Sonuçları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sonuçları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2020 Pazar

İşbirlikçilerin kimlik parçalanması ve sonuçları.,

 İşbirlikçilerin kimlik parçalanması ve sonuçları., 





Sabahattin İsmail
27 Kasım 2018, 11:00
İşbirlikçilerin kimlikleri nasıl parçalanıyor, zihinleri nasıl işgal ediliyor 27 Kasım 2018, 11:00 Sabahattin İsmail Sabahattin İsmail ABD tarafından organize edilen conflict resolution eğitimlerinde büyük bir ustalıkla yapılan iş; katılımcıları kimlik bunalımına sokmak, kimlik parçalanmasını gerçekleştirmek ve yaratılan o çatlaktan katılımcıların beynine girerek yeni bir kimlik enjekte etmekti... Enjekte edilen bu yeni kimlik, Rum ve Türklerin ortaklaşa sahip olduğu iddia edilen “KIBRISLI” kimliği idi... Oysa Rumlar da kendilerini KIBRISLI (Cypriot) olarak tanımlıyordu ve dış dünyada “Cypriot” dendiği zaman ilk anda akla Rum gelmekteydi.. Tabii KIBRISLI kimliği enjekte etmenin Rum milli hedeflerine hızmet amacı taşıyan yayılmacı-hegemonyacı bir amacı vardı.. 

    Rum Milli tezine göre, Kıbrıs’ta Rum çoğunluk ve azınlık Türk, Latin, Ermeni, Maronitler den oluşan tek bir KIBRISLI MİLLETİ-KIBRISLI HALK vardır…  

