TÜRK SİYASETİ TARİHİNDEKİ'' POLİTİK_ACILAR''
İZ BIRAKAN SİYASİ GELİŞMELER.. HABER VE YORUMLAR..,
< _ EY GÖNÜL; TENHA BİR YERDE DİLEDİĞİN KADAR RABB'İNE AĞLA,
_ AMA SAKIN OLA,
TENHA BİR YERDE AĞLAYAN BİRİNE, SEBEP OLMA.! Hz. MEVLANA RUMİ ... >
Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 29.01.2015
Erdoğan'da, Cumhurbaşkanı olduktan sonra Türk etnik kökenine bağlılık daha fazla ön plana çıktı. Başbakanlığında, sürekli olarak etnik/dinsel/bölgesel milliyetçiliği "ayakları altına aldığını" söyleyen Erdoğan, Cumhurbaşkanı, olduktan sonra bu söylemini "ayakları altına alırcasına" vazgeçmiş durumdadır. Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte kendisin yarı başkan/kral olarak görmeye başlayarak kendisini 17.Türk devletinin "başı" olarak görmeye başladı. Türkiye'de sanki Kürtler yokmuş gibi, Kobani'de olduğu gibi "Kürtlerin acısını, kendi acısı, Kürtlerin sevincini kendi sevinci" gibi görmedi. Kürtler acı ve keder içindeyken, o bayram ederken, Kobani'nin kurtarılmasına sevinen ve bu kurtuluşu bayram havasında kutlayan Kürtleri aşağılayacak bir şekilde "çiftte telli" oynamakla suçlama yolunu seçti. Bu da Erdoğan'ın kendisini Ergenekonculuğun başı olarak görmesi anlamına geliyor. Türkiye'de, Ergenekonculuğun ne canlı olduğu, AİHM Büyük Daire’de 28 Ocak’ta görülen davasına katılması için Doğu Perinçek'in yurtdışı yasağını kaldıran mahkeme kararı ile ortaya çıktı. tarihi dava öncesi ilk başarı Doğu Perinçek’in yurtdışı yasağının kaldırılmasıyla geldi. Bilindiği gibi, “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” dediği için İsviçre Mahkemesi tarafından para cezasına çarpıtılan Doğu Perinçek, AİHM'ne başvurmuş, AİHM'nin işgili dairesi İsviçre Mahkemesinin kararını AİHS'ne aykırı bulmuştu. AİHM'sinin kararı, ifade özgürlüğünün ihlali olarak görüldüğü halde Perinçek ve onun taraftarları, AİHM'nin bu kararını "Ermeni Soykırımı yoktur" anlamında kamuoyuna yansıtmışlardır. Yurtdışı yasağının kaldırılması için, mahkemeye verilen dilekçede de bu husus ileri sürülmüştür. Doğu Perinçek'in bireysel davası olarak görülen bu dava bu şekilde Türkiye aleyhine açılan bir dava haline getirilmiştir. Dava, ilgili daire tarafından İsviçre aleyhine sonuçlandıktan sonra İsviçre davayı AİHM Büyük Daire’ye taşıdı. Perinçek, yurtdışı yasağının kalkması için kendi bireysel başvurusunu "Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nı savunmak" olarak niteleyerek mahkemeye başvurmuş, İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay'da bulunan bir dava ile ilgili karar verme yetkisi olmadığı halde, oybirliği ile Perinçek’in yurtdışı çıkış yasağının kaldırılmasına karar verdi. Burada ilginç olan, mahkemenin yetkisiz olduğu bir yana, kararın gerekçesinin hukuktan uzak siyasi ve ideolojik saiklerle verilmiş olmasıdır. Kararda, "AİHM’de görülecek davanın Perinçek’in 1915 olaylarına dair şahsi görüşüyle sınırlı olmayıp Türk devletinin 1915 yılı Ermeni olayına ilişkin resmi tezlerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce kabul görülüp görülmeyeceği, Perinçek'in AİHM’deki duruşmaya katılması şahsi bir durumdan ziyade, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeni olayı hakkındaki tez ve savunmalarını da yakından ilgilendiren bir husustur” ifadelerine yer verilerek HSYK seçimlerinde ifadesini bulan ittifakın sonuçları bu kararla yaşam alanı bulmuştur. "Perinçek’in yasağı kalkmalı” hükümet ve muhalefet elbirliği ve işbirliği içinde dile getirilmesinden sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek yasağın kalkması gerektiğini söylediler. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın da aynı görüşte olduğunu açıkladı. Böylece, Doğu Perinçek'in yurtdışı yasağının kalkması için yasama/yürütme/yargı işbirliği ve eşgüdüm içinde olduklarını göstermiş oldular. Aynı günü, Cumhurbaşkanı Erdoğan Yasama/Yürütme/Yargı mensuplarını AKSarayında ağırlıyordu. Perinçek'in yasağının kalkmasındaki bu eşgüdüm, Strasbourg'daki mahkemeye de yansıdı. Makara yaparcasına Egemen Bağış, Doğu Perinçek ve Deniz Baykal yanyana geldiler. Adalet Bakanlığının ve Erdoğan'ın yolsuzluk tapelerinde adı geçen avukatı da müştemilatıyla birlikte orada yerini almıştı. Ergenekon ve ergenokonizm yeni canı ve kanıyla yeni versiyonuyla sahnede yerini alırken, Perinçek "baş aktörlüğü" oynamaya devam ediyordu. ***
İNSAN HAKLARI GÜNÜNDE BALKANLARDA TÜRK SOYKIRIMI.,
Özcan PEHLİVANOĞLU (1/1) Dobruca 34: İNSAN HAKLARI GÜNÜNDE BALKANLARDA TÜRK SOYKIRIMI Günümüzde Balkanlara nasıl bakıldığını anlamak için Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın “… 1912 felaketinden sonra Anadolu’ya gelen Balkanlılar,Rumeli göçmenleri dediğimiz kesimdir.Bir toplantıda Türkkaya Ataöv tarihi meselelere hep “ileriye bak,geçmişi unut,kimseye kin tutma” felsefesi ile yaklaştığımızı söylemişti. Aslında bizden başka kimsenin geçmişini unuttuğu yok ve bu şekilde geçmişi unutarak ileriye yürünmesi de mümkün değildir.Nitekim bu savaş ne mektep kitaplarında ne matbuatta,ne de filmlerde yer alıyor ve Balkan Savaşı nedir,nasıl bir faciadır bilmiyoruz.Vaktiyle büyük anneler olanları anlatırmış bir müddet sonra ise mesele “Ne diyor bu ihtiyar ?” yakınmasına dönüşmüştür. Halbuki Balkan Savaşı yakın Türk tarihinde bir faciadır ve bu faciayı yaşayanlar da bazı Türklerdir.” diyerek belirttiği görüşleri üzerinde düşünmek gerekir. Balkanların 1800’lü yılların başından itibaren yazılı tarihi;Türklerin ve Türk olarak görülenlerin başına gelen,milyonlarca ölümle sonuçlanan soykırımların ve zorla göç ettirilmelerin tarihi niteliğindedir. Balkanlarda 1821 ile 1922 yılları arasında beş milyondan fazla Müslüman Türk,ülkelerinden sürülüp atılmıştır.Beş buçuk milyon Müslüman Türk’te kimi savaşlarda öldürülerek,kimi de sığıntı durumunda iken açlıktan