian-refugees-in-turkey-2013_baski_30.12.2013_tr.pdf 
Yaşar, M. Ruhat, “Kilis’te Mültecilere Bakış-Toplumsal Otizm ve Ötekileştirme Sürecinin İlk Görünümleri” (Yayınlanmamış Saha Araştırması), Hazırlandığı tarih 01.09.2013, Kilis. Mart-Nisan 2014’te Hatay ve Kilis’te yapılan saha araştırması notları ile diğer ülkelerden sivil toplum yetkilileri ve tanıklarla yapılan röportajlar. 

İNTERNET 

http://www.amnesty.org/en/news/turkeyborder-abuses-and-destitution-aggravatingplight-syriarefugees-2014-11-20 
http://amnesty.org.tr/icerik/2/1415/suriyelilere-saldirilar-kaygi-verici-suriyeli-multecilerinstatusu-ile-haklarini-belirleyecek-mevzuat-bir-an-evvel-cikarilmali 
http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=107 
http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=122 
http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php 
http://edam.org.tr/Media/IcerikFiles/12/EdamAnket2014.1.pdf 
http://syrianrefugees.eu/?page_id=87 
http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/suriyeli-gerginligine-yeni-onlemler 
http://www.al-monitor.com/pulse/ar/politics/2012/05/jordanian-politics-and-the-asylu. 
html##ixzz3CQYtg5kH 
http://www.bbc.com/news/world-23813975 
http://www.brookings.edu/blogs/brookings-now/posts/2014/02/syria-refugee-crisisthreatens-regional-stability 
http://www.dailystar.com.lb/News/Lebanon-News/2014/Sep-26/272102-machnouklebanon-will-set-up-syrian-refugee-camps.ashx#axzz3EhMYghZY 
http://www.economist.com/blogs/pomegranate/2014/06/syrian-refugees-jordan 
http://www.gaziantephaberler.com/-gaziantepteki-ev-sahibini--suriyeli-kiraci-kadin-namusuicin-oldurdu-iddiasi-haberi-32209.html 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/975425-istanbulda-sariyer-nufusu-kadarsuriyeli-yasiyor 
http://www.hrw.org/sites/default/files/reports/jordan0814_ForUPload.pdf 
http://www.radikal.com.tr/turkiye/hamallar_sopalarla_suriyelileri_kovaladi-1205899 
http://www.unhcr.org/pages/49e486676.html 
http://www.unhcr.org.tr/uploads/root/faq_-_turkish.pdf 
http://www.wsj.com.tr/article/SB10001424052702304418404579464854025694272.html 


Büyük Karaman Cd. Taylasan Sk. 
No.3 Fatih - İstanbul - Türkiye 
Tel: 0212 631 21 21 • www.ihh.org.tr 
www.ihhakademi.com 
Büyük Karaman Cd. Taylasan Sk. 
No.3 Fatih - İstanbul - Türkiye 
Tel: 0212 631 21 21 • www.ihh.org.tr 
www.ihhakademi.com 

***

SURİYELİ MÜLTECİLER KOMŞUDA KRİZ BÖLÜM 3


SURİYELİ MÜLTECİLER KOMŞUDA KRİZ BÖLÜM 3



Sığınmacı Kadınlar 




Türkiye’nin Suriye’ye sınır komşusu olan kentlerindeki kadınların Suriyeli kadınları aileleri ve sosyokültürel yapıları açısından tehdit olarak gördükleri, şehirlerinde ikinci evliliklerin çoğalmasından büyük rahatsızlık duydukları tespit edilmiştir. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde görüştüğümüz bir yerel gazeteci ikinci evliliklerin yöre halkına yabancı olmadığını belirtmiştir. Ancak daha önce varlıklı erkeklerin teşebbüs ettiği ikinci evliliklerin Suriyelilerin gelişiyle birlikte kolaylaştığı, bu durumun ailelerin parçalanmasıyla sonuçlanacak olaylara neden olduğu kaydedilmektedir. Bu tür örnekler sayıca az olmasına rağmen fısıltı gazetesi marifetiyle özellikle kadınlar arasın-da yayılmakta ve sığınmacı kadınlar 
hedef haline gelmektedir. 



