Org. Faik Türün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Org. Faik Türün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ağustos 2019 Pazartesi

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 8

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 8



Bir Belge olarak Sunuyorum.

Yasalarımız ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1000’lerce yıllık tarihinin gelenekleri olarak vermemesine rağmen 140 kez elime kelepçe takılmıştır. Bu uygulamanın
sorumlularına da teessüf ederim.

Seçimlerden sonra nedense tüm sanıkların saçları kesildi. 353 Sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca “asker kişi” sayıldığımdan ve “asker kişi” olarak da emekli
yarbaylık haklarımı koruduğumdan saçlarım ancak iç hizmet yönetmeliği ve kıyafet yönetmeliklerinin subaylar için öngördüğü şekilde kesilebilirdi.
Bu durumu Ek-35’teki dilekçe ile Ceza Evi Müdürüne bildirdim. Yasalara göre yazılı yanıt vermek zorunda olan Ceza Evi Müdürü sivil gardiyanını göndererek
saçımın kesilmesini istedi. Ceza ve Tutuk Evinde hemen hemen benden başka saçını kesmeyen kalmamıştı.

Bu zulüm idaresinde daha müessif bir durumu önlemek için saçlarımı kestirdim.
Ceza Evi Müdürü bu davranışından utanmış mıdır bilmiyorum ama, ben onun yerinde olsaydım, bu ölçüde vefasızlık ve haksızlığın aracı olmaya
katlanamazdım.

Ek-35’teki dilekçem Ceza Evinde dışardan gelen eşyaların sık sık kaybolduğunu kanıtlamak için verilmiş ve tabii yanıtsız bırakılmıştır.

V. Kısım:

Kitaplarımla İlgili Dilekçeler.,

Evimde yapılan aramada, arayıcılar tamamen keyfi bir tutumla, 20-30 kitabımı almışlar, buna karşılık bana belge vermemişlerdir. Alınan yapıtlar içinde, Genel
Kurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan “Rus Harb Doktirini” ve Odalar Birliğince yayınlanan “Komünizm Nedir” adlı yapıtların bulunması, arayıcıları
kitap toplamadaki keyfi ve indi tutumlarını kanıtlayan somut bir örnektir.
Evimden alınan kitaplar, Emniyet Müdürlüğünde tasnif edilerek Dosya Sıra No: 1269/1’deki belgeyle 4’ünün yasak olduğu belirtilerek Askeri Savcılığa
gönderilmiştir. Askeri Savcı bu konudaki Askeri Yargıtay ilamlarından habersiz olmalı ki esas iddianamesinin 194. sahifesinde kitaplar için müsadere kararı 
alınmasını istemiştir.

Bir kere evimden alınan suç unsuru bulunmadığı saptanılan kitaplarımı kendiliğinden bana iade etmeyen İstanbul Emniyet Müdürlüğü bu tavrı ile gasıp
durumuna düşmüştür.

Askeri Savcı Çizmeci’ye gelince; Askeri Yargıtay’ın 2. Dairenin, 5.8.1971 tarih ve 1971/340 Esas, 1971/336 Karar, 4. Dairenin 6.8.1971 gün ve 1971/337 Karar,
1971/334 Sayılı ilamlarından habersiz olmalı ki (Ek-33), Lahika III’teki, Cumhuriyet gazetesinde, 16 Eylül 1972 günü yayınlanan, Orhan Apaydın’ın
“yasak kitap sorunu”yla ilgili yazısına bakınız. Mahkemenizden kitapların müsaderesini istemektedir.7
Yargıtay ilamı gereğince alınan tüm kitaplarımın tarafıma iadesini talep ediyorum. Aynı konudaki istemde Mayıs1973’te bulunmak istemiştim çünkü bu kitaplara savunmam için ihtiyacım vardı. Mahkeme duruşmanın daha ilerdeki evresinde verirsiniz diye dilekçemi almadı. (Ek-37)
Daha sonra değerli müdafilerim 4 Eylül 1973’te aynı konuda Askeri Savcılığa bir dilekçe vererek (Ek-38) el konulan kitaplarımın iadesini istediler. Fa-kat haklı olan bu istemimin de gereği bugüne kadar yerine getirilmiş değildir.
Selimiye Ceza ve Tutuk Evinin koridorunun iç avluya bakan pencerelerinin karşısında bir evrak yakma fırını vardı. Bu fırında kamyon kamyon kitapların
yakılmasının tanığı olmuş bir kişiyim.
Kitap düşmanı Türün tonlarca kitabı yakacağı yerde hiç olmazsa, İzmit’te SEKA’ya gönderseydi, bu cinayeti bir ölçüde hafifletmiş olurdu.
Faik Türün’ün emrinde ve hiyerarşisinde bulunan ve onun her türlü, yasadışı tutumuna hukuki kılıf hazırlamak yarışına giren Çizmeci’nin, kitap konusunda da
komutanının anlayışına uygun, el koyma istemlerine gereken yanıtını mahkemece verileceğine inanıyorum.

VI. Kısım:

Avukat Görüşmesiyle İlgili Dilekçeler.,

Ceza Evinde bulunduğum son 1 ay hariç, avukat görüşmeleri devamlı dinlenilmiş, dinleyici subaylar bazen not almış ve bazen de konuşmaya müdahale etmiştir.
353 Sayılı Yasanın 91. maddesine aykırı olan bu uygulama, ST 31-15 Talimnamesinin 33. maddesi c fıkrasına uygun bulunmaktadır. Onun için, yasa
yerine talimname esas alınarak uygulamaya tevessül edilmiştir.2
Bu konunun düzeltilmesi için, ilgili makamlara yaptığımız başvurulara verilen yazılı yanıtlar, Ceza Evi idaresince yazılı olarak bizlere tebliğ edilmemiştir. Ek 39-
41’e bakınız.
Mahkemedeki duruşma arasında bile Asayiş Birliğinin görevli subay ve astsubayları sanıkların müdafileriyle birkaç kelime ile dahi olsun görüşmesine
engel olmuşlardır.
Bu konuyla ilgili olarak bir subayla aramda geçen ve duruşma tutanağına yansıyan tartışmayı eleştirimi tamamlamak için Ek 2’de8 sunuyorum. (Duruşma
Tutanağı Sahife No: 251, 252, 253, 254, 261, 262)
Duruşma Tutanağı Sahife 254’te de görüldüğü gibi, tartışmayla ilgili duruşma tutanağı yasa gereğince 1. Ordu Komutanlığına gönderilmiştir. Komutanlık beni
haklı bulmuş olmalı ki; hakkımda soruşturma açmak şöyle dursun, benimle tartışan subayı görevinden almıştır. O günden sonra tartıştığım subayı ne
duruşma salonunda ne de Selimiye’de görmedim.

VII. Kısım:

Mahkemeye Verilen Dilekçeler.,

Ek 42’deki dilekçe, Nuri Yazıcı’yla ilişkilerimin niteliğinin saptanılması için, sorgum esnasında mahkemeye verilmek istenmiş, mahkeme tarafından
duruşmanın daha ilerdeki evresinde verilmesi önerilmiştir. Bu öneriye uyarak, 5 Eylül 1974 tarihinde mahkemeye verdiğim “duruşmadaki beyanlarımın
doğruluğunu saptayan belgeler”i içeren dosyanın Ek 4’ü olarak dilekçeyi ve eki olan vekaletnameyi vermiş bulunuyorum. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 570, St. No: 5-7’e bakınız)
Bu konudaki beyanlar tarafımdan, belgesel olarak doğrulandığı gibi Nuri Yazıcı’nın 3 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye verdiği dilekçe ve eki ile de
aramızdaki ihtilafa neden olan dava konusu belgelenmektedir.
Yazıcı ile aramızdaki uyuşmazlığın tanığı olan iki kişi (Ek-42) dilekçede belirtilmiş ve bu kişilerin dinlenilmesine gerek görülmemiştir.
Ek 43’teki dilekçe Numan Esin’in sorgusuna yanıt olarak verilmiştir. Duruşma Tutanağı Sahife No: 382, St. 11-12, 13-18, 24-25 el yazılı dilekçenin 10-11. Ek
439’daki daktiloyla yazılı dilekçenin 7. ve 8. sahifelerinde, Memduh Eren’li Kontrgerilla’da “Boğaz Köprüsü”yle ilgili olarak Memduh Eren’in evinde üç
toplantı yapıldığı beyan edilmiştir. Bu beyanlara ve sözü geçen yüzleştirmeye rağmen, Memduh Eren’in ifadelerine “Boğaz Köprüsü”yle ilgili suçlamaların
katılmaması anlamlıdır. Bu durum tertibin özellikle, seçilmiş belirli kişileri hedef aldığını kesinlikle kanıtlamaktadır.
Ek 44’teki dilekçe Saim Deliismailoğlu’nun sorgusuna karşı verdiğim yanıtı içermektedir.
Anayasa konusunda benimle ilgili suçlamalar tertipçilerce az görülmüş olmalı ki, hiç tanımadığım bir kişi olan Saim Deliismailoğlu’nun ifadesi ile bir “anayasa
toplantısı”na katılmış bulunuyorum.