ve hastalıklardan canını yitirerek ölmüştür. Balkanlarda uğranılan bu soykırımlar neticesinde Türk nüfusu önemli bir kayba uğramıştır.Bu sebeble Balkanların tarihi,Türklerin uğradığı soykırımlar göz önüne alınmaksızın gereği gibi anlaşılamaz. Osmanlı – Türk İmparatorluğu;kendini yenilemek ve çağdaş bir devlet kimliğiyle varlığını sürdürmek için çabaladığı bir dönemde,önce sınırlı kaynaklarını, Müslüman Türk nüfusun düşmanlarınca kıyımdan geçirilmesini önlemek;sonra da bu düşmanlar üstüne geldiğinde,İmparatorluk merkezine akın akın gelen göçmenlerin gereksinmelerini karşılamak için harcamak zorunda bırakılmıştır. Türkler,Balkanlardaki bu badireden yok edilemeden çıktı ama Türk Milleti Balkanlarda başına gelen olaylardan derinlemesine etkilendi ve bu etkiler günümüzde de sürmektedir. Türklerin Balkanlarda uğradığı bu kayıplar,Türk tarihi açısından büyük önem taşımasına rağmen bu kayıplara ders kitaplarında değinilmez. Bulgarların,Sırpların,Rumların uğradığı kıyımları anlatan ders ve tarih kitapları,Türklerin uğradığı kıyımları anmamıştır.Bu durum Türklerin başına gelen ölüm ve sürgünlerin,tarihsel önemini anlamamızı engellemiştir. Balkanlarda ilk toplu soykırım olarak 1683’te Viyana kuşatması ile başlayan ve 16 yıl harpleri neticesinde Karadağlıların Osmanlı-Türk karşıtı bir hareket ile Metropolit Danilo Petroviç önderliğinde yaptıkları katliamı gösterebiliriz.Balkanlarda Müslüman Türklere yönelik ilk toplu katliam olarak bilinen Danilo’nun kıyım hareketi “Türkleşmiş olan hrıstiyanların imhası” olarakta bilinmektedir. Balkanlarda Türklerin uğradığı toplu soykırımların ilk örneklerinden biri de 1821 Mora İsyanı olarak tarihe geçen Yunan ayaklanmasıyla gerçekleşmiştir.Yunan ayaklanması, Balkanlarda Türklerin topluca öldürülmesi ve sürülmesi ile ilgili süreci başlatan ilk harekettir.Burada izlenen yöntem, daha sonra yapılacak olanlara bir model olarak ortaya çıkmıştır. Tarihçi George Finlay 1861 yılında “1821 Nisanında, 20 000 kişiye yakın bir Müslüman Türk nüfus Yunanistan’da (Finlay, burada Yunanistan derken bu günkü Yunanistan’ın ana karasındaki güney kısmını yani Mora’yı kast ediyor.Çünkü 1861’de Yunanistan krallığının toprağı o kadardı.Yunanistan kurulduğu tarihten bu yana Türk topraklarını işgal ede ede Türkiye’nin aleyhine olmak üzere üç misli büyümüştür.) dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu.Ayaklanmanın üzerinden iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler. Adamlar, kadınlar, çocuklar, hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler.” demektedir. Mora İsyanında Yunanlı çeteciler ve köylüler,buldukları her Türkü öldürmüşlerdir.Hatta Kalavryta ve Kalamata’dakiler kendilerine öldürülmeyecekleri sözü verilen Yunanlılara teslim oldu ancak bunlarda öldürüldü.Yunanlılar yarımadanın her bölümünde Türklere saldırdı ve hepsini öldürdü.Kalelere sığınanların geriye dönüş umudunu yıkmak için Türklerin evleri yakıldı.İsyanın başladığı Mart’ın 26’sından Nisan’ın 22’sindeki paskalya Pazar’ına kadar göz kırpmadan 15000 Türk can verdi. Yunanlı Başpiskopos Germanos “Hristiyanlara huzur,Konsoloslara saygı,Türklere ölüm” diye emir veriyordu.Yunanlılar yakaladıkları Türkleri erkeği,kadını ve çocuklarıyla kıyımdan geçirmek suretiyle “Hiçbir Türk kalmayacak / Ne Mora’da, ne dünya da !” şarkısını da ağızdan ağıza yayarak soykırımı adeta alay edercesine tamamlamışlardı.Ayaklanmanın başlamasından itibaren üç hafta içinde Mora’da bir tek Türk bırakılmamıştı. Tripolitza’daki olay ise vahşetin boyutunu çok iyi anlatmaktadır.Kolokotrones isimli birinin anlatımına göre kasabaya girdiğinden itibaren “yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi.İlerlediğim zafer kutlama töreni yolu cesetlerden bir örtüyle döşenmişti.” demektedir. Bu soykırım değilde nedir ?Mora’da başımıza gelenler Türk Milletine anlatılmışmıdır ?Soykırımın hesabı sorulmuşmudur ?Bunlar tarihçiler ve siyasetçiler tarafından cevaplanması gereken önemli sorulardır. Balkanlarda 1821 Mora ayaklanması ile başlayan Türk soykırımları;Balkanlardan Türk nüfusu arındırmak politikasına dayanıyordu.Bu politika Avrupa devletleri ve Rusya ile haçlı zihniyetinin bir eseriydi.Bu durum 1877 – 1878 Osmanlı – Rus, 1912 – 1913 Balkan ve 1919 – 1923 Kurtuluş Savaşlarında kendini yeniden göstermiştir. Bir Bulgar devletinin yaratılmasıyla ve Bulgaristan Türklerinin soykırım ve yurtlarından sürülmesiyle sonuçlanan Bulgar ayaklanması hareketi, Osmanlı – Türk İmparatorluğuna karşı birbirleri ile bağlantısız eylemlerle başladı.Küçük Bulgar grupları,Sırp ve Yunan ayaklanmalarında Osmanlıya karşı savaştılar.Ruslar; 1806,1811 ve 1829’da Balkanları istila ettiklerinde Bulgar gönüllüleri Ruslara katılarak onların yanında yer aldı. Tarihe 93 Harbi olarakta geçen 1877 – 1878 Osmanlı – Rus savaşının, Bulgaristan Türklerinin kıyımdan geçirilmesi ile yaşanan dehşet olaylar üzerine başladığı söylenebilir. Ayaklanmanın ele başlarından Benkovski’nin konuşmalarında “Türklerin geçirilebilen her yerde öldürülmeleri” emrediliyordu.Bunun üzerine hemen 1000 civarında Türk köylüsü katledilmiştir. 