6 Aralık 2018 Perşembe

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Olarak Bilinen olayın SONUÇLARI., BÖLÜM 4

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Olarak Bilinen olayın SONUÇLARI., BÖLÜM 4






“Sızdırma” İftirası.,

Operasyondan önce sızma olmamıştır. Avukatların veya adliyenin
YeniAkit’in fiziki takibi yayınlaması, SELVİ
İkamet Aramaları (Recep Abinin olayı)
Sızma operasyondan önce olur, aynen şuan yapıldığı gibi

Bu hususları burada bahsetmemizin sebebi, aşağıda detaylarıyla değinileceği üzere, bu tarihten sonra bahse konu soruşturma ile uzaktan yakından alakası olmayan varsayım ve iftiralarla soruşturma ve soruşturmada göre alanlar yıpratılmaya ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu konuda burada ve aşağıda yapılan açıklamalar, hakkımızdaki iftiralara cevap (savunma) mahiyetindedir.

25 Aralık (2012/656) Soruşturması.,

Kamuoyunca 25 Aralık dosyası olarak bilinen soruşturma, 1,5 yılı aşkın bir süre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı uhdesinde yürütülen adli bir soruşturmadır. Kayıtlı numarası 2012/656 olan soruşturma o dönem TMK 10. Md. İle yetkili kısımda görevli Cumhuriyet Savcısı Muammer AKKAŞ’IN talimatları ile olgunlaşmıştır. Soruşturma ile ilgili kamuoyunun bazı yanlış yönlendirmelere maruz kaldığı soruşturmada görev alan aşağıda adı yazılı personel tarafından gözlemlenmiştir. 
Öncelikle soruşturma İhaleye Fesat Karıştırmak, Rüşvet, Nüfuz Ticareti, Resmi Belgede Sahtecilik, Soruşturma Gizliliğini İhlal, Tehdit, Usulsüz İşlemlerle Kamu Zararına Neden Olmak (Nitelikli Dolandırıcılık), Suç İşlemek Amacı İle Örgüt Kurmak Ve Yönetmek suçlarını araştırmak ve şüphelilerin tam tespiti ile somut delillerin ortaya konması amacıyla yürütülmüştür. Dosya kapsamında büyük çoğunluğu yolsuzluk konulu çok sayıda suç fiili tespit edilmiş ve tespit edilen hususların şüpheli şahıslar arasındaki telefon görüşmeleri, mahkeme kararlarına istinaden yapılan fiziki takipler ve alınan görüntüler ve bilirkişi raporları ile delillendirilmesi yoluna gidilmiştir.
Soruşturma kapsamında kamuoyunda yer alan asıl iddiaların aksine R. Tayyip Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan veya herhangi bir yakını-kızı, damadı, kardeşi vs.- dinlenmemiştir. Aynı şekilde fiziki takibe konu edilmemiş, görüntüleri alınmamıştır. Tüm bunları soruşturmada görevli adli kolluk personeli olarak ifade etmekteyiz. Ayrıca yasama dokunulmazlığı olan herhangi bir milletvekili, bakan vs. de dinlenmemiş veya takip edilmemiştir. 
Soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na hitaben yazılan yazıda (fezlekede) Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan hakkında “Dönemin Başbakanı” ve “Örgüt Lideri” ifadeleri de kullanılmamıştır. 
Soruşturma süresince tespit edilen hususlarda;