Bu Kıbrıslı milletinin %82’si Rumlardan oluşmaktadır..  Bu tek KIBRISLI Halkın tek self-determinasyon hakkı vardır…Bu hak doğrultusunda 1950’de yapılan plebisitte “KIBRISLI HALKI ENOSİS istediğini ortaya koymuştur…Ya ENOSİS gerçekleşmeli, ya da KIBRISLI HALKIN % 82’sini oluşturan Rum çoğunluk azınlık Türk, Ermeni, Latin ve Maronitleri yönetmelidir.. Görüldüğü gibi KIBRISLI kimliği enjekte etmenin ve ben Türk değil, KIBRISLI’yım demenin objektif olarak ENOSİS’i savunmaktan veya Rum çoğunluğun hakimiyetine girmeyi kabul etmekten başka bir anlamı yoktur… Dış güçlerin düzenlediği “iki toplumlu eğitimlere, guruplara ve “conflict resolution” çalışmalarına girenler günün sonunda kendilerini KIBRISLI olarak tanımlamaya başlıyorlar… Bu eğitimlere uyuşmazlıkların çözümü yöntemlerini öğrenmek için Türk kimliği ile girenler, eğitimler sürerken kendilerini kimlik bunalımı içinde buluyorlar ve eğitimler bittiği zaman kendilerini artık Türk değil, “KIBRISLI” olarak tanımlamaya başlıyorlardı.... Bunlar artık yabancılar milliyetlerini sorduğu zaman, “we are not Turkish Cypriot, just Cypriot” ( Kıbrıs Türk’ü değiliz, sadece Kıbrıslıyız) diyorlardı.... Bunun anlamı ise melez bir kimliğe sahip olduklarıydı. Yani, “biraz Türk, biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Latin, biraz İngiliz” olduklarıydı... Bu yöndeki ilk söylem ABD tarafından eğitilip conflict resolution eğitmeni yapılan ve “ABD, bizi 30 kişi olarak eğitti, biz de 3 bin kişiyi eğittik, 10 bin kişiyi harekete geçirdik, 100 bin kişiyi etkiledik” diye övünen Yenidüzen yazarı CTP’li Sevgül Uludağ tarafından ortaya konmuştu... Sevgül Uludağ, 21 Ağustos 2001 tarihinde Yenidüzen’de yayınladığı yazıda “ kendisini biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Lüzinyan, biraz İtalyan ve biraz da Türk olarak hissettiğini” açıklamıştı... O günlerde işbirlikçi-mandacı cepheye savaş açan rahmetli Doğan Harman sahibi olduğu Kıbrıslı gazetesinin 21 ve 22 Ağustos 2001 tarihli sayılarında Mehmetali Talat, Şener Levent ve İzzet İzcan’ın fotoğraflarını koyarak “yüzde kaç Türk olduklarını” açıklamaları çağrısında bulunuyor ve “mandacıların halk, özgürlük ve insan hakları kavramları arkasına saklanarak ulusal ve insani değerleri ayaklar altına aldıklarını ve bu mandacıların artık gerçek kimliklerini açıklamaları gerektiğini” yazıyordu Nereden nereye? 2004’de Annan Planı referandumu öncesinde HAYIR kampanyası yürütürken ve ABD’nin sürdürdüğü beyin yıkama operasyonları ile ilgili yayınlar yaparken, gazetemizi ziyaret ederek yayınlarımızdan duydukları rahatsızlığı dile getiren ABD Büyükelçiliğinin bir diplomatı da çok sert geçen tartışma sırasında “Türk ve Rumların DNA’sının aynı olduğunu, dolayısı ile önemli olanın Türklük-Rumluk değil KIBRISLILIK olduğunu” söyleyecek kadar ileri gidebilmişti.. Bu ise, ABD’nin Türk kimliğini parçalayacak diye, insanların kafataslarına takan Hitler faşizmi gibi, insanların DNA’ları ile uğraşan ırkçı bir konuma düştüğünü ortaya koyan çarpıcı bir örnekti... Belli ki conflict resolution eğitimlerinde de barış adına insanların beynine bu türden ırkçı safsatalar enjekte ediliyor ve bu eğitimlerden çıkan insanlar “kendilerini Rumlara, Türklerden daha yakın hissettiklerini” canlı radyo programlarında açıklayabiliyor ve “biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Latin olduklarını” yazabiliyorlardı...Nitekim ben bunu CTP’nin radyosunun programına katılan bir gencin ağzından bizzat duydum…Söz konusu programda konuşan genç “Güneyde iki toplumlu bir kampa katıldığını burada eğitimler verildiğini ve şimdi kendisini Türk değil KIBRISLI olarak hissettiğini” söylemekteydi... Bu ise söz konusu eğitimlerde nasıl bir kimlik parçalanmasına uğradıklarını kanıtlıyordu... Böylece farklı bir kimlik yüklenen insanlar, daha sonra kendi toplumları içinde doğal Türk kimliğini taşıyan büyük çoğunlukla barış adına çatışma içine giriyordu.... 

Türk halkı içinde son yıllarda iç barışın bozulmasında en büyük etken budur...

Bir başka deyişle, sözde barış adına Rumla ortak KIBRISLILIK kimliği yaratılacak diye, Türk kimliği ile çatışma yaratılarak toplumların kendi içinde yeni bir çatışma alanı yaratılıyordu... Ne ilginçtir ki, bugün Rumlarla oluşturulan tüm iki toplumlu gruplarda görev alanlar, Annan Planı referandumu öncesinde destek için grev ve mitingler örgütleyenler, Anavatan Büyükelçiliği ve Meclis önünde Türkiye ve KKTC karşıtı eylemler yapanlar, gazete köşelerinde Türk kimliğine, Türkiye’ye, ordumuza, KKTC’ye saldıranlar ezici çoğunlukla AB ve ABD’deki yaz kamplarına katılanlar, gri rüşvetlerle ülke ülke gezdirilip beş yıldızlı otellerde ağırlanan ve beslenenler ve beyinleri yıkanıp kendilerini KIBRISLI olarak tanımlayanlardır… Devlete, Anavatana, ordumuza saldıranlar hep conflict resolution eğitimlerinden geçirilmişlerdir, iki toplumlu guruplar içinde yer almışlardır, almaktadırlar ve kendilerini hep KIBRISLI veya “biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Latin, azıcık da Türk” hissetmektedirler... 

