RUM KESİMİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
RUM KESİMİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2019 Perşembe

Rum Siyasetine güvenilmez, Aldanmayın

Rum Siyasetine güvenilmez, Aldanmayın




Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com
15 Ocak 2011 
Kaynak Yeniçağ: 


Uzun bir süredir Yunanistan ile olan ilişkilerde bir yumuşama olduğu ve iki ülkenin sorunlarını barışçı yollardan, müzakerelerle çözümleyebileceği düşüncesi kamuoyuna pompalanmakta, sürekli olarak dostluk mesajları ve görüntüleri verilmeye çalışılmaktadır.Yürütülen dış politika gereği, komşularla iyi ilişkiler kurulması, sorunların çözümlenerek ortadan kaldırılması, her zaman için geçerli olan bir konudur. 

Ancak sorunlar sizden kaynaklanıyorsa ve bugüne kadar haksız taleplerde bulunmuşsanız bu husus geçerlilik kazanır. Türkiye bugüne kadar hiçbir ülkeye karşı haksız bir talepte bulunmamış ve daima adil olmayı gözetmiştir. İlişkilerde, sorunların çözülmesine ilişkin müzakereler yapılması doğaldır. Ancak haklı olan siz olduğunuzda, çözüm için ısrar etmek taviz vermek demektir. Üstelik bunu sağlamaya çalıştığınız ülke Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ise, bunu bir kere daha düşünmek ve ilişkilerin ayarını ona göre düzenlemek ve ihtiyatı hiçbir zaman elden bırakmamak gerekir.Yunanistan, tarihi süreç içinde sürekli olarak Türkiye’ye karşı olmuş ve doğuya doğru genişlemiştir. Kıbrıs’ı, insanlık dışı davranışlarla ve emrivakilerle kendine bağlamaya çalışmıştır. Yunanistan ve GKRY, Türkiye’yi zayıf duruma düşürmek için PKK terör örgütüne doğrudan ve dolaylı destek vermişlerdir. Yunanistan bu konuda Suriye ile işbirliği yapmıştır. 

Türkiye 1990’lı yıllarda; 

Yunanistan ve Suriye’yi tam, PKK’yı yarım tehdit kabul ederek, savaş planlarını iki buçuk muharebe doktrinine göre yapmak durumunda kalmıştır.Yunanistan, Türkiye’nin AB adaylık sürecini 1999 yılına kadar veto etmiş, Türkiye ile olan sorunlarını kendi çıkarına çözemeyeceğini anlayınca vetoyu kaldırmış ve o tarihten itibaren Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunları, Türkiye-AB arasındaki sorunlar platformuna taşıyarak, süreci dışarıdan yönlendirmeye çalışmıştır. GKRY’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adı ile AB’ye üye olarak kabul edilmesinden sonra bu iki üye, güç birliği içinde, Türkiye’nin AB üyelik arzusunu, sorunların kendi çıkarlarına çözümü için koz olarak kullanmışlardır.Yunanistan, Türkiye’nin İsrail’e eğitim için tahsis ettiği hava sahasını, Türkiye’nin İsrail’le arasının bozulmasını fırsat bilerek, daha önce Suriye ile yaptığı gibi “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışıyla, kendi hava sahasını İsrail uçaklarına açmıştır. Gerek Ege’deki, gerekse Kıbrıs’taki sorunların hiçbiri Türkiye’den kaynaklanmamıştır. Yunanistan doyumsuz bir tutumla, karasuları, kıta sahanlığı, hava sahası, aidiyeti belli olmayan adacık ve kayalıklar, adaların silahsızlandırılması, şimdi de GKRY ile birlikte münhasır ekonomik bölge ve sürekli olarak da Kıbrıs konusunda tavizler koparma peşindedir. 

Türkiye’nin mevcut sistem içindeki haklarını korumasını, tahrik ve tecavüz olarak nitelemekte ve kendisinin haklı olduğu anlayışını, uluslararası kamuoyuna taşımaya çalışmaktadır.Şimdi de Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların çözümü için iki ülke arasında müzakerelerin yapıldığı söylenmektedir. Bu görüşmelerde, kabul edilen statünün dışında Türkiye’nin bir taviz vermesi söz konusu olamaz. Aksine Yunanistan’ın silahsız olması gereken adalardaki durumu düzeltmesi ve fiili olarak uygulamaya çalıştığı statü dışı davranışlara son vermesi sonucunun alınması beklenebilir.Yunanistan Başbakanı, Erzurum’da biraz da abartılı şekilde karşılanmış ve itibar görmüştür. Bu durum Türk Milletinin dostluk ve misafirperverlik anlayışının bir göstergesi olarak algılanmalıdır. Yunanistan özellikle içinde bulunduğu ekonomik zor durumdan çıkma çabasındadır. Ancak onun beynine ve ruhuna işlemiş siyasi anlayışından uzaklaşacağını beklemek büyük bir yanılgıdır. 

Erzurum’da da kendisini tutamamış ve bekleneni en hafif şekliyle dile getirmiştir. Aksini söylemiş olsa dahi, Rum siyasetine güvenilmemeli, aldanılmamalı dır.

Türkiye AB veya ikili müzakerelerin aksayabileceği çekincesi içinde olmamalıdır. Türkiye, ordusuyla, ekonomisiyle, politikasıyla, psiko-sosyal durumuyla güçlü olduğu, içteki kutuplaşmaların ve gerginliklerin üstesinden gelebildiği, birlik ve beraberliğini sağlayabildiği taktirde, kimse Türkiye ile sorun çıkarmaya cesaret edemez. 

Sorunlar da kendiliğinden çözümlenmiş olur. 

Kaynak Yeniçağ: 
Rum siyasetine güvenilmez, aldanmayın 
Armağan KULOĞLU 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/rum-siyasetine-guvenilmez-aldanmayin-16559yy.htm

***

1 Ağustos 2018 Çarşamba

AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 14


AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 14


KIBRIS (RUM KESİMİ)

1998 İlerleme Raporu- Komisyon, Kıbrıs'taki politik durum nedeniyle, inceleme çalışmasının bir bütün olarak Kıbrıs adasını kapsamadığını ve Kıbrıs Türk toplumunun temsilcilerinin müzakerelere dahil edilmesi yolunda Kıbrıs hükümetince yapılan davetin kabul edilmediğini kaydetmiştir. Komisyon, "katılım yönünde ilerleme ile Kıbrıs probleminin kalıcı ve âdil bir çözümü yönünde ilerlemesi doğal olarak birbirini takviye edecektir" düşüncesinde Konsey ile aynı görüştedir. Kıbrıs raporu, adanın iki kesimi arasındaki ekonomik dengesizlikler konusunda 1993 Görüşü'nün analizini doğrulamaktadır. Son iki yılda gerçek GSYH önemli ölçüde düşmüş olsa da, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ekonomisi Görüş'ten bu yana nisbeten iyi bir performans göstermeye devam etmiştir. Tarım ve turizm, olumsuz gelişmeler yüzünden zorluklarla karşı karşıyadır. Son dönemdeki maliye politikası gevşekliğine rağmen, otoriteler, istikrarlı makroekonomik ortamı ve olumlu bir iklimi muhafaza etmeye kararlıdırlar.
Son yıllarda Kıbrıs geleneksel sektörlerde (sanayi ve turizm) rekabet gücü kaybına uğramıştır; AB'ye katılım dikkate alındığında bu sektörlerde bir yeniden yapılanma ihtiyacı vardır. Ancak, ekonominin turizme aşırı bağımlılığını azaltmak için çabalar sarf edilmiş olduğu halde, üçüncü sektörün önemi artmaya devam etmiştir. Adanın kuzey ve güney kesimleri arasındaki ekonomik dengesizlik, 1993'ten beri daha da artmıştır. Bununla beraber, Kıbrıs'ın kuzey kesiminin entegrasyonu büyük ekonomik zorluklar yaratmamalıdır.
Müktesebat ile ilgili olarak, müktesebatın kademeli biçimde uyarlanması için gerekli olan araçların çoğu, Ortaklık Anlaşması'nda ve 1998 tarihli Protokol'de zaten vardır. Bu araçlar temelinde, Kıbrıs, özellikle gümrük birliği bağlamında müktesebatın benimsenmesinde önemli ilerleme kaydetmiştir. Ancak, iç pazar alanında girişilecek büyük çabalar vardır; Topluluk'ta geçerli bankacılık mevzuatıyla tamamen uyumlu gibi görünmeyen malî aktivitelerin olduğu kıyı bankacılığı sektörü bakımından bu husus özellikle önem taşır. Deniz taşımacılığı, telekomünikasyon, adalet ve içişleri ise özel endişe konusu diğer alanlardır. Şimdiden incelenmiş bulunan 16 fasıl açısından, Kıbrıs, müktesebatın benimsenmesinde büyük sorunlarla karşılaşmamalıdır. Genel olarak, Kıbrıs idaresi, müktesebatın doğru uygulanmasını sağlamaya hazır görünmektedir. 
AB'nin Kıbrıs Rum Kesimi ile ilgili ilk raporunun değerlendirilmesine, son cümleden başlarsak açık bir kayırma görülmektedir. Müktesebatın benimsenmesinde büyük sorunlarla "karşılaşmamalıdır" deniliyor, konu Kıbrıs İdaresinin "iyi niyetine" bırakılıyor. AB'nin tüm malî yardımlarına karşılık Rum kesiminin ekonomik kriterler açısından hâlâ sıkıntılı olduğu görülüyor, bu kesimdeki kara para, kaçakçılık ve terörle ilişkisi ise üstü kapalı geçiştiriliyor. 
Raporda, Rum kesiminin katılım yönünde ilerlemesi ile problemin kalıcı ve âdil çözümünün birbirini takip edeceği vurgulanmaktadır. Yani AB'ye katılımı öne alınmış, problemin çözümünün onu takip etmesi öngörülmüştür. Türkiye'ye olduğu gibi problemin çözümü "şart" koşulmamaktadır. 
Kıbrıs'ın iki kesimi arasındaki ekonomik dengesizliğe işaret edilirken, ambargoyu uygulayan tarafın kendileri olduğu unutulmakta, üstelik de iki ayrı milletin entegrasyonundan bahsedilebilmektedir. Her yönden birbirinden ayrı iki toplumun entegrasyonunu savunan AB'nin, Türkiye'de gerçekte birbiri ile bütünleşmiş grupları ayrıştırmaya çalıştığını bir kez daha hatırlatmak isteriz.
1999 İlerleme Raporu- Kıbrıs, mevzuatın uyumlulaştırılmasında ilerleme kaydetmiştir. Ancak, önemli miktarda mevzuat henüz aktarılmamıştır. Bu husus, çevre, sosyal politika ve adalet ve içişleri alanlarında kaygı vericidir. Bu alanlardaki mevzuatın kabul edilmesindeki gecikmeler, uygulamada zincirleme etki yapabilir. Çünkü aktarım için öngörülen tarihler, Kıbrıs'ın katılım için belirlemiş olduğu hedef tarihten hemen öncedir. Son dönemde, bir parlamento seri çalışma usulünün oluşturulması, mevzuat çıkarma hızını arttırmıştır. Aktarmanın hızlanmasına da katkıda bulunmalıdır. Kıbrıs, idarî kapasite ile ilgili olarak, iyi bir temelden yola çıkmakla beraber, telekomünikasyon, malların serbest dolaşımı ve adalet ve içişleri alanlarında kurumlar oluşturmalıdır. Deniz ulaşımı ve çevre sektörlerinde daha fazla takviye gereklidir. 
1999 yılı değerlendirmesinde de ekonomik kriterler üzerinde durulmuştur. İlginç olan "Kıbrıs'ın mevzuat düzenlemelerini, katılım için belirlemiş olduğu tarihe yetiştirememesinden" ne kadar endişe duyulduğunun ifade edilmesidir. Rum kesiminin "iyi temelden yola çıktığı" ve "takviye gerektiği " ifadeleri de AB'nin özellikle Rum kesimi için nasıl "himayeci" bir üslup geliştirdiğini ve istediği zaman ne kadar "sempatik yaklaşabildiğini" göstermektedir. 
2000 İlerleme Raporu- Kıbrıs'ın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. En önemli siyasal sorun, adanın bölünmüşlüğünün sürmesidir, fakat geçen yıl içinde Katılım Ortaklığı'na uygun olarak bir siyasal çözüm arayışında önemli çabalar sarf edilmiştir. Eylül ayında yapılan dolaylı görüşmelerin dördüncü turunda, iki tarafın, meselenin özüne ilişkin müzakerelere girmekte olduklarını gösteren cesaret verici işaretler görülmüştür. 
Kıbrıs ekonomisi, güçlü bir şekilde büyümeye devam etmekte ve tam istihdamda çalışmaktadır. Liberalleşme ve yapısal reformlarda ilerleme kaydedilmektedir. Yıllar süren bir gecikmeden sonra, Parlamento, faiz tavanının Ocak 2001'e kadar kaldırılması için bir takvim öngören mevzuat kabul etti. Kıbrıs makamları, sağlık sektöründe önemli bir reform başlattılar. 
Ancak, makroekonomik istikrar son zamanlarda zayıflamıştır ve maliye politikasının mevcut seviyesi ve vaziyeti orta vadede sürdürülemez niteliktedir. Kooperatif bankacılığı sektöründe denetim güçlendirilmelidir. Fiyat liberalleşmesi de tamamlanmalıdır. Bazı yapısal katılıklar ve ekonomide önemli devlet müdahalesi, rekabet gücüne köstek olmaktadır. Kıbrıs, özel sektörünü, AB'ye entegrasyonun gerektirdiği açık ortamda çalışmaya hazırlamalıdır. Ekonomik faaliyetlere devlet karışmasının ölçüsünü sınırlayan, temel sektörleri dış rekabete açan ve önemli çevresel kısıtlamaları çözen kapsamlı bir yapısal reform gündemi oluşturmak için, daha büyük siyasal uzlaşmaya ihtiyaç vardır. Son bir yılda Kıbrıs, tarım alanında bir miktar uyumlulaşma mevzuatı kabul etmiştir. Ancak, yapılanlar esas olarak hazırlık çalışması niteliğindedir. Dolayısıyla, hayvan ve bitki sağlığı konularında müktesebat ile uyumlulaşma sınırlıdır. Sınır kapılarında hayvan sağlığı kontrolleriyle ilgili olarak ilave çabalar gereklidir. Ulaştırma ve balıkçılık alanlarında, Kıbrıs, idarî kapasitesini güçlendirerek ve mevzuat kabul ederek müktesebat ile daha çok uyumlulaşma sağlamak için ciddi çabalara girişmiştir. 

Adalet ve içişleri alanında, Kıbrıs, iltica konusunda mevzuat çıkarılmasıyla ve ayrıca cezaî ve medenî hususlarda adlî işbirliği amacına yönelik olarak ilerleme kaydetmiştir. Ancak, bu alanda önemli çabalara girişilmiş olmakla beraber, Kıbrıs'ın gelecekte AB'nin bir dış sınırını oluşturacağı gerçeğini özellikle dikkate alarak, sınır kontrolü uygulanmasına ve, ayrıca, karapara aklama konusunda var olan mevzuatın etkin biçimde uygulanmasına dikkat gösterilmelidir. Kıbrıs filosunun güvenlik sicilini iyileştirmek üzere, geçen bir yıl içinde denetlenen gemi sayısı iki mislinden fazla artmış olup Kıbrıs gemileri için dünya çapındaki denetimciler şebekesi de büyümüştür. Ayrıca, vergileme ve karapara aklanması ile mücadele gibi konular için, ilave personel alınmış/eğitilmiş veya bu amaçla bütçede düzenleme yapılmıştır. Ancak, idarî kapasitenin güçlü temeline rağmen, malların serbest dolaşımı, tarım, enerji, iletişim, adalet ve içişleri sahalarında gereken düzenleyici makamların oluşturulması ve gereken kurumların tesis edilmesi henüz gerçekleşmemiştir. Şirketler hukuku, ulaştırma, vergileme, çevre, adalet ve içişleri gibi çeşitli alanlarda yeni personel alımına ihtiyaç vardır. 