< Savaş mağduru dul kadınların veya yetim genç kızların sahipsiz durumda bulunmaları, onları istismara açık hale getirmektedir. >

Savaş mağduru dul kadınların veya yetim genç kızların sahipsiz durumda bulunmaları, onları istismara açık hale getirmektedir. Birçok sosyal ve ekonomik sorunla boğuşmakta olan Suriyeli kadınlar için evlilik bir kurtuluş olarak görülebilmekte, bazı aileler de genç kızlarını Türkiye’de evlendirme yolunu tercih edebilmektedir. Ancak saha çalışmalarımız sırasında bu durumun da genele mal edilemeyeceği gözlemlenmiştir. 
Hatay’da ziyaret ettiğimiz bir çok mülteci aile, kızlarının Türkiye’de evlenmesini istemediklerini, savaş biter bitmez Suriye’ye dönüp çocuklarının eğitimlerine devam etmesini ve hayatlarının geri kalanını kendi ülkelerinde geçirmelerini istediklerini ifade etmiştir. Diğer yandan Kilis’te görüştüğümüz dul bir mülteci kadın, kızının burada evlenmesini istemekle birlikte ikinci evlilik veya resmî kayıt altına alınmamış imam nikâhlı evliliğe karşı olduğunu belirtmiştir. 

< Suriyeli kadın, bir yardım kuruluşu tarafından verilen alışveriş kartını tutuyor. Suriyeli kadın, bir yardım kuruluşu tarafından verilen alışveriş kartını tutuyor. >




Kilis Ortak Akıl Topluluğu’nun hazırladığı Eylül 2013 tarihli rapora göre bu tür resmî olmayan evliliklerde; evlenip bırakılma, ikinci eş olarak 
yaşama, resmî nikâhlı eşin saldırısına uğrama gibi suistimaller görülmektedir. Suriyeli kadınlar içinde bulundukları şartlar nedeniyle daha az 
talepkâr olduklarından bekâr erkekler tarafından da tercih edilmektedirler. Kolay ve denetimsiz evlilik yapma imkânının oluşması nedeniyle Türk 
kadınlarının sosyal haksızlığa uğramasından endişe duyulmaktadır.14 

Bilindiği gibi Suriye’deki savaşın yol açtığı sosyal çöküşten en fazla zarar gören grubu oluşturan kadınlar ve çocuklar, Türkiye’ye gelerek zor 
şartlar altında yaşamak durumunda kalmıştır. 



< Suriye’deki savaşın yol açtığı sosyal çöküşten en fazla zarar gören grubu oluşturan kadınlar ve çocuklar, Türkiye’ye gelerek zor şartlar 
altında yaşamak durumunda kalmıştır. >

Gelişleri, Türkiye’nin toplumsal yapısı içinde bulunan ancak yaygın olmayan bazı uygulamaların açığa çıkmasına da neden olmuştur. 
Bu durum, Suriyeli kadınların değil, Türkiye halkının çözmesi gereken bir istismar alanıdır. Bu noktada Türkiye’deki devlet kurumlarının ve kadın dernekleri gibi ilgili sivil toplum kuruluşlarının Suriyeli ailelerle irtibatı güçlendirmeleri gerekmektedir. Suriyeli ailelerin maddi ve manevi olarak desteklenmeleri ve misafir oldukları ülkenin sosyal ve hukuki yapısı hakkında bilinçlendirilmeleri önem arz etmektedir. Türkiye toplumundan daha geleneksel ve muhafazakâr olan Suriye halkının ve kadınlarının içine düştükleri bu zorlu durumdan ötürü mutsuz oldukları gerçeğinden hareketle, Türkiye’deki suistimal kaynaklarının kurutulmasına çalışılmalıdır. 