1877 – 1878 Osmanlı – Rus savaşında Türklerin ölümleri dört sınıfa ayrılabilir: a-) Taraflar arasındaki çatışmalarda meydana gelen ölümler b-) Bulgar ve Ruslar tarafından öldürülmeler c-) Yaşam içim zorunlu gereksinmelerin sağlanmasının engellenmesiyle açlıktan ve hastalıktan ölümler d-) Bulgaristan Türklerinin sığıntı durumda yaşadıkları koşullardan kaynaklanan ölümler Savaşın korkunç bilançosu sonucunda Müslüman Türklere ait nüfusun %17’sine tekabül eden 261.937 kişinin katledildiği görülmektedir. Bu savaşa ilişkin bir belge henüz ortaya konamamış olsada, olayların gelişmesine bakılarak çıkarılabilecek en mantıklı sonuç,Rus askerlerin yaptığı insan öldürmelerinin,yıkımın ve ırza geçmelerin,Rus askeri komutanlığının emirleri çerçevesinde gerçekleştiğidir. Rusların sivil halkı kıyımdan geçirmeye girişmelerinin altında yatan temel amaç;Türk köylüler arasında dehşet salmak ve ilerleyen Rus ordularının önünde onları kovalayarak Osmanlı ordusunu harp dışı konularla ilgilenmeye itmekti.Nitekim Ruslar bunu gerçekleştirmekte başarılı oldular.Sürüler halinde Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nun merkezine doğru kaçan Türkler, yolları kapadılar,cepheye asker ve malzeme taşınmasında kullanılabilecek tren vagonlarını doldurdular. Bu savaş döneminde Bulgaristan’da Türklerin varlığına son vermek için kullanılan yöntemler yani cinayet ve dehşet saçmanın kullanılması binlerce yıl önce keşfedilmişti.Bu yöntemler çerçevesinde Türkler ya hemen öldürülecek ya da öldürülme korkusu içinde yurdundan kaçırılacaktı. Eski Zahra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’nin yayınlanmış hatıralarından bu planların nasıl yaşama geçirildiği çok iyi anlaşılmaktadır. Bu savaş sonucu;ülkenin yani Bulgaristan’ın Türklerden temizlenmesi ve ezici çoğunluğu Slavlaşmış Bulgarlardan oluşan bir Bulgaristan’ın ortaya çıkması sağlandı.Bulgaristan Türklerine saldırılması,Rusların askeri politikasının pratik,bilinçli ve acımasız bir amacı idi. Ruslar,amaçlarına tahakkuk ettirmek için kirli savaşlarda usta ve uzman olan Don – Volga / Rus Kazaklarından faydalandılar.Kazaklar,kimse kaçmasın diye köyleri kuşatmaya alıyor,sonra da Bulgarlar köye dalıp talana ve kıyımdan geçirmeye girişiyorlardı.Örneğin Hıdır Bey köyünde Rus Kazakları Türklerin elindeki silahları toplayıp Bulgarlara verdiler.Bulgarlarda köyün 70 erkeğinden 55’ini orada öldürdüler. Yine Büklümbük’te aynı yöntemle silahsızlaştırdıkları köyün erkeklerini bir saman ambarına,kadınları ve çocukları evlere yerleştirdikten sonra ateşe verdiler.Kaçmaya çalışanlara da Bulgarlar ateş ettiler.Kaçabilenler bunu diğer Türklere anlattılar zaten Ruslarda korku yaratmak için bunu istiyordu.Bunun gibi bir çok olay Müderrisli, Yeni Mahalle, Usturumca, Kadisle, Binpınar gibi Türk yerleşim birimlerinde yaşanmıştır. Filibe ve Edirne’de İngiltere’nin konsolos yardımcısı olarak görev yapan Edmund Calvert yazdığı 16 Eylül 1878 tarihli raporda “… bu yörenin Türk erkek nüfusunun toptan ve duygusuz kıyımdan geçirmelerle kökünden kazımak amacını güden hesaplı ve kısmen de başarılı olmuş girişimler…” diye ifade edilen soykırım1990’lı yıllarda Haçlı zihniyeti tarafından Türk olarak görülen Boşnaklara’da çoğunlukla erkekleri öldürmek sureti ile uygulanmıştır. Avrupa eğer böyle utanç verici işleri Türkler yapmış olsaydı,bütün Türkleri kolayca lanetlerdi.Ancak aksine bu soykırımlar diplomatik raporların varlığına rağmen gizlenmiş ve planlı olarak olayların üstü örtülmüştür. Balkan Savaşı öncesindeki soykırım göçlerin önemli bir bölümünün Girit ve Oniki Ada olarak bilinen Türk adalarında olduğu görülür.Başta Girit olmak üzere Türk egemenliğindeki adalar uluslararası ayak oyunları ile Yunanistan’a verilmiştir.Sadece Girit Adasındaki nüfus oranları takip edildiğinde Rumlar tarafından gerçekleştirilen katliamların korkunç boyutu ortaya çıkar.Girit Adasından 1878 – 1898 yılları arasında 175.900 müslüman Türk’ün göç etmek zorunda kaldığı göz önüne alınırsa Türklerin Girit’te hangi akibetle karşılaştıkları pek fazla tartışılır bir konu olmaktan çıkar. Birinci Balkan Savaşında,Osmanlı – Türk İmparatorluğu 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşından çok daha hızlı bir yenilgiye uğradı.Sadece iki ay süren çatışmalar sonunda hemen hemen bütün Avrupa Türkiye’si yitirilmişti.Çatalca savunma çizgisi,Bulgarların saldırısına karşı direnmiş ve başkent İstanbul kurtulmuştur.İkinci Balkan Savaşı da yitirilen toprakların küçük bir bölümünü kurtaramaya neden olmuştur. Balkan Savaşlarında 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşında görülenlere benzer tablolar yaşanmıştır. Öldürme,ırza geçme ve soygunlar,Türkleri evlerinden barklarından söküp ayırmış, Osmanlı’nın merkezine yani elde kalan Türk topraklarına göç etme sonucunu doğurmuştur. Balkan Savaşlarında Türklere karşı ön saldırıları yapma işlevini Sırp, Bulgar, Makedon, Rum çeteleri üstlenmiş ve bunlar kendilerini himaye eden devletlerden destek görmüşlerdir. Balkan Savaşları sırasında işlenen cinayetler; bir ırkı yani Türkleri yok etmeye yönelik türden cinayetlerdir. Yapılan soykırımlar Balkanlarda daha önce yapılmış olanlara çok benziyordu.Nüfus çoğalmasının önüne geçilmesi yolu ile demografik dengelerin bozulmasına yönelik katliamların yapıldığı rahatlıkla söylenebilir. Örneğin diplomatik misyon üyesi Morgan adlı kişinin 28.12.1912 tarihinde Kavala’da yazdığı bir raporda “Kavala bölgesinde Kavala Türklerinin komitacılar tarafından daha önceki raporlarda bildirildiği üzere,öldürülmelerinin yanı sıra Pravista’da yaklaşık 200 Türkün ve Sarı Şaban’da bir o kadarının kıyımdan geçirildiği haber alınmıştır. Drama bölgesinde, Çatalca, Doksat ve Kırlık Ova’da Türkler öldürülmüşlerdir.” demektedir. Yabancı misyon şefleri ve görevlileri ile ticaret için bölgeden bulunan yabancıların buna benzer rapor ve mektupları Batı ülkelerinin arşivlerinde bulunmaktadır.Batılı gözlemciler haksız ve hukuksuz bir şekilde katledilen Türk sayısını 200.000’in üzerinde olarak hesaplamışlardır.Bu soykırım değil de nedir ? Türk Milletinin başına gelen kötü şeyleri anlatmakta zorluk çektiği ve bu konularda bir ketumiyet içinde bulunduğu genelde kabul gören bir anlayıştır.Bu nedenle Balkanlarda meydana gelen soykırım ve karşılaşılan kötü muameleler bir türlü Türk toplumuna yansıtılamamıştır. Selanik’te görevli olan İngiliz Konsolosu Lamb’ın “Kılkış,Doyran ve Gevgili ilçelerinin tamamında bütün ileri gelen Türkler öldürülmüş,malları