  Ve yine ne ilginçtir ki, böylesine bir kimlik parçalanması içine girip Türk kimliği ni inkar edenlerin bazıları, ilk okullarımızda, orta eğitimde, üniversitelerde gençlerimize sözde Atatürkçü milli eğitim veriyorlar... Laf... Türk kimliğini inkar edip kendilerini “biraz Rum, biraz Ermeni, biraz Latin, azıcık da Türk” görenlerin, kendilerini KIBRISLI olarak tanımlayanların, Atatürkçü milli bir gençlik yetiştirmesi olası mı? Ve, böylesine bir kimlik parçalanması içinde olan kişilerin hala okullarımızda gençliğimizi Türk kimliğinden koparmakla uğraşmaları milli hükümetler açısından ayıp değil mi? Bunların yaptırdığı eğitimden “milli eğitim” diye söz etmek olası mı? Eğitimimizin Atatürkçü milli eğitim çizgisinden koparıldığı, bugün önemli sayıda gencimizde gözlenen kendilerini “KIBRISLI” olarak tanımlama saplantısından, Türk bayrağına karşı çıkmalarından, yerine AB ve Rum bayrağını kendi bayrakları olarak görmelerinden belli değil mi? Dolayısı ile Hükümetlerin, Eğitim Bakanlığının ilgili devlet kurumlarının artık, dış güçler tarafından milyonlarca Euro akıtılarak beslenen iki toplumlu gurupları ve dernekleri kontrol altına almaları, gençlerimizi bu beyin yıkama operasyonlarından, kimlik parçalanmasına uğramaktan ve Türk kimliğine karşı çıkma faaliyetlerinden kurtarmaları gerekiyor…Bunda çok geç kalındığı bugün gençliğimizin bir kısmının geldiği durumdan bellidir..


http://www.haberalkibrisli.net/isbirlikcilerin-kimlikleri-nasil-parcalaniyor-zihinleri-nasil-isgal-ediliyor-makale,110.html


***

26 Haziran 2017 Pazartesi

NATO Lizbon Zirvesi Sonuçları, Füze Savunma Sistemi ve Türkiye


NATO Lizbon Zirvesi Sonuçları,  Füze Savunma Sistemi ve Türkiye 



Dr. Sait YILMAZ
* Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) Müdürü, saityilmaz@beykent.edu.tr 




Portekiz’in başkenti Lizbon’da, 19-20 Kasım 2010 tarihlerinde yapılan NATO Zirvesi’nde alınan kararlar, NATO’nun 10 yıllık süreçteki yol haritasını açıklamakla birlikte bu yüzyıla damgasını vuracak çok önemli tarihsel gelişmelere ve kırılma noktalarına yol açacak gelişmelerin habercisi olma niteliğini taşıyor. 
Devlet adamlığı, bu kaçınılmaz kırılma noktalarını görerek, ulusal çıkarlarını maksimize edecek fırsatları değerlendirmeyi, ülkesini kriz yönetimine hazırlamayı, güvenlik ortamını şekillendirmeyi ve gerektiğinde çatışmaya girerek, kazanmayı gerektirir. Son 20 yıldır Avrasya coğrafyası ve Irak’ta örnekleri görüldüğü gibi, Türkiye, bu fırsatları algılayacak, ulusal gücünü hazırlayacak ve kullanacak devlet adamları ve vizyon sahibi entelektüel birikimden yoksun olarak yeni döneme adım atarken, suni iç ve dış gündem meseleleri ile ülkeye zaman kaybettirmeye ve kamuoyunu oyalamaya devam etmektedir. Bununla beraber henüz zaman çok da geç değildir. Lizbon Zirvesi kararlarının hayata geçmesi için daha aşılacak yakın ve uzak önemli dönemeçler vardır. Bu makalede son NATO Zirvesi’nde neler olup bittiği, ABD’nin (özelde Pentagon’un) NATO kapsamına taşıdığı hevesleri, dünyayı ve bizleri nelerin beklediği ile ilgili bir değerlendirme yapacağız. 

NATO Lizbon Zirvesi’nde neler oldu? 