2000 raporunda da Kıbrıs Rum Kesimi ayrıcalıklı konumunu muhafaza etmekte, temel ekonomik yapılanmalardaki ufak gelişmeler "ilerleme" olarak sunulmakta, uluslararası platformda sorun haline gelen kara para aklama gibi çok ciddi bir konuda mevzuatın etkin kullanılmasının istenmesi ile yetinilmektedir. Türkiye'nin "sağlık kontrolleri sebebiyle" AB'den canlı hayvan ve et ithalatını durdurmasına sert şekilde misilleme yapılırken, Rum kesiminin hayvan sağlığı ile ilgili sınır kontrollerinde ilave çabalar istenmektedir. 

Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak ise yine Rum kesimine yönelik hiçbir zorlama ifadesine rastlanmamakta, aksine "Katılım Ortaklığı'na uygun olarak bir siyasal çözüm arayışında önemli çabalar sarf ettiği" iddia edilmektedir. Kıbrıs'ın tepeden tırnağa ihtilaflı durumu Kopenhag ve Helsinki'ye tamamen aykırı olmasına rağmen, bu görmezden gelinmekte ve "Kıbrıs'ın, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam ettiği" söylenebilmektedir. 

DOĞU BLOKU ÜLKELERİNİN GÖRÜNÜMÜ

Bu bölümde AB raporlarına göre, Merkezî ve Doğu Avrupa'nın 10 ülkesinin genel görünümlerini de imkânlar ölçüsünde geniş bir şekilde ele almaya çalıştık. Önceliği de "siyasî kriterlere" verdik. Bu ülkeler için siyasî kriterlerden anlaşılan, seçimlerin demokratik bir ortamda yapılıp yapılmadığı, kimsesiz çocukların korunması, resmî azınlıkların hakları ve ırkçılığa varan Çingenelere yapılan ayrımcılık ile radyo ve tv'lerin bağımsızlığı gibi konulardır. Türkiye için belirlenen siyasî kriterlerin yanında oldukça hafif kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ülkelerle ile ilgili tesbitler şöyledir: 
1998 İlerleme Raporu (Genel Değerlendirme): 
1. Politik kriterler: Komisyon'un vardığı genel sonuç, bazı aday ülkelerin demokrasinin fiilen uygulanması ve insan haklarının ve azınlıkların korunması konularında daha fazla ilerleme sağlamaları gerekli olmakla beraber, bir tanesi hariç tüm aday ülkelerin politik kriterleri karşıladıkları şeklindeydi. Komisyon'un genel kanaati odur ki, Görüşler'de kaydedilmiş olan pozitif eğilimleri güçlendiren demokratik gelişmeler pekişirken, genel durum tatmin edici olmaya devam etmektedir. Son 18 ay içinde, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Litvanya ve Letonya'da, parlamento veya başkanlık düzeyinde, serbest ve âdil seçimler gerçekleşmiştir. Bu aday ülkeler, kamu otoritelerinin düzgün işleyişini ve demokrasinin pekişmesini sağlayan istikrarlı kurumlara sahip olduklarını kanıtlamışlardır. Slovakya'nın da bu yönde ilerlediği görülmektedir. 
Bu olumlu gelişmelere karşın, kurumsal konularda tesbit edilen eksikliklerin giderilmesi yönündeki çabalar yeterli değildir. Yargıçların eğitiminden davaların aşırı uzamasını gidermeyi amaçlayan prosedür reformuna kadar, tüm aday ülkeler için ortak bir sorun, yargının yapısal zayıflığı olmaya devam etmektedir. Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve Estonya'da bu sorun özellikle ciddîdir. Slovakya için, başlıca konulardan biri, yargıçların bağımsızlığı olmaya devam etmektedir. Macaristan hukuk sisteminin işleyişini ıslah etmek için çaba göstermiştir, fakat diğer aday ülkeler pek az ilerleme kaydetmişlerdir.
 İnsan hakları bakımından, aday ülkelerde temel haklara saygı genel olarak güvence altındadır. Aday ülkelerin çoğu, önemli insan hakları belgelerini onaylamaktadırlar. Ancak, Komisyon, bazı ülkelerde radyo ve televizyon bağımsızlığının güçlendirilmesi gerektiği görüşündedir. 
Romanya'nın özel durumunda, hükümet, Phare desteğiyle, devlet yetimhanelerinde bulunan 100.000'e yakın terkedilmiş çocuğun korunmasını iyileştirmek için tedbirler almaya devam etmiştir. Bu çocukların ailelerine geri dönmelerini veya koruyucu aileler tarafından evlatlığa alınmalarını desteklemek için çabalar sarf edilmiştir.
Azınlıklar konusunda, yurttaş olmayan kişilerin ve bunların devletsiz çocuklarının yurttaşlığa alınmasını kolaylaştıracağı için yurttaşlık yasası üzerine Letonya'da kısa bir süre önce yapılmış referandumun neticesi AB tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Estonya'da ise, devletsiz çocukların yurttaşlığa girmesine imkân verecek olan yurttaşlık yasası değişikliklerinin henüz parlamentoda kabul edilmemiş olması üzüntü vericidir. 
Çingenelerin durumu problemli olmaya devam etmektedir çünkü ilgili aday ülkeler bu konuda pek az ilerleme kaydetmişlerdir. Hukukî statüleri ve hakları aynı kalmakla beraber, Çingeneler, özellikle Macaristan, Slovakya, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti'nde ayrımcılığa ve sosyal dışlanmaya uğramaktadırlar. Bir kaç milyon Çingene'nin yurdu olan Romanya, bu azınlığın durumunu iyileştirme gayretlerini arttırmalıdır. 
Romanya'daki Macar azınlık için, Romanya makamlarının bir Macar-Alman üniversitesi kurulmasına ilişkin bir düzenleme bulmaya yönelik kararlılığı dahil, kamusal yaşamın tüm düzeylerinde durumun iyileştiğini gösteren işaretler vardır. Bugüne kadar, Slovakya'daki Macar azınlığın durumu endişe konusu olmuştur. Macar azınlığın temsilcilerinin yeni Slovak hükümetine katılması, Macar azınlığa, Slovakya'daki statüleriyle ilgili olumlu bir sinyal göndermektedir.
Topluca bakıldığında, azınlıklar sorunu genişleme perspektifinde kaygılara neden olmaya devam etmektedir. 

1999 İlerleme Raporu: 

Politik kriterler- Geçtiğimiz yıl, politik kriterlerin yerine getirilmesinde en kayda değer gelişmeler Slovakya'da gerçekleşti. Son Düzenli Rapor, Eylül 1998'de yapılan ve bir hükümet değişikliği getiren seçimlerden hemen sonra yayınlanmıştı. Ülke, bu dönemde iddialı bir politik reform programı izledi. Aralık 1998'de serbest ve adil belediye seçimleri yapıldı. Mayıs 1999'da, Slovak Cumhurbaşkanı'nın genel oyla seçilmesini kolaylaştırmak için anayasal düzenlemeler kabul edildi. Muhalefetin parlamento komitelerine ve denetim organlarına katılması fırsatı sağlandı. 
İlgili uluslararası kuruluşlarla yakın işbirliği içinde, hükümet, azınlık dilleri konusunda mevzuat hazırladı. Bu mevzuat tasarısı, Temmuz 1999'da Parlamento tarafından kabul edildi. Halen, yargının bağımsızlığını sağlamak için anayasada değişiklikler hazırlanmaktadır. Reform sürecinin derinliği ve başarısıyla, Slovakya'nın artık Kopenhag politik kriterlerini karşıladığı kabul edilmektedir. 

Diğer aday ülkeler, çoğulcu demokratik yönetim sistemlerinin işleyişini derinleştirmeye ve iyileştirmeye devam etmiştir. Macaristan, Litvanya ve Estonya'da, parlamento veya başkanlık düzeyinde, özgür ve âdil ulusal ve yerel seçimler yapılmıştır. Romanya, demokratik uygulamadan ve hukukun üstünlüğüne saygıdan ayrılmaksızın, grevlerden kaynaklanan iç kargaşa ve Batı Balkanlar'daki dış bunalımla başa çıkabilmiştir. 

Romanya'da bakım kurumlarında bulunan 100.000' den fazla çocuğun durumu ciddî şekilde kötüye gitmiştir. Hükümet, çocuk bakımı için yeterli ödenek ayrılması amacıyla zamanında harekete geçmemiş ve bu konuya acilen ihtiyaç duyulan siyasî önceliği vermemiştir. Çocukların insanca yaşam şartlarına ve temel sağlık hizmetlerine kavuşma hakkı, bir insan hakları konusudur. Yetkili makamların, çocuk bakım kurumlarındaki krizle uğraşmaya öncelik vermeyi sürdürdükleri varsayımı ile, Komisyon, halen Romanya'nın Kopenhag politik kriterlerini yerine getirmeye devam ettiği düşüncesindedir. Komisyon, gerekli bütçe kaynaklarını sağlamak ve Romanya'da çocuk bakımını güvenli ve insanca bir temel üzerine ve insan haklarına tam saygı içine yerleştiren bir yapısal reform gerçekleştirmek üzere hükümetçe alınan son kararları yakından izleyecektir. 
Çoğu aday ülkede güçlü ve canlı bir medya olsa da, radyo ve televizyonun bağımsızlığı kırılgan bir görünüm arzetmektedir. Bağımsızlığı güçlendirmek ve medya kurullarında geniş bir politik yelpazeden temsilciler bulunmasını sağlamak için çabalar sürdürülmelidir. 
Son düzenli raporlarda, Azınlıklar konusunda belirlenen zaafların pek çoğu ile ilgili olarak harekete geçilmiştir. Estonya Parlamentosu, devletsiz çocukların vatandaş olabilmeleri için vatandaşlık yasasında değişiklikler yapmıştır. Slovak Parlamentosu, azınlık dilleri konusunda mevzuat çıkarmıştır. Bununla birlikte, bazı aday ülkeler, devlet dilinin meşru şekilde güçlendirilmesi ve azınlık dil haklarının korunması arasındaki dengeyi bulmakta zorluklarla karşılaşmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, Estonya'daki dil yasası ve Litvanya'daki mevzuat taslağı, uluslararası standartları karşılamanın gerisindedir. Litvanya, taslağı uluslararası standartlara ve kendi anayasasına uyumlu hale getirmek için ilgili uluslararası kuruluşlar ile birlikte taslağı gözden geçirmeye istekli olduğunu göstermiştir. Aynı esnekliği göstermeyen Estonya yasada değil, sadece uygulamaya ilişkin hükümlerde iyileştirmeler yapmaya hazırdır. 
Aday ülkelerin pek çoğunda köklü önyargılar, toplumsal ve ekonomik yaşamda Çingenelere karşı ayrımcılığa neden olmaktadır. Çingenelere karşı, etnik güdümlü şiddet olaylarında bir artış yaşanmış olup, yetkili makamlar buna gerektiği şekilde karşılık vermemiştir. Çingene toplulukları, işsizlik, kötü yaşama şartları, yetersiz eğitim ve sağlık hizmetleri ve (sosyal yardımın mevcut olduğu ülkelerde) sosyal yardıma artan bağımlılık şartları içindedir. Çingene çocukları, bazı okul sistemlerinde diğer çocuklardan ayrı tutulmakta olup pek çoğu sokak çocuklarıdır. Çingenelerin durumunu iyileştirmeyi hedefleyen özel programlar kabul edilmesi gibi, bazı aday ülkelerde cesaret verici gelişmeler olmakla beraber, bu programların gerçekten uygulanmasını sağlamak için uyumlu bir çaba hâlâ gereklidir. 
Slovakya'daki Macar azınlığın durumu, bu azınlığın temsilcilerinin Slovak hükümetine dahil edilmesiyle, hükümetin etnik gruplar arasındaki ilişkileri iyileştirmeye yönelik uyumlu gayretleriyle, azınlık kültür faaliyetleri için malî yardım politikasındaki iyileşmelerle ve özellikle azınlık dil mevzuatı kabul edilmesiyle daha iyi hale gelmiştir. Romanya makamları, bir Macar-Alman üniversitesi kurmak için bir düzenleme bulunmasına istekli olduklarını göstermiştir. Fakat bu alanda pek fazla somut gelişme olmamıştır. 
2000 Yılı İlerleme Raporu: Siyasal kriterler- 1999 yılına ait raporlarda, Komisyon'un vardığı sonuç, bazı aday ülkelerin insan hakları ve azınlıkların korunması alanında daha yapmaları gereken ilerleme olmakla beraber, halen müzakere sürecinde bulunan bütün aday ülkelerin siyasal kriterleri karşıladıkları şeklindeydi. Bu ülkeler, demokratik yönetim sistemlerinin işleyişini güçlendirmeye devam ettiler. Son Düzenli Raporlar'dan bu yana, Bulgaristan, Litvanya, Macaristan, Polonya, Romanya ve Slovenya'da özgür ve âdil ulusal veya yerel seçimler yapıldı.
Yolsuzluk, sahtecilik ve ekonomik suçlar, aday ülkelerin çoğunda yaygın olup vatandaşlarda güvensizliğe ve reformların gözden düşmesine yol açmaktadır. Bu alanda uluslararası araçlara katılım dahil, yolsuzluğa karşı programlar başlatılmış ve bir miktar ilerleme sağlanmıştır, fakat yolsuzluk ciddi bir endişe konusu olmayı sürdürmektedir. 
Komisyon, geçen yılki karma belgede, Romanya'da çocuk bakım kurumlarındaki sorunları vurgulamıştı. O zamandan bu yana, Romanya, bu konuyu düzeltmek için, PHARE desteğiyle, kanunî, idarî ve malî tedbirler kabul etmiştir. Ancak, bu kurumlarda bulunan 100.000'den fazla çocuğun yaşam koşulları iyileşmemiştir ve bir yapısal reform politikası ancak şimdi uygulamaya konulmaktadır. Dolayısıyla, insan haklarına tam saygı içinde, sokak çocukları problemini çözmek yanında, bu konuda somut iyileşmeler sağlamak için yeni sürekli çabalara ihtiyaç vardır. 
Kanunen yasak olmasına rağmen, kadın ve çocuk ticareti, menşe, geçiş ve varış ülkeleri haline gelmiş bazı adaylarda büyüyen bir sorundur. Uluslararası evlat edinme programlarının istismar edilmesi de bir endişe konusudur. Bu ticareti önlemek için büyük çabalar gereklidir. 

