JANDARMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
JANDARMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2020 Pazartesi

Jandarma ve TSK Üzerindeki Oyun

    Jandarma ve TSK Üzerindeki Oyun




Armağan Kuloğlu 
14 Haziran 2014

 Jandarma Genel Komutanlığı’nın tasfiyesine ilişkin, 5-6 yıldır tartışmalar, yorumlar ve programlar yapılmakta, yazılar yazılmaktadır. Bunu gündeme taşıyanların, iktidarı destekleyen ve onun propagandasını yapan medya grubu olduğu dikkat çekmektedir. Son zamanlarda yönetimin, bu konunun planlanarak gerçekleştirilmesi için hazırlıklar yaptığı da anlaşılmaktadır. Bunun gündeme getirilmesinin sebebinin, AB giriş süreci çerçevesinde güvenlik teşkilatlarının AB normlarına uyum sağlaması olduğu ifade edilmektedir. Bu kapsamda yeni sınır güvenlik birimlerinin oluşturulması, jandarmanın tasfiyesi, TSK’nın yeniden yapılandırılması, ordunun profesyonelleştirilmesi gibi konuların yer aldığı görülmektedir. Ancak sebebin AB olarak gösterilmesinin gerçeklik yönü olsa da, bunun yanında çözüm sürecinde bölücülere verilen sözlerin ve yönetimin ideolojik yaklaşımlarının da bu çalışmalarda önemli rol oynadığı dikkatlerden kaçmamaktadır. 

Sebebin AB olduğuna bakacak olursak, Türkiye’nin coğrafi konumunun AB ülkelerinden farklı olduğunu, komşularımızın onlarınkine benzemediğini, jeopolitik ve tehdit ortamının, dolayısıyla güvenlik algılamasının mukayese edilemeyeceğini açık olarak görmek mümkündür. Ayrıca ülkelerin tarihi geçmişlerini, gelenek ve teamüllerini, kuruluş şekillerini ve felsefesini de bu kapsamda düşünmek gerekir. Bu nedenle ülkelerin, özellikle Türkiye’nin güvenlik yapısının farklı olabileceği, her şeyin AB ülkelerindeki gibi olamayacağı kabul edilmelidir. Ancak başka düşüncelerle bunu bahane ederek bir zorlamaya gitmenin ve kamuoyunu da yanıltmanın doğru bir yaklaşım olmayacağı aşikârdır. Bu kapsamda Ermenistan, İran, Irak, Suriye, hatta Yunanistan gibi ülkelerle olan sınırlarımızın asker olmayan sınır güvenlik birimleriyle korunmasının mümkün olamayacağını, buradaki konunun sadece uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve gümrük hususlarının çok ötesinde olduğunu bile bile böyle bir uygulamaya gitmek hatadır. Avrupa ülkelerinde sınır geçişlerinin fark edilmediğini de orada seyahat edenler bilir. Jandarmanın tasfiyesinin de Oslo görüşmelerinde görüşüldüğü ve bugüne kadar da bölücüler tarafından ısrarla üzerinde durulduğu haberlerine rastlanmaktadır. Jandarmanın askeri niteliğinin ortadan kaldırılması ve TSK’dan da koparılması söz konusudur. AB normlarını uygulayacağım derken, İtalya, Fransa, Belçika gibi ülkelerde askeri nitelikte jandarma teşkilatı bulunduğu, ihtiyaç duyulduğunda jandarma birliklerinin Kara Kuvvetlerini destekleyeceği, buna uygun eğitim, teçhizat ve teşkilata sahip olduğu dikkate alınmamaktadır. Bugüne kadar başta Kıbrıs Harekâtı olmak üzere iç güvenlik ve dış güvenlikteki başarılı ve kahramanca hizmetleri görmezden gelinmektedir. Jandarma subay ve astsubaylarının, özellikle komutanlarının yetişmesinin kolay olmadığı, Kara Harp Okulu’ndan sonra Piyade Okulu’nda, sonra da buna ilave olarak jandarmanın görevleri olan mülki ve kolluk görevleri, adli kolluk görevleri ve iç güvenlik hizmetleri için uzun süre öğretim ve eğitimden geçtikleri bilinmelidir. Eğitim, öğretim, teçhizat, malzeme, teşkilatının askeri olması ve asker nosyonuna sahip olmalarından dolayı sahip oldukları ruh hali ve motivasyonun ülke güvenliği açısından önemi ve değeri dikkate alınmalıdır. Sadece adli kolluk görevinin üzerinden alınması faydalı olabilir. Aynı durumda olan Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın da sivilleştirmeye çalışılması yanlıştır. Yunanistan’ın dahi Sahil Güvenlik Örgütü’nü tam askerleştirdiği bir ortamda bu yanılgıya düşülmemelidir. Bu komutanlığın da gerekli zaman ve yerde Deniz Kuvvetleri’nin bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Bunların dışında, TSK’nın yapısının değiştirilmesi konusunda da çalışmalar yapıldığı duyumu alınmıştır. 

Bu çerçevede, Genelkurmay Başkanlığı karargâhının küçültülmesi, MSB karargâhının büyütülüp operasyonel nitelik kazandırılmasına yönelik çalışmalar yapıldığı, neticede TSK’nın geleneksel yapısının tasfiyesinin ön görüldüğü değerlendirilmektedir. TSK’nın da tam profesyonel yapılarak, mükellefiyet yoluyla olan askerliğin ortadan kaldırılmasının planlandığı anlaşılmaktadır. 
Bu uygulamayla milletle ordu arasındaki bağın, muhabbet ve iletişimin kopacağı bilinmelidir.
Bu çalışmalar dikkate alındığında amacın AB normlarının ötesinde, bölücülere, AB ülkelerine ve küresel güçlere şirin görünmek olduğu algılanmaktadır. Ayrıca Jandarma’nın tasfiyesiyle TSK’nın insan gücünün azaltılmasının hesaplandığı değerlendirilmektedir. TSK’nın yapısının değiştirilmesiyle de Genelkurmay Başkanlığı’nın etkinliğinin zayıflatılmasının, bununla, hâlâ böyle bir yaklaşım ve ihtimal olmamasına rağmen, siyasi bir propaganda aracı olarak kullanılan, olası darbe düşüncesinin engellenebileceğinin hesaplandığı kıymetlendirilmektedir. İktidarın devamlılığının, devletin güvenliğine tercih edilebileceği gibi yanlış bir algılamaya sebebiyet vermemek için bu oyuna gelinmemelidir. Bu konuda gerekli hassasiyetin gösterilmesinde fayda mütalaa edilmektedir.

28 Ocak 2018 Pazar

15 Temmuz İç Savaş Provası, Uyuyan Hücrelerin Postal Sesleri

15 Temmuz İç Savaş Provası, Uyuyan Hücrelerin Postal Sesleri


15 Temmuz İç Savaş Provası: Uyuyan Hücrelerin Postal Sesleri
Kaan Turhan
kaanturhana@gmail.com

Türkiye’deki kadroları ve devletin her kademesini ele geçirmiş olan fetullahçılar maşasıyla Amerika, Türkiye’de bir iç savaşın provasını gerçekleştirmiştir. Gelecekte de daha büyük bir hamleyle, Türkiye’yi zapturapt altına almayı amaçlıyorlar. Amerika’nın bölgedeki gücü zayıfladıkça ve hedeflediklerinde karmaşa arttıkça Türkiye’yi kullanma stratejisi devam ediyor. 

15 Temmuz’daki askeri hareket de Türkiye’yi yeniden hizaya sokma ve operasyonlarda kendine bağımlı kadrolar oluşturma stratejisinin bir parçasıydı. Yukarıda medyadan derlediğim haberler dikkatle incelenirse; devlet bu operasyonda sınıfta kalmıştır. Böylesi kirli bir yapılanmayı takip edebilmeyi, istihbari çalışmayı net bir biçimde yapamamış, özel iletişim kanallarına günümüz teknolojisinde ulaşamamıştır. MİT, Genelkurmay, Emniyet, Devlet kurumları sınıfta kalmıştır. Fetullah Gülen ve yandaşları hem Türkiye’yi ele geçirmiş hem de dünya egemenliğinde CIA kontrolünde faaliyetleriyle tüm mütedeyyin insanları “himmet” adında “hizmet”e vakfettirmiştir. 

Nurettin Veren’in ifadeleriyle yurtdışına yönelik uyarılar önemlidir: “FETÖ’ye arka çıkan devletler, başta ABD şunu iyi bilmeli ki, FETÖ’nün çılgın projesi ve ütopyası, sadece Türkiye’ye darbe yapmak ve Türkiye’de hakimiyet kurmak, halife olmak değildir. Bilerek kendini 5 defa kullandırıp, ortağını 100 defa kullanma stratejisini hayata geçirerek, kendi hayalinde kurguladığı, bütün dinleri harmanlayıp ve bütün dünya siyasal yönetim sistemine de hâkim olacak, tek merkezden yönetecek, dünya vatikan’ını inşa etme projesidir. Bu dünya Vatikan’ının komuta merkezi, Güney Afrika’daki Johannesburg kentinde 2007 yılında Gülen’in talimatıyla Ali Katırcıoğlu’na kurdurulan, 1 milyar dolara yakın harcamayla tamamlanmış olan, NİZAMİYE KÜLLİYESİDİR. 
15 Temmuz’da yapmış olduğu darbe hareketi, herkesi bela ve musibete sürükleyen macerası, sadece Türkiye’deki vatandaşlarımıza ve kuruluşlarımıza ve devletimize mahsus bir saldırı değildir.[1]” Tüm dünya üzerindeki okullarla, batı kontrolünde adam devşirme ve yetiştirme eğitimleriyle dünya ülkelerini ve halkları da tehdit etmekte olan fetullahçılarla, Nurettin Veren’in saptamalarına göre, batının hesabı bitmemiştir. Belki de Veren’in yanıldığı nokta, fetullahçıların Amerika’dan bağımsız hareket serbestîsi içinde olma olgusudur. Nizamiye Külliyesi bilgisiyse; fetullahçılara merkez üs olarak Afrika’yı verip, koruma altına alma stratejisi olabilir. Lâkin fetullahçılara, Amerika’nın ılımlı İslam ve İslamiyet’in İsevileştirilmesi projelerinde ihtiyacı vardır ve proje devam etmektedir.

