Genelkurmay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Genelkurmay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2020 Cuma

AKP Devlete Karşı,

AKP Devlete Karşı, 


Yekta Güngör Özden, 


Yekta Güngör Özden’den yeni açıklama.,
...Yekta Güngör Özden Bölücü ve yıkıcılara ulusal dayanışmayla karşı koyacağız! 

Yekta Güngör Özden, Cemaat Yöneticilerinin ve Cemaat Okullarında okuyan öğrencilerin 1995 yılında Genelkurmay Karargahı’na gerçekleştirdiği ziyarete 
dair bir açıklama yaptı.

10.09.2016 09:39 

Yekta Güngör Özden, Cemaat yöneticilerinin ve Cemaat okullarında okuyan öğrencilerin 1995 yılında Genelkurmay Karargahı’na gerçekleştirdiği ziyarete dair bir açıklama yaptı. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Özden, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile yapılan o görüşmede aracı olmuştu.

Odatv 2 Eylül tarihli haberinde; aralarında Nurettin Veren’in de olduğu dönemin Cemaat yöneticilerinin ve Cemaat okullarında okuyan öğrencilerin 1995 yılında Genelkurmay’a gerçekleştirdiği ziyaretin perde arkasını yazmıştı. “O gün karargaha gelen Cemaatçileri karşılayan isim Hulusi Akar mıydı” başlıklı haberde; Cemaat ekibinin dönemin AYM Başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaretinden hemen sonra Genelkurmay’a gittiğini yazmış ve bu görüşmenin organize edilmesinde Özden’in rolü olduğu iddialarını sayfaya taşımıştı. Yekta Güngör Özden Odatv’ye yaptığı açıklamada; Genelkurmay Başkanlığı ziyaretinin kendisinin telefonuyla gerçekleştiğini doğrulamış ancak kendisine ziyarete gelenlerin Cemaatçi olduğunu bilmediğini, kendilerini böyle tanıtmadıklarını belirtmişti. 

“ATATÜRK'TEN BAŞKA KİMSENİN YOLUNDA VE İZİNDE DEĞİLİZ”

Yekta Güngör Özden yandaş medyanın bu olaya dair iddialarına, Sözcü gazetesindeki köşesinden de yanıt verdi. Özden “Açıklama” başlıklı yazısında “Fetullahçılara her istediklerini verenleri, onlarla birlikte olanları, fotoğraf çektirip toplantılara katılanları, onları devletin her organına ve birimine yerleştirenleri bırakıp bana ve Sayın Karadayı'ya anıştırma (ima) yoluyla sataşmalarının çirkinliği, terbiyesizliği ortadadır” dedi.  

Yekta Güngör Özden’in ilgili açıklaması şöyle:

“Son günlerde iktidar yandaşı medyada olur olmaz anlatım ve yakıştırmalarla SÖZCÜ Gazetesi'yle yazarlarına yönelik gerçekdışı savlar ileri sürülmektedir. Kötülük ve kıskançlık belirtisi yayınların hepsine yanıt vermek gereksiz olduğu gibi onları ciddiye almak izlenimi de uyandırır. Ancak, okurlarımıza saygı gereği gerçekleri özetleyip yalakaların yalanlarına üzülmemeleri amacıyla bu kısa açıklamayı yapıyorum.

Aradan 20 yıldan fazla zaman geçti. Anayasa Mahkemesi Başkanlığım sırasında bir kurum, kişi ve yapılanmadan söz edilmeden başarılı öğrencilerin ziyaret isteğini ileten ricâda bulunulunca anlayış göstererek çocukları kabul ettim. Kendilerini kutlayarak çalışmanın, öğrenmenin önemini anlatarak gelecek için iyi dileklerde bulundum. Hiçbir kişinin adı geçmedi. Zaten bana mektuplar gönderen, görüşme isteğinde bulunan, değişik yollar deneyen Fetullah Gülen'e olanak tanımadığım için Samanyolu TV'de “Anayasa Mahkemesi Başkanı da kendini bir şey sanıyor” diyerek olumsuz tepkisini açıklamıştı. Kendisiyle görüşmüş, tanışmış, konuşmuş değilim. 

  Çocuklar ziyaret sonrasında Genelkurmay Başkanıyla görüşme isteklerini açıklayıp aramamı ricâ ettiklerinde kendilerini kırmadım. Sayın İsmail Hakkı Karadayı da incelik gösterip kabul etti. Oraya gittiler.

Fetullahçılara her istediklerini verenleri, onlarla birlikte olanları, fotoğraf çektirip toplantılara katılanları, onları devletin her organına ve birimine yerleştirenleri bırakıp bana ve Sayın Karadayı'ya anıştırma (ima) yoluyla sataşmalarının çirkinliği, terbiyesizliği ortadadır.

28 Şubat, irticaya karşı önlemler alınması kararlarıyla tanınıyor. 28 Şubatçılar gerici olamaz. Benim değişmeden, ödünsüz Atatürkçülüğümü beni tanıyan herkes bilir. Asker-sivil Atatürkçülere iftiralar, güneşin balçıkla sıvanmayacağı gibi asla tutmaz. Hiçbir namuslu, şerefli insan bizi karalayamaz, suçlayamaz, lekeleyemez. Bize toz konduramaz, çamur atamaz. Yaptıkları kendi alınlarına ve yüzlerine yapışır.