ÜRDÜN 

Suriye’deki iç savaş Ürdün’ü de siyasi, ekonomik ve insani açıdan etkilemektedir. BM’nin açıkladığı son rakamlara göre Ürdün’de 613.25215 Suriyeli sığınmacı bulunmakta ancak yerel verilere göre gerçek rakamın bunun çok üstünde olduğu tahmin edilmektedir. Ürdün’deki Suriyelilerin %20’si kamplarda %80’i ise ülkenin kuzeyindeki kırsal bölgelerde yaşamaktadır.16 

<  Mülteciler Ürdün yasaları önünde belirli bir statüye sahip değildir ve çalışma hakkından veya geçici bile olsa oturma haklarından mahrumdur. >


Suriyeli sığınmacılara yönelik olarak Türkiye gibi açık kapı politikası uygulamakta olan Ürdün, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olmadığı için, Suriyeliler dâhil tüm mültecilere Yabancı Kanunu (Alien Law) çerçevesinde muamele edilmektedir. Türkiye’den farklı olarak Ürdün’de sığınmacıların durumlarını belirleme ve sığınma taleplerini yönetmekten BMMYK sorumludur. Ancak BMMYK tarafından statüsü onaylanmış mülteciler dahi Ürdün yasaları önünde belirli bir statüye sahip değildir ve çalışma hakkından veya 
geçici bile olsa oturum hakkından mahrumdur.17 

İki halk arasındaki tarihsel, sosyal ve kültürel ortaklıklar, duygudaşlık zemininin temin edilmesini ve halen korunabilmesini sağlamışsa da mülteci akınının yoğunluğu ve sürenin uzaması çeşitli sorunları beraberinde getirmektedir. Geçen yıl yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre Ürdünlülerin %76’sı daha fazla mülteci alınmaması gerektiğini düşünmektedir. Bir önceki yıla göre18 (%64) artış gösteren bu oran, Suriyelilerle Ürdünlüler arasında potansiyel bir çatışma zemininin bulunduğu izlenimini vermektedir. 

Kimlik Sorunu 




Ürdün’ün en belirgin sosyolojik özelliği nüfusunun büyük çoğunluğunu göçmenlerin oluşturmasıdır. Yaklaşık 7 milyon nüfusu bulunan Ürdün, 3 milyonu aşkın Filistinli, ABD işgalinden sonra gelen 200.000 Iraklı ve yerel kaynaklara göre 1 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacıyı barındırmaktadır. İç savaş öncesinde akrabalık ilişkileri, evlilikler, çalışma gibi sebeplerle Ürdün’de 700.000 Suriye asıllının yaşadığı tahmin edilmektedir.19 
Suriye’den Ürdün’e ilk kitlesel göç 1980’lerde Hama Katliamı sonrasında gerçekleşmiştir. Mülteciler nedeniyle ani ve hızlı demografik dönüşümler geçiren Ürdün’de, her mülteci akını sonrası Ürdünlülük kimliği üzerine tartışmalar alevlenmektedir. Ortadoğu’nun kaynakları sınırlı ama en güvenli ülkesi konumunda olan Ürdün, komşu ülkelerden çok fazla göç almakta ve bu göçler işgal ve çatışmaların uzun süreli olması sebebiyle mültecilerin ülkeye yerleşmesiyle sonuçlanmaktadır. 

Gerçek Ürdünlülerin azınlık durumuna düşmesi, mültecilerin ticari kabiliyetleri nedeniyle ülkenin sosyal ve ekonomi çevrelerinde yer edinmeleri gibi etkenler ulusal kimliğe dair kaygıları pekiştirmekte, bu da mültecilere yönelik gerek resmî gerekse toplumsal bakışı şekillendirmektedir. Ürdün rejiminin Suriye’den gelen Filistinlileri mülteci olarak ülkeye kabul etmemesi de bu bağlamda değerlendirilebilir.20 

< Suriye’den Ürdün’e  ilk kitlesel göç 1980’lerde Hama Katliamı sonrasında gerçekleşmiştir. >

Güvenlik Endişesi 




Krizin başlarında Suriyeli sığınmacıları “misafir” olarak tanımlayan Ürdün rejimi, mülteci akınının devam ettiği ilk altı ay sonrasında“mülteci” kavramını kullanmaya ve Suriye meselesini ulusal güvenlik perspektifinden değerlendirmeye başlamıştır.21 Yaptığımız görüşmelerde Ürdünlü sivil toplum temsilcileri zaman içerisinde sığınmacılara yönelik algı değişiminin medyada yer alan haberlerede yansıdığını belirtmişlerdir.