            Tek Adam: Recep Tayyip Erdoğan

            15 Temmuz gecesi ve sonrasında, Tayyip Erdoğan’ın heyecanını, ciddiyetini ve de dik duruşunu sahiplenen kimse olmadı. Adeta tek başına kaldı. Hâlihazırdaki hükümet kadrolarının, sessizce, olan bitene zayıf tutumlarla sarılmaları dikkatten kaçmamaktadır. Erdoğan’ın, 15 Temmuz darbe girişimini “ Eniştem ”den öğrendim açıklaması: her şeyden önce, yalnız kaldığına işaret etmektir.

MİT, Genelkurmay, Emniyet, Jandarma, Fetullahçıların elinde hareket etmekteyken; Erdoğan’ın yalnızlığı gün yüzüne 15 Temmuz’la birlikte çıkmıştır. MİT’in böyle kanlı bir darbe girişiminden, hava üslerindeki hareketlilikten ya da askerlerin birbirleriyle haberleşmelerinden habersiz olduğu gerçeği şunu da göstermektedir ki, fetullahçılar MİT’te ve diğer istihbarat kurumlarında kalkan görevi görerek gerçeği gizlemişlerdir.

Başka bir açıklaması da Hakan Fidan’ın her şeyden haberi olduğu, darbe gecesi öncesinde Genelkurmay’a giderek, bir hareketliliğin olduğunu bildirmesi haberlerine dayanarak, Hakan Fidan’ın da darbecilere kalkan olduğudur. İstihbarat zafiyetinin bilmediğimiz başka teknik hatalar da olabilir belki ancak bu ne Hakan Fidan’ı ve Genelkurmay’ı aklar!

Erdoğan’ın darbe girişimi sonrası açıklamalarında yer alan bir konu daha yalnızlığının tescili niteliğindeydi. Devlet kadrolarında, 20 bin kişinin açığa alınmasını eleştirenlere, "100 bin, 200 bin ucu nereye giderse gitsin bu temizliği yapacağız" demesiydi. TSK’da, Emniyet’te, Yargı’da, Eğitim’de yapılan operasyonlarla birlikte, bu kadar büyük rakamlara ancak siyasi alandaki, medya alanındaki operasyonlarla ulaşılabilecektir. Bu da siyasal olarak, Erdoğan’ın yalnızlığının delili olarak yorumlanmalıdır.

Nitekim, darbe girişiminde MİT’in zafiyetine ilişkin, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in 15 Temmuz günü yaşananlarla ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım'ın açıklamaları ile ilgili soru önergesinde şunları ifade etmişti:

“MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, darbe girişimi gecesi MİT olarak neler yaptıklarına ilişkin basına yansıyan değerlendirmeler de şaşkınlık vericidir. TSK’da bazı askerlerin darbe girişiminde bulunacağını, darbe girişiminin başladığı saatten yaklaşık 5 saat önce yani 15 Temmuz 2016 Cuma saat 16.00 sıralarında öğrendiği ifade edilen Hakan Fidan, bu bilgiyi ancak 4 saat sonra yani darbenin girişiminin başlamasından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’a söylemiş. Hakan Fidan'ın darbe girişimine ilişkin, söz konusu gün 16.00'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ı telefonla bilgilendirdiği, 16.30'da MİT Müsteşar Yardımcısı'nın Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'le karargâhta görüştüğü, 18.00'de Fidan'ın karargâha giderek Akar'la bizzat görüştüğü de bilinen bilgiler arasındayken, Fidan’ın, darbenin asıl hedefi konumundaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bilgilendirmemesi ciddi kuşkular yaratmıştır.”

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in soru önergesi şu maddelerden oluşuyordu:

-Sivil, polis ve asker 246 kişinin hayatını kaybettiği, darbecilerden de 24’ünün ölü ele geçirildiği darbe girişiminden MİT’in son saatlerde haberinin olması, MİT yetkilileri açısından görev kusuru mudur?

-MİT Müsteşarı Hakan Fidan, darbe girişiminde bulunulacağını öğrenilmesinin ardından, sırasıyla hangi birimlere haber verilmiştir? Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a haber verilmediği iddiası doğru mudur?

-Hakan Fidan, darbe girişiminden sonra, Cumhurbaşkanı ile birebir yaptığı görüşmede istifasını sunmuş mudur?

-Cumhurbaşkanı ve devlet yetkililerinin darbe girişimindeki istihbarat zafiyeti söylemlerinde; Genelkurmay Başkanlığı’nın elinde bulunan Genelkurmay Elektronik Sistemler’in (GES)  sivilleştirilme iddiasıyla MİT’e bağlanmasının payı var mıdır?

-MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın bu darbe girişiminden önceki süreçte, 15 darbe girişimini, belli komutada kademesindeki askerleri ikna ederek durdurduğu dile getirilmektedir. Bu iddia doğru mudur? Doğruysa, Hakan Fidan’ın görevi istihbarat toplamak mıdır, darbecileri ikna etmek midir? Dile getirilen bu iddialar; Genelkurmay, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı tarafından bilinmekte midir? 

-Hakan Fidan, 15 Temmuz 2016’da “bu sefer de darbecileri ikna ettim” şeklinde söylemde bulunmuş mudur? Üst kademelere haber verilmemesinin nedeni bu mudur?

-Hakan Fidan, bu durumda darbe girişimi yapacak komutanların kim olduğunu önceden biliyor muydu? 

-Cumhuriyet Gazetesi’nin 27 Haziran 2016 tarihli sayısında “MİT’te neler oluyor?” başlığıyla çıkan haberde, Arapça monitörlerin (telefon dinleyen kişi), Arapça görüşmelerin neredeyse tamamını İstihbarat Değeri Yoktur (İDY) yaptığı, yönetimin de bu duruma göz yumduğu belirtilmiştir. IŞİD militanlarının ağırlıklı Arapça konuştuğu ve IŞİD’in Türkiye’deki bombalı saldırıları dikkate alındığında, haberde konu yapılan iddiaların vahimliği tartışmasız önemdedir. Bu iddialar doğru mudur? Doğruysa, dinlemeleri İDY yapan monitörler hakkında herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Açılmışsa nasıl sonuçlanmıştır?

-Hakan Fidan hakkında, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne ilişkin görevi ihmal ya da başka bir iddia üzerinden herhangi bir soruşturma açılmış mıdır?[2]”

            Devletin istihbaratı darbe girişiminde sınıfta kalmış ve Cumhurbaşkanı’nın ‘sır küpüm’ dediği Hakan Fidan, bu kanlı senaryoda Erdoğan’ın yalnızlığının nirengi noktasını oluşturmuştur.

Erdoğan bu yalnızlıkta, sadece Türkiye içinde muhatap olmadı. Batıdaki müttefiklere sürekli göndermelerde bulunarak, bizi yalnız bırakmayın, “ya FETÖ ya Türkiye” mesajını açık açık dillendirdi. Rusya’yla tekrar ilişkileri iyileştirme çabaları, Suriye’yle tekrar iyi ilişki hesapları yaparken, NATO ve Amerika’yla ilişkiler sorgulanmaya başlandı. Gerilimli bir atmosfer yaşandı. Amerika da Fetullah Gülen’in iadesi konusunda Türkiye’ye karşı tutumunu sürdürüyor. Lâkin dünya üzerinde fetullahçı yapılanmaya ihtiyaçları var. Ayrıca Nurettin Veren’in açıklamaları da gösteriyor ki, üst akıl noktasında sosyal medya uygulamaları ve sitelerinin (facebook, twitter vb.) üst yönetimlerinde, NASA’ya, Petrol Şirketlerine varıncaya kadar fetullahçı kadrolar kritik üs kurmuş durumdadırlar.

Türkiye Her Koşulda Çöküş İçinde

            Türkiye öylesine ilginç ve ilginç olduğu kadar da yabancı servislerin operasyonel gücünün net biçimde ortada olduğu bir darbe girişimi gerçeğini yaşadı ki kimse bu ortamda ne olacağını, nasıl davranacağını, net bir biçimde salt gerçeği göremez oldu. At izi it izine iyice karışmış durumdadır.

            Hanefi Avcı örneğin, “Haliçte Yaşayan Simonlar” kitabı çıktığında okumuş ve yeni bir şeyin olmadığını görmüştük. Bu denli gündeme taşınıp da içi kof bir kitabı bu denli pohpohlamak önemliydi. Emniyet Müdürlüğü ve görevleri sırasında net olamayanlar, emekliliklerinde itirafçı olmuşlardı.

Orhan Gökdemir’in bu konudaki saptamları da değerli:

“Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, Bugün yazarı Ahmet Taşgetiren, yazar Latif Erdoğan, cemaatin ilk polis imamı olduğu söylenen Kemalettin Özdemir, Gülen'in eski sağ kolu Nurettin Veren hava bulanır bulanmaz itirafçı oldu. 17-25 Aralık girişiminden sonra baş gösteren devletin tokat atma ihtimali karşısında öyle bir korktular ki o gün bugündür kesintisiz konuşuyorlar. Sonra mehdinin bütün adamları arasında bir salgın hastalık gibi yayıldı bu hal.