NATO Lizbon Zirvesi sonuçlarını bir cümle ile özetleyecek olursak; NATO’nun ABD’nin gelecekteki niyetleri ve tehdit algılaması doğrultusunda yeniden 
yapılanması ve konseptinin değişmesi, bu kapsamda Batı Avrupa’dan Asya’nın doğusuna kadar olan bir coğrafyanın füze savunması çerçevesi altında savaş 
alanı haline getirilerek, tehdidin ABD anavatanından uzaklaştırılması, Rusya’nın da bu işe ortak edilmesi olarak özetleyebiliriz. Zirve sonunda yayınlanan yeni 
NATO stratejisi ve zirve sonuç dokümanları ABD’nin on yıldır hazırlamaya çalıştığı geleceğin ordusu ve bu ordunun hazırlandığı savaş senaryolarının gerektirdiği kuvvet ihtiyaçları ile tamamen uyumludur.1 Kısaca, ABD kendi düşmanlarını ve konseptini NATO müttefiklerine satmış ancak Avrupalı müttefiklerini ve İsrail’i korumak için füze savunma sistemi (füze kalkanı) projesini öne sürerken Asya coğrafyasındaki kendi senaryolarını gözlerden uzak tutmuştur. Her şey savunma adına yapılmaktadır ama içlerinde kısa vadede İran, orta vadede Kuzey Kore, uzun vadede ise Çin ile yapılacak karşılaşmalar için Rusya ile stratejik işbirliği zorunlu görülmekte, bu da yetmeyeceği için ‘işbirlikçi güvenlik (cooperative security)’ kavramı ile (Avrasya doğusunda) yeni ortaklar bulunması gerekli görülmektedir. Türkiye ve Kıbrıs Rum tarafının vetoları ile sistematik olma özelliği taşımayan NATO-Avrupa Birliği ilişkilerine son kararların nasıl yansıyacağı önümüzdeki dönemin merak edilen konuları arasında yer alacaktır. 

NATO Lizbon Zirvesi’nde yayınlanan strateji dokümanı 2 ve açıklanan resmi sonuçları 3 değerlendirdiğimizde temel olarak şu değişimler öngörülmektedir; 



- NATO’nun temel görevleri olan ‘kolektif savunma’ ve ‘kriz yönetimi’ne ‘işbirlikçi güvenlik’ eklenmiştir. Yeni stratejik konseptte NATO için barıştan itibaren 
angajman (peace engagement) ile komuta ve kuvvet yapısının (teknolojiye dayalı) sürekli dönüşümü öngörülmekte ve bunun vesayeti doğrudan ABD’ye 
geçmektedir. 
-Yeni strateji dokümanında konvansiyonel tehdit olasılığı düşük olarak görülmekte; NATO’ya yönelik olarak balistik füze tehdidi, siber saldırılar, enerji güvenliği ve uzaya yönelik girişimler ana tehdit kategorisine alınmaktadır.

- NATO kolektif savunma anlayışının temeline füze savunması yerleştirilmekte dir. NATO kuvvet yapısının ana unsurları artık ‘konvansiyonel’ ve ‘nükleer kuvvetler’ yanında ‘füze savunma sistemleri’nden meydana gelecektir. 

-NATO yeniden yapılanacak; personel yüzde 35 azaltılırken (5.000 kadro), NATO’nun odağı artık konvansiyonel savaş uzmanlarından füze savunmacılarına ve siber güvenlikçilere geçecektir. 
-ABD tarafından geliştirilen füze savunma sistemleri NATO bünyesine entegre edilmekte, Zirve’de (gizli) yayınlanan siyasi rehber (political guidance) 
çerçevesinde sistemlerin detayları ve eylem planı ile ilgili çalışmaların Haziran 2011’de yapılacak Savunma Bakanları Komitesi toplantısında tamamlanması 
öngörülmektedir. 

-Rusya ile stratejik ortaklık öngörülmekte, Avrupalı demokrasilerin ittifakın üyeliğine açık olduğu ifade edilmekte, diğer coğrafyalarda yeni ortaklıklara olan 
ihtiyaca vurgu yapılmaktadır. 
-Afganistan’da 2011’den itibaren görevin yerel kuvvetlere devredilmeye başlanması ve 2014 yılına kadar NATO’nun bu ülkeden çıkması öngörülmekte dir. 

