Millet Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Millet Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2019 Cumartesi

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 1

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 1




1947 CHP Şahin Güvercin Benzetmesi,
Yrd. Doç. Dr. Adem Çavlık
Kafkas Üniversitesi iktisadi ve Idari Bilimler Fakültesi
Ankara Ünıversitesi SBF Dergisi e 62-1


Özet;

Çalışmada, dönemin matbuatında adına "Müfrit Muhafazakar Demokratlar" denilen ve Temmuz 1948'de dönemin üçüncü büyük siyasal partisi 
Millet Partisi'ni kuran bir takım siyasetçilerin, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve özellikle Demokrat Parti'ye (DP) karşı beliren siyasal mücadeleleri ve söylemleri
incelenmiştir. Bunların ortak özellikleri, DP Kurucularının demokrasi ve hürriyet söylemlerinin gerçeği yansıtmadığı ve bu haliyle de Kurucuların inönü ile 
anlaşarak ") 946 ruhu"nu baltaladıkları yolundaki iddialarıdır.

Özellikle dönemin "hürriyeı" söyleminin sorunlu yönüne temas edilecek ve DP'nin tüm "demokrasi" ve "hürriyet" söylemine karşın daha muhalefet yıllarında bile ne kadar otoriter ve baskıcı bir parti olduğu gerçeğine değinilip, DP'den sonra gelen tüm merkez sağ partilerinin meşruiyetlerini dayandırmaya çalıştıkları
"1946 ruhu"nun ne kadar gerçeğe tekahül edip etmediği sorgulanacaktır. 


1946-50 Arası Dönemde Müfrit Muhafazakar Demokratlar ve Türk Demokrasisinin Almış Olduğu Biçim*

GIRiŞ

Türk demokrasisinin kurumlaş(a)ma(ma)sında 1946-50 arası dönemde
yaşananların büyük önemi vardır. Genel kabul gören bir anlayışa göre, 1946
yılında Demokrat Parti 'nin (DP) kurulması ile birlikte, Türkiye' de demokrasiye
geçildiği varsayılmaktadır. Bu varsayım biçimsel anlamda bir doğruyu yansltsa
da, çalkantılı ve bir o kadar da iç ve dış siyasal koşulları açısından nazik olan
söz konusu dönemde yaşananların, Türk demokrasisinin geleceğini belirlediğini
söylemek, herhalde abartılı olmasa gerektir. Türkiye'nin siyasal tarihinde
Meşrutiyet dönemlerinden beri cereyan eden siyasal gelişmelerin, Türk
demokrasisinin kurumlaşmasında katkısının olduğu yadsınamazdır. Hatta Tarık
Zafer Tunaya'nın zikrettiği gibi, aslında 1946'ya 1908 İkinci Meşrutiyet'le
birlikte girilse ve çok partili siyasetin kökeninin 1908'de aranması gerekse de,
(Tunaya, ı992: 25). İmparatorluk döneminden farklı olarak Cumhuriyetçi bir
demokrasinin gelişimi açısından 1946-50 arası dönemde atılan ya da atılamayan
temellerin ayrı bir yeri vardır.

Özellikle 1965'te iktidara gelen Adalet Partisi'nden bu yana, Türkiye'de
sağı hatta İslami kesimi temsil eden siyasal partilerin hemen hepsi, 1946'da
"Yeter söz milletindir" sloganı ile başlayan "hürriyetçi" söyleme özel bir önem
atfetmişler ve "1946 ruhu"nu kendilerinin temsil ettiklerini dile getirmişlerdir.
Türk sağını temsil eden siyasal partilerin, tekçi ve baskıcı tek parti iktidarından
sonra başlayan çok partili siyasal hayata ve DP'nin temsil ettiğine inanılan
"1946 ruhu"na simgesel anlamda vurgu yaptıkları söylenebilir. Ancak bu,
1946-50 arası dönemde DP'nin yoğun "hürriyetçi" söylemine rağmen, daha


* Bu makalenin ilk hali, Türk Sosyal Bilimler Derneği'nin, 07-09 Aralık 2005 tarihleri
arasında düzenlenmiş olduğu 9. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresİ'nde sunulmuştur.

Adem Çayla k e 1946.50 Arası Dönemde Müfrıl Muhafazakar Demokratlar e 19
muhalefet yıllarında parti içinde beliren farklı goruş ve düşünceleri nasıl
bastırdığı ve DP Kurucularının parti içi muhalefeti demokratik olmayan yol ve
yöntemlerle nasıl tasfiye ettikleri gerçeğini ortadan kaldıramaz. Başka bir
deyişle, sanıldığının aksine DP, sadece iktidarının son yıllarına doğru baskıcı ve
otoriter bir yönetim tarzı göstermemiş, daha muhalefette bulunduğu yıllarda,
sonradan Millet Partisi'ni (MP) kuracak olan ve "Müfrit muhafazakar
demokratlar" i (MMD) ismiyle anılan bir takım siyasi aktörleri, DP'den tasfiye
etmiş bir siyasal partidir. MMD, DP'li demokratlara oranla daha muhafazakar
ve sertlik yanlısı siyasilerdir. DP içinde 1946-50 arasında yaşanan siyasal
gelişmelere bakıldığında, DP'nin içinden çıktığı Cumhuriyet Halk Partisi'ne
(CHP) benzediğini ve bu haliyle de "J946 ruhu" ve "Yeter söz milletindir"
türünden söylemlerin, pek de gerçeği yansıtmadığını söylemek, zorlama bir
yorum olmasa gerektir.

Bu bakış açısından yola çıkan çalışmada, dönemin matbuatında adına
MMD denilen ve Temmuz 1948'de dönemin üçüncü siyasal partisi olan MP'yi
kuran birtakım siyasilerin CHP ve özellikle de DP'ye karşı beliren siyasal
mücadeleleri ve söylemleri ortaya konulacak, çok partili demokrasiye geçiş
döneminin muhalefet partisi olan DP'nin daha muhalefet yıllarındaki "demokrasi"
ve "hürriyet" söyleminin ve bu söylemin arkasında yatan" 1946 ruhu"nun
gerçeğe tekabül edip etmediği, DP'den istifa eden ya da atılan "müfrif" siyasi
aktörler bazında incelenecektir. Ayrıca MMD'nin, CHP ve DP'den farklı
siyasal görüş ve programlarından da bahsedilecektir. 

Böylece, "müfrif muhafazakarlar" kanalı ile DP ve Kurucularının demokrasi ve hürriyet söylemlerine
farklı bir açıdan yaklaşmanın mümkün olabileceği düşünülmektedir.

< Buradaki "müfrit" kelimesi, "aşırı", "sert" anlamlarında kullanılmıştır. O dönemde, siyasal partilerdeki bazı siyasal aktörler 
için "müfrit-mutedil" ayrımı yapılmaktaydı.
Bu, siyasette son zamanlarda kullanılmaya başlayan "şahin-güvercin" ayrımınabenzetilebilir. Dönemin matbuatında, DP içinde 
yer alan sertlik yanlısı siyasiaktörler için "müfritler", "müfrit demokratlar" ifadeleri kullanılmıştır. >

Bu kullanımlara yeri geldiğince değinilecektir. MP Kurucularının daha DP saflarında iken, "Müfrit Demokrat Muhafazakar/ar" olarak tanındığı zikr edilmiştir. 

< Bkz., Ali Fuar Başgil, 27 Mayıs ihtilali ve Sebepleri (Çev. M. Ali Sebük ve İ. Hakkı Akın)(İstanbul: Çeltür Matbaacılık, 1966): s. 62.>

CHP'yi ve İnönü'yü tek parti döneminde yaptıkları ile sorgulayacak bir grubungirmesiyle birlikte, DP, iktidar mahfillerince "intikamcılar" ve "yıkıcılar"
olarak eleştiriye tabi tutulmaya başlamıştır.? "Demokrasi" ve "hürriyet"özlemlerini gerçekleştir-mek ve tek partiyi mahkum etmek amacıyla DP'de
siyasete atılan, söz konusu yeni isimlerin ortak özeııiklerinden birisi de, DP'ninkurucularının aksine, CHP içinden gelmemeleri idi.

Bu arada, CHP iktidarı, DP'nin hızlı gelişmesi ve teşkilatlanmasıkarşısında, muhalefete fazla vakit tanımamak kaygısıyla, genel seçimleri bir yıl
öne alnuş ve CHP' nin 9-11 Mayıs 1946 tarihli Kurultayı'nda kabul ettiği ilkeler doğrultusunda tek dereceli seçimlerin 2 i Temmuz 1946 tarihinde yapılmasını
kararlaştırnuştır (Ahmatı Ahmat, 1976: 20). 1946 seçimleri ile DP Birinci Büyük Kongresi (7 Ocak 1947) arasında yaşananlar, DP' de ilk ayrılıklara neden
olması ve parti içinde başlayan çatışmaların ilk çekirdekleri olmaları bakJnundan önemlidirler. Bunlardan biri, Parti milletvekillerinin, Meclisten
çekilerek, "sine-i millete" dönmeleri doğrultusunda yaptıkları tartışmadır.

Diğeri de, İnsan Hakları Cemi yeti' nin kurulmasıdır.

1946 seçimlerinin bilinen baskı ve muhalefeti görmezden gelen bir çerçevede yapılnuş olması, DP teşkilatlarında yaygın bir hoşnutsuzluk
uyandırnuştı. Bu kJzgınlı k, DP mebuslarının Meclise girmemesi fikrini doğurmuştu. Ne var ki, DP Kurucuları ve müteşebbis genel kurul aynı fikirde
değildi. Onların düşüncelerine göre Meclise girmemekle hiçbir şeyelde edilemezdi. Bu durum, iktidarın işine gelir ve DP'yi halkın önünde ihtilalci bir
örgüt yapardı. Kurucuların anlayışına göre, ihtilal fikri DP' nin bir yolu değildi.
Meclisi terketmek görüşünün hararetli taraftarları arasında tanınmış ve bir kJsnu milletçe de sevilen bazı şahsiyetler de vardı: Mareşal Fevzi Çakmak ve Kenan
Öner gibi. Samet Ağaoğlu, Mareşal Çakmak'ın daha sonraları Bayar'a bir alay askerle hükümeti devirebileceğini, bundan başka bir çarenin kalmadığını
söylediğini yazmaktadır (Ağaoğlu, 1992: 415). 