Bu kişinin ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını ve kendisini tanımadığımı kanıtlamak için, kendisinden kişisel durumum hakkında sual sormamı veya
mahkemece soru sorulmasını istedim. Bu istemim yanıtsız bırakılmıştır. (Duruşma Tutanağı Sahife No. 47, 18 Haziran 1973)

Ek 45’teki dilekçe, Atamer Erol’un sorgusuna karşı verdiğim yanıtı içermektedir.
Bu dilekçede, 27 Mayıs’ta 147’lerle üniversitede, kız öğrencilere sarkıntılık yapmakla tanındığı için, asistan olarak uzaklaştırılmış bir kişinin hukuk profesörü
olarak, Yedek Subay Okulu dönemindeki öğrenciliği dahil, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Adli Müşavirliğine yön vermek için çalıştırıldığını, eline geçen bu
olanaktan yararlanarak, 27 Mayısçıları özellikle Milli Birlik Komitesi üyelerini her çareye başvurarak suçlatılma tertiplerine katıldığını belirtmiş bulunuyorum.
Ayrıca bu dilekçede, genellikle Atamer Erol’un ifadelerinden kaynaklanan “ön anayasa taslağı” ve “devrimci kadro listesi” suçlamalarının, hukuken değeri
bulunmadığını da ispatlamış bulunuyorum.
Nitekim daha sonra, tanık olarak dinlenilen İlyas Albayrak ve Emin Değer’in ifadeleri, bu konudaki savla da ilgimin bulunmadığını ortaya çıkarmış
bulunmaktadır.

Ek 46’da sureti verilen 5 Şubat 1974 tarihli dilekçeye ekli olarak 169 sahifelik bir dosyayı mahkemeye sundum. (Bölüm I ve III Duruşma Tutanağı Sahife No: 502, St. No: 14-22.) Tutanağa sadece dilekçenin sahife adedi yazılmıştır. 
Bu dosyada benimle ilgili tüm sanıkların ve benim ifadelerim paragraf paragraf eleştirilmiş ve Askeri Savcı Çizmeci’nin iddialarının esasını teşkil eden ifadelerin, hukuki değeri bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca davada tanık durumunda bulunan kişilerin tümü ifadelerin “adı geçenler” bölümünde gösterilmiştir. Ve bazı istemlerde bulunulmuş ve MİT emriyle tutuklanmış olmamın hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir.

Ek 47’deki dilekte, Numan Esin’in ifadelerinde yer alan, avukat ücretiyle ilgili ödemenin yapıldığını göstermektedir.
Ek 48’deki dilekçe ile daha Af Kanununun esasları belli olmadığı bir dönemde 
“Af Kanununun lehimde tecelli etmesi ihtimal dahilinde olan tüm hükümlerinden
yararlanmak istemediğimi” mahkemeye duyurmuş bulunmaktayım.
10 Nisan 1974 tarihli duruşmada mahkemeye sunulan ve Ek-49’da sadece dilekçe sureti verilen 213 sahifelik dosyada (Bölüm: III) sorgu evresi sonunda
hukuki durumum eleştirilmiş ve bu amaçla istemlerde bulunulmuştur. (Duruşma tutanağı sahife No. 526, St. No:31-37)
Askeri Savcı Süleyman Takkeci her nedense verdiğim dosyaları okumamıştır.

Zaman zaman verdiği mütealalarında bu gerçeği saptadığım için de kendisini eleştirdim. Bu eleştirilerime rağmen okumamakta direndiği için, bu dosyada yer
alan soruşturma genişletilmesi istemlerini yanıtsız bırakmıştır. (Duruşma tutanağı Sahife No: 544, St.No: 43-52, Sahife: 557, St. No: 42-46 ve Ek-52’ye bakınız.)
Bu dosyanın ilgili bölümlerini 3.ve 5. klasörlerde yer alan savunmamın “ Somut hukuki savunma ” bölümüne de katmış bulunuyorum.
Ek-50’de “kamu tanıkları dinlenilmesi evresi sonunda hukuki durumun eleştirisi” yapılmıştır. (Bölüm: V) ekli çizelgelerde de görüldüğü gibi dinlenen tanıkların
tümü benim duruşmadaki beyanlarımı doğrulamış, buna karşın Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin benimle ilgili hiçbir savı doğrulanmamıştır. (Duruşma
Tutanağı Sahife No: 541, Satır No: 46-48)
Ek-51’de yer alan ve değerli savunma avukatlarım tarafından yazılan “soruşturmanın derinleştirilmesi istemlerini kapsamaktadır”. Duruşma Tutanağı
Sahife No: 549 St. No: 14-17, 22-239 ve Duruşma Tutanağı Sahife No: 544, St.No: 38-52, Sahife No: 550, St. No: 11-19 ve Sahife No:557, St. No.42-46)
Askeri Savcı Takkeci gerek bu dilekçede yer alan veya verdiğim diğer dilekçelerde bulunan ve gerekse duruşmada yaptığım istemlerin hemen hemen
tümüne katılmıştır. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 551-557)

Örneğin: İşkence konusu’nda saptama istemleri, Faik Türün’ün ve bu davada sanık olarak gösterilen komutanların, hiç olmazsa tanık olarak dinlenilmeleri
istemleri bunlar arasındadır. Mahkeme ise istemlerin çoğunu incelemek gereğini duymamıştır. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 558-559-563-567-570-573-578)
Ek-51’deki dilekçe ile Askeri Savcı’nın “soruşturmanın genişletilmesi istemleriyle ilgili mütalaası eleştirilmiş ve Ek-22’de suretini verdiğim 6 Mayıs 1973 tarihinde
yazılan ve fakat mahkemeye verilmeyen dilekçe (Ek-51) dilekçeye (Ek-1) olarak sunulmuş rapor sahteliği konusu gördüğüm lüzum üzerine eleştirilmiştir.
Ek-53’deki dilekçeye ekli dosya ile “duruşmadaki beyanlarımın doğruluğunu saptayan belgeler” mahkemeye sunulmuştur. (Duruşma tutanağı Sahife No: 570, Satır No: 5-7)
Belgelerin; Askeri Savcı’nın iddialarının gerçekleri yansıtmadığını gösterecek nitelikte olduğu incelendiğinde anlaşılacaktır.
Ek-54-56’da yer alan dilekçelerimde, savunma döneminde verirsiniz önerisiyle mahkeme tarafından alınmamıştır.
(Ek-54) duruşma tutanağı düzeltmesi, (Ek-55) Askeri Savcı’ya yanıt ve (Ek-56) ise ön anayasa taslağı sav’ının dinlenen tanık beyanlarına göre eleştirisi
yapılmıştır.
Bilindiği gibi, MİT’te sorgulandığımın tanığı bulunan Faruk Ateşdağlı’nın tanık olarak dinlenilmesini istemiştim. Bu istemim kabul edilmemişti. Oysa benim
durumumun saptanılması için Faruk Ateşdağlı’nın tanıklığı çok önemliydi.
Zamanın Garnizon Komutanı Korgeneral Fikret Köknar ile Emniyet Müdürü Nihat Aslantürk’ünde MİT’te sorgulandığımı bildiklerini ortaya çıkarıyordu. Bu nedenle,
noter kanalıyla alınan ifadesini bir dosya ile mahkemeye sunmak istedim. Bu dosyada savunma döneminde verirsiniz diyerek kabul edilmemiştir.9 (Duruşma
Tutanağı Sahife No: 576-578) Adı geçen dosyaya, savunmamın, 2. Klasör, I. Kısmında yer alan hazırlık soruşturmasının eleştirisi bölümünde Ek-5 olarak dahil edilerek mahkemeye sunulmaktadır.

Kelimesi kelimesine İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine Avrupa sözleşmesine; yasalar, tüzükler, yönetmeliklere ve dava dosyasına, yüzlerce yapıta ve binlerce belgeye dayanılarak yapılan savunmamda izlediğiniz gibi suçsuzluğumu ispat çabasından daha çok, bu davayı düzenleyen örgüt ve kişilerin suçluluklarını saptamaya çalıştım.

Bugün için tertipçilerin suçluluklarının saptanılma olanağı bulunmadığını da biliyorum.
Mahkemeniz aracılığı ile tarihe tevdi etmiş olduğum savunmamla, tüm işbirlikçi ve satılmış hainleri ve onların örgütlerini tarihin adil yargısına terk ediyorum.

Saygılarımla.


1- Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri (David Galula) (15 No.lu kitap olarak mahkemeye verilmiştir.)
2- ST 31-15 “Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât” Talimnamesi
3- Günaydın, 30.12.1972 tarihli (İsrail hapishanesine ait bir fotoğraf.)
4- Günaydın, 4.1.1973 tarihli (Harp esirlerine verilen konseri gösteren fotoğraf.)
5- Akşam, 6 Aralık 1965 tarihli (Tural’a Selçuk Atakan ile yazdığımız açık mektup.) (1. Klasör, I. Kısım P. Savunma ekleri arasında bulunan yazılar dosyasına bakınız.)
6- Hasan Bal’ın Deniz Astsubay örgütü davasında mahkemeye verdiği 9 Kasım 
1973 tarihli dilekçe şöyledir:


Birinci Ordu Komutanlığı 3 Nolu Askeri Mahkeme Başkanlığına  Açıklama Hakkında Tutuklu bulunduğum sürede tutukluluğun verdiği moral bozukluğu daha evvelce bende mevcut olan asabi rahatsızlığımı arttırmış ve beni sinir krizlerine sürüklemiştir. Bu sinir krizleri anında ne yaptığımı ne de söylediğimi 
bilemeyecek duruma geliyorum ve daha sonra yaptıklarımın büyük bir kısmını hatırlayamıyorum. Hafızamda kaldığına göre bu kriz anlarından birinde Selimiye
Askeri Tutuk Evi Müdürü ile görüştürüldüm. Bu görüşmenin sonrasında neler söylediğimi tafsilatı ile bilmiyorum fakat arkadaşlarıma bir atfi cürumda bulunmuş olabilirim. Bu konuşmaların teyp bantlarına alınmış olabileceğini ve bu davanın aleyhinde iddia makamı tarafından delil olarak öne sürülebileceğini göz önünde tutarak bu açıklamayı yapma zorunluluğunu duyuyorum.

Hastalığım sebebi ile 6 aya yakın bir zaman Haydarpaşa Askeri Hastanesin’de yattım. Bu esnada bir sürü sinir krizleri geçirdim. Bu krizler beni intiharın eşiğine
kadar getirdi ve hastanede üzerime kolonya dökerek kendimi yaktım.
Durumumun göz önüne alınarak eğer varsa arkadaşlarımı suçlar mahiyetteki teyp bantlarının nazari dikkate alınmamasını mahkeme heyetinden 9 Kasım 1973 arz ve talep ederim.

Hasan Bal.,

7- Cumhuriyet, 16 Eylül 1972 tarihli Yasak Kitap Sorunu, Orhan Apaydın. (7. Klasör Ek-33, Lahika III’e bakınız.)
8- Duruşma Tutanağı Sahife No: 251, 252, 253, 254, 261, 262’de yer alan görevli subayla tartışma ile ilgili bölümü.
9- Faruk Ateşdağlı’nın noter kanalıyla alınan ifadesi (2. Klasör, I. Kısım hazırlık soruşturmasının eleştirisi Ek-5’deki dosyanın ekine bakınız.)
Ek 1-A Hukuki Durumuma İlişkin İstekler ve NotlarAvukatlarım İçin (I. Bölüm)

1. Prensip

Şahsen ben, prensip olarak sonucunun mutlak olumsuz olacağını bilmemize rağmen, kanun ve yönetmeliklerin hukuken tanıdığı bütün hakların
kullanılmasından yanayım.
Gayem, uygar insanın önde gelen niteliklerinden biri olan, hak arama hürriyetinin kullanılmasıdır. Sonuç almak değil. Bu dahi beni tatmine yeter.
Bu düşüncemin sonucu olarak da bugüne kadarki uygulamada, kanun ve tüzüklere aykırı olduğunu sandığım bazı hususları aşağıya çıkarmış
bulunuyorum. Son kararı takdirlerinize sunarım. (ACMUK: 196-198)
Bu konular, prensiplerimize uygun olarak hukuki incelemesi yapılır ve gene kararlarınıza göre benim veya sizin tarafınızdan, hemen veya duruşmanın
herhangi bir safhasında (özellikle savunma) kullanılması hususu bugünden kararlaştırıldı.
Ancak kurumların bir kısmı için bugünden bazı müracaatların yapılması, bize ilerde kullanabilmemiz için malzeme olacağı hususu da göz önüne alınmalıdır.

2. Evde Arama

a. CMUK 94-103 madde
b. ACMUK 66-68 madde
c. Sıkıyönetim Yasası (1402 Sayılı Kanun) - Madde-3
Bu üç kanun arasındaki ilişkinin hukuken incelenmesini arzularım.
d. Bu inceleme sonucu 3/4 Temmuz 1972 gecesi 24:00-01:00 arasında evimde yapılan aramanın gayri ahlaki, vicdani, insani ve hukuki olduğunun açıklıkla
meydana çıkarılabileceğini sanıyorum.

Şöyle ki:

1- Arama Gece Yapıldı:

(1402 Nolu Kanunun 3. maddesinde zamanı belirleyen bir kayıt bulunmadığına göre, CMUK ve ACMUK’unun bu husustaki maddelerinin uygulanması gerekir.
Bu takdirde de işlemin kanunlara aykırı olduğu meydana çıkar.) (CMUK - madde - 96)
2- Arama Emri Yoktu:

“Asker kişiler, MİT ilgilileri ve polisten oluşan 20’den fazla şahıs, önce sokak kapısını açıp, merdivenlerde yerleşiyorlar ve bu arada sokak kapısının lambasını
yaktıktan sonra zili çalıyorlar. Ben uyanıyorum, gece olduğu için kapıyı açmadan pencereden bakıyorum ve durumu anlayıp, kapıyı açıyorum. Karşıma çıkan
şahsa arama emri soruyorum. Bu zat cevap olarak örfi idare diyor. Israr ediyorum, gene örfi idare diyor ve hüviyetini gösteriyor, doğru ise Metin Bozbora
ve bütün ekip birden evin her tarafına aynı anda dalıyor. Eşim henüz giyinmiş bile değil. Bu arada ekipte bir Piyade Albay görerek onu muhatap alıyorum. Örfi
idarenin de hukuka uyması gerektiğini keyfi idare olmadığını arama emri bulunmamasının ve bu şekilde aramanın kanunlara aykırı olduğunu söyledimse
de nafile… Bu şekilde bir arama CMUK - 97. maddeye aykırı olması gerekir.”

3- Aramanın Gayesi Bildirilmedi: (CMUK - 97. madde) aykırı.
4- Aramayı 20’den Fazla Kişi Aynı Anda Yaptı: (CMUK - 97. madde) aykırı.
5- Aramadan Sonra Belge Verilmedi: (CMUK- 99. madde) aykırı.
6- Alınan Kitaplar: Zabıt tutuldu, suret verilmedi.

3. Saç Kesme.,

a. Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun (Kanun No: 1721 Kabul Tarihi: 14.6.1930) Madde 226: Hükümlü ve tutukluların traşı:
Hükümlü ve tutukluların toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal bırakmalarına izin verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir.
b. Ceza ve Tevkif Evi İç Yönetmeliği (Resmi Gazete ile yayın tarihi: 19/12/1967) Madde-20: Saç Kesme ve Berberlik İşleri Toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal bırakanlar ile, saçlarının temizliğine dikkat ve itina göstermedikleri idarece tespit edilen hükümlü ve tutukluların saç ve sakal bırakmalarına izin verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir.
c. Türkiye ve Türkiye’nin çeşitli antlaşmalarla bağlı bulunduğu uygar batı aleminin bu konudaki bugüne kadarki teamülü, aydın kişilerin saçının kesilmemesi şeklinde belirlenmiştir.
d. Yukarıda 3. madde b fıkrasında açıklanan madde 20’deki saç kesmek için “temizliğe dikkat ve itina göstermemek”in tespitini şart koşmuştur.
1- Gözaltına alınır alınmaz (4 Temmuz 1972’de) ilk defa ve
2- Selimiye’de hücreye alınmadan önce (4 Ağustos 1972’de) bir defa olmak üzere, iki defa saçım 1 nolu makine ile kesildi.
f. Kanun ve tüzüklere aykırı uygulamanın da önlenilmesi için gerekli hukuki incelemenin yapılmasını ve buna uygun müracaatların yapılmasını istirham
etmekteyim.