Burada özel bir paragraf açmamız gereken husus, basında pek yer almayan, Rusya ile 20 Kasım 2010 tarihinde NATO-Rusya Komisyonu kapsamında yapılan 
görüşmeler ve ilişkilerin geleceğidir. Bu görüşmeler ile ilgili ilk öne çıkan husus NATO ve Rusya Federasyonu arasında ‘ 21. Yüzyıla İlişkin Ortak Güvenlik Endişeleri’ dokümanının imzalanması yani Rusya ve NATO’nun işbirliğinin ortak bir vizyona oturtulmasıdır.4 
Ancak bundan sonra Rusya’nın füze savunma sistemine destek ve işbirliği, Afganistan’da NATO’ya yardım gibi hususlarda diğer anlaşmalara yöneldiği anlaşılmaktadır. 

Özetle, Avrasya Coğrafyasında NATO ve Rusya kendi güvenlik endişelerini gidermek için birbirilerinin önünü açmaktadır. Artık, Rusya gerek kendi
içindeki ayrılıkçı hareketler, gerekse yakın coğrafyasında kendi çıkarına uygun olmayan gelişmeler için Batı baskısı olmadan hareket edebilme inisiyatifini oldukça artırmıştır diyebiliriz.

Öte yandan, NATO strateji dokümanı nükleer silahsız bir dünya vaat ederken, yeni savaşlarda ABD’nin taktik nükleer silahlar kullanmak için yeni bir konsept 
geliştirdiğini göz ardı ediyor. Yani artık nükleer silahlar savunma amaçlı değil, taarruz amaçlı kullanılacak. ABD ve Rusya arasında imzalanan ‘Yeni START’5 ise sayısal azalma getiriyor gibi gözükse de ölümcül özelliklerde artış ve çeşitlilik getirmektedir.

< Türkiye, fırsatları algılayacak, ulusal gücünü hazırlayacak ve kullanacak devlet adamları ve vizyon sahibi entelektüel birikimden yoksun olarak yeni döneme
adım atarken, suni iç ve dış gündem meseleleri ile ülkeye zaman kaybettirmeye ve kamuoyunu oyalamaya devam etmektedir. >

 Füze Savunma Sistemi Kapsamındaki Gelişmeler ve Türkiye

Bugün dünyada 30 kadar ülkede füze teknolojisi bulunmaktadır. Hedef olarak görülen İran’ın Kuzey Kore’den teknolojisini aldığı orta menzilli Şahap3 
(1.500-1.800 km. menzilli) ve Şahap 3B (2.000 km.den fazla) füzelerine nükleer başlık takabileceği öne sürülmektedir. Gene aynı ülkeden aldığı 18 adet 
Rus orijinli R-27/REM-25 füzelerine (2.500 km. menzilli) sahip olduğu ifade edilmektedir. ABD’nin geliştirmekte olduğu füze savunma sistemi ise sadece 
İran ile sınırlı kalmayacak, Kuzey Kore’ye kadar uzanacak ve bir gün yönünü Çin’e çevirebilecek daha geniş bir coğrafya için temel olarak üç ana sistemden 
meydana gelmektedir; 

- (Bir savaş alanındaki kuvvetleri korumaya yönelik) Aktif Katmanlı Harekât Alanı Füze Savunma Sistemi (ALTBMD);6 3.000 km.ye kadar korunma sağlayacak bu sistemin 2018’e kadar hazır olması beklenmektedir. 

- (NATO topraklarını korumak için) Bölgesel Koruma Füze Savunma Sistemi;  ABD’den Avrupa’ya taşınan üç safhalı savunma sisteminin ilk halkasında ve 
en önünde Türkiye bulunmaktadır. 

-Rusya ile işbirliği halinde gerçekleştirilecek harekât alanı füze savunması; 2003’de başlayan bu çalışmalar ile ilgili şimdiye kadar dört test aşamasından geçildi. 

Füze savunma sisteminin ana unsurlarını, radarlar, füze sistemleri, komuta-kontrol unsurları ve haberleşme sistemleri oluşturmaktadır. 