FETÖ'cülerle birlikteliklerinin “canciğer kuzu sarması” yapısının yol açtığı kötülükler ortadadır. Bunları unutturup silmeye çalışan döneklerin madrabazlıkları ahlâk bunalımını düşündürmektedir. ATATÜRK'ün adını anmayan, O'na saldıran paslı dillerden ve kirli kalemlerden başka şey beklenemez. Düzeysizliğin ölçüsüzlüğü yazılarında ve sözlerinde sırıtmaktadır. Toplumsal karışıklığın bağnaz yobazlarıyla kışkırtıcılarını sorup araştırmadan gelişigüzel yazanları nefretle kınıyorum.

Kişilikli, karakterli, onurlu, terbiyeli, ahlâklı, dürüst ve saygın hiçbir insan SÖZCÜ'yü ve bizi hedef gösteremez, aşağılayamaz. Kötülükler, yalanlar ve oyunlar sahiplerinin kişilik belgesidir. Ulusal varlıklarımızın ve değerlerimizin özeti ve simgesi olan, yaşamsal ilkelerine yürekten bağlı olduğumuz kurtarıcı ve kurucumuz ATATÜRK'ten başka kimsenin yolunda ve izinde değiliz, kimsenin adamı değiliz.

Kervan yürüyor.”

Odatv.com

http://www.turksolu.org/30/

***

9 Şubat 2020 Pazar

Genelkurmay’dan ilk değerlendirme: “Ağır karar”...

Genelkurmay’dan ilk değerlendirme: “Ağır karar”...



Ahmet Takan

Yargıtay, Balyoz kararını açıkladıktan sonra Genelkurmay’daki havayı almak istedim. Karargahta yetkili isimlerle konuştum. Öncelikle belirteyim; konuştuğum isimler söyleyeceklerinin şahsi düşünceleri olduğunun altını çizdiler. Yapılan değerlendirmelerdeki ortak olan noktalara aşağıda yer vereceğim. Bugüne kadar süren davalarda ketumiyetiyle hafızalarda yer alan Genelkurmay Karargahından gelen ilk sıcak tepkiler şöyle oldu;

“Karar ağır tabii ki. Böyle bir şey olabilir mi?.. Çok ağır bir karar.. Bir de şöyle bir abeslik var. Darbe yapacak diye iddia edilen kişilerin çoğu üst rütbede ve 70-80 yaşında, en fazla 3-4 sene yatırırsın. Peki, orada albay, yarbay hiçbir günahı bile olmayan bir sürü kişi var. Diğerleri tahliye olacak, onlar daha 10 yıl, 15 yıl yatacak. Adalet mi bu şimdi? Gerçekten yapmışlarsa, yapanlar 3 yıl sonra çıkacak sağlıktan dolayı, diğerleri yatmaya devam edecek. Bu Balyoz Davası bambaşka bir dava. Topluma da çok iyi anlatılmalı. Seminer Davası’nda herkesi işin içine kattılar. Gerçekten o büyük seminerde bunlar konuşuldu mu konuşulmadı mı?.. Hepsine bakılması lazım. Biz konuşulmadığını biliyoruz ama seminerde ismi var, al götür. 28 Şubat’ta da öyle çok abuk sabuk şeyler var.” 
Genelkurmay’dan yansıyan bu havayı “nasıl değerlendirdin” diye bana soracak olursanız!..

Kafa karışıklığı hâlâ devam ediyor” derim.

Nefret suçu örneği!..

Recep Erdoğan’ın hakaretler yağdırdığı  “Andımız”ın yazarı Reşit Galip aynı zamanda Türk Tarih Tetkik Heyeti ve Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin önemli kurucu isimlerinden. Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu’ndan Erdoğan’ın kinini tahlil etmesini istedik. 

Halaçoğlu, “Başbakan nefret suçunu işliyor bu açıklamalarla” dedi ve devam etti;
 “Şu an kendisini savunamayacak bir kişi hakkında kamuoyunda çok yanlış bir imaj meydana getiriyor. Her şeyden önce Başbakan’ın buna dikkat etmesi lazım. Bu kul hakkıdır, öbür dünyada yakasına yapışırsa hiç şaşırmasın kimse.” 
Başbakan’ın; sıkıştıkça, oy kaybına uğradığını düşündükçe çeşitli yerlere sataşmak suretiyle bu oyları geri kazanacağını düşündüğüne dikkat çeken Yusuf Halaçoğlu’nun bu konudaki görüşü;

 “Ruhban Okulu’nun açılışı ile ilgili hemen sığındığı bir dal buldu kendine. Güya; Batı Trakya’daki müftünün atanması meselesi. Atina’daki Fethiye Camisi’nin açılması meselesini dile getirdi. Ama Başbakan bunu söylerken bir şeyi unutuyor. En azından Anadolu’da 52 kiliseyi ibadete açtığını, Bursa, Kütahya, Safranbolu ve Isparta’ya metropolit atadığını kendisi de unutuyor galiba. Madem ki karşılıklılık prensibi vardı bunu gözetiyordu Başbakan, o zaman Atina’daki Fethiye Camisi’nin açılışına bile izin vermeyen Yunanlara karşı niye Ortodoks kiliselerini açtı? Neden 4 tane metropolit atadı hem de hiç Hıristiyan nüfus olmayan yerlere?” 

Yusuf Halaçoğlu, Başbakan’ın, nelerin üstünü örtmeye çalıştığı sorusuna da açıklık getirdi;

“Dikkat ederseniz dış politikada tamamen çöktüler. Bu arada Suriye’den Türkiye’ye giren sayısız kayıt dışı mültecinin içerisinde ne kadar el-Kaide var, ne kadar Esad yanlısı adam var ne olduğu belli değil. Muhtemelen bununla ilgili de istihbarat alıyorlardır ve bundan dolayı da çok büyük bir sıkıntı duyuyorlar, stres içerisindeler. Abdullah Öcalan  Ekim 15’e kadar diye süre veriyor. Bu stresi bir şekilde farklı alanlara da yansıtıyorlar. Tutarsız bir sürü politikalar. Ruhban okulunu açmayışının sebeplerini anlatıyor Yunanistan ile ilişkiler. Peki, Yunanistan’ın işgal ettiği kayalıklara karşılık neden hiçbir beyanatı yok Sayın Başbakanın? Ben soru önergesi olarak da verdim bunu, cevap vermedi. Neden 52 kilise açtınız?.. Bunların finansmanı nereden sağlandı, ibadete açtığınız kiliselerin bulunduğu yerlerde ne kadar Hıristiyan vatandaşımız var? Bunları sordum, onlara da cevap vermediler. 

İşlerine gelmediği konularda cevap vermiyor.” 

Başkentte Reşit Galip’in adının verildiği cadde ve okul var.  “Andımız”ın yazarının ismini silerler mi sorusuna da yanıt verdi Halaçoğlu;
“Ona kaldıktan sonra herhalde çok kişinin adının değiştirilmesi lazım. Bir sürü isimler koyuyorlar. Kendi adını da koydu. Üniversite var. Vapur adı var kendi adına. Başbakan isimleri hayatta olan bir kişi olarak nasıl hazmedebiliyor o da ayrı bir mesele. Bu mantık, bu kafa her şeyi yapar.” 
Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek ile Eğitim Bakanı Nabi Avcı durumdan nasıl vazife çıkaracaklar acaba?..


***

28 Ocak 2018 Pazar

15 Temmuz İç Savaş Provası, Uyuyan Hücrelerin Postal Sesleri

15 Temmuz İç Savaş Provası, Uyuyan Hücrelerin Postal Sesleri


15 Temmuz İç Savaş Provası: Uyuyan Hücrelerin Postal Sesleri
Kaan Turhan
kaanturhana@gmail.com

Türkiye’deki kadroları ve devletin her kademesini ele geçirmiş olan fetullahçılar maşasıyla Amerika, Türkiye’de bir iç savaşın provasını gerçekleştirmiştir. Gelecekte de daha büyük bir hamleyle, Türkiye’yi zapturapt altına almayı amaçlıyorlar. Amerika’nın bölgedeki gücü zayıfladıkça ve hedeflediklerinde karmaşa arttıkça Türkiye’yi kullanma stratejisi devam ediyor. 

15 Temmuz’daki askeri hareket de Türkiye’yi yeniden hizaya sokma ve operasyonlarda kendine bağımlı kadrolar oluşturma stratejisinin bir parçasıydı. Yukarıda medyadan derlediğim haberler dikkatle incelenirse; devlet bu operasyonda sınıfta kalmıştır. Böylesi kirli bir yapılanmayı takip edebilmeyi, istihbari çalışmayı net bir biçimde yapamamış, özel iletişim kanallarına günümüz teknolojisinde ulaşamamıştır. MİT, Genelkurmay, Emniyet, Devlet kurumları sınıfta kalmıştır. Fetullah Gülen ve yandaşları hem Türkiye’yi ele geçirmiş hem de dünya egemenliğinde CIA kontrolünde faaliyetleriyle tüm mütedeyyin insanları “himmet” adında “hizmet”e vakfettirmiştir. 

Nurettin Veren’in ifadeleriyle yurtdışına yönelik uyarılar önemlidir: “FETÖ’ye arka çıkan devletler, başta ABD şunu iyi bilmeli ki, FETÖ’nün çılgın projesi ve ütopyası, sadece Türkiye’ye darbe yapmak ve Türkiye’de hakimiyet kurmak, halife olmak değildir. Bilerek kendini 5 defa kullandırıp, ortağını 100 defa kullanma stratejisini hayata geçirerek, kendi hayalinde kurguladığı, bütün dinleri harmanlayıp ve bütün dünya siyasal yönetim sistemine de hâkim olacak, tek merkezden yönetecek, dünya vatikan’ını inşa etme projesidir. Bu dünya Vatikan’ının komuta merkezi, Güney Afrika’daki Johannesburg kentinde 2007 yılında Gülen’in talimatıyla Ali Katırcıoğlu’na kurdurulan, 1 milyar dolara yakın harcamayla tamamlanmış olan, NİZAMİYE KÜLLİYESİDİR. 
15 Temmuz’da yapmış olduğu darbe hareketi, herkesi bela ve musibete sürükleyen macerası, sadece Türkiye’deki vatandaşlarımıza ve kuruluşlarımıza ve devletimize mahsus bir saldırı değildir.[1]” Tüm dünya üzerindeki okullarla, batı kontrolünde adam devşirme ve yetiştirme eğitimleriyle dünya ülkelerini ve halkları da tehdit etmekte olan fetullahçılarla, Nurettin Veren’in saptamalarına göre, batının hesabı bitmemiştir. Belki de Veren’in yanıldığı nokta, fetullahçıların Amerika’dan bağımsız hareket serbestîsi içinde olma olgusudur. Nizamiye Külliyesi bilgisiyse; fetullahçılara merkez üs olarak Afrika’yı verip, koruma altına alma stratejisi olabilir. Lâkin fetullahçılara, Amerika’nın ılımlı İslam ve İslamiyet’in İsevileştirilmesi projelerinde ihtiyacı vardır ve proje devam etmektedir.

            Tek Adam: Recep Tayyip Erdoğan

            15 Temmuz gecesi ve sonrasında, Tayyip Erdoğan’ın heyecanını, ciddiyetini ve de dik duruşunu sahiplenen kimse olmadı. Adeta tek başına kaldı. Hâlihazırdaki hükümet kadrolarının, sessizce, olan bitene zayıf tutumlarla sarılmaları dikkatten kaçmamaktadır. Erdoğan’ın, 15 Temmuz darbe girişimini “ Eniştem ”den öğrendim açıklaması: her şeyden önce, yalnız kaldığına işaret etmektir.

MİT, Genelkurmay, Emniyet, Jandarma, Fetullahçıların elinde hareket etmekteyken; Erdoğan’ın yalnızlığı gün yüzüne 15 Temmuz’la birlikte çıkmıştır. MİT’in böyle kanlı bir darbe girişiminden, hava üslerindeki hareketlilikten ya da askerlerin birbirleriyle haberleşmelerinden habersiz olduğu gerçeği şunu da göstermektedir ki, fetullahçılar MİT’te ve diğer istihbarat kurumlarında kalkan görevi görerek gerçeği gizlemişlerdir.

Başka bir açıklaması da Hakan Fidan’ın her şeyden haberi olduğu, darbe gecesi öncesinde Genelkurmay’a giderek, bir hareketliliğin olduğunu bildirmesi haberlerine dayanarak, Hakan Fidan’ın da darbecilere kalkan olduğudur. İstihbarat zafiyetinin bilmediğimiz başka teknik hatalar da olabilir belki ancak bu ne Hakan Fidan’ı ve Genelkurmay’ı aklar!

Erdoğan’ın darbe girişimi sonrası açıklamalarında yer alan bir konu daha yalnızlığının tescili niteliğindeydi. Devlet kadrolarında, 20 bin kişinin açığa alınmasını eleştirenlere, "100 bin, 200 bin ucu nereye giderse gitsin bu temizliği yapacağız" demesiydi. TSK’da, Emniyet’te, Yargı’da, Eğitim’de yapılan operasyonlarla birlikte, bu kadar büyük rakamlara ancak siyasi alandaki, medya alanındaki operasyonlarla ulaşılabilecektir. Bu da siyasal olarak, Erdoğan’ın yalnızlığının delili olarak yorumlanmalıdır.

Nitekim, darbe girişiminde MİT’in zafiyetine ilişkin, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in 15 Temmuz günü yaşananlarla ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım'ın açıklamaları ile ilgili soru önergesinde şunları ifade etmişti:

“MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, darbe girişimi gecesi MİT olarak neler yaptıklarına ilişkin basına yansıyan değerlendirmeler de şaşkınlık vericidir. TSK’da bazı askerlerin darbe girişiminde bulunacağını, darbe girişiminin başladığı saatten yaklaşık 5 saat önce yani 15 Temmuz 2016 Cuma saat 16.00 sıralarında öğrendiği ifade edilen Hakan Fidan, bu bilgiyi ancak 4 saat sonra yani darbenin girişiminin başlamasından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’a söylemiş. Hakan Fidan'ın darbe girişimine ilişkin, söz konusu gün 16.00'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ı telefonla bilgilendirdiği, 16.30'da MİT Müsteşar Yardımcısı'nın Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'le karargâhta görüştüğü, 18.00'de Fidan'ın karargâha giderek Akar'la bizzat görüştüğü de bilinen bilgiler arasındayken, Fidan’ın, darbenin asıl hedefi konumundaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bilgilendirmemesi ciddi kuşkular yaratmıştır.”

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in soru önergesi şu maddelerden oluşuyordu:

-Sivil, polis ve asker 246 kişinin hayatını kaybettiği, darbecilerden de 24’ünün ölü ele geçirildiği darbe girişiminden MİT’in son saatlerde haberinin olması, MİT yetkilileri açısından görev kusuru mudur?

-MİT Müsteşarı Hakan Fidan, darbe girişiminde bulunulacağını öğrenilmesinin ardından, sırasıyla hangi birimlere haber verilmiştir? Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a haber verilmediği iddiası doğru mudur?

-Hakan Fidan, darbe girişiminden sonra, Cumhurbaşkanı ile birebir yaptığı görüşmede istifasını sunmuş mudur?

-Cumhurbaşkanı ve devlet yetkililerinin darbe girişimindeki istihbarat zafiyeti söylemlerinde; Genelkurmay Başkanlığı’nın elinde bulunan Genelkurmay Elektronik Sistemler’in (GES)  sivilleştirilme iddiasıyla MİT’e bağlanmasının payı var mıdır?

-MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın bu darbe girişiminden önceki süreçte, 15 darbe girişimini, belli komutada kademesindeki askerleri ikna ederek durdurduğu dile getirilmektedir. Bu iddia doğru mudur? Doğruysa, Hakan Fidan’ın görevi istihbarat toplamak mıdır, darbecileri ikna etmek midir? Dile getirilen bu iddialar; Genelkurmay, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı tarafından bilinmekte midir? 

-Hakan Fidan, 15 Temmuz 2016’da “bu sefer de darbecileri ikna ettim” şeklinde söylemde bulunmuş mudur? Üst kademelere haber verilmemesinin nedeni bu mudur?

-Hakan Fidan, bu durumda darbe girişimi yapacak komutanların kim olduğunu önceden biliyor muydu? 

-Cumhuriyet Gazetesi’nin 27 Haziran 2016 tarihli sayısında “MİT’te neler oluyor?” başlığıyla çıkan haberde, Arapça monitörlerin (telefon dinleyen kişi), Arapça görüşmelerin neredeyse tamamını İstihbarat Değeri Yoktur (İDY) yaptığı, yönetimin de bu duruma göz yumduğu belirtilmiştir. IŞİD militanlarının ağırlıklı Arapça konuştuğu ve IŞİD’in Türkiye’deki bombalı saldırıları dikkate alındığında, haberde konu yapılan iddiaların vahimliği tartışmasız önemdedir. Bu iddialar doğru mudur? Doğruysa, dinlemeleri İDY yapan monitörler hakkında herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Açılmışsa nasıl sonuçlanmıştır?

-Hakan Fidan hakkında, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne ilişkin görevi ihmal ya da başka bir iddia üzerinden herhangi bir soruşturma açılmış mıdır?[2]”

            Devletin istihbaratı darbe girişiminde sınıfta kalmış ve Cumhurbaşkanı’nın ‘sır küpüm’ dediği Hakan Fidan, bu kanlı senaryoda Erdoğan’ın yalnızlığının nirengi noktasını oluşturmuştur.

Erdoğan bu yalnızlıkta, sadece Türkiye içinde muhatap olmadı. Batıdaki müttefiklere sürekli göndermelerde bulunarak, bizi yalnız bırakmayın, “ya FETÖ ya Türkiye” mesajını açık açık dillendirdi. Rusya’yla tekrar ilişkileri iyileştirme çabaları, Suriye’yle tekrar iyi ilişki hesapları yaparken, NATO ve Amerika’yla ilişkiler sorgulanmaya başlandı. Gerilimli bir atmosfer yaşandı. Amerika da Fetullah Gülen’in iadesi konusunda Türkiye’ye karşı tutumunu sürdürüyor. Lâkin dünya üzerinde fetullahçı yapılanmaya ihtiyaçları var. Ayrıca Nurettin Veren’in açıklamaları da gösteriyor ki, üst akıl noktasında sosyal medya uygulamaları ve sitelerinin (facebook, twitter vb.) üst yönetimlerinde, NASA’ya, Petrol Şirketlerine varıncaya kadar fetullahçı kadrolar kritik üs kurmuş durumdadırlar.

Türkiye Her Koşulda Çöküş İçinde

            Türkiye öylesine ilginç ve ilginç olduğu kadar da yabancı servislerin operasyonel gücünün net biçimde ortada olduğu bir darbe girişimi gerçeğini yaşadı ki kimse bu ortamda ne olacağını, nasıl davranacağını, net bir biçimde salt gerçeği göremez oldu. At izi it izine iyice karışmış durumdadır.

            Hanefi Avcı örneğin, “Haliçte Yaşayan Simonlar” kitabı çıktığında okumuş ve yeni bir şeyin olmadığını görmüştük. Bu denli gündeme taşınıp da içi kof bir kitabı bu denli pohpohlamak önemliydi. Emniyet Müdürlüğü ve görevleri sırasında net olamayanlar, emekliliklerinde itirafçı olmuşlardı.

Orhan Gökdemir’in bu konudaki saptamları da değerli:

“Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, Bugün yazarı Ahmet Taşgetiren, yazar Latif Erdoğan, cemaatin ilk polis imamı olduğu söylenen Kemalettin Özdemir, Gülen'in eski sağ kolu Nurettin Veren hava bulanır bulanmaz itirafçı oldu. 17-25 Aralık girişiminden sonra baş gösteren devletin tokat atma ihtimali karşısında öyle bir korktular ki o gün bugündür kesintisiz konuşuyorlar. Sonra mehdinin bütün adamları arasında bir salgın hastalık gibi yayıldı bu hal.

Gülen’in sağ kolu itirafçı, en önemli gazetecisi itirafçı, ilk polis imamı itirafçı, gazeteci ve yazar örgütünün başkanı itirafçı, jandarma imamı itirafçı, genç subayları itirafçı, generalleri itirafçı, polisleri itirafçı, yargıçları, savcıları itirafçı…Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki.

Onur yok bu oyunda, insan yok, vicdan yok. İtaat etmeyi alışkanlık edinmiş olanların zalim karşısında boyun eğip diz çökerek küçülüşünü izlemekteyiz. Her oyuncu “pişmanım” diye inleyerek rolünü tamamlayıp çekiliyor sahneden.

Zaman gazetesinin “gözü kara” kalemşoru Mümtazer Türköne, “O camiayla olduğum için pişmanım. Darbeciler idam edilsin” dedi. İdam edilmesini istediği darbeciler yoldaşlarıydı. Ergenekon-Balyoz operasyonunun cemaatin talimatı üzerine başlama vuruşunu yapan Ankara Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya, “Gülen cemaatini dini bir cemaat sanmıştım, pişmanlığın zirvesindeyim” dedi. Oysa tutup içeri tıktıklarından hiçbiri böyle bir pişmanlık beyanında bulunmamıştı.

Darbe girişiminin ardından tutuklanan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan ifadesinde suçlamaları kabul etti, itiraflarda bulundu ve pişmanım dedi. Cemaat'e yakın Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Boydak gözaltına alınıp serbest bırakıldı. İçeride pişmanım demeyi unuttu. O da yazılı bir açıklama yaptı, "FETÖ örgütüne, geçmişte iyi niyet ve sadece vatanseverlik duygusuyla yaptığımız yardımları düşününce bugün kahroluyoruz" dedi. Cemaatin amansız savunucusu gazeteci Nazlı Ilıcak, "Yanıldığımı, bu yapılanmanın bir örgüt olduğunu 15 Temmuz sonrasında gördüm. Daha önce bilseydim karşısında yer alırdım" dedi.

Öte dünyaya inan, mehdiye inan, kutsal kitaba inanan, şehitliğe
inanan, mehdinin ağzını sildiği peçeteye inan, mehdinin kirli donuna, kılına, tüyüne inanan, bilemediğimiz bilcümle saçma sapan şeye inanan ve ömrü boyunca Allah yolunda ölmeye hazırlanan bu insanlar arasında bir tek kişi çıkıp “bu dava benim davam, geri adım atmam, haklıyım” demedi, diyemedi. Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki.[3]”

Bu itirafçılık olayı da dikkatle izlenmeli ve tehlikenin önemli bir parçası olarak kayda geçirilmelidir. Zira itirafın isnat edilen olayın vukuu hakkında kesin bilgi içerdiği anlamına gelmez. Çünkü şahitlik gibi itiraf da ihbar grubunda yer alan bir tasarruf olduğundan kural olarak doğrulanması ya da yalanlanması mümkündür ve kesin bilgi kaynağı görülmez. Bundan dolayı itirafın herhangi bir baskı ya da yanılmadan kaynaklandığının anlaşılması, halin delâletinin ve vâkıanın itirafın doğruluğuna imkân vermemesi gibi durumlarda itirafa itibar edilmez[4].”

İtirafçılar kadar, medyada yeni iklimi yönlendiren kimselere de dikkat etmek gerekmektedir. Kripto fetullahçıların yönlendirmelerine karşı, sadece ve sadece Türkiye’nin çıkarları öne çıkarılarak hareket edilmelidir.

15 Temmuz darbesinin Türk Milleti üzerindeki biyo psiko sosyal etkisi uzmanlarca incelenmeli ve dikkatle sağaltım yayınları yapılmalıdır. Halkın orduya olan güvensizlik çıtasının yükseltilmesi, ordu millet birlikteliğinin tesisi için çalışmalar yapılmaktadır. Lakin Türk askeri, sokaklarda üniformayla, kamufulajla dolaşamaz duruma gelmiştir. 15 Temmuz’a ilişkin halkın kahramanca, darbecilerin önüne çıkıp savaş vermesi, birçok şehit vermemiz ağır bir toplumsal travmanın da yaşandığını göstermektedir. Askeri kurumların bu süreçle budanması, işlevsiz hâle getirilmesi noktasında da dikkatli davranılmalı ve ülkenin tepesinde hâlâ Atatürk düşmanlarının, Cumhuriyet düşmanlarının olduğu unutulmamalıdır.

İstanbul'da darbe girişimi soruşturmasında emniyette gözaltına tutulduğu 13’üncü gün fenalaşan ve kaldırıldığı hastanede can veren tarih öğretmeni 42 yaşındaki Gökhan Açıkkollu’nun cenazesi, İstanbul’da izin verilmediği için eşinin memleketi Konya’nın Ahırlı İlçesi’ne bağlı Büyüköz Mahallesi’nde toprağa verildi. Öğretmen Açıkkollu’nun cenaze namazını cami imamı kıldırmayınca, mahalle halkından bir kişi kıldırdı. Öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun başına gelenler, toplumsal kesimlerce infiale yol açabilecek niteliktedir. Bu tür provokasyonel yöntemler, Türkiye’deki ayrılığı keskinleştirir ve Türkiye’nin üstünde durduğu bıçağı biler.

Askeri okulların kapatılması olayıysa; TSK’nın AB raporlarında vurguladığı ‘profesyonel ordu’ için tırpan niteliği taşımaktadır. Askeri okulların kapatılması, Fetullahçıların askeri okullara sızması nedeniyle değil; AKP’nin varoluş ve kuruluş felsefesi gereğidir. Aynı zamanda niyetin Kemalist kurum ve kuruluşlar olduğu, OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname’lerle birçok kurumun özelleştirileceği gerçeğidir.

12 Ağustos 2016’da kabul edilen Kanun Hükmünde Kararname’yle, Varlık Fonu Yasa Tasarısı'yla devlet kurumlarına ait kamusal varlıkların özelleştirilerek satılabilecek:

Atatürk Orman Çiftliği Genel Müdürlüğü, 
Atatürk Kültür Merkezi, 
Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü, 
Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü, 
Spor Toto Teşkilat Başkanlığı, 
TRT, 
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü, 
Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, 
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu, 
GAP Başkanlığı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, 
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, 
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, 
Savunma Sanayii Müsteşarlığı, 
PTT, 
TRT, 
İller Bankası, 
TÜBİTAK, 
Milli Piyango, 
TPAO, 
DSİ, 
GAP Başkanlığı, 
DHMİ, 
YURTKUR, 
Karayolları Genel Müdürlüğü, 
Türkiye Bilimler Akademisi, 
Türkiye Adalet Akademisi, 
Spor Genel Müdürlüğü gibi stratejik tüm kurumlar özelleştirilebilecektir.

AKP’nin bu tasarısına muhalefet karşı çıktı da ‘şimdilik’ belki de bu tasarı iptal edildi.

Sonuç: Türkiye’de İç Savaş Koşulları Oluşturuluyor!

15 Temmuz kanlı kalkışma aynı zamanda, Türkiye’de bir iç savaş çıkma olasılığının test edildiği alan yarattı ve başarılı oldu.

Türkiye, bölgesinde güçsüz bir ordu ve moralsiz, kırılgan, dayanıksız, personeli birbirine güvenmeyen bir yapıya hapsedilmiştir. Ortadoğu’da, Kafkaslarda, Güneydoğu’da en çok gereksinim duyacağımız noktada askerimiz ve kurumsal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’miz görev yapamayacak noktaya getirilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı’na getirilen, Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi (SADAT) Yönetim Kurulu Başkanı Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, özel harp yöntemleriyle Türkiye’de iç savaş koşullarının yaratılmasında kilit rol oynayabilecektir. SADAT ile gayri nizâmi harp çerçevesinde şehirlerde halkı kışkırtıp, birbirine düşürebilecek suikastlar, halkı bölebilecek dezenformasyonlar ve manipulasyonların yapılabileceği açık bir tehdit olarak dikkat çekmektedir.

15 Temmuz’da “Hazır kıt’a” olarak ülküsel duyguları aşındırılan halk, tankların önüne sürülmüş, birçok cân yanmış, insanlar darbe girişimindeki askerlerle meydan muharebesi kurgusunda karşı karşıya getirilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Yenikapı mitinginin ertesinde de demokrasi nöbetlerine “ara veriyoruz” (son değil!) demesi de çözümlemede dikkat edilmesi gereken konulardandır.

Yani bu halk yapay, zorla varsayılan farklılılar (Kürt, Alevi gibi) üzerinden meydanları kuşattığında, iş çoktan bitmiş olacak, iç savaş yaratılarak ülke çökertilecektir. Kilis’ten, Artvin’e kadar olan kuşakta komutanlıklar büyük sıkıntılar içindedir ve moral motivasyon olarak tutuklanan komutanlarından ötürü birlikler ‘başsız’ kalmıştır. Kilis Artvin kuşağından doğuda tasarlanan bir kukla Kürt devleti, iç savaşla birlikte kaçınılmaz hâle gelecektir.


[1] Nurettin Veren, Karanlık konseyin ve Fetö’nün Yeni Dünya Düzeni ortak projesi, Yeni Akit, 16.08.2016

[2] 15 Temmuz’un yanıt bekleyen soruları Meclis gündeminde, 28.07.2016

[3] Orhan Gökdemir, Mehdinin Bütün Adamları, SOL, 16.08.2016

[4] İslam Ansiklopedisi, Cilt: 23, Sayfa: 461

http://acikistihbarat.com/Goruntule.aspx?id=10607

***

13 Ekim 2017 Cuma

Genelkurmay, Adalet ve Adil Yargılanma Hakkı



Genelkurmay, Adalet ve Adil Yargılanma Hakkı 


Berat ÖZİPEK 
Star 
17 Mart 2009 

Tarihi bir dönemeçteyiz. Ortada darbe suçlamasıyla yargılanan generaller var, JİTEM’e ve 20.000’e yakın faili meçhul cinayete ilişkin iddialar var. 

Böyle bir ortamda, en büyük sorumluluk TSK’ya düşüyor. Adil yargılamanın gerçekleştirilebilmesi, suçlanan mensuplarıyla ilgili soru işaretleri uyandıracak tutum ve işlemlerden kaçınmasını zaruri kılıyor. 

İşte TSK’ya yönelik eleştiriler de bu noktada belirginleşiyor. 

Önce darbe suçlamasıyla yargılanan bazı generallere seçici bir ‘aile ziyareti’ yapıldı ve dahası bunun ‘kurumsal ziyaret’ olduğu ifade edildi. Ardından Genelkurmay, ‘adil yargılanma hakkı’ ile ilgili ilk basın açıklamasını Ergenekon Davası’ndan yargılananlar için yaptı. Sonra, Ergenekon tutuklularının ısrarla GATA’ya sevk istemeleriyle, kamuoyunda kuşkuyla karşılanan ve ‘GATAkulli’ veya ‘hapishaneden GATA’ya yatay geçiş’ olarak tanımlanan sevkler gerçekleşti. Şener Eruygur’un eşinin ses kaydı, Eruygur, Tolon ve Ersöz paşaların tahliyeleri hakkındaki kuşkuları pekiştirdi. 