talan edilmiş ya da kullanılmaz hale getirilmiş,çiftlikleri ve evleri yakılmış,hanımları pek çok olayda aşağılanmış ve hatta çoğu kez daha beter davranışa uğramışlardır” diye Türklerin başına gelenlerin bir kısmını rapor etmiştir.Hatta olaylar daha da ileri gitmiş ve Müslüman Türklerin zorla din değiştirmesi için çeşitli ağır baskılar uygulanmıştır. Amerikalı araştırmacı yazar Justin McCarthy Balkan Savaşları ve sonrasında ölen Müslüman Türk sayısını 632.408 kişi olarak veriyor.Bu bir insanlık dramıdır. Bu katliamlar ve soykırımlar Yunanlıların Anadolu’yu işgalinde de sürmüştür.1919 yılında 3000 nüfuslu Menemen halkının 1300’ ü Yunanlılar tarafından iki üç gün içinde öldürülmüştür.Günümüzde Menemen halkı 1919 yılının Mayıs ayı içersinde gerçekleştirilen bu katliamdan halen habersizdir.En azından soykırım niteliği taşıyan bu katliam bir anıt dikilmek sureti ile hatırlanmalı ve gelecek nesiller soykırımdan bu şekilde haberdar edilmelidir.İngiliz,Fransız,İtalyan İşgal Güçleri ve Kızılhaç tarafından kurulan Soruşturma Komisyonları incelemelerine ve Bab – Ali raporlarına göre Yunanlıların Anadolu’da yaptıkları soykırım ; bunları Fransızcadan çeviren Dr. Necdet Ekinci’nin “Türkiye’de Yunan Vahşeti” isimli kitabında çok iyi bir şekilde resmi belgelere dayanılarak anlatılmaktadır. Yunanlıların 1919 – 1922 yılları arasındaki Anadolu işgalinde yaptıkları, Haçlı zihniyetinin Balkanları Türklerden arındırma planının,Anadoluyu Türklerden arındırma haline dönüşmüş şeklidir. Bu katliamlar Balkanlarda günümüze kadar süregelmiştir.Kronolojik sıraya göre de bunlardan biri de Yunanlılar tarafından yapılan Çamerya katliamıdır. Almanlarla işbirliğine giden Yunanlı General Napoleon Zervas, daha sonra İngilizler tarafından desteklenmiş ve Haziran 1944’de ayında Çamerya’da geniş çaplı bir katliam ve etnik temizlik hareketi gerçekleştirmiştir.Bu olay aynı zamanda,Yunanistan tarihinde ilki 1821 İsyanı’nda,sonrada Balkan Savaşları ile Anadolu işgalinde yaşanan ve Yunanlıların giriştiği çeşitli katliam hareketlerinden biri olarak anılmaktadır. Çamerya bölgesindeki Müslüman Arnavut halka karşı katliam hareketi 27 Haziran 1944'de başladı.İnsanların çeşitli uzuvlarının kesilip parçalandığı, hamile kadınların,bebeklerin katledildiği bir vahşetin söz konusu olduğu kayıtlara geçmiştir. Göz çıkarma,burun,kulak kesme ve benzeri vahşet sonucunda ilk 24 saat içinde sadece Paramiti’de 600'den fazla insan katledilmişti.27 Haziran 1944 ile Mart 1945 arasında Filat’ta 1286 kişi, Gümenice ve çevresinde 192 kişi,Margelliç ve Parga’da ise 626 kişi öldürülmüş,meçhul kayıplar ve başka vakalarda ise yüzlerce insan daha yok olmuştu.Belgelere göre,Haziran 1944 – Mart 1945 arasında Yunanlılar bütün Çamerya’da sivil halktan 3242 kişiyi katletmişlerdir.Ayrıca 745 kadına tecavüz edilmiş,76 kadın kaçırılmış,3 yaşından büyük 32 bebek katledilmiş,68 köy yerle bir edilmiş,5800 ev ve ibadethane (camiler dahil) yakılmış ve tahrip edilmiş,evler talan edilmişitir. Bütün bu vahşetin ardından, hayatta kalabilen Müslüman Arnavutlar Mart 1945’den sonra anayurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır.Çoğu Arnavutluğa,bir kısmı da Türkiye’ye göçmüşlerdir. SON SOYKIRIM ÖRNEKLERİ VE TÜRK VURGUSU 20. yüzyılın son dönemecinde dünya çok büyük bir soykırıma daha sahne oldu.1992 yılında Bosna’da başlayan bu soykırım boyunca yüzbinlerce insan topraklarından sürüldü,hayatını kaybetti,toplama kamplarına kapatıldı,insanlık dışı işkencelere maruz kaldı.Önce Bosna sonra da Kosova’da yürütülen bu büyük soykırımın özelliği ise,Balkanlarda 1821’den beri süre gelen önceki katliamlar gibi tüm dünyanın gözleri önünde,Avrupa ülkelerinin hemen yanıbaşında ve onların da desteğiyle 1992 – 1995 yılları arasında devam etmesiydi. Sırplar tarafından Türk olarak görüldükleri için öldürülen Bosnalı müslüman sayısı 200 bini aştı,2 milyon insan evlerinden sürüldü,50 bine yakın müslüman kadına tecevüz edildi.Benzer olaylar Makedonya ve Kosova’da da tekrarlanarak yaşandı. Balkanlar da soykırım, sadece Türklerin değil soykırımcılar tarafından Türk olarak görülen Boşnak ve Arnavutlarında Sırp General Karadziç’in Srebrenica’da soykırım emrini verirken “Tek Türk kalmayıncaya kadar öldürün” ifadesinden de anlaşılacağı üzere makus talihi olmuştur. Yüzyıllardır soykırımlarla sahneye konulan oyun Türkler üzerinde ve daha sonra da Türk gibi görülen müslüman topluluklar için uygulanmaya başlamıştır. Her ne kadar Balkanlarda soykırım denilen akla Türkler gelse de bu durum Türklerin yaşadığı her coğrafyada neredeyse aynı durumdadır. Büyük bir sürgüne ve soykırıma uğrayan Kırım ve Ahıska Türkleri, Irak Türkleri, Kıbrıs Türkleri ve nihayetinde Hocalı’da Azerbaycan Türkleri değişik metod ve yöntemlerl aynı akibete uğratılmışlardır. Büyük Şair Mehmet Akif Ersoy; “İlahi,altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı… Yanan can,yırtılan İsmet,akan seller bütün kaldı Ne mâsum ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı ! Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan,birer candı” derken aslında soykırımın edebi tarifini yapıyordu. İfade ettiklerimizden görülmektedir ki, Müslüman Türkler Balkanlarda soykırıma uğramıştır.1821 – 1923 arası katledilen ve tek çare olarak ölüme zorlanan Türk sayısı 5.5 milyonun üzerindedir.Bu nedenle Balkanlarda Türk denilince akla hemen soykırım gelmekte ve ölüm duygusu çağrışım yapmaktadır. Türk Dünyası İnsan Hakları Savunucusu ressam Embiya Çavuş anılarını kaleme aldığı “Bulgaristan’da Türk Olmak” adlı kitabında Belene’yi anlatırken “yılan,çiyan dolu bataklık bir adaydı.Komünistler muhaliflerini ve Türkleri oraya sürüp yok ediyorlardı.Açlık,çıplaklık ve dayaktan öldürdükleri insanları ceset arabasına koyup domuzlara yediriyorlardı.Buz kütleli sular Belene’yi basıp domuzlar sürüklenince insanlar domuzlara yem olmaktan kurtuldu.Bunları da Belene kampından kurtulan Bulgar tarihçisi Vasil Lilov Kazanski “Ölüm Kampı Belene” adlı kitabında yazdı.Kazanski bu kitabında “dışarıdan ne kadar mahkum gelirse o kadar mahkum öldürülecek” emri gereği 110.000 kişinin öldürülüp domuzlara yedirildiğini söylüyor” diye yazmaktadır.Henüz üzerinden onlarca yıl geçmiş olan bu iddialar yetkililer tarafından tekzip görmemiş ve yalanlanmamıştır. Türklere ve Türk gibi görünenlere yüzyıllardır insanlık suçu olan bu muameleleri reva görenlerin değişmez amacı Balkanlardan Türk ve Müslüman varlığını arındırmak ve Balkanlardan Türk izlerini silmektir. İnsanlık aleminin üzerine düşen;yine bir insanlık ayıbı olan bu soykırımların üzerindeki karanlık perdeyi kaldırmak,suçlularını deşifre etmek ve imkan varsa cezalandırmaktır.Türk milleti de Balkanlarda başıma gelen bu soykırımdan ders almalı ve bir nasihat şeklinde bu olayları gelecek nesillere objektif olmak kaydıyla aktarmalıdır.İnsan Hakları Gününde hatırlatalım istedik. Özcan PEHLİVANOĞLU www.trakyanethaber.com ozcanpehlivanoglu@yahoo.com. *** BALKAN SAVAŞLARININ 100.YILI., Balkan Savaşlarının 100. yılı M. Kemal SALLI mksalli@yahoo.com.tr 15 Mayıs 2012, 09:31 BALKAN SAVAŞLARININ 100.YILI Balkan Savaşlarının 100. yılı dolayısıyla Bağcılar Belediyesi, Kırklareli Üniversitesi ve Bağcılar Rumeli Balkan Trakya Platformu tarafından organize edilen BALKAN SAVAŞLARININ 100. YILI- Uluslararası Balkan Sempozyumu başarıyla tamamlandı. Grand Cevahir Hotel Kongre Sarayı’nda gerçekleştirilen sempozyum, Arnavutluk, Bosna - Hersek, Bulgaristan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Sırbistan, Romanya, Yunanistan, İsrail ve Japonya'dan gelen 78 bilim insanı ve kanaat önderinin katılımıyla 3 gün devam etti. M.KEMAL SALLI Balkan Savaşlarının 100. yılı dolayısıyla Bağcılar Belediyesi, Kırklareli Üniversitesi ve Bağcılar Rumeli Balkan Trakya Platformu tarafından organize edilen BALKAN SAVAŞLARININ 100. YILI- Uluslararası Balkan Sempozyumu başarıyla tamamlandı. Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın katılımıyla Grand Cevahir Hotel Kongre Sarayı’nda açılışı yapılan 3 gün süren sempozyuma Arnavutluk, Bosna - Hersek, Bulgaristan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Sırbistan, Romanya, Yunanistan, İsrail ve Japonya'dan gelen 78 bilim insanı ve kanaat önderi katıldı. Sempozyumun ilk gününde, iki ayrı salonda gerçekleşen öğleden önceki ve sonraki oturumlarda, Balkan Savaşları’nın Bulgaristan, Sırp, Romanya, Arnavutluk kaynaklarında nasıl yer aldığı, savaşların gazetelere, kitaplara, özellikle asker günlüklerine nasıl yansıdığı anlatıldı. 1912-1913 yılları arasında çekilen sıkıntılar, yaşanan acılar, gazetecilerin, askerlerin yazdıkları günlükler ile savaş sırasında cephede, köylerde, şehirlerde çekilen ve tarihe ışık tutan fotoğraflar dinleyicilerle paylaşıldı. BAĞCILAR BELEDİYE BAŞKANI LOKMAN ÇAĞRICI: "BALKAN SAVAŞLARI SONUÇLARI BAKIMINDAN ÇOK ÖNEMLİDİR" Sempozyumun açılışında konuşan Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağrıcı, "Çanakkale Savaşı kadar bilinmese de, Balkan Savaşları sonuçları itibariyle çok önemlidir. Genelkurmay verilerine göre Balkan Savaşları'nda 632 bin 408 insanımız hayatını kaybetmiştir. Savaşın ortaya çıkardığı en önemli sorun mülteci sorunudur” diyerek Balkan Savaşlarının tarihimiz açısından olan önemini vurguladı. Çağrıcı, Bağcılar Belediyesi olarak, "Balkan Savaşlarının 100. Yılı" konulu sempozyumu düzenlemelerinin gerekçelerini açıklarken, "Bağcılar 1924'de Selanik'ten gelen hemşehrilerimiz tarafından kurulmuştur. Bağcılar daha sonra, Bulgaristan'dan, Kazakistan'dan ve Türkiye'nin çeşitli illerinden göç aldı. Yani, göçlerle kurulmuş bir ilçeyiz. Türkiye'nin, İstanbul'un mozayiğiyiz" dedi. EGEMEN BAĞIŞ: "BALKANLARIN GARANTİSİ TÜRKİYE'DİR" Sempozyumun açılışında bir konuşma yapan Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, "Balkan Savaşlarının 100. Yılı dolayısıyla sempozyumlar düzenlenmesi önemlidir; böylesine geniş katılımlı bir sempozyumun İstanbul'da düzenleniyor olması ayrıca önemlidir. Dünyada içinden deniz geçen tek şehir olan İstanbul, Balkan kokusunun, Balkan hissiyatının en rahat hissedildiği şehirlerden bir tanesidir" dedi. Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği'ne üye olmaları konusunda destek verdiklerini belirten Bakan Bağış, bunun nedenini açıklarken şöyle dedi: "Avrupa Birliği Bakanlığı ve Başmüzakereci görevini Sayın Başbakanımız bize verirken şu talimatı vermişti: 'Balkanlar'daki ülkelerin AB üyeliğini en az ülkemizin AB üyeliği kadar önemseyeceksiniz ve onlara destek olacaksınız. Bugün bizim için Sırbistan’ın da Arnavutluk’un da Makedonya’nın da Bosna Hersek’in de Kosova’nın da Avrupa Birliği üyeliği en az bizim üyeliğimiz kadar önemlidir.’ " “Kimsenin hiç şüphesi olmasın bizim kimsenin toprağında gözümüz yok, ama yüreğimiz var” diyen Bağış, “O topraklarda huzur olsun, o topraklarda dileyen kendi inancını, kendi kültürünü yaşayabilsin istiyoruz. Biz nasıl ülkemizde bazı gruplara özgürlük alanları açıyorsak, o ülkelerin de, hele hele AB üyesi olmuş o ülkelerin de bu özgürlüğü göstermesini istiyoruz” dedi. Bağış, Balkanlar'daki ki bazı liderlerin, başbakanların ve siyasi başkanların, seçimlerde başarıya ulaşabilmeleri için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kendilerini ziyaret etmesini istediklerini söyledi. Kendi başlarına toplayamadıkları kalabalıkları, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımı ile topladıklarına şahit olduğunu anlatan Bağış, Mehmet Akif'in, “Tefrika girmedikçe bir millete, düşman giremez/ Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” mısralarıyla konuşmasına son verdi.
PROF. DR. MUSTAFA AYKAÇ: "BALKAN TOPLUMLARI OSMANLI'NIN ASLİ UNSURU OLMUŞLARDIR" Kırklareli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aykaç da yaptığı konuşmada, Balkanlar’ın Osmanlı’nın ilk kazandığı son kaybettiği topraklar olduğunu ifade etti. Osmanlı’nın Balkan coğrafyasını hep öz yurdu olarak gördüğünü belirten Aykaç, “Balkan toplumları Osmanlı’nın asli unsurlarını oluşturmuştur. Balkan Savaşları’nın kazananı olmamıştır. Bu coğrafyada yaşayan toplumlar açısından Balkan Savaşları büyük bir yıkım olmuştur. Balkan Savaşlarının 100. yılında, savaş için değil barış için bir aradayız” dedi. AK Parti İstanbul Milletvekili Gülay Dalyan da bir konuşma yaptı: "Balkanlar atalarımın toprağıdır. Ben,'Evladı Fatihan’ kızıyım.” "BİZLER EVLAD-I FATİHAN TORUNLARI OLARAK O TOPRAKLARDA YAŞANAN ACILARI UNUTMADIK" Bağcılar Rumeli Balkan Trakya Platformu Başkanı Kemal ise yaptığı konuşmada, “Bizler Evladı Fatihan’ın torunları olarak o topraklarda yaşanan acıları unutmadık unutturmadık. Bu sempozyumun önemi de oradan geliyor” şeklinde konuştu. Programa katılan Makedonya Devlet Bakanı Hadi Nazir ve Yunanistan Rodop Milletvekili Ahmet Hacıosman ile Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Enver Duran da duygu yüklü konuşmalarda bulundu. Bağcılar Kaymakamı Veysel Yurdakul da yaptığı kısa selamlama konuşmasında Balkanlarda kan ve gözyaşının yerini 100 yıl sonra barışın almasının önemli olduğunu ifade etti. Programa AK Parti İstanbul Milletvekilleri Feyzullah Kıyıklık ve Ünal Kacır ile çok sayıda akademisyen ve davetli katıldı. İKİNCİ GÜN… Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın katılımıyla başlayan ve yoğun katılımla devam eden Uluslararası Balkan Savaşları Sempozyumu’nun ikinci gününde Balkan Savaşları tüm yönleriyle ele alındı. “Asker Mektupları ve Günlükleri” başlıklı sunumunda Doç. Dr. Shezhana Petrova Dimitrova, günlüklerden pasajlar aktararak savaşın psikolojik ve sosyal yönüne ve savaş sırasında bütün balkan coğrafyasını cehenneme çeviren ortamda yaşanan travmalara değindi. Dimitrova, mevcut kaynaklara ek olarak 2012 yılında Bulgaristan’da yayınlanan ve bir rahibin savaş hatıralarının yer aldığı kitabın Balkan Savaşları açısından önemli bir eser olduğunu ifade etti. Dimitrova konuşmasının sonunda gerek Bulgar ve gerek Türk kaynaklarında Balkan savaşı ile ilgili bilgilerin paralel olduğunu ifade ederek, “Balkan Savaşlarının iyi değerlendirilmesi için, arşiv belgelerinin duygusallıktan arındırılıp rasyonel bir şekilde değerlendirilmesi gerekir” dedi. Doç. Dr. Hüseyin Mevsim de, Bulgarlar için Osmanlı topraklarına gönderilen Prof. Dr. Boğdan Filov’un “Balkan Savaşları Günlüğü ve Fotoğraflarında Kırklareli” başlıklı konuşmasında Lalapaşa, Pınarhisar ve Kırklareli ve köylerinde topladığı bilgilerden bahsederek çektiği fotoğrafları gösterdi. Kendisi Bulgaristan’dan gelen Türk ailelerden olan Doç. Dr. Mevsim, incelemelerinde Filov’un tarihe olan saygısını gözlemlediğini ve Edirne alınmak üzereyken Bulgar Genel Kurmayına Selimiye Camii ile ilgili bir rapor sunduğunu ve bu raporda, “Selimiye Camii ve içerisinde bulunan kütüphane ve değerli eserler yakılıp yıkılmamalı, mutlaka korunmalı ve özenle saklanmalı” şeklinde uyarıda bulunduğunu aktardı. TÜRK- YUNAN İMPARATORLUĞU MÜMKÜN MÜ? Ege Üniversitesi’nden Yrd. Doç Dr. Turgay Cin de, “Türk Yunan İmparatorluğu Gerçeği” başlıklı sunumunda “Türk-Yunan Konfederasyonu” fikrinin teorisyeni Dimitri Kiçikis ve tezini anlattı. Kiçikis’in Türkiye’de 1996 yılında “Türk Yunan İmparatorluğu” isimli bir kitabının yayınlandığını kaydeden Yrd. Doç Dr. Cin, Kiçikis’in Türkiye’de 5-6 Ekim 2011 tarihlerinde yaptığı, “Yunanistan’ı Ancak Türkiye Kurtarabilir” yönündeki açıklamalarıyla yeniden gündeme geldiğini hatırlatarak şöyle devam etti: “Kiçikis’in savunduğu görüşün fikir babası Rigas Fereos’tur. Esasen Türkiye’nin federasyona dönüştürülmesi ya da Türk-Yunan Konfederasyonu’nun veya Balkan Konfederasyonunun kurulması düşüncesinin çok yeni olmadığı da bilinmektedir. Rigas Fereos Velestinlis, Yunanistan’da vatan şehidi ve 1821 tarihli Türklere karşı Yunan isyanının öncüsü olarak anılmaktadır. R. Fereos, Roma İmparatorluğu’ndan nasıl kan dökülmeden Bizans İmparatorluğu’na geçilmişse, Osmanlı Türk İmparatorluğu’ndan da yine kan dökülmeden ve savaşsız bir biçimde Bizans İmparatorluğuna nasıl geçileceği ve oluşturulacak modern devletin sınırlarının da Bizans İmparatorluğu’nun sınırlarına kadar genişletilmesi arzusunu ifade etmiş ve bu fikrini ortaya atmıştır.” BALKANLARDA KALICI BARIŞ İÇİN… Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mustafa Türkeş de Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Balkanlar’da Güvenlik ve İstikrar Arayışlarından bahsederek kalıcı istikrarın niçin sağlanamadığına değindi. Prof. Dr. Kemal Turan da oturum sonunda, “Sınırların kaldırıldığı, barış ve huzur dolu bir dünyada yaşama arzusu her geçen gün daha da artıyor” dedi. Oturumlar sonrası Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı ve Bağcılar Kaymakamı Veysel Yurdakul, sempozyumda tebliğ sunan akademisyenlere plaket vererek teşekkür etti. Başkan Çağırıcı, 3 gün boyunca sürecek olan uluslararası sempozyumda yerli ve yabancı konuşmacıların sunduğu tebliğlerin bir kitap haline getirileceğini belirterek, “Balkan Savaşlarının daha iyi anlaşılması açısından çok değerli görüşler ortaya kondu. Sanırım tarihe ışık tutacak çok değerli bir kaynak olacak. Bir daha savaşların yaşanmaması için, ölümler, göç, toplumsal travma ve ekonomik gerilemelerin iyi okunup anlaşılması gerekiyor” diye konuştu. üÇüNCü GüN.. Grand Cevahir Hotel Kongre Sarayı’nda gerçekleşen ve üç gün süren “BALKAN SAVAŞLARININ 100. YILI- Uluslararası Balkan Savaşları Sempozyumu’nun son gününde savaşa tanıklık edenlerin yakınları, Türk ve İslam dünyası açısından bir kırılma noktası olan Balkan Savaşları sırasında yaşanan acı hatıraları aktardılar. Sempozyumun kapanışın bir konuşma yapan Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı, "Başta AB Bakanımız Sayın Egemen Bağış olmak üzere, sempozyumu katılan herkese çok teşekkür ediyorum. Üç boyunca sempozyuma katılan 80’e