< 40.50 sene iktidara gelme iddiasında bulunmamak. Görülüyor ki arkadaşlar, bizden beklenilen demokratik manzarayı tamamlayan bir süs olarak kalmak, 
geniş veya dar, fakat Halk Partisince çizilecek bir faaliyet hududu içinde bulunmak şartıile Meclis 'te verilecek sandalyeleri işgal etmekle iktlfa etmek. 

Güdümlü demokrasiden bahsediyorlar. Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisinin lütfu ve musaadesiyle kurulmamıştır ... ". 
Adnan Menderes'in Konuşmaları, Demeçieri. Makaleleri (Aralık 1933-Mart 1950), Yay. Haz. Haluk Kılçık, C i (Ankara: Demokratlar Kulübü Yay ..1991): 93-94. >

< Örneğin. Ulus'ta Falih Rıflkı Atay. "Demokrat Parıi bir siyasi parli olmaktan çıkmıştır. Bu bir yıkıcılar ve intikamcılar hareketidir" şeklinde yazmıştır 
(Ulus. 4.7. 1946).>

Seçimlerden sonra Demokrat Parti' de başgösteren çekişme ve ayrılıkları ateşleyen bir diğer gelişme de İnsan Hakları Cemiyeti'nin kurulmasıydı. 
Başkanlığını Mareşal'in yaptığı ve aralarında, Tevfik Rüştü Aras, Serteller çifti, Cami Baykurt, DP İstanbul İl Başkanı Kenan Öner, 
DP milletvekili Sadık Aldoğan ve Cumhurbaşkanlığı Eski Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'ın da bulunduğu İnsan Hakları Derneği, I 7
Ekim 1946 tarihinde kurulmuştur (Goloğlu, 1982: 131). İlk toplantısını Öner' in yazıhanesinde yapan kurucular, cemiyetin siyaset dışı bir örgüt olduğunu
özellikle belirtmişlerdir. Ancak Öner ile Mareşalin, kamuoyunca aşırı solcu olarak bilinen kimselerce işbirliği içinde olarak bir cemiyetin kuruluşuna
katılması iktidar ve DP kurucuları tarafından iyi karşılanmanuştır. Özellikle DP kurucularından gelen tepkiler sonucu Öner ve Mareşal bu cemiyet le hiçbir
ilgilerinin olmadığını bildirmişlerse de (Baban, 1970: 107-109),8 İnsan Hakları Cemiyeti de DP'de yaşanan krizde ve kurucuların kendilerine tam bağlı
olmayan parti ileri gelenlerini tasfiye etmede kullandıkları bir araç işlevi görmüştür. Ağaoğlu'ya göre, Tevfik Rüştü Aras, İnsan Hakları Derneği ile DP
arasında bir köprü kurmak istemiş ancak bunda başarılı olamamıştır (Ağaoğlu, 1992: 41, 415).

II. DP'NIN i. KONGRESI VE MMD

7 Ocak 1947 günü başlayarak beş gün süren DP i. Büyük Kongresi'nin
Türk demokrasi tarihindeki yeri büyük olmuştur. Ayrıca Partinin bütün
hayatında etkisi görülecek olaylara da sahne olmuştur. Bu kongre, DP içindeki
"müfrit-mutedil" ayrımını biraz daha belirginleştirdiği gibi, 27 Mayıs 1960
darbesine kadar etkisi sürüp giden parti içi kavgaların başlangıç kaynağı olduğu söylenebilir.

Kongrede, delegeler adeta bir ihtilal havası estirecek kadar coşkuluydular.
Bayar'ın anlattığı kadarıyla, içinde Kenan Öner, Samet Ağaoğlu, Osman
Bölükbaşı, Dr. Mükerrem Saral ve Osman Sarol'un bulunduğu bir grup, parti
milletvekillerinin Meclis 'ten çekilmelerini istiyor, iktidarı, milletle karşı karşıya
getirmekte çıkar yol görüyordu. Buna karşılık veren bir itidal grubunun da
olduğunu belirten Bayar, Adnan Menderes, Refik Şevket İnce, Ekrem Hayri
Üstündağ, Hulusi Köymen'in sözcülüğünü yaptığı ve zaman zaman Fevzi Lütfi
Karaosmanoğlu ve Refik Koraltan tarafından desteklenen bu grubun, Meclis'ten çekilme ile 
oluşabilecek ihtilal fikrinin karşısında olduğunu anlatır(Bayar, 1969: 71).

< Öner de, gazetelerde yayınlanan demecinde, "Benim bu cemiyetle hiçbir ilgim yoktur.
Ben şahsen cemiyetin kuruluşunda ve faaliyetinde, katiyen roloynamadım"
demiştir. Bkz. (Nutku, ı979: 33).>


Kongre'de, ilerde DP'nin "müfrit muhafazakar" kanadında yer alacak
bazı şahsiyetler çok sert konuşmaları ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Bursa
delegesi Fuat Ama, "jstibdat devrinde millet padişaha karşı, 'senden büyük
Allah var' derdi. Bugün de biz iktidar sevdalılarına, senden büyük millet var
diyoruz" diye konuşurken, General Sadık Aldoğan da, "Yapılacak iş, Anayasayı
tadil etmek değil, Anayasaya aykırı kanunlar yapan Cumhuriyet Halk Partisi 'ni
yaptığı kanunlarla beraber süpürüp atmaktır ... 23 senede değişen sadece
şekildir. Üst tarafı eski hamam eski tas.. " diye haykırmıştır ( Mete, 1947: 21-23, 31-32). 

Kongrede, özellikle Bölükbaşı büyük tesir bırakmıştır. Bölükbaşı' nın
konuşmasında geçtiği öne sürülen ve pek çok kaynakta zikredilen,9 "Bu
memleket 23 senedir kızıl bir sultan idaresinde sevk ve idare olundu" gibi bir
ifadeyi, Bölükbaşı, daha sonra tekzip etmiş ve nutkunda kızıl sultanlar tabirini
kullanmadığını, sadece tek parti zihniyetini ortaya koyacak şekilde,
Abdülhamit'ten bahisle, "Taçsız-tahtsız sultan istemiyoruz. 23 senelik idarenin
adı ile tadı bir olmamıştır" şeklinde bir ifade kullandığını belirtmiştir
(Bölükbaşı, 1947). ıo

Yine, Kongre başkanı kim olacak, Genel İdare Kurulu (GİK) kaç üyeden
oluşacak ve kimler olacak konularında, DP Kuruculan ile "müfritler" arasında
sert tartışmalar yaşanmıştır. Kurucular Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu'nun Kongre
başkanı olmasını isterlerken, "müfritler" Kenan Öner'i istiyorlardı. Yine
Köprülü ve Menderes, GİK üye sayısının 9 olmasını ve kendi otoritelerini
sarsacak kişilerden oluşmamasını isterlerken, Öner, Bölükbaşı, Emin Sazak,
Ağaoğlu gibi şahsiyetler, daha demokratik olur gerekçesiyle GİK üye sayısının
i5 olmasını arzu ediyorlardı (Ağaoğlu, 1992: 44-45). Kongre başkanlık
seçimini Öner kazanmıştır. Öner, seçimlerden sonra parti Kurucularına ve en
çok da Fuat Köprülü'ye karşı ÇıkmıŞtı. Demokrat Parti milletvekillerinin
Meclise katılmadan "sine-i millete" dönmesini isteyenlerin başında geliyordu.
O ve onun gibi düşünenIere göre, Meclise girmek Halk Partisi iktidarını ve
iktidarın devlet yönetimindeki "totaliter" görüşlerini, hele seçimlerdeki baskı
ve hilelerini en azından affetmek olacaktı (Ağaoğlu, 1992: 416). Menderes ve
Köprülü yeni isim olarak Kütahya mebusu Ahmet Tahtakılıç ile Fevzi Lütfü
Karaosmanoğlu'nun GİK'e girmesini istiyorlardı. 

< Bunlara örnek olarak (Toker, 1970: 232 ve Eroğul, 2003: 47) verilebilir. <
< Bölükbaşı'nın konuşmasının yer aldığı bir başka kaynakta da şöyle yazılıdır:
" ... Onlar, kendilerini ilahi bir (vasi) olarak görürler. Işte millet bu zihniyeti
yıkacaktır. Tap'ız- tahtsız sultan istemiyoruz. 23 senelik idarenin adı ile tadı bir
olmamıştır ... ". Cumhuriyet, 09. Ol. 1947.

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

26 Şubat 2016 Cuma

TÜRK SİYASETİNDEKİ YOK OLAN SİYASİ PARTİLER


TÜRK SİYASETİNDEKİ YOK OLAN SİYASİ PARTİLER


1 Kasım’da Türkiye yeniden sandığa gidiyor. Amacımız yeni bir hükümet ile tarih içerisinde yolumuza devam etmek. 1 Kasım seçimleri, TBMM için yapılacak olan 26. Seçim. Türkiye geride bıraktığı bu 26 seçim esnasında pek çok partiye tanıklık etti; pek çok parti kuruldu, seçim meydanlarında büyük heyecanlar yaşandı, partiler birbirleriyle en çok oyu alabilmek için kıyasıya bir rekabete girdi, seçim sonucunda birlikte koalisyonlar kurdular,muhalefet yaptılar, kimileri tek başlarına iktidar oldu; öyle ya da böyle bu ülke demokrasi ile 92 yıl boyunca yoluna devam etti.
Bu partilerden kimileri Türkiye Tarihine damgalarını vurdular, Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi, Demokratik Sol Parti gibi. Kimileri sahip olduğu gelenekleri tek adam önderliğinde yıllarda sürdürdüler: Milli Selamet Partisi, Milli Nizam Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisi çok uzun yıllar boyunca Necmettin Erbakan tarafından kurulmuş, Anayasa Mahkemesi ya da askerler tarafından kapatılmış aslında tek bir partidir. Günümüzdeki partileri zaten biliyoruz, doksanlı yıllar yakın geçmiş olduğundan o dönemdeki partiler DE hala hafızamızda; peki bu kadar mı? Hayır Türkiye seçmeni! Senin unutulmuş pop starların, beyaz perde yıldızların olduğu gibi siyasi partilerin de vardır. Bunlar o kadar çok ki! Bu listede sadece birkaçına yer vereceğiz. Buyrun başlayalım:

Millet Partisi (1948)

millet.parti
Türkiye, 1946 yılında çok partili sisteme geçince, o zamana kadar devleti tek parti sistemi ile yönetmiş olan CHP’nin içinden bir kesim ayrılarak Demokrat Parti’yi kurdu. Demokrat Parti’yi 1950 seçimleriyle birlikte iktidara gelmesinden ve günümüze kadar uzanan bir siyasal gelenek yaratmasından ötürü hepimiz gayet iyi tanıyoruz. Ama bir de 1948 yılında bu sefer Demokrat Parti’nin içinden, DP’nin CHP’ye karşı yeterince sert ve etkili bir muhalefet yürütememesinden şikayetçi ve kendilerine “müfrit muhafazakar demokratlar” adını veren bir kısım partilinin ayrılmasıyla kurulan Millet Partisi var. Millet Partisi gerçekten de şikayetçi oldukları sert muhalefet konusundaki çalışmaları ile tanındılar. Örneğin o günlerde bir tabu gibi görülen “milli şef” İsmet İnönü’yü doğrudan hedef alan söylemleri vardı. Altı Ok kavramının anayasadan çıkarılmasını, özellikle laiklik ilkesinin yeniden daha muhafazakar bir bağlamda değiştirilmesini istiyorlardı. Millet Partisi, 1950 seçimlerinde aldıkları %3’lük oyla sadece bir milletvekili çıkarabildiler. Yaptıkları muhalefet ile pek çok algının yıkılmasında etkili oldular; ama bu değişim kendilerine değil onlardan çok daha etkili bir şekilde örgütlenmiş olan ve halk nezdinde daha popüler isimlere sahip olan Demokrat Parti’ye yaradı. Parti, 1954 yılında iktidardaki Demokrat Parti tarafından laiklik karşıtı söylemleri nedeniyle kapatıldı. İşin ilginç kısmı 1960 darbesinden sonra yapılan yargılamalarda aynı suçlamanın bu sefer Demokrat Parti’ye yöneltilecek olmasıydı.

Cumhuriyetçi Millet Partisi

siyasi.cmp
Bizler özellikle doksanlı yıllardan siyasi partilerin çeşitli nedenlerden kapatılmasına ve kapatılan partilerin isim değiştirerek yollarına devam etmelerine çok yakından tanık olduk. Oysa bu sadece doksanlı yıllarda yaşanan bir durum değildir; bu Türk siyasi hayatının geleneklerinden biridir. Millet Partisi, kapatılınca yerine aynı kadro Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni kurdu. Bu sefer genel başkanlıktaki isim, Millet Partisi’nin 1950 seçimlerinde meclise sokabildiği tek isim olan Osman Bölükbaşı’ydı. Partinin söylemlerinde ya da siyasi tavrında Millet Partisi’ne oranla çok da büyük bir değişiklik yoktu ama bu sefer 1954 seçimlerinden %5,3 oy alarak 5 milletvekili çıkarmayı başardılar. Bu partiye ne mi oldu? Lütfen devam edin.

Türkiye Köylü Partisi

turkiye.koy
Günümüzde bu isimle kimse bir parti kurmaz; kurarsa da herhalde şaka malzemesi olur. Ama 1950li yıllar hala nüfusun büyük bir kesiminin köylerde yaşadığı ve günümüzün aksine köylü kelimesinin herhangi bir olumsuz/değersiz anlam taşımadığı zamanlardı (Günümüzde köylü ile aktarılan hafiften aşağılama tavrınınsa ne büyük bir saçmalık olduğuna şimdilik değinmiyoruz). Bu parti, bu sefer Demokrat Parti’den “ya işiniz gücünüz büyük burjuvayı desteklemek oldu, kökenlerinizi unuttunuz, ne olucak bu küçük burjuvanın hali, ne olacak bu köylünün hali” diyerek ayrılmış siyasetçilerden oluşan bir topluluktu. Açıkçası bir siyasal partiden çok bir topluluk olarak da kaldılar. Hiçbir seçimde bir başarı gösteremediler ve kısa sürede Cumhuriyetçi Millet Partisi ile birleştiler. Aslında birleşmediler de, Türkiye Köylü Partisi rica ederek, CMP’nin bünyesine katıldı. Ve ortaya ne çıktı:

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi

cumhuriyetci koylu millet partisi
Bu yeni oluşum ayrı bir hikaye. CMKP, en sonunda 1961 seçimlerinden %14 oy alıp meclise 54 milletvekili sokarak, 1960 darbesinden sonra kapatılan DP’nin ardından kurulan Adalet Partisi ve CHP’nin ardından ülkenin üçüncü büyük partisi konumuna gelmiştir. Ama herhalde başarının paylaşılması konusunda(!) parti içinde bir anlaşmazlık olacak ki seçim sonrasında Osman Bölükbaşı partiden istifa ederek Millet Partisi’ni yeniden kurmuştur. Bir sonraki 1965 seçimlerinde Millet Partisi 31 milletvekili kazanırken, CMKP sadece %2,2 oyla 11 milletvekili ile yetinerek büyük güç kaybetmiştir. Bunun sonucunda parti bir kere daha yeni bir yapılanmaya gitmiştir. MP-CMP-CKMP olarak sürekli ismi büyüyen parti bir beşinci kelimeyi daha eklerse kimsenin söyleyemeyeceğini düşünmüş olacak ki ismini Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmiştir. Sürpriz! Evet işte günümüzün MHP’si bu şekilde kurulmuştur.

Hürriyet Partisi

hurriyet partisi
Maşallah Demokrat Parti öyle bir partiymiş ki içinden bir sürü başka parti çıkarmış. Buna rağmen var olduğu tüm seçimlerde hep tek başına da iktidara gelmeyi başarmış. Yani bölüne bölüne bitmemiş bir türlü. 1955 yılında Demokrat Parti’nin siyasi tavrından bu sefer Millet Partisi gibi daha muhafazakar değil de daha demokratik ve liberal olmadıkları için bir kesim ayrılarak Hürriyet Partisi’ni kurarlar.
Parti, genel olarak demokratik hakların genişletilmesini, ifade ve basın özgürlüğünü, eşitlikçi bir anayasa ve siyaset yaklaşımını, yargı bağımsızlığını ve güçlü sendikal örgütlenmeleri destekliyordu. İsminin hakkını veren bir partiydi. Partinin en büyük başarısı da seçimlerden önce oldu. Kurulduktan sonra Demokrat Parti’den o kadar kişi istifa edip Hürriyet Partisi’ne katıldı ki, HP’nin milletvekili sayısı CHP’yi bile geçip ana muhalefet partisi konumuna yükseldiler (Yok la yok, o kadar da kişi Demokrat Parti’den istifa etmedi. İşin özü şuydu, DP 1954 seçimlerinde 541 koltuklu meclise 503 milletvekili sokarak dünya tarihinde kırılması neredeyse imkansız bir rekora imza atmıştır. Ana muhalefetteki CHP’nin sadece 31 milletvekili bulunuyordu. Dolayısıyla 31 sayısını geçmek çok da zor olmamıştır).
Parti girdiği ilk seçimlerde sadece %3,5 oy olarak 4 milletvekili kazandı. Ardından da oturup “birader bu böyle olmaz gel biz en iyisi CHP’ye katılalım, güçlerimizi birleştirelim” deyip dağıldılar.

Yeni Türkiye Partisi

yeni turkiye partisi
Evet gördüğünüz gibi “Yeni Türkiye” sloganı Türkiye için yeni bir kavram değil. Türkiye var olduğundan beri sürekli bir Yeni Türkiye ülküsü vardı. Gerçi bir türlü gelemedi o Yeni Türkiye ya neyse… Peki bu partinin kaynağı kimler? Tahmin edebileceğiniz üzere yine Demokrat Parti. Bu sefer 60 darbesinden sonra kimi DPliler Adalet Partisi’ni kurarken, kimileri de söylem ya da felsefe açısından AP’den hemen hemen hiçbir farkı olmayan bu partiyi kurdular. Herhalde ortamda renk olalım istediler. DP’den kalan oyları da ikisi kendi aralarında paylaştı. Güçlü olan AP’ydi ama YTP de senelerce hatırı sayılır oylar almadılar değil. Hatta 1962 yılında CHP ile 1965 yılında ise Adalet Partisi ile koalisyonlarda yer alıp bakan bile verdiler bu hükümetlere. Lakin ülkede yeterince sağ parti vardı. Bunlara bir de Necmettin Erbakan’ın kurduğu Milli Selamet Partisi eklenince, YTP’ye pastadan pek bir pay kalmadı. Onlarda 1973 yılında “hacı kapatalım güneye yerleşelim organik tarım yapalım” kafasına girdiler.

Güven Partisi

guven.parti
Demokrat Parti sürekli olarak bölünür de en büyük rakibi CHP boş durur mu? Bülent Ecevit, CHP’nin başına geçince partinin eksenini “ortanın soluna” kaydırır; ama kimi partililerin kaymakla arası pek yok gibidir. Onlar solda kalmak isterler ve partiden ayrılıp Güven Partisi’ni kurarlar. Parti, sola doğru bakan heybetli bir koçu amblemleri olarak belirler. “Yolumuz Atatürk yoludur” sloganıyla meydanlara çıkan parti, liberalizme de sosyalizme de karşıdırlar. 1973 Genel seçimlerinde %5,3 oy alarak 13 milletvekili de çıkarmayı başardılar. Hatta Süleyman Demirel ile koalisyon ortağı bile oldular. Bu sırada CHP’den bir grup daha ayrılarak Cumhuriyetçi Parti’yi kurarlar. Bu parti ile, Güven Parti’si, (ha pardon bu arada isimleri Milli Güven Partisi olmuştur) birleşerek bu sefer Cumhuriyetçi Güven Partisi oldular ve 70li yıllar boyunca her seçimde meclise girip koalisyon hükümetlerinde yer aldılar ya da dışarıdan desteklediler.
Gerçi dönemin sonuna gelirken artık tabanlarını neredeyse kaybetmişlerdi, parti de artık kendini solcu değil sağcı olarak tanımlıyordu ama hala Atatürkçü’ydü. Atatürkçülüğün sol yorumuna karşı sağ bir Atatürkçülük yaratmaya çalışan tek oluşumdur. Başardılar mı? Hayır. 80 Darbesi ile parti kapandı.