Öncelikle Suç İşlemek Amacı İle Kurulan Örgütün işleyişi, yapısı ve özellikleri, kamu nüfuzunun maksimum düzeyde nasıl kullanıldığı ele alınmıştır.
Sonrasında kamu kaynaklarının körfez sermayesi olarak adlandırılan Yasin El Kadı, Muaz Kadı, Usame Kutub gibi şahıslar için seferber edildiği, bunda N. Bilal Erdoğan’ın etkisi ve Başbakanlık Yatırım ve Destek Ajansı Başkanı M. İlker AYCI ile diğer örgüt üyelerinin körfez sermayesi için seferber oluşu mahkeme kararları ile elde edilen maddi delillerle ortaya konmuştur. Bu safhada Yasin El Kadı Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde devletin en üst düzey kaynakları kullanılarak ağırlanırken, bundan dönemin T.C. Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN haberdar oluşu da dikkat çekici olarak yerini almıştır. Kamuoyuna sızdırıldığı anlaşılan görüntülerde de Yasin El Kadı’nın BM Terörle Bağlantılı Kişiler listesinde olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına adımını atmasının dahi yasak olduğu dönemde T.C. Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile de görüşmeler yaptığı anlaşılmakla birlikte bu iddialar doğrudur ve soruşturmada şüpheli Yasin El Kadı’nın ifadesinde sorulması gereken benzer çok daha fazla husus dosyada mevcuttur.  Bu safhada ayrıca Yasin El Kadı’nın suç işlemek amacı ile kurulan örgütün 1. Grubunun Lideri olduğuna ve şahsın Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’IN nüfuzu ile tamamladığı suça konu eylemlere yer verilmiştir.

Bir sonraki bölümde de R. Tayyip ERDOĞAN’IN yakın arkadaşı olması münasebeti ile adı kamuoyunda sıkça zikredilen M. Latif TOPBAŞ’IN liderliğini yaptığı 2. Gruba yer ayrılmıştır. Bu safhada da Başbakanlık Müsteşar Yardımcılarından İbrahim KALIN’IN da şüphelisi olduğu bazı suça konu eylemlere yer verilmiş olup, bu eylemler kapsamında, nüfuz ticareti/rüşvet, Kadıköy 3. İcra Dairesince çıkılan bir ihaleye fesat karıştırmak, dönemin Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN vasıtası ile sit alanları ile ilgili yapılan usulsüzlükler ve Urla villalarına yer verilmiştir.

N. Bilal ERDOĞAN’IN -her ne kadar teknik ve fiziki takibi yapılmasa da- örgütün 3. Grubunun başında olduğu ve TÜRGEV adına suça konu eylemleri takip ettiği, rüşvet, nüfuz ticareti ve tehdit yöntemleri ile TÜRGEV lehine arazi ve para topladığı tespit edilmiştir. Ayrıca örgüt üyelerinin kendi aralarında yaptıkları görüşmelerden TÜRGEV adına verilen tüm hayati kararların R. Tayyip ERDOĞAN tarafından verildiği ve vakfın gizli yöneticisinin R. Tayyip ERDOĞAN olduğu anlaşılmıştır.

Soruşturmaya konu suç gruplarından bir diğeri de yasama dokunulmazlığı olmayan bazı şüpheli işadamlarının yapılan teknik ve fiziki takibinde dönemin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali YILDIRIM’IN bu işadamlarına Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’IN talimatı ile kamuoyunda havuz medyası olarak bilinen bazı TV kanalı ve gazetelerin Ömer Faruk KALYONCU’NUN başına geçeceği Zirve Holding tarafından satın alabilmesi için rüşvet toplattığı, bu işlemleri danışmanı Ömer SERTBAŞ’IN takip ettiği, şüpheli şahısların yapılan teknik ve fiziki takibinde dönemin Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN konuyu hassasiyetle takip ettiği ve paraların bir an önce toplanmasını istediği anlaşılmıştır. Bu iş adamlarının aynı zamanda TCDD ve Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından çıkılan ihaleler başta olmak üzere Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı bünyesinde çıkılan ihaleleri kendi aralarında paylaştıkları da soruşturma dosyasına girmiştir.
Örgütün diğer bir grubu olan 5. Grubun liderliğini de Kalyon Grup’un başındaki O. Cemal KALYONCU’NUN olduğu anlaşılmıştır. Bu grubun da etkin bir şekilde kamu ihalelerini takip ettiği ve Karayolları Genel Müdürlüğü Yetkililerini de etki altına alarak-rüşvet vs.- ihalelere fesat karıştırdıkları tespit edilmiştir.
Buraya kadar çok özet ve kısa bir şekilde yer verilen hususlar 2012/656 sayılı soruşturma dosyasında ayrıntılı olarak mevcuttur. Soruşturma kamuoyunda bazı basın ve yayın organları tarafından aktarılanın aksine yasama dokunulmazlığı olan herhangi biri hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki koruma tedbirleri uygulanmamıştır.
Dosya vahim denilebilecek düzeyde yolsuzluk iddialarından müteşekkildir ve iddialar tamamen somut delillere dayandırılmıştır. Görüldüğü gibi dosya bir “darbe” teşebbüsü iddiasından son derece uzak, tamamen yasal delillerden müteşekkildir. Kamuoyunca detayları henüz bilinmeyen bir soruşturma dosyası ile ilgili darbe iddiaları bir o kadar mantığa aykırıdır.
17 ve 25 Aralık Soruşturmaları Birer Darbe Girişimi midir?