Gülen’in sağ kolu itirafçı, en önemli gazetecisi itirafçı, ilk polis imamı itirafçı, gazeteci ve yazar örgütünün başkanı itirafçı, jandarma imamı itirafçı, genç subayları itirafçı, generalleri itirafçı, polisleri itirafçı, yargıçları, savcıları itirafçı…Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki.

Onur yok bu oyunda, insan yok, vicdan yok. İtaat etmeyi alışkanlık edinmiş olanların zalim karşısında boyun eğip diz çökerek küçülüşünü izlemekteyiz. Her oyuncu “pişmanım” diye inleyerek rolünü tamamlayıp çekiliyor sahneden.

Zaman gazetesinin “gözü kara” kalemşoru Mümtazer Türköne, “O camiayla olduğum için pişmanım. Darbeciler idam edilsin” dedi. İdam edilmesini istediği darbeciler yoldaşlarıydı. Ergenekon-Balyoz operasyonunun cemaatin talimatı üzerine başlama vuruşunu yapan Ankara Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya, “Gülen cemaatini dini bir cemaat sanmıştım, pişmanlığın zirvesindeyim” dedi. Oysa tutup içeri tıktıklarından hiçbiri böyle bir pişmanlık beyanında bulunmamıştı.

Darbe girişiminin ardından tutuklanan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan ifadesinde suçlamaları kabul etti, itiraflarda bulundu ve pişmanım dedi. Cemaat'e yakın Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Boydak gözaltına alınıp serbest bırakıldı. İçeride pişmanım demeyi unuttu. O da yazılı bir açıklama yaptı, "FETÖ örgütüne, geçmişte iyi niyet ve sadece vatanseverlik duygusuyla yaptığımız yardımları düşününce bugün kahroluyoruz" dedi. Cemaatin amansız savunucusu gazeteci Nazlı Ilıcak, "Yanıldığımı, bu yapılanmanın bir örgüt olduğunu 15 Temmuz sonrasında gördüm. Daha önce bilseydim karşısında yer alırdım" dedi.

Öte dünyaya inan, mehdiye inan, kutsal kitaba inanan, şehitliğe
inanan, mehdinin ağzını sildiği peçeteye inan, mehdinin kirli donuna, kılına, tüyüne inanan, bilemediğimiz bilcümle saçma sapan şeye inanan ve ömrü boyunca Allah yolunda ölmeye hazırlanan bu insanlar arasında bir tek kişi çıkıp “bu dava benim davam, geri adım atmam, haklıyım” demedi, diyemedi. Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki.[3]”

Bu itirafçılık olayı da dikkatle izlenmeli ve tehlikenin önemli bir parçası olarak kayda geçirilmelidir. Zira itirafın isnat edilen olayın vukuu hakkında kesin bilgi içerdiği anlamına gelmez. Çünkü şahitlik gibi itiraf da ihbar grubunda yer alan bir tasarruf olduğundan kural olarak doğrulanması ya da yalanlanması mümkündür ve kesin bilgi kaynağı görülmez. Bundan dolayı itirafın herhangi bir baskı ya da yanılmadan kaynaklandığının anlaşılması, halin delâletinin ve vâkıanın itirafın doğruluğuna imkân vermemesi gibi durumlarda itirafa itibar edilmez[4].”

İtirafçılar kadar, medyada yeni iklimi yönlendiren kimselere de dikkat etmek gerekmektedir. Kripto fetullahçıların yönlendirmelerine karşı, sadece ve sadece Türkiye’nin çıkarları öne çıkarılarak hareket edilmelidir.

15 Temmuz darbesinin Türk Milleti üzerindeki biyo psiko sosyal etkisi uzmanlarca incelenmeli ve dikkatle sağaltım yayınları yapılmalıdır. Halkın orduya olan güvensizlik çıtasının yükseltilmesi, ordu millet birlikteliğinin tesisi için çalışmalar yapılmaktadır. Lakin Türk askeri, sokaklarda üniformayla, kamufulajla dolaşamaz duruma gelmiştir. 15 Temmuz’a ilişkin halkın kahramanca, darbecilerin önüne çıkıp savaş vermesi, birçok şehit vermemiz ağır bir toplumsal travmanın da yaşandığını göstermektedir. Askeri kurumların bu süreçle budanması, işlevsiz hâle getirilmesi noktasında da dikkatli davranılmalı ve ülkenin tepesinde hâlâ Atatürk düşmanlarının, Cumhuriyet düşmanlarının olduğu unutulmamalıdır.

İstanbul'da darbe girişimi soruşturmasında emniyette gözaltına tutulduğu 13’üncü gün fenalaşan ve kaldırıldığı hastanede can veren tarih öğretmeni 42 yaşındaki Gökhan Açıkkollu’nun cenazesi, İstanbul’da izin verilmediği için eşinin memleketi Konya’nın Ahırlı İlçesi’ne bağlı Büyüköz Mahallesi’nde toprağa verildi. Öğretmen Açıkkollu’nun cenaze namazını cami imamı kıldırmayınca, mahalle halkından bir kişi kıldırdı. Öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun başına gelenler, toplumsal kesimlerce infiale yol açabilecek niteliktedir. Bu tür provokasyonel yöntemler, Türkiye’deki ayrılığı keskinleştirir ve Türkiye’nin üstünde durduğu bıçağı biler.

Askeri okulların kapatılması olayıysa; TSK’nın AB raporlarında vurguladığı ‘profesyonel ordu’ için tırpan niteliği taşımaktadır. Askeri okulların kapatılması, Fetullahçıların askeri okullara sızması nedeniyle değil; AKP’nin varoluş ve kuruluş felsefesi gereğidir. Aynı zamanda niyetin Kemalist kurum ve kuruluşlar olduğu, OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname’lerle birçok kurumun özelleştirileceği gerçeğidir.

12 Ağustos 2016’da kabul edilen Kanun Hükmünde Kararname’yle, Varlık Fonu Yasa Tasarısı'yla devlet kurumlarına ait kamusal varlıkların özelleştirilerek satılabilecek:

Atatürk Orman Çiftliği Genel Müdürlüğü, 
Atatürk Kültür Merkezi, 
Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü, 
Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü, 
Spor Toto Teşkilat Başkanlığı, 
TRT, 
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü, 
Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, 
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu, 
GAP Başkanlığı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, 
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, 
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, 
Savunma Sanayii Müsteşarlığı, 
PTT, 
TRT, 
İller Bankası, 
TÜBİTAK, 
Milli Piyango, 
TPAO, 
DSİ, 
GAP Başkanlığı, 
DHMİ, 
YURTKUR, 
Karayolları Genel Müdürlüğü, 
Türkiye Bilimler Akademisi, 
Türkiye Adalet Akademisi, 
Spor Genel Müdürlüğü gibi stratejik tüm kurumlar özelleştirilebilecektir.

AKP’nin bu tasarısına muhalefet karşı çıktı da ‘şimdilik’ belki de bu tasarı iptal edildi.

Sonuç: Türkiye’de İç Savaş Koşulları Oluşturuluyor!

15 Temmuz kanlı kalkışma aynı zamanda, Türkiye’de bir iç savaş çıkma olasılığının test edildiği alan yarattı ve başarılı oldu.

Türkiye, bölgesinde güçsüz bir ordu ve moralsiz, kırılgan, dayanıksız, personeli birbirine güvenmeyen bir yapıya hapsedilmiştir. Ortadoğu’da, Kafkaslarda, Güneydoğu’da en çok gereksinim duyacağımız noktada askerimiz ve kurumsal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’miz görev yapamayacak noktaya getirilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı’na getirilen, Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi (SADAT) Yönetim Kurulu Başkanı Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, özel harp yöntemleriyle Türkiye’de iç savaş koşullarının yaratılmasında kilit rol oynayabilecektir. SADAT ile gayri nizâmi harp çerçevesinde şehirlerde halkı kışkırtıp, birbirine düşürebilecek suikastlar, halkı bölebilecek dezenformasyonlar ve manipulasyonların yapılabileceği açık bir tehdit olarak dikkat çekmektedir.

15 Temmuz’da “Hazır kıt’a” olarak ülküsel duyguları aşındırılan halk, tankların önüne sürülmüş, birçok cân yanmış, insanlar darbe girişimindeki askerlerle meydan muharebesi kurgusunda karşı karşıya getirilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Yenikapı mitinginin ertesinde de demokrasi nöbetlerine “ara veriyoruz” (son değil!) demesi de çözümlemede dikkat edilmesi gereken konulardandır.

Yani bu halk yapay, zorla varsayılan farklılılar (Kürt, Alevi gibi) üzerinden meydanları kuşattığında, iş çoktan bitmiş olacak, iç savaş yaratılarak ülke çökertilecektir. Kilis’ten, Artvin’e kadar olan kuşakta komutanlıklar büyük sıkıntılar içindedir ve moral motivasyon olarak tutuklanan komutanlarından ötürü birlikler ‘başsız’ kalmıştır. Kilis Artvin kuşağından doğuda tasarlanan bir kukla Kürt devleti, iç savaşla birlikte kaçınılmaz hâle gelecektir.