Azınlıklar konusunda, geçen yıla ait raporlardan bu yana olumlu gelişmeler meydana gelmiştir. Estonya ve Letonya, vatandaş olmayan kişilerin entegrasyonunda daha da ilerlemişler ve AGİT'in vatandaşlık ve vatandaşlığa kabul ile ilgili bütün tavsiyelerini yerine getirmeye devam etmektedirler. Her iki ülkede, dil yasası uluslararası standartlara uygun hale getirilmiştir. Macaristan ve Slovakya arasındaki temel antlaşma, Slovakya'daki Macar azınlık ile ilgili olarak uygulanmaktadır. Romanya'da, Macarca, Almanca ve Romence dillerinde öğretim yapan bir üniversite kurulmasına dair hükümetçe alınan karar aleyhine başvuruların reddinden sonra, bu projenin kısa zamanda gerçekleşmesi umulmaktadır. 
Çingeneler, geçen yıla ait raporlarda belirtildiği gibi, sosyal ve ekonomik yaşamda yaygın ayrımcılık ve zorluklar ile karşılaşmaya devam etmektedir. Bu durumun yaşandığı ülkelerin çoğunda, PHARE finansman desteğiyle ve bazı örneklerde, ulusal bütçe kaynaklarıyla, çeşitli düzenlemeler ve programlar kabul edilmiştir. Bütün ülkelerde bütçe imkânlarıyla desteklenmesi gereken bu programlar, Çingene temsilcileri ile yakın işbirliği halinde, daha sürekli bir şekilde uygulanmalıdır. AB Başkanlığı, bu amaçla, Çingene STK'lerinin katılımıyla ve Komisyon ile yakın işbirliği içinde, Haziran 2000'de Lizbon'da bir konferans düzenledi. 

Ülkeler bazındaki detaylı değerlendirmeler de şöyledir: 

Bulgaristan: Bulgaristan'ın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. Bulgaristan, Mülkî İdare Kanunu'nu uygulamak için gereken tali mevzuatın kabul edilmesi ve uygulanması alanında ilerleme kaydetmiştir. Çocukların korunması için bir devlet kurumu tesis eden Çocuk Koruma Yasası'nın Haziran 2000'de kabul edilmesi, bir diğer olumlu ileri adımdır. 
Genel olarak, Bulgaristan idaresi ve yargı sisteminin müktesebatın uygulanmasını sağlama kapasitesi hâlâ sınırlıdır. Çabalar mevzuat hazırlanması ve çıkarılması üzerinde yoğunlaşırken, bunun nasıl uygulanacağı ve icra edileceği konusuna yeterli ilgi gösterilmemektedir. Bu nedenle, yeterli bir yasal çerçevenin kabul edilmiş olduğu alanlarda, zayıf idarî ve adlî kapasite ve uygulama için yeterli hazırlık olmayışı yüzünden, yasaların uygulanması ve icrası yetersiz olmaya devam etmektedir.

Çek Cumhuriyeti: Çek Cumhuriyeti'nin durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. Son zamanlardaki önemli gelişmeler içinde, 
özellikle, hükümet ve parlamento arasında daha etkin bir işbirliği bulunuyor. Bölgesel yönetimle ilgili yasal çerçevenin kurulmasında ilerleme olmuştur. 
Ancak, kamu idaresi reformu anlamlı bir ilerleme göstermemiş olup Katılım Ortaklığı'nın bu konudaki kısa vadeli önceliği yerine getirilmemiştir. 
Yargı reformu da, Katılım Ortaklığı'nın kısa vadeli bir önceliğidir. İlerleme kaydedilmiş olmakla beraber, bu reformun bazı önemli kısımlarının henüz kabul 
edilmemiş olması üzücüdür. İdare ve yargı reformları, müktesebatın etkin uygulanması ve yönetim tarzının iyileştirilmesi için elzemdir. 
Dolayısıyla, Katılım Ortaklığı'nın orta vadeli önceliklerine uygun olarak, bu alanlarda çabalar sürdürülmelidir. Ayrıca, yolsuzluğa ve ekonomik suçlara karşı 
mücadele şimdiye kadar yetersiz olmuştur. Bu alanda elle tutulur sonuçlar alınması, kamuoyunun kaygılarına yanıt verecek ve saydam bir iş ortamı 
sağlanmasına yardım edecektir.

Çek Cumhuriyeti, insan haklarına ve özgürlüklere saygılı olmayı sürdürmektedir ve bu alanda kendi kurumsal çerçevesini geliştirmiştir. Ancak, hapishane sistemindeki aşırı yığılma ve kadın ve çocuk ticaretinin sürmesi başta olmak üzere, kaygı verici konular devam etmektedir. Özellikle eğitim sistemi açısından, Çingene cemaatinin durumuyla ilgili olarak, geçen yıldan bu yana, daha büyük ve bazı alanlarda anlamlı çabalar sarf edilmiştir. Ancak, Çingeneler'in durumunda kalıcı bir düzelme sağlanması için, sürekli çaba gereklidir. Adalet ve içişleri sahasında, sınır korumasının etkinliği yetersiz olmaya devam etmektedir. Gümrük makamları ile olduğu gibi, normal zabıta ve sınır zabıtası arasında koordinasyon iyileştirilmelidir. Yolsuzluğa ve örgütlü suçlara karşı mücadelede çok büyük ilerleme olmamıştır. 
Estonya: Estonya'nın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. Estonya, dil yasasında değişiklikler yapılması, Eston olmayanlar için DEVLET ENTEGRASYON PROGRAMI'NIN kabul edilmesi, yargıçların eğitiminin güçlendirilmesi ve boş yargıç kadrolarının sayısındaki azalma dahil, bu alanda 1999 Katılım Ortaklığı'nın kısa vadeli önceliklerinin çoğunu ele almıştır. Ayrıca, ikamet ve vatandaşlık başvurularını yürütme konusunda Vatandaşlık ve Göç Komisyonu'nun kapasitesini arttırmak için adımlar atılmıştır. Kamu idaresinin modernleştirilmesi yönünde ilerleme sınırlı olmuştur. Farklı adalet organları arasındaki koordinasyon takviye edilmeli ve ceza hukuku ve medenî hukuk sistemlerinde reform hızlandırılmalıdır. Azınlıkların korunması ile ilgili olarak, Estonya, Dil Yasası'nın uygulanmasının, uluslararası standartlara ve Avrupa Anlaşması'na uygun biçimde gerçekleşmesini sağlamalıdır. Ombudsmanın yetkileri, özellikle azınlıkların korunması açısından, takviye edilmelidir. 

Estonya, işleyen bir piyasa ekonomisidir ve, şimdiki reform yolunda kalmak koşuluyla, yakın vadede Birlik içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başa çıkabilecektir. 

Macaristan: Macaristan'ın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. Yargı tatmin edici bir şekilde işlemekte ve yargıçların AT müktesebatı konusunda eğitilmesi ilerlemiş olmakla beraber, Yüksek Mahkeme'de birikmiş olan çok sayıda dava, Mahkeme icraatının birleştirilmesine ve tutarlı bir içtihadın gelişmesine engel olmaktadır. Bunu düzeltmek için gayret sarf edilmelidir. Katılım Ortaklığı'nın orta vadeli önceliğine uygun olarak, devlet memurları ve yargıçlar için eğitim programları devam etmelidir. Yolsuzluğa karşı savaşmak için bazı önemli tedbirlere rağmen, bu konu bir sorun teşkil etmeyi sürdürmektedir ve bu sorunu çözmek için yeni çabalara girişilmelidir. 

Macaristan, insan haklarına ve özgürlüklerine saygılı olmaya devam etmektedir. Ancak, hapishanelerdeki aşırı yığılma, düzeltilmesi gereken büyüyen bir sorundur. Kısa vadeli Katılım Ortaklığı önceliğine uygun olarak, Macaristan, ulusal ve yerel düzeylerde malî imkânlar ile desteklenen, Çingene toplumuna yönelik orta vadeli eylem programını uygulamaya başlamıştır. Bu program, Çingenelerin entegrasyonunu kolaylaştırmakta ve eğitim, kültür, istihdam, konut, sağlık ve sosyal hizmetler alanında ayrımcılığa karşı verdikleri mücadelede onlara yardım etmektedir. Ancak, orta vadede somut sonuçlar elde etmek için bu programın sürekli uygulanmasına gerek vardır.

Letonya: Letonya'nın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. Geçen bir yılda, yeni bir Mülkî İdare Yasası'nın kabul edilmesi dahil, Kamu Yönetimi Reformu sürecinin ileriye götürülmesinde, yargı sisteminin işleyişinin ıslah edilmesinde ve yolsuzluğa karşı mücadele çerçevesinin tasarlanmasında ilerleme kaydedildi. Bir Dil Yasası'nın ve (Letonya'nın uluslararası yükümlülüklerine ve Avrupa Anlaşması'na büyük ölçüde uygun olan) uygulama yönetmeliklerinin ve ayrıca LETONYA TOPLUMUNUN BÜTÜNLEŞMESİ PROGRAMI adlı bir düzenlemenin kabul edilmesi dahil, vatandaş olmayan kişilerin Leton toplumu ile bütünleşmesini desteklemek için bazı önemli adımlar atıldı. 

Vatandaş olmayan kişilerin entegrasyonunu kolaylaştırmak ve desteklemek için, vatandaşlığa kabul sürecinin etkinliği korunmalı ve Letonca eğitimi, 1999 Katılım Ortaklığı'nın ilgili orta vadeli önceliğine uygun biçimde devam etmeli ve genişletilmelidir. Ayrıca, vatandaş olmayan kişilerin entegrasyonuna yönelik tedbirler için yeterli kaynak tahsis edilmesini sağlamak da önemli olacaktır. Dil Yasası ve buna ilişkin uygulama yönetmelikleri, orantı ilkesini dikkate alarak ve Letonya'nın uluslararası yükümlülüklerine ve Avrupa Anlaşması'na uygun şekilde, ancak meşru bir kamu çıkarının gerekli kıldığı ölçüde uygulanmalı ve icra edilmelidir. 

Letonya işleyen bir piyasa ekonomisi olarak görülebilir ve, yapısal reformlarının temposunu korumak ve bu reformları tamamlamak koşuluyla, orta vadede Birlik içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başa çıkabilecektir. Bazı alanlarda, uyumlulaşma açısından ilerleme daha sınırlı olmuştur. Bunlar arasında, kişilerin serbest dolaşımı ve iletişim ve bilgi teknolojileri vardır. Bu alanda, müktesebat gereklerinden çoğunun aktarımı hâlâ gerçekleşmemiştir. Sosyal politika ve istihdam konusunda, ileriye dönük bazı çabalar sarf edilmiştir fakat temel mevzuat hâlâ çıkarılmamıştır. Bölgesel politika ile ilgili olarak, Letonya'nın AB'ye katılım hazırlıklarının takviye edilmesine hâlâ ihtiyaç vardır. 

Litvanya: Litvanya'nın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. Yolsuzluğa karşı mücadele ile ilgili olarak, şimdiye kadar alınmış olan önemli tedbirler, bir Ulusal Yolsuzluk Karşıtı Strateji'nin kabul edilmesi yoluyla ikmal edilmelidir. İlgili kurumları daha da güçlendirerek ve bunlar arasında koordinasyonu sağlayarak, icranın önemli ölçüde takviye edilmesi gereklidir. Litvanya, işleyen bir piyasa ekonomisi olarak görülebilir ve, mevcut yapısal reform programının uygulanmasını sürdürmek ve gerekli diğer reformlara girişmek koşuluyla, orta vadede Birlik içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başa çıkabilecektir. Litvanya'nın karşılaşmış olduğu bütçe kısıtlamaları, mevcut yapıların gereken takviyesi yanında yeni kurumların etkin operasyonel kapasitesini ve kültürel haklara ilişkin genel durum tatmin edicidir. Ancak, hukuk davalarındaki yığılma konusuna özel dikkat gösterilmelidir. 

Polonya: Polonya'nın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. Geçen yıl belirlenmiş olan eylem alanlarıyla ilgili olarak, Polonya, yargı reformunda ve en ivedi darboğazları gidermek için ortamın hazırlanmasında ilk adımları atmıştır. Bu tür tedbirler önemlidir, zira etkin bir yargının varlığı müktesebatın uygulanması ve icrasında çok gerekli bir unsurdur. Yolsuzluğa karşı mücadele konusunda da, ilk adımlar atılmıştır fakat, gerekli mevzuatın çıkarılması dahil, ilave çabalara ihtiyaç vardır. Fırsat eşitliğine yönelik gelişmeler pek belirgin olmamıştır. Gerekli tedbirlerin katılım tarihine kadar alınmış olmasını sağlamak için, bu eylemlerin sürdürülmesi ve yoğunlaştırılması gerekecektir. Katılım ortaklığında gösterilen orta vadeli önceliklerin henüz yerine getirilmemiş olduğu yargı reformu için bu husus özellikle önemlidir. 

Polonya, işleyen bir piyasa ekonomisidir ve, şimdiki reform çabalarını sürdürmek ve tamamlamak koşuluyla, yakın vadede Birlik içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başa çıkabilecektir. Ancak, bazı ekonomik dengesizlikler ortaya çıkmıştır: enflasyon yüksektir ve cari hesap açığı, sürdürülebilirlik konusunu gündeme getiren bir düzeye çıkmıştır. Orta vadeli malî sürdürülebilirliğin sağlanması gereği devam etmektedir. Çelik sektörünün özelleştirilmesinde ve tarımın yeniden yapılandırılmasında gecikmeler vardır. Devlet işletme sektörünün büyük kısımları henüz yeniden yapılandırılmamıştır. 

Romanya: Romanya'nın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. Hükümet, bakım kurumlarında yaşayan çocukların sorunlarını ele almaya yönelik siyasal bir taahhüt göstermiş ve ilerleme kaydedilmiştir. Bu kurumların sorumluluğu yerel makamlara devredilmiş, yapısal reform için bir ulusal strateji kabul edilmiş ve gerekli bütçe transferleri yapılmıştır. Romanya, böylece, 1999 Katılım Ortaklığı'nın kısa vadeli önceliklerini karşılamış sayılabilir. Ancak, bu olumlu politika gelişmelerinin, ilgili kurumlardaki gerçek yaşam koşullarında bir iyileşme yanında, kapsamlı bir reform ile sonuçlanmasını sağlamak için, Komisyon durumu yakından izlemeye devam edecektir.

Çingenelerin tabi oldukları muamele konusunda, devam eden yüksek düzeylerde ayrımcılık ciddi bir kaygı oluşturmaktadır. Katılım Ortaklığı'nın kısa vadeli öncelikleri (bir ulusal Çingene stratejisi hazırlanması ve azınlık programlarına yeterli malî destek sağlanması) henüz yerine getirilmemiş ve bu alandaki ilerleme, eğitim imkânlarına erişimi iyileştirmeyi hedefleyen programlar ile sınırlı olmuştur. Romanya'nın demokratik kurumları yerleşmiştir, fakat karar alma süreci zayıf olmaya devam etmektedir. Geçen bir yılda başlatılan girişimlere rağmen, hükümet kararnameler yoluyla mevzuat çıkarmaya bel bağlamayı sürdürmüştür ve taslak mevzuat üzerinde istişare büyük ölçüde iyileştirilmelidir.

Romanya, işleyen bir piyasa ekonomisi olarak görülemez ve orta vadede Birlik içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başa çıkamaz. Ülkenin geleceğe dönük ekonomik beklentilerinde büyük bir iyileşme olmamıştır. Bir piyasa ekonomisinin işleyişini sağlamak için gerekli olan kurumlar, ya hiç yoktur, ya da etkili olamayacak kadar zayıftır. Yetersiz reformlar ve büyüyen bir yeraltı ekonomisi, makroekonomik istikrar yönünde sağlanan ilerlemenin temelini zayıflatmıştır. Sağlam ve iyi işleyen bir malî sistemin yokluğu, ekonomik faaliyete ket vurmaktadır. İşletme sektörünün çok büyük bir kısmı, yeniden yapılanmaya henüz girmemiştir veya ancak şimdi girmektedir. Yatırım düzeyi azalmaya devam etmiş ve böylece ekonominin arz yönünde gereken modernleşme gecikmiştir. Olumlu gelişmelerin not edilebileceği alanlar arasında, müktesebat ile yüksek düzeyde bir uyum sağlanmış olan rekabet ve şirketler hukuku vardır. Yukarıda not edilen olumlu gelişmelere rağmen, daha çok ilerlemenin gerekli olduğu çeşitli alanlar vardır.

Slovakya: Slovakya'nın durumu, ilk defa olarak son raporda yerine getirilmiş olduğu kabul edilen, katılım için gerekli siyasal kriterlere uygun olmaya devam etmektedir. Slovakya, demokratik sisteminin pekiştirilmesinde ve kurumlarının normal işleyişinde daha da ilerlemiştir. Ancak, reform süreci ivme kaybetmiştir. Bunun bir nedeni, koalisyon hükümeti içindeki ihtilaftır. Yargının bağımsızlığını güçlendirmek için bazı yasal adımlar atılmıştır. Ancak, aday gösterme ve deneme sistemiyle ilgili anayasa değişikliği başta olmak üzere, kısa vadeli bir öncelik olarak belirlenmiş olan önemli bazı reformlar henüz kabul edilmemiştir. Bu nedenle, yargının bağımsızlığını sağlamak için çabaların sürmesi gerekir. 

Azınlıkların sorunlarını çözmeye yönelik yaklaşımlar geliştirilmesinde ilerleme görülmektedir fakat politika formülasyonu ile uygulama arasında denklik yoktur. 1999 Katılım Ortaklığı'nın kısa vadeli bir önceliği olan, spesifik tedbirler uygulanması yoluyla Çingene azınlığın durumunda somut iyileşme sağlanması, büyük ölçüde gerçekleşmemiştir. Bu konuda, 1999 Katılım Ortaklığı'nın orta vadeli öncelikleriyle uyumlu olarak politikaların ve bütçe olanaklarının güçlendirilmesi yanında, çeşitli sektörlerde mevzuatın uygulanmasına yönelik daha büyük çabalar gereklidir. 

Slovakya, işleyen bir piyasa ekonomisi olarak görülebilir ve yapısal reform gündemi tam olarak uygulanmak ve geriye kalan reformları içine alacak şekilde genişletilmek koşuluyla, orta vadede Birlik içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başa çıkabilecektir. Slovakya, müktesebat ile uyumlulaşma konusunda önemli ilerleme yapmaya devam etmiş, böylece üyelik vecibelerini üstlenme yeteneğini arttırmıştır. Ancak, bu ilerleme her alanda eşit olmamıştır. Geçen yılın Düzenli Raporunda belirtildiği gibi, şirketler hukuku, tarım, ulaştırma, bölgesel politika, yapısal araçların koordinasyonu, çevre ve malî kontrol gibi bazı alanlar geriden gelmeye devam etmektedir. Aynı zamanda, mevzuatın uygulanması ve icrasından sorumlu kurumların güçlendirilmesinde kaydedilen ilerleme, genel olarak, mevzuat çıkarılmasında kaydedilen ilerleme kadar belirgin değildir. Bu zaafların düzeltilmesi gerekir. Bu amaçla uygun kaynaklar tahsis edilmelidir.

Slovenya: Slovenya'nın durumu, Kopenhag siyasal kriterlerine uygun olmaya devam etmektedir. Katılım Ortaklığı'nda orta vadeli bir öncelik olan yargı reformunda ilerleme kaydedilmiştir. Ancak, devam eden davalar yığınını azaltmayı hedefleyen yeni tedbirlerin etkinliğini ölçmek için henüz çok erkendir. 

Slovenya, işleyen bir piyasa ekonomisi olarak görülebilir ve ekonomide rekabeti arttıracak olan geriye kalan reformları tamamlamak koşuluyla, orta vadede Birlik içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başa çıkabilecektir.



15 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

22 Haziran 2016 Çarşamba

Milli Kıbrıs Davamız Nereye, BÖLÜM 3




Milli Kıbrıs Davamız Nereye,

BÖLÜM 3



Yazar: Tugay Uluçevik
22 HAZİRAN 2016 ÇARŞAMBA


81960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarının yürürlükte kalmaları:


Bu Parametreye gelince:

Ada'da 42 yıldır hüküm süren istikrarlı sükûnet ortamının devam edip etmeyeceğini; buna bağlı olarak da bulunacak çözüm şeklinin kalıcı olup olmayacağını; Kıbrıs'ın Türkiye'nin millî güvenliğine tehdit oluşturan ve tehlikeye düşüren hasım bir üs olarak kullanılıp kullanılmayacağını tayin edecek en temel parametre olduğunun bilincinde hareket edilmesi zorunludur. Bu niteliğiyle parametre, Doğu Akdeniz bölgesinde istikrarlı bir güvenlik ortamının yaratılmasında yüksek katkı payına sahiptir.
Çünkü Kıbrıs adası sadece bölgesel güçler dengesi açısından değil, küresel güçler dengesi bakımından da stratejik bir faktördür.
Türkiye'nin hem bölgesel plânda, hem küresel ölçekte Doğu Akdeniz'de güvenlik ve istikrara katkı yapan roller ifa edebilmesi için, her şeyden evvel, kendi ulusal güvenliğine ve çıkarlarına Kıbrıs adasından yönelebilecek tehdit ve tehlikelerin ortadan kaldırılmış olması gerekir.
Osmanlı Devleti bu temel düşünceyle, yani Osmanlı ülkesine Doğu Akdeniz'de yönelen ve yönelebilecek olan tehditleri ve tehlikeleri bertaraf etmek ve Devletin menfaatlerinin önüne çıkarılan engelleri kaldırmak maksadıyla 1571'de Kıbrıs'ı fethetmiştir.
1923'de Lozan Antlaşmasıyla Ada'nın Yunanistan'ın egemenliğine altına konulması teşebbüsleri engellenmiş ve Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs adası bakımından stratejik denge oluşturulması sağlanmıştır.

1960 Kıbrıs Antlaşmalarıyla Türkiye ve Yunanistan arasındaki Lozan Dengesi sağlamlaştırılmıştır. Aynı zamanda da, İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde küresel plânda oluşan siyasî ve askerî şartlar ve güç dengeleri karşısında, Kıbrıs'ta, Doğu Akdeniz bölgesini Sovyetler Birliği'nin yayılmacı teşebbüslerinden, hamlelerinden koruyabilecek bir düzenin kurulması sağlanmıştır. Bu çerçevede 3 NATO üyesi Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'ye verilen "garantör" statüsü, 1960 Antlaşmalarıyla güdülen bu amaçların ifadesi olmuştur.

Özellikle, Türkiye'nin 1960'da Kıbrıs'ta hukuken elde ettiği etkin ve fiilîgaranti hakkı ve yetkisi, bizim açımızdan öncelikle Helen ulusunun "enosis" hedefinin gerçekleşmesi suretiyle Türkiye ve Yunanistan arasında 1923'de kurulan ve 1960'da sağlamlaştırılan dengelerin tamamıyla yok edilmesinin önlenmesi maksadına hizmet etmiştir. Diğer taraftan da, küresel plânda Doğu - Batı dengesi açısından, Sovyetler Birliği'nin/Rusya Federasyonu'nun Kıbrıs'taki komünist AKEL üzerinden Ada'da sahip olduğu nüfuz alanını genişletmesinin engellenmesinde Türkiye'nin rolünü kolaylaştırmıştır. Bu gerçeği Kıbrıs sorununun gelişmeleri açıkça ortaya koymaktadır.

Türkiye 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını 1960 Garanti Antlaşması'ndaki garanti hak ve yetkisini etkinleştirerek gerçekleştirmiştir.














5 PARMAK DAĞLARINDA BİR TANKIN ÇIKMASININ İMKANSIZ OLDUĞU TEPEYE TANK İLE ÇIKILMIŞTIR..,  BU ALAN AÇIK SAHA MÜZESİ OLMUŞTUR

Türkiye, askerî müdahale hakkını kullanma kararını alırken, Kıbrıs millî davamız uğruna bir harbin bütün risklerini ve daha sonra uluslararası plânda oluşabilecek tepkileri göğüslemeyi göze almıştır. Barış harekâtımızın temel amacı, sadece Rum ve Yunan ortaklığının o zamanki "enosis" oldubittisine mâni olmak değildi.  Güdülen amaç, aynı zamanda, Kıbrıs sorununun Ada’da 1974’den önceki şartların geri gelmesini kesin biçimde önleyen; Ada’nın Rum – Yunan ortaklığının hâkimiyeti altına girmesine yol açmayacak olan;  Türkiye’nin 1960 Antlaşmalarıyla elde ettiği hukukî ve fiilî hak ve yetkilerin zafiyete uğramadan muhafaza edilmesini sağlayan; Kıbrıs bakımından Türkiye ve Yunanistan arasında tesis edilmiş olan hassas dengeyi koruyan bir çözüme kavuşturulmasını mümkün kılacak şartları yaratmak olmuştur.
20 Temmuz 1974 Barış Harekâtımız Kıbrıs sorununun gerçekçi ve yaşayabilir bir çözüm şekline kavuşturulması için gerekli parametrelerin ada sathında fiilen oluşmasını sağlamıştır.
Ada sathında var olan sükûnet ortamı Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtından sonra meydana gelmiş ve istikrar kazanarak günümüze kadar devam etmiştir. Bu benim kişisel bir iddiam değildir. BMGS’nin raporları teker teker incelendiği zaman açık biçimde görülen bir olgudur.
Uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdit unsurlarını içeren bir liste oluşturma egzersizi yaptığımız zaman günümüzde ilk sıraya uluslararası terörizmi koymamız kaçınılmazdır.
Türkiye maalesef uluslararası terörizmin hedef aldığı ülkelerden biridir. Türkiye bir taraftan PKK teröristlerini yok etmeğe çalışırken, diğer taraftan da kendisini dış terör odaklarından koruma mecburiyetinde kalmıştır.

Bu bağlamda da Kıbrıs Adası Türkiye bakımından hayatî önem taşımaktadır.

Kıbrıs sorununun uluslararası camiayı meşgul etmesi Kıbrıslı Rumların "enosis" i sağlamak için önce Ada'daki İngiliz yönetimine, daha sonra da Kıbrıs Türk halkına karşı terör eylemlerine girişmesiyle başlamış olduğunu unutmamak lâzımdır. Özellikle, Rumların ve Yunanistan'ın konu kendileri için Türkiye olunca teröristlerle de işbirliği yapmaktan kaçınmadıklarını hatırlamalıyız ve kaçınmayacaklarını da varsaymalıyız.

Kıbrıs adasının Yunanistan'a bağlanması için mücadele etmek üzere Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan tarafından Yunan generali Grivas'ın komutasında 1955 yılında kurulan EOKA bir terör örgütüdür. Gerilla savaş yöntemlerini uygulamıştır.

Uluslararası olaylar kronolojisinde yer alan 1963 "kanlı Noel" Rum teröristlerin, EOKA'nın  eseridir. AKRİTAS plânı bir terörizm eylem plânıdır. Kıbrıs Türk halkına karşı etnik temizlik harekâtına girişenler EOKA teröristleridir.

Rum teröristler 19 Ağustos 1974'de ABD'nin Lefkoşa Büyükelçisi Rodeger Paul Davies'i Ada'da katletmişlerdir.

ASALA teröristlerinin Türk diplomatları hedef alan eylemleri, Rum yönetimi tarafından kınanmış değildir.

Kıbrıs Rum Yönetimi PKK teröristlerine destek vermekte ve onlarla işbirliği yapmakta beis görmemişlerdir.

Terörist başı Öcalan 1999'daki Yunanistan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos'tan himaye görmüştür. Pangalos, terörist başının Yunanistan'ın Nairobi Büyükelçiliği'nde koruma altına alınmasını sağlamıştır. Öcalan orada yakalanıp Türk güvenlik güçlerince 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirildiği zaman üzerinden Lazaros Mavros adına düzenlenmiş bir "Kıbrıs Cumhuriyeti" pasaportu çıkmıştır.

Terörist faaliyetlerin sınır tanımadan günümüzde yaygınlaştığı bir zamanda, Kıbrıs adasında özellikle KKTC toprakları, 1974'den bu yana terörist yuvalanmasından ve terörist eylemlerden korunabilmiştir. Bu da 1960 İttifak Antlaşması çerçevesinde Ada'da konuşlanmış bulunan Türk askerî varlığının ve 1960 Garanti Antlaşması'nın hükümlerini etkinleştirerek 1974'de Ada'da gerçek bir kuvvet dengesi sağlayan Türkiye'nin kararlı tutumu sayesinde olmuştur.