17 ve 25 Aralık tarihlerinde dönemin Başbakanı halen Cumhurbaşkanı olan R. Tayyip ERDOĞAN tarafından dile getirilen ve iftira niteliğindeki söylemlerde (her zamanki akabinde bazı basım yayın organları, siyasetçiler ve köşe yazarları tarafından sıkça tekrarlanmak koşulu ile) 17 ve 25 Aralık ile adı özdeşleşmiş olan İstanbul cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/120653 ve 2012/656 sayılı soruşturmaları ile bir “darbe” yapılmaya teşebbüs edildiği, bunun da emniyet mensupları ve savcıların da bir maşası olduğu “paralel” bir örgüt tarafından yerine getirilmek istendiği ancak başarısız olduğu iddia edilmiştir. Daha da ileri gidilerek bu operasyonlarla dönemin Başbakanı olan R. Tayyip ERDOĞAN’IN Yassıada benzeri mahkemelerde yargılanacağı, hapse atılacağı iddia edilmiştir! Mantıki ve hukuki izahtan tamamen uzak bu iftiraların atılma sebebi de diğer iftiralar gibi kamuoyu algısını manipüle etmek, 18 Aralık darbesi ile ortaya çıkan bir suç örgütünün karalama ve dezenformasyon çalışmalarına konu etmek, 17 ve 25 Aralık olarak bilinen soruşturmaların yürümesini engellemektir. Atılan iftiralara dair izahatlar aşağıdaki gibidir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar Başlıklı 5. Bölümünde;




Anayasayı ihlal;

Madde 309- (1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
Yasama organına karşı suç.,

Madde 311- (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar.
Hükûmete karşı suç.,

Madde 312- (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
Şeklinde darbe olarak bilinen suçlar tanımlanmıştır. Usul bakımından belki yüzbinlerce emsali olan 17 Aralık ve 25 Aralık soruşturmaları, adı geçen şüpheli şahısların siyasi konumları sebebi ile başta o dönem Başbakan olan R. Tayyip ERDOĞAN tarafından birer darbe girişimleri olarak algı operasyonun bir parçası olmuşlardır. Bir anlığına bu iddiaların doğru olduğu varsayılsa bile darbe iddiası yukarıda yer verilen 3 maddeden birinin kapsamına girmek zorundadır. Bu minvalde aşağıdaki sorular da cevaplanmaya muhtaçtırlar.
TCK Madde 309 ve 311’in hükümete yönelik darbe suçlaması ile uyuşmaması sebebi ile bir darbe girişimi olduğu varsayılırsa bu madde 312’ye uygun olmak zorundadır. Bu durumda

1. Hükümeti ortadan kaldırma, veya.,

2. Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme olmak zorundadır.