[1] Nurettin Veren, Karanlık konseyin ve Fetö’nün Yeni Dünya Düzeni ortak projesi, Yeni Akit, 16.08.2016

[2] 15 Temmuz’un yanıt bekleyen soruları Meclis gündeminde, 28.07.2016

[3] Orhan Gökdemir, Mehdinin Bütün Adamları, SOL, 16.08.2016

[4] İslam Ansiklopedisi, Cilt: 23, Sayfa: 461

http://acikistihbarat.com/Goruntule.aspx?id=10607

***

18 Aralık 2014 Perşembe

Polis ve jandarma dikkat: PKK çok ciddi bir alana el attı


Polis ve jandarma dikkat: 

PKK çok ciddi bir alana el attı



Bir süreden buyana PKK taraftarları futbol maçlarını tahrik için zemin olarak kullanmaya başladılar. Bu çok önemli toplumsal gelişmelerin tetikleyicisi olabilir. Bir hukukçu arkadaşım twitter üzerinden Yugoslavya iç savaşı öncesinde futbol maçlarında çıkan olaylara dikkatimi çekti. Kamu hukuku, soykırım ve Balkanlar konusunda uzman olan Dr. Gözde Kılıç Yaşin’den rica ettim ve bana Yugoslavya iç savaşı öncesinde gerçekleşen futbol merkezli çatışmalar ile ilgili bir bilgi notu hazırladı. Aşağıda bu nottan alıntılar yapacağım: 
Yugoslavya’da bölünme öncesinde bir zamanlar tüm Yugoslavların gururu ve takımı olan Kızılyıldız artık Sırp aşırı milliyetçiliğinin en büyük bayrağı olmuştu. Dinamo Zagrep de artık sadece Hırvatların takımıydı. İç Savaşı tetikleyen Kızılyıldız-Dinamo maçından üç yıl önce Sırp ve Hırvatların birlikte forma giydikleri Yugoslavya Ümit Milli takımı dünya şampiyonu olmuştu.
13 Mayıs 1990’da Kızılyıldız-Dinamo maçının galibi baştan belliydi. Kızılyıldız Zagreb’e şampiyonluğunu kutlamaya gidiyordu. İki tarafın aşırı milliyetçileştirilerek saldırganlaştırılmış fanatikleri henüz maç başlamadan birbirilerinin arabalarını ateşe vererek savaşı başlattı. Kızılyıldız’ın kendilerini “Kahramanlar” olarak adlandıran Delije taraftar grubundaki 3 bin kişi, yanlarında tel örgüleri imha edecek asit sülfüriklerle Zagreb’e gelmiş, liderleri Arkan eşliğinde 10 bin kadar Zagrebli ile iç savaşın bir nevi provasını yaptılar.
O dönemde Zagrep polisi multietnikti ancak olaylar başlayınca amirlerini de dinlemeyerek etnik gruplarına göre kavgada yerlerini aldılar. Çoğu Sırp kökenliydi ve Dinamo taraftarlarına coplarla saldırdı.  Sırp taraftarlar sülfürik asitle tel örgüleri eritip Dinamo Zagreb’in Kötü Mavi Çocuklar’ına saldırdı, onlar da bıçaklarla karşılık verdi.
Kızılyıldızlı Delije’lerin lideri olan Arkan, Kaplanlar adıyla dünyaca meşhur olan cinayet ve tecavüz çetesinin nüvesini Kızılyıldızlı holiganlardan oluşturdu. Hatta daha da güçlü bir çete kurmak için bir kez daha futbolu devreye soktu. Bu futbol savaşının tek günahkarı Sırplar değildi, en baştan itibaren Hırvatlar da en az Sırplar kadar savaş suçlusuydu.
Halihazırda 1980’li yıllarda Hırvat aşırı milliyetçiliğinin en büyük kalesi olan Dinamo Zagreb’in Maksimir Stadı artık yasa dışı silah ticaretinin en büyük merkezlerinden birisine dönüşmüş, Dinamo’nun armasındaki damalı bayrak Hırvatistan’ın yeni bayrağı olmuştu. Birçok Hırvat savaş suçlusu, iç savaş esnasında Sırp ve Boşnak kadınlara tecavüz ederken, Split ve Dinamo marşları söyleyecek, Sırplar da Kızılyıldız ve Partizan marşlarını savaş çığlıklarına dönüştürerek aynı iğrenç muameleyi Hırvat ve Boşnak kadınlara yapacaklardı.
Sırbistan ve Hırvatistan Euro 2000 elemelerinde aynı gruba düştü. Her iki maç da beraberlikle sonuçlanırken, saha dışında taraftarlar birbirlerinin arabalarını yaktılar. Sonradan Fenerbahçe forması giyecek olan Mirkoviç, Hırvat Jarni’yle birbirlerini boğazladıktan sonra oyundan atıldı ve Sırp aşırı milliyetçileri Çetnik’lerin selamını vererek sahayı terk etti. Zaten Hırvatistan’ın yeni damalı forması İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler ile işbirliği yapan Hırvat faşistleri Ustaşaların bayrağı ile aynıydı!
n İngiltere’deki futbol şiddetini anlatan Football Factory filminin Tommy Jones’u  holiganizm üzerine belgesel çekmeye gittiğinde Belgrad’ın köhne bir barında Zare adlı bir Partizanlı’nın bir Hajduk Split’li tribün liderine nasıl tecavüz ettiğini kendisinden geçerek anlattığı anda belki de ilk kez futboldan tiksindi çünkü Balkanlar’da futbol savaş, savaş da futboldu!
Bunlardan Yaşin’in çıkardığı sonuçlara gelince: “Futbol,  aşırı milliyetçiliğin canlandırılması ve kitleselleştirilmesi için kullanılan bir enstrüman olabilir. Futbol taraftarları holiganlaşmaya yatkındır, tüm marşlar insanlar üzerinde gururu arttıran ve saldırganlaşmaya yatkınlaştıran bir etki uyandırır, sahalarda da marşlar kullanılarak taraftarların enerjisinin ” öteki “ olarak belirlenene yönlendirilmesi sağlanabilir. Sadece bir etnik kökenin “öteki” olması gerekmez futbol, aynı etnik köken ve aynı din/mezhep ve aynı dil grubundan olan kişiler arasında dahi farklı takımları tutmaktan ötürü düşmanlaşma yaratabilen bir enstrümandır. Bir futbol takımına dönük aşırı duyguların tribünlerin etki altına alınması sayesinde milli duygulara dönüştürülmesi mümkündür. Bu milli duyguların aşırılaştırılması, taraftarların kısa sürede canavara dönüşecek birer saldırgana çevrilmesi son derece kolaydır.”
Sonuç olarak emniyet güçlerinin derhal statlar için yeni bir strateji geliştirmesi şart olmuştur. PKK’nın statları terörizmi kitleselleştirmek amacı ile kullanmasına izin verilmemelidir. Öte yandan Güneydoğu Anadolu’da bazı takımların yönetimlerine PKK sızlamalarının olduğu görülmektedir. Bu sızmalara karşı futbol federasyonunun derhal önlem alması gerekmektedir. 

29 Kasım 2014 Cumartesi

JANDARMA GÜVENLİĞİN GÜVENCESİDİR

JANDARMA GÜVENLİĞİN GÜVENCESİDİR


           Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

           Türkiye, çok hızlı bir süreç içerisinde bölgesel savaşa doğru sürüklenirken, güvenlik güçlerini kendi varlığını muhafaza edebilme doğrultusunda daha da kuvvetlendirmesi gerekirken, bunun tamamen tersi bir çizgide hareket ederek güvenlik güçlerini sınırlandırmaya doğru gitmekte ve bu doğrultuda batılı müttefikleri tarafından da ileri demokrasi adına yönlendirilmektedir. Soğuk savaş döneminden kalma bir statü içerisinde batı blokunun güvenlik sistemine dahil olan Türkiye Cumhuriyeti, batı emperyalizminin dünyanın merkezi bölgesine doğru düzenlediği bir saldırı ve işgal girişimleri aşamasında batı bloku ile bölge ülkeleri arasında sıkışıp kalmakta ve bir bölge ülkesi olarak da komşularına yöneltilen her türlü saldırı ve işgal girişiminden fazlasıyla zararlı çıkmaktadır. Çok yönlü jeopolitik konumunun getirmiş olduğu çelişkili statü yüzünden Türkiye giderek zorlanmakta ve bir Avrupa ülkesi olarak demokrasi ile yargılanırken, bir Orta Doğu ülkesi olarak da savaş ile burun buruna gelmektedir. Yüzünü batıya dönmüş olan Türkiye Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinin gelmiş olduğu demokratik gelişim düzeyi ile yargılanırken, aynı Türkiye arkasına bakıp Orta Doğu gerçeği ile karşı karşıya kaldığı bir aşamada, savaş koşulları ile boğuşmaya doğru yönlendirildiğini görmektedir. Hiçbir biçimde tek yanlı olarak ele alınamayacak bir konuma sahip olan Türkiye gerçeğini ele alıp değerlendirirken, olumlu ve olumsuz koşulların birlikte dikkate alınması gerekmektedir.

        
Üç kıta ortasında yer alan Türk devleti sahip olduğu toprakları ile dünyanın merkezi ülkesi konumundadır. Türkiye bu konumundan yararlanarak sahip olduğu etkinlik alanlarında daha etkili bir politika uygulaması gerekirken, halen yer küre üzerinde var olan büyük devletlerin ve emperyal güçlerin çekişme alanına yönelik hegemonya girişimleri yüzünden, birçok yönden fazlasıyla tehditler ile karşı karşıya bulunmaktadır. Küresel hegemonya kavgası her geçen gün daha da tırmandırılırken, Orta Doğu coğrafyası her bölgesi ile savaş alanına dönüşmekte, İsrail’in kurulmasıyla birlikte başlayan savaş süreci sonsuza doğru sürüp giderken, bölge devletleri çökertilmeye ve dağıtılmaya çalışılmakta ve bu coğrafyanın merkezinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti de bu olumsuz gelişmeden payına düşeni almaktadır. Merkezi alanda yedi asır imparatorluk yöneten Osmanlılar’ın her aşamada fazlasıyla savaşmasından ders çıkaran Türk devleti, cumhuriyet rejimini ilan ettikten sonra bölgede barış ve güvenliğin koruyucusu konumuna girmiş ve ikinci dünya savaşına girmeyerek Orta Doğu alanının yeniden savaşa sürüklenmesini önlemeye çalışmıştır. Böylesine bir süreç içerisinde. Türk Devleti Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında güçlü bir ordu kurarak, hem Sovyetler Birliğinin sıcak denizlere inmesini önleyecek biçimde bir tampon devlet misyonunu üstlenmiş, hem de merkezi bir devlet olarak üç kıta arasındaki geçiş alanlarında güvenliğin istikrarlı bir biçimde temin edilmesini sağlamıştır. Böylesine tehlike ve sorunlar ile dolu bulunan bu coğrafya da, Türkiye Cumhuriyeti güçlü bir silahlı kuvvetler kurarak var olabilmiş ve varlığını geleceğe yönelik bir biçimde güvenlik altına alabilmiştir. Kritik bölgelerde devlet olabilmenin esasının güçlü bir orduya sahip olmaktan geçtiğini iyi bilen Türkler, bu nedenle silahlı kuvvetlerine önem vermişler ve Türk milletinin büyük desteği ile her zaman güçlü bir askeri yapıyı ellerinde tutmuşlardır. Türk silahlı kuvvetleri, ulusal kurtuluş savaşından gelen önemli deneyim ve Türk tarihinde yer alan eski imparatorluklardan gelen askeri birikim ile Türkiye Cumhuriyeti yoluna devam ederken dünyanın en büyük on ordusu içinde haklı bir konuma ve prestije sahip olmuştur. Dünyanın sayılı orduları içinde yer alabilen böylesine büyük bir askeri güç merkezi coğrafyanın geleceğinde her zaman için bir denge unsuru olmuştur.

         Bütün ülkelerde olduğu gibi Türk silahlı kuvvetleri kara, deniz ve hava ordularından oluşan bir üçlü yapıda örgütlenmiş ama bir dördüncü güç olarak da jandarma ordusunu ihmal etmemiştir. Bütün Akdeniz ülkeleri ve önemli devletler de var olan jandarma örgütlenmesi, Türk silahlı kuvvetlerinin kırsal alan ve dağlık bölgelerde yetkili kolu olarak her dönemde başarılı işler yapmış ve kentsel alanlar dışında kalan bu bölgelerde devlet ve kamu güvenliğinin gerçekleştirilmesinde önde gelen bir yere sahip olmuştur. Yurt içinde genel güvenliği ve kamu düzenini korumakla görevli, yasaların ve devletin aldığı kararlar ile hükümetin verdiği emirlerin uygulanmasını sağlayan silahlı bir askeri güç olan jandarma Türk Silahlı Kuvvetlerinin dördüncü ana ordusu olarak, şimdiye kadar yurt savunmasında önemli görevleri yerine getirmiştir. Batının önde gelen ülkeleri ile birlikte Akdeniz kıyısında yer alan çeşitli ülkelerde etkin bir biçimde güvenlik görevleri yapan jandarma yapılanması Türkiye’de ilk kez Tanzimat döneminde gündeme getirilmiş ve Tanzimat Fermanında yer aldığı biçimi ile Umumi Zaptiye Teşkilatı o dönemin koşullarında kurulmuştur. Islahat döneminde ise Asakiri Zaptiye Nizamnamesi ile hukuksal bir yapı kazandırılan Zaptiye örgütlenmesi, daha sonra Jandarma Dairesine dönüştürülerek Osmanlı toprakları üzerinde daha etkili bir güvenlik yapılanmasına yönelinmiştir. İkinci Meşrutiyet döneminde Selanik’te bir Jandarma Subay Okulu açılarak Osmanlı ordusunun etkinliği artırılmak istenmiştir. Okuldan yetişen subaylardan yararlanılarak daha sonraki aşamada Harbiye Nezaretine bağlı olarak ayrı bir Jandarma Komutanlığı kurulmuştur. Birinci Dünya savaşı öncesinde Balkanlar’da, ulusal kurtuluş savaşı sırasında da Anadolu topraklarında meydana gelen isyanlara karşı, Osmanlı Harbiyesine bağlı jandarma genel komutanlığı vatan savunmasında çok önemli görevleri yerine getirmiştir.

         Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine geçilirken jandarma kuvvetleri ulusal kurtuluş savaşının kazanılmasında çok büyük katkılar sağlamıştır. Sevr Antlaşmasına dayanarak ülkenin her bölgesini işgal eden batılı emperyal ülkelerin askeri birliklerine karşı jandarma kuvvetleri büyük bir direnişi örgütlemiş ve ülkenin dağlık bölgelerinde işgalcilerin önünü kesen savaş hatları oluşturmuş ve ülkenin çeşitli bölgelerinde çıkan ayrılıkçı isyanların bastırılmasında da çok etkili olmuştur. Çökmüş bir imparatorluğun kalıntılarından çağdaş bir ulus devlet ve cumhuriyet rejiminin kurulmasını sağlayan ulusal kurtuluş savaşının zafer ile sonuçlanmasında, jandarma gücünün önde gelen bir payı olmuştur. Ülke savunmasında genelkurmaya bağlı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri ile önemli askeri görevleri yerine getiren jandarma örgütü aynı zamanda içişleri bakanlığı ile de ilişkilendirilerek devletin diğer emniyet ve asayiş işlerinin yürütülmesinde cumhuriyet rejimine önemli ölçüde katkılar sağlamıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olan Jandarma Genel Komutanlığı savaş dönemlerinde olduğu kadar barış dönemlerinde de ülkede var olan kamu düzeninin hem korunmasında, hem de istikrarlı bir biçimde sürdürülmesinde her zaman için önemli katkılar sağlamıştır. Kentsel yaşamın sürdürüldüğü şehirlerdeki polisin görev alanı dışında kalan yerlerde, il ve ilçe belediyelerinin sınırları dışında kalan kırsal ve dağlık bölgelerde jandarma devlet güvenliğinin sağlayıcısı olarak kamusal alanda olması gereken güvenlik düzeninin bir anlamda teminatı haline gelmiştir. Türkiye’deki jandarma örgütünün yasal statüsü ve devlet düzeni içerisindeki görevleri ayrı bir görev ve yetki kanunu ile belirlenerek, dört çeşit görevle yükümlü kılınmıştır. Askeri, mülki, adli ve diğer olmak üzere dört ana alanda Türk hukuku açısından görevli kılınan jandarma genel komutanlığı hem Türk Silahlı Kuvvetlerinin diğer orduları ile hem de bütün kamu kurumları ile işbirliği içerisinde Türkiye Cumhuriyetinin bugünlere kadar gelmesine yardımcı olmuştur. Türkiye’nin ulusal güvenlik sistemi içinde bu yüzden jandarma örgütünün hatırı sayılır bir yeri bulunmakta, Türk insanının en yalnız kaldığı kırsal ya da dağlık alanda jandarma örgütü Hızır servis gibi imdada yetişmektedir. Bu yüzden dağda bayırda jandarma güvenliğin güvencesi olmuştur.

         Soğuk savaşın gergin yıllarında, batılı emperyal devletler tarafından örgütlenen bütün anarşi ve terör olaylarının önlenmesinde jandarma örgütü çok etkili bir vatan savunması yaparak anarşi ve teröre Türk devletinin teslim olmasını önlemiştir. İki kutuplu dünyada, batı hegemonyasının tüm merkezi alana yayılmak istenmesine karşı sosyalist blokun tepkisi gündeme gelince, terör olayları kendiliğinden artarak tırmanışa geçmiş ama Jandarma Genel Komutanlığının Türk Genel Kurmayı ile birlikte yürüttüğü mücadeleler sonucunda terör önlenerek, Türk devletinin bugünlere gelmesi sağlanmıştır. Ne var ki, küreselleşme dönemine geçilirken yeni bir tür terör süreci batının önde gelen emperyal devletlerinin gizli servisleri aracılığı ile dünya ülkelerine yayılmaya çalışılmış ve kapitalist sistemin küresel hegemonya oluşturabilmesi için, etnik ve dinsel çatışmalar çeşitli ülkelerde yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, Sovyetler Birliği daha dağılmadan etnik bölücü terör Orta Doğu ülkelerinde tırmandırılırken, Türkiye Cumhuriyeti de çeyrek yüzyılı aşkın bir zaman dilimi içerisinde otuz binden fazla insanını yitirmiştir. Ülkenin doğu ve güneydoğu vilayetlerinde başka etnik devletler oluşturmak isteyen isyan hareketlerini, Türk devleti kendisine bağlı jandarma birlikleri ile bastırmış ve bu gibi kalkışmaların büyük terör rüzgârları estirerek kentleri yaşanmaz bir duruma çevirmesini gene Türkiye’nin jandarma güçleri önlemiştir. Yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla geçerken, etnik bölücü terör üzerinden ulus devletler tasfiye edilmek istenmiş ve bu gibi tehditlere maruz kalan diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de jandarma örgütü devreye girerek bu gibi bölücü etnik terör olaylarının önünü kesmiştir. Ordular savaş halinde savaşırken, jandarma örgütleri hem etnik çatışmaları hem de iç savaş senaryoları ile ulus devletleri dağıtma operasyonlarını önleyerek, devletlerin kamu güvenliğinin başlıca teminatı olmuştur.

         Batının gelişmiş ülkelerinde ilk kez Fransa’da ortaya çıkan jandarma örgütü, Fransız devrimine giden yolda toplumsal isyanların ve karışıklıkların önlenmesi doğrultusunda gündeme gelmiştir. Fransız devriminin yansımaları Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazandıkça, Fransa’dan sonra diğer Avrupa devletlerinde de benzeri güvenlik örgütlenmeleri, kırsal alanın düzene kavuşturulması doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Askeri statülü bir kolluk kuvveti olarak jandarma son derece aktif ve hareket yeteneği yüksek düzeylerde örgütlenerek. ülkelerin acil düzen gereksinimlerinin oluşturulmasında fazlasıyla yararlı olmuştur. Her türlü silah ve askeri malzemeye sahip olabilen jandarma örgütleri büyük ya küçük her türlü toplumsal olayın önlenmesinde diğer askeri kuvvetlere oranla daha aktif ve etkin sonuçlar alabilmiştir. Kamu düzenini ve ülke güvenliğini tehdit eden her türlü tehlikenin önlenmesinde, ya da sona erdirilmesinde jandarma diğer askeri güçlere oranla yüksek hareket yeteneği ile her zaman için başarılı sonuçlar alabilmiştir. Avrupa’nın ilk jandarma örgütlenmesi Fransa’da görülmesine rağmen en güçlü jandarma örgütü İtalya’da kurulmuştur. Bu ülkenin kendine özgü koşulları ve Akdeniz yöresinin özellikleri bir araya gelince, İtalyan birliğinin kurulmasında önemli zorluklar gündeme gelmiş ama bunların aşılmasında İtalyanların Karabinieri adını verdikleri jandarma örgütü, her zaman için kamu düzeninin hem korunmasında hem de yeniden tesisinden kendisinden beklenenin üstünde başarılı sonuçlar alabilmiştir. İtalyan Silahlı Kuvvetlerinin bir parçası olan Karabinieri örgütü askeri yönü ağır basan bir yapılanma içinde olduğu için, birliğini sağlamakta zorluklar içinde bocalayan İtalyan devletinin kamu düzeni açısından güvencesi olmuştur. Dünyanın merkezi denizi olan Akdeniz’in doğudan batıya uzanan alanı içinde, her türlü kaçakçılık olgusu en üst düzeyde gerçekleştirilirken, diğer Akdeniz ülkelerindeki jandarma örgütleriyle birlikte İtalyanların Karabinieri örgütü de, kaçakçılıkla geçinen mafya ve çete örgütlenmelerine karşı kamu düzeninin her zaman için güvencesi olabilmiştir. Askeri savunma örgütleri olarak jandarma örgütleri kendi ülkelerinde olduğu kadar, bölgesel ya da küresel güvenliğin gerçekleştirilmesinde de önemli ölçülerde katkı sağlayarak dünya barışına hizmet etmektedirler. Benzeri bir biçimde İspanyol birliğinin sağlanmasında da Guardia Civil adı altındaki, jandarma benzeri sivil gardiyanlar örgütü etkili sonuçlar sağlamıştır. Ülke arazisinin merkezi güç ve başkentin yönetimi altında bir araya getirilmesinde jandarmalar sivil gardiyanlar olarak devlet birliğinin gerçekleştiricisi olmuşlardır. İspanya’da terör ya da ayrılıkçı hareketler ile devlet adına jandarma örgütü mücadele ederek ülke birliğinin bugüne kadar korunmasını başarmışlardır.

         Askeri birlikler savaş zamanında devreye girerken, polis kuvvetleri hem barışta hem de savaşta kentsel alanların güvenliğinin sağlanması doğrultusunda, üzerlerine düşen görevleri yerine getirmektedirler. Asker ve polis güçlerinin görev alanları sınırlı iken, jandarma örgütlerinin görev alanları ülke ve devlet güvenliğinin gerekli kıldığı her alana ya da konuya dönük olarak değişkenlik göstermekte ve bu doğrultuda en karışık ya da içinden çıkılmaz işlerin kamu düzeni açısından çözümü jandarma örgütünün insiyatifine bırakılmaktadır. Diğer kolluk ve güvenlik örgütlerinin işleri ve misyonları ile karşılaştırıldığında, jandarmaya her zaman için daha zor ve kirli işlerin devlet düzeni adına çözümü misyonunun düştüğü anlaşılmaktadır. Çok büyük toplumsal olayların, isyanların ve kalkışmaların önlenmesinde jandarma birliklerinin en önde giderek mücadele ettikleri ve böylece yeniden devlet düzeninin tesisinde önde gelen bir rol oynadıkları görülmektedir. Uluslararası insan hakları hukuku doğrultusunda genel olarak kabul edilen orantısız güç kullanma yasağı nedeniyle, silahlı kuvvetlerin ya da askeri birliklerin toplumsal olaylara doğrudan müdahale etmeleri hukuk dışı bir eylem olarak kabul edildiğinden, gene bu tür işlerin çözümünde jandarma seçeneği ilk akla gelen yol olmaktadır. Uluslararası düzeyde silah, uyuşturucu, insan ve diğer kaçakçılık suçlarının önlenmesi ya da çözüme kavuşturulmasında, jandarma birlikleri önde gelen girişimler ile başarılı sonuçlar alabilmektedirler. Son dönemlerde dünya düzeyinde ortaya çıkan yeni gelişmelerin kitlesel göç olaylarına yol açması gibi oluşumlarda, jandarma birlikleri ülke düzeninin koruyucusu olarak önleyici bir etki yaratarak, hukuk dışı durumların ortaya çıkmasını önleyebilmektedirler. Ülke güvenliği kadar sınır güvenliğinin sağlanmasında da, jandarmalar diğer kolluk kuvvetlerinden daha başarılı çalışmalar yapabilmektedir.

         Uluslararası alanda diğer devletler ile rekabet eden ve çağdaş uygarlık düzeyinin içinde önde gelen bir yere sahip bulunan bütün ülkelerde jandarma örgütünün önde gelen bir yere sahip bulunduğu görülmektedir. Özellikle büyük devletlerde askeri yönü ağır basan ve silahlı kuvvetler ile uyum içinde çalışmalar yapan jandarma örgütlerinin ülke güvenliğinin elde edilmesinde ağırlıklı bir yere sahip bulunduğu göze çarpmaktadır. Küresel emperyalizmin ulus devletleri dağıtma doğrultusunda geliştirdiği kültürel haklar söylemi, alt grupları ve etnik toplulukları ayaklanmaya doğru kışkırtırken güvenlik paradigmaları değişmekte, ulus devletler çok ciddi boyutlarda dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Özellikle yılların devletleri olarak Avrupa haritasında yer alan ulus devletler böylesine bir tehdit ile karşılaştıkları aşamada, gene jandarma birliklerine önemli görevler düşmektedir. Uluslar arası alanda estirilen ayrılık rüzgarları, küresel sermayenin denetimindeki medya organları tarafından desteklendiği noktada, var olan devlet yapıları açısından önemli güvenlik sorunları yaratarak dağılma senaryolarının önünü açmaktadır. Avrupa devletlerindeki askeri yapılı jandarma örgütleri ülke ve devlet güvenliğinin sağlanması doğrultusunda etkin çalışmalar yaparlarken, isyan ve ayaklanma gibi toplumsal karışıklık yaratan gelişmelerin önünü keserek, sosyal barışın gerçekleştirilmesinde etkili olabilmektedirler. Paradigma değişikliği peşinde koşan emperyal güçler etnik toplulukları ya da kültürel grupları kendi devletlerine karşı harekete geçirirken, var olan dünya düzeninde ve barış ortamında yeni bir kaos ortamının yaratılmasına neden olabilmektedirler. Bu gibi durumlarda jandarma birliklerinin ülke ve devlet güvenliği açısından acilen devreye girerek kaotik gidişin önüne geçebildiği örnekler çok olmuştur. Küresel sermayenin dayatmalarına rağmen, Avrupa kıtasındaki ulus devletlerin halen bölünmeden ya da dağılmadan varlıklarını sürdürebilmelerinin ana güvencesi her zaman için jandarma kuvvetleri olmuştur. Siyasal kriz ya da toplumsal kaos gibi, acil müdahale isteyen sosyal sorunların aşılmasında, jandarma birliklerinin anayasal devlet düzeni doğrultusunda devreye girmesiyle, bir çok siyasal sorun ya da kaos getiren sosyal patlamalar aşılabilmiştir.

         Osmanlı döneminden bu yana Türk jandarması Türk silahlı kuvvetleri ile birlikte çalıştığı için, genelkurmayın birleştirici merkez konumundaki güvenlik plan ve programlarında jandarma örgütü her zaman için genel güvenlik düzeninin bir parçası ve de tamamlayıcısı olmuştur. Jandarma örgütü hiçbir zaman diğer güvenlik ya da kolluk güçlerinin rakibi ya da karşıtı bir konumda olmamış, aksine ülke ve devlet güvenliğinin gerçekleştirilmesinde her zaman için genel güvenliğin tamamlayıcısı bir konumda bulunmuştur. Güvenlik kavramının taşıdığı bütünlük çerçevesinde, jandarma örgütü genel güvenlik düzeninin bozan ya da geride bırakan bir yapıda değil, aksine tamamlayan ve destekleyen bir yapılanma içinde olmuştur. Barış ortamında ülke topraklarının korunmasında jandarma diğer güvenlik güçleriyle birlikte bir işbölümü düzeni içinde hareket eder ama savaş ya da ayaklanma gibi kamu düzenini bozucu gelişmeler karşısında, bu doğrultuda ortaya çıkan tehditlerin tehlike yaratmasının önlenmesinde, jandarma öncelikli özel görevler üstlenerek kısa zamanda sonuç almaya yönelebilir. Böylesine bir görevin gerektirdiği esnekliğin sağlanabilmesi için, askeri misyonu önde gelen bir jandarma modeli ile hareket edilmesi gerekmektedir. Siyaset sahnesinde ortaya çıkan boşlukların sorun yarattığı durumlarda, nereye gideceği önceden belli olmayan belirsiz olaylar ülke gündemini işgal edebilir ya da beklenmedik gelişmelere yol açabilir. Bu gibi önceden kestirilemeyen durumların önlenmesinde ya da giderilmesinde gene jandarma güçlerine güvenlik sorununun çözümü doğrultusunda önde gelen bir misyon düşmektedir. Bu yüzden jandarma güçlerine, genel olarak güvenliğin güvencesi adı verilmektedir.

         Küreselleşme adına gündeme getirilen tüm değişimler ulus devletler ile birlikte bu devletlere dayalı olarak oluşturulmuş bulunan kamu düzenlerini de alt üst ettiği için, yirmi birinci yüzyılın koşullarında jandarma örgütlerine olan gereksinme daha da artacak gibi görülmektedir. Küresel rüzgârların yaratmış olduğu dinamik ortam gerçeği karşısında, toplumsal güçler daha da hareketlenerek kendi çıkarları doğrultusunda daha gelişmiş yapılanmalara doğru yöneldikleri aşamada, ülkede var olan kamu düzenlerinin tehlike altına girdiği söylenebilmektedir. Ülke bütünlüğünün parçalanmasına yönelik tehditlerin içte ve dışta artan yoğunlukta güç kazanması karşısında, güvenlik algılamaları değişmekte ve gelecek yüzyılda düzenli savaşların yerini asimetrik suç ve tehditlerin alması ya da internet gibi elektronik şebekeler üzerinden geliştirilebilen siber terör olayları da, jandarma birliklerinin görevlerini artırarak askeri birlik kimliği ile yeni dönemde jandarma örgütlerinin yeni bir vatan savunması mücadelesi içine gireceği görülebilmektedir. Esnek yapılanmaları ile her türlü duruma ayak uydurabilecek jandarma örgütlerinin, önümüzdeki dönemde ortaya çıkabilecek tehdit ve tehlikelere karşı koyabilecek en yeterli örgüt alternatifi olduğu söylenebilir. Sıradan kolluk kuvvetlerinin esnek olmayan yapıları yüzünden, anında harekete geçerek müdahale edemeyeceği durumlarda, gene beklenen katkıların jandarma birliklerinden geleceği vurgulanabilir. Toplum barışının korunmasında askeri statülü kolluk kuvveti olarak jandarma örgütüne önemli derecede roller düşmekte ve böylece jandarma güçleri ülke güvenliğinin doğal bekçileri olarak öne çıkmaktadırlar. Barışı sağlama doğrultusunda atılan adımlarda jandarmaların adımları her zaman için önde gelen bir etkiye sahip olmaktadır. Devlet gücünün ülkenin her bir köşesine ulaşmasında jandarma örgütü böylesine bir seferberliğin gerçekleştiricisi olabilmektedir.

          Jandarma hiçbir zaman diğer kolluk kuvvetlerinin rakibi ya da karşıtı bir konuma sahip olmamış, aksine yürütülen kamu güvenliği hizmetlerinin hepsinde bütün kolluk kuruluşları tam bir işbirliği içinde hareket edebilmişlerdir. Bu açıdan jandarma hizmetlerini diğer kolluk görevlerinin bir düplikasyonu ya da tekrarı olarak görmemek gerekmektedir. Jandarma örgütü bir devletin anayasal düzeni içerisinde yer alan bütün güvenlik kuruluşlarıyla birlikte ülke güvenliğinin vazgeçilmez bir parçası ve tamamlayıcısıdır. Jandarma örgütü sahip olduğu kendine özgü statü ile askeri ile polis arasında kalan orta bir yerde önemli bir misyona sahip bulunmaktadır. Askeri statüsü ile silahlı kuvvetlere ama bunun dışında üstlendiği kamu hizmetleri ile de emniyet kuruluşlarına yakın bir konuma sahip bulunmakta ve bu durumu ile de asker ve polis kuruluşları arasında bir köprü görevini yerine getirmektedir. Asker belirli alanlarda yürüttüğü kritik devlet görevleri sırasında yalnız kalmamakta ve her aşamada jandarma örgütünü yanında görebilmektedir. Benzeri bir misyonu jandarma ve emniyet kuvvetleri arasındaki ilişkilerde görebilmek mümkündür. Emniyet örgütü de anayasa ve yasalarla kendisine verilen kamu görevlerini yerine getirirken her aşamada jandarma birimleriyle işbirliği içinde hareket ederek, ülke güvenliğinin bir bütünlük içinde gerçekleştirilmesine yardımcı olmaktadır. Barış halinde jandarma ile polis örgütü arasındaki görev bölümü devam etmekte, kentsel alandan kırsal alana doğru yönelen güvenlik sorunları, ya da kamu hizmetlerinde jandarma ile polis mülki idare amirinin ortak merkezi yönetimi altında birlikte görev yapmaktadırlar.

         Savaş koşullarında ise jandarma örgütünün görevi hem öncü hem de artçı olmak üzere ikili bir yapılanma biçiminde öne çıkmaktadır. Savaş halinin geçerli olduğu bölgelerde jandarma birimleri kırsal ve dağlık alanlarda tam anlamıyla örgütlenerek, her türlü iç ve dış saldırı ya da tehditlere karşı hem önleyici hem de durdurucu görevleri yapabilmektedir. Türkiye’nin doğu bölgelerinde yeni devlet projelerinin emperyal baskılarla gündeme getirilerek ülke birliğinin tehdit altına sürüklendiği son yıllarda, Türkiye böylesine öncü bir misyonun vatan savunması doğrultusunda başarıyla uygulama alanına aktarılabildiğini, Türk jandarmasının cansiperane mücadelesiyle görebilmiştir. Bu gibi öncü vatan savunması girişiminin tamamen tamamlayıcı bir çizgide artçı mücadeleler ile desteklenmesi gibi savunma girişimlerinin de en başarılı örnekleri, ulusal kurtuluş savaşı döneminde gene Türk jandarmasının özverili çabalarıyla emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı yürütülürken, Türkiye’nin her cephesinde gene jandarma örgütü tarafından başarıyla uygulama alanına getirilebilmiştir. Türk ordusu, vatan savunmasını sıcak çatışmalarla çeşitli cephelerde yürütürken, ulusal kurtuluş savaşının başarıyla sonuçlandırılmasında, cephe gerisi hizmetlerde gene jandarmanın gözle görülmeyen ama her zaman için devrede olan artçı hizmetlerinin büyük katkıları olmuştur. Arkasının jandarma birlikleri ile güvence altına alındığını bilen Türk silahlı kuvvetleri, ulusal kurtuluş savaşı sırasında ülke topraklarına saldıran emperyal ordulara karşı başarılı bir vatan savunması yaparken, cephe gerisindeki jandarma güçlerinin varlığı ile daha güçlü bir biçimde zafere giden yolda ilerleyebiliyordu. Misakı milli sınırları içerisinde kalan vatan topraklarının her türlü dış saldırı ve işgal girişimine maruz kalmasına karşı, ülkede var olan bütün güvenlik kuruluşları elbirliği ile mücadele ederken, asker ve polis kuruluşları arasındaki işbirliği ve eşgüdümün gerçekleştirilmesinde gene jandarma örgütü bir köprü misyonu görerek etkin oluyordu. Vatan savunmasının her aşamasında, kamu hizmetlerinin tüm kamu kurumları arasında gelişmiş bir işbirliği içinde gerçekleştirilmesinde, jandarma örgütü askeri statüsü ile başarılı bir örnek sergileyerek dünya jandarmalarına örnek oluyordu. Askeri değerlere bağlı kalarak çalışmalarını daha etkili bir doğrultuda sürdürebilen jandarma örgütü, bu yönü ile Türk silahlı kuvvetlerinin bir parçası olabilmiş ve diğer kuvvet komutanlıklarıyla ortak bir savunma cephesinde Türkiye’nin bağımsızlığına giden yolun açılmasında başarılı bir etki sağlamıştır. İç ve dış savaşların önlenmesinde böylesine işbirliği ülke güvenliğini garanti altına almıştır.

          İki yönlü bu güvenlik örgütü olarak jandarma örgütü ağır basan askeri yönü ile Türk silahlı kuvvetleriyle her aşamada tam bir uyum içinde çalışırken, normal koşullarda polis örgütü ile beraber üstlendiği kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde, İçişleri bakanlığı ile eşgüdüm içerisinde hareket etmektedir. Devlet görevlerinin yerine getirilmesinde ve bu doğrultuda kamu hizmetlerinin yürütülmesinde anayasa ve yasa kurallarının gereği olan sivil çalışmaları da jandarma birimleri İçişleri bakanlığının eşgüdümünde diğer kolluk görevleri birlikte yürütebilmektedir. Jandarma örgütünün kuruluşundan bu yana devam edip gelen bu ikili yapı, günümüze kadar etkin bir biçimde işlemiş ve ülkenin güvenlik hizmetlerinde aksama olmamıştır. Ne var ki, bugün gelinen yeni aşamada jandarmanın askeri yapılanmadan çıkartılarak, tümüyle bürokratik bir statüye dönüştürülmek istenmesi karşısında yeniden bir durum değerlendirilmesi yapılması gerekmiştir. Şimdiye kadar başarılı bir biçimde işleyen bir kamu mekanizmasının ortadan hiçbir doğru dürüst bir gerekçe yokken değiştirilmek istenmesinin arkasında yatan nedenlerin, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından açıkça ortaya konularak tartışılması gerekmektedir. Merkezi coğrafyada bin yıllık Türk devleti geleneğinin son temsilcisi olan Türkiye Cumhuriyeti şimdiye kadar kendi ulusal gereksinmelerinin karşılanması doğrultusunda birçok idari reform girişimini başarıyla sonuçlandırmıştır. Mehtap ve Kaya projeleri gibi idari reform çalışmaları, bu doğrultuda en önemli örnekler olarak, Türk Devletinin ve ordusunun yeniden yapılandırılmasında etkili olduğu için ulusal çıkarlar doğrultusunda bu tür bir bir milli yapılanma gündeme getirilebilecekken, küresel rüzgârların etkisiyle Türkiye’de güvenlik düzeninin değiştirilmek istenmesi, kamu hizmetleri ve toplumsal barış açısından bazı çelişkilere ve çıkmazlara yol açacak gibi görülmektedir. Devlet düzeninin ve kamu hizmetlerinin işleyişinde bir aksama olmadığı sürece gelenekselleşmiş görev yapılanmasının sürdürülmesi gerekirken, birden ikili yapılanmadan tekli yapılanmaya doğru yönlendirilmek istenen jandarma örgütü ile ilgili olarak, konjonktürel bir yaklaşımın öne geçtiği görülmektedir. Güvenlik devrimi başlığı altında birçok yasada değişiklik gündeme getirilirken, jandarma örgütünün askeri statüsünün kaldırılmak istenmesi, Türk silahlı kuvvetlerinin küreselleşme süreci içinde önce küçültülmesi ve daha sonra da tasfiyesi ile ilgili bir adım olarak görünmektedir. Türkiye, Orta Doğu ülkelerinde istikrarlı bir barış ortamı gerçekleştirilmediği sürece, iç barışın korunması açısından güvenlik güçlerinde azaltmaya gidemez. Aksi durumda jandarmanın geri çekileceği kırsal ve dağlık alanlarda, Orta doğu ülkelerinden bütün bölge devletlerine yönelen terör ve sıcak çatışma girişimlerinin ülkenin her yanında olaylara yol açacağı açıktır. Avrupa Birliği’ne girmedikçe ve bu birliğin güvenlik şemsiyesi altına girmedikçe, Türkiye orta Doğu’daki sıcak çatışmaların hepsinde hedef ülke konumuna gelmiştir. Böylesine bir sıcak süreçte Türkiye açısından tehditler artarken, jandarma örgütü gibi bir büyük güvenlik örgütünün sahadan çıkartılarak bürolara hapsedilmesi, Türk devleti ve ülkesi açısından çok büyük bir güvenlik açığı yaratacaktır. Güneydoğu bölgesinde, Orta Doğu üzerinden getirilen sıcak tehditlere ek olarak, yüz yıllık parantezi kapatacağız diye, ülkenin doğu bölgesinin de tartışma alanına getirilmesi için dış baskılar artarken, asker ile polis arasında güvenli bir köprü olma misyonunu başarıyla sürdüren jandarma örgütünün tek yanlı bir yapılanmaya itilerek, tümüyle bürokratik bir mekanizma içinde siyasal iktidarın yönlendirmesine bırakılması, son yıllarda emniyet örgütü içinde yaşanan olumsuz gelişmelerin benzerlerinin bu kez jandarma örgütü içinde ortaya çıkabileceği gibi, bir olumsuz görünümü kamuoyunun önüne getirmektedir. Bu nedenle de, jandarma örgütünün askeri yönünün kaldırılmasıyla beraber, geçmişten bugüne gelen Türkiye’nin güvenlik düzenlerinin bozulacağı gibi olumsuz bir durum ile cumhuriyet rejimi karşı karşıya kalmaktadır. Jandarma örgütü ikili yönü ile Türk devletinin güvenlik dengelerinin bugüne kadar korunmasında fazlasıyla etkili olmuştur.

         Küreselleşme sürecinin çeyrek asır sonra başarısızlıkla sonuçlanması, Avrupa Birliği gibi bir büyük yapılanmanın iflas etmesi gerçekleri karşısında, batının önde gelen emperyalist devletlerinin ve Siyonist güçlerinin merkezi alana saldırıya geçmesi gibi olumsuz durumları Türkiye kendi ulusal yapılanması açısından yeniden değerlendirerek kendi varlığını ve ulusal çıkarlarını koruyacak yeni bir strateji geliştirmesi gerekirken, sanki Avrupa Birliğine girmiş gibi batı üzerinden Türkiye’ye empoze edilen bazı değişikliklere karşı daha kuşkulu bakmak ve içinde bulunduğu merkezi bölgenin karşı karşıya kaldığı siyasal gelişmeleri de dikkate alarak hareket etmek durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti halen Birleşmiş Milletlere ve diğer uluslararası kuruluşlara üye olan bir hukuk devleti olarak, kendi geleceğini ve bağımsızlığını hiçbir yere bağlı kalmadan bağımsız bir biçimde yapabilmek durumundadır. Diğer bütün devletlerin kendi ulusal çıkarları açısından yaptıkları tehdit analizlerini Türk devleti de yaparak, hem bölgesinin hem de kendisinin güvenliğini değişen koşullar altında yeniden değerlendirmek zorundadır. Türkiye böylesine bir değerlendirmeyi yaparak yoluna devam edebilirse, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalabilecektir, yapamazsa emperyal güçlerin küresel ve bölgesel planları doğrultusunda diğer ulus devletler gibi dağılmak tehlikesi ile karşı karşıyadır. Batının gelişmiş ülkelerinin standartları ile, Orta Doğu bölgesinin gerçeklerinin birbiriyle bağdaşmadığını Türk ulusu görmek zorundadır. O zaman tehditlerin arttığı bir dönemde güvenlik güçlerini küçültmek ya da alandan çekmek gibi çelişkilere sürüklenmek gibi bir çıkmazdan,  Türkiye kurtulabilecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri sayesinde merkezi alanda bağımsız bir devlete sahip olabilen Türk ulusu, tehditlerin yükseldiği bir konjonktürde kendi güvenliği açısından, güvenlik güçlerini azaltmamalı ya da alandan çekerek bürokratik düzene hapsetmemelidir.

         Batının önde gelen bütün büyük devletlerinde var olan, Akdeniz ülkelerinde bölgenin özellikleri yüzünden fazlasıyla işlevsel olarak görev yapmak zorunda kalan jandarma örgütüne, Türkiye Cumhuriyeti de bir batılı Akdeniz ülkesi olarak geleneksel yapısı ile sahip olmaya devam etmelidir. Milli Güvenlik Kurulunun etkisinin azaltılması, Türk Silahlı Kuvvetlerinin küçültülmesi gibi yollardan güvenlik alanında özelleştirmelerin açılması, özel güvenlik kuruluşlarının emperyalizmin planları doğrultusunda devreye girerek güvensizlik yaratması, Blackwater olayı ile dünya kamuoyunda hala tartışılmaktadır. Güvenlik devletlerin ve milletlerin gelecekleri açısından tartışılamayacak kadar yaşamsal önem taşıyan öncelikli bir konudur. Her ülke ya da devlet kendi güvenliğine öncelik verirken, Türkiye’de gelişmeleri dikkate alarak hareket etmek ve sıcak bir konjonktür döneminde güvenlik birimlerinin gücünü artırmak durumundadır. Sıcak gelişmelerin iç ve dış maceralara Türkiye’yi sürüklememesi için, bir öncü güvenlik gücü olarak jandarmanın görevine eskisi gibi ikili bir yapı içinde devam etmesi, asker ve sivil güçler arasında köprü vazifesini sürdürerek, güvenlik hizmetlerinin ulusal bir eşgüdüm içinde aksamadan yürütülmesi gerekmektedir. Hak ve özgürlüklerin korunabilmesi, en büyük hak olan yaşam hakkının güvence altına alınabilmesi ve bu doğrultuda diğer hak ve özgürlüklerin güvenceye kavuşturulabilmesi için, güvenlik kuvvetlerinin zayıflatılması değil aksine güçlendirilmesi düşünülmelidir. Güvenlik alanında açıklığın meydana gelmemesi için, bütün güvenlik birimlerinin üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirmesinin gerekli olduğu konusunda, artık kamuoyunun büyük çoğunluğu bir fikir birlikteliğine gelmiştir. Şanlı geçmişi ile Türk jandarma örgütü, ulusal güvenliğin güvencesi olarak korunmalı, geleceğin koşullarında görevlerini daha güçlü ve yeterli bir düzeyde yerine getirebilmesi için, zayıflatılmamalı ama kuvvetlendirilmelidir. Devletin kurucusu Atatürk’ün söylediği gibi, Türk jandarması ulusal savunma yapılanmasının temel direklerinden birisidir. Yeni yapılacak güvenlik reformlarında jandarma örgütünün ikili yapısı korunarak ülke güvenliği etkin bir biçimde korunmalıdır.