Mustafa Nevruz SINACI
Yakın tarihimiz bilinmeyenlerle dolu. Oysa geçmişi dosdoğru bilmeden geleceğe doğru emin adımlarla yürümek mümkün değildir.
Bu nedenle ve dönem itibarıyla lüzumuna binaen, bazı bilinmeyenleri, ülkemizin ilk sivil Cumhurbaşkanı merhum Celâl Bayar’ın bizzat anlatımından aktarmak istiyorum:
Maksadım, gerçek bir Atatürk sevdalısı olan Celal Bayar'ın anlattıklarını nakledip, kısa ve özlü notlarla günümüzle ilişkilendirmek..
Hanedan için çırpınış ve İnönü'nün devletçiliği:
Bayar, Cumhuriyet kurulduktan sonra yurtdışında yaşamak zorunda kalan Osmanlı Hanedanı mensuplarının bu hallerine çok üzülür ve bir avuç Hanedan mensubunun Türkiye Cumhuriyeti için bir tehlike olmayacağını savunur.
Bayar aynı zamanda farklı bir zaviyeden de olaya bakmaktadır.
"Bu insanlar yurda sokulmadıkça yabancı memleketlerde olayı dışarıdan değerlendirenler, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin bir avuç insandan korktuğu sonucuna varabilirler..."
Bu durumu başvekil iken Atatürk'e açarak Hanedan'ın affının sırası geldiğini belirtir.
Atatürk samimi bir sesle: "Yap bunu çocuk, devrinin şerefi olur!" der.
Tabi Bayar bunu devrinin şerefi için değil yurdun bir davasının çözümlenmesi arzu ve samimi niyetiyle istemektedir.
O devirde herkes Atatürk gibi çok yönlü düşünemediği için teklif meclise geldiğinde bir kıyamet koptu ve bazı başyazar milletvekilleri aleyhinde yazmakla Bayar'ı tehdit ettiler.
Bayar bu tehditlere kulak asmadığını ve tehditlere pabuç bırakmadığını elbet ama ufak bir taviz vererek hanedandan yalnız kadınların yurda girmelerini, erkeklerin yurt dışında kalmalarının uygun olacağı görüşünü kabul etmek zorunda kaldığını anlatıyor. (Şu devirde bile adalet, hakkaniyet ve medeniyet abidesi Osmanlı padişahlarına hain deme cüretini gösterenlere ne demeli?)
İsmet Paşa ile Rusya Seyahati:
İsmet Paşa'nın Rusya ziyaretine sosyalist Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile birlikte gittiğini ve Tevfik Rüştü'nün bu gezi boyunca Sosyalizmi İsmet Paşa'ya sevdirmeye çalıştığını; Rusya'da Stalin'le de görüşen İsmet Paşa'nın belki Marksizm'i değil ama ekonomik güçlerin devlet elinde toplanmasını çok beğendiğini, çünkü, "Ekonomik güçler, ne kadar hükümetin elinde olursa, milleti idare etmek o kadar kolaylaşır” prensibini uygulamaya koyduğunu ve devletçi kanunları" meclise getirip kanunlaştırmasını anlatıyor.
Bayar, ardından ekliyor: “Ben İktisat Vekili olarak işe başladığımda bu katı ve koyu devletçi kanunları elimden geldiğince yumuşatarak uyguladım ve Halk ile Devleti ortak bir ekonomiye götürdüm. Atatürk de bu uygulamalarımı beğenmiş ve bana arka çıkmıştır. (Şimdi Atatürk’ün Devletçilik ilkesinin nasıl uygulanması gerektiğini anlayabiliyor muyuz?)
İnönü’nün beceriksizlikleri
Enver Paşa, Balkan Harbi'nden sonra orduda büyük bir tasfiye hareketine girişir.
Bu tasfiye esnasında Celal Bayar, Binbaşı İsmet Bey'in de ordu dışı edilmek üzere olduğunu Binbaşı Kazım (Orbay)'dan öğrenir.
Bayar, Binbaşı İsmet'in makul bir insan olduğunu düşündüğü için Kazım Orbay ile Enver Paşa'ya gidip tasfiye edileceklerin kâğıdının imzalanacağı gün ricacı olarak "Binbaşı İsmet'in memlekete hizmet edebileceğini!" anlatırlar ve Enver Paşa, değer verdiği bu iki insanın şefaatiyle Binbaşı İsmet tasfiyeden kurtulur. İsmet Paşa olarak Cumhurbaşkanlığı'na kadar yükselir. (Acaba C. Bayar, İnönü’nün yapacaklarını bilseydi bu kadar çabalar mıydı?)