Gerek 17, gerekse 25 Aralık soruşturmalarında hükümeti ortadan kaldırma söz konusu olamaz. Çünkü ilk soruşturmada sadece 3 bakan, 2. Soruşturmada sadece 1 bakan şüpheli olarak yer almıştır. Bu bile iddiaların sadece suça karıştığı düşünülen kişilerin yer aldığı eylemlerle sınırlı olduğunu gösterir. Üstelik 17 Aralık soruşturması kapsamında bazı bakanların rüşvet eylemlerine karışma ihtimali olmadığı için örgüt üyeleri tarafından hoş karşılanmadığı, kendilerinden çekinildiği hatta korkulduğu vurgulanmıştır. 25 Aralık soruşturmasında ise sadece Binali YILDIRIM’IN dahil olduğu suça konu görüşmelere yer verilmiş olup burada tespit edilen iletişim içerikleri de iş adamlarının konuşmaları esnasında elde edilen verilerden derlenmiştir. Yani yasama dokunulmazlığı olan birisinin dinlenmesi veya takibi söz konusu değildir. Bu durumda hükümeti ortadan kaldırma nasıl mümkün olacaktır?
İkinci olarak muhtemelen darbe iftirası atanların bir tarafından tutturabilir miyiz diye en çok sarılacakları kısım olan “Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme” suçlaması da izaha muhtaçtır. Bu açıdan;

17 ve 25 Aralık tarihlerinde hükümet etme pozisyonunda olan hangi bakana yönelik bir yakalama, gözaltına alma, ifade alma, ikametinde arama, tutuklama gibi tedbirlerden herhangi biri uygulanmıştır? Daha da ayrıntısı, hangi bakanın evi, telefonu, işyeri veya herhangi bir iletişim aracı hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanmış ve dinlenmiş ya da izlenmiştir?

17 ve 25 Aralık tarihlerinde o dönem hükümetin başındaki isim olan R. Tayyip ERDOĞAN hakkında bir yakalama, gözaltına alma, ifade alma, ikametinde arama, tutuklama gibi tedbirlerden herhangi biri uygulanmış mıdır? Daha da ayrıntısı evi, telefonu, işyeri veya herhangi bir iletişim aracı hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanmış ve dinlenmiş ya da izlenmiş midir?
Bu soruların cevabı olumsuz olduğuna göre hükümetin görevlerini yapması nasıl engellenmiştir? O dönem bakan pozisyonunda olan şahıslar herhangi bir rüşvet eyleminde yer aldı ise ve bu da soruşturma savcılarına CMK hükümleri kapsamında iletildi ise ve herhangi bir CMK tedbirine konu olmadan bu bakanın/bakanların bir rüşvet veya ihaleye fesat karıştırmak suçuna karıştığı tesadüfen elde edilen delillerde mevcut ise, bu deliller imha mı edilmelidir? Bu bakanın veya yasama dokunulmazlığı olan şahsın suç işlemesini meşrulaştırır mı? Zaten hakkında herhangi bir CMK tedbiri uygulanmayan yasama dokunulmazlığı olan şahıs suç işlemekten münezzeh midir? Eğer bu soruların cevabı hayır ise ve her şey CMK’daki usullere uygun yürütüldü ise bu nasıl hükümetin görevlerini yapmasını engeller? Suç işlemek amacı ile kurulan bir örgütün varlığını tespit eden adli kolluk ve Cumhuriyet Savcısı örgütün faaliyetlerini bertaraf etme adına tamamen usulüne uygun bir soruşturma yürütüyorsa ve yapılan operasyon bir rüşvet çarkını bertaraf ediyorsa, bu durumda da hükümet görevini yapamıyorsa, hükümet üyelerini görevlerinin rüşvet, ihaleye fesat karıştırmak, suç işlemek amacı ile hiyerarşik ve süreklilik kapsamında bir araya gelmek olduğunu mu düşünmeliyiz? Bu iddianın o dönem görev yapan hükümet üyelerinden herhangi bir suça karışmamış veya adı bile bulaşmamış olanları da zan altında bırakacağı düşünülürse bir suç örgütüne vurulan darbenin hükümetin faaliyetlerini engellemeye yönelik olduğunu söylemek hiçbir hukuki veya mantıki açıklamayla bağdaşmaz.
Türk Ceza Kanunu’nun 312. Maddesine göre ‘Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme suçunun Cebir ve tehdit kullanarak işlenmesi durumunda “darbe” suçu işlenmiş sayılacaktır. Bu durumda 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerine geri dönecek olursak 17 Aralıkta hiçbir hükümet üyesi hakkında herhangi bir koruma tedbiri uygulanmamış hatta usul izlenerek soruşturma evrakları ilgili savcı tarafından TBMM’ye gönderilmiştir. Üstelik TBMM’de adı geçen bakanların soruşturmalarının yürütülmesi için komisyon dahi kurulmuştur. 25 Aralık’ta ise zaten operasyon Efkan Ala’nın liderliğini yaptığı örgüt üyeleri, yani İl Emniyet Müdürü Selami Altınok ve Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI tarafından Efkan Ala’dan alınan talimat gereği gerçekleştirilmemiştir. 




Bu durumda Cebir ve tehdit kullanılması bir tarafa, bazı siyasilerin, bakanların ve iş adamlarının adı geçen soruşturmaların gereğinin yerine getirilmesi engellenmiştir. Henüz 18 Aralık’ta yerleri değiştirilen Mali Suçlarla Mücadele Şube müdürü ve yardımcıları idarenin keyfi tasarrufu olmasına rağmen idarenin vermiş olduğu kararlara saygı göstermiş ve yeni görev yerlerine geçmiş veya müdüriyet emrine alınmışlardır. Adli kolluk görevlilerinin devam eden tasfiye dalgaları ile iş yapamaz hale getirilmesi ile yeni atanan Selami Altınok, Hakan Sıralı ve diğer rütbeli personel 25 Aralık olarak bilinen 2012/656 sayılı soruşturmanın akim kalmasına sebep olmuşlardır. Bu durumda 17 Aralık 2013 tarihine kadar Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü-idarenin tüm kararlarına yargı yolu saklı tutulmak kaydı ile uyarak- personeli olarak görev yapan hiçbir adli kolluk cebir veya tehdit kullanma yoluna gitmemiş, tamamen adli kolluk görevlerini ifa etmiş ve mahkeme kararları ile savcılık talimatlarını uygulamışlardır. 

Yukarıda anlatılan gerekçelerle, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının birer “darbe” girişimi olduğunun iddia edilmesi sadece hukuki ve mantıki izahtan uzak olmakla kalmayıp art niyetli, iftira maksatlı ve algı manipülasyonu yaparak soruşturmalardan aklanmak niyetlidir. Bu suç duyurusunun temel nedenlerinden bir tanesi de budur. 

2013 Aralık ayından 2014 Ağustos ayına kadar bu soruşturmalarda görev alan adli kolluk görevlilerinin ifadelerine dahi başvurulmamış ancak bazı yayın organları, soruşturmalarda kendileri veya yakınları aleyhine deliller bulunan siyasiler ve onlarla birlikte hareket eden bazı köşe yazarları belki de yüzlerce kez yapılan tamamen adli ve hukuka uygun olan çalışmaları “darbe”, “komplo” gibi ifadelerle itibarsızlaştırma yoluna gitmiştir.

3. Havalimanı - Hızlı Tren - 3. Köprü- Kanal İstanbul Projeleri ve 25 Aralık!.,

18 Aralık Yargı Darbesi ile başlayan hukuksuzluklar dizisine Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN sık sık katıldığı ve hatta bu hukuksuzlukları yönlendirdiği, gerek adli operasyonlara gerekse algı operasyonuna şekil verdiği anlaşılmaktadır. 