< Bugün Ürdün’de Suriyeli göçmen meselesinin güvenlik krizine dönüşmesinden endişe edilmektedir. >



Zira zaman zaman Ürdün tarafına da bombalar düşmekte, Suriye’de yaşanan çatışmalardan özellikle sınıra yakın bölgelerdeki halk maddive manevi olarak etkilenmektedir. Suriye’den silahlı grupların, rejime bağlı istihbarat ajanlarının ve kaçakçıların da ülkeye girebileceğitehdidi üzerinde durulmakta, özellikle insan ticaretinin engellenmesi gerekçesiyle mülteci kamplarının denetimi noktasında önlemler arttırılmaktadır.Ancak kamplardaki sıkı denetim uygulamaları farklı bir güvenlik sorununa yol açmaktadır: Mültecilerin kamp dışına çıkışlarının yasak olmasıve başka birtakım kısıtlamaların bulunması, mültecilerde bir nevi toplama kampı hissi yaratmakta, bu da kamp içerisinde huzursuzluklara ve mültecilerle güvenlik görevlileri arasında çatışmalara sebep olmaktadır.
Güvenlik konusunun diğer bir boyutunu ise ülkedeki suç oranları oluşturmakta dır. Ürdün’de Suriyelilerin gelişiyle birlikte suç oranlarında
ciddi bir değişiklik olmamakla birlikte, ülkenin Suriye sınırına yakın kuzey bölgelerinde asayiş olaylarında kısmi bir artış gözlenmektedir.

Ekonomiye Yansımaları 

Diğer ülkelere benzer bir şekilde Ürdün’de de mülteci krizinin ekonomik boyutları Suriyelilere yönelik tutumda belirleyici rol oynamaktadır. 
Ülkede bulunan Suriyeli sığınmacılar; sanayi üretimi zayıf, su ve petrol gibi doğal kaynaklara sahip olmayan ve topraklarının %80’i çöl olan Ürdün ekonomisi üzerinde ciddi bir yük oluşturmaktadır. Mülteci krizinin ülke ekonomisine etkileri arasında savaş nedeniyle Suriye ile ikili ticari faaliyetlerin zarar görmesi, Ürdün’ün zaten sınırlı olan su kaynaklarıyla birlikte eğitim, sağlık vb. sosyal hizmetlerin büyük bir mülteci nüfusuyla paylaşılması, işsizlik sorunu, konut fiyatlarındaki artış sayılabilir. 



Lübnan’da Suriyeli bir mülteci ailenin çocukları. 

< Dünyanın en fazla su sıkıntısı çeken dördüncü ülkesi olan Ürdün’ün mültecilerle birlikte artan nüfusuna oranla su kaynaklarının yetersizliği hem yetkililer hem de halkta endişeye sebep olmaktadır. >

Konuyla ilgili yaptığımız görüşmelerde Suriyelilerin gelişiyle birlikte okul ve hastanelerde ciddi bir yoğunluk oluştuğu, bunun da mali yüke ve 
hizmet kalitesinin düşmesine neden olduğu ifade edilmiştir. Diğer yandan Ürdünlüler tarafından en fazla dikkat çekilen husus su sorunudur. 
Dünyanın en fazla su sıkıntısı çeken dördüncü ülkesi olan Ürdün’ün mültecilerle birlikte artan nüfusuna oranla su kaynaklarının yetersizliği 
hem yetkililer hem de halkta endişeye sebep olmaktadır. Suriyelilerin kendi ülkelerinde bu açıdan kaynak sıkıntısı çekmedikleri için su kullanma 
alışkanlıklarının farklı olması Ürdünlüler tarafından eleştiri konusu yapılabilmektedir. 