4. Tutuklanmanın Yakınlara Haber Verilmesi

Bu hususta yerine getirilmiştir.

a. Anayasa - Madde: 30
b. ACMUK - Madde: 73
c. CMUK - madde: 107
d. Tazminat Kanunu: (466 Nolu Ka-nun) madde: 5
e. Ceza İnfaz Hukuku ve İnfaz Müesseseleri (İstanbul Cumhuriyet Savcı Yardımcısı A. Rıza Mengüç,1968, Sf. 15-16)

5. Tutuklama Kararına İtiraz ve Tahliye Talebi

a. 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’nce verilen tutuklama kararına itiraz etmedik ve tahliye talebinde bulunmadık. (ACMUK - madde: 74)
b. Neden olarak Askeri Savcı tarafından dosyanın incelenmesine müsaade edilmediğini bildirdiniz. Bu takdirde Askeri Savcı, ACMUK - madde-90’ın 3.
fıkrasını ihlal etmiyor mu?
c. Eğer ediyorsa bu hususu tevsik için yazılı bir müracaat gerekmez miydi?
d. Tahliye talebinde bulunmamak ve tutuklama kararına itiraz etmemek zimmen suçu kabullenmek anlamını taçammum etmez mi? Bu husustaki teamül nedir?

6. Tutukluluk Halinin İncelenmesi:

a. Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının 8.8.1972 tarih ve 1972/278 NC sayılı kararı ile tutuklama halinin devamına dair olan kararı tebellüğ ettim.
b. Bu karara göre yeniden inceleme tarihi 1 Eylül 1972’dir. Siz bu tarihe kadar dosyayı inceleyecek misiniz?
c. Eğer dosyayı görmek imkanınız olursa Askeri Savcı’ya incelemek üzere bazı hususların tesbiti talebinde bulunabilir miyiz?
d. ACMUK - madde-75 gereğince tutuklama halinin incelemesini isteyecek miyiz?
e. 1 Eylül 1972’de verilecek tutuklamanın uzatılması kararına itiraz edecek miyiz?

7. Avukatla Görüşme Meselesi.,

a. ACMUK - madde-91 gereğince bir tutuklunun avukatı ile her zaman görüşmesi mümkün. İlgili maddede süre bakımından bir sınırlama yok. Halbuki bugünkü
uygulamada beş dakika oluyor, bu konuda askeri mahkeme nezdinde itiraz etmekte fayda görür müsünüz?
b. Gene bu madde gereğince görüşmede Askeri Savcı ya da yardımcısı bulunabilir kaydı vardır. Askeri Savcı yardımcısı olan şahıs As. Ad. Hak.
sınıfından olması gerektiğine göre tatbikatta bir usul hatası yapılmıyor mu? Bu hususun belgelendirilmesinde bir fayda mülahaza eder misiniz?


***

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 7

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 7



II. Kısım:

Sağlığımla İlgili Dilekçeler

5. Ek 24-28’de yer alan dilekçeler geçirdiğim bir hastalık nedeni ile tedavi görmediğimi ve sağlık durumu saptamam için istediğim belgelerin bana
verilmediğini göstermektedir.

İlgililer 353 Sayılı Yasanın 10. maddesinde yer alan “Askeri yargı organınca tutuklanmış veya hapsedilmiş veya askeri makamlarca muhafaza altına alınmış
veya göz edilmiş kişiler asker kişi sayılırlar” hükmünü sürekli olarak keyfi ve indi bir yoruma tabi tutarak “er kişi” sayılır şekline dönüştürmüşler ve er olarak 
kabul ettikleri kişiler üzerinde de her türlü zulmün uygulanmasını kendilerinde hak görmüşlerdir.

Oysa, emekli bir subay olarak hüküm giyinceye kadar “masumiyet karinesi” uyarınca her türlü kazanılmış haklarım saklı bulunuyordu. Değil tutuklu bulunmak esir dahi olsaydım, Cenevre Sözleşmesi uyarınca (6020 Sayılı Kanun) daha insani işlem görmem gerekirdi.
Nitekim, Cenevre Sözleşmesi’nin 12. maddesinde:
“Yaralı ve hasta olanlar her halükarda saygı görecekler ve korunacaklardır.” hükmü yanında madde 44’te “Harp esiri olan subaylarla mümasillerine, rütbe ve
yaşlarına göre gösterilmesi gereken hürmetle muamele edilecektir.” kaydı da bulunmaktadır.
Halbuki dilekçelerimde de belirttiğim gibi, Haydarpaşa Hastanesi’nde hastaların konulduğu koğuşa bu devirde uygar olduğunu iddia eden uluslar hayvanlarını
dahi bağlamazlar… Bu iğrenç, vahşi uygulamanın aleti olmuş herkese teessüf ederim. Nitekim Haydarpaşa Hastanesi’nde tutuklulara yapılan muameleleri dile
getirdikten çok kısa bir dönem sonra, tutuklu bir hanım ihmalin kurbanı olarak gencecik yaşında vefat etti...
Gördüğüm sürekli işkence sonucu 3 Nisan 1973 günü kalbimden rahatsızlandım.
Gecesi Ceza ve Tutuk Evinde mütehassıs doktor tarafından elektro-kardiyograf im çekildi. Doktor elektrodan hastalığımın önemini anlamış olmalı ki 4 Nisan 1973  sabahı sedye ile hastaneye kaldırıldım. Anlayamadığım bir nedenle ilk önce Çamlıca Askeri Hastanesi’nde elektrom çekildi sonra da Haydarpaşa
Askeri Hastanesi’ne yatırıldım. Sedye ile taşınmam birkaç saat sürdü. Nihayet kendimi Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde bir izbede buldum. Bu izbede
yatmaktansa ölmeyi tercih ettiğim için, her türlü cezayı göze alarak ilgililere çok ağır hakaret ettim. Bu hakaretlerime o anda aynı koğuşta bulunan başta Alp
Kuran dahil görevli kişiler de tanık oldular. Ne yazık ki, ilgililer, yasadışı uygulamaları sahneye çıkmasın diye, hakaretlerime yutkunmayı yeğlediler.
Sonuçta tedavi görmeden Ceza ve Tutuk Evine gönderildim. İşkencecilerle birlikte çalışan bir askeri hastanede tedavi görmek olanaksız olduğundan, sağlık
durumumun dışarıda kendi olanaklarımla saptayabilmek için çekilen üç elektro ile tahlil sonuçlarını 12 Nisan 1973 tarihli bir dilekçe ile İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığından istemiştim. (Ek-25)
Tüm başvurmalar yanıtsız bırakıldığı için, bu dilekçeme de yasal süre olan bir ay içinde, olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamadım. Bunun üzerine, İç Hizmetler
Kanun ve Yönetmeliğinin “şikayet edilen makam atlanır” kuralından hareketle durumu; 12 Haziran 1973 tarihli bir dilekçe ile (Ek-25) mahkeme aracılığı ile
“Başbakanlık” ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına bildirmek istedim. Mahkeme dilekçemi kabul etmedi ve bu hususu duruşma tutanağına da geçirmedi. Bunun
üzerine dilekçemin avukatıma verilmesini istedim. 
Bu dileğim kabul edildi.
Avukatıma verdiğim dilekçeler ilgili makamlara ulaştırıldı. (Hazırlık Soruşturması nın Eleştirisi 2. Klasör I. Kısım’da belirttiğim gibi, aynı gün -12 Haziran 1973- işkence savlarımın incelenmesi için mahkeme kanalıyla Başbakanlık ve Genel Kurmay Başkanlığına göndermek istediğim dilekçeler de aynı yoldan ilgili makamlara ulaştırılmıştı.)

Sağlığım konusunda, gereği için Başbakanlık, bilgi için Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiğim bu dilekçelerime de yasal süresi içinde yanıt
verilmedi. Ancak aradan bir ay geçtikten sonra 7 Temmuz 1973 günü, görevli bir subay, “sağlığım konusunda şikayetim olduğu adli müşavirlikçe bildirildiğini, 
onun için doktor asteğmene muayene olmam gerektiğini” bana bildirdi. 

Bu muayeneyi kabul etmedim. Nasıl edebilirdim ki…

Hastanenin bakım ve tedavisinden şikayetçi olduğum için, savım ancak 353 Sayılı Yasanın 62. maddesi gereğince kurulacak bir bilirkişi ile incelenebilirdi.
Kaldı ki böyle bir mekanizma içinde her kuruma karşı güvencemi yitirdiğimden ilgililerden sadece çekilen elektrolarla tahlil sonuçlarını istiyordum.
Bu durum üzerinde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına 9 Temmuz 1973 günü bir dilekçe vererek (Ek-26) sağlığım konusundaki istemlerimi yineledim ve bu
konuda ihmali görülenler hakkında kanuni muamele yapılmasını istedim.

Ek-25’teki Başbakanlık ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiğim dilekçeden de anlaşılacağı gibi, tüm işlemlerde olduğu üzere, bu konuda da baş
sorumlu Türün’dü; ben ise Ek-26’daki dilekçe ile kendisinden suçluluğunun saptanılmasını istiyordum.
Kuşkusuz amacım bu olamazdı. Gayem onun ilkel yönetim tarzını belgesel olarak tarih önünde saptamaktı.
18 Temmuz 1973 günü görevli subay; usulen belge vermemek kuralına bağlı kalarak benimle bu konuda yeniden görüşmek istemesi üzerine 23 Temmuz 1973 günü, aynı konuda dördüncü dilekçeyi verdim. (Ek-27)

Ve sonuçta fotokopisi (Ek-28) sunulan 2 Ağustos 1973 tarihli raporu aldım.
Rapor istemimin karşılığı değildi. Çünkü; II. Kısım’da bulunan (Ek 24-28) dilekçelerimde görüldüğü gibi, sadece çekilen elektrokardiyogramlar ile tahlil
sonuçlarını istiyordum.
Buna rağmen ilk müracaatımdan 4 ay sonra da olsa Faik Türün Sıkıyönetiminden yazılı bir belge elde etmek benim için büyük bir başarıydı…
Alınan raporu elektrolarımı çektiği anlaşılan Kardiyolog Binbaşı Doğan Toraman imza koymamış olmalı ki “izinli” kaydı ile yetinilmiş olduğu görülüyor. Oysa
dilekçelerimde de belirttiğim üzere, kardiyoloğun gösterdiği lüzum üzerine hastaneye kaldırıldığım halde, aynı gün (4.4.1973) kardiovarkülen sistemin tabii
bulunduğu hakkındaki raporun doğru olduğunu kabul aklen dahi olanaksızdır.

Esasen yetkili tabibin de bu tertibe alet olmamak için imza koymadığı anlaşılıyor.
Rap orda imzası bulunan ikinci kişi; Cumhur Kayadelen adlı ruh ve sinir hastalıkları mütehassısıdır. Değerli bir tabip ve şerefli bir kişi olduğunu duyduğum bu kişi, halen İzmir’de sivil olarak hizmet vermektedir. Koşullar elverdiğinde bildiği gerçekleri, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin işkencecilerin hastanesi olduğunu, açıklarsa tarihe hizmet etmiş olur.

Her işkence uygulanan ülkede, işkencecilerin hem doktorlarının hem de hastanelerinin bulunmakta oluşu, tabiplik mesleği için tehlikeli bir gelişmedir.
Deontoloji okuyan ve Hipokrat’ın yemini ile mesleğe başlayan tabipler ve tabip odaları, bu tehlikeli akıma karşı çıkmalıdır. Örneğin Ankara Tabip Odası bir
“işkenceci doktor”a karşı şerefli bir kavga vermesine karşın, ihmal sonucu tutuklu kişilerin ölümüne neden olduğu halde Haydarpaşa Askeri Hastanesi ve onun işkenceci tabipleri eleştirilmiş değildir.

İşkenceci tabiplerin kimler olduğunu öğrenmek mi istiyorsunuz? İşkence iddialarıyla ilgili raporlara bakmak yeterlidir. Çoğunlukla aynı kişilerin imzasını
göreceksiniz ve onları saptamış olacaksınız…
Türkiye’de bu görev yapılmış değildir. Oysa Yunanistan’da 404 Nolu Askeri Hastane işkencecilerin hastanesi olarak saptanılmış bulunmaktadır.
İlgililerin sağlık konusundaki yasal istemlerini ısrarla yerine getirmekten kaçınmalarının nedeni işkence sonucu kalbimin rahatsızlandığını iddia etmemi
önlemek için başvurulmuş bir yöntemdi…
Ceza ve Tutuk Evinden çıkınca üniversitede çektirdiğim elektroradiyagramda “kalp spazmı” geçirdiğim saptanılmıştır. Belgeleri bendedir. Bu durum, bile bile
ölüme terk edildiğimi ve kasti olarak tedaviye tabi tutulmadığımı göstermektedir.

III. Kısım:

Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’yla İlgili Dilekçe

“Bomba Davası” duruşmalarının başladığı gün (4 Mayıs 1973) saat 19.00 “Haber Bülteni”nde; yasalara, hukuka ve hatta ahlaka sığmayan bir anlayışla, mahkeme hükmünden önce, kamuoyunu aleyhimde etkilemek amacı ile, mülga 1 Nolu Mahkemenin kararları hiçe sayılarak suçlandım. (Ek-30)

Bu durum üzerine 7 Mayıs 1973 günü (Ek-29) mahkemeye bir dilekçe vererek Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun yasalarımıza aykırı düşen yayınlarına 
son verilmesi ve sorumluları hakkında yasal soruşturma yapılmasını istedim.
(Duruşma Tutanağı Sahife No: 11) Mahkeme, dilekçemi Askeri Savcılığa göndermek kararı aldı. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 11)
TRT’yle ilgili dilekçem Başbakanlığa gönderilmiş olmalı ki 6.6.1973 tarih ve Başbakanlık Müsteşarlığının 2/41 sayılı yazısıyla cevaplandırıldı.
Verdiğim dilekçeyi, haber bültenini ve Başbakanlık yazısının suretlerini takdim ediyorum. Musa Öğün TRT’si ile Talû’nun Başbakanlık yönetim felsefesini
gösteren bu belgenin kendisi konuşmaktadır…
Mahkemeye çıkarıldığımız gün, hiçbir davaya nasip olmayacak ölçüde yayın yapan TRT, tahliye olduğumuz gün sadece “Bomba Davasının tutuklu 8 sanığı
tahliye olundu” diye bildirirken, aynı gün bir başka davadan tahliye olunan kişileri ismen açıklıyordu…
Böyle bir tavrı, İsmail Cem’in TRT’sine yakıştıramadığımdan, TRT gibi önemli bir örgütte tüneyen, gizli örgütler mensuplarının marifeti olarak kabul ettim. Ve bu
durumu tahliyemin hemen ertesi günü (22 Mayıs 1974) bir mektupla TRT Genel Müdürü Cem İpekçi’ye duyurdum.

IV. Kısım:

Ceza ve Tutuk Eviyle İlgili Dilekçeler.,

   1963 yılında Mamak Askeri Ceza ve Tutuk Evinde yattım. O tarihlerde gene Sıkıyönetim vardı ve Sıkıyönetim Komutanı Tural’dı.

O dönemde de Genç Kemalistler Ordusu’nun birkaç sanığının MİT’te işkence ile sorgulanmasına karşın, 21 Mayısçıların sorgulanmasında yaygın bir işkence
iddiasında bulunulmamış ve ilkel bir anlayışla saç kesilmeye tenezzül edilmemiştir.

Mamak Cezaevinde bulunduğumuz sürece; gazete, kitap okumamıza ve radyo dinlememize müsaade edilmediği gibi hasta dahi olsa ne tek kişiye ilaç verilmiş
ne de hastaneye gönderilmiştir. Buna karşın havalandırma muntazaman yapılmış, sanıklar yönetmelikler gereğince sınıflandırılarak ayrı ayrı ko-ğuşlara
konulmuş ve onur kırıcı sırf rahatsız etmek amacı ile düzenlenmiş aramalar yapılmamış ve avukat görüşmeleri dinlenilmemiştir.