Sırrı Belli Meselesi:
Atatürk yeni seçimlerde bir ara iktisat vekilliği yapmış, güzel konuşan, konuşmalarına fikir koymasını da bilen, yetenekli ve hırslı olan Sırrı Belli'yi listesine eklemiştir.
Başbakan İsmet Paşa ile CHP Genel Sekreteri Recep Peker bunu duyunca Atatürk'e bu adamı listeden çıkarması için baskı yaparlar.
Atatürk neden milletvekili olmasını istemediklerini sorduğunda "çok konuşuyor!" cevabını alır.Bu duruma çok şaşıran Atatürk, Celal Bayar'a şöyle yakınacaktır: "Çok konuşuyorsa, saçma sapan konuşmuyor elbette... Aklı başında sözler ediyor. Ne istiyor benim Başvekilim, Genel Sekreterim? Mecliste sessizlik mi? İki en önemli noktada bulunan bu arkadaşlarım, Belli'nin konuşmalarına cevap mı veremiyorlar ki, listeden çıkarmam için beni sıkıştırıyorlar? Ama sen söyle Celal Bey, bu bana yapılır mı?" Buna rağmen Atatürk Başvekili ve Genel Sekreterini kırmamak için Belli'yi adaylar arasından çıkarır. (Aklı başında sözler edenlere cevap veremeyeceğini anlayanlar bugün de partilerin kapatılıp bu kişilere siyaset yasağı konması için Anayasa Mahkemeleri'nin kapılarında sabahlamıyorlar mı?)
Altıntaş Muharebesi, Atatürk ve İsmet:
Altıntaş Muharebesi'nin kaybedildiği günlerde Atatürk olayı Celal Bayar'a hem anlatıyor hem de İsmet'in taklidini yapıyordu: "Sabaha kadar arkadaşlarla cephe haberlerini değerlendirdikten sonra: “Bu iş bitti, İsmet muharebeyi kaybetti” dedim ve cepheye hareket ettim. Benim cepheye geldiğimi duyunca İsmet Paşa büyük telaşa kapılmış, benim kendisini kurşuna dizdirmek için gelmekte olduğumu sanmış!..
Karargâha girdiğim zaman, hakikaten acınacak halde idi.
İki gün, iki gece uyumamış, dinlenmemişti. Üstelik kendisini yenik sayıyor ve akıbetini düşünüyordu. Gerçekten de büyük bir hata yapmış, düşmanla müsavi kuvvetlerle dövüştüğü halde, kıtalarını zamanında savaşa sokamamıştı!
Bu yüzden de ordu perişandı. Askerler çözülmüşlerdi. "Daha sonra Atatürk, İsmet'in moralini düzeltmek için ona savaşı kazandığını ve onu tebrik ettiğini söyleyip şaşkın şaşkın bakan bu zavallıcığı istirahate gönderip öteki komutanları toplamış ve durum değerlendirmesinden sonra orduyu bu mevzilerden çekip bozgunun önüne geçmiştir. (Atatürk bu beceriksiz adamı bile moralsiz bırakmıyor ve beceremediği işi kendisi tamamlıyor. Ayrıca bu olayın duyulmasını istememiş ve İsmet'in adının lekelenmesini civanmerdliğine yedirememiştir)
Turhal Şeker Fabrikası'nın kuruluşu:
"Memleketin şekere ihtiyacı vardı. Turhal Şeker Fabrikası'nı yapıyorduk.
Fakat gazetelere kadar yansıyan bir muhalefetle karşılaşmıştım. En büyük muhalefet Bakanlar Kurulu ve Başbakan İsmet İnönü'den geliyordu. Atatürk yapılmasını arkalıyor, İnönü nedense girişimi engellemeye çalışıyordu."
Bu olay bir Bakanlar Kurulu'nda gündeme gelir ve zamanın Maliye Bakanı ile Gümrükler Bakanı ittifakla "Türkiye'de yapılacak fabrikanın şeker maliyeti, bizim dışarıdan ithal edeceğimiz şekerden daha yüksek olacak.