Ürdün yasalarına göre sadece Ürdün vatandaşı olanlar ülkede yasal olarak çalışma hakkına sahip bulunmakta, oturma izni ve geçerli 
pasaportu olanlar ise Çalışma Bakanlığı’nın izniyle çalışabilmektedir. Ancak bakanlık sadece belirli iş kolları için yabancılara çalışma izni vermekte, 
buna karşın yasa dışı çalışırken yakalanan mültecilere Ürdün’de bir daha çalışmayacaklarına dair bir belge imzalatılmaktadır.22 

Çoğunluğu Deraa ve Humus’tan gelen Suriyelilerin bir bölümü zana-atkârlardan oluşmakta, teknik beceri açısından Ürdünlülerden daha iyi 
durumda oldukları için yerli halkla aralarında rekabet ortamı doğmaktadır. Suriyeli mülteciler uluslararası yardım organizasyonlarından kısmen 
yararlansalar da içinde bulundukları koşullar nedeniyle daha düşük ücretle çalışmayı kabul etmekte ve olumsuz koşullara rağmen işlerini kaybetmemek 
için Ürdünlülerden daha gayretli çalışabilmektedirler. Bu durum Ürdünlüler açısından iş imkânlarının azalması anlamına gelmekte, 
mağdur edildiklerini düşündükleri bir rekabet ortamı oluşturmaktadır. Diğer yandan, ortaya çıkan tabloda, ucuz iş gücü ve nüfus artışının 
getirdiği talep artışı, Ürdün esnafını memnun etmektedir. 



İşsizlik sorunundan şikâyet edilmesine rağmen Ürdün piyasalarında Suriyelilerden kaynaklanan bir hareketlilik de söz konusudur. 
Görüştüğümüz Ürdünlü bir sivil toplum kuruluşu yetkilisi, mültecilerin önemli bir kısmının Ürdün’de kendi işlerini kurduğunu, çok sayıda yeni şirket açıldığını, böylece ülkeye sıcak para akışının da olduğunu belirtmiştir. Boş konutların dolması, Ürdünlülerin tercih etmediği iş kollarında istihdam sağlanabilmesi, zanaat sahibi iş gücünün gelişmesi de mülteci hareketinin diğer olumlu etkilerindendir. Ayrıca bugüne kadar Ürdün’e gelen mülteci gruplarının yaptığı gibi, Suriyelilerin de ülkenin ekonomik ve sosyal dokusunda kendi izlerini bırakacağı, uzun vadede olumlu katkılar sağlayacağı görüşü de dile getirilmektedir. 



Diğer yandan Ürdün hükümetinin mülteci krizinden dış yardımlar yoluyla ekonomik anlamda fayda sağladığı da ifade edilmektedir. Ülkedeki sivil toplum yetkilileri, alınan yardımların doğru yönetilmediği eleştirisini getirmekle birlikte, hükümetin Suriyeliler için gelen yardımların bir kısmını Ürdünlüler için kullandığını, bunun da ülke için olumlu bir katkı olduğunu belirtmektedir. Ürdün’de görüştüğümüz bir sivil toplum kuruluşu temsilcisi, devletin dışarıdan gelen yardımların yaklaşık %30’unu kendisi için ayırdığını kaydetmiştir. 

Ayrıca mültecilerin ihtiyaçları yerel imkânlar kullanılarak giderilmekte bu da alım satımı hareketlendirmektedir. Ürdün’e giren yüksek miktarda yardım parasının yarattığı ekonomik katkıdan yerel halk ve firmalar kazanç sağlamakta, BMMYK, sivil toplum kuruluşları ve kamp faaliyetlerinin yürütülmesi için iş gücüne ihtiyaç duyulmakta ve buralarda yerel halk istihdam edilmektedir.23 

Diğer Problemler 

Mülteciler iş imkânlarından yararlanabilmek için özellikle başkent Amman’ı tercih etmektedirler. Amman daha önceki mülteci gruplara olduğu gibi Suriyelilere de entegrasyonu kolaylaştıran imkânlar sunmaktadır. Kırsal kesimlerde ise mültecilerin yerli halka entegre olabilmesi için akrabalık bağları önemli rol oynamaktadır. 