Tural her ne kadar etrafına dehşet saçan bir kişi olarak görünüyorsa da, biz onun “karanlıkta şarkı söyleyen” türden bir kişi olduğunu iyi bilirdik.5 Onun için, 27 Mayıs’ta hem vardır, hem yoktur. 27 Mayıs’tan sonra imzalanan protokoller deki durumu da hemen hemen aynıdır. 21 Mayıs gecesi Konya’daki durumun en yakın tanığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Nihat Aslantürk’tür. Herhalde Aslantürk, Tural’ın 21 Mayısçılara karşı Sıkıyönetim Komutanı olarak gösterdiği
tavra epeyce gülmüştür. Neyse…

Sıkıyönetim Komutanı Tural’ın sorumluluktan kaçınan ve ürken bir kişi olduğunu bildiğim için; onun da yasadışı tutumunu tarih önünde saptamak için sürekli
olarak dilekçeler veriyordum.
Bu dilekçelerimin birini aldığında dilekçeyi kendisine gönderen Ceza ve Tutuk Evinde görevli Piyade Binbaşı Necdet Erzeren’i çağırarak, dilekçenin kendisine
neden gönderildiğini sorar.
Binbaşı davranışının yasal nedenlere dayandığını açıklaması üzerine Tural kızarak bağırır:
“Bu heriflerin dilekçesini bana göndermek şöyle dursun, işkence edeceksiniz.” diye...
Binbaşı şerefli bir kişidir. Uşak değildir. Yanıtını verir…
“Yassıada örneği yeni oldu. Böyle bir arzunuz varsa, yazılı emir veriniz.” diye...
Piyade Binbaşı Necdet Erzeren, 6 ay önce geldiği Ankara’dan ertesi gün Amasya’nın Carcurum’una sürülmüştü ama şerefini korumuştu. Bugün de
kendisini hürmetle anıyorum…
Selimiye Ceza ve Tutuk Evinde ise; yemekler muntazaman er yemeği kalitesinde çıkmış ve ilaç aksatılmadan verilmiş olmasına karşın, bir öc alma aracı 
sayılarak herkesin saçları kesilmiştir. “Seçimlerden hemen sonra toplu saç kesme bunlar arasındadır.” Havalandırma hiç yapılmamış; herkese kelepçe takılmış,  tutukluları rahatsız etmek amacı ile Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına yakıştıramayacağımız toplu ve bireysel aramalar yapılmış, avukat görüşmeleri dinlenmiş, zaman zaman sanıkların bazıları tek tek idareye çağrılarak dövülmüştür. Ben de dahil olduğum halde bazı kişiler kanunsuz olarak hücrede tutulmuş, sanıkların yasal statüsü nazarı itibare alınmadığı gibi Ceza ve Tutuk Evlerinde yapılması zorunlu olan sınıflandırma yapılmamış ve en önemli olarak da personelin bazıları gizli örgütlerle çalıştığı için, içeriye soktukları ajanlarla ve kendilerinin çeşitli gruplar ve kişiler arasında sürtüşme ve kavgalara neden olmuşlar bu kavgaları ve bölünmeleri kendi amaçları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu tavrın nedenlerini bu bölümün başında ST 31-15 ve David
Galula’nın Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri adlı yapıtlara dayanarak açıklamıştım.

12 Ceza ve Tutuk Evi idaresince, zaaflarından yararlanılarak kullanılmak istenilen bir kişi intihara teşebbüs etmek durumuna düşürülmüştür.
İddialarımı kanıtlamak için Hasan Bal adlı sanığın dilekçesini ilişikte sunuyorum.6
10 Kasım 1972 günü, Ceza ve Tutuk Evi idaresince verilen talimatla bu kişi ile üzerimde Atatürk’le ilgili bir konuda provokasyon düzenlenmiş, fakat uyanık
davrandığımdan başarılamamıştır.

Ayrıntılarıyla saptadığım bu olay ve benzerlerini zamanı gelince açıklayacağım.
Bütün bu iğrenç uygulamalardan dolayı görevli olan kişilerin tümünü suçlamıyor, hatta bir bakıma büyük bir çoğunluğunu mazur görüyorum. Tüm kader ve
gelecekleri, bir kişinin kaleminden çıkacak olan bir miligram mürekkebe bağlanmış, kişilerin tümünden Piyade Binbaşı Necdet Erzeren’in tavrını
beklemek yersizdir.

Biliyorsunuz 12 Mart’tan sonra, subay, astsubay ve asteğmen öğrenci sicil yönetmeliklerinde yapılan bir değişiklikle sicil amirleri istediği anda subay,
astsubay ve askeri öğrencileri “ yasa dışı görüşleri benimsemek” gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden atabilmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir zulmün aracı olmasını önlemek isteyen güçlerin vermesi gereken ilk yasal kavga, sözü edilen yönetmeliklerin kaldırılması
olmalıdır. Böyle bir uygulama olan ülkede “hukuk devleti”nden söz edilemez.
Kendilerini mazur gördüğümüz büyük bir çoğunluk, sicil yönetmeliği baskısı ile kontrol altına alınırken gizli örgütlerle ilişkili, o örgütlerle ilgili kurslardan
geçirilerek indoktrine edilmiş küçük bir azınlık her sanığı komünist dolayısıyla düşman görerek, yasadışı yöntemleri büyük bir aşkla ve şevkle uygulamışlardır.
Örneğin, Ceza Evinde bu durumda olan birkaç küçük rütbeli subay, tüm yetkileri kontrollerinde bulundurarak bu uygulamaları fiilen yürütmüşlerdir.
Bu karakterde ve vasıftaki kişilerin, safları arasında şerefle görev yaptığımız Türk Silahlı Kuvvetlerine faydalı olduklarına ve olacaklarına inanmadığımız için
kendimizi hiçbir zaman affetmeyeceğiz.
Ceza ve Tutuk Evi yönetiminde saptadığım, yönetmelik dışı uygulamaların düzeltilmesi için ilgili makamlara gereken müracaatların yapılması için,
hazırladığım notları Ek-33’te dinleyici subay önünde okuyarak avukatıma vermek istedim. Müsaade edilmemesi üzerine yetkili bir kişi çağrılmasını istedim. Ceza
Evinde görevli Piyade Binbaşı karşıma geldi. Durumu kendisine anlattım ve ilgili yasa maddesini hatırlattım. Ceza Evinden şikayetçi olduğumu ve yasa gereğince
şikayet edilen makamın atlanacağını buna rağmen notlarımın niteliğini ilgili subayın öğrendiğini söyledim. Binbaşı kös dinliyordu. Sonuçta verilecek cevabı
kalmadığı için “burası hapishane” demekle yetindi... Bir binbaşının kendi rütbesini 14 sene önce taşıyan bir kişiye verdiği bu cevaptan ben utandım. 

Avukatım, dinleyici subay ve iki nöbetçi er yanında Binbaşıya layık olduğu yanıtı verdim.
Binbaşı mazurdu. Gizli örgütün adamı olmadığı rütbe ve makamının görevlerini kullanamamasından belli idi. Belki de dinleyici subay, gizli örgütün adamıydı.
Onun karşı çıktığı bir şeyi nasıl değiştirebilirdi…
Ek-34’teki dilekçe kelepçeyle ilgili olarak 7 Mayıs 1973 günü mahkemeye verilmek istenmiş idari bir konu olduğu için alınmamıştır. Uygulamanın sorumlusu olanlara dilekçe vermenin gereksizliğine inandığım için dilekçe bende kalmıştır.

8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 6

1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 6




Sayın Okurlarım,

Kitap hakkındaki her türlü görüş ve eleştiriniz bana güç katacaktır. Ancak yaşım ve olanaklarım nedeniyle elektronik postalarınıza yanıt veremeyeceğim için beni
bağışlamanızı diler, Saygılar Sunarım.

Talat Turhan
Kuzguncuk 2 Nisan 2009

1. Bomba Davası’nın bütün klasörlerinin içindekileri Bomba Davası Savunma’da sayfa 531 ve 532’de Ek-1 olarak yayınlanmıştı:

1. Klasör.,

I. Kısım: Politik Savunma ve Ekleri (Yayınlanan kısım)
II. Kısım: Kişisel Durum
III. Kısım: Hukuki Savunma (Savunma Avukatlarınca Hazırlanmıştır)

2. Klasör.,

I. Kısım: Hazırlık Soruşturmasının Eleştirisi ve Ekleri
II. Kısım: “İşkence Dosyası” (Yeni Halkçı-14 Kasım, 7 Aralık 1973)
III. Kısım: İşkence Konusundaki Makaleler
IV. Kısım: Avrupa Konseyi ve İşkence
V. Kısım: Dış Baskın ve İşkence
VI. Kısım: İşkence Konusunda Muhtelif Yazılar
VII. Kısım: İşkence İddiaları ve Soruşturması
VIII. Kısım: MİT ve Kontrgerilla’yla ilgili Yazılar
IX. Kısım: İşkence ve Sağ Basın

3. Klasör., (Somut Hukuki Savunma - Giriş ve Ekleri)

1. Sav: Genç Kemalistler Ordusu
2. Sav: Göksenin Olayı
3. Sav: Örgütsel Amaçla Kişilerin Tanıştırılması (6. Kısım)
4. Sav: Örgütsel Amaçla Toplantılar (4. kısım) (Çoğunlukla Sivil Kişiler)
5. Sav: Örgütsel Amaçla İlişkiler ve Toplantılar (4. Kısım)

4. Klasör., (Somut Hukuki Savunma)

6. Sav: Örgütün Ankara’da Bulunan Üst Kesimi (Askeri-Sivil)
7. Sav: Örgütsel Amaçlı Toplantılar (4. Kısım) (Çoğunlukla Asker Kişiler)
8. Sav: Ön Anayasa Taslağı ve Devrimci Kadro Listesi (2. Kısım)
9. Sav: 84 Sanıklı Dava ile İlişki (4. Kısım)

5. Klasör., (Somut Hukuki Savunma)

10. Sav: Terörist İlişkiler ve Eylemler (4. Kısım)
11. Sav: Boğaz Köprüsü (2. Kısım)
12. Sav: Tutuklamaktan Endişe Duymak
13. Sav: Bomba Davası’nın Diğer Davalarla İlişkisi (2. Kısım)

6. Klasör., (Esas Hakkında Mütalaa’ya Verilen Yanıt)

7. Klasör., (Dilekçelerin Eleştirisi)

8. Klasör.,

1. Bölüm: Giriş
2. Bölüm: CIA
3. Bölüm: AID
4. Bölüm: Basından Seçmeler

9. Klasör.,

1. Bölüm: Giriş
2. Bölüm: Faik Türün
3. Bölüm: Türkiye’de İşkence
4. Bölüm: Dünya’da İşkence
5. Bölüm: Yargılanan İşkenceciler
6. Bölüm: Gürler Olayı

10. Klasör.,

2. Reinhard Gehlen, Hitler’in Sığınağından Pentagon’a, İleri Yayınları, 2005.
3. Bu konuların ayrıntısı Orhan Gökdemir’le birlikte kaleme aldığım “İç Savaşın MİT’çisi Eymür” adlı yapıtta açıklanmaktadır.
4. Bu konuda “Genç Kemalistler Ordusu” adlı kitabımda ve internet sitemde (http://www.talatturhan.com) ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.
5. Daniele Ganser, NATO’nun Gizli Orduları, Glaido operasyonları, Terörizm ve Avrupa Güvenlik İlkeleri, Güncel Yayıncılık, Ekim 2005, Sf. 400:
   “Türkiye’den çok az kişi meseleyi açıkça dile getirme cesaretini gösterebildi. Bu cesareti gösterebilenlerden biri Talat Turhan’dı. Talat Turhan, 
1960 darbesinde yer alan isimlerden biriydi. Dört yıl sonra ordudan, Topçu Kurmay Yarbay rütbesiyle emekliye sevk edildi. Türk emniyet sisteminin en 
karanlık sırları hakkında konuşmayı sürdürdüğü için, 1971 Darbesi’nden sonra ordu, Talat Turhan’ı ortadan kaldırmaya çalıştı ve Kont-Gerilla işkencesine 
maruz kaldı.
Daha o zamanlar Turhan şu açıklamada bulunmuştu: ‘Bu NATO ülkelerinin gizli birimidir.’ Ancak, 1970’lerin soğuk savaş konteksinde kimse Turhan’ı dinlemeye
yeltenmedi. Kontrgerilla işkencesinden sağ kurtulan Turhan yaşamını, kontrgerillanın gizli ordusunu ve Türkiye’deki örtülü faaliyetlerini araştırmaya adadı...”
6. Sedat Ergin, 20 Yıl Sonra Amerikan Gizli Belgeleriyle 12 Mart, Hürriyet, 16 Mart 1991
7. Elçin Poyrazlar, Cumhuriye,t 26 Şubak 2009 ve Ahu Özyurt, Milliyet, 27 Şubat 2009
8. Engin Esen, Cumhuriyet, ---25 Şubat 2009
9. Kemal Yamak, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, 2006.
10. Nur Batur, Cossiga Söyleşisi, Sabah, 17 Şubat 2009
11. Mahmut Dikerdem, Bir Büyükelçinin Kıbrıs Dosyası, Günaydın, 10 Nisan 1977
12. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bugünlere Nasıl Geldik, Cumhuriyet, 31 Temmuz 1975
13. Yazarın Notu: Süleyman Demirel 1954 yılında ABD’de lider yetiştiren Eisenhower Change Gellowship (EEF)’de 9 ay eğitimden geçirilmiştir. 1975
yılında ise Çeşme Altın Yunus Oteli’ndeki Bilderberg toplantıları katılımcıları arasındadır.
14. Milliyet, 11 Mayıs 1976
15. Son Havadis, 5 Aralık 1975
16. Son Havadis, 3 Şubat 1978
17. Bomba Davası Savunma, İleri Yayınları, s. 63-65
18. “28 Yıl Sonra Ziverbey Yüzleşmesi”, Radikal, 29 Mart 2009
19. Elçin Poyrazlar’ın haberi, Cumhuriyet, 2 Nisan 2009
20. ANKA, Milliyet, 29 Mart 2009. Çok önemsediğim bu raporun değerlendirmesi için “CSIS Raporu Türkiye’nin Gelişen Dinamikleri”, Beril Köseoğlu ile Murat
Uyurkulak, Radikal 2-8 Nisan 2009
21. Atilla Yayla, Kemalizme Liberal Bir Bakış, Liberte Yayınları, Haziran 2008.
22. Talat Turhan, “Küresel Çeteleşmenin Gençlik Cephesi: AEGEE”, İleri dergisi, sayı 25, Nisan-Haziran 2005.
23. Tutuklu olduğum sırada, bir üstteğmenin bana Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gelenek ve göreneklerine yakışmayan bir şekilde davranmasını içime
sindirememiştim. Dilekçe verip durumu “Kişiler değil, kurumlar baki kalır.
TSK bağrından çıkan bir kurmay subaya böyle davranırsa, kendi kurumsal kişiliğine zarar vermiş olur.” diye bildirdim. Ancak bir sonuç alamadım.
Bugün üzülerek görüyorum ki, üstteğmenin hakaret ettiği kurmay yarbayına sahip çıkamayan zihniyet, bugün de orgenerallerini koruyamamaktadır.
23. Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 3 Nisan 1976.

Dilekçelerin Eleştirisi.,

(Bomba Davası Savunma - 7. Klasör)

1. Giriş;

7. Klasörde toplatılan gerek değerli savunma avukatlarım gerekse benim tarafımdan verilmiş dilekçeler; VII kısıma ayrılmıştır.
a. I. Kısım (Ek 1-23): Hazırlık Soruşturması ve işkence savlarımızla ilgili dilekçeler ve notlar
b. II. Kısım (Ek 24-28): Sağlığımla ilgili dilekçeler
c. III. Kısım (Ek 29-32): TRT’yle ilgili dilekçe
d. IV. Kısım (Ek 33-36): Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne verilen dilekçeler
e. V. Kısım (Ek 37-38): Aramada alınan kitaplarımın geri verilmesini isteyen dilekçeler
f. VI. Kısım (Ek 39-41): Avukat görüşmesiyle ilgili dilekçeler
g. VII. Kısım (Ek 42-56): Mahkemeye verilen diğer dilekçeler

2. İlgili Mevzuat:

İlgi:

a. Anayasa (Madde: 62)
b. İç Hizmet Kanunu (Madde: 30)
c. İç Hizmet Yönetmeliği
d. Tebligat Kanunu (7201 Nolu Kanun)
e. 353 Sayılı Yasa
f. Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatı
g. Ek-33 “Referanslar”a bakınız.

Anayasa, vatandaşlara “dilekçe hakkı” tanımış ve dilekçe sahiplerine “yazılı olarak bildirimi” şart koşmuştur (Madde: 62).
7201 Nolu Tebligat Kanununun 8. maddesi de; Anayasa doğrultusunda dilekçe sahiplerine yazılı yanıt verilmesini amir bulunmaktadır.
353 Sayılı Yasanın 10. maddesi Sıkıyönetim tarafından gözaltına alınanları “asker kişi” saymaktadır.
“Asker kişiler”e; İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliği hükümleri uygulanır, sözü geçen kanun ve yönetmelik gereğince de herhangi bir konuda müracaat edenlere en geç bir ay içinde yanıt verilmesi gerekmektedir.

