IRAK İŞGALİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
IRAK İŞGALİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2018 Pazar

28 ŞUBAT 1997 – 28 ŞUBAT 2012 = TÜRKİYE: CEPHE ÜLKE

28 ŞUBAT 1997 – 28 ŞUBAT 2012 = TÜRKİYE: CEPHE ÜLKE



Müyesser Yıldız
28 Şubat “kutlamaları”nda ağzı olan konuştu, fırsattan istifade TSK bir kez daha evrile-çevrile dövüldü. O süreçte ABD’nin etki ve katkısı ise itinayla gözlerden ırak tutuldu. Önce bu konuyu netleştirelim. Kaynaklarım da çok sağlam.
Birinci kaynak Şamil Tayyar (AKP Milletvekili) Kürt Ergenekonu adlı kitabında şunları yazdı:
“Daha hükümetin 3.ayında post modern darbe senaryosu olgunlaştırılmaya çalışıldı. ABD de bölgesel çıkarlarına aykırı gördüğü refah yol hükümetinin idam fermanını imzaladı. ABD Dışişleri, 30 Ekim 1996’da Ankara Büyükelçiliği’ne gönderdiği belgede, hükümeti devirmeye yönelik girişimlere kapıyı araladı. Belge, Wikileaks yayınları gibi Ankara’dan Washington’a gönderilen ve dedikodulara dayalı ham istihbarat notu değil, Washington’da karara dönüştürülmüş ulusal güvenlik belgesiydi. Belgede dönemin ABD Dışişleri Bakanı Warren Cristopher’in imzası var. Ankara’nın yanı sıra bilgi olarak Atina, Beyrut, Moskova, Sofya elçilikleri ile Cenevre, Nato ve BM Amerikan misyonlarına ulaştırılmış.”
Peki, o belgede neler yazıyormuş? Tayyar’dan okumaya devam edelim:
  • Türk Hükümeti’nin milli eğilimlerinden ve Başbakan Erbakan’ın ideolojisinden ilham alarak dış politikanın batıdan ayırılıp Arap ve Müslüman dünyasına doğru yeniden yönlendirilmesinden dolayı derin endişe içerisindedir. Kanaatimizce Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirmek konusundaki mevcut tutumu bizim milli menfaatlerimize aykırıdır, düşmancadır.
  • Türkiye, Birleşik Devletler’in anahtar stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunu gerçekleştirip sürdürmedeki başarımız, bizim milli menfaatlerimizi doğrudan etkileyecektir.
Devamda can alıcı ‘final’ cümle geliyor: “Türk askeriyesi, bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük çaba sarf etmesi için harekete geçmeye zorlanmalıdır. Bu konudaki aksiyon planlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.”!..
İkinci kaynağımız ABD’den. Daha Refah Partisi’nde iken ve sonrasında AKP’nin kuruluşundan beri sadece Gül ve Erdoğan değil, 28 Şubatın mimarı, Yahudi cesaret ödüllü bir diğer isim olan Çevik Bir’le de çok yakın biri… ABD derin devletinin think-tank’i CFR’in beyni, “Türkiye’nin dönüşümü” projesini baş mimarı, eski Büyükelçi Morton Abramowitz’den söz ediyorum. 28Şubat’ı bir de ondan dinleyelim mi?
“Washington, İslamcıların önderliğindeki bir hükümetten hoşnut olduğu şeklinde anlaşılabilecek herhangi bir şey yapmaktan kaçındı; ancak böyle bir hükümetle çalışılamayacağını da söylemek istemedi. Her şeye rağmen bu hükümet usulüne uygun olarak iktidara gelmişti ve ABD hükümetinin Ankara ile birlikte yürütülmesi gereken pek çok işi vardı. Kuzeyden Keşif Gücü gibi siyasal anlaşma zemini olan pek çok önemli meselede Başbakan Erbakan ile birlikte çalıştı. Ancak aynı zamanda RP’nin AB hükümeti ile münasebetlerinden siyasal fayda elde etmesini asgariye indirmek için uğraştı. Yine ilişkileri mümkün mertebe koalisyonun diğer partisