Büyük Ortadoğu Projesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Büyük Ortadoğu Projesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2020 Pazar

FETÖ., Büyük Ortadoğu Projesi’nin hareketidir,

FETÖ., Büyük Ortadoğu Projesi’nin hareketidir,  


Tarihçi Sinan Meydan : 
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI
FETÖ, Büyük Ortadoğu Projesi’nin hareketidir



     FETÖ’cü darbenin Büyük Ortadoğu Projesi’ nin bir hareketi olduğunu söyleyen Meydan, “AKP-FETÖ ortaklığı sürseydi cumhuriyet tasfiye edilecekti” iddiasında

   Tarihçi-yazar Sinan Meydan ile Türkiye’nin son günlerine damgasını vuran ana gündem konularını konuştuk. Meydan, yumuşak ve sıcak görünümüne rağmen cesur, ezber bozan ve zaman zaman sert olarak nitelenebilecek söylemlere imza attı. 
   Çay bahçesinde gerçekleştirdiğimiz söyleşimiz bazen halkın katılımı ve soruları ile bölünse de, biz bu söyleşi ile günümüz tarihine dair önemli notlar aldık ve kendi tarihimize notlar ekledik.

* “Resmi tarih yok, belgelere dayalı ideolojik tarih var” diyorsunuz. Siz ezber bozan bir tarihçi misiniz?

Tarihçinin işi zordur; yazılı belgeleri, resmi kayıtları, anıları ince eleyip sık dokuyarak ortaya koyar, tek tek analiz eder ve sonuçta gerçeğe ulaşmaya çalışır. 
Olayların olduğu dönemdeki koşulları dikkate almak çok önemlidir. Resmi tarih ve gayrı resmi tarih ifadesi ise sadece bizim uydurduğumuz kavramlar. 

Örneğin 12 Eylül’de Kenan Evren’in oluşturmaya çalıştığı bir resmi tarih vardır. 

O dönemin algısına bakarak hakikaten Atatürk’ün öyle olduğunu zannederseniz yanılırsınız. Tarihin resmisi yoktur, belgelere dayalısı ya da belgelere dayalı olmayanı yani ideolojilere göre çarpıtılanı vardır.

Tarih ve Din Emperyalizmin en güçlü silahlarıdır.

* Tarih bir Araç olarak kitleleri yönlendirmede ve Şekillendirmede kullanılır mı?

Bu çok önemli bir soru. Tarih emperyalizmin elindeki en güçlü silahlardan 
biridir. Sizin sorduğunuz bu soruya 18. yüzyılda İngiltere, Fransa daha sonra 
Amerika cevap vermiş. Tarihin çok güçlü bir silah olduğunu fark etmişler ve 
tarihi kullanmışlar. Aynı şeyi Türkiye’de de yapıyorlar. Bugün de emperyalist 
çevreler ve onların içerideki yerli iş birlikçileri tarihi kullanarak cumhuriyete, Atatürk’e ve CHP’ye saldırıyorlar. En çok din prim yaptığı için, Türkiye’de din üzerinden çarpık bir tarih okuması yaparak cumhuriyetin kuruluş felsefesine saldırıyorlar.

* Emperyalizm bu durumda dini de kullanmış olmaz mı?

Emperyalizm dini, tarihi, bilimi, her şeyi kullanır. Onların iş birlikçileri de aynı yöntemi uygularlar.

* Bu sistemli bir uygulama ise Türkiye üzerinde ne zaman başladı?

Türkiye üzerindeki emperyalist planların tarihi 1800’lerin öncesine kadar gider.
Batılılar buna ‘Doğu Sorunu’ diyorlar. Osmanlı İmparatorluğu’nu 1683 Viyana
Bozgunu ile birlikte Avrupa’dan, 1913 Balkan Savaşı ile Rumeli’den attılar.
Sonra Anadolu işgal edildi ve eğer Kurtuluş Savaşı’nı kaybetseydik Anadolu’dan
da atılacaktık. Atatürk, Lozan Anlaşması imzalandıktan sonra “Lozan Anlaşması 
ile 200 yıldır bizleri bu topraklardan atmak isteyen emperyalizme karşı çok
büyük bir zafer kazandık” diyor.

Lozan Anlaşması 2023’te bitmeyecek

* Lozan’ın tarihinin dolacağı, anlaşmanın 100 yıl süreli olduğu söyleniyor.

Lozan Anlaşması Türk tarihinin en onurlu, en başarılı anlaşmasıdır ve bu 
tartışmaya açık değildir. Lozan Anlaşması süreli değil, hiçbir maddesinde böyle 
bir ifade yok. Ben bu anlaşmanın eklerini, maddelerini, protokollerini satır 
satır okuyan bir tarihçi olarak söylüyorum ki Lozan Anlaşması 2023’te 
bitmeyecek.

Türkiye’de Diktatörlük Sistemi kurulmak isteniyor

* Bu noktada Büyük Ortadoğu Projesi’ne gelmek istiyorum.

“ Lozan 100 yılda bitecek ” Masalının nedeni de Büyük Ortadoğu Projesi, tam üstüne bastınız. Lozan iki şey kazandırdı; biri tam bağımsız bir ülke, ‘İstiklal-i tam’ diyor Atatürk, diğeri de ‘bilakaydüşart egemenlik’in olduğu bir ülke. Şimdi 
Lozan’ı yırtmak isteyenlerin amacı bu iki temel ayağı devirmektir. Türkiye tam
bağımsızlığını kaybederse bölünür, parçalanır. Eğer ulus egemenliği etkisiz
hale gelirse Türkiye’nin başına yeni sultanlar, padişahlar, halifeler gelir.

Türkiye’de milletin egemenliğinin ortadan kalktığı ve tamamen kişilerin egemen
oldukları bir diktatörlük sistemi kurulması isteniyor.

Başkanlık Sistemi Sevr’in bir Ayağıdır

* Başkanlık sistemi buna hizmet eden bir olgu mudur?

Evet, benim gördüğüm kadarıyla başkanlık sistemi Sevr projesini yeniden hayata geçirme planının bir parçasıdır. Emperyalizm sömürdüğü ülkelerde, milletin egemen olduğu bir rejim istemez; sömürebileceği, kendine biat ettirebileceği liderler ister. Bakın bir kişiyi kontrol etmek çok kolaydır, mesela Kurtuluş Savaşı’nda Vahdettin’i kontrol ettiler ama bir milleti kontrol edemezsiniz, çok daha zordur.

FETÖ’cü Darbe BOP’un bir Hareketidir

*Erdoğan’ın “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” sözlerini hatırlıyoruz. 
Daha sonra “Bu proje ölü doğdu” dedi. BOP devam ediyor mu, yoksa ölü mü doğdu?

BOP devam ediyor. Türkiye’deki FETÖ’cü darbenin de bu projeye dönük bir hareket olduğunu düşünüyorum. ABD için projenin aktörünün kim olduğu önemli değil, önemli olan projenin hayata geçmesi. Emperyalizm çıkarlarından, planlarından ve projelerinden kolay kolay vazgeçmez. FETÖ’cü darbe siyasilere, hükümete ya da muhalefete yönelik bir darbe değil; Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısına, kurumlarına yönelik bir darbe. Hedef Türkiye’yi büyük bir kaosa sokmak ve dış müdahaleyi gerektirecek siyasi otorite boşluğu yaratmaktı. ABD zamanı gelince Erdoğan’ı süpüreceğini ifade etmişti, eğer Erdoğan’dan vazgeçtilerse onun yerine başka birini hazırladıklarından emin olabilirsiniz. Aktörlere çok takılmamak lazım; kişilere odaklı konuşuyoruz, konuşmamak lazım.

AKP-FETÖ Ortaklığıyla Cumhuriyet tasfiye edilecekti

* 17-25 Aralık yaşanmasaydı ne olacaktı?

Allah’tan 17-25 Aralık’ın hayırlı bir yönü oldu; AKP ile FETÖ evliliği boşanma 
ile sonuçlandı ve büyük bir kavga başladı. Taraflar bir türlü mal paylaşımında
 anlaşamadılar, burada mal Türkiye oluyor. Erdoğan’a yönelik bir kumpas olabilir
 ama 17-25 Aralık’a kadar FETÖ ve AKP kol kolaydı, bunu biliyoruz. Tarih ve
 arşivler unutmaz, gazeteler elimizin altında. Eğer bu ortaklık devam etseydi,
 darbeye ihtiyaç olmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiye edileceğini, BOP’un 
hayata geçirileceğini çok rahat bir şekilde söyleyebilirim.

 Yeni Osmanlıcılık aslında Büyük İsrail Projesi’dir

* Yeni Osmanlıcılık kavramı son günlerde çok kullanılıyor. Nedir bu kavram?

AKP, Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürmek istiyor, bunu saklamamak ve bu gerçeği  ifade etmekten de korkmamak lazım. Bizimkilerin Yeni Osmanlı diye hayal ettiği şey aslında ABD’nin ve İsrail’in Büyük İsrail Projesi ve bilerek ya da 
bilmeyerek bu projeye destek oldular. Türkiye Cumhuriyeti tasfiye edilmeden Yeni Osmanlı’nın hayata geçirilmesi imkânsızdır. AKP Yeni Osmanlı’yı kurmak isterken sadece Türkiye’nin bağımsızlığıyla, egemenliğin millete ait olmasıyla kavga etmiyor. Aynı zamanda laiklikle kavgalı, çünkü laik bir cumhuriyet varken yeni Osmanlı olmaz. Şurada yanılıyoruz, 15 Temmuz darbe girişimi ile Atatürk’ün, laikliğin önemini anladılar sanıyoruz; bunu sadece biz anladık. Bakın hiç yarım ağız söylemeyelim, AKP’nin 15 Temmuz’dan önceki amacıyla, sonraki amacı  değişmedi. Yani Laik ve bağımsız Türkiye’yi bir din devletine dönüştürme projesi… Yani Yeniden Osmanlılaşma projesi hızlanarak devam ediyor.

 Atatürk’e elit demek ahmakça

* Bir de elitler meselesi var; Atatürk elitist bir lider miydi?

Elit dedikleri adam harfleri değiştirdikten sonra köy köy, şehir şehir 
Anadolu’yu geziyor. Böyle elit olur mu? Cumhuriyeti kuran adamlara elit demek 
son derece ahmakça ve gerçek dışı. Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’ni açarken sivil elbisesi yok, Erzurum Valisi Münir Bey’in ceketini getiriyorlar, ceket 
dökülüyor aşağılara. Erzurum Kongresi resimlerine bakın, Atatürk’ün ceketi 
pardösü gibi duruyor. Şimdi bu Mustafa elit oluyor, bugün sarayda oturanlar ve 
onları plazalar da destekleyenler de halk oluyor, biz de salak oluyoruz bu 
durumda.

 Türkiye’de Tarihçi olmak delilik gibi bir şey

* Size gelen yorumları inceledim de herkes bir tarihçi gibi sizin karşınızda. 

Türkiye’de Tarihçi olmak nasıl?

Türkiye’de tarihçi olmak çok zor, çünkü bir bilim dalı olarak görülmüyor. Tarih, 
herkesin hakkında söz söyleyebileceği amatör bir iş olarak görülüyor. Ben 
Cumhuriyet Tarihi ve Atatürk uzmanıyım. Kimse bir tıp doktoruna yol ve yöntem göstermeye kalmaz ama herkes tarihçiye yol göstermeye ve aşık atmaya kalkıyor. 

Maalesef Türkiye’de tarih bir bilim olarak kuramsallaşamadı ve burada tarihçi 
olmak delilik gibi bir şey.

* Peki, Tarihin Tekerrürden ibaret olmaması için ne yapmak lazım?

Geçmişten ders alırsak geçmiş geçer ama geçmişten ders almazsak geçmiş geçmeyen olur. Biz geçmişten ders alamıyoruz. 

Gelmişiz 2016’ya hala Yeni Osmanlı diyoruz.


Benzer İçerikler
   
BOP DOSYASI /// HALUK DURAL : Büyük Ortadoğu Projesi Haritaları
   
BOP DOSYASI /// DR. ERGİN YILDIZOĞLU : KÜRESELLEŞME VE GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ
   
BİP DOSYASI /// VİDEO : ABD'li gazateci BÜYÜK İSRAİL PROJESİ'ni anlatıyor !!!!
   
BÜYÜK İSRAİL PROJESİ DOSYASI /// VİDEO : Esad Büyük İsrail Devleti’nin 
Kurulmasına Engel (Prof. Dr. Haydar Baş)
   
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI : BOP'ta tüm renk'ler beyaz'a boyandı !
   
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI /// ESKİ MİT DAİRE BAŞKANI MAHİR KAYNAK : BOP 
PROJESİ NEDİR NE DEĞİLDİR ???
   
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI /// Süleyman Çelik /// BOP : SIRA TÜRKİYE’DE Mİ ?..
   
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI /// Kenan AKIN : Atatürk'ün "Büyük Orta Doğu Projesi"
   
BOP DOSYASI /// BATUHAN ÇOLAK : BOP, Komplo Teorisi mi ?
   
BOP DOSYASI /// Alperhan Baysan : BOP'a karşı SOP (Türkiye’nin Sınırsız Ortadoğu Projesi)
   


Özel Büro İstihbarat

Bizi Tanıyın
ÖZEL BÜRO GRUBU KİMDİR ??? FAALİYETLERİ NELERDİR ?? 
İletişim Bilgileri
Ankara 
E-Posta : ozel-buro@mit.ist
Fax : +1 305 203-1302 
2020 Özel Büro İstihbarat.   
    

***   

14 Mart 2019 Perşembe

Renkli Devrimden, Çiçekli Devrime.,

Renkli Devrimden, Çiçekli Devrime.,




Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com
22 Ocak 2011 
Kaynak Yeniçağ: 


Geçtiğimiz günlerde Tunus’ta bir halk ayaklanması olmuş ve devlet başkanı ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Hatta devrik başkanı, en yakını olan ülkeler dahi kabul etmemiş ve ABD’nin tavassutu ile Suudi Arabistan kabul etmek zorunda kalmıştır. Olayların yasemin satan bir üniversiteli gencin kendini yakmasıyla başlamasından dolayı bu devrime, halk tarafından Yasemin Devrimi adı verilmiştir.Bu olaydan Kuzey Afrika ülkeleri olan Fas, Cezayir, Libya ve Mısır ile Ortadoğu’daki  Ürdün, Yemen ve Suriye gibi ülkeler tedirgin olmuştur. Bu ülkelerin ortak özelliği, kalıcı, baskıcı, otoriter rejimlere sahip olmaları ve halkın refah düzeyinin düşük olmasıdır. Ayrıca iktidarda olanların, ülkenin ekonomik olarak çöküntü içinde olmalarına karşılık refah içinde yaşamaları ve servetlerini sürekli arttırmalarıdır.

İlk bakıldığında otoriter bir idareden bunalmış, işsizlik ve ekonomik zorluklardan dolayı sıkıntı içine girmiş toplumun bir isyanı olarak görülen bu hareketin arkasında, başka düşüncelerin olup olmadığı hususu merak uyandırmıştır.Bilindiği üzere ABD’nin dünya hâkimiyet politikası çerçevesinde ön görülen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Afrika’nın kuzeyinde batıdan Fas ile başlayıp, doğuya doğru Kuzey Afrika ülkelerini içine almakta, bilinen Ortadoğu ülkelerini ve Türkiye’yi kapsamakta, Kafkasya’dan doğuya doğru uzanarak Orta Asya’yı da kavramaktadır.  Hâkimiyetin sağlanması, ülkelerin ve bölgelerin özelliklerine göre değişmekte, siyasi etkiden askeri güç kullanımına, Sivil Toplum Örgütlerinin faaliyetlerinden propaganda çalışmalarına kadar geniş bir yelpazede gerçekleşmektedir. Önemli olan rejimlerin değişerek veya el değiştirerek kontrol altında tutulmasıdır. Birçok ülkede bu kontrol, Turuncu Devrimler olarak adlandırılan hareketlerle sağlanmıştır.Bu durum şimdi de, Kuzey Afrika’da çiçek isimleri ile mi başlatıldı sorusunu akla getirmektedir. Tunus’ta olanların diğer ülkeler ve yönetimler üzerinde bir domino etkisi yapıp yapmayacağı konuşulmaktadır. 

Ancak yapacağı kanaati hâkim dir. Kuzey Afrika ülkelerinin bazı ortak özellikleri vardır. Fas hariç diğerleri cumhuriyet’tir. Demokrasi anlayışı ve uygulaması kısıtlıdır. Bir kaç istisna dışında genelde laik anlayış hâkimdir. Ancak tam demokrasiye geçilmesi halinde, İslamcı partilerin seçimleri kazanacağı, iktidar olacağı ve laikliğin ortadan kalkacağı bilinmektedir. Bu nedenle otoriter rejimlerin devam etmesi söz konusudur.Bazı ülkelerde ABD hâkimiyeti ya yoktur, ya da tam sağlanamamıştır. Hatta bölgede, ABD-Fransa rekabetinden de bahsedilebilir. ABD için ülkelerin demokratik olması önemli bir konu değildir. Bazı ülkelere demokrasiyi getirme bahanesiyle yaptığı müdahaleler, aldatmacadır. Öyle bir durum olsa ilk hedef Suudi Arabistan olurdu. Hâlbuki S.Arabistan, ABD’nin en yakın müttefikidir.Tunus’ta henüz istikrar sağlanamamıştır. Ancak ordu, halk hareketini desteklediğinden, kısa bir süre içinde sükûnetin tesis edileceği beklenmektedir. Ancak bu olaylardan sonra Tunus’un tam demokrasiye geçip geçemeyeceği, halkın refah seviyesinin yeterli düzeye gelip gelemeyeceği bilinmemektedir. Bilinen bir gerçek varsa, o da Tunus’un uluslararası güç odakları tarafından bir kaos içine sürüklenmesine göz yumulamayacağıdır. 

Çünkü Tunus, bu ülkeler içinde eğitim düzeyi en yüksek, laik, ekonomisi turizm ile düzelebilecek, diğerlerine nazaran yüz ölçümü küçük, nüfusu az ve uluslararası ortama en kolay uyum sağlayabilecek bir ülke konumunda dır. Yukarıdaki gerekçelerle Tunus’ta kontrol daha kolay sağlanabilir. Bu nedenle, Tunus, rejiminin değiştirilmesi arzu edilen diğer ülkeler için özellikle örnek olarak seçilmiş bir ülke olabilir. Diğer benzer ülkelerde de, Tunus’taki olayları örnek alan ayaklanma teşebbüslerine rastlanmaktadır. Küresel güç odaklarınca, rejimlerinden memnun olunmayan ülkelerde bu gibi olayların çıkmasına, BOP gereği kayıtsız kalınması ve hatta teşvik edilmesi de mümkündür. 

Tunus’taki rejimin, Batı dünyasını rahatsız ettiği söylenemez. Bu nedenle Tunus’taki hareketin tamamen dışarıdan yönlendirildiğini söylemek de mümkün değildir. Daha çok iç dinamiklerin etkisi ile gerçekleşen durumun, dış güçler tarafından bir fırsat olarak kullanılabileceği düşünülmelidir. 

Tunus örneği, baskıcı ve korku ortamı yaratan yönetimler için de bir uyarı olarak değerlendirilmelidir 

Kaynak Yeniçağ: 
Renkli devrimden çiçekli devrime 
Armağan KULOĞLU 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/renkli-devrimden-cicekli-devrime-16653yy.htm


***

18 Şubat 2018 Pazar

28 ŞUBAT 1997 – 28 ŞUBAT 2012 = TÜRKİYE: CEPHE ÜLKE

28 ŞUBAT 1997 – 28 ŞUBAT 2012 = TÜRKİYE: CEPHE ÜLKE



Müyesser Yıldız
28 Şubat “kutlamaları”nda ağzı olan konuştu, fırsattan istifade TSK bir kez daha evrile-çevrile dövüldü. O süreçte ABD’nin etki ve katkısı ise itinayla gözlerden ırak tutuldu. Önce bu konuyu netleştirelim. Kaynaklarım da çok sağlam.
Birinci kaynak Şamil Tayyar (AKP Milletvekili) Kürt Ergenekonu adlı kitabında şunları yazdı:
“Daha hükümetin 3.ayında post modern darbe senaryosu olgunlaştırılmaya çalışıldı. ABD de bölgesel çıkarlarına aykırı gördüğü refah yol hükümetinin idam fermanını imzaladı. ABD Dışişleri, 30 Ekim 1996’da Ankara Büyükelçiliği’ne gönderdiği belgede, hükümeti devirmeye yönelik girişimlere kapıyı araladı. Belge, Wikileaks yayınları gibi Ankara’dan Washington’a gönderilen ve dedikodulara dayalı ham istihbarat notu değil, Washington’da karara dönüştürülmüş ulusal güvenlik belgesiydi. Belgede dönemin ABD Dışişleri Bakanı Warren Cristopher’in imzası var. Ankara’nın yanı sıra bilgi olarak Atina, Beyrut, Moskova, Sofya elçilikleri ile Cenevre, Nato ve BM Amerikan misyonlarına ulaştırılmış.”
Peki, o belgede neler yazıyormuş? Tayyar’dan okumaya devam edelim:
  • Türk Hükümeti’nin milli eğilimlerinden ve Başbakan Erbakan’ın ideolojisinden ilham alarak dış politikanın batıdan ayırılıp Arap ve Müslüman dünyasına doğru yeniden yönlendirilmesinden dolayı derin endişe içerisindedir. Kanaatimizce Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirmek konusundaki mevcut tutumu bizim milli menfaatlerimize aykırıdır, düşmancadır.
  • Türkiye, Birleşik Devletler’in anahtar stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunu gerçekleştirip sürdürmedeki başarımız, bizim milli menfaatlerimizi doğrudan etkileyecektir.
Devamda can alıcı ‘final’ cümle geliyor: “Türk askeriyesi, bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük çaba sarf etmesi için harekete geçmeye zorlanmalıdır. Bu konudaki aksiyon planlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.”!..
İkinci kaynağımız ABD’den. Daha Refah Partisi’nde iken ve sonrasında AKP’nin kuruluşundan beri sadece Gül ve Erdoğan değil, 28 Şubatın mimarı, Yahudi cesaret ödüllü bir diğer isim olan Çevik Bir’le de çok yakın biri… ABD derin devletinin think-tank’i CFR’in beyni, “Türkiye’nin dönüşümü” projesini baş mimarı, eski Büyükelçi Morton Abramowitz’den söz ediyorum. 28Şubat’ı bir de ondan dinleyelim mi?
“Washington, İslamcıların önderliğindeki bir hükümetten hoşnut olduğu şeklinde anlaşılabilecek herhangi bir şey yapmaktan kaçındı; ancak böyle bir hükümetle çalışılamayacağını da söylemek istemedi. Her şeye rağmen bu hükümet usulüne uygun olarak iktidara gelmişti ve ABD hükümetinin Ankara ile birlikte yürütülmesi gereken pek çok işi vardı. Kuzeyden Keşif Gücü gibi siyasal anlaşma zemini olan pek çok önemli meselede Başbakan Erbakan ile birlikte çalıştı. Ancak aynı zamanda RP’nin AB hükümeti ile münasebetlerinden siyasal fayda elde etmesini asgariye indirmek için uğraştı. Yine ilişkileri mümkün mertebe koalisyonun diğer partisinin lideri, aynı zamanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller ile yürütmeye çalıştı.”
Peki, ABD’nin bu yaklaşımı neye yaradı? Abramowitz’e göre, “TSK’nın nihayetinde 1997’de RP’yi sıkıştırıp , (yumuşak darbe) olarak adlandırılan bir girişim sonucunda iktidardan uzaklaştırmasını cesaretlendirdi, ya da en azından bu yöndeki hevesini kırmadı.”!…
Acaba ABD, RP’nin kapatılmasını nasıl karşılamıştı? Tecrübeli diplomat onu da şöyle anlatıyor:
“Amerikan hükümeti olanlar hakkında fazla bir yorum yapmadı; bu kararı protesto etseler de aslında rahatlamış olan diğer batılı ülkeler gibi, ABD hükümeti de kesinlikle rahatladı. Amerikan hükümet sözcüleri, anlaşılması zor nitelikte açıklamalar geliştirdiler. Bu açıklamalar, demokratik prensipleri savunmakla birlikte Türkiye açısından en azından kısa dönemde hiç bir pratik anlam taşımayacak nitelikte tasarlanmıştı.”
Abramowitz, “Amerikan tavırlarından hiçbiri erdemli olmayabilir; ancak dinamik bir İslamcı siyasal hareketi siyaset yapıcılar için gerçek bir ikilem teşkil eder.” itirafında bulunmayı da ihmal etmiyor.
TÜRKİYE’NİN MİMARLARI
Abramowitz’in “siyaset yapıcıları” dediği Türkiye’yi dönüştürenler kimlerdi ve ne istiyorlardı?
Kıbrıs’tan (daha 2000’de Rauf Denktaş’ın görevden ayrılmasının şart olduğunu söylediler) Irak’ a, Barzani Kürdistan’a ve PKK’ya siyasal çözüme, Yunanistan’dan Ermenistan’a ve Libya’dan Suriye-İran’a bugün dayatılan ne varsa işte onların gerçekleşmesini istiyorlardı. Abramowitz’in diplomatik ifadesiyle 90’ların sonunda vaziyet şöyleydi:
“ABD ve Türkiye daha karmaşık bir ilişkiye doğru gitmektedir. Bu ilişki genellikle işbirliği temelinde gelişir; Ancak kimi eski ve yeni anlaşmazlık konuları mevcuttur. Pek çok şey Türkiye’nin iç gelişmelerine ve AB adaylığı sürecinin nasıl ilerleyeceğine bağlıdır. Belirsizlikler daha önemlidir, çünkü Türkiye önümüzdeki 10 yılda büyük ölçüde değişebilir ve bu ülke yeni dünyada pek çok bölge ile önemli boyutlarda ilişkilere sahiptir. Açıkçası, Amerikalı yöneticiler Türkiye üzerine daha fazla yoğunlaşmak, belli konularda titizlikle Amerikan çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmak ve ara sıra ortaya çıkan farklı yaklaşımların üstesinden gelmek için çözümler üretmek zorunda kalacaklardır.”
Türkiye üzerinde yoğunlaşan ABD’lilere gelince; yine Abramowitz’den öğrenelim:
“Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra, Türkiye politikasının yöneticileri Başkan Bush ve Dışişleri Bakanı James A. Baker olmuştur. Uluslararası güvenlik işlerinden sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle (Karanlıklar Prensi), 1980’li yıllarda politikanın belirlenmesi ve uygulanmasında önemli rol oynamıştır. Clinton yönetiminde Avrupa işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke ve yerine geçen aynı zamanda eski Türkiye Büyükelçisi (1994-1997) Mark Grossman önemli politik kararların alınmasında süreci başlatan ve alınan kararları uygulayan kişiler olmuşlardır.”
Şu özet tespitlerden sonra siz birilerinin 28 Şubat süreciyle gerçekten yüzleşebileceğine ihtimal veriyor musunuz? Böyle bir şey en hafif ifadesiyle , “aslını inkâr” olmaz mı?
Bu yüzden kimse heveslenmesin, iş semeri dövmekten öteye gitmez, gidemez!
CEPHE ÜLKE OLMAMIZA 1996’DA KARAR VERİLDİ
Hoolbroke, Grossman dedik. Bunlara CIA’cı Alan Makovsky’i ekleyip hemen onun ağzından bu üçlünün Türkiye için ne planladığını aktaralım:
“Hoolbroke, 1996’nın başlarında Bakan Yardımcılığı görevini bırakmıştı. Daha sonra tüm bunların plana uygun olarak gerçekleştiğini ileri sürdü. Biz (Grossman ve Hoolbroke) yeni görevimize başladıktan kısa bir süre sonra oturduk ve soğuk savaş sonrası dönemde Türkiye’nin bizim için ne anlam ifade ettiğini tartıştık. White House ve Pentagon tarafından tamamen desteklenen yeni bir konsept geliştirdik. Buna göre, Türkiye batı için yeni cephe ülkeydi ve bu anlamda soğuk savaş döneminde Almanya’nın aldığı rolü alıyordu.”
Bu planları daha 1999’da yazan kimdi biliyor musunuz? ‘Yeni Türkiye’nin baş aktristlerinden Yasemin Çongar. (The State of Turkish- American Dialogue, Private View 3, no. 7)
Evet Bakan Yardımcısı Hoolbroke, Türkiye’yi sürekli “Cephe Ülke” olarak takdim ediyor, Mart 1995’te Kongre’de bir komitenin önünde Türkiye’nin önemini: “Avrasya Kıtası’nda ABD için önemli olan hemen her konunun kavşağında duruyor.” cümlesiyle özetliyordu.
HOOLBROKE- ERDOĞAN İLİŞKİSİ
Hoolbroke ‘un işi AKP iktidarında da devam eder. Başbakan Erdoğan Aralık 2006’da ABD’ye gittiğinde onunla özel bir görüşme yapar. Sonra Hoolbroke Şubat 2007’de Erdoğan’ın davetlisi olarak Türkiye’ye gelir, yine baş başa görüşürler. Hoolbroke buradan Erbil’e geçip Barzani’yle buluşacaktır. Gitmeden Erdoğan’la görüşmeleri hakkında şunları anlatır:
“Kürdistan’da bir bağımsız oluşum 1991’den beri var. Bir tür Tayvan’dır. Yani kendi parası, ordusu, bayrağı, okulları var; ama uluslararası tanınma yok. Gelişip huzur içinde yaşaması içinse Türkiye’ye ihtiyacı bulunuyor.”
Tayvan Modeli”nin konuşulduğu ortaya çıkınca Türkiye’de kıyamet kopar. Bunun üzerine Hoolbroke kendi açıklamasını yalanlar. Ama 12 Şubat 2007’de Washington Post’da şu makalesi yayınlanır. Lütfen “MİT Savaşı” başta olmak üzere bugünkü gelişmeleri düşünerek dikkatlice okuyun:
“Tarihteki olaylara rağmen Türkiye ve Irak Kürdistanı’nın birbirlerine ihtiyacı var. Kürdistan, Türkiye ile güneydeki kargaşa arasında bir tampon görevi görebilir, Türkiye ise her ne kadar teknik anlamda Irak’ın bir parçası olsa da, artık işlevsiz bir Bağdat yönetiminden etkin biçimde ayrılmış Kürdistan’ın koruyucusu rolünü üstlenebilir. Ayrıca Kuzey Irak, Türkiye’ye muazzam bir ekonomik fırsat da sunuyor. Tarihin akışını değiştirmeyi ancak vizyon sahibi liderler becerebilir. Charles De Gaulle ve Konrad Adenauer bunu Fransa ve Almanya’da yaptı, Nelson Mandela’ysa Güney Afrika’da. Irak’taki kriz nedeniyle Türkler ve Kürtlerin ortak çıkarlarını düşünmeleri gerekiyor. Her iki tarafın da etkileyici liderleriyle daha yeni yaptığım görüşmelerin ardından, bu kişilerin sadece bir krizle değil aynı zamanda bir fırsatla karşı karşıya olduklarını anladığını söyleyebilirim.”
SİLAH DEPOSU TÜRKİYE
Başbakan Erdoğan içeriyi 3×4 eğitim sistemi ve TÜSİAD kavgasıyla uğraştırırken bakın neler oldu:
– Fransa’da “İnkâr Yasası” Anayasa Konseyi’ne götürüldüğü gün “Ver Suriye- İran’ı, al İnkâr Yasası’nı mı?” demiştim. Suriye’nin dostları Tunus’ta toplandı. eşbaşkanlığı Türkiye ve Fransa paylaştı. Daha ortada fol yok yumurta yokken aylarca önce Fransa Humus’tan itibaren insani koridor kurulmasını istemişti. Humus karıştı, o koridor gündeme geldi…
Bu arada Fransa Anayasa Konseyi o yasayı iptal etti?!..
“Cephe ülke” Türkiye’ye hoş geldiniz!..
  • Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Türkiye’ye geldi; Gül, Erdoğan ve TBMM Başkanı Çiçek’le görüştü. İsrail’in İran’a saldırı hazırlığı yaptığının konuşulduğu, keza Barzani’nin “Kürdistan”ın uluslararası tanınması çalışmalarını yoğunlaştırdığı bir döneme denk geldi bu ziyaret. Bugün ne konuşulduğunu bilmiyorum; ama 2008’deki bazı gelişmeleri çok net hatırlıyorum. Mesela Ekim 2008’de BM’nin, Bazani yönetimi ile “Stratejik Ortaklık Anlaşması” imzalayacağı, bu anlaşma ile BM’nin “Kürdistan’a destek ve yardımda bulunacağı” açıklanır. Yani “uluslararası tanıma” faaliyetleri başlar. Sonra Mahmut Abbas, Barzani’ye resmi bir ziyarette bulunur. Barzani: “Abbas’ın ziyareti tarihi bir ziyarettir. İlk defa bir Arap ülkesinin lideri Kürdistan bölgesini ziyaret ediyor.” der. Bu da “Arap liderlerin, Kürtlerin bağımsızlığına engel olmayacağı” mesajı olarak algılanır. Acaba Mahmut Abbas o “mesajı” bir de Türkiye’ye mi getirdi?
  • Cumhurbaşkanı Gül’ün İngiltere, özellikle de Jack Strow’la çok yakın ilişkisi var. Öyle yakın ki Gül Başbakan, Strow Dışişleri Bakanı iken AB’ye gönderdiğimiz yazı veya raporlar en önce onun kontrolünden geçiyordu. Yakınlıkları halen devam ediyor; ki Strow’un artık resmi bir görevi olmadığı halde geçenlerde yine özel bir görüşme yaptılar. Gül’ün İngiliz Reuters Ajansı’na verdiği demeç aynı güne denk geldi. Daha bir ay önce Esad’a “Çek git, sonun Kaddafi gibi olacak.” mesajı veren Gül, bu defa Yemen Modeli çözümü öneriyordu.
  • Suriyeli muhaliflerin Fransa’da yaşayan liderlerinden Burhan Galyun, emperyalistlerin kendilerine vereceği silahların adresinin Türkiye olmasını planladıklarını açıkladı.
 Batı’nın “Cephe ülke”si Türkiye’ye hoş geldiniz!..
 Silivri’den kucak dolusu sevgiler,
 Müyesser Yıldız
3 Mart 2012
http://millidusunce.com/28-ubat-1997-28-ubat-2012-tuerkye-cephe-uelke/

22 Kasım 2015 Pazar

SURİYE KRİZİNDEKİ İÇ DİNAMİKLER İŞİD - ÖSO - PYD ve SURİYE TÜRKMENLERİ'NİN DURUMU 2



SURİYE  KRİZİNDEKİ İÇ DİNAMİKLER  İŞİD - ÖSO - PYD ve SURİYE TÜRKMENLERİ'NİN DURUMU 
2





ABD’nin Irak’ı İşgal Etmesinin Türkiye’deki Yansımaları 


ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte başlayan süreçte 23 Mart 2003 tarihinde 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, televizyondan Ulusa Sesleniş konuşmasında, Irak savaşının olmaması için Türkiye’nin elinden geleni yaptığını, savaşın direkt içinde olmamasına karşın Türkiye’nin hemen yanı başında cereyan eden olaylardan ciddi bir şekilde etkilendiğini belirterek, “Türkiye güvenliğini ve çıkarlarını en ciddi biçimde koruyabilecek güce sahiptir. Ne toplumsal ne de askeri ve ekonomi alanında yanlış yönlendirmelerle zaafa uğratılamaz” demiştir. 254 ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal ve Büyükelçi Deniz Bölükbaşı ile bir araya gelmiş, görüşme sonrası gazetecilere bir açıklama yapan Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, ABD ile koordinasyon çerçevesinde görüşüldüğünü belirterek, Irak’ın toprak bütünlüğü, Irak kaynaklarının tüm Irak halkına ait olduğu, Irak’ı Arap, Türkmen ve Kürtler asli unsurlarının oluşturduğunu ve ABD ile mutakabat içinde olunduğunu söylemiştir.255 

28 Mart 2003 tarihinde ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda, Irak’a düzenlenen askeri operasyon, Türkiye-ABD ilişkileri, Kuzey Irak’ta olası gelişmeler ve Kıbrıs’ta gelinen son durum ele alınmıştır. Toplantı sonrası yayımlanan bildiride, Irak’ta meydana gelen gelişmelerin bu ülkeyle aynı coğrafyayı paylaşan Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ve güvenliğini doğrudan ilgilendirdiği vurgulanarak “Türkiye askeri operasyon un kısa sürede bölgenin barış, istikrar ve güvenliğini etkileyecek ortamın oluşmasına ve daha fazla can kaybına yol açmayacak biçimde sona ermesini dilemektedir” denilmiştir.256 

Fevzi Uslubaş, ABD’nin Irak’taki hâkimiyet ve çıkar politikasını, Arap Ligi Genel Sekreteri A. Musa’nın deyimiyle “Irak müdahalesiyle cehennemin kapıları 
açılmış, ancak yeniden kapatılması için yeterli bir formül henüz bulunamamıştır” sözleriyle ifade etmektedir.257 


Armağan Kuloğlu’na göre; 11 Eylül’den önce ABD’nin Ortadoğu politikasında esas olan etkenlerin; Batı Dünyasını besleyen petrolün ulaşımını sağlayan yolların ve Basra Körfezi’nin güvenliği ile İsrail’in güvenliğini sağlamak olduğu görülmektedir. Kuloğlu, 11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin Ortadoğu 
politikasına etki eden iki boyutun daha ortaya çıktığını ifade etmektedir. Bunlardan ilki Ortadoğu’nun Kitle İmha Silahları deposu haline gelmesini önlemek, diğeri ise gittikçe önemli bir tehdit olarak ortaya çıkan, bölgenin terör kaynağı haline gelmesine engel olmaktır. Kuloğlu, uygulanmak istenen politikanın amacının, Ortadoğu’daki rejimlerine güvenilmeyen devletleri, uluslararası sisteme uygun hale getirmek ve tehdit olmalarını önlemek olduğunu belirtmektedir.258 Veysel Ayhan’a göre ise, ülkede Kitle İmha Silahları’nın gölgesinde petrol pazarlığı yapılmıştır. 

Ayhan ayrıca, ABD’nin Saddam’ı devirmek istemesinin petrol dışındaki bir diğer sebebini, Irak’taki bir etki kaybının domino etkisi yaparak tüm Körfez’e yayılmasını engellemek olduğunu dile getirmiştir.259 Yaşar Onay ise, ABD’nin gerek Irak’ı işgali gerekse de Ortadoğu’da izlediği politikaların altında yatan temel nedenini demokrasi ve insan haklarından çok, petrol ve artık tüm dünyanın da çok iyi bildiği İsrail’in güvenliği olduğunu söylemektedir.260 


Irak’ta Gelinen Nokta 


ABD işgaliyle Irak, ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda hızla bir çöküntüye doğru sürüklenmeye başlamıştır.261 Savaşın resmi olarak bittiği tarih 1 
Mayıs 2003 olarak ilan edilmiş ama gelişen olaylar savaşın bitmediğini göstermiştir.262 


ABD’nin işgalinden günümüze Irak’ta her geçen gün çok sayıda saldırı meydana gelmekte ve başlangıçta çok dar bir alanda düzensiz bir biçimde meydana 
gelen saldırılar genişlemekte ve gerilla savaşı haline bürünmektedir.263 Nihat Ali Özcan, Irak’ta savaş sonrası durumu şu şekilde açıklamaktadır: 

“İşgal güçlerinin savaşın bittiğini ilan ettikleri 1 Mayıs 2003’ten sonra 
Irak’ta kontrolü sağlayamadıkları ve işleyen bir devlet mekanizması kuramadıkları görülüyor. Direnişçilerin palazlandıkları belirli bir güç ve tecrübeye sahip oldukları, gittikçe de kendilerine güvenlerinin geldiğini söyleyebiliriz. Nitekim hedef yelpazesini ve türünü gün geçtikçe zenginleştiriyorlar. Bombalı arabalarla yapılan intihar saldırıları, helikopter düşürmeler, sivil uçaklara füze atışları, tuzaklı bombalar, sabotajlar ve suikastlar bunlardan bazıları. Zaman içinde hedef yelpazesinde de benzer gelişmeler oldu. ABD ve müttefik askerleri, çok uluslu örgütlerin ve devletlerin temsilcilikleri, yeni yönetimde görev alan Iraklı polisler, ABD’nin atadığı yerel yöneticiler, yargıçlar ve Irak Geçici Yönetim Konseyi üyeleri. Direnişçiler her gün biraz daha güçlenerek daha sistemli ve belirli bir stratejik öngörü ile hareket ederek eylemlerini sürdürüyorlar.. Eylemlerde teknik olarak “terör” ile “gerilla” tarzı yaygın olarak kullanılıyor.264 

Bahadır Selim Dilek’e göre; ABD, işgalin ardından Irak’taki politik yapıyı 
dini ve etnik esaslar üzerine şekillendirmiştir. Irak halkını, Şiiler, Sünniler, Kürtler, Türkmenler ve Hıristiyanlar olarak ayırma yoluna gitmiş, politik yapılanmaların da dini ve etnik kimlikler üzerinde oluşturulmasına olanak tanımıştır. İlk dönemde İran faktörünü çok ciddiye almayan ABD, Şiilerin ön plana çıkmasına izin verirken, direnişi organize ettikleri, Saddam yanlısı oldukları gerekçesine dayanarak Sünnileri sistemden dışlamıştır. Ancak dini ve etnik ayırımlar üzerine kurulan politik sistem, bir taraftan Irak’ın parçalanmasına giden sürecin önünü açarken, diğer taraftan da gruplar arası çekişmelerin politik arenadan sıcak çatışmaya taşınmasına neden olmuştur.265 

İşte bu noktada, ABD’deki “iç denetim mekanizmaları” harekete geçmiştir. 
Dönemin ABD Başkanı George Bush, Kongre seçimlerini kaybettikten sonra, 
Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’i görevinden almış ve yerine eski CIA 
başkanlarından Robert Gates’i getirmiştir.266 Böylece, ABD’nin Irak politikasında değişime gideceğinin ilk işareti ortaya çıkmıştır. Bunu Irak Çalışma Grubu’nun, kamuoyunda Hamilton-Baker raporu olarak bilinen öneriler dizisinin yayınlanması izlemiştir.267 Fakat şu ana kadar hiçbir girişim sorunu çözmekte başarılı olamamıştır. Zaten 11 Eylül sonrası terörle savaşı başlatan Cumhuriyetçi Parti, Kasım 2008’deki başkanlık seçimlerini Barack Hussein Obama’nın liderliğini üstlendiği Demokrat Parti’ye karşı kaybetmiştir. ABD kamuoyunun seçimini Obama’dan yana kullanması, Bush’un politikalarının desteklemediğinin göstergesi olarak algılanmıştır. Obama seçimlerin ardından yaptığı ilk konuşmasında " Demokrasi, özgürlük, fırsat, umut " gibi ideallerin peşinde gideceklerini söyleyerek barıştan yana olduğunu ifade etmiştir.268 

Özetle ABD işgalinin ardından Irak halkının ABD askerlerini çiçeklerle karşılaması, Washington yönetiminin siyasi, ekonomik ve ticari anlamda 
beklentilerini karşılayacak bir hükümet kurulması, bütün dünyanın gözünde de ABD’nin Irak’a demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi getirmesi 
beklenmiş, ancak beklenen olmamıştır. Irak halkı, ABD askerlerini çiçeklerle karşılamadığı gibi ciddi bir direniş oluştuğu da gözlemlenmiştir.269 


Büyük Ortadoğu Projesi  

( ADIM ADIM PETROL BÖLGELERİNİ ELE GEÇİRME SAVAŞI )


Soğuk Savaşın bitmesi, uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemi beraberinde 
getirmiştir. Günümüzde, her ne kadar süper güç olma yolunda ilerleyen Çin, Rusya ve AB gibi güç merkezleri olsa, çok kutupluluğa doğru bir gidişin işaretleri gözlenmeye başlansa da halen Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın tek süper gücü olduğu, dünya düzeninin en azından askeri alanda tek kutuplu yapısını sürdürdüğü geniş kabul görmektedir. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin stratejik hedefi Sovyetler Birliği’nin güçlenmesinin önüne geçmek, “yayılmacı siyaset” izlemesini engellemek olmuştur. Bugün ise ABD’nin stratejik hedefinin, Amerikan çıkarlarına ve düşüncelerine hizmet eden uluslararası bir güvenlik ortamı yaratmak olduğu dile getirilmektedir. Merdan Yanardağ, Soğuk Savaş döneminde Amerikan ordusunun görevinin komünizmin yayılmasını önlemek iken, 11 Eylül sonrası ise ordunun görevinin, terörizmi yok ederek, demokratik barış bölgeleri oluşturmak olduğunu vurgulamakta, bunun için de Avrupa, Doğu Asya ve Ortadoğu’nun kilit bölgelerini savunmak ve savaş için gerekli yeni teknolojik dönüşümleri gerçekleştirmenin ordunun temel görevleri arasında yer aldığını belirtmektedir.270 

Ceyda Karan, bu yüzden de Neo-Conların (Yeni Muhafazakârlar) ve Başkan 
Bush’un ilk hedefinin, sistemli bir Ortadoğu projesi oluşturmak olduğunun altını 
çizmektedir.271 

Bu hedefler doğrultusunda ortaya atıldığı düşünülen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Kuzey Afrika’nın en Batıdaki ucundan Asya Pasifik bölgesine kadar uzanan oldukça büyük bir coğrafi alanı kapsamaktadır. ABD’nin proje kapsamına aldığı ülkeler, küresel güç merkezleri adı verilen ülkelerdir.272 BOP’un sınırları ABD Başkanı Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanlığını da üstlenmiş dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından 7 Ağustos 2003 tarihinde The Washington Post Gazetesine yapılan açıklamada “ BOP ile 22 Ülkenin hedef Alındığını ” Söylemesiyle dile getirilmiştir.273  ( DİKKAT  EDİLİRSE  BU ÜLKELER ZENGİN PETROL REZERVİ YATAKLARININ OLDUĞU BÖLGE  ÜLKELERİDİR )

İlk defa Ortadoğu Barış Süreci çerçevesinde Madrid’de Simon Peres tarafından dile getirilen bu proje, SSCB’nin yıkılmasıyla bölgede oluşan boşluğun başka güçler tarafından doldurulması veya “radikal İslamcı” grupların ön plana çıkması endişesiyle Neo-conlar tarafından da benimsenmiştir.274

     Büyük Ortadoğu Projesi’nin gündeme gelişinin arka planında 11 Eylül Saldırıları bulunmaktadır ki, bu saldırılar küresel terörizmin hangi boyutlara 
ulaştığını bütün dünyaya göstermesi açısından da önemlidir. Bir başka önemi de, o güne kadar klasik yöntemlerle yürütülen küresel terörle mücadelenin bir işe 
yaramadığının anlaşılmasını sağlamasıdır. Altuğ Günal’ın altını çizdiği “Sıtmadan kurtulmak için sivrisinekleri öldürmek yetmez; esas olan bataklığı kurutmaktır” 
uyarısından hareketle ABD açısından değerlendirilirse, ABD bu noktada “terörist üreten bataklıklar nasıl kurutulur” arayışları çerçevesinde BOP’a yönelmiştir 
denilebilir.275 

1995 sonrasında askıya alınan proje, Başkan Bush tarafından ilk defa 26 Şubat 2003’de “American Enterprise Institute”de Irak’a müdahale gerekçeleri 
esnasında, Saddam rejimi yıkılarak bu ülkenin de çağdaş demokratik değerleri kazanmaları ve Bağdat’ta kurulması olası demokratik rejimin bölge ülkeleri için 
“domino” etkisi yapacağı beklentileri altında gündeme getirilmiştir.276 Hatem Cabbarlı, bu tarihten itibaren daha yoğun olarak tartışılmaya başlanan Büyük 
Ortadoğu Projesi hakkında değerlendirmelerde bulunan bazı araştırmacıların, Büyük Ortadoğu Projesi’nin daha 1980’li yılların sonlarında, Sovyetler Birliği’nin 
dağılmasının kesinleşmesinden sonra hazırlanmaya başlandığını iddia ettiklerini, ancak bu projenin, “Joint Force Ouarterly (JFO) adıyla “National Strategic Studies” ve “National Defense University” tarafından Amerikan ordusu için çıkarılan derginin 1995 yılı sonbahar sayısında Büyük Ortadoğu (The Greater Middle East) adlı makalenin yayınlanmasıyla resmi bir şekilde açıklandığını ifade etmektedir.277 

Proje, ABD başkanlık seçimi sürecinde (ABD yöneticileri iç politikaya yoğunlaştıklarından) geçici olarak gündemden düşmüşse de, George W. Bush’un ikinci kez başkan seçilmesi ile birlikte yeniden gündemi işgal etmeye başlamıştır.278 Savaştan sonra 6 Kasım 2003’de, bu kez “National Endowment for Democracy” kuruluşunda yaptığı konuşmada Başkan Bush, artık Müslüman dünyasının demokrasi ile tanımlanma vaktinin geldiğini” öne sürerek, bundan böyle terörü besleyen siyasi, ekonomik ve kültürel sorunların da üzerine gidilmesi ve İslam coğrafyasında kurumsal bir yapılanmanın gerektiğini dile getirmiştir.279 Böylece, küresel terörle savaş stratejisi, İslam dünyasına demokrasi, insan hakları ve ekonomik refah getirilmesi amacıyla birleştirilmiştir. Başkan Bush, 20 Ocak 2004’de Kongre’de yapmış olduğu konuşmada, sınırları “Fas’tan Çin’e kadar uzanan büyük Orta doğu coğrafyasında zulüm veumutsuz luk  egemen olduğu sürece” ABD ve müttefiklerini tehdit eden hareketlerin ortaya çıkacağını belirterek, terörü besleyen ortamın değiştirilmesi gerektiğini vurgulamış280 ve proje’nin uygulanması için düğmeye basılmıştır. ABD’nin, G8’ler için “Çalışma Belgesi” başlığıyla 13 Şubat 2004 tarihli El Hayat Gazetesi’ nde dünya kamuoyunun ilgisine sunduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanma modeli ve hedefleri, Haziran 2004 G8’ler toplantısı ve NATO’nun İstanbul Zirvesi’nde resmen açıklanmıştır.281 

Büyük Ortadoğu Projesi, 21.yüzyıla damgasını vuran kavramlardan birisi olmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi, tüm Ortadoğu ülkeleri ile Orta Asya 


Cumhuriyetlerini kapsamaktadır ve temel hedeflerinden bazıları şu şekilde ifade edilebilir: 

1. Bölge ülkelerindeki rejimlerin ve yönetimlerin demokratik nitelik 
kazanması, uluslar arası sistem ile bütünleşmeleri. 
2. Global sisteme yönelik olarak, bu coğrafyadan kaynaklanan tehditlerin ortadan kaldırılması, 
3. Bölge ülkelerinde ekonomik kalkınmanın sağlanması, enerji 
gelirlerine  bağımlılığın azaltılması, halkın refah düzeyinin yükseltilmesi, 
4. Bölge enerji rezervlerinin, üretim alanlarının ve taşıma yollarının 
güvenliğinin sağlanması, enerji arzının ve enerji fiyat istikrarının sürdürülmesi, 
5. Ortadoğu Ticaret Girişimi’nin geliştirilmesi.282 


Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin en büyük demokrasi girişimi olarak 
görülen plan Ortadoğu ülkelerinde diplomatik, kültürel ve ekonomik önlemler içermekte; bu bağlamda, Ortadoğu’da siyasi özgürlüğü, kadınlar için eşitliği, eğitim olanaklarını ve dış dünyaya açılma imkânlarını geliştirecek adımların atılmasını öngörmektedir. Bunların yanı sıra Ortadoğu serbest ticaret bölgelerinin oluşturulması, küçük ticari işletmelere yeni mali kaynaklar sağlanması planlanmaktadır. Plan ayrıca, bölgede özgür seçimler, bağımsız medya, okur-yazar bir neslin oluşturulması için hedef ülkelere baskı yapılmasını da öngörmektedir. Yani amaç -ya da ortaya çıkacak durum- Şen’in deyimiyle “demokrasinin dışarıdan ihraç edilmesidir”.283 Çelik ve Gürtuna’ya göre de amaç, ABD’nin istediği, gerçekleşmesi neredeyse imkânsız olmakla beraber, hızlı bir demokratikleşme değildir. Çünkü ekonomik kalkınma ile desteklenmeyen demokratikleşme kısa vadede bölgedeki ABD karşıtlığını körükleyebilir ve bu durumda ABD karşıtlığına yol açabilir endişesi duyulmaktadır.284 

Bu noktada Bahadır Selim Dilek’in tespitleri oldukça ilginçtir. Dilek’e göre, 
Ortadoğu’ya yapılan son büyük müdahaleler yukarıdaki hedefleri açıkça ortaya 
çıkarmıştır. ABD, bu hedeflerine ulaşmak için, Ortadoğu’nun mevcut haritasının son kullanma tarihini çoktan doldurmuş olduğunu kabul etmektedir. Yani, ABD kendi elleri ile – büyük, küçük, genişletilmiş ya da daraltılmış hiç fark etmez – rahatça kontrol edebileceği bütün bir Ortadoğu yaratmak istemektedir. Başka bir deyişle ABD, arada İran ve Suriye gibi çıkarlarını zedeleyecek ülkelerin olmadığı, tamamen emrine amade bir Ortadoğu arzulamaktadır. ABD, karşısında adeta “hipnotize edilmiş bir Ortadoğu” görmek istemektedir.285 


 Büyük Ortadoğu Projesi’nin Yansımaları 


Plan taslağının Şubat 2004’de Londra merkezli El-Hayat Gazetesinde yayımlanmasının ardından Arap Liderler, sert tepkiler göstermişler ve Amerika’nın bu yöndeki çabalarını, “değişim dayatması'” olduğu gerekçesi ile eleştirmişlerdir.286 Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, planın “hayalci” olduğu yönünde bir açıklama yapmıştır. Le Figaro’ya konuşan Mübarek, “Dışarıdan dayatılan bir girişim insanlar tarafından reddedilir, bütün bölgede anarşiye yol açar. ABD’liler bu tehlikeyi anlayamıyor. Bu sadece Ortadoğu’ya hapsedilemeyip Avrupa ve ABD’ye de ulaşacak olan terörizmin eline koz verir, şayet aşırılık yanlıları kazanırsa demokrasiyi unutabilirsiniz” diyerek projeyi eleştirmiştir.287 Dönemin Filistin Başbakanı Ahmed Kurey ise Filistin sorunu çözülmeden Ortadoğu’da daha geniş demokratik reformlar yapılamayacağını belirtmiştir. Suudi veliaht Prensi Abdullah ile Pakistan lideri Pervez Müşerref de Müslüman ve Arap ülkelere dışarıdan dayatılacak bir reforma karşı olduklarını belirtmişlerdir. Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, Amerikan girişimini alaylı bir ifadeyle “Sanki Ortadoğu deneme tahtası olacakmış gibi gökten girişim yağıyor” ifadesini kullanmıştır.288 Müttefikleri arasında inanılırlığını ve güvenilirliliğini kaybettiği gözlenen ABD’nin bu yaklaşımının, kaçınılmaz olarak olumsuz tepkileri de beraberinde getirmiş olduğu söylenebilir. 

Serhat Erkmen bu noktada Wallerstein’a vurgu yaparak ABD’nin, 200 yılda kazandığı inandırıcılığını 1960’larda altın rezervini tükettiğinden daha hızlı kaybetmekte olduğunu söylemektedir.289 

Bu proje kapsamında ABD, Ortadoğu ülkelerine “Ilımlı İslam” modeli olarak Türkiye modelini örnek göstermiş ve bu yolla demokratik rejimlerin yayılmasının 
hedeflendiği belirtilmiştir. Ancak ABD’nin Türkiye’yi model gösterirken, bir yandan da reform yapılması gereken ülkeler arasında sayması, planın kendisiyle çelişen yönlerinden bir tanesini ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin “Ilımlı İslam” modeli olarak gösterilmesine Türk yetkilileri ve Türk kamuoyu tepki göstermiş, Türkiye'nin demokratik ve laik kimliğine vurgu yapılmıştır. 

Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Nisan 2004’te Harp Akademilerinde yapmış olduğu konuşma da: 

“Ortadoğu tasarısı bağlamında Türkiye'nin konumu ve oynayabileceği rol konusunda son günlerde çeşitli yorumlar yapıldığını görmekteyiz. Bu bağlamda, şu noktayı özellikle vurgulamakta yarar görüyorum: Türkiye, Büyük Ortadoğu tasarısının hedef aldığı ülkeler arasında olamaz. Bunun tersini düşünenler varsa, 
onlara bu anlayışlarını değiştirmelerini öneririm. Laik Türkiye'ye sözde "İslam Cumhuriyeti" tanımlaması getirmek, ya da “Ilımlı İslam” gibi anlamsız nitelemelerle kimi modelleri bilinçaltından benimsetmeye çalışmak yersizdir ve kabul edilemez. Bu öngörünün ardındaki gerçeği saptayabilmek için, Yüce Atatürk'ün söylemiyle “ Ufku görmek yetmez, ufkun ötesini görebilmek gerekir ”. “ Ilımlı İslam ” Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin rejimi olmadığına göre, önce devletimiz için yeni bir rejim öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
 “ Ilımlı İslam ” modeli, İslam dinini kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da, Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle “ İrticai ” bir modeldir. 

İşin ilginç yanı, bu modelin toplumları demokratikleştirmek için öngörüldü ğünün ileri sürülmesidir. İster “ılımlı”, ister “köktendinci” olsun, din  devleti ile demokrasinin yan yana getirilmesi tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır. Türkiye, rejim seçimini Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte 81 yıl önce yapmıştır. Bu rejim, Atatürk ilke ve devrimleriyle Atatürk Milliyetçiliği'ne bağlı, laik, 
demokratik, sosyal bir hukuk devleti temelinde biçimlenen aydınlanmacı ve çağdaş bir rejimdir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi, coğrafi yönden üniter devlet yapısını, yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini, siyasal yönden tam bağımsızlık ilkesini, ekonomik, toplumsal, kültürel, sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir. Türk Devriminin genel amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır. Devrimin temeli, amacına bağlı olarak laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır.” 290 sözleri Türkiye’yi “ılımlı 
İslam” modeli olarak değerlendirenlere bir yanıt niteliği taşımıştır. 

Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de 20 Nisan 2005’de yaptığı 
konuşmada; 

“Başta ABD olmak üzere küresel aktörlerin Ortadoğu bölgesini terörün 
kaynağı olarak gördükleri ve terör ve demokrasinin bir arada barınamayacağın dan hareketle demokratikleşme üzerinde durmaktadırlar. Bu nedenle Ortadoğu’ya ilişkin projeler geliştirmektedirler. Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi bunlar içinde en kapsamlı olanıdır. Proje 22 ülkeyi kapsamaktadır. Türkiye laik; demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye ne bir İslam devleti ne de bir İslam ülkesidir. Türkiye’yi model olarak göstererek; nüfusun büyük bölümü Müslüman olan ülkelerin kolaylıkla demokratik bir yapıya dönüşebileceği sonucunu çıkarmak yanıltıcı olabilir. Laiklik süreci yaşamayan, bu deneyime sahip olmayan ülkelerin demokratik bir yapıya kolaylıkla ulaşabileceğini söylemek bir iddiadan öte geçemeyebilir. Laiklik ilkesi, Türkiye’nin kilit taşıdır. Türkiye, bu nitelikleriyle “Türkiye Cumhuriyeti olarak model gösterilebilir. Ancak başka ülkelerin kabul edeceği bir Ilımlı İslam devleti modeline dönüştürmek istenmesi halinde bu yaklaşıma ulusça karşı çıkılacağı asla gözden kaçırılma malıdır.” 291 diyerek projeyi eleştirmiştir. 

Emre Kongar da benzer bir şekilde “Ilımlı İslam” anlayışının Türkiye Cumhuriyeti ’nin temelini oluşturan laiklik ilkesiyle çatışacağını öne sürerek, “Ilımlı İslam” modelinin laik düzenden geriye gidişi gerektirdiğini belirtmiştir.292 

Akademisyen Çağrı Erhan ise BOP’u ve ABD’yi şu şekilde eleştirmiştir: 

“İsmet Paşa, “büyük devletle münasebetler ayı ile yatağa girmeye benzer” dediğinde, dünyada hala iki kutuplu bir düzen vardı ve çeşitli konularda dengelere oynama, manevralar yapabilme dış politika olasılıkları halindeydi. Bugün ise, İmparator Bush’un “ilahi misyonunu” sorgulamaya kalktığınızda bile “çarmıha gerilme” tehdidiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Şer eksenine dâhil edilmeseniz bile, en azından asi devletsinizdir ya da sizden beklenen liderliği 
gösterememişsinizdir”.293 

ABD, Türkiye’yi “ılımlı İslam” modeli olarak gösterme yönündeki tutumunu İstanbul’da yapılacak NATO Zirvesi öncesinde değiştirmiş, Başkan Bush da gerek zirvede gerek zirve öncesi toplantılarda Türkiye’nin laik ve demokratik kimliğine vurgu yapmıştır.294 


254 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/2003/mart2003.htm, (30.12.2009). 
255 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/2003/mart2003.htm, (30.12.2009). 
256 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/2003/mart2003.htm, (30.12.2009). 
257 Uslubaş, 2005: 196. 
258 Armağan Kuloğlu, (2002): 11 Eylül Sonrası Değişen Dengeler Çerçevesinde Türkiye’nin Irak 
Politikası, Asam Yayınları, Ankara: ss. 11-12. 
259 Ayhan, 2006: ss.409-414. 
260 Onay, 2003:107. 
261 Serhat Erkmen, (2006): “Irak Nereye”, Stratejik Analiz Dergisi, Sayı:69, s.16. 
262 Arı, 2005: 718. 
263 Serhat Erkmen, Hasan Mazin, Şükür, S. (2003): “Irak’ta Direniş”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt:4, 
Sayı: 41, s. 22. 
264 Nihat Ali Özcan, (2004): “Irak’ta İstikrar Sorunu ve Türkiye’nin Gözden Kaçan Rolü”, Panorama 
Dergisi, Sayı:1, s. 12. 
265 Bahadır Selim Dilek, (2007): “ABD Irak’ta Çıkış Arıyor”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Sayı:133, s.12. 
266 “Gates’in İşi Zor”, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=204072, (25.12.2009). 
267 Dilek, 2007: s.12. 
268 “Obama’dan Zafer Konuşması”, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/10286495.asp, (25.12.2009). 
269 Bahadır Selim Dilek, (2006): “BOP Irak’ta Çöküyor”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Sayı:123, s.13. 
270 Merdan Yanardağ, (2004): Yeni Muhafazakârlar, Çivi Yayınları, İstanbul: ss.149-150. 
271Ceyda Karan, “Böyle Buyurdu Neo-Conlar”, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181878, (18.12.2009). 
272 Osman Metin Öztürk, (2005): “ABD, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, Yorum Dergisi, Sayı: 3, s. 6. 
273 http://www.iraqwatch.org/government/US/WH/us-wh-rice-wp_oped-080703.htm, (25.12.2009). 
274 Fevzi Uslubaş, (2005): İmparatorlukların Bataklığı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul: s.221. 
275 Altuğ Günal, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-M15.pdf, (30.12.2009).
276 http://www.aei.org/speech/16197, (25.12.2009). 
277 Hatem Cabbarlı, “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi: Kavramı, Anlamı, Amacı ve Türkiye’ye 
Yansımaları”, http://www.azsam.org/modules.php?name=News&file=print&sid=156#_ftn7, 
(30.12.2009).
278 Altuğ Günal, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-M15.pdf, 
(30.12.2009).
279Konuşmanın tam metni için bk. http://www.ned.org/events/anniversary/20thAniv-Bush.html, 
(18.12.2009).
280Konuşmanın tamamı için bk. http://www.presidentialrhetoric.com/speeches/01.20.04.html, 
(25.12.2009).
281 NATO Zirvesi’ndeki gelişmeler için bk. 
http://www.nato.int/docu/review/2005/issue4/turkish/art1.html (18.12.2009). Ayrıca bk. Uslubaş, 
2005: 221-222. 
282 http://www.americanprogress.org/kf/middleeastreport.pdf, (30.12.2009). 
283Mustafa Şen, (2008), “Büyük Ortadoğu ve ABD’nin Söylemleri”, 
http://www.stratejikboyut.com/haber/buyuk-ortadogu-ve-abdnin-soylemleri--28360.html, 
(25.12.2009).
284 Serkan Çelik, Anıl Gürtuna, (2005): Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’ye Etkileri, Global Strateji 
Enstitüsü Yayınları, Ankara: s.17. 
285 Dilek, 2006: 13. 
286 Çelik, Gürtuna, 2005: 65. 
287 Çelik, Gürtuna, 2005: 66. 
288 Cenap Çakmak, (2008), “Bush’un Dış Politikası ve Büyük Ortadoğu Projesi”, 
http://www.bilgesam.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=162:bushun-dpolitikas-ve-bueyuek-ortadou-projesi&catid=98:analizler-abd&Iltemid=135, (30.12.2009). 
289 Serhat Erkmen, (2004): “ABD, Büyük Ortadoğu ve Türkiye”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt:5, Sayı:52, s.17. 
290 www.belgenet.com/2004/sezer_140404.html (07.02.2008). 
291 Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün Harp Akademileri Komutanlığındaki Yıllık Değerlendirme Konuşması, 
http://www.tsk.tr/10_ARSIV/10_1_Basin_Yayin_Faaliyetleri/10_1_7_Konusmalar/2005/yıllık degerlendirme_200405.html, (25.12.2009).
292Emre Kongar, (2004), “ABD Ilımlı İslam ve Türkiye”, 
http://www.kongar.org/aydinlanma/2004/425_ABD_Ilimli_Islam_ve_Turkiye.php, (25.12.2009). 
293 Çağrı Erhan, (2005): “ABD ile Nereye”, Panorama Dergisi, Sayı:9, s.4. 
294 Çelik, Gürtuna, 2005: 55, İstanbul’daki NATO Zirvesinin ayrıntıları için; http://www.nato.int/docu/review/2005/issue4/turkish/art1.html (18.12.2009). 


3.Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEK ( TIKLAYINIZ  )