yakın bilim adamından Balkan Savaşı’nın ve bu büyük savaş sonrasında yaşananları ayrıntılarıyla dinledik” dedi. Çağırıcı, "Çok önemli tespitleri dinledik. Balkan Savaşlarının 100. yılında barışı konuştuk. Dünyada korku imparatorluğu kuranların teker teker yıkıldığına şahit oluyoruz. Tarih boyunca korku, zulüm hiçbir zaman ebedi olmadı, olamayacaktır… Bu Sempozyumun düzenlenmesinde çok büyük emekleri olan Kırklareli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sayın Mustafa Aykaç’a ve Bağcılar Rumeli Balkan Trakya Platformu’na ayrıca teşekkür ediyorum” dedi. PROF. DR. AYKAÇ: “AMACIMIZA ULAŞTIK” Başkan Çağırıcı’nın kapanış konuşmasının ardından, Kırklareli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aykaç, Sonuç Bildirgesini açıkladı: "Bundan sonra barış, kardeşlik, huzur, istikrar ve refahı Balkanlar’da nasıl kurabiliriz, nasıl kalıcı hale getirebiliriz sorularının cevaplarının aranması gereken dönemdeyiz. Bundan sonraki dönemi bu doğrultuda her türlü çalışmaların, faaliyetlerin gündeme gelmesi gerekir. Aynı zamanda geleceğin, barış, istikrar, kardeşlik ve refah temelleri üzerinde inşa edilmesini savunurken ve desteklerken bugün, Balkanlar’da bu hedeflerin gerçekleşmesinin önündeki engellere, temel problem alanlarına ve risk faktörlerine de işaret etmek ve bunları analiz etmek bu sempozyumun gayelerinden biridir.” Balkan Savaşları’nın 100. Yılında, Balkan coğrafyasında toplumsal, kültürel ve siyasal barışı hayata geçirmenin yollarını aradıklarını belirten Prof. Aykaç, "Toplumsal hafızamızda ‘faciâ’ kelimesinin ifade ettiği dehşetle özdeşleşen Balkan Savaşlarını, 100. Yılında, barış ekseninde konuşmak bir paradoks değil, bir zorunluluktur. Bu paralelde sempozyum boyunca Balkan Savaşları’nda taraf olan ülkelerin akademisyenleri olarak, bu savaşları farklı perspektiflerle, tarihsel bilinçlerle ele alırken, aslında güncel duruma da ışık tuttuk. Sempozyumda öne çıkan konu başlıkları savaş, göç, acı çerçevesinde oluşan kollektif hafıza ve bunların kurucu unsuru olduğu ulusal veya dini kimlikler; güncel siyasi, kültürel, toplumsal tavır alışlar oldu" dedi. NELER YAPILMALI? Sempozyumda ortaya çıkan somut öneriler arasında bölgedeki ülkeler arasında kültürel ilişkileri ve etkileşimleri artıracak çok sayıda yeni faaliyetin hayata geçirilmesi gereğine vurgu yapıldı. Kaynak: https://www.oncevatan.com.tr/balkan-savaslarinin-100-yili-makale,28146.html
17 ve 25 Aralık 2013'te gerçekleştirilen operasyonlar, aradan bir yıl geçmesine rağmen Türkiye kamuoyu gündemindeki yerini koruyor.
Operasyonlar hükümet ile muhalefet arasındaki en önemli gerilim başlıklarından.
Hükümet bu operasyonların bir "paralel örgüt" eliyle hükümeti yıkmayı amaçlayan siyasi operasyonlar olduğunu belirtmeye devam ediyor.
Muhalefet ise soruşturmalardaki takipsizlik kararıyla hükümet mensuplarının, ailelerinin ve hükümeti destekleyen kişilerin karıştığı büyük yolsuzlukların aklandığı kanısında.
Gülen Cemaati'ni hedef aldığı iddia edilen son gözaltı operasyonunun da 17 ve 25 Aralık operasyonlarına cevap niteliğinde olduğu yorumları yapılıyor,
Peki 17 Aralık ve 25 Aralık'ta ve sonrasında ne olmuştu?
Yaşananları 10 soruda derledik.
17 Aralık 2013'te ne oldu?
17 Aralık 2013 sabahı, Cumhuriyet Savcısı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in talimatıyla, birçok kişinin gözaltına alındığı büyük bir operasyon başlatıldı.
Gözaltına alınan kişilere, 'rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık' gibi suçlamalarının yöneltildiği operasyonu İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz koordine ediyordu.
O dönemdeki İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, işadamları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in de aralarında yer aldığı 89 kişi gözaltına alındı.
Gözaltına alınanlara ne oldu?
Bakan çocukları Barış Güler ve Salih Kaan Çağlayan, işadamı Rıza Sarraf ve Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın da aralarında bulunduğu 26 kişi tutuklandı.
Bakan Bayraktar'ın oğlu, işadamı Ağaoğlu ve Fatih Belediye Başkanı Demir'in de aralarında olduğu diğer şüpheliler ise serbest kaldı.
Tutuklananlar ayrı ayrı dönemlerde serbest bırakıldı. Rıza Sarraf, Barış Güler,Salih Kaan Çağlayan 28 Şubat'ta salıverildi.
Hükümet nasıl tepki verdi?
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, başlatılan soruşturmayı hükümeti ve ekonomiyi hedef alan siyasi bir operasyon olarak yorumladı.
Hem Erdoğan hem de AKP hükümetinin önemli isimlerinin yaptığı açıklamalarda operasyonun Gülen Cemaati tarafından yürütüldüğü belirtildi.
Soruşturmanın ardından aralarında Erdoğan ve bazı bakanlar dahil birçok hükümet yetkilisine, bürokrata ve iş adamına ait olduğu iddia edilen ses kayıtları internet ortamında yayınlandı.
Bu süreç boyunca hükümet Gülen Cemaati'ne eleştirilerini artırdı ve devleti ele geçirmek isteyen bir 'Paralel Yapı'ya vurgu yaptı.
Operasyonlar ardından Egemen Bağış, Avrupa Birliği Bakanlığı görevinden alındı. İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise bakanlık görevlerinden istifa ettiler.
25 Aralık'ta ne oldu?
25 Aralık'ta bu kez başka bir operasyon başladı.
Savcı Muammer Akkaş tarafından yürütülen soruşturmada 96 kişiye yöneltilen suçlamalar arasında 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet' bulunuyordu.
Savcı Akkaş, birçok iş adamının da aralarında bulunduğu 41 kişilik gözaltı listesi hazırladı, mahkemeden bazı iş adamlarının malvarlığına el koyma kararı çıkarttı.
Akkaş, Başbakan Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan için de şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrı evrakı hazırladı. Ancak Emniyet, Savcı'nın talimatlarını yerine getirmedi.
96 şüpheliye yönelik suçlamalar arasında 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet' bulunuyordu.
Bilal Erdoğan ifadesini 5 Şubat'ta, soruşturmaya Akkaş'ın yerine atanan yeni savcılara verdi.
Soruşturmalar Emniyet yetkililerini nasıl etkiledi?
17 Aralık'tan hemen bir gün sonra emniyetin çeşitli kademelerinde görev değişiklikleri başladı. 18 Aralık'ta, aralarında operasyonu gerçekleştirenlerin de bulunduğu beş şube müdürü görevden alındı.