Bu durumda, makinelerin siparişi için hem dışarıya döviz vereceğiz, hem dışarıdan gelen şekerden aldığımız gümrük resminden zarar edeceğiz; hem daha pahalı şeker yapmak için, ucuz şeker almak gafletine düşeceğiz!
Bundan vazgeçmek lazımdır" derler. İnönü açıktan bir şey söylememekle birlikte genel davranışı ile destekler görünerek Bayar'ın bu teşebbüsten vazgeçmesini bekler. Oysa Bayar fabrikanın makinelerini çoktan sipariş etmiş, binasını yapmış, hatta çevredeki müstahsille pancar mukaveleleri imzalamıştır.
Bunca işlem yapıldıktan sonra Bayar'dan dönmesini beklemektedirler.
İnönü'nün Bayar'ın yüzüne bakarak cevap beklediğini görünce elindeki kalemi masaya fırlatıp:"Bu seviyede bir konuşmanın tartışmasına girmekte mazurum" der.
Büyük bir sessizlik olur. Birkaç gün sonra İsmet, Bayar'ın bakanlığına gelerek yapılan işler hakkında bilgi alırken Bayar, şeker fabrikasına da temas eder.
Bunun üzerine İsmet, Bayar'a yumuşak bir ses tonuyla :"Bu işten vazgeçemez misin?" der. Bayar kestirip atar: "Böyle bir sorumluluğun altına giremem, emrederseniz, ayrılayım!"
Bunun üzerine muhtemelen Atatürk'ün tepkisinden çekinen İsmet’in telaşla mukabele eder: "Yok, yok! Ben sadece düşünceni öğrenmek istedim."
İşte Turhal Şeker Fabrikası böyle kurulmuştur.
Şimdi bir Atatürk'ümüz yok ki millete yapılan hizmetlere arka çıksın.
Unutmayalım sosyal devletin görevlerinden birisi de muhtaç durumdaki vatandaşının asgari ihtiyaçlarını (barınma, beslenme vs.) karşılamaktır. Halkımız biraz bilinçlenip devlet idaresinde vaki uygulamada yapılan suiistimalleri mutlaka önlemeli ve engellemelidir.
Atatürk’ün Rahatsızlığı, Seçimler ve İsmet Paşa’sız Bir Meclis:
Atatürk'ün rahatsızlığı giderek artıyor, sonsuzluğa da o denli yaklaştırıyordur.
Celal Bayar sürekli O'nu ziyarete gidip durumu hakkında bilgi almaktadır. Bu günlerden birisini Bayar'dan dinleyelim:
"Atatürk'ü ziyarete gitmiştim. Nisbeten iyi görünüyordu. Odada şu an hatırlayamadığım başkaları da vardı. Nasıl oldu bilemiyorum, birden söz seçimlere atladı.
Atatürk:"Seçimler için ne düşünüyorsun Celal Bey?" dedi.
Seçimler gerçekten yaklaşmaktaydı fakat Atatürk'ün bu hastalığı sırasında seçimlerle kendisini yormak istemiyordum:
- Daha biraz vaktimiz var-dedim-fakat siz ne emrederseniz, o olur.
- Yapabilir misin?
- Muktedirim!
Atatürk biraz durdu, düşündü, sonra:
- Dursun, ilerde düşünürüz... dedi."
Bilinmeyen Atatürk kitabının yazarı İsmet Bozdağ'ın bu konuyla ilgili bulduğu ipuçlarını burada nakletmek istiyorum.
"Celal Bayar gibi hafızası sağlam bir devlet adamı, Atatürk'ün yanında, seçim gibi son derece önemli bir konu konuşulurken odada kimlerin olduğunu unutacak soydan biri değildi.
Demek kimlerin bulunduğunu söylemek istemiyor.
Niçin söylemek istemesin?
Eğer söylenmesinde sakınca olmayan kişiler olmasaydı, saklamazdı. Söylenmesi sakıncalı kişiler kimler olabilir? Atatürk'ün yatak odasına bilen bu kişiler kim olabilir?
Söylendiği takdirde orada bulunduklarından ötürü, konuyu aydınlatacaklarından, bir takım yorumlara yol açacaklarından ötürü adları saklanmış bulunsun!
Konu seçimle ilgili olduğuna göre demek en azından milletvekili, bakan, Atatürk'ün yatağı başında bulunduklarına göre yakın çevresinden olmaları gerekli... Peki bu özelliklere kimler haizdi?.. Salih Bozok, Kılıç Ali, Hasan Rıza Soyak, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras...
Bu Atatürkçü grubun yeni bir seçim yapılarak İsmet İnönü'nün meclis dışı edilmesi hazırlıkları içerisinde oldukları İsmet Paşa grubu tarafından öne sürüldüğüne göre; Bayar'ın bulunduğu o toplantıda bu grup fikirlerini Atatürk'e açmışlar, "İsmet Paşa'sız bir Meclis" fikrini kabul ettirmişler, Atatürk de bunun üzerine orada hazır bulunan Bayar'a sözü edilen bu seçimi sormuştur. Nitekim Bayar'ın cevabı anlamlıdır.
"Daha vaktimiz var ama siz ne derseniz o olur."
Anlaşılan Atatürk'ün "diyeceğinin olacağına" fazla güveni yoktur; sorar:"Yapabilir misin?" Bu ikinci sorudan da seçimin normal bir seçim olmadığı iyice anlaşılıyor.
"İsmet Paşa taraftarlarına rağmen, bu adamlarla beraber, İsmet Paşa ve yakın adamlarını dışlayarak bir seçim yapabilir misin?" sorusunun sorulduğu meydana çıkıyor.
Bayar buna "muktedirim" diye cevap veriyor ama Atatürk o kanıda değildir:"Dursun, ilerde düşünürüz." diyor, demek üzerinde bolca düşünülmesi gereken bir seçimdir bu.
Ayrıca İsmet Bozdağ, Falih Rıfkı Atay'ın ÇANKAYA adlı kitabında bahsi geçen Atatürk'ün Vasiyeti ile ilgili bir meseleye de parmak basıyor.
Atatürk açıklanmayan vasiyetinde İsmet Paşa'nın biraz önceki Atatürk'ü canları kadar seven bu gruba kindarlık ile zarar verebileceğini düşündüğünden İsmet Paşa'nın -eski bir arkadaşı olmasına rağmen- ülke dışına çıkarılmasını vasiyet etme ihtimali büyüktür.
Bu ihtimali güçlendiren bir başka delil "Atatürk'ün Vasiyetnamesi'nde İsmet Paşa'nın çocuklarına aylık bağlamasıdır.
Eğer İsmet Paşa, kendisinin yerine Cumhurbaşkanı olacaksa, çocuklarına aylık bağlamanın anlamı yoktur.
Elbette Paşa, kendi çocuklarının eğitilmesi için gerekli paraya her zaman sahip olacaktır. Fakat tasarlandığı gibi, bir seçimle Meclis dışında bırakılacak olursa, kendisine dışarıda bir vazife verilse bile, paşanın gitmek istememesi ihtimali vardır.
Bu takdirde elbette sıkıntıya düşecektir.
Bu durumda hiç değilse çocukları bundan zarar görmemelidirler.
Şimdi vardığımız yerden olaylara bakınca Atatürk'ün İsmet Paşa'nın çocukları için aylık tahsis etmesi garabeti aydınlanmış olur."
Atatürk’ün Ölümü ve Milli Şef Dönemi:
Atatürk ölmüş ve Milli Şef dönemi resmen başlamıştır.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra İnönü'yü tebrik etmeye giden Bayar'a kabineyi kurması için görev verilmiştir.
Bu görevi aldıktan sonra İsmet'in yanından ayrılan Bayar, yolda Kazım Özalp ile karşılaşır. Özalp,O'nu İnönü'ye karşı uyarmak için:"Kâle Atatürk yok."(Artık Atatürk yok, ona göre adımlarını dikkatli at.) der.
Karşılıklı bakışıp susarlar. Birkaç gün sonra yeni kabinenin programını İnönü'ye gösterirken çözümlenmesi gereken bir nokta ortaya çıkar.
Uygun bir formül bulamayınca Bayar: "Atatürk'ün bu konuda bir formülü vardı." der.
İnönü telaşla iki elini havaya kaldırarak şöyle haykırır: "Onu bırak, sonra kendileri bir fikir bulamıyorlar da Atatürk'ün fikirlerini kullanıyorlar, derler."
(Şimdi söyleyin Allah aşkına, Atatürk'ün fikirlerinden bu kadar korkan bir adam nasıl oldu da Cumhurbaşkanlığı makamına kadar geldi?)