Söz konusu sistemin çalışma sistemi şu şekilde özetlenebilir, hedef ülkeden atıldığı anda füzenin konumunun radarlar tarafından tespit edilerek bilgisayarlara aktarılması, komuta-kontrol unsurunca en yakın füzenin ateşlenerek hedefin mümkün olduğunca füzenin atıldığı hedef ülke içinde, en azından hedef ülkeye en yakın bölgede düşürülmesi. 
Ancak, bu reaksiyonun çok kısa bir sürede gerçekleşmesi gerektiğinden radarın en uygun yerde, önleyici füzelerin de mümkün olduğu kadar hedef ülke 
sınırına yakın olması gerekmektedir. 
Atılacak füzeler, nükleer, kimyasal, biyolojik ya da radyolojik harp başlığı taşıyabilir. Bu füzelerin düşeceği yer, en yakın olması nedeni ile öncelikle Türkiye veya yakın coğrafya (Karadeniz, Akdeniz vb.) olacaktır. Söz konusu füzelerin vurulması esnasında füze harp başlığının faaliyete geçmemesi için özel bir teknoloji düşünülüyor olsa da üzerimize kaç füze düşeceği vebunların etkisinin ne olacağı ile ilgili bir garanti yoktur. Üstelik Türkiye dışından örneğin 
Bulgaristan’dan ateşlenen füzenin Türkiye üzerinde yaratacağı riski de hesaplamak kolay değildir. Komuta-kontrol ile ilgili Türkiye’ye bazı kolaylıklar getirilse bile bu riskin azalacağını söylemek mümkün değildir. 

NATO Lizbon Zirvesi Sonuçlar›, Füze Savunma Sistemi ve Türkiye 

Türkiye, füze savunma sistemi konusunda Lizbon Zirvesi’nde diğer ülkeler ile birlikte evet demiştir. 

Taşıdığı risk ve ülke çıkarları açısından bu projeye ‘hayır’ demesi gereken, en azından kendisini ilgilendiren hususlarda kuvvetli rezervler koyması gereken 
ülke Türkiye idi. Çünkü ne İran Savaşı ne füze savunma sistemi Türkiye’nin yararınadır ne de girilecek riskin karşılığı alınacaktır.

Türkiye, Batı bağımlılığına bir kez daha esir düşmüş, kamuoyuna bunu kelime oyunları ile mazur gösterme yolunu seçmiştir. Gelinen aşamada halen radarlar 
ve füze atıcıların testleri devam etmektedir. 2011 yılı içinde NATO bünyesi içinde alınacak kararlar doğrultusundammuhtemelen gelecek yıl Doğu Akdeniz’e ilk 
gemilerin gelmesi (Aegis Class) beklenmektedir.

2015 yılından itibaren ise planlanan ülkelere radar ve füze sistemlerinin yerleştirilmesi öngörülmektedir.

2011 yılı içinde füze savunma sisteminin komuta-kontrol, radar ve ateşleyici sistemlerinin yerleştirilmesi ile ilgili esaslar belirleneceğinden Türkiye bu 
dönemde ev ödevine iyi çalışmalıdır.

Yapılması gereken, füze savunma sisteminin ‘barıştan itibaren kurulması’nın önüne geçilerek bu kabiliyetlerin jenerik savunma planlaması içinde ve ancak 
tehdit ortaya çıktığında standart ‘kuvvet oluşturma süreci’ içinde ele alınacağı bir sürece evet demektir. Böylece bu kabiliyetlerin kullanımına
gelecekte ve gerektiğinde ‘hayır’ diyebilme ve günün şartlarına uygun olarak rezerv koyma imkânı elimizde tutulmalıdır.

<   Taşıdığı risk ve ülke çıkarları açısından bu projeye  ‘ Hayır ’ demesi gereken, en azından kendisini ilgilendiren hususlarda kuvvetli rezervler koyması
gereken ülke Türkiye idi. Çünkü ne İran Savaşı ne füze savunma sistemi Türkiye’nin yararınadır ne de girilecek riskin karşılığı  alınacaktır.>

Sonuç Yerine

NATO Lizbon Zirvesi’nin tartışmasız galibi, NATO’ya kendi tehdidini, teknolojisini, kuvvet yapısını, savunma anlayışını satan, dünya hegemonyasını 
sürdürmek ve başta savunma sanayi olmak üzere ekonomisi kurtarmak için NATO’yu bir manivela haline getiren ABD olmuş, Avrupa ülkeleri ve
Rusya’yı kendine göre hizaya sokmuştur. 

Önümüzdeki yıllar, ABD güvenlik anlayışı ile NATO’nun diğer ülkelerinin figüran ve hedef hale getirildiği yeni savaş ve çatışmaların habercisidir.
ABD’den sonra kazananlar ise onun leş yiyicileri AB’nin büyükleri ve kendi coğrafyasında daha fazla inisiyatif kazanacak ve güçlenecek Rusya
olacaktır. Türkiye, kendi çıkarlarına bakmadan ve girdiği riski hesaplayamadan -kendi kamuoyunu yanıltmaya yönelik manevralar dışında, kararlara ‘evet’ demiştir. 
Türkiye, ‘hayır’ diyebilseydi, hem Batı’da hem de Doğu’da çok daha prestijli ve sözü dinlenen bir ülke olacak, bölgesel gücü daha iyi anlaşılacaktı. Türkiye, NATO’da veto hakkı olmasına rağmen bu özelliğini kullanmamış, gene almadan veren ülke olmuştur. 
NATO içinde hem ABD’nin hem de Avrupa’nın çıkarlarına en çok hizmet ettiği için zirvenin en başarılı ülkesi olmuştur(!). Yunanistan Başbakanı Papandreou bile (uyuduğu için)7 Türkiye’yi takdir etmiştir.8 Artık ‘kediye kedi diyebilecek’ yeni bir diplomasi anlayışına, yeni tür devlet adamlığına ve  diplomasi istihbaratına ihtiyacımız olduğu bir kere daha ortaya çıkmıştır. Tabii, öncelikle de ABD ve AB’ye bağımlı olmayan, korkmayan, vizyon sahibi yönetimlere...


DİPNOTLAR;


1 ABD’nin gelecekteki savaş senaryoları sırası ile İran, Kuzey Kore ve Çin ile yapılacak füze savaşlarına odaklanmaktadır. 
Bkz. Sait Yılmaz: Ulusal Savunma Strateji, Teknoloji, Savaş, Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2009), s.545-552. 

2 “Strategic Concept For the Defence and Security of The Members of the North Atlantic Treaty Organisation” Adopted by Heads of State and Government in 
Lisbon Active Engagement, Modern Defence, 
http://www.nato.int/lisbon2010/strategic-concept-2010-eng.pdf, 19 Nov. 2010. 

3 Lisbon Summit Declaration: Issued by the Heads of State and Government participating in the meeting of the NorthAtlantic Council in Lisbon, 
www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_68828.htm, 20 Nov. 2010. 

4 NATO-Russia set on path towards strategic partnership, 
http://www.nato.int/cps/en/SID-83139AEC53408DAC/natolive/news_68876.htm, 20 Nov. 2010. 

5 Eski START’ın (Stratejik Silahlarda İndirim Anlaşması: Strategic Arms Reduction Treaty) süresi Aralık 2009’dadolmuş olup, halen ABD; 3.696, Rusya; 4.237 stratejik savaş başlığına sahiptir. Yeni START ile stratejik kapsamdaki 
savaş başlıklarının 1.500-1.675 civarına indirilmesi öngörülmektedir. 

6 ALTBMD: Active Layered Theatre Ballistic Misilse Defence System. 

7 Türkiye’den füze kalkanı kapsamında Yunanistan aleyhine Ege hava Sahası, yeni NATO Karargahları ve Kıbrıs konularında 
rezervler bekliyordu. 

8 Papandreou hails results of NATO summit, 20 Nov 2010, http://www.athensnews.gr/portal/10/33937 

http://www.21yuzyildergisi.com/assets/uploads/files/5.pdf


***