19 Aralık'ta İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın merkez valiliğine atandı.
6 Ocak'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde gece yarısı büyük çapta görev değişikliği yapıldı. 350 polisin yeri değiştirildi. 8 Ocak'ta bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ile 15 ilin Emniyet müdürleri görevden alındı.
24 ile de yeni Emniyet müdürü atandı. 22 Ocak'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde 470 amir, müdür yardımcısı ve memurun görev yeri değiştirildi.
Bu tarihten sonra da görev değişiklikleri devam etti. 17 Aralık'tan sonra yaklaşık 6 bin Emniyet mensubunun yerinin değiştirildiği tahmin ediliyor.
Soruşturmaların savcılarına ne oldu?
17 Aralık soruşturması, 29 Ocak 2014'te Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in elinden alındı.
Celal Kara, İstanbul 45. Asliye Ceza Mahkemesi'ne duruşma savcısı olarak atandı. Kara daha sonra Afyonkarahisar Cumhuriyet Savcılığı'na atandı.
Mehmet Yüzgeç, İstanbul 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi'ne duruşma savcısı oldu. Yüzgeç, Haziran ayında ise Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcısı olarak atandı.
Ocak 2014'te Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği görevine atanan Zekeriya Öz 11 Şubat'taki, 166 hakim ve savcının görev yerini değiştiren HSYK kararnamesi ile Bolu'ya savcı olarak atandı.
Adliye önünde yazılı basın açıklaması dağıtan Akkaş, "Soruşturma yapmam engellenmiştir" dedi. Başsavcı Turan Çolakkadı, bir basın toplantısı ile Savcı Akkaş'ı soruşturmanın gizliliğini ihlâl etmekle suçladı.
Çolakkadı'nın ardından HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu), oy çokluğu ile bir bildiri yayımladı ve soruşturmayı bir üst birime bildirmeyi mecbur kılan yeni Adli Kolluk Yönetmeliği'nin, davaların önünü tıkayacağını ve Anayasa'ya aykırı olduğunu savundu.
16 Ocak'ta İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı dahil, 19 savcı ve bir hâkimin yeri değişti.
Muammer Akkaş ise Tekirdağ'a atandı.
Kasım ayında HSYK Başmüfettişi Ömer Kara, 17 Aralık operasyonuyla ilgili hazırladığı soruşturma raporunda, Zekeriya Öz, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in meslekten ihracını talep etti.
17 Aralık 2013'ten bu yana yapılan hakim ve savcı atamalarının ciddi bir bölümünün soruşturmalarla ilgili olduğu düşünülüyor.
Operasyonlar HSYK'yı nasıl etkiledi?
Hükümet, kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan bir sürecin ardından HSYK'nın yapısında değişiklik öngören bir yasa çıkarttı.
Düzenlemeyle HSYK bünyesinde Adalet Bakanı'na hâkim, savcı ve adalet müfettişlerinin atanması ile disiplin soruşturmaları gibi birçok konuda geniş yetkiler verildi.
Yeni yasa hem ülke içindeki muhalefet hem de Avrupa Birliği tarafından eleştirildi.
ELEŞTIRILERIN ODAĞINDA, 'HÜKÜMETIN YARGININ BAĞIMSIZLIĞINI YOK ETTIĞI' IDDIASI VARDI.
Dönemin HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici, 66 sayfalık bir açıklama yaparak, değişikliğin Anayasa'ya aykırı olduğunu söyledi.
2014 yılının Eylül ve Ekim ayında yapılan seçimlerle 2018 yılına kadar görev yapacak HSYK üyeleri belirlendi.
AKP'nin seçimlerde Yargıda Birlik Platformu'na destek verdiği bildirildi.
Seçim sonuçları ve iktidarın HSYK'daki doğal üyeleri hesaplandığında hükümet, HSYK'da hem 15 olan toplantı yeter sayısına, hem de 12 olan karar yeter sayısına ulaşarak önemli bir güç elde etti.
17 Aralık soruşturmasının sonucu ne oldu?
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yaklaşık 11 ay süren incelemenin ardından, 17 Ekim 2014'te dosyayla ilgili takipsizlik kararı verdi.
Son olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Birimi savcılarından Ekrem Aydıner tarafından yürütülen soruşturmanın kararında 'soruşturma kapsamında usulüne uygun delil toplanmadığı, suçun unsurlarının oluşmadığı ve herhangi bir örgüte rastlanmadığı' belirtildi.
Eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın eyleminin ise 'Yardım Toplama Kanunu'na muhalefet' niteliğinde değerlendirilmesinden dolayı dosyasının ayrılmasına ve hakkında işlem yapılması için İstanbul Valiliği'ne gönderilmesine karar verildi.
Aslan hakkındaki diğer tüm suçlamalarda takipsizlik kararı verildi.
Takipsizlik kararına yapılan itirazı değerlendiren İstanbul 6. Sulh Ceza Hakimliği, 16 Aralık'ta 2014'te, yani 17 Aralık gözaltılarının yıldönümünden saatler önce itirazı reddetti.
Hakim Fevzi Keleş yaptığı açıklamada "53 şüpheli hakkında verilen takipsizlik kararı usule ve yasaya uygundur" dedi.
25 Aralık soruşturması nasıl sonuçlandı?
2 Eylül 2014'te, 25 Aralık soruşturmasıyla ilgili takipsizlik kararı verildi.
Bilal Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu 96 şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığı belirtildi.
Kararda '96 şüpheli hakkında, örgüt kurmak ve örgüt üyesi olmak suçlarından kovuşturmaya yer olmadığı' ifade edildi.
Ayrıca kararda, soruşturmayı hazırlayanların 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya çalışmakla' suçlanması dikkat çekti.
Savcılar, '25 Aralık soruşturmasının hukuki bir soruşturma görünümü altında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren ortadan kaldırmaya ve engellemeye yönelik bir teşebbüs' olduğunu belirtti.
TBMM'deki soruşturma ne durumda?
DÖRT ESKI BAKAN (MUAMMER GÜLER, ZAFER ÇAĞLAYAN, ERDOĞAN BAYRAKTAR VE EGEMEN BAĞIŞ) HAKKINDA HAZIRLANAN FEZLEKELER ÖNCE ADALET BAKANLIĞI'NA GÖNDERILDI.
Adalet Bakanlığı'ndan, "Meclis'e gönderilmesi gerektiği" gerekçesiyle geri gönderilen fezlekeler daha sonra TBMM'ye geldi.
19 Mart'ta TBMM'de fezleke gerilimi yaşandı.
TBMM Genel Kurulu, CHP'nin olağanüstü çağrısı üzerine dört eski bakan hakkında hazırlanan fezlekeleri görüşmek üzere toplandı.
Fezlekeler 'gizlilik kararı' gerekçesiyle okunmayınca, muhalefetten büyük tepki geldi. Fezlekelerle ilgili genel görüşme talebi meclis tarafından oylandı, reddedildi.
Bakanlar hakkındaki yolsuzluk ve rüşvet iddialarını incelemek için kurulan soruşturma komisyonu ise çalışmalarına Ekim ayında başladı.
Kasım ayında komisyonla ilgili haberlere yayın yasağı getirildi.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in başvurusu üzerine Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği'nin aldığı karar TBMM tarihinde bir ilk oldu. Basın meslek örgütleri ve muhalefet, yasağa sert tepki gösterdi.