3. Anayasa, Yasalar, Yönetmelikler yazadursun; 

12 Mart’tan sonra yasadışı kurulmuş gizli örgütler, düzene egemen olmuşlardır. 
Bu gizli örgütlerde ise, Anayasa ve yasalara küfürle sorgu başlamaktaydı. Doğal olarak Anayasa ve yasalara küfredenlerden, yasalara uygun davranış 
beklenemez. Askeri Savcı Süleyman Takkeci’nin de büyük bir öngörüşle saptadığı gibi, “Gizli örgütler vesika bırakmadan çalışırlar.” Kural bu olunca, yazılı yanıt vermemek esastır.
Dilekçeyi alırken, herhangi bir kayıt yapmamak, belge vermemek ve müracaat sahibine yanıt vermemek kuralı, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına bağlı, Askeri Ceza ve Tutuk Evleri başta olmak üzere birçok kurumlarında titizlikle uygulamaya konulmuş bir yöntem olduğunu belgeleriyle açıklayacağım.
Yasadışı bu uygulama, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına münhasır kalsaydı eleştirmeye dahi gerek görmezdik. Çünkü, hiyerarşik gücü yanında, Sıkıyönetim
Komutanlığına verilen yasal gücünü de, egemen sınıfların hizmetine sunmayı, işkencecibaşılığa kadar götürmüş Türün’den, yasa içi uygulama beklememiz
hayaldi.
Fakat ne yazık ki Başbakanlığa gönderdiğim, Türün’ün yasadışı tutumundan haklı şikayetlerimi içeren iki dilekçem de Ek-19 ve Ek-25 Talû tarafından yanıtsız
bırakılmıştır.
Bu iki somut örnek; 12 Mart sonrası dönemde, yasa tanımayan bir anlayışın “yürütme”nin en zirve noktasına kadar uzandığını belgelemektedir.
Gözaltına alındığım günden serbest bırakılıncaya kadar 687 günlük süreli işkence döneminin yasadışı olarak 30 gün hücrede tutulduğum evresinde, toplam
olarak 12 saat havalandırmaya çıkarılmak hariç, kapalı yerde tutuldum. Yani yaklaşık olarak iki senelik dönemin, 1 aylık evresindeki 12 saat hariç, güneş ve
havaya hasret bırakıldık ve gece gündüz elektrik ışığı altında tutulduk.
Ceza ve Tutuk Evi Müdürü Cemil Özşen ile yaptığım bir görüşmede kendisine birkaç örnek vererek bazı şeyler anlatmak istedim. Yasal dileklerin dahi sonuca
ulaşmayacağını başlangıcından beri biliyordum.
Çünkü sonuçlar; Gizli Örgüt’ün elinde idi. Müdür Yarbayın gizli örgütle ilişki derecesini bilemem ama, emrinde olan birkaç kişinin, direkt “Gizli Örgüt”
mutemet adamı olarak çalıştıkları belli idi…
Örneğin Binbaşıya müracaat yapılırken, ondan çok daha küçük rütbeli bir subay Binbaşının yanında rahatlıkla, “Ne söyleyeceksen bana söyle, burada her şey
benden sorulur” diyebiliyor. Böyle bir durumda Ceza Evi görevlisi Binbaşı da yutkuna biliyordu.
Bu bizim bildiğimiz askerlik anlayışına sığmazdı ama gerçekte ne yazık ki böyleydi.
Türk Silahlı Kuvvetlerinden gelmiş bir kişi olarak, bu acı gerçeği iki yıl boyunca izlemek benim için gerçekten üzücü olmuştur.
Ama CIA ajanı, David Galula’nın Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri adlı yapıtını1 görünce askerlikle bağdaştıramadığım bu tutumun nedenlerini daha iyi
algıladım...

Ajan David Galula diyor ki:

“Politika yok” vazifesi yalnız düşmanı mağlup etmek olan bir askerin normal harpteki tabii bir reaksiyonudur, fakat ayaklanmaları bastırma hareketinde
askerin vazifesi halkın yardımını kazanmak olduğu için, asker pratik siyasetle meşgul olmalıdır. (sh. 80)
Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan tarafın personelini rütbe ve kapasitesi ne olursa olsun nasıl aktif ve tesirli bir ajan yapabilmektir. (sh. 102)
David’in yapıtındaki görüşleri kişisel kanılar olarak sayamayız. Çünkü, ay-nı görüşler ST 31-15 Talimnamesi’nde de yer almaktadır:2
Gayri Nizamı Kuvvetlere karşı harekâtta bulunan her askeri şahıs bir istihbarat ajanı ve düşman istihbaratına karşı koyma vasıtasıdır... Sivil halk ve gayri nizami kuvvet ile ilgili her türlü bilgi, ne derece manasız olursa olsun haber verilir. (sh. 44)
“Ayaklanma Bastırma Hareketi” veya “Gayri Nizami Kuvvet”ten kastın “Ulusal Kurtuluş Savaşı”nı önlemek olduğunu ve gerilla, çete ve ihtilalcilerin bu tanım
içine girdiğini2, daha önce açıklamıştım.
Türk Ulusunun ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin geleneklerine ve Askeri Ceza Kanunu ve 353 Sayılı Yasaya tamamen ters olan bu anlayışa itibar edilirse, her
askeri şahıs (subay, astsubay, er) siyaset yapacaktır, her askeri şahıs ajanlık yapacaktır.
Ölçü bu olunca, kim daha iyi CIA ajanı David’in anladığı ve önerdiği anlamda siyaset ve ajanlık yaparsa o ölçüde değerli olacak ve dolayısıyla mevcut hiyerarşi
yanında, bir de Gizli Örgüt hiyerarşisi kurulmuş olacaktır.
Nitekim, bu itibari hiyerarşiyi Ceza ve Tutuk Evinde izledik. Gizli Örgüt’le daha yakın ilişki ve bağ içinde bulundukları her davranışından belli birkaç küçük rütbeli subay Ceza Evinin mutlak hakimi olarak her türlü yasadışı baskı, terör, iç provokasyon için tedbirleri almışlar ve komutanları bu tedbirlerin alınmasında
onlara yardımcı olmuştur.
Örneğin: Benim ülkemin yasaları Ceza ve Tutuk Evinde hücrede tutulmama imkan vermediği halde, hücrede tutulmam için emir verenlerle bu emri
uygulayanlar suçludurlar.
Ceza ve Tutuk Evi Müdürüyle yaptığım bir görüşmede yasadışı tutumu kanıtlamak için, bir örnek vermiştim.

1. Örnek: Havalandırmayla ilgiliydi.
Bir gazetede yayınlanan ve İsrail’de havaalanında halka ateş açan gerillaların hapishanedeki havalandırılmasıyla ilgili bir fotoğrafı müdüre kıyas için
göstermiştim.3
2. Örnek: Kuzey Vietnam’da, Amerikan harp esirlerine, bir Amerikan ekibinin konser verişini gösteren ve gene bir gazetede yayınlanan fotoğraftı.
Ceza ve Tutuk Evi Müdürü teşhisini koydu “Komünist propagandası olmasın?” diye.
Oysa, haberin kaynağı Batı menşeliydi. Bunu hatırlattığımda söyleyecek bir sözü kalmamıştı.4

I. Kısım: Hazırlık Soruşturması ve İşkence Savımızla İlgili Dilekçeler

4. Ek 1-23’te yer alan bu dilekçeleri iki grup halinde incelememiz mümkün. 

Birinci grupta yer alan Ek 17’ye kadar olanları genellikle hazırlık soruşturması evresinde savunma avukatlarımca ilgili makamlara verilen dilekçeleri içermektedir.
Ek-18’den 23’e kadar olan bölümde ise genellikle “son soruşturma evresi”nde tarafımdan ilgili makamlara verilen dilekçeler yer almaktadır.
Bu dilekçelerin eleştirisi, 2. Klasör 1. Kısım’da “Hazırlık Soruşturmasının Eleştirisi”nde ayrıntılarıyla yapılmıştır. Ayrıca; Ek-12’de yer alan yazı (Bu yazının
özeti 23 Şubat 1975 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştır.) ve ekleri Ek 8-9- 10-11-13’te bu bölümün eleştirisi niteliğindedir.
Dilekçelerin incelenmesinden görüleceği gibi, yasadışı sorgulama ve uygulamalar ile işkence konusunda yaptığımız müracaatların hemen hemen hiçbirine 
yanıt verilmemiştir.

Özetle:

a. Yasalara göre sorgulama yetkisi bulunmayan MİT örgütünde işkence ile sorgulandığıma dair başvurularımız ve işkence savlarımızın saptanması için
yaptığımız tüm istemler ve tespit talepleri yerine getirilmemiştir.
b. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Türün, keyfi yönetiminin somut bir belgesi olarak, benim hakkımda “sahte rapor” düzenleterek, işkence savlarımızı
karartmaya çalışmıştır. Oysa, alınan raporun sahteliğinin saptanılması için, yaptığımız istemler de araştırılmış değildir.
c. 3 Ağustos 1972’den 2 Eylül 1972’ye kadar, yasadışı bir uygulama ile hücrede tutulmamın yasalarımıza göre açıklanması olanaksızdır.
d. 4 Temmuz 1972’den 20 Ekim 1972’ye kadar olan 108 günlük sürede, gözaltı süresi hariç “ihtilattan men” durumunda tutulmanın yasalarımıza göre inandırıcı
bir açıklaması da olanaksızdır.
e. Uzun bir dönem, 353 Sayılı Yasanın 90. maddesi hükümleri yerine getirilmemiş ve Emniyet sorgu zabıtları müdafilerime gösterilmemiştir.


7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***