25 Aralık dosyası olarak bilinen 2012/656 sayılı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı uhdesindeki adli soruşturmada 3. Havalimanı -3. Köprü-Kanal İstanbul-Hızlı tren projeleri ile ilgili ne gibi çalışmalar bulunmaktaydı?
2012/656 sayılı soruşturma hemen bütün eylemleri ile bir yolsuzluk soruşturması olmasına karşın 3. Havalimanı projesi ile ilgili hiçbir ithamda bulunmamıştır. Soruşturmaya konu fezleke tarafımca kaleme alınmış, 3. Havalimanı ile ilgili gerek ihale gerekse edimin ifası aşamasında herhangi bir ithamda bulunulmamıştır. Buna rağmen Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN 3. Havalimanı temel atma töreninde kullandığı ifadeler kasıtlı ve algı manipülasyonuna yöneliktir. 

Henüz 25 Aralık olarak bilinen soruşturma hayata geçirilememiş iken 25 Aralık 2013 tarihinde o dönem Başbakan olan R. Tayyip ERDOĞAN,
“İstanbul'da 46 milyar dolarlık 3. havalimanı ihalesini gerçekleştirdik. Bu çeşitli mahfilleri rahatsız etmiştir. Havalimanına yönelik olumsuzluğu her an yapabilirler.” İfadelerini kullanmış ve adli çalışmalar ile elde edilen somut ve son derece ikna edici delilleri karartma çalışmalarına başlamış ve algı operasyonunun devamının geleceğinin sinyallerini vermiştir.
07.06.2014 tarihinde temel atma töreninde konuşan Erdoğan’ın;

“Biliyorsunuz geçen yılın Mayıs ayında bazı gezizekalılar türedi. Bu gezizekalılar maalesef bu havalimanını hazmedemediler; çünkü onların böylesi devasa bir havalimanının yapılmasını tahayyül etmeleri mümkün değildi. Onlar Türkiye'yi hala 12 yıl önceki gibi görmek istiyorlar

…. Onlar, Türkiye'nin o kutlu yürüyüşünün durdurulması için maşa olarak kullanıldılar. Onların derdi ne ağaçtı, ne fidandı, ne çiçekti... Ama 17 Aralık ve 25 Aralık'ta yaptığı ihanetin gayet iyi farkında olan bir örgüt karşımıza çıktı. Kendisini Türkiye düşmanlarına kiralayan bir örgüt... Bu büyük havalimanı ihalesini kazanan işadamları hedefe konuldu. Amaç Marmaray'ı, hızlı treni, en çok da bu projeyi engellemekti. Operasyona yolsuzluk görüntüsü verdiler ama aslında Türkiye'nin büyük projesine ve Türkiye'ye saldırı düzenlediler. Hamdolsun o tuzakları bozduk”  ifadelerini kullanmıştır.

Hâlbuki 3. Havalimanı projesini engellemek bir yana proje ile ilgili hiçbir suç isnadı dahi bulunmamaktadır. Soruşturmada adı geçen şüpheli işadamlarının kendi aralarında yaptıkları bazı görüşmelerde 3. Havalimanı projesini alanların rüşvet havuzuna katkıda bulunduklarına dair ifadeler geçmekle birlikte bu söylemler tahkikat aşamasında vurgulanmamış, bizzat şahıslar arasında geçen görüşmelere konu olmuştur. Kaldı ki rüşvet havuzu da Sabah-Atv-Ahaber rüşvet havuzu olup rüşvetin karşılığı olarak verilen ihalelerin de büyük çoğunluğu TCDD ihaleleridir. Bu durumda gerek usulü gerek ifası ile ilgili hiçbir suç isnadında bulunulmayan 3. Havalimanı projesine karşı olan ve projeyi engellemeye çalışan bir örgütün varlığı ortaya atılıp sonrasında kendisi ve yakınlarının adı geçtiği yolsuzluk soruşturmasında görev alan polisler ve hatta savcılar bu hayali örgütün üyesi olmakla suçlanmıştır. Soruşturmada 3. Havalimanı ile ilgili hiçbir iddia bulunmazken bu kadar sık vurgulanan bu iftira ile halk kin ve nefrete teşvik edilmiş ve iftiralar algı operasyonun bir parçası olarak bazı basın yayın organları ve köşe yazarları tarafından köpürtülmüştür. 
Yeni Şafak gazetesini 25 Aralık 2013 tarihinde operasyona dönüştürülmek istenen 2012/656 sayılı soruşturmanın yargı darbesi ile akim bırakılması sonrasında 26 Aralık 2013 tarihli  haberinde;