Güvenlik ve Garantiler konusunun bu tarihî hakikatlerin ışığında ele alınmasında Türkiye'nin millî güvenliğinin ve çıkarlarının korunması bakımından tartışılamaz bir ihtiyaç vardır.
"Güvenlik ve Garantiler" konusu irdelenirken şu tarihî gerçeğin de hatırlanması kaçınılmaz olmaktadır.
Kıbrıs'a ilişkin 1960 Antlaşmalarına esas teşkil eden mutabakat belgeleri 19 Şubat 1959'da Londra'da parafe edilirken o zamanki Rum Lider Makarios, öngörülen garanti ve ittifak sistemi başta olmak üzere, anlaşmanın çeşitli veçhelerine itirazda bulunmuştur. İngiltere'nin ve Yunanistan'ın ikna çabalarından sonra belgeleri gönülsüz parafe etmiştir. Ortaklık Devleti'nin kurulmasıyla birlikte Ada'daki 1960 düzenini yıkma amacını gütmüştür. Rumlar 21 Aralık 1963 günü Kıbrıs Türk halkına yönelik "etnik temizlik" harekâtını başlattıktan kısa bir süre sonra Makarios, önce Garanti Antlaşması'nı, sonra da İttifak Antlaşması'nı feshettiklerini açıklamıştır. Ancak, özellikle İngiltere ve ABD'den gelen sert tepkiler karşısında, Makarios, bu açıklamalarını kuvveden fiile çıkarma cesaretini o zaman kendisinde bulamamıştır.
BM Güvenlik Konseyi'nin, sadece Rumlardan oluşan bir yönetimi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Kıbrıs Türk halkını da temsil eden "hükûmeti" olduğunu varsayarak 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı Kararı kabul etmesinden sonra demeç veren Makarios “uluslararası alandaki mücadelemizin ilk aşamasında bu kararı elde ettik. Artık Türkiye gelecekte Garanti Adlaşması’nı işleterek Kıbrıs’a müdahale tehdidinde bulunamaz” demiştir. [xlv]
Kıbrıslı Rumları eski Liderlerinden Glafkos Klerides 1995'de verdiği bir demeçte "Kıbrıs’ın AB üyeliği gerçekleştiği zaman Türkiye’nin Garanti Antlaşmasında öngörülen tek taraflı müdahale hakkını ortadan kaldırmış olacağız" sözlerini dile getirmiştir.
Geçen 53 yıl içinde Rumların ve Yunanistan'ın amaçları ve hedefleri değişmemiştir. Bu gün de ittifak ve garanti sisteminden kurtulmak için çaba sarfetmektedirler.
Ada'daki iki taraf, görünüşte, müzakerelerde "güvenlik ve garantiler" konusunun belirlenmiş olan gündeminin en son maddesi olarak ele alınması hususunda mutabıktırlar.
Bununla beraber, Rum tarafında ve Yunanistan'da yetkililer müzakere sürecine ilişkin demeçlerinde garantiler konusuna ön plânda yer vermektedirler. 1960 Antlaşmalarının hükümlerine göre uygulanmakta olan garanti ve ittifak sistemine son verilmesi gerektiğini; bu sağlanmadan Kıbrıs sorununun çözülemeyeceğini her fırsatta ifade etmektedirler. Bu çerçevede AB üyesi olan bir Devlet'in egemenliğinin ve anayasa düzeninin üçüncü bir devletin veya devletlerin kıskacına alınamayacağından dem vurmaktadırlar. Yürürlükteki ittifak ve garanti sisteminin günümüzde bir anakronizm oluşturduğunu öne sürmektedirler.
GKRY Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis, geçtiğimiz Ekim ayında verdiği bir demeçte “garantörlük antlaşmalarının kabul edilemeyeceğini"  söylemiş ve 1960 garanti Antlaşması yüzünden sadece Kıbrıslı Rumların değil ve "Kıbrıslı Türklerin de kendilerini güvende hissetmedikleri” iddia etmiştir.
Rum Lider AnastasiadisEroğlu ile beraber yayınladıkları ve halen yürütülmekte olan müzakerelerin çerçevesini oluşturan Ortak Bildiri'nin2. yıldönümüne tesadüf eden 11 Şubat 2016 tarihinde Rum Meclisi'nde yaptığı konuşmada Kıbrıs'a ilişkin garanti sistemine karşı çıkmış ve "bir AB üyesi devletin başka bir devletin garantisi altında bulunmasının kabul edilmez olduğunu" söylemiştir. [xlvi]
Rum Meclis Başkanı'nın, Savunma Bakanı'nın, Yunanistan Dışişleri ve Savunma Bakanlarının son bir yıl içinde bu yönde verdikleri müteaddit demeçler vardır.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Kotziaz Ankara'yı ziyareti sırasında 12 Mayıs 2015 günü Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile beraber düzenlenen ortak basın toplantısında Kıbrıs sorununun çözümünün "ortaya garantör güçlere ihtiyacı olmayan bir Kıbrıs" çıkarması gerektiğini söylemiştir. [xlvii]
Kotziaz, bir tören vesilesiyle de 15 Mayıs 2015'de yaptığı bir konuşmada da "bize Türk askerinin Ada sathında kıtalar halinde yürüyüşünü hatırlatan en son çizmenin Kıbrıs'tan çıkmasına değin Kıbrıs sorununun halledilmiş olmasından söz edemeyiz" demiştir.[xlviii]
Kotziaz, 20 Ocak 2016 tarihinde Rum Meclis Başkanı ile Atina'da yaptığı görüşme sırasında da "Yunan Hükûmeti, Kıbrıs sorunu için Türkiye'nin işgal kuvvetlerinin Ada'dan çekilmesini ve garanti sisteminin sona erdirilmesini öngören özlü ve âdil bir çözümü destekler. Kıbrıs AB ve BM içinde hem Ada'nın bütününü, hem iki toplumu koruyacak kendisine özgü bir güvenlik sistemiyle gerçek bir güvenlik ortamı içinde yaşayabilir" şeklinde konuşmuştur.[xlix]
Görüleceği üzere, Rum ve Yunan siyasîler 1960 garanti sisteminin kaldırılması yönünde ısrarlı ve kararlı bir tutum sergilemektedirler. Verdikleri demeçlerle kamuoyu önünde pozisyonlarını siyasî açıdan kilitlemektedirler.
Ne yazık ki, biz Türkiye ve KKTC'de aynı kararlı tutumu görememekteyiz. MGK'nın 2008 yılında vazgeçilmez parametrelerden biri olarak belirlemiş bulunmasına rağmen Türkiye'de yetkililerden "1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları'nın bulunacak çözüm çerçevesinde de geçerli olmaları bizim için vazgeçilmez parametredir" şeklinde kararlık ifadesi olan bir beyan işitilmemektedir.
Aksine, basında yer alan haberlerde, GKRY'de çıkan Fileleftherosgazetesine 18 Şubat 2016 tarihinde İstanbul'da bir mülâkat veren Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'nun çözüm çerçevesinde "Kıbrıslı Rumların da güvenlik boyutundaki endişelerinin ciddi şekilde dikkate alınması gerekeceğini" söylemiş olduğunu kaygı içinde okuyoruz. [l]
Fileleftheros gazetesi; “Ankara’dan Mesajlar” başlığıyla manşete çektiği haberinde, söyleşiyi yapan muhabirin Çavuşoğlu'nun beyanları hakkında  şu değerlendirmeyi yaptığını yazmıştır: “…Bana Ankara’nın Kıbrıs sorunundaki değişmeyen tezlerini yinelemesini bekliyordum. Belli bir ölçüde de bunu yaptı. Ancak, bir kez bile iki devletten söz etmedi, federasyon teriminde ısrar etti, ayrıca Kıbrıslı Rumların güvenliğinin de önemli olduğunu vurguladı."
Çavuşoğlu'nunverdiği mülâkatın Fileleftheros'ta çıkan Rumca soru-cevap metninin Türkçe tercümesi Dışişleri Bakanlığımızın internet sitesinde yer almaktadır. [li]
Metni okuduğumuz zaman Hükûmetimizin Kıbrıs konusundaki duruşu ve politikası hakkında kaygılarım daha da derinleşmiştir.
Çünkü Sayın Bakan Kıbrıs müzakere sürecinde ele alınan konular hakkında kendisine tevcih edilen soruların hiçbirisine "bu tutumumuz kesindir" veya "bu konuda kırmızı çizgimiz vardır ve şöyledir..." veya "bunun KKTC için aşındırılamaz bir parametre olduğunu biliyoruz" şeklinde veya mealinde bir ifade kullanmış değildir.
Özellikle, Bakan'ın Fileleftheros gazetesinin muhabirinin garantiler konusundaki sorusuna verdiği yanıt, konunun Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye bakımından taşıdığı ehemmiyetle mütenasip olmayan gevşek ve esnek ifadeler taşımaktadır.
Rum muhabirin sorusu şöyledir:
"Bu defa işleri değiştirebilecek en önemli meselelerden biri de güvenlik ve garantiler boyutudur. Her ne kadar endişelerini farklı meseleler üzerinde yoğunlaştırsa da her iki toplum da güvenlikleri konusunda endişe duyuyor. Çözümden sonra garantiler konusunda Türkiye’nin rolü ne olabilir? Bu konu hâlâ kırmızıçizgi mi yoksa Türkiye meseleyi tartışmaya hazır mı?"

Bakan Çavuşoğlu bu soruyu bakınız nasıl cevaplandırmış:

"Bu meselenin garantör güçler olarak ve Ada’daki iki tarafla birlikte ortaklaşa tartışılması gerektiğini vurgulamıştık. Elbette ki iki tarafın da endişeleri önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti olarak, Kıbrıslı Türklerin güvenlik meselesindeki endişelerinin giderilmesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak kalıcı bir çözüm olması için Kıbrıslı Rumların da endişelerinin bertaraf edilmesi gerektiğinin farkındayız. Geçmişte yaşananları unutmanın iki taraf için de kolay olmadığını anlamalıyız. 1960 ile 1974 arasında yaşanan olaylara dair Kıbrıslı Türklerin anıları taze. Keza Kıbrıslı Rumların da 1974’te yaşananlara dair anıları taze. Bu nedenle iki tarafın da güvenlik konusundaki endişelerinin giderilmesi gerekiyor. Garantör güç olarak bizim için Kıbrıslı Türklerin güvenliği çok önemli. Ancak bu aşamada diğer zor meselelere odaklanmalıyız..."

Sayın Bakan'ın bu sözleri karşısında sormaktan kendimi alamıyorum:
Kıbrıs Türk halkının tarihî olgularla da desteklenen güvenlikle ilgili gerçek endişeleri ile Kıbrıslı Rumların kendi sapık emelleri yüzünden yaşadıkları hakkında dile getirdikleri sözde endişeler arasında paralellik kurulabilir mi? Kurulursa diplomasi masasında sonuç ne olur?

1960 ile 1974 arasında yaşanan olaylar ile 1974'de cereyan eden olayların failleri aynı değiller midir? 15 Temmuz 1974'u yaşatan Rumlar ve Yunanistan değil midir? 19 Temmuz 1974 günü BM Güvenlik Konseyi'ne hitap eden Arşövek Makarios Türkiye'yi mi suçlamıştır? Yoksa Yunanistan'ı Kıbrıs'ı işgal ve istilâ etmekle; orada kan dökmekle mi suçlamıştır?  Makarios'un konuşmasında Ada'ya askerî müdahalede bulunması için Türkiye'ye âdeta çağrı yapmış olduğunu Sayın Bakan bilmiyor mudur? Yunan darbesinden kaçan Rumlar kaçarlarken Muratağa, Atlılar ve Sandallar'da soydaşlarımızı katledip toplu mezarlara gömmemişler midir?
Gelinen bu aşama durum Millî Kıbrıs davamız bakımından gerçekten vahimdir.
9. Çözüm şeklinin parametrelerinin aşınmasını önleyen, Ada'daki Türk varlığını koruyan ve yaşatan, Türkiye'nin garantörlük hak ve yetkilerini sulandırıp zayıflatmayan, iki kesimlilik ilkesinin aşınmasına yol açmayan ve çözümü sağlayan antlaşmanın hükümlerini AB'nin birincil hukuku durumuna getiren anlaşma.

Kıbrıs müzakere sürecinde nihai çözüm şekline ulaşılsa bile, Türkiye'de MGK tarafından çözüm şeklinin temel “parametrelerin korunması”yolunda izhar edilen iradeye uygun düşen bir sonucun ortaya çıkmayacağını, çıkamayacağını şimdiden söyleyebiliriz. 

Bu yargımızın iki temel sebebi vardır:

Birincisi, çözüm şeklinin bu vakte kadar oluşturulmuş bulunan sakat alt yapısıdır.
Bu alt yapının ilk temel taşı on yıllar önce BM Güvenlik Konseyi tarafından yerleştirilmiştir. Bu temel taşı, BM Güvenlik Konseyi'nin, 4 Mart 1964 tarihinde kabul ettiği 186 sayılı Karardır. Bu Kararla Konsey, Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Türk halkına uygulamaya başladığı etnik temizlik harekâtını görmezden gelerek,  1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Anayasası'na tamamen aykırı biçimde sadece Rumlardan oluşan bir heyeti Devlet'in, Kıbrıs Türk halkını da temsil eden meşru Hükûmeti olduğunu varsaymıştır.
İkincitemel taşını da AB koymuştur. AB, BM Güvenlik Konseyi'nin 186 sayılı Kararını esas almış; Kıbrıslı Rumların 1960 Anayasası'nın men edici sarih hükmüne rağmen AB üyeliği için yaptığı müracaatı işleme koymuş ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti sanki bütün anayasal organlarıyla varlığını sürdürüyormuş gibi, "Kıbrıs'ı" 1960'daki ülke bütünlüğüyle AB üyesi olarak kabul etmiştir. AB'ne Katılım Antlaşması'nı da Rumlar 16 Nisan 2003'de, bu sahte "Kıbrıs Cumhuriyeti" hüviyetleriyle imzalamışlardır. AB bu sahte hüviyeti kabul etmiştir. Bilindiği üzere, Üye Devletlerin imzaladıkları AB Katılım Antlaşması AB'nin "birincil hukukunu" oluşturmaktadır.
Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturan Antlaşma ise, kendiliğinden AB'nin "birincil hukukuna" dahil olmayacaktır.  Dahil edilebilmesi için önce Ada'daki taraflar arasında mutabakat sağlanması, sonra da bu mutabakata uygun kararların AB üyelerinin parlamentolarında ayrı ayrı alınması gerekir. Aksi takdirde, Kıbrıs sorununun çözümüne dair Antlaşma'nın hükümleri, AB'nin "birincil hukuku" olan Kıbrıs'ın AB'ne  Katılım Antlaşması'nın hükümlerinin aşındırıcı ve tâdil ettirici etkisine maruz kalır.
Annan Plânı sırasında ve sonrasında Rumların ve AB'nin takındığı tutum ve verilen demeçler de, esasen, Kıbrıs çözüm anlaşmasının AB'nin "birincil hukuku" niteliği kazanması ihtimalinin yok denecek kadar az olduğunu göstermiş bulunmaktadır.  Bu olgunun da hatırda tutulması lâzımdır.
Çözüm şeklinin temel parametrelerinin korunamayacağına dair görüşümüzün ikinci temel sebebi de, Kıbrıs müzakere sürecinde çerçeve olarak kullanılan 11 Şubat 2014 tarihli Liderler Ortak Bildirisi'ninhükümleridir.
Ortak Bildiri'nin 1. Maddesi'nde Liderler "Avrupa Birliği bünyesindeki birleşik Kıbrıs'ı ortak geleceklerinin güvencesi olarak gördüklerini" ve 4. Maddesi'nde de "Avrupa Birliği’nin üzerinde kurulduğu ilkelerin muhafaza edileceğini ve (bunlara) saygı gösterileceğini" beyan ve kabul etmişlerdir.
Kaldı ki, sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti Hükûmeti'nin" 16 Nisan 2003 günü Atina'da törenle imzaladığı Katılım Antlaşması da, 11 Şubat 2014 Ortak Bildirisi'nde "muhafaza edileceği ve saygı gösterileceği" ifade edilen "ilkeleri" kabul eden bir belgedir.
Bu fevkalâde hayatî konuda KKTC Yüksek Mahkemesi'nin eski Başkanı değerli Hukukçu Taner Erginel'in uyarıcı ve yol gösterici fikirlerinden yararlanılmalıdır.


Görünüşe Göre Türkiye'nin Parametreleri Çözüm Şekline Yansıyamıyor



Görüleceği üzere, Türkiye'nin öngördüğü parametrelerin çoğunluğunun çözüm şekline yansıması şansı yok gibidir.
Yürütülmekte olan müzakerelerin en ağır sonuçlarından birinin de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ortadan kalması olacaktır.
Diğer taraftan, çözüme ulaşılması halinde bugün üzerinde bağımsız KKTC'nin bayrağının dalgalandığı topraklarda Kıbrıs Cumhuriyeti'ne yamanarak AB'ne katılmış olacaktır. 
Türkiye'nin AB üyesi olmadığı ve ne zaman da olacağının tahmininin dahi giderek zorlaştığı durum ve şartlarda bu gelişme, Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan Antlaşmasıyla kurulmuş ve 1960 Antlaşmalarıyla da takviye edilmiş olan stratejik dengeyi tamamen ortadan kaldıracaktır. Giderek Türkiye ile Kıbrıs Türk halkı arasındaki tarihî bağlar da gevşemeğe ve belki de kopmaya yüz tutacaktır.
Türkiye Ege'den sonra Akdeniz'de de kuşatılmış olacaktır.
Bütün bu sonuçların, Kıbrıs adasının Türkiye için olan önemi ve değeri hakkında Devletimizin kurucusu Atatürk'ten başlayarak, çok sayıda seçkin Devlet ve siyaset adamlarımızın, askerî şahsiyetlerin demeçlerinde ve Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik" kitabında ifadesini bulan değerlendirmelerle bağdaşır yanı var mıdır?

Bu tablo karşısında şu soruyu sormamız gerekiyor: KKTC'de ve Türkiye'de yetkililer hangi verilere dayanarak "görüşmeler olumlu ilerliyor; 6 başlıktan 4'ü halledildi, geriye 2 başlık kaldı" mealinde açıklamalar yapıyorlar?
Sayın Başbakan'ı 8 Mart'ta İzmir'de "Kıbrıs'ta çözüme çok yakınız" açıklamasını yapmaya sevkeden güvence nedir?
Başbakan Sayın Davutoğlu'nun İzmir'de ifade ettiği gibi gerçekten Kıbrıs sorununun çözümü "çok yakın" ise, Türkiye için son derece vahim bir sonuç ortaya çıkacak demektir.
Ortaya çıkabilecek çözüm şekli ve bu çerçevede yapılacak uygulamalar ve düzenlemeler sadece Kıbrıs'taki Türk varlığının ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bekasını değil, belki de ondan da daha büyük ölçüde, bizatihî Türkiye'nin çok boyutlu ve uzun vadeli yüksek çıkarlarını ve millî güvenliğini kalıcı biçimde etkileyen sonuçlar doğuracaktır. 

Türk Kamuoyu "Millî Davayı" Unuttu mu?


Hal böyleyken, Türk kamuoyunda, 1953'den itibaren "millî dava" anlayış ve ruhuyla benimsediği konuya karşı kahredici bir ilgisizliğin ve hattâ umursamazlığın varlığını müşahede etmekteyim.
Kıbrıs konusunun bütün aşamalarının Türk kamuoyunun ilgi odağında yaşanmış olduğunu; Kıbrıs'a ilişkin haberlerin manşetlerden verildiğini; TBMM'nin Kıbrıs müzakere sürecinin önceki aşamalarında birçok kereler özel oturumlar ve olağanüstü toplantılar yapıp "millî dava" hakkında kararlılık ifade eden bildiriler yayınlamış veya kararlar almış olduğunu bilenlerdenim.  Bu defa Türkiye'nin ve özellikle kamuoyunun konu karşısında gösterdiği ilgisiz ve hattâ umursamaz duruşu 1950 ile 2000 arasındaki dönemlerle kıyaslayarak değerlendirme imkânına sahip bulunuyorum.
Çıkardığım sonucu Türkiye ve KKTC için hayra alâmet görmüyorum.
"Millî Dava" sözü, kavramı siyaset adamlarımızın dilinde sadece KKTC ile ilişkilerimizde törensel vesilelerle telâffuz edilir hale gelmiştir.
BMGS Butros Ghali zamanında 1992 yaz aylarında Fikirler Dizisi denen bir çözüm plân taslağı üzerinde New York'da cereyan eden müzakereler münasebetiyle, Anavatan Partisi  ve Refah Partisi tarafından verilen önergelerle TBMM, yaz tatilinde olmasında rağmen,  25 Ağustos 1992 günü olağanüstü toplanmıştı.  O zaman New York'da cereyan eden müzakerelerin, günümüzdeki müzakereler kadar, Kıbrıs konusunun kaderini belirleyici bir mahiyeti yoktu. Yine de TBMM'nin olağanüstü toplantısına ihtiyaç duyulmuştu. O toplantıda,  yapılan heyecanlı konuşmalarda KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın müzakerelerde uluslararası baskılara boyun eğmeden “millî davayı” üstün dirayet  ve vukufla  yürütüş tarzından   takdir ve övgüyle söz edilmiş; kendisine destek ifade olunmuş ve Kıbrıs konusunda sağlam bir dayanışma ortaya konulmuştur.  TBMM kabul ettiği deklarasyonda  “Kıbrıs'taki iki toplumun rızasına dayanmayan hiçbir çözümü kabul etmeyeceğini” dünyaya ilân etmiştir. TBMM'nin "millî davaya" ve Denktaş'a arka çıkan duruşu, Türk tarafının müzakerelerdeki pozisyonu kuvvetlendirmişti.

Tarihî Kavşaktayız

Günümüzde ise Kıbrıs konusunda çık önemli ve hattâ tarihî bir kavşak noktasına yaklaşmış ve hattâ gelmiş bulunuyoruz. Medyada Kıbrıs konusunun TBMM'de ele alındığına dair haberlere rastlamıyoruz.
Her Salı günü TBMM'de grubu bulunan Siyasî partilerimizin Sayın Liderlerinin Gruplarında yaptıkları konuşmaları TV'de takip etmeğe çalışıyorum. Uzun zamandır Sayın Liderlerin Kıbrıs konusuna değinmediklerini kaygı içinde görüyorum.
Siyasetçilerimizin Kıbrıs konusunda yaptıkları konuşmalarda da, Türkiye'nin benimsediği âdil ve kalıcı çözüm şekline dair bir kavram birliği olmadığını da müşahede ediyorum. Ayrıca, "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti" yerine "Kıbrıs" diyen devlet adamlarımız var. "Kıbrıs" coğrafî olarak bir adanın ismi.  Aynı zamanda da Rumların Kıbrıslı Türkleri kapsayacak şekilde varlığını iddia ettikleri ve AB'de üye olan sözde devletin adı.
Rum ve Yunan Devlet adamlarının ve siyasetçilerinin ise, Kıbrıs konusunda ağız birliği, kavram birliği içinde konuştuklarını biliyorum ve görüyorum.

Türk Kamuoyu "Millî Dava'ya" Neden İlgisiz ?

Türkiye'de Kıbrıs konusuna olan ilgisizliğin, kayıtsızlığın, umursamazlığın kuşkusuz çeşitli sebepleri vardır.
Birinci temel sebepkanaatimce, Annan Plânı temelindeki çözüm süreci döneminden başlayarak, 2002 sonundan itibaren Türkiye'de Kıbrıs konusunda yapılmış olan beyanlar ve yazılan yazılardır.
O dönemdeki beyanları ve yazılanların çoğunu kaydetmiş bulunuyorum. Hemen hemen tamamında, Kıbrıs konusu Türkiye'ye külfet, ayak bağı ve AB üyeliğimiz önünde engel  olan  bir sorunmuş gibi  takdim edilmiştir. Çözümsüzlüğün gerçek sebepleri bilinerek kasden veya bilinmeden, sorunun çözümünün Türk tarafının tutumu yüzünden sürüncemede kaldığını iddia edenler olmuştur.
2008'den itibaren Kıbrıs konusunda çeşitli Üniversitelerimizde Konferanslar verdim. Öğrenciler arasında, hocalarının, benim Kıbrıs sorunu hakkındaki gerçeklere dair söylediklerimin tam tersini anlatmış olduklarını samimi biçimden itiraf edenlere rastladım. 
Diğer bir temel sebep de,  11. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün de Mart 2014'de ve Şubat 2016'da ifade ettiği üzere Türkiye'nin "çalkantılı" ve "Cumhuriyet tarihinin en zor" döneminden geçmekte olmasıdır. Bu talihsiz durum aslında her sade vatandaşın dahi kolaylıkla müşahede edebileceği kadar belirgindir. Kamuoyumuzun dikkati Türkiye'nin iç ve dış vahim sorunlarına odaklanmış bulunmaktadır.

Toplum Mühendisliği - Algı Operasyonu

Öteyandan KKTC'de ve Türkiye'de toplum mühendisliğinin Kıbrıs konusunda ustaca uyguladığı iç ve dış kaynaklı bir algı operasyonuncereyan ettiği izlenimi altındayım. Bunun asıl başlangıç döneminin de Annan Plânı üzerindeki çözüm süreci olduğu kanaatindeyim.
Annan Plânı'nın merhum Rauf Denktaş'a kabul ettirmek ve Kıbrıs Türk halkına da benimsettirmek için Türkiye'nin ABD ve AB ile birlikte baskılar yaptığı zamanda, ABD ve AB 2003 Aralık ayında KKTC’de yapılan erken genel seçimde açıkça Sayın Talât’ın liderliğindeki CTP’den yana tavır koymuşlardır. Daha sonra ABD Kongresine sunulan 27 Haziran 2006 tarihli bir raporda  ABD’nin “Kıbrıs Özel Koordinatörü Thomas Weston’ın, çözüm şanslarını arttırmak için (KKTC’deki ) Aralık 2003 seçimlerinden önce Kıbrıs Türk siyasî muhalefetine açık biçimde yardım ettiği” ifade edilmiştir. Bu rapora internetten erişmek mümkündür.[lii]

Kıbrıs Rum kesiminde müzakere süreciyle ilgili olarak cereyan eden tartışmalar ve Rum - Yunan ortaklığının Kıbrıs sorununun çözümüyle güttükleri niyetlere, ortak amaçlara, hedeflere dair demeçler Türk medyasına gerektiği ölçüde yansımamaktadır.
Türk kamuoyunu çözüme odaklamak ve desteğini sağlamak için çözüm halinde Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de varlığı söylenen hidrokarbon yataklarının işletilip değerlendirilmesinde pay ve rol sahibi olacağı; Türkiye'nin, enerji koridoru olma niteliğini güneyinden de elde edeceği gibi temalar işlenmektedir.
Kamuoyumuzda görüşme sürecinin suhulet içinde ilerlediği intibaını uyandıracak haberler ve yorumlar ön plâna çıkarılmaktadır. Bütün bunlar nasıl bir çözüm şekline doğru ilerlenmekte olduğundan söz edilmeden yapılmaktadır.
Oysa sorununun çözüme kavuşmasının Doğu Akdeniz bölgesinin istikrarına katkı yapabilmesi ve bu çerçevede başlıklar Türkiye'ye önemli çıkarlar sağlayabilmesi için her şeyden evvel kalıcı bir çözüm şeklinin ortaya çıkması lâzımdır. Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs bakımından ihdas edilmiş olan dengenin bozulmaması gereklidir. Bunun için de Türkiye'nin de AB üyesi olması zorunludur.
1960 yılında ortaya çıkan ve o zaman Türkiye'de kalıcı olacağına inanılmış bulunan çözüm şeklinin 3 yıl 4 ay içinde Ada'yı ateş topuna döndürdüğü bir tarih dersi olarak hatırdan çıkartılmamalıdır.
Türk kamuoyuna yönelik algı operasyonunun en çarpıcı örneklerinden biri Rum Yönetimi'nin Türkçe'nin AB'nin resmî dilleri arasına dahil edilmesi için geçtiğimiz Ocak ayı içinde AB dönem başkanlığına yaptığı başvurunun medyada takdim şeklidir. Rumların bu hareketi gazetelerde Türk kamuoyuna "Anastasiadis'ten Türkiye'ye jest", "Anastasiadis'in büyük jesti" şeklindeki başlıklar altında ve baş sayfada duyurulmuştur.
Aslında Rumların bu girişiminin Türkiye'ye yönelik bir jest olma vasfı yoktur. Rum tarafı,  Kıbrıslı Türkleri de içerir şekilde Hükûmeti olduklarını iddia ettikleri 1960 Cumhuriyeti'nin Anayasası'ndan kaynaklanan bir vecibeyi yerine getirmek;  gecikmiş biçimde bu anayasal açıklarını kapatmak amacıyla bu girişimi yapmıştır. Esasen, Kıbrıs Rum Hükûmet sözcüsü de, Türk ve uluslararası basında Rum tarafının teşebbüsünü "Türkiye'ye jest" olarak takdim eden haberler çıkması üzerine açıklama yapmış ve Türkçe'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin resmî dillerinden biri olduğunu hatırlatarak AB üyesi olan Kıbrıs'ın bu girişimi yaptığını söylemiştir. Burada hatırlatmam gerekir: Daha önce 2015 yılı içinde Avrupa Parlâmentosu'nda bir İngiliz parlâmenter "madem ki Rumlar 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bütününü temsil ettiklerini beyan ediyorlar ve bizler de bu beyanı kabul ediyoruz; o zaman neden Devlet'in anayasasına göre Türkçe de AB'nin resmî dili olmuyor" mealinde bir soru tevcih etmiştir.


Rum - Yunan Ortak Hedefi "Enosis" idi, ""Enosis" olmaya devam Ediyor

Kıbrıs konusunun BM Genel Kurulu'nun gündemine Yunanistan tarafından dâhil ettirildiği 1954 yılından bu yana Kıbrıs sorununun geçirdiği bütün aşamalarda Kıbrıslı Rumların ve Yunanistan'ın güttüğü ortak hedef "enosis" olmuştur.
Kıbrıslı Rumlar, aldıkları acı derslerden sonra, şiddet yoluyla "enosis" hedefine ulaşamayacaklarının idraki içinde görünmektedirler. Bu idrakle 1994 yılında, Klerides'in liderliği altında, "enosis" i, içinde Türkiye'nin tam üye olarak yer almayacağı AB bünyesinde gerçekleştirme hedefine yönelmişlerdir. Bu hedefi, AB'nin yardımıyla, Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi'nin aldığı kararla ve bu karara dayanarak 16 Nisan 2003 tarihinde Atina'da AB Katılım Antlaşmasını imzalamak suretiyle kısmengerçekleştirmişlerdir. "Kısmen" diyorum; çünkü, onlar tam "enosis" için, içinde Türkiye'nin yer almayacağı bir AB'de, Ada'nın tümünün AB üyesi haline geleceği günü beklemektedirler.
ANNAN Plânı'nı da, "nasıl olsa AB üyesi olduk; bundan böyle Türkiye'nin AB üyeliğini önünü keserek, Kıbrıslı Türkleri sorunun çözümü çerçevesinde Kıbrıs Cumhuriyeti'ne yamanmasını sağlayalım; böylece içinde Türkiye'nin bulunmadığı AB'de Ada'nın bütününün AB'de yer almasını gerçekleştirelim ve enosis hedefine ulaşalım" gibi düşüncelerle reddettiklerine kaniim.
Burada bir parantez açarak ifade istiyorum. Tabiî, Rum tarafının Annan Plânı'nı reddetmesinde Rusya'nın tesirini de bir olgu olarak hatırda tutmalıyız. Çünkü Rusya (daha önceleri Sovyetler Birliği) Kıbrıs için Batının mutfağında pişirilip kotarılmış çözüm şekillerine karşıdır. Bununla beraber, şayet Suriye ile ilgili olarak ABD Rusya'yı yeterli ölçüde tatmin etmişse veya edebilirse, ve ayrıca yakın bir gelecekte Türkiye - Rusya münasebetlerinde hızlı bir düzelme meydana gelemezse, o zaman Rusya'nın da bu sefer Kıbrıs'ta çözüme AKEL vasıtasıyla yeşil ışık yakabileceğini ihtimal dışı tutmam.
Tekrar asıl konumuza dönüyorum: Türkiye ve Rauf Denktaş döneminde KKTC, Rumların "enosis" hedefini AB potasında gerçekleştirme stratejisinin zamanında farkında olmuştur. Bu farkındalıkladır ki, Türkiye ve KKTC, Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB üyeliği için yaptığı müracaatın işleme konulmaması ve daha sonra da, Türkiye de AB'ne tam üye olmadan Rum tarafının AB'ne üye olarak kabul edilmemesi için yoğun diplomatik girişimlerde bulunmuşlardır.

Türkiye'nin 1995'deki Çekincesini Hatırlayan Var mı?

Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği kuran kararın alındığı 6 Mart 1995'deki Türkiye - AB Ortaklık Konseyi toplantısında Dışişleri Bakanı Sayın Murat Karayalçın Türkiye'nin Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB üyeliğine karşı olan itirazını kesin ifadelerle toplantının resmî zabıtlarına kaydettirmiştir.
Karayalçın, yaptığı konuşmada, Türkiye'nin, Kıbrıs Türk tarafının, Kıbrıs Rum yönetiminin AB'ne vaki tek taraflı müracaatına dair ileri sürdüğü hukukî, siyasî ve ahlâkî savları paylaştığını; bu müracaatın Kıbrıs için öngörülen federal çözüm şekli bakımından esas olan karşılıklı rıza unsuru ile çeliştiğini vurgulamış; 1960 Kıbrıs Antlaşmalarının men edici hükümlerine de atıfla, Türkiye’nin üyesi olmadığı AB’ne “Kıbrıs’ın” tamamının veya bir kısmının üye olarak  kabul edilmemesi gerektiğini; çünkü Türkiye de AB’ne tam üye olmadan “Kıbrıs’ın” tam üye yapılmasının, Kıbrıs’la ilgili olarak Türkiye ile Yunanistan arasında 1960 Antlaşmalarıyla kurulmuş olan hassas dengelerin bozulmasına sebep olacağını; “Kıbrıs’ın” üyeliği yönündeki çalışmalara bu gerekçelerle Türkiye’nin hukuken ve siyaseten karşı çıkmaya devam edeceğini beyan etmiştir. 