Daha önceki göç tecrübeleri Ürdünlüleri Suriyelilerin de kalıcı olacağı yönünde endişelendirmektedir. Kamp dışındaki Suriyelilerin çoğunluğu Ürdün’ün yoksul bölgelerinde yaşamaktadır. Ekonomik durumları iyi olmayan Ürdünlüler gelen yardımları sadece Suriyelilerin almasından rahatsızlık duymaktadır. Yaptığımız görüşmelerde diğer ülkelerde görülen kimi sosyal problemlerin iki toplum arasındaki dil, din, ırk ve kültür ortaklıklarına rağmen burada da söz konusu olduğu ifade edilmiştir. 

Öte yandan görüşmelerimizden elde ettiğimiz izlenime göre; Ürdünlüler ve Suriyeliler arasında ciddi bir sorun bulunmamaktadır. Ürdün için mülteci krizi bağlamın-da en büyük endişe dış yardımların sürekliliği konusunda yaşanmaktadır. Suriye’deki iç savaşın uzamasının bağışçı ülke ve organizasyonları da zorlayacağı düşünülmekte, yardımların kesilmesi veya azalması durumunda ise kendi halkı için dahi dış desteğe ihtiyaç duyan Ürdün’ün, mültecilerin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi mümkün görünmemektedir. 

LÜBNAN 

BM verilerine göre 1.185.27524 Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Lübnan’da resmî olmayan rakamın 1.800.000 civarında olduğu tahmin edilmekte, iç savaş öncesinde gelenlerle birlikte oransal olarak Lübnan nüfusunun dörtte birini Suriyelilerin oluşturduğu kaydedilmektedir. Maddi anlamda Lübnan için başa çıkılması imkânsız bir yük anlamına gelen Suriyeli mültecilerin durumu, ülkenin kendine has kırılgan siyasi yapısı ve çeşitli grupların Suriye içerisindeki savaşa doğrudan müdahil olması gibi nedenlerle Lübnan’da diğer ülkelerden daha da 
karmaşık hale gelmektedir. 

Lübnan’ı göç sorunuyla yüz yüze olan diğer ülkelerden farklı kılan özelliklerinden biri de iç siyaset ortamının mezhepsel dengelere dayanıyor olmasıdır. Büyük çoğunluğu Sünnilerden oluşan Suriyeli mülteciler, bu ülkedeki mevcut gruplar arasındaki sayısal dengeyi değiştirmekte ve gerilimi arttırmaktadır. 
Suriye’deki çatışmalarla birlikte Lübnan’da da güvenlik sorununun arttığı bilinmektedir. Görüştüğümüz bir sivil toplum kuruluşu yetkilisi Hizbullah’ın 
Suriye’deki savaşa askerî anlamda rejimden yana müdahil olmasının etkisinin Lübnan’da açıkça hissedildiğini kaydetmektedir. Her üç Şii aileden birinin oğlunun Suriye’de savaştığını belirten yetkili, bazı sığınmacılarla birlikte Suriyelilere yönelik yardım faaliyetlerinde aktif rol alan kişilerin de 
zaman zaman hedef haline geldiğini ifade etmiştir. 

Suriye iç savaşından önce de iki ülke arasındaki ilişkilerin iyi olmadığı bilinmektedir. Lübnan iç savaşına müdahil olan Suriye, yaklaşık 30 
yıl süreyle askerî birliklerini ülkede konuşlandırmıştır. Bu tecrübe Lübnanlıların Suriyelilere bakışını etkilemektedir. Suriyelilerin yaşadığı acılara duyarlı önemli bir kesimin de bulunduğu ülkede, sığınmacıların gelişinin bazı Lübnanlılar tarafından tarihsel geçmişe atıfla “2005’te askerleri gitmişti, şimdi kendileri geldi” şeklinde yorumlandığı yaptığımız görüşmelerde ifade edilmiştir. 

 < Büyük çoğunluğu Sünnilerden oluşan Suriyeli mülteciler, bu ülkedeki mevcut gruplar arasındaki sayısal dengeyi değiştirmekte ve gerilimi arttırmaktadır. >

İHH, Lübnan’daki Suriyeli mültecilere de acil yardım desteğinde bulunuyor. 
İHH, Lübnan’daki Suriyeli mültecilere de acil yardım desteğinde bulunuyor. 

Suriyeli Mültecilerin Durumu 

Yoğun bombardımanların yaşandığı Hama, Humus, Lazkiye ve Şam kırsalından Lübnan’a gelen Suriyeliler büyük oranda Sünni Araplardan, az sayıda da Filistinli, Arap Alevi, Hristiyan ve Dürzi’den oluşmaktadır. Lübnan hükümeti krizin başından itibaren yasal veya yasa dışı şekilde ülkeye giren Suriyelilere karşı açık kapı politikası uygulamaktadır. Ancak Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Konvansiyonu ve buna bağlı 1967 Protokolü’ne taraf olmayan Lübnan’daki Suriyelilere resmî olarak mülteci veya sığınmacı statüsü tanınmamaktadır. Adli vakalar haricinde sınır dışı etmeme ilkesini benimseyen Lübnan yönetimi, Suriyelileri zorla ülkeden çıkarma yoluna gitmemiştir.25 



Ülkeye yasal veya yasa dışı yollarla gelen Suriyeliler, daha önce Lübnan’la ilişkileri olmuşsa bildikleri bölgeye; yoksa Lübnan’a kendilerinden 
önce gelmiş olan akrabalarının veya tanıdıklarının göç ettiği bölgelere yerleşmektedir. Diğer yandan kira ödeyemeyecek durumdaki sığınmacılar için de derme çatma küçük çadır kamplar bulunmakta-dır. Filistinli mültecilerin kaldığı çok sayıda kampın bulunduğu Lübnan, geçmişteki tecrübesinden dolayı Suriyeliler için resmî kamp kurmaya yanaşmamış, dolayısıyla barınma probleminin çözümü mültecilerin ve yerli halkın omuzlarına bırakılmıştır. Son olarak Lübnan İçişleri Bakanlığı’ndan 2014 Eylül ayında yapılan açıklamada, Suriyeliler için mülteci kampı kurulacağı ifade edilmiştir. Ülkede mülteci kampları kurulmasına Filistinliler örneğinde olduğu gibi geçici misafirliğin kalıcı hale gelmesi endişesinden dolayı karşı çıkılmış ve kamp kurulması kararının ülkedeki tüm politik aktörler tarafından onaylanmadığı belirtilmiştir.26 

Suriye’ye göre yaşamın daha pahalı olduğu Lübnan’da sığınmacılar için en büyük sorun barınmadır. Kiraların görece daha uygun olduğu yerlerin Hizbullah’ın kontrolündeki bölgeler olduğu ve sığınmacıların da ucuz olduğu için bu bölgeleri tercih ettiği belirtilmektedir. Ancak sığınmacıların çoğunluğunun Sünni olması ciddi bir gerilim kaynağıdır. Bunun yanında Beyrut’a doğru gelindikçe Suriyelilere yönelik yaklaşımın daha da kötüleştiği, öte yandan Trablus gibi Sünni Arapların ağırlıklı yaşadığı bölgelerde ise mültecilerin durumunun daha iyi olduğu söylenebilir. Güvenlik endişesiyle bazı bölgelerde Suriyelilerin akşam yediden sonra dışarı çıkmaları yerel yönetimler tarafından kısıtlanabilmektedir. 

< Lübnan, geçmişteki tecrübesinden dolayı Suriyeliler için resmî kamp kurmaya yanaşmamış, dolayısıyla barınma probleminin çözümü mültecilerin ve yerli halkın omuzlarına bırakılmıştır. >

Lübnanlıların Sığınmacılara Karşı Tutumu 

Suriye’den sığınmacı akınının başladığı ilk günlerde Lübnanlıların mağdurlara karşı oldukça misafirperver bir tutum sergiledikleri, diğer ülkelerde olduğu gibi burada da sığınmacıların ihtiyaçları için kendi imkânlarını seferber ettikleri açıktır. Ancak savaşın uzaması ve buna bağlı olarak göçün yoğunlaşması ile Lübnan’da farklı toplumsal gruplar arasında tansiyonun yükseldiği gözlenmektedir. Sosyal ve siyasi aktörler, gruplar arasındaki kutuplaşmanın artması ve tekrar bir iç savaş çıkma olasılığından duyulan endişeye işaret etmektedir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***