Milliyetçi Demokrasi Partisi

milliyetci demokrat partisi
1983 seçimleri günümüz açısından bakınca oldukça ilginç bir seçimmiş. Seçim sonucu meclise giren üç partinin de günümüzde esamesi okunmuyor. Bunlardan en ilginç olanı da Milliyetçi Demokrasi Partisi. Parti 80 darbesi sonrasında çoğunluğu subaylardan oluşan bir kadro tarafından kurulmuş. Açık ve seçik bir şekilde de darbenin yandaşlığını yapan bir partiymiş. Kenan Evren tarafından da desteklenen partinin seçim öncesinde büyük bir süksesi vardı. Demek o zamanlar günümüzde olduğu gibi seçim anketleri yapılmadığından kendileri de dahil herkes MDP’nin seçimlerden birinci olarak çıkacağını düşünmekteydi. Velhasıl erken öten horozun başını halk kesti. Üç partinin katıldığı seçimlerden üçüncü olarak çıktılar. Gerçi günümüzle kıyaslayınca aldıkları %20 oy ile bir açıdan başarılı olmuş sayılabilirler ama seçimden tek başına iktidara gelerek büyük bir zafer kazanan ANAP ile karşılaştırılınca o zaman için sözü edilecek bir durum bile yoktu. Efsaneye göre partinin başarısız olmasındaki en büyük etken Kenan Evren’in televizyonda oyunu bu partiye atacağını söylemesiymiş. Parti 1984 yılındaki mahalli seçimlerde sadece %7 oy alınca da sessiz sedasız daha diğer genel seçimlere kadar bile dayanamadan yok olup gitti; kendini fesh etti. Partinin milletvekillerinin çoğu yeni kurulmuş olan Doğru Yol Partisi’ne geçti. Böylece darbe yönetimi tarafından kurulan bu kukla parti de tarih sahnesinden silindi.

Halkçı Parti ve Sosyal Demokrat Parti

halkci parti ve sosyal demokrat parti

80 Darbesi sonrasında Demokrat Parti/Adalet Partisi’nin devamı olarak ANAP görülüyordu; o da 83 seçimlerinden büyük bir başarı ile çıkıp tek başına iktidara geldi. CHP geleneğini ise yeni kurulan iki parti Halkçı Parti ve Sosyal Demokrasi Partisi üstlenmişti. Sosyal Demokrasi Partisi Erdal İnönü tarafından kuruldu ama cunta yönetimi tarafından sürekli veto edildiklerinden 83 seçimlerine katılamadı. Dolayısıyla sol oyların hepsi aslında daha az popüler olan Halkçı Parti’ye gitti. Parti, %30 oy alarak 117 milletvekili çıkardı ve ana muhalefet partisi oldu. Bu başarı çok kısa sürdü, Sosyal Demokratların bir yıl sonraki mahalli seçimlere girmesine izin verilince oylarının hemen hepsini SODEP’e kaptırdı ve hemen ardından SODEP’le birleşti.

Ortaya çıkan yeni partinin adı Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SDHP = SODEP ) oldu

sdhp
Bu parti de kısa sürede kendini fesh ederek yeni bir isim buldular. Daha doğrusu yeni bir isim bulmak yerine space tuşuna basmadılar. Bu şekilde partinin ismi Sosyaldemokrat Halkçı Parti (yani SHP) oldu. SHP, doksanların ortasına kadar siyasal hayat içinde aktif bir rol üstlendi. Seçim yasağı kalkan Süleyman Demirel önderliğindeki DYP ile koalisyon ortağı da oldular. CHP’nin yeniden teşkilatlanmasıyla zayıfladırlar ve en sonunda CHP ile birleşip onlar da tarih sahnesinden çekildiler.


17 Eylül 2015 Perşembe

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 5


TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 5


.
AP’NİN DURUMU

1969 seçimlerine parti içindeki çatışmalar ve çalkantılarla giren AP teşkilatında eski DP’lilere siyasi hakların verilmesi konusu çok tartışılmıştır. 
1970’lerin başına doğru parti içi muhalefetin güç kazanmış ve Demirel-Bilgiç çekişmesi ciddi bir hizipleşmeye doğru gitmiştir. Bazı AP’li üyelerin  Haysiyet Divanına sevk edilmeleri üzerine aralarında Senatör Talat Asal’ın da bulunduğu 72 milletvekili Demirel’e bir muhtıra vermiştir. 
Bu muhtırada partinin şahıs ve zümre egemenliğine girme tehdidi içinde olduğu iddia edilmiş; AP’nin bağdaştırma, birleştirme, uzlaştırma gibi  özelliklerinden giderek uzaklaştığı ileri sürülmüştür.70
AP Başkanlık Divanı, 72’lerin muhtırasını gayri resmi olarak görüştükten sonra cevap vermemeyi kararlaştırmış, Demirel ise “biz muhtıra ile iş  görmeyiz” diyerek tavrını net olarak ortaya koymuştur. Muhtıranın Demirel tarafından dikkate alınmaması partinin Genel İdare Kurulu üyelerinden ve AP’nin önde gelen isimlerinden Sadettin Bilgiç, Faruk Sükan, Yüksel Menderes, Mehmet Turgut, Cihat Bilgehan ve Ali Naili Erdem’in istifasına yol açmıştır. İstifa dilekçelerinde “partinin çeşitli kademelerinde yapılan tasfiyeler” neden olarak gösterilmiştir. 71
Bununla birlikte 5 Şubat 1970’de aralarında Bingöl Senatörü Ahmet Hikmet Yurtsever’in de olduğu 3 milletvekili ve 1 senatör parti disiplinini bozduğu gerekçesiyle partiden ihraç edilmiştir.72 Parti içindeki bu hizipleşme eski DP’liler ve onların yakınlarının öncülüğünde “41”ler olarak adlandırılan bir gruba dönüşmüştür. “Demokratik Parti”nin (DP) kuruluşuna yol açacak bu bunalım 1970 bütçesinin oylamasında kendisini göstermiş ve Süleyman Demirel, kendi partisinden milletvekillerinin olumsuz oyları ile oldukça zor durumda kalmıştır.73


70 Tanel Demirel, Adalet Partisi İdeoloji ve Politika, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004, s.58.
71 Bektaş, a.g.e., s.160.
72 Milliyet, 5.2.1970, s.1.
73 Bilgiç, a.g.e., 224-227, Ahmad, a.g.e., s.308.


13 Şubat 1970’te yapılan oylamada 41 milletvekili CHP ile birlikte hareket ederek olumsuz oy kullanmışlardır. Henüz 100 gününü yeni doldurmuş 
hükümeti istifaya mecbur etmişlerdir. Bu tarihten itibaren yaklaşık 10 yıl sürecek bir tartışma da başlamış olacaktır.74
Bu durum Türk siyasal hayatında ilk defa görülen bir olaydır. Bir partiye dahil parlamenterlerin kendi partilerinin hazırladıkları bütçe programı taslağını reddetmeleri özünde parti disiplinine de aykırıdır. Diğer taraftan parti liderinin parti içindeki egemenliğinin ve partiyi kontrolünün azaldığına veya zayıfladığına işarettir. AP içinde görülen bu durum Demirel'i oldukça zor durumda bırakmıştır.75 Süleyman Demirel bütçeye kırmızı oy veren milletvekilleri hakkındaki hayal kırıklığını şu şekilde ifade etmiştir:
“Hükümetin kurulmasından sonra hükümete giremeyen bir kısım milletvekilleri 100 gün sonra bütçeye kırmızı oy verdiler. Oysa bütçe birlikte hazırladığımız bir programa, seçim bildirisine dayalı idi. Neden kırmızı oy verdiklerini de açıklamadılar.” 76
41'lerin beklenen bildirgesinde Demirel'in parti içinde tek adam hakimiyeti kurduğu ileri sürülmüştür. Partiyi ikbal ve çıkar kapısı haline getirdiği 
iddia edilmiştir. Deklarasyona göre AP, bünyesinden liderler çıkaracak ve kabineler kuracak güce sahiptir. Mücadele, bu güce inanmayan ve inançsızlığı sebebiyle parti üzerinde şahıs diktası tesis etme gayretine düşen Demirel'e karşıdır. 77
Ortaya çıkan hükümet krizinden sonra Sunay tarafından hükümeti kurma görevi tekrar Demirel’e verilmiştir.78 Bu süreçte 1970 bütçe tasarısına 
ret oyu veren milletvekilleri, yapmış oldukları açıklamalarla tamamen Demirel’in şahsını hedef almışlardır. Demirel, kardeşlerinin kendi nüfuzunu kullanarak çeşitli bankalardan 26 milyon liralık kredi aldıklarına dair muhalefetçe yöneltilen suçlamaları reddetmiş ve “kardeşlerinin 26 milyon değil sadece 19 milyon liralık kredi aldıklarını” söylemiş ve bu savunma basında yer almıştır.79
Hükümet kurma çalışmaları devam ederken, 27 Şubat 1970’de CHP Nevşehir Milletvekili Selahattin Hakkı Esatoğlu ve CHP Çorum Milletvekili Cahit Angın Başbakan Süleyman Demirel hakkında TBMM’ye bir soruşturma önergesi vermişlerdir. Önergede “Başbakanın makam ve memuriyet mevkii ile ilgili işlemlerde, memuriyet mevkii ve nüfuzunu suiistimal ettiği” iddia edilmiştir.80
Bu süreçte Demirel, en az 7-8 bakanın değişmesi beklenen eski kabineyi hiç değiştirmeden, III. Demirel Hükümeti kabinesini 6 Mart 1970'te ilan 
etmiş ve Cumhurbaşkanı’na sunmuştur.81 Tüm bu siyasi gerginliğin yanında üniversitelerde de şiddet eylemlerinde ciddi bir tırmanış yaşanmaktadır. Ülke genelinde süren boykotlar, yaşamını kaybeden öğrenciler ve tatil edilen üniversiteler eşliğinde III. Demirel Hükümeti kurulmuştur.