“Türkiye'deki siyasi istikrarı hedef alan derin operasyon şimdi de ekonomik istikrarı hedef tahtasına oturttu. Son bir haftada ekonomiye 40 milyar TL'den fazla zarar veren operasyonun ikinci haftasında, Türkiye'yi 2023'te dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri yapmayı hedefleyen projeleri akamete uğratmak için düğmeye basıldı.


28 ŞUBAT HORTLADI.,

Yerli sermayenin son yılda yabancı sermaye karşısında güçlenmesini hazmedemeyen uluslar arası güçler, ülkenin gelecek hedeflerini icra etmede önemli roller üstlenecek olan onlarca muhafazakar şirketin patronunu tutuklamak için harekete geçti. 28 Şubat'ta 'Yeşil Sermaye' diye yaftalanarak ticari hayattan dışlanan Anadolu şirketleri şimdi de operasyon kapsamında baskı altına alınmaya çalışıldı. Ankara-İstanbul hızlı treni gibi büyük projelere imza atan Cengi İnşaat'ın sahibi Mehmet Cengiz, 3. Havalimanı Projesinin müteahhidi Cemal Kalyoncu gibi Anadolu sermayesinin öncü şirketleri hedefe oturtuldu.

TÜRKİYE'NİN 10 YILINA İPOTEK

Gezi olaylarını örgütleyen kesimlerin Başbakan Erdoğan'dan acil olarak durdurmasını istedikleri 3. Havalimanı, 3. Köprü ve Kanal İstanbul projeleri bu sefer savcıların hedefi oldu. Siyasi şova dönüşen bu operasyonda Gezi'de istenen uçuk istekler sacvcılarca gerçeğe dönüştürülmek istendi. Son yıllarda Anadolu sermayesinin yükselen şirketlerinin patronları gözaltına alınmak istendi. 22 milyar euro değerindeki 3. Havalimanı projesinin konsorsiyum ortaklarından Kalyon İnşaat'ın patronu Orhan Cemal Kalyoncu ile Cengiz İnşaat patronu Mehmet Cengiz gözaltına alınmak istendi. Faizleri çift haneli rakamlara yükselten operasyon nedeniyle, 3. Havalimanının yanı sıra hazırlık aşamasında olan Kanal İstanbul projesi de tehlikeye girdi. Operasyonlar nedeniyle 2023 projelerinin gecikmesi söz konusu olabilir.

YERLİ PERAKENDE DEVİ HEDEF ALINDI

Türkiye'de geniş halk kitlelerini indirim perakendeciliği ile tanıştırarak Türkiye'deki yabancı perakendeci hakimiyetine son veren BİM Mağazaları'nın Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Latif Topbaş da gözaltına alınmak istendi. Son 10 yılda 4 bin mağazaya ulaşarak Kuzey Afrika'da mağazalar açmaya başlayan BİM'in rekabetçiliği ile yerli rakip perakendecilerin de önünü açması sonucu ülkedeki yabancı perakendeci hakimiyeti sona ermişti.
Gezicilerin çılgın isteklerini savcılar başardı
Avrupa'daki havalimanlarının en büyük rakibi olması beklenen 3. Havalimannın yapımı engellenmek istendi.

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder