dikkat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dikkat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2019 Pazartesi

Dikkat! Demokrasi geliyor...

Dikkat! Demokrasi geliyor...


Ahmet Gürsoy.,


Demokrasi böyle gelmez.. Demokrasi, üzerinde var olacağı toplumu bölmez. İkiye ayırmaz. İki dilli, iki başlı, iki seçenekli yapmaz. Niye? Çünkü özleri gereği tüm rejimler bütünleştiricidir. Buyurun istediğiniz yönetim biçimini inceleyin. Özellikle farklılık yaratan ve yarattığı farklılıklar sayesinde varlığını sürdüren bir tek siyasi yönetim biçimi yoktur.

Demokrasinin diğerlerinden en belirgin farkı nedir biliyor musunuz? Siyasal sistem olarak insan haklarıyla kendini sınırlandırmasıdır. Hür seçim bunun içindir. Çünkü seçme ve seçilme bir insan hakkıdır. Hür adalet bunun içindir. Hür toplum bunun içindir. Hapsinin dayanağı insan haklarıdır.

Sovyet döneminde Rusya’nın dünyayı ele geçirme projesi sosyalizm/komünizmdi. Bu sayede sosyalistleştirdiği kitleleri kontrol etme gücü kazanıyordu. Kitleler; Marks’ın deyişi ile  “sınıf bilincine ulaştıkça”  sürüleşiyor, yönetilebilir hale geliyordu. Bir çeşit beyin kontrol sistemiydi bu.
Karşıtı Amerika’ya düşmandı. Sosyalistlere göre yeryüzünün bir tek emperyal gücü vardı o da Amerika’ydı.

Rusya? 

O emperyalist değil, adı üstünde üretim güçlerini burjuvalardan alıp proletaryaya teslim etmiş gerçek bir halk yönetimiydi.. Gittiği her yere cenneti götürmekteydi. Devrimlerle, işgallerle teslim aldığı her ülke aslında cennetin krallığına katılmaktaydı. Hangi ülkeyi teslim almışsa o ülkenin yer altı ve yer üstü tüm kaynakları kendisine helal olsundu..

Sovyetler karşısında Amerika’nın/NATO’nun kitleleri kontrol edip, ülkeleri ele geçirme aracı demokrasiydi.. Halen de öyle. ABD nereye demokrasi götürüyorsa bilin ki oraya aslında egemenliğini götürmekteydi. Rusya’nın sosyalistleştirerek sürüye dönüştürüp ikna ettiği halkları ABD, demokrasi ile ikna ediyordu. Mazlumlar için sonuç aynı, fakat yöntem farklıydı. Biri demokrasiyle gülümseyerek geliyordu, öbürü sosyalizmle bilenerek.

Sovyetler çöktü.

Amerika, Asya’dan başlayarak Orta Doğu’nun bütün kapılarını demokrasi diliyle dolaşmaya başladı. Çöküşten bu yana Amerika’nın elinin değdiği, kısacası demokrasisinin uğradığı her toplum, kan ağlıyor.. İşte İslam devlet ve toplumları..

Aynı yöntemi Türkiye’de RTE hükümeti modelledi. Şimdilerde tepeden inme paketlenmiş demokrasiyle milli kazanımlarımızı yok ediyor.

Hâlbuki biz bu filmi görmüştük.

Ta 1839’larda Reşit Paşa hükümetiyle başlayan süreçte, özgürlükler adına çok şey vermiştik.
Hatırlayın 1876 Islahat Fermanı’nı. Bundan gayrı  “gâvura gâvur demeyecektik.” 

Başka?

Tüm gayrimüslimler devlet memuru ve belediye başkanı olabilecekti...
Kiliseler, havralar, okullar, eğitim sistemi iki, hatta beş, on, yirmi başlı olmakta serbesti..

Gerçekten de istedikleri gibi oldular. 

1908 İkinci Meşrutiyetine geldiğimizde özgür parlamentoyu kurmuştuk hatırlarsanız. Ve o hızla II. Abdülhamit’in her yasakladığını on kat daha özgürleştirmiştik..

Sonra n’oldu?..

Alabildiğine saçılıp savrulan toplumu bir bütün olarak bir daha göremedik. Kimini yeniden yasaklar getirerek düzeltmeye giriştik.
Seçilen parlamentonun çok dilliliğinden dert yandık. Kimse kimseyi anlayamaz oldu. Meclis, tutanakları hangi dilde yazacağını bilemez oldu. Ve ister istemez  “devletin dili Türkçedir”  demek zorunda kaldılar.
Aslında sadece devletin dili değil, milletin ve toplumun kendisi de Türk’ten ibaret kaldı. He kadar özgürlük verdikse de yetkiyi alan  “Osmanlıcılıkta, İslamcılıkta”  bütünleşip milli bir toplum olmaya yanaşmadı. Çünkü özgürleşmelerle uluslaşmayı değil, ayrışmayı siyasal felsefemizin temeline oturtmuştuk. En sonunda her şeyin, herkesin aslına döndüğünü gördük. 
Şimdi RTE Hükümeti, ülkeye paket paket son dönem Osmanlı inkılâplarını armağan ediyor. Söylediklerine göre gerisi de gelecekmiş...
O günkülerin siyasal kılavuzu İngiltere’ydi, şimdikilerin mihmandarı Amerika. Dikkatinizi çekerim; tarih değişiyor ama hedef aynı: O gün Osmanlı, bugün, Türkiye Cumhuriyeti; yani Türkler!

Bilginize sunulur ey halkım...

***


18 Aralık 2014 Perşembe

Polis ve jandarma dikkat: PKK çok ciddi bir alana el attı


Polis ve jandarma dikkat: 

PKK çok ciddi bir alana el attı



Bir süreden buyana PKK taraftarları futbol maçlarını tahrik için zemin olarak kullanmaya başladılar. Bu çok önemli toplumsal gelişmelerin tetikleyicisi olabilir. Bir hukukçu arkadaşım twitter üzerinden Yugoslavya iç savaşı öncesinde futbol maçlarında çıkan olaylara dikkatimi çekti. Kamu hukuku, soykırım ve Balkanlar konusunda uzman olan Dr. Gözde Kılıç Yaşin’den rica ettim ve bana Yugoslavya iç savaşı öncesinde gerçekleşen futbol merkezli çatışmalar ile ilgili bir bilgi notu hazırladı. Aşağıda bu nottan alıntılar yapacağım: 
Yugoslavya’da bölünme öncesinde bir zamanlar tüm Yugoslavların gururu ve takımı olan Kızılyıldız artık Sırp aşırı milliyetçiliğinin en büyük bayrağı olmuştu. Dinamo Zagrep de artık sadece Hırvatların takımıydı. İç Savaşı tetikleyen Kızılyıldız-Dinamo maçından üç yıl önce Sırp ve Hırvatların birlikte forma giydikleri Yugoslavya Ümit Milli takımı dünya şampiyonu olmuştu.
13 Mayıs 1990’da Kızılyıldız-Dinamo maçının galibi baştan belliydi. Kızılyıldız Zagreb’e şampiyonluğunu kutlamaya gidiyordu. İki tarafın aşırı milliyetçileştirilerek saldırganlaştırılmış fanatikleri henüz maç başlamadan birbirilerinin arabalarını ateşe vererek savaşı başlattı. Kızılyıldız’ın kendilerini “Kahramanlar” olarak adlandıran Delije taraftar grubundaki 3 bin kişi, yanlarında tel örgüleri imha edecek asit sülfüriklerle Zagreb’e gelmiş, liderleri Arkan eşliğinde 10 bin kadar Zagrebli ile iç savaşın bir nevi provasını yaptılar.
O dönemde Zagrep polisi multietnikti ancak olaylar başlayınca amirlerini de dinlemeyerek etnik gruplarına göre kavgada yerlerini aldılar. Çoğu Sırp kökenliydi ve Dinamo taraftarlarına coplarla saldırdı.  Sırp taraftarlar sülfürik asitle tel örgüleri eritip Dinamo Zagreb’in Kötü Mavi Çocuklar’ına saldırdı, onlar da bıçaklarla karşılık verdi.
Kızılyıldızlı Delije’lerin lideri olan Arkan, Kaplanlar adıyla dünyaca meşhur olan cinayet ve tecavüz çetesinin nüvesini Kızılyıldızlı holiganlardan oluşturdu. Hatta daha da güçlü bir çete kurmak için bir kez daha futbolu devreye soktu. Bu futbol savaşının tek günahkarı Sırplar değildi, en baştan itibaren Hırvatlar da en az Sırplar kadar savaş suçlusuydu.
Halihazırda 1980’li yıllarda Hırvat aşırı milliyetçiliğinin en büyük kalesi olan Dinamo Zagreb’in Maksimir Stadı artık yasa dışı silah ticaretinin en büyük merkezlerinden birisine dönüşmüş, Dinamo’nun armasındaki damalı bayrak Hırvatistan’ın yeni bayrağı olmuştu. Birçok Hırvat savaş suçlusu, iç savaş esnasında Sırp ve Boşnak kadınlara tecavüz ederken, Split ve Dinamo marşları söyleyecek, Sırplar da Kızılyıldız ve Partizan marşlarını savaş çığlıklarına dönüştürerek aynı iğrenç muameleyi Hırvat ve Boşnak kadınlara yapacaklardı.
Sırbistan ve Hırvatistan Euro 2000 elemelerinde aynı gruba düştü. Her iki maç da beraberlikle sonuçlanırken, saha dışında taraftarlar birbirlerinin arabalarını yaktılar. Sonradan Fenerbahçe forması giyecek olan Mirkoviç, Hırvat Jarni’yle birbirlerini boğazladıktan sonra oyundan atıldı ve Sırp aşırı milliyetçileri Çetnik’lerin selamını vererek sahayı terk etti. Zaten Hırvatistan’ın yeni damalı forması İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler ile işbirliği yapan Hırvat faşistleri Ustaşaların bayrağı ile aynıydı!
n İngiltere’deki futbol şiddetini anlatan Football Factory filminin Tommy Jones’u  holiganizm üzerine belgesel çekmeye gittiğinde Belgrad’ın köhne bir barında Zare adlı bir Partizanlı’nın bir Hajduk Split’li tribün liderine nasıl tecavüz ettiğini kendisinden geçerek anlattığı anda belki de ilk kez futboldan tiksindi çünkü Balkanlar’da futbol savaş, savaş da futboldu!
Bunlardan Yaşin’in çıkardığı sonuçlara gelince: “Futbol,  aşırı milliyetçiliğin canlandırılması ve kitleselleştirilmesi için kullanılan bir enstrüman olabilir. Futbol taraftarları holiganlaşmaya yatkındır, tüm marşlar insanlar üzerinde gururu arttıran ve saldırganlaşmaya yatkınlaştıran bir etki uyandırır, sahalarda da marşlar kullanılarak taraftarların enerjisinin ” öteki “ olarak belirlenene yönlendirilmesi sağlanabilir. Sadece bir etnik kökenin “öteki” olması gerekmez futbol, aynı etnik köken ve aynı din/mezhep ve aynı dil grubundan olan kişiler arasında dahi farklı takımları tutmaktan ötürü düşmanlaşma yaratabilen bir enstrümandır. Bir futbol takımına dönük aşırı duyguların tribünlerin etki altına alınması sayesinde milli duygulara dönüştürülmesi mümkündür. Bu milli duyguların aşırılaştırılması, taraftarların kısa sürede canavara dönüşecek birer saldırgana çevrilmesi son derece kolaydır.”
Sonuç olarak emniyet güçlerinin derhal statlar için yeni bir strateji geliştirmesi şart olmuştur. PKK’nın statları terörizmi kitleselleştirmek amacı ile kullanmasına izin verilmemelidir. Öte yandan Güneydoğu Anadolu’da bazı takımların yönetimlerine PKK sızlamalarının olduğu görülmektedir. Bu sızmalara karşı futbol federasyonunun derhal önlem alması gerekmektedir.