Bu kaydın yasa dışı yollarla elde edilmiş olması hukuki bakımdan incelemeyi gerektiren bir suçtu, ama bu hukuk dışılık, söz konusu kayıttaki konuşmanın vahim içeriğini gözardı etmek için yeterli değildi. 

Oysa öyle olmadı. Masumiyet karinesi, yargılanan generallerle mesafeli olmaya ve onlara sahiplenildiği kanaatini doğuracak tutum ve işlemlerden kaçınmaya elbette mani değildi. 

Ama Genelkurmay, bu vahim iddialar karşısında Ergenekon davasında suçlananları himaye ettiğine ilişkin kuşkuları gidermeye çalışmadığı gibi, son olarak bu suçlamaları dile getirenlerle polemiğe girmeyi tercih etti. 

Ne demişti Bülent Arınç? 

‘Emekli orgenerallere ait ses kayıtları ortaya çıktı. Aman Allah’ım neler konuşmuşlar, neler söylemişler. Allah’a çok şükür ediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok. Askerlikten başka her şeyi yapmışlar. Siyasetle uğraşmışlar, darbelerle uğraşmışlar’. 

Bu sözler Genelkurmay’ı kızdırmış. 

Genelkurmay İletişim Dairesi Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, ‘Eğer gerçekten bu sözler söylenmiş ise söz konusu kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri personeline ilişkin düşünce ve görüşleri çok iyi bilinmektedir’ demiş. 

‘Eğer bu sözler gerçekten söylenmiş ise’ o zaman Arınç’ın düşünceleri çok iyi biliniyormuş. Peki söylenmemiş olsaydı? O zaman çok iyi biliniyor olmayacak mıydı? 

Gürak devamla, ‘aslında bu tip kişilerin ön yargılı, saptırıcı düşünce ve ifadeleri üzerinde fazla durulmasına da gerek yok. Çünkü bu tip konuşmalar hiçbir zaman doğruları değiştirmez’ demiş. 

Sahi kimdir bu ‘TSK ile ilgili görüşleri çok iyi bilinen’, ‘önyargılı’ ve ‘saptırıcı’ fikirlere sahip kişiler? Sakın böyle bir ‘kolektif grup algısı’nın kendisi önyargı olmasın? Tarafsızlık esasına göre çalışması gereken bir kamu kurumu böyle bir algıya sahip olabilir mi? 

Bülent Arınç, konuşmasında gayet açık biçimde, siyasetle darbeyle uğraştığı gerekçesiyle tutuklanan ve yargılanan generallerden söz ediyor. Yani O, suç işlediğini düşündüğü subaylardan söz ediyor, beriki kurum adına O’na cevap veriyor. Ali Bayramoğlu da haklı olarak şöyle soruyor: 

‘Tutuklu ve sanık general ve subayları TSK’yla, kurumla özdeşleştirecek cümleler kuruyor, Genelkurmay Başkanlığı sözcüsü... Ergenekon davası, sözcüsünün savunduğu generalleri mahkum ederse, ne diyecek ordu?’ 

Bir an için Arınç’ın darbecilikle suçlanan generalleri değil TSK’yı eleştirdiğini varsayalım. Böyle bir durumda da, demokratik bir rejimde bir kamu kurumunun, kendisiyle ilgili bir eleştiri getirildiğinde, yapacağı tek açıklama eleştiri konusuyla ilgili olabilir. O kurumun sorumluları da, eleştirenin niyetine ilişkin yargıları ne olursa olsun, ‘ben senin nelerini bilirim’ veya ‘biz sizi biliriz’ gibi bir cevap veremezler. Örneğin onlara ‘sözde vatandaş’ diyemezler veya ‘bu tip kişiler’ diye vatandaşların bir bölümünü ötekileştirici bir dil kullanamazlar. 

Aslında ordu ile ilgili konular hariç, Türkiye’de epeyce anlaşılmış bir durumdur bu. Örneğin Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ne yönelik bir yolsuzluk eleştirisine karşı, kurum adına biri çıkıp bu tür bir açıklama yapsa halkı olarak kıyamet koparılır ve sorumlu görevden alınır. ‘Canım ikisi aynı mı? TSK ile o bir mi?’ diye soruyorsanız, demokratik bir hukuk devletinde bunun cevabı ‘evet’tir; orada bırakın kurumları, devletin kendisi de kıyasıya eleştirilir ve kimse de bunu garipsemez. Devlet ve kurumları alıngan olamaz, kurumları rencide etme suçu olmaz, çünkü herkes bilir ki, kurumunun yüzü kızarmaz. 

Tuğgeneral Gürak, ‘Hukuk Fakültesi mezunu bir kişinin yargı kararı olmadan hiçbir kimseyi suçlamaya, dolaylı olarak da bir kurumu hedef almaya hakkı ve yetkisi olmadığını hala anlayamamış olması(nı)’ da eleştirmiş. 

Ne diyelim? Keşke, masumiyet karinesiyle hakkıyla ilgili bu duyarlılık her zaman, mesela 27 Nisan’da da gösterilmiş olsaydı. 

Adil yargılanma hakkı tek boyutla ilgili değildir. Genelkurmay bu tutumuyla ona gölge düşürdüğünün farkında mı bilmiyorum. Ama olmalı. 

Berat ÖZİPEK - STAR 
berat@stargazete.com 


************