Jön Türkler ve Bizim Çakma Vatanperverler
Celal Bayar'ın da bir dönem aktif rol aldığı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önemli kişilerinden olan Ferit Tek, Abdülhamit aleyhine bazı hareketlere girdiği ve yakalandığı için Fizan'a sürülmüş; Bir süre orda kaldıktan sonra bölge komutanı Recep Paşa'nın göz yummasından yararlanarak Fransa'ya kaçmış ve Paris'te Siyan Politik tahsili yapmıştır.
Buradaki profesör ona derslerinde başarılı olduğu için sürekli yardım ediyor, yakından ilgileniyor ve çeşitli kitaplar salık veriyormuş. Hakkında bildiği tek şey ise "Osmanlı" olduğu imiş ama ne dinini ne de milliyetini bilmiyormuş ve sormamıştır.
Bir gün: "Ne yapıyorsunuz Fransa'da?" diye sorunca, Ferit Tek de Jön Türkler'den olduğunu memleketindeki istibdat idaresini yıkmak için çalıştığını, ülkesine hürriyet ve parlamenter rejim götürmek istediğini heyecanla anlatmış.
Sözleri bittiğinde: "Sen kendini vatansever olarak mı görüyorsun?" deyince "Elbette!" diye cevap vermiş. Bu söz üzerine üzüntülü bir yüzle: "Sen vatansever değil, vatan hainisin!" demiş. Kendisini savunmaya geçen Tek'i dikkatle dinledikten sonra anlatmaya başlamış: " Fransa da bu dönemlerden geçti.
Vatanseverlikle, vatan hainliği bazen birbirine karışır. İyi niyetli olmak, vatansever olmak için yeterli değildir, hareketiyle vatanına yarar sağlamak lazımdır.
Siz ülkeniz için özgürlük ve parlamenter rejim isterken kendinizi düşünüyorsunuz, ülkenizi değil! Sizin ülkeniz, birçok milletten ve dinlerden kurulu bir imparatorluk. Nitekim bu yekpare bir imparatorluktur. Eğer özgürlükçü parlamenter rejimi memleketinizde uygularsanız, başka dinden, başka milletlerden olan milletvekilleri, Türklerden çok daha fazla olur ve bundan Türkler değil öteki milletler yararlanır. (Buraya dikkat ediniz!) Çünkü Parlamenter rejim sizi en sonunda Anadolu'nun bir parçası içine kapatır, bütün öteki milletler sizden ayrılırlar. Eğer hedefiniz bu ise çalışmanız doğrudur. Yok, Osmanlı'nın canlı ve güçlü olmasını istiyorsanız, kendi aleyhinize çalışıyorsunuz, o zaman da size vatan haini dediğim için kızmamanız lazım."
Ferit Tek, Profesörün bu laflarından oldukça gocunmuş, ancak 1908 devrimi başarıya ulaşınca ve imparatorluğun yaprak dökümü başlayınca, onun ne kadar haklı olduğunu çok iyi görmüştür. Ama çok geçtir.
Bunun üzerine şu sözü söyler: "Biz 'Genç Türkler' değil, 'Toy Türkler'mişiz."
Bu söylediklerimden parlamenter rejim karşıtı olduğum anlaşılmasın. Elbette şartlar olgunlaştığında parlamenter rejim gelecekti ve şu günün şartlarında daha iyi bir yönetim şekli yoktur. Ben bu örnek ile bugün Türkiye için çalıştığını düşünerek bu ülkeye zarar veren ve farkında olmadan bazı "çakma vatanperver" akımlara kapılan kardeşlerimizi uyarmak istedim.
Profesörün şu sözüne kulak vermek gerekir.
"Vatanseverlikle, vatan hainliği bazen birbirine karışır. İyi niyetli olmak, vatansever olmak için yeterli değildir, hareketiyle vatanına yarar sağlamak lazımdır.
Gerçek Vatanperver Yassıa'da Yolcuları
İşte bu vatan için canını dişine takıp çalışan kadrodan bir kısmı, bu çalışmalarından dolayı ödüllendirilmeye Yassıada'ya hücum botlarla götürülmektedir. Tek eksik Adnan Menderes'tir. O'nun şehadet şerbetini içtiğinden habersizdirler. Nereye gittiklerinden de...
Ancak niçin götürüldüklerini bilmektedirler. Asılacaklardır.
Celal Bayar içinden "insan bir kere ölür" demektedir ancak insanın bir kere doğduğunu da bilmektedir. Ancak Milli Mücadele yıllarında defalarca ölümden dönmüş biri olduğundan pek zararlı görmemektedir kendini.
Madem Demokrat Parti iktidarının mesulleri olarak ölecekleri, hiç değilse Demokrat Parti'nin insan yapısının ne ölçüde vatansever olduğunu göstermenin de onların vazifesi olduğunu düşünüyordu.
Onun için sessizliği bozup Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu'ya yüksek sesle sorar:
-Ortak Pazara girme teşebbüsümüz, hangi noktada kalmıştı Rüştü Bey?
Yiğit arkadaş Zorlu hiçbir duraksama yapmadan sanki bakanlar kurulunda izahat veriyormuş gibi, ciddi ve sakin bir sesle konuşmaya başlar. Hücum bot mürettebatı taş kesilir, şaşkın gözlerle onları seyretmeye başlarlar.
Düşünün Allah aşkına, Onlar nereye götürülüyorlar, ne konuşuyorlar...
Bu ciddi konuşma Yassıada'ya kadar sürer. Moralleri çökenler de toparlanırlar. Adaya ayak bastıklarında, kaderini şerefle bağrına basmaya hazır bir kafile haline gelirler.
Önce önden kelepçelenmiş elleri arkalarından kelepçelenir. Sonra da teker teker hücrelere tıkılırlar. Ellerin arkadan kelepçelenmesi bağlı kalmanın en güç pozisyonlarından biridir Yaşı ilerlemişler, şişmanlar ve kolları kısa olanlar için bu zulüm daha da meşakkatlidir.
Elleri arkalarından kelepçelenmiş bu güzel insanların her biri, ot yatakların üzerine koyun gibi yıkılmış ve sırası geldikçe tutulup götürülmeyi beklemektedirler.
Kendi içlerinde bir muhasebeye dalarlar. Evet, suçsuzdurlar. Suçsuz yere idam edilmek. Buna şükrederler. Ya millete ihanet etmiş olsalardı. O zaman bu vicdan azabı öldürürdü onları. Vicdanen müsterih, asılacakları anı beklerken -kelepçe, bileklerini kan içerisinde bıraktığı için acıya dayanamayan Emin Kalafat'ın yalvarışı duyulur : "Ne olur, önce beni asın!" Sonrasında hücrelerden gelen bir besmele sesi ürpertir onları.
Agah Erozan, yanık bir sesle Kur'an tilavetine başlar. Bu yanık Kur'an sesi, cehennemî dehşeti yaşayan hücreleri doldurur. Sanki bu ses, hücum botları da, Yassıada Cehennemi'ni de, İmralı Adası'nın çileli hayatını da bastırır, ezer ve hâkim olur.
Hücrelerinden alınıp götürülen F.Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan asılarak şahâdet makamına yürümüşlerdir. Herkesin gözleri kapıda, içeri girecek görevlileri beklerken, bir duraksama olur. Sonra herkesin hücresine hemen hemen aynı anda giren görevliler bilekleri kesen kelepçelerin azabına son verir ve onları bir salonda toplarlar.
Asılmayacaklardır. Ölüm cezaları, sözde müebbede çevrilmiştir.
Celal Bayar'ın tasviri ile Sanki bütün olay-arkasında ahiret olan- bir buzlu camın üstünde yaşanmıştır. Sonra taş gelip camı kırmış, onlar için yaşamak yeniden başlamıştır.
Bu duygular içindeyken Bayar'ın yanına Ada Komutanı yanaşır. Yüzünde yılışık bir ifade ve şımarık bir tebessüm, daha doğrusu sırıtma! Eliyle omzunu tutarak:
-Eee, kefeni yırttın yine, hadi geçmiş olsun!
Hayatında hiç öfkelenmediği kadar öfkelenir. Omzunu silkeleyerek elinin ağırlığından kurtulurken:
“Bakın Kumandan Bey, ben ölümden korkmam ama laubalilikten nefret ederim!”
Hayretten açılmış gözleriyle, çizgileri gevşemiş yüzü görülecek şeydir doğrusu.
Görüldüğü üzere sevgili dostlar, millet için çalışanlar hiçbir zaman unutulmamıştır ve unutulmayacaktır. Ancak milletin değil de kendisinin menfaatini düşünenler değil banknotlara, yeryüzüne bile kendi fotoğraflarını bastırsalar unutulmaya ya da tahkirle anılmaya mahkûm olacaklardır.
.