"Yurtta Sulh Cihanda Sulh" Düsturuna Dönülmelidir

2002 yılının sonundan itibaren Türkiye'nin dış politikasında eksen kayması olmuştur. Bu durum dış politikamızda hedef sapmaları meydana getirmiştir.  Büyük Atatürk'ün "yurtta sulh, cihanda sulh" düsturu Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasının pusulası olmuşken "komşularla sıfır sorun" gibi hayalî hedefler yaratılmıştır. Söylemlerle hedeflerin birbirini tutmadığı dış politika uygulaması yapılmıştır. Bu yüzden ülkemiz uluslararası ilişkilerinde "değerli" olarak vasıflandırılan bir "yalnızlık" içine düşmüştür.  Suriye krizinin Türkiye'yi Ortadoğu'nun stratejik derinlikteki bataklığının içine çekmiş olması; "Stratejik Ortak" dediğimiz Rusya ile iki düşman Devlet haline gelmemiz, Türkiye'nin uluslararası sahnedeki "yalnızlığının" sözde değerini de sıfırlamış bulunmaktadır. Türkiye iç ve dış tehditlere ve tehlikelere maruz kalmıştır.
Türkiye halen iç ve dış terörle topyekûn bir mücadelenin içindedir.
Günümüzde Suriye'nin yeniden şekillendirilmesi yapılırken, Türkiye'nin güney hudutlarına bitişik olarak Suriye'nin kuzeyinden uzanan bir toprak şeridiyle Akdeniz'e çıkışı olan bir Kürt Devleti'nin meydana getirilmesimaksadıyla uluslararası plânda bir tezgâh faaliyet halindedir.
Ülkemiz Türkiye Suriye krizinde savaşan taraf olmadığı halde Ülkemizin topraklarına top mermileri düşmekte, vatandaşlarımız ölmektedirler.  Türkiye 2011 yılından bu yana 2,5 milyona varan sığınmacıyı barındırmak zorunda kalmıştır. Türkiye’nin 4 yılda sığınmacılar için harcadığı paranın yıllık ortalama 5.3 milyar liraya ulaştığı medyada kayıtlıdır. 
Türkiye dış politikada kaybettiği direksiyon hâkimiyetini ve bozulan dengesini NATO'nun ve AB'nin desteğiyle sağlamağa çalışmaktadır.
Bu tablonun, Türkiye'nin uluslararası diplomaside birçok açıdan pazarlık gücünü yitirmesine ve ağırlığını kaybetmesine sebep olması; Türkiye'yi diplomatik baskılara maruz ve bunlara karşı direnemez hale getirmesi  kaçınılmazdır.
Edindiğim izlenim odur ki, bu durumda, Türkiye "millî dava" olarak benimseyip on yıllardır bu anlayış ve ruhla yürüttüğü Kıbrıs konusunda uzlaşmacı bir tavır sergilemek ihtiyacını, hattâ zaruretini hissetmektedir.
Herhangi bir uluslararası ihtilâfın konusuyla kendi çıkarları açısından ilgilenen ve o ihtilâfı kendi çıkarlarına uygun düşen şekilde halletmek için uğraşan küresel güçlerin, çözüm yönünde girişimde bulunmak için,  ihtilâfın taraflarının kendilerini en fazla esneklik göstermeğe ve taviz vermeğe mecbur hissedecekleri iç ve dış sorunlarla dolu veya herhangi bir konuda desteğe ihtiyaç duydukları dönemlerini kolladıkları tecrübelerle sabittir. Bunun tarihten ve yakın geçmişten örnekleri vardır. Osmanlı Devleti böyle bir zamanında Kıbrıs'ı İngiltere'ye vermek zorunda kalmıştır.

"Mutlaka Çözüm" İstemek; Çözüm Değil Çözülme Getirir


Kaygı içinde ifade ediyorum ki, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak maksadıyla 1968’den itibaren BMGS’nin iyi niyet görev çerçevesinde yürütülen  "çözüm süreci" son 14 yılda Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için, giderek hız kazanan bir "çözülme sarmalı" niteliği kazanmıştır. 
Çünkü, 2002 sonundan bu yana Türkiye Kıbrıs sorununun bir an önce çözümünün peşinde koşmaktadır.
Annan Plânı'nın 11 Kasım 2002 tarihinde taraflara sunulmasından kısa bir süre sonra TBMM'de okunan 58. Hükûmet'in Programında Kıbrıs konusuna ilişkin paragrafın ilk cümlesinde "Hükümetimiz, Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunmasının gereğine inanmaktadır"  ifadesi yer almıştır.
Bu ifade bizde, o zaman, Kıbrıs sorununun tarihî geçmişine ve gelişmelerine; sorunun neden ve nasıl ortaya çıktığına; hangi sebep ve saiklarla Kıbrıs konusunun Türkiye'de 1950'li yılların başlarından itibaren "millî dava" olarak benimsendiğine; sorunun hangi sebeplerle on yıllardır çözülemeden BM Güvenlik Konseyi'nin gündeminde kalmış olduğuna; Kıbrıs adasının önemine ve özellikle Türkiye için jeostratejik değerine dair gerçekler ve olgular sanki bilinmiyormuş, ya da dikkate alınmıyormuş izlenimini bırakmıştır. 
Annan Plânı, Türkiye tarafından "Kıbrıs sorunu mutlaka çözülmelidir" zihniyetiyle ve bu zihniyetin şekil verdiği siyaset ve diplomasiyle ele alınmıştır. Çözüm sürecinde Rumların "bir adım önünde yürüme" stratejisi uygulanmıştır. Sonuç malûmdur. Ne Kıbrıs sorunu çözülmüştür; ne AB ve ABD, Türkiye'nin yönlendirmesiyle referandumda Plân'a "evet" oyu veren KKTC halkını siyasî ve ekonomik bakımlardan ödüllendireceklerine dair verdikleri sözleri tutmuşlardır; ne de Türkiye'nin AB tam üyeliği yolundaki engellerin kaldırılması sağlanmıştır. Aksine Plânı pervasızca yüzde 76 oyla reddeden Rum tarafı, referandumdan bir hafta sonra 1 Mayıs 2004 günü tam üye olarak AB'de koltuğa oturmuştur. Böylece Kıbrıs Rum tarafına üyelik yolunda Türkiye'ye devamlı surette kırmızı kart göstermesi sağlanmıştır.

Olan Kıbrıs Türk halkına ve KKTC'ne olmuştur. Çünkü, BMGS yayınladığı ve Güvenlik Konseyine sunduğu 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda [liii]Kıbrıs Türk halkının çözüm Plân'ına "evet" oyu vermiş olmasının sonuçlarını bakınız nasıl değerlendirmiştir:

Paragraf 87:  "...Kıbrıslı Türkler çözümü tercih ederlerken, on yıllar boyunca sürdürdükleri, 1983'te yarattıklarını iddia  ettikleri 'devletin' tanınmasını amaçlayan politikaları da terk etmişlerdir."
Paragraf 90:  "Tanıma ve ayrılmaya yardım etmek BM Güvenlik Konseyi'nin kararlarına açıkça aykırıdır ve güttüğümüz hedefe de ters düşer. Aynı zamanda, bu yöndeki (tanıma) adımlar yeniden birleşme için oy vermiş bulunan Kıbrıslı Türklerin iradelerine de saygısızlık teşkil eder."
Görüleceği üzere, başta BM Genel Sekreteri olmak üzere uluslararası toplumda sözü geçen devletler, çözüm teşebbüsünün Rum Tarafı’nın reddetmesi üzerine sonuçsuz kalmış olmasına rağmen, yine, tabir caizse, faturayı Kıbrıs Türk Tarafı’na ödettirmişlerdir. Bırakınız Kıbrıs Türk Tarafı’nın statüsünü yükseltmeyi düşünmeyi, Kıbrıs Türk halkının Annan Planı için verdiği "kabul" oyunu dahi KKTC'nin tanınmasını isteme hakkından feragat olarak yorumlamışlar ve kayıt altına almışlardır.
Bu sonuçlara rağmen, Kıbrıs'ta çözümün peşinde koşan yine Türkiye ve KKTC olmuştur. Annan Plânı'na ilişkin süreçte referandum sonuçlarının ortaya koyduğu gerçekler ve tarihî dersler; AB'nin Kıbrıs sorununun çeşitli aşamalarında Türkiye'ye vermiş olduğu sözlerin hiçbirisini tutmamış olduğu olgusu ve Kıbrıs konusuna ilişkin daha birçok olgu ve gerçekler de göz ardı edilmiş ve bugün de edilmektedir.


Kıbrıs Konusuyla AB Üyelik Sürecimiz Arasında Bağ Kurmak Yanlıştır

14 yıldır Türkiye'de Kıbrıs konusu Türkiye'nin AB süreciyle bağlantılı ve çözüme odaklı olarak yürütülmektedir.
Başbakan Sayın Davutoğlu 29 Kasım 2015 tarihinde gerçekleşen Türkiye - AB Zirvesi'nden sonra yaptığı açıklamada, diğer hususlar meyanında "Kıbrıs sorununun çözülmesi halinde Türkiye'nin AB üyeliğinin bir rüya olmayacağını" ifade etmiştir. [liv]
Zirve'nin ertesinde açıklama yapan GKRY Hükûmet Sözcüsü Nikos Hristodulidis "dün Başbakan  Davutoğlu 'Kıbrıs sorunu çözülürse Türkiye’nin üyelik sürecinde gelişme olacak' demek suretiyle ülkesinin üyelik sürecini Kıbrıs sorununun çözüm çabalarına bağlamıştır" demekte gecikmemiştir.
Başbakan Davutoğlu geçen Aralık ayının başında KKTC'ne yaptığı ziyaret sırasında da "AB’ye adımı Kıbrıs’ta atabiliriz" şeklinde konuşmuştur.[lv]
Yine Davutoğlu bu yılın başlarında verdiği bir demeçte   "Eğer Kıbrıs sorunu bu yıl içinde çözülebilirse yılsonuna doğru gerçekten yeni bir dönem başlamış olacaktır AB-Türkiye ilişkilerinde" demiştir. [lvi]
Türkiye'de AB Bakanı'nın da Kıbrıs konusunu yakından takip ettiği görülmektedir.  AB Bakanı Sayın Bozkır, devam etmekte olan Kıbrıs müzakere sürecinin muhtemel sonuçları hakkında kamuoyuna umut dolu açıklamalar yapmaktadır. AB Bakanı bir konuşmasında Kıbrıssorununun "50 yıllık tarihinde çözüme en yakın noktada" olduğu öngörüsünde bulunmuştur.[lvii]
AB Bakanı verdiği demeçlerin birinde de Rum - Yunan iddialarına benzer şekilde " Kıbrıs sorununun çözülememesinin nedeni de rahmetli Denktaş'tır. Uzun yıllar hep çözülebilecek noktalara geldiğinde hep çözmemek yönünde bir tavır sergilemiştir" demek suretiyle tarihî bir yanılgıya düşmüştür. [lviii]
Özellikle, AB Bakanı'nın Kıbrıs konusunda demeçler vermesi, değerlendirmelerde bulunması, Türkiye'nin, Kıbrıs konusunun AB'nin etki ve yetki alanında olduğunu; Türkiye'nin AB üyelik sürecinin Kıbrıs konusuyla irtibatlı ve süreçte ilerleme olabilmesinin de Kıbrıs sorununun çözümüne bağlı olduğunu kabul ettiğinin en bariz göstergesi olmaktadır.
Türkiye'nin Kıbrıs konusunu kendi AB üyelik süreciyle irtibatlandıran söylemleri AB çevrelerinin Kıbrıs konusunu yakından izlemelerine hız ve yoğunluk kazandırmıştır. BMGS son raporunda  "AB'nin barış sürecinde daha güçlü bir rol oynaması hususunda müzakere eden tarafların mutabakat halinde bulunmalarının Kıbrıs müzakere sürecinin şimdiki döneminin en göze çarpan vasfını oluşturduğunu"  ifade etmiştir.[lix]

Diplomaside "Çözüme İhtiyaç Duyan Biziz" Sözü Teslimiyet İfadesidir


KKTC Cumhurbaşkanı seçildiğinden bu yana Sayın Mustafa Akıncı'nın dile getirdiği bazı söylemleri kaygı verici bulduğumu ifade etmeliyim.
Rumların ve Yunanistan'ın, "Helenizim" den "Helenizmin ortak çıkarlarından" her vesileyle söz ettikleri bir dönemde, Sayın Akıncı'nın sebebiyet verdiği "anavatan - yavru vatan" polemiği beni ve benim gibi düşünenleri yaralamıştır. Sayın Akıncı'nın ortaya koyduğu anlayış belki bazı iç ve dış çevreler tarafından alkışlanmış olabilir, ama uzun vadede bu anlayışın Kıbrıs Türk halkı için de zararlı olduğu elbette anlaşılacaktır.
Diğer taraftan, Ada'da Sayın Akıncı'nın da sık sık "çözüme ihtiyaç duyan biziz" mealindeki sözleri dile getirmesi, Türk tarafının pozisyonu için ilâve bir  zafiyet oluşturduğunu söylememe lüzum yoktur.
Bu söz diplomaside "teslim olma" anlamına gelir. Bir taraf "çözüme ihtiyaç duyduğunu" tekrarlarsa, çözümün ortaya çıkm   ası için bütün esneklikleri göstermeğe, taviz vermeğe hazır olduğunu beyan ediyor demektir.
"Real" politikanın üstatlarından kabul edilen ABD eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissenger'ın şöyle bir meşhur sözü vardır:
 “Anlaşma için istek göstermek nadiren müzakereyi hızlandırır. Hiçbir tecrübeli devlet adamı sırf muhatabı çözüm için istek ve acelelik gösteriyor diye anlaşmaya meyletmez; aksine karşı tarafın anlaşma için gösterdiği sabırsızlığı daha da iyi şartlarda çözüm elde etmek için kullanmak ister.”
(Showing EAGERNESS rarely speeds up negotiations. No experienced statesman settles just because his opponent feels a sense of urgency; he is far more likely use such impatience to try to extract even better terms.)
Bu söz adeta Türkiye'nin günümüzdeki Kıbrıs politikası için söylenmiş gibidir.


Kıbrıs Türk Halkının "Hak Ettiği Yer" Rumlara Yamanarak AB'ne Girmek Değildir


Sayın Akıncı sürekli olarak çözümle birlikte "Kıbrıs Türk halkının uluslararası toplumda hak ettiği yeri alacağını" söylemektedir.
Bu ifade tarzı aslında  Türkiye'de 62. ve 64. Hükûmetlerin programlarında da yer almıştır. Örneğin, 64. Hükûmetin Programında şöyle denilmektedir:"Kıbrıs’ta müzakere edilmiş bir çözüm ve Kıbrıs Türk Halkının uluslara­rası toplum içerisindeki haklı yerini alabilmesi, temel önceliklerimizden biridir."
Kıbrıs Türk halkının uluslararası toplumda hak ettiği yer, şimdiki çözüm sürecinin sonucu olarak sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti'ne" yamanarak AB üyesi olmak değildir. Kıbrıs Türk halkının hak ettiği şerefli yer, bağımsız KKTC'nin çatısı ve bayrağı altındaki yerdir. Hedef, Türkiye'den başka Devletler tarafından da tanınmasını sağlamak suretiyle KKTC'ne uluslararası camiada daha sağlam bir yer bulmak olmalıdır.

"Kıbrıslı Çözüm" Söylemi Türkiye'yi Dışlamak İçindir

Öte yandan Sayın Akıncı "Kıbrıs Türk halkının içine sindireceği çözümden" söz etmiştir. Çözüm sadece "Kıbrıs Türk halkının" değil, Türkiye'nin, Türk Milleti'nin içine sindireceği bir çözüm olması gerektiği unutulmamalıdır.
Talât - Hristofyas arasındaki müzakere sürecinden itibaren "Kıbrıslı çözüm" kavramı geliştirilmiş ve yerleştirilmiştir. BMGS raporlarında "Kıbrıslıların yürüttüğü" (cypriot-led) ve "Kıbrıslıların sahiplendiği" (cypriot-owned) kavramları kullanır olmuştur. Bununla beraber, daha önceleri Kıbrıs sorununa bulunacak çözüm bahsinde "Kıbrıs sorununun doğrudan ilgili dört tarafından" (four parties concerned) söz edilirdi. Bu çerçevede, Kıbrıs Türk ve Rum toplumları ile Türkiye ve Yunanistan zikredilirdi.
"Kıbrıslı çözüm" anlayışını, Kıbrıs konusunu Türkiye'nin ilgi, etki ve yetki alanından uzaklaştırarak çözme tasavvur ve gayretinin bir belirtisi olarak görüyorum.
Öte taraftan, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın Kıbrıs konusu hakkında Türkiye'deki ilgisizlik ve sessizlikten memnun olduğu anlaşılmaktadır. Sayın Akıncı, geçtiğimiz Ocak ayında KKTC'ni ziyaret eden bir CHP heyetini kabulünde "Kıbrıs sorunun Türkiye'de artık iç politika malzemesi olarak kullanılmadığına" işaret etmiş ve " ....geçmişte, duruma ve yerine göre, Kıbrıs Türk liderliği Kıbrıs konusunu Türkiye’nin gündemine taşıyarak, orada kaşınmasına yol açıyordu. Biz de bu konularda çok dikkatliyiz. Böyle bir şeyin olmasını arzu etmiyoruz. Kıbrıs üstünden Türkiye’deki siyasi partilerin birbirini vurmasını istemiyoruz. Kıbrıs’ı daha farklı bir noktada kucaklamak gerekiyor...” şeklinde konuşmuş. [lx]
Oysa hatırlanmalıdır ki 1940'lı yılların sonundan itibaren Kıbrıs'ta belirginleşen "enosis" niyet ve hareketlerinin hem Ada'daki Türk varlığı, hem Türkiye için arzettiği tehdit ve tehlikeler, o zamanlar, millî Kıbrıs davamızın kahraman önderleri Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş ile arkadaşları tarafından "aman Kıbrıs Girit olmasın" gibi söylemlerle Ankara'nın dikkatine ve gündemine taşınmıştı. Bu sayede Türkiye ve Kıbrıs Türk halkı kenetlenmiş ve "enosis" e karşı tarihî direnme başlatılmıştı. Bu direnme on yıllarca sürmüştür. Daha uzun yıllar sürmesi gerekecek gibi de görünmektedir.
Kıbrıs sorununun çözümü sadece Kıbrıs Türk halkının tercihine ve iradesine bırakılabilecek bir konu değildir. "Kıbrıs sorunu" denen konu Türkiye'nin "millî davasıdır".


Kıbrıs İngiltere İçin Önemlidir de Türkiye İçin Önemsiz midir?!


Konumu itibariyle Kıbrıs adası Türkiye'yi, Yunanistan'ı ve İngiltere'yi olduğundan daha fazla ilgilendirmektedir.  Bugün İngiltere kendi ülkesinden 8.000 km. uzaktaki Kıbrıs adasındaki egemen üslerini dikkat ve titizlikle muhafaza ediyorsa; bu üslerin muhafazası İngiltere'nin Kıbrıs konusundaki tutumuna şekil ve yön veren temel etken oluyorsa, 80 km güneyindeki Kıbrıs adası Türkiye'yi neden ilgilendirmesin?


Türkiye de AB'ne Tam Üye Olmadan Kıbrıs Sorunu Tabiî  Çözümüne Kavuşamaz


Kıbrıs adasının Doğu Akdeniz'de kalıcı biçimde bir barış ve istikrar unsur olmasını elbette istiyoruz. Ada'ya kalıcı barış gelebilmesinin vazgeçilmez ön şartı, öncelikle Türkiye'nin kendi öz çıkarlarına ve millî güvenliğine uygun düşen bir çözüm şeklinin ortaya çıkabilmesidir.  Avrupa Birliği faktörü, Türkiye'nin tutumundan kaynaklanmayan sebeplerle Kıbrıs sorununun çözümü için gerekli dengeleri bozmuştur. Bu dengeler İngiltere'nin, Yunanistan'ın, Kıbrıs Rum yönetiminin Avrupa Birliği üyesi olmaları olgusu yüzünden bozulmuştur. Halen sürdürülmekte olan müzakereler sonucunda çözüme ulaşılır ve Kıbrıs Türk halkı da bu çözüm çerçevesinde Avrupa Birliği'ne dahil olursa, Kıbrıs "sorunu" işte o andan itibaren Türkiye için daha büyük boyutlarda ortaya çıkacak demektir.
Kıbrıs adasına dengeli ve kalıcı barışın ancak Türkiye'nin de Avrupa Birliği'nin tam üyesi olması ile gelebileceğinin uluslararası plânda artık idrak edilmesinin zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Günümüzde Kıbrıs konusunda sakat ve dengesiz bir çözüme razı olanlar, Türk tarihinde Girit'i Yunanistan'a kaptıranlarla aynı safta yer alacaklarını bilmelidirler.


2004'de "Siz Kendi Yolunuza, Biz Kendi Yolumuza" Denilmeliydi


Kısa bir süre önce Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan vizenin kaldırılması için terörle mücadele yasamızın değiştirilmesini isteyen AB'ne "biz yolumuza gidiyoruz, sen de yoluna git" dediler.
Aynı sözün, Ada'daki gerçekler temelinde bir çözüme razı olmayacakları belli olan Kıbrıs Rum tarafına KKTC halkı tarafından ve uluslararası çevrelere de Türkiye tarafından kararlılıkla ifade edilmesinin zamanının çoktan geldiğine inanmaktayım. Aslında 24 Nisan 2004 gecesi bu söz getirilmiş olmalıydı. Ne yazık ki tarihî bir fırsat kaçırıldı.
Rauf Denktaş'tan Vasiyet Gibi Söz
Millî Kıbrıs Davamızın yılmaz savunucusu KKTC'nin Kurucu Cumhurbaşkanı Millî Kahraman merhum Rauf R. Denktaş'ın hastalığa duçar olmasından kısa bir süre önce bana göndermiş oldukları bir mektuptan bir paragrafı okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
“Kıbrıs’ta ‘biz Türküz; Türkiye Anavatanımızdır’ diyen insanlar var oldukça Rum-Yunan ikilisi bu davaya son noktayı kalıcı bir anlaşma yaparak koymayacaktır. Her yeni anlaşmayı, 1960’daki gibi esas millî hedefine bir sıçrama tahtası yapmak için uğraşacaktır. Yeni anlaşmanın temelinde bağımsız devletimiz yoksa 'sıçrama tahtası' maceralarından kurtulamayız. Annan Plânı ve benzeri bağımsızlık temelinden yoksun anlaşmalar Kıbrıs’ı Girit misali Türk’ten arındıracaktır. Kıbrıs’ın Türkiyesiz bir AB’ne girişine izin verilmiş olması Kıbrıs'tan yok oluşumuzun kapılarını açmıştır. Bu hatadan dönülmesi için sonuna kadar uğraşmak boynumuzun borcu olmuştur.”


Not: Bu yazı  Mayıs ayı 2016 başında kaleme alınmıştır.


Kaynak..,

[i]CUMHURİYET Gazetesi, 17 Temmuz 1952, s. 1 - 7.
[ii]  Doçent Dr. Fahir . H. ARMAOĞLU, Kıbrıs Meselesi 1954 – 1959, Ankara, 1963, Sevinç Matbaası, s.41
   Ayrıca bknz.  HÜRRİYT Gazetesi, 3 Haziran 1953
[iii]  Dr. Fazıl KÜÇÜK’ün çeşitli makaleleri için bknz:
Yar. Doç Dr. Osman YILDIZ ve Öğr. Gör. Güven ARIKLI, 40 Yıl Halkın Sesi Olarak Dr. Fazıl Küçük, Makaleler (1942 – 1981), 1. Cilt.
[iv]  Prof. Dr. M. Derviş MANİZADE, 65 Yıl Boyunca Kıbrıs,  Kıbrıs Türk Kültür Derneği (İstanbul Şubesi) Yayınları, No.9, Mart 1993, s. 75
[v]CUMHURİYET GAZETESİ, 2 9 Ağustos 1954, s. 1 - 6.
[vi]CUMHURİYET GAZETESİ, 24 Eylül 1954, s. 1 - 9.
[vii]CUMHURİYET Gazetesi , 25 Ağustos 1955, s. 7.
[viii]CUMHURİYET GAZETESİ, 25 Ağustos 1955, s. 1 - 7
[ix]  CUMHURİYET GAZETESİ, 26 Ağustos 1955, s. 7.
[x]  CUMHURİYET GAZETESİ, 26 Ağustos 1955, S 1 - 7.
[xi]  AYIN TARİHİ, 1 Eylül 1955.
[xii]  https://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP23.htm
[xiii] TBMM Zabıt Ceridesi, 28 Şubat 1959 Cumartesi,  Devre:  XI, Cilt: 7, İçtima: 2,
[xiv]  CUMHURİYET GAZETESİ, 13 Eylül 1967, s. 1 - 7; MİLLİYET Gazetesi, 13 Eylül 1967, s. 1
[xv]  TBMM Tutanak Dergisi (Gizli Oturum), 20 Temmuz 1974, s. 36 - 38
[xvi]  6. Cumhurbaşkanı Sayın Fahri Korutürk'ün bu sözlerini  Sayın Rauf Denktaş nakletmektedir. Örneğin, Sayın    Rauf Denktaş'ın 15 Nisan 2004 Perşembe günü TBMM'nin 74. Birleşimindeki nutku.
[xvii]TBMM Tutanak Dergisi, 25 Ağustos 1992 Salı, Dönem: 19, Yasama Yılı : 1, 94. Birleşim (Olağanüstü).
[xviii]Ibid
[xix]Ibid
[xx]TBMM Tutanak Dergisi, 10 Haziran 1993 Perşembe, Dönem: 19, Cilt: 36, Yasama Yılı: 2, 111. Birleşim.
[xxi]TBMM Tutanak Dergisi, 21 Ocak 1997 Salı,  Dönem: 2, Cilt: 19, Yasama Yılı: 2, 48. Birleşim.
[xxii]Ibid
[xxiii]Ibid
[xxiv]Ibid
[xxv]Ibid
[xxvi]  https://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP55.htm
[xxvii]http://www.milliyet.com.tr/2004/04/13/son/sonsiy24.html
[xxviii]https://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP61.htm
[xxix] TBMM, 18 Haziran 2014 Çarşamba, 24. Dönem, 4. Yasama Yılı, 105. Birleşim, Genel Kurul Tutanağı, s.16-17.
[xxx]Doçent. Dr. Sevin TOLUNER, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, No. 2309, Fakülteler Matbaası, İstanbul – 1977, s. 21.
      Bknz. Murat SARICA/ Erdoğan TEZİÇ/ Özer ESKİYURT, Kıbrıs Sorunu, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, No.2071, Fakülteler Matbaası, 1975, s. 5 – 7.
     Ayrıca bknz. Seha L. MERAY, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Devletler Hukuku Profesörü, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar Belgeler, Takım I, Cilt 1, Kitap 2, s. 57 - 58, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No. 300.
[xxxi] Ahmet DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik, Türkiye'nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, 1. Kitap, 2001, s. 169 - 182.
[xxxii]  http://www.milliyet.com.tr/-kibris-ta-cozume-cok-yakiniz--kibris-2206533/
[xxxiii]  http://www.mgk.gov.tr/index.php/24-nisan-2008-tarihli-toplanti
[xxxiv] http://www.mgk.gov.tr/index.php/05-nisan-2004-tarihli-toplanti
       http://arsiv.ntv.com.tr/news/453724.asp
[xxxviii] http://arsiv.ntv.com.tr/news/453724.asp
[xxxix] BMGS'nin 8 Mart 1990 tarihli  ve S/21183 sayılı Raporu.
[xl] BMGS'nin 21 Ağustos 1992 tarihli ve 24472 saylı Raporu.
[xli] http://www.abhaber.com/yunanistan-disisleri-bakani-nikos-kocaskibrisli-turkler-ile-rumlar-arasinda-osmosis-telkin-etti/
[xlii]http://www.spiegel.de/international/europe/turkish-cypriot-foreign-minister-says-reunification-close-a-961776-druck.html
[xliii]  http://www.haberler.com/ab-bakani-ve-basmuzakereci-bozkir-aciklamasi-7283086-haberi/
     http://www.kibrisgazetesi.com/?p=759689
[xliv]  http://www.aksam.com.tr/siyaset/basbakan-davutoglu-muzakereler-yeni-bir-ivme-kazandi/haber-339102
[xlv] John REDDAWAY, Burdened with Cprus, The British Connection, 1986, s. 159.
[xlvi]  http://cyprus-mail.com/2016/02/11/anastasiades-tells-cypriot-solution-will-be-an-honourable-compromise/
[xlvii]  http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-sayin-mevlut-cavusoglu_nun-yunanistan-disisleri-bakani-nikos-kotzias-ile-ortak-basin-toplantisi.tr.mfa
[xlix] http://www.mfa.gr/en/current-affairs/top-story/joint-statements-of-foreign-minister-kotzias-and-the-president-of-the-cyprus-house-of-representatives-yiannakis-omirou-following-their-meeting-athens-20-january-2016.html
[l]  http://www.kibrisgenctv.com/güney/cavusoglu-fileleftheros-gazetesi-ne-konustu.html?tmpl=component&print=1
[li] http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-sayin-mevlut-cavusoglu_nun-kibris-rum-_fileleftheros_-gazetesine-verdigi-mulakat_-28-subat-2016_-istanbul.tr.mfa
[lii] (Carol Migdalowitz  CRS Report for Congress, Cyprus: Status of U.N. Negotiations and Related Issues,  June 27, 2006, s. 19.  
https://www.fas.org/sgp/crs/row/RL33497.pdf
[liii] BMGS'nin 28 Mayıs 2004 tarihli ve S/2004/437 sayılı Raporu.
[liv] http://www.halkinsesikibris.com/m/index.php?islem=detay&id=53510.
[lv] http://www.haberturk.com/gundem/haber/1161288-davutoglu-abye-adimi-kibrista-atabiliriz.
[lvi]  http://www.trthaber.com/haber/gundem/ab-turkiye-iliskilerinde-yeni-bir-donem-baslayacak-230446.html.
[lvii] http://www.abhaber.com/bozkir-kibrista-cozumu-umut-ediyoruz-insallah-baharda/.
[lviii] http://www.detaykibris.com/belki-kibris-sorununun-cozulememesinin-nedeni-de-rahmetli-denktastir-video-72428h.htm
[lix]  BMGS'nin 7 Ocak 2016 tarihli ve S/2016/15 sayılı Raporu.
[lx]  http://www.halkinsesikibris.com/m/index.php?islem=detay&id=59957

http://www.21yyte.org/ sitesinden 22.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır.



..