74 Cüneyt Arcayürek, Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi 1965-1971, 2.Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1985, s.324.
75 Bektaş, a.g.e., s.162.
76 Arcayürek, a.g.e., s . 329.
77 Milliyet, 14.2.1970, s.1.
78 Milliyet, 14-15.2.1970, s.1.
79 Milliyet, 16.2.1970, s.1.
80 Milliyet, 28.2.1970, s.11.
81 Milliyet, 7.3.1970, s.1.


Ancak ülke içi karışıklıklar nedeniyle bir yıl sonra muhtırayla bitecek bir dönem ülkeyi beklemektedir. Bir koalisyon hükümeti kurmak ya da seçimlerin yenilenmesini isteme gibi çözümleri bir yana bırakan Demirel, parlamentodaki küçük partilerden yaptığı milletvekili transferleri ile zayıf bir çoğunluğa da dayansa da, kendi başkanlığında yeni bir AP Hükümeti kurmayı başarabilmiştir. Ancak, gerek bu hükümetin kuruluş biçimi, gerek parlamento dışında gelişen radikal işçi ve gençlik hareketleri, gerekse de ordu içindeki müdahaleci eğilimler, özelikle Senatodaki muhalefet tarafından yeni hükümetin olayların peşinden sürüklenen güçsüz ve prestijsiz bir hükümet olarak algılanmasına yol açmıştır.
Ülkedeki anarşi ortamının yarattığı gerginlik parti içi tartışmalara da yansımış ve TBMM’nin 24 Haziran’daki toplantısında AP’li Milletvekili Sabri Keskin’in AP içerisindeki muhalifleri kastederek “...41’ler denilen Hainlerin muhalefetle yaptığı işbirliği...” cümlesi AP sıralarını karıştırmıştır.82
Mecliste, AP milletvekilleriyle 41'ler'in bir bölümü yumruk yumruğa birbirlerine girmiştir. Bir iktidar partisinin, kendi bütçesine kırmızı oy veren milletvekillerin den sonra, başka partiler önünde birbirleriyle yumruk yumruğa gelen üyelere sahip olması, eşine ender rastlanan bir olaydır. 

AP Genel İdare Kurulunun bu gelişmelere tepkisi ise 26 milletvekili ve senatörün, partiden ihraç edilmesi ve 15’ine de geçici cezalarla cezalandırılması kararını almak olmuştur.83 Başbakan Demirel hakkında Nisan 1970’te verilen önergenin bir benzeri 2 eski AP’li, Trabzon bağımsız Senatörü Ömer Lütfü Hocaoğlu ve 
Konya Bağımsız Milletvekili Özer Ölçmen tarafından yeniden Meclise sunulmuştur. Önergede, Başbakan’ın kardeşleriyle birlikte haksız menfaat 
sağladığı iddia edilmiş ve hakkında soruşturma açılması istenmiştir.84 16 Aralık 1970’te, Başbakan hakkındaki iddiaların soruşturulması konusunda verilen önerge 276’ya karşı 309 oyla reddedilmiştir. Önerge hakkında Mecliste yapılan görüşmeler esnasında, Soruşturma Hazırlık Komisyonu Başkanı Naci Çerezci’nin aleyhindeki açıklamalardan rahatsız olan Başbakan, Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, soruşturma açılması yönünde talepte bulunmuştur.85
AP içerisindeki muhalif harekete yakın olan Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli, AP’nin 5. Büyük Kongresi’nden çıkacak sonucu beklemeden, 

“Siyasi görüşlerini her kademede serbestçe söyleyebilmek maksadıyla” istifa etmiştir.12 Mart arefesinde Senatoda AP grubundan bazı senatörler de hükümete tepkilerini göstermişlerdir. Mesela AP Elazığ Senatörü Celal Ertuğ 
(kendisi daha sonra CHP saflarına katılıp, bakanlık yapıcaktır), yaptığı gündem dışı konuşmasında dışarıda meydana gelen şiddet olaylarından daha vahim olanın parlamentonun zaafa uğraması olduğunu, siyasi hayatta vaktinde verilen isabetli çekilme kararlarının insanları ve siyasi oluşumları güçlendirdiğini söylemiştir. Ertuğ, Demirel’in unutulamaz bir başbakan olarak kalmak ve rejimin kaderiyle oynamamak istiyorsa istifa etmesi gerektiğini ifade etmiştir.86
Bu beklenmedik çıkışa Dışişleri Bakanı Bursa Senatörü İhsan Sabri Çağlayangil cevap vermiştir. Çağlayangil siyasi iktidarların geleceğinin seçimlerde belirlendiğini, hükümetlerin  kaderlerinin de ancak meclislerde belli olacağını, bunun dışında temenni ile mantık ile muhakeme ile iktidara dışarıdan ecel belirlemenin mümkün olmadığını belirterek, Ertuğ’un bu konuşmalarıyla yetkisini aştığını ifade etmiştir.87

82 Cumhuriyet, 25.6.1970, s.1.
83 Turgay ve Ahmad, a.g.e., s.391.
84 Cumhuriyet, 4.8.1970, s.1.
85 Cumhuriyet, 17.12.1970, s.1.
86 CSTD, C:62, B:24, 12.1.1971, s.550-553.
87 CSTD, C:62, B:24, 12.1.1971, s.554-555.


Artan şiddet olayları, ekonomik ve sosyal huzursuzlukların askerî müdahalenin âdeta bütün koşullarını hazırladığı 1970 sonbaharında “Ne olacak bu ülkenin hali” sorusu gündemi fazlasıyla meşgul etmiştir. Bir yandan kışlalarda subaylar toplantılar yaparken bir yandan da ordu bazı kesimler tarafından göreve davet edilmiştir. Başbakan Demirel ise bu beklentilere tepkisini şu sözleriyle ortaya koymuştur:
“Türk Silahlı Kuvvetleri’ni idareyi devralmaya davet edenlere şunu sorarız: o zaman yurt savunmasını kim yapacaktır? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 
Cumhuriyetin ve rejimin bekçiliği ve yurdun iç ve dış tehlikelere karşı savunulması görevlerini bırakıp memleket idaresini ele alması halinde, 
bizatihi korumakla yükümlü oldukları rejim, Cumhuriyet ne hale gelir? Kim bu oyuna gelecek?”88 Aynı günlerde Washington Post gazetesi ise Ordu huzursuz. Demirel’in günleri sayılı ”89 şeklindeki yazısıyla gelişmeleri yorumluyor adeta olacakları önceden haber vermiştir.
25 Şubat 1971’de Senatoda yine Demirel’e istifa çağrısı yapılmıştır. Bu kez CHP’li Lütfi Bilgen son dönemde meydana gelen karışıklıktan Demirel’i sorumlu tutarak Başbakan’ın istifasını istemiştir. Bilgen’in bu önersine Devlet Bakanı Senatör Turhan Bilgin, AP’nin kendi içinde yaşadığı bunalımın sadece partiyi ilgilendirdiğini, hükümetin çekilmesi isteklerinin hiçbir dayanağı olmadığını belirterek, önemli olanın muhalefetin değil halkın hükümete itimadı olduğunu vurgulamıştır.90

Bu konuşmalardan anlaşılacağı üzere 12 Mart öncesi AP Hükümeti’ne yoğun bir şekilde istifa baskısı yapılmıştır. Toplumsal bunalımdan AP sorumlu tutulmuş, AP’den kopuşlar da bu kanıyı kuvvetlendirmiştir. Bu görüşmelerden birkaç hafta sonra 12 Mart Muhtırası’yla AP Hükümeti mecburen iktidarı bırakmıştır.

88 M. Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, 12 Mart: İhtilalin Pençesinde Demokrasi, 10. bs., Ankara, İmge Kitabevi, 2008, s.190-191.
89 Hale, a.g.e., s.161.
90 CSTD, C:64, B:45, 25.2.1971, s.78-82.


MHP VE MNP’NİN TUTUMU

Osman Bölükbaşı’nın 13 Haziran 1962’de 29 milletvekiliyle birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nden (CKMP) ayrılarak yeniden Millet Parti’sini (MP) kurmasından sonra Ahmet Oğuz, CKMP Genel Başkanlığına seçilmiştir. CKMP’nin 22–23 Şubat 1964 tarihinde yapılan kongresinde Alparslan Türkeş’e yakınlığıyla bilinen altmıştan fazla politikacı partiye girmiş ve parti içinde Türkeş’in etkinliği artmaya başlamıştır. 27 Mayıs ekibi içinde yer alan Türkeş, daha sonra Milli Birlik Komitesiyle anlaşmazlığa düşüp '' Yurt dışına çıkmak zorunda kalınca '' Sürgün dönemi, Parti kurma veya bir partiyi ele geçirme fikrini ciddi biçimde düşünmeye başlamış ve kendisine hedef  olarak CKMP’yi seçmiştir. 

CKMP içinde hızla güçlenen Türkeş ekibi, kısa bir müddet sonra partiyi olağan üstü kongreye zorlamış ve 1 Ağustos 1965 tarihinde yapılan olağanüstü kongre, Alparslan Türkeş’i genel başkanlığa getirmiştir. CKMP, 8–9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da yapılan kongrede Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) adını alırken, parti amblemi de kırmızı zemin üzerine üç hilal olarak değiştirilmiştir. İslam’ın sembolü olan hilal, “Üç Hilal ” olarak Osmanlı medeniyetini ve tarihini temsil ediyordu. Bununla birlikte, aynı kongrede Türkçülüğün sembolü olan bozkurt da ihmal edilmemiş ve parti gençlik kolları için hilalin kucakladığı bozkurt amblemi benimsenmiştir.91

1965'ten sonra Alparslan Türkeş’in genel başkan olmasıyla partinin genç kadrosu, parti gençlik kollarının yanı sıra, parti dışında Ülkü Ocakları  Dernekleri (ÜOD) adı altındaki yan örgütlerde yetiştirilmeye başlanmıştır. İktidar okullardan geçer görüşünü benimseyen MHP, bir yanda ÜOD’yi üniversitelerde, Genç Ülkücüler Teşkilatı'nı liselerde faaliyete geçirirken, öte yanda 1968'de komando kampları diye bilinen yarı askeri nitelikli  eğitim kampları kurmuştur.92 

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, 1968’de yaptığı açıklamada özetle şunları söylemiştir:
"Gençlik Kolları, çeşitli sportif ve kültürel faaliyette bulunuyorlar. Bu arada, kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler, memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyetini kuramazlar. Onların anlayacağı dilden konuşacak, memleketçi, milliyetçi çocuklar vardır. Bunun için gençlerimizi, mücadeleci olarak yetiştiriyoruz. Gençlerimiz, memleket vazifelerine hazırlıklı bulunuyorlar, bulunacaklardır." 93

Türkeş’in milliyetçi kanadı topladığı partinin yanında, muhafazakar kesimin bir bölümünü içinde barındıracak diğer parti ise Milli Nizam Partisi (MNP) yine 12 Mart öncesinde kurulmuştur. 1960’lar sonunda Türkiye Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği’ndeki anlaşmazlıklar yüzünden İstanbul ve İzmir’deki büyük iş çevrelerine karşı Anadolu’nun küçük ve orta büyüklükteki işyeri sahiplerini temsil eden kesimler ayrı bir siyasi parti çatısı altında toplanma gereği duymuşlardır. 26 Ocak 1970’te MNP bu gelişmenin sonucu olarak kurulmuştur. Liderliğini, Odalar Birliği eski Genel Sekreteri ve İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Necmettin Erbakan’ın yaptığı bu grup, Anadolu’da çok kısa sürede ve yaygın şekilde örgütlenebilmiştir. MNP, AP hükümetlerinin şehirlerde büyük sanayi ve ticaret, kırlarda tarım burjuvasını destekleyen siyasal tercihlerine bir tepki 
hareketi olarak belirmektedir. Partinin Mason-Komünist ve Siyonistler dışında herkese açık olduğunu vurgulayan Erbakan MNP’nin milliyetçi ve 
mukaddesatçı Türkiye yaratma amacında olduğunu ifade etmiştir. 94 

MNP’nin kuruluşu ile Türkiye’de dini muhalefet ilk defa kendi başına ortaya çıkmaktadır. 

DP ve AP’den farklı olarak MNP, dini muhalefeti kendi sosyo-ekonomik tabanına dayandırarak örgütlemeyi başarmıştır.95

91 Mustafa Çalık, MHP Hareketi (1965–1980), Ankara, Cedit Yayıncılık, 1995, s. 93.
92 Mehmet Ali Ağaoğulları, “Aşırı Milliyetçi Sağ”, Geçiş Süresince Türkiye, (der. Irvin Cemil Schick, Ertuğrul Ahmet Tonak) 2. Bs, İstanbul, 
Belge Yayınları, 1992, s.224.
93 Turhan Feyzioğlu, Fırtınalı Yıllarda Ülkücü Hareket, İstanbul, Ozan Yayıncılık, 2005, s.49.
94 Ali Yaşar Sarıbay, Türkiye’de Modernleşme, Din ve Parti Politikası: MSP Örnek Olayı, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1985, s.98-99.
95 Binnaz Toprak, “Dinci Sağ”, Geçiş Süresince Türkiye, (der. Irvin Cemil Schick, Ertuğrul Ahmet Tonak), İstanbul, Belge Yayınları, 1990, s.251.


14 LER VE  SÜRGÜN OLAYI..,

27 Mayıs İhtilali ve Hindistan Sürgünü

27 Mayıs 1960 harekatından kısa süre önce Elazığ'daki birliğinden Ankara'ya atandı ve Albay Talat Aydemir'in önerisiyle Milli Birlik Komitesi'ne (MBK) alındı. Darbeyi planlayıp yürütecek olan 37 kişilik MBK içinde yer aldı. Darbe bildirisini 27 Mayıs 1960 (Cuma) günü radyodan okuduktan sonra adı sıkça duyulmaya başlandı. 27 Mayıs sonrası Başbakanlık müsteşarlığı yaptı. Bu dönemde Milli Birlik Komitesi içindeki görüş ayrılığı sonucu 13 Kasım 1960'da 13 üye ile birlikte görevinden "affedilen", Türk siyasi tarihinde "14'ler" olarak adlandırılan, iktidarın sivil hükümetlere devredilmesine karşı çıkan grubun lideri konumundaki Alparslan Türkeş MBK içindeki Albaylar Grubu tarafından "Ülkeyi Nasyonal sosyalist bir sisteme süreklediği" ileri sürülerek 22 Eylül 1960'ta MBK'den çıkartıldı, resmen emekli edildi ve Yeni Delhi büyükelçilik müşaviri olarak 
Hindistan'a gönderildi. Sürgünde iken, MBK Başkanı Cemal Gürsel 'e, Yüksek Adalet Divanı 'nda yargılanan Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmelerinin doğru olmayacağını vurgulayan ve Milli Yol dergisinde yayınlanan mektubu gönderdi.

25 ay kadar sonra, 23 Şubat 1963'de Gümülcine 'den yurda döndüğünde kendisini burada kalabalık bir "milliyetçi topluluk" tarafından karşılandı.


Türkeş'in Siyasi Hayata Girişi

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Dönemi

Gökhan Evliyaoğlu'nun Adalet Partisi'ne katılma yolundaki teklifini reddeden Türkeş, milliyetçi çevreleri bir araya getirmek için 2 Mayıs 1963'te Türkiye Huzur ve Yükselme Derneği'ni kurdu. Darbe hazırlığı yapan Talat Aydemir-Fethi Gürcan ikilisiyle ilişkiye girdi. Ancak Talat Aydemir'le anlaşamadı. Bunun üzerine darbeyi hükümete haber verdi. Kendisi de darbe girişimi nedeniyle yargılandı, ancak darbeyi hükümete duyurduğu için beraat etti. Alparslan Türkeş, sürgünde olduğu dönemde 14'lerden çoğu ile sık sık bir araya gelerek dönüşten sonraki stratejisini belirleyici toplantılar yapmıştı. Nitekim 31 Mart 1965'te, 14'lerden Dündar Taşer, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Mustafa Kaplan gibi eski MBK üyeleri ile birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi - (CKMP)'ne girerek fiilen siyasi hayata atılmış oldu.

1965'te bu partinin başkanı oldu, uzun tartışmalardan sonra parti tüzüğünde 9 Işık Doktrini yer aldı. Türkeş, bu dönemde kendisini sevenler tarafından Başbuğ ilan edildi ve aynı yıl Ankara'dan milletvekili seçildi. 6-8 Şubat 1969'da Adana il kongresinde CKMP adı Milliyetçi Hareket Partisi ve terazi olan amblemi de üç hilâl olarak değiştirildi. 1966 yılında cumhurbaşkanlığına aday oldu ve Cevdet Sunay karşısında 11 oy alarak seçimi kaybetti. 1969 ve 1973 yıllarında Adana milletvekili olarak parlamentoya seçildi. 1974'te ilk eşi Muzaffer Türkeş'i kaybetti. Bundan iki yıl sonra 1976'da Seval Türkeş'le evlendi.

1975 Sonrası Dönem ve 12 Eylül

1975'ten sonra Milliyetçi Cephe adı verilen koalisyon hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevinde bulundu. 12 Eylül darbesi sırasında Milli Güvenlik Konseyi başkanı, diğer üç parti başkanlarının teslim olduğunu, Alparslan Türkeş'inde teslim olmasını, aksi taktirde suçlu durumda olacağını belirten bir bildiri yayınladı. [1]12 Eylül darbesi'nden sonra 9 Nisan 1985'e kadar 4,5 yıl tutuklu kaldı. 12 Eylül döneminde idam cezasıyla yargılanan Türkeş, bu davadan beraat etti

12 Eylül Sonrası Dönem

1987'de siyaset yasağının kalkmasıyla birlikte Milliyetçi Çalışma Partisi'ne girdi ve aynı yıl yapılan olağanüstü kongrede genel başkanlığa seçildi. 
1991 genel seçimlerinde RP ve IDP ile seçim ittifakı yapan MÇP lideri Türkeş, Yozgat milletvekili olarak yeniden parlamentoya girdi. Bu sırada 1992'de 12 Eylül darbesi ile kapatılmış olan partilerin eski adlarını alması hakkında Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılan değişiklikle MÇP'nin ismi de 1993 yılında MHP olarak değiştirildi. 1995 genel seçimlerinde parlamento dışı kalan Türkeş, bu dönemde uzlaşmacı bir lider profili çizerek ülke siyaseti üzerinde etkili oldu. Türkeş, 9 Işık başta olmak üzere siyasi ve tarihi görüşlerini içeren kitaplar yazdı.

Ölümü Türk siyasi hayatının en tartışmalı liderlerinden biri olan Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997'de geçirdiği kalp krizi sonucu Ankara'da vefat etti. 
Cenazesi, devlet töreni ile kaldırıldı.

27 MAYIS İHTİLALİ

27 Mayıs Müdahalesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri müdahaledir. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi 
gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri içersinde bir grup subay 27 Mayıs 1960 sabahı ülke 
yönetimine bütünüyle el koydu. 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi bu harekat ile anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, 
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere bir çok Demokrat Parti'liyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü 
Erdelhun da tutuklananlar arasındadır.

Silahlı Kuvvetler içindeki bir grup subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın,
 eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse Ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi 
olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi.[VİKİPEDİA Bu müdahalenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri müdahalelerden farkı,Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıdır. Dönemin genelkurmay başkanının da tutuklanması bunun göstergesidir.

Müdahalenin nedeninin Menderes hükümetinin uygulamaları ve çıkardığı yasalar olduğu, cunta yönetimi tarafından ileri sürülmüştür. MBK'ya göre ihtilal kardeş kavgasını durdurmak ve laiklik'e aykırı uygulamaları durdurmak için yapılmıştır.[1]

DP iktidarının tarım burjuvazisine ve büyük toprak sahiplerine imtiyazlar sağlaması, kent ağırlıklı büyük ticaret ve sanayi burjuvazisini muhalif bir 
konuma iter. Kötüye giden ekonomi, yüksek enflasyon, kamu çalışanlarına ödenen düşük maaşlar DP'ye karşı kitlesel hareketlerin oluşumuna neden olur.

CHP muhalefeti DP'yi anayasa ihlalleriyle suçlamaktadır. Üniversite çevreleri ve bazı aydınlar bu eleştirilere destek verirler. İhtilalden bir ay önce İstanbul Üniversitesi'nde DP karşıtı eylemler zorlukla bastırılır. Bu eylemlere müdahaleler esnasında ordunun isteksiz tavrı ordunun da DP'den hoşnutsuz olduğu iddialarını doğrular.[2]

DP hükümetinin sansür politikaları basınla olan ilişkilerini de büyük oranda zedelemiştir.

Bazı iddialara göre ihtilalin arkasında başta ABD olmak üzere Batılı devletler, CIA ve MOSSAD vardır. [3]Menderes, iktidarının son yıllarında artık Marshall Planı kapsamında Amerika'dan daha fazla kredi alamadığını görmüş ve Seydişehir Aluminyum ve İskenderun Demir-Çelik ve diğer sanayi projelerini kredilendirmek için Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlamıştı. Bu amaçla Rusya'ya üst düzey ziyeretler yapılıp, ülkedeki sanayinin gelişmesi için Rusya ile yatırım antlaşmaları imzalanma hazırlığı yapılmaktaydı.[4] Nitekim, Demokrat Parti'nin devamı olan Adalet Partisi, müdahaleden yıllar sonra yapılan seçimlerde 1965 yılında tek başına iktidara geldiğinde, Adnan Menderes döneminde projesi yapılıp da kredi 
yokluğundan gerçekleştirilemeyen bu projeleri Sovyetler Birliğinden alınan proje kredileriyle bitirmiştir.

27 Mayıs Müdahalesi'ne giden süreç



3.CÜ CUMHURBAŞKANI Celal Bayar





 Adnan Menderes, Türkiye Cumhuriyeti'nin 9.Başbakanı,

27 Ekim 1957 seçimleri oldukça sert bir hava içersinde yapıldı. DP seçimler öncesinde yasal düzenlemeler yaparak, muhalefetin bütünleşerek seçimlere bir cephe halinde girmesini engelledi.

DP oyların %47.88'ini alarak yürürlükteki çoğunluk esasına dayalı seçim sistemi sayesinde 424 milletvekili çıkardı. İsmet İnönü'nin başında bulunduğu CHP %41 oyla 178 milletvekilliği kazanmıştı. Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi dörder milletvekilliği kazandılar.

Muhalefetin toplam oy miktarı DP'yi geride bırakıyordu. Demokrat Parti, matematiksel olarak muhalafet partilerinin oyları karşısında azınlığın 
iktidarı konumundaydı.Seçimlerden sonra siyasi ortamdaki gerginlik hızını arttırarak sürdü. CHP yurt çapında destek görmeye başlamıştı.Bir önceki seçimde %35 olan oy oranını % 41'e yükseltmesi bunun göstergesiydi.Oysa DP 1954'te % 57 olan oy oranını % 47'ye düşürmüştü.

1959 yılı bahar aylarında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü Batı Anadolu illerini kapsayan bir geziye çıktı. Muhalefet lideri Uşak'ta taşlı saldırıya uğradı. Birçok ilde CHP-DP arasında olaylar patlak verdi. 1960 başlarında basına sansür artmıştı, gazeteler sansür nedeni ile beyaz sayfalarla çıkıyordu. Cezaevleri tutuklu gazetecilerle doluydu. 2 Nisan 1960'ta Kayseri'ye gelen İsmet İnönü'nün treni durduruldu, muhalefet liderinin kente girmesine engel olunmaya çalışıldı. Kurulan barikatları elleri ile yararak Kayseri'ye gelen İnönü'yü elli bin kişi karşıladı. 

Bütün bunlar DP iktidarını daha da hırçınlaşmaya ve baskıyı arttırmaya itti. Nisan 1960'ta TBMM'de basını ve muhalefeti incelemek üzere Tahkikat Komisyonu kurulunca gerilim tavan yaptı. Öyleki kurulan komisyona, gazete kapatma, tutuklama gibi yetkiler verilmiş hatta komisyon çalışmalarının haber yapılması, eleştirilmesi yasaklanmıştı. 18 Nisan 1960 günü CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, yaşananların demokratik yönetimden çıkıp bir baskı rejimine geçmek olduğunu vurgulayan bir konuşma yaptı şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilalin meşru bir hak olduğunu,ancak ihtilalin millet hayatında istenmeyen tehlikeli bir hareket olduğuna dikkat çekti ve son sözünü söyledi: "Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam".[5] Ancak bu konuşmanın ardından CHP liderine 12 oturum TBMM toplantılarına katılmama cezası verildi, kararı protesto eden CHP milletvekilleri meclisten polis zoru ile uzaklaştırıldı.28-29 Nisan'da İstanbul ve Ankara'da çıkan öğrenci olayları şiddetle bastırıldı; 
ölenler ve yaralananlar oldu.Bunun üzerine hükümet bu illerde sıkıyönetim ilan etti. Başbakan Menderes'in radyoda yaptığı konuşmalar "Kahrolsun diktatörler" sloganları arasında duyulmaz oldu.[6] Harp okulu öğrencileri sessiz yürüyüş yaptı. 3 Mayıs 1960'ta Kara Kuvvetleri Komutanı Org.Cemal Gürsel hükümete bir uyarı mektubu gönderdi. Ancak hükümet uyarıyı dikkate almadı ve Cemal Gürsel'in emekli olmasını istedi. [7]


555K EYLEMİ.,

Ana madde: 555K
555K, 5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara, Kızılay'da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemidir. Adını 5. ayın 5. günü saat 5`te 
Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem cumhuriyet tarihinin ilk "sivil itaatsizlik" eylemi olarak da anılır. 28 ve 30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda öğrencilerin hayatını kaybetmesi ve Turan Emeksiz isimli öğrencinin ölmesi ülkedeki ortamı kutuplaşmaya sürükledi. [8] DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu. Rivayete göre, o zamanlar öğrenci olan, şu anki CHP lideri Deniz Baykal, şair Cemal Süreya'nın aktardığına göre ise Vedat Dalokay, Menderes'in Ne istiyorsunuz?” sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz!” demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: 
Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?”[9][10] 555K eyleminden 3 hafta sonra 27 Mayıs İhtilali gerçekleşti.


Milli Birlik Komitesi (MBK) İktidarı

Ana madde: Milli Birlik Komitesi

27 Mayıs 1960’tan, seçimlerin yapılarak normal yaşama geçildiği 15 Ekim 1961 yılına kadar geçen süre, askerin Milli Birlik Komitesi (MBK) eliyle de facto iktidarda olduğu dönemdir. Bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anayasal bütün hak ve yetkileri artık, başlarda kimlerden kurulu olduğu gizli tutulan 38 subaydan kurulu MBK’nin eline geçmiştir. MBK ülkeyi ilk zamanlar yayımladıkları tebliğlerle idare etmişlerdi.

27 Mayıs 1960 sabahı ihtilalci subaylardan Albay Alparslan Türkeş tarafından radyoda okunan ilk bildiri ile harekat bütün Türkiye ve dünyaya ilan edildi:

“Sevgili vatandaşlar. Dün gece yarısından itibaren, Bütün Türkiye'de Deniz, Hava, Kara Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek memleketin idaresini 
ele almıştır. Bu hareket Silahlı Kuvvetlerimiz'in müşterek işbirliği sayesinde kansız başarılmıştır. Sevgili vatandaşlarımızın sükun içinde bulunmalarını
 ve resmi sıfatı ve vazifesi ne olursa olsun hiçkimsenin sokağa çıkmamasını rica ederiz.”

3 numaralı Tebliğ ile her türlü siyasi parti neşriyat ve faaliyetleri, gösteri yürüyüşleri ve her türlü toplantı yasaklanmıştır. MBK faaliyetlerinin aksamaması için telsiz ve telefon görüşmelerini kısıtlayan 4 ve 5 numaralı Tebliğlerden sonra, ordunun görevini açıklayan 6 numaralı Tebliğ yayımlanmıştır. 6 numaralı Tebliğin ilk fıkrasında,

“Türk Ordusu bir kere daha tarihi bir vazife karşısında bulunuyor. Bu vazife; dâhilde memleketi buhran ve felakete sürüklemek isteyen hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır” demektedir.Aynı şekilde 13 ve 32 numaralı Tebliğlerde bu darbenin yapılış gerekçeleri şöyle yer bulmuştur:

“Biz vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını önlemek için bu işe giriştik”. “Milli İnkılâp, hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin lehine yapılmış bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve hürriyetinin teminatı, iktisadi kalkınması, ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde ve her türlü çalışma yerlerinde, kardeşlikduyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır.”

Yargılamalar

Adnan Menderes'in İdamının basına yansıması,

Adnan Menderes'in idamının basına yansıması 27 Mayıs İhtilali sonrasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri ve aralarında Milli Mücadele'nin önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy'un da olduğu Demokrat Parti milletvekilleri, parti yöneticileri ve bazı üst düzey kamu görevlileri tutuklanarak Yassıada'ya götürüldü.

Burada tutuklulara ağır işkence ve kötü muameleler yapıldığı iddia edildi.[11][12] Tutukluluk süresinde 6 kişi öldü. Bunların isimleri şöleydi: Yusuf Salman, Lütfü Kırdar, Gazi Yiğitbaşı, Yümni Üresin, Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz.

Sivil ve askerlerden oluşan Yassıada mahkemelerinde yargılanan siyasîler, vatana ihanet, kamu fonlarının kötüye kullanımı ve anayasaya karşı gelmek ile suçlandılar. Adnan Menderes hakkında açılan davalardan sadece "bebek davası" denilen davadan berat edebildi. "Devletin yüksek menfaatlerine ve istihbarat işlerine sarfedilmek üzere emrine tahsis edilen paraların bir kısmıyla opera sanatçısı Aydan Ayhan'a ev aldığı" suçlaması da dahil diğer tüm suçlamalardan mahkum oldu.

Yargılananlardan 14'ü idam cezasına çarptırıldı. İdam cezasına çarptırılanların isimleri şöyleydi: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Koraltan, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Hamdi Sancar, Nusret Kirişcioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman. Bunlardan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1960'da, Adnan Menderes 17 Eylül 1960'da idam edildi. Bunların dışındakilerin cezaları infaz edilmeyip, hapis cezasına çevrildi.

ALPARSLAN TÜRKEŞ İN OKUDUĞU İHTİLAL BİLDİRİSİ

"Sevgili Vatandaşlar, Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekata Silahlı Kuvvetlerimizin, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavuzkar bir fiile müsaade etmeyeceği gibi edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş; kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri, ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri kanunun teminatı altındadır. Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz, Birleşmiş Milletler Anayasası'na ve insan hakları prensiplerine tamamen riayettir. Büyük Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh' prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz 'Yurtta sulh, cihanda sulh'tur."

"http://tr.wikisource.org/wiki/27_May%C4%B1s_%C4%B0htilal_Bildirisi"'dan alındı

27 Mayıs MBK üyesi Çelebi'den 53 yıllık Özür


27 Mayıs 1960 darbesinin Milli Birlik Komitesi (MBK) üyelerinden Emenullah Çelebi, yıllar sonra darbe mağduru olanlardan özür diledi. 
"Zarar gören kim varsa, benim kusurum, bir kusurum varsa herkesten özür diliyorum. Nasıl kabul ediyorlarsa beni öyle kabul etsinler." dedi.


27 Mayıs MBK üyesi Çelebi

27 Mayıs MBK üyesi Çelebi: Darbeden zarar gören kim varsa özür diliyorum

MBK'nın genç üyelerinden olan ve darbe yapıldığında yüzbaşı rütbesinde bulunan Çelebi, İstanbul'da Hava Harp Akademisi ikinci sınıf öğrencisiydi. Çelebi, MBK'nın bugün yaşayan 7 üyelerinden biri.27 Mayıs darbesi sonrası oluşturulan MBK üyelerinden şu anda 88 yaşında olan Çelebi, Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) yaşanan o dönemdeki bazı bilinmeyenleri anlattı, pişmanlığından söz etti.
Çelebi, darbe dönemiyle sonradan kendileriyle ilgili bir yargılama yapılacağından korku ve endişe yaşadığına yönelik soruya "Aklıma geldi, yargılamalar, gelmedi değil. Yargılanmayı da bekledim. Fakat ben ilaçlarla yaşayan bir insanım. Yaşım ilerlemiş. Beni yargılamaya çağırsalar oradan cenazem çıkar. O zaman 1971'in de o zaman mahkeme edilmesi gerekiyor. O arada da birçok müdahale olmuştur. 27 Mayısla ilgili de bir yargılama yapılabilir. Türkiye'de yapılamaz diye bir şey yok. Her zaman her şey olabilir." cevabını verdi.

"DARBENİN NE ZAMAN YAPILACAĞI BELLİ DEĞİLDİ"

Emenullah Çelebi, darbenin hangi tarihte yapılacağı konusunda da, MBK üyeleri arasında fikir ayrılıklarının olduğuna dikkat çekti. Darbe sürecinin şartlara bağlı olarak geliştiğini vurgulayan Çelebi, şöyle devam etti: "27 Mayıs Darbesi'ni yapan arkadaşlar ile İstanbul'da sık sık bir araya gelerek DP'nin politikalarını değerlendirirdik. DP'nin zamanla belirginleşen ve normal olmayan tutumu, halkın beklentileri ' bir ihtilal yapma' fikriyatının oluşmasını sağladı.
Darbeyi, 26 Mayıs'da darbe yapmayı kararlaştırmıştık. Fakat, Menderes'in Eskişehir'de yaptığı gezide, seçimle ilgili. bir vaadi olup olmayacağını bekledik. 'Yakında seçim olacak.'sözünü verseydi, olmayacaktı. Onun için, darbenin 27 Mayıs'ta olacağı, 27 Mayıs'ın ardından neler gerçekleşeceği bile belli değildi. Sonradan, arkadaşlarla bunun toplantısını yaptık. En kısa zamanda 'demokratik rejime geçeceğiz' diye söz verdik, ordu adına."

"HAREKAT ALTTAN GELİŞTİ ÜST RÜTBELİLER SONRADAN DAHİL OLDU"

Eski darbecilerden Çelebi, darbenin neden alt rütbedeki subaylar tarafından gerçekleştirildiği hususuna da, üst rütbeli generallerin DP tarafından atandığını, generallere güvenmedikleri için böyle planlama yapıldığını ifade ederek açıklık getirdi. Çelebi, "İhtilali bu açıdan onlar yapamazdı. Hareket alttan gelişti ve üst rütbeliler sonradan dahil oldu. İhtilal ortamında kolay kolay güvenemezsin kimseye. Ancak çok güvendiğimiz kişilere açıldık. Onun için generaller en son katıldı, bizlere. Mesela Fahri Özdilek Paşa son gece katıldı aramıza." dedi.

"'LAİKLİK ENDİŞESİNİ DP'YE BİRAN ÖNCE MÜDAHALE EDİLMESİNİ İSTEYENLER ÇIKARDI"

Çelebi, DP'ye yapılan müdahale için gerekçe gösterilen 'Laiklik tehlikede' endişesinin de gerçeği yansıtmadığını vurguladı. 

Bu endişenin, bir an önce DP'ye müdahale yapılmasını isteyenlerce çıkarıldığına dikkat çeken Çelebi, laikliğin bir karşı propaganda unsuru olarak kullanıldığını söyledi. Türkiye'de, hiçbir hükümet döneminde laikliğin reddedilmediğini de ifade eden Çelebi, "Bu gün de laik değiliz, diyen birileri var mı Türkiye'de? Hayır. Bunun gibi, DP döneminde de, böyle bir girişim ve anlayıştan bahsedemeyiz." diye konuştu.

"14'LERİ GÖNDERMESEYDİK BİZİ ONLAR SÜRGÜN EDECEKTİ"

27 Mayıs 1960 darbesi üyelerinden Emenullah Çelebi, MBK üyeleri arasında yaşanan fikir ayrılıkları ve Alparslan Türkeş'in liderliğini yaptığı 14'er 
grubunun neden tasfiye edildiğini de anlattı.Çelebi, fikir ayrılıklarının darbeden 2 ay sonra başladığına işaret ederek, şunları dile getirdi:
"Bir kısmımız seçimlere gidip hemen anayasa yapmak istiyorduk. Bu grup içerisinde çok sevdiğim arkadaşlar vardı.'Grubun mensupları Türkeş'e 
bağlı değiliz.' derler, ama aslında ona bağlıdırlar. Türkeş'in ise Nihal Atsız ile ilişkisi tespit edilmişti. Seçimlerin ne zaman yapılacağı konusunda, 
tereddütlerimiz vardı.
Biz, müdahalenin ardından hemen seçimlerin yapılmasını istiyorduk. Son toplantılarda, araya giren bazı arkadaşlarımız teklif getirdi. 
'Bir 4 sene daha iktidarda kalalım.'fikrini ortaya attılar. Bu komitede kabul edildi. Fakat, ben ve 3-4 kişi bu süreyi onaylamadık. Diğerleri ise bu süreyi onayladı. O sırada Türkeş içeri girdi, ifadesi aynen şu oldu: 'Bir milletin emrinde, bir insanın yaşam ömrü: en kısa zamandır.
'Biz, en kısa zamanda seçim yapmayı düşünüyorduk ya, o bunu bir insanın ömrünün en kısa zamanına benzetip gözdağı vermeye çalışıyordu. Akşam arkadaşımızla, sürenin neden 4 sene olarak belirlendiği konusunu konuştuk. Arkadaşım, 'Eğer, süreyi 4 sene kabul etmemiş olsaydık, muhafız alayını toparlayıp bizlere müdahale edeceklerdi.' Bunu öğrendikten sonra, Osman Köksal'ın (Kurmay Albay olarak Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı komutanıyken 27 Mayıs'ta darbecilere katıldı.) yanına gittik. Ve karar aldık, Türkeş ve diğer 13 kişiyi sürgüne göndermek yönünde. Eğer, bunu yapmasaydık kısa sürede gönderilecektik."

"MENDERES, ZORLU VE POLATKAN ASILMASAYDI YÖNETİMİMİZE EL KONULACAKTI"

Darbeden pişmanlığını ifade eden Çelebi, Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idam sürecinde darbecilerin tarafında  yaşananlara da değindi. "Bu kararların taraftarı değildim." diyen Çelebi, " Onlar şehit edilmemiş olsaydı, Silahlı Kuvvetler yine yönetime el koyacaktı." dedi.

Çelebi, idam kararlarını MBK üyelerinin nasıl ve hangi şartlarda onayladığını da açıkladı. Alınacak idam kararları ile ilgili Silahlı Kuvvetler Birliği'nin, Jandarma Okulları'nda bir toplantı düzenlediğini ve kendisinin de birkaç arkadaşı ile buraya çağrıldığını söyledi. Toplantıda, 15 kişinin asılması ile ilgili talimat verildiğini belirten Çelebi şunları ifade etti: "15 kişi asılmazsa yeniden ihtilal yapılacağını söylediler.
Talat Aydemir ve arkadaşları yönetime el koyacaktı. Sonra, idamlar hakkında ne düşündüğümüzü sordular. Ben, sadece Celal Bayar'ın asılmasının yeterli olacağını söyledim. Benim ki bir taktikti, ama tutmadı. Talat Aydemir bana, 'Sen de mi korkuyorsun?'sorusunu sordu.
Buna fena canım sıkıldı. 'Korkmuş olsaydım, senin gibi Tokyo'dan diğer arkadaşların gibi Londra'dan, ABD'den konuşmazdım. Politik konuşan arkadaşların hiç biri burada yok. Yapan bizdik, siz değilsiniz. Benim kanaatim bu.'dedim. Maksadım şuydu: Celal Bayar 65 yaşını geçmişti. İdam edilmesi mümkün değil. O nasıl olsa idam edilmez, diye düşündüm. Benim düşüncem buydu. Taraftar değildim. Bugün de değilim. Celal Bayar kurtuldu, diğerleri bu sefer idam edildi."

http://www.haber7.com/guncel/haber/1031082-27-mayis-mbk-uyesi-celebiden-53-yillik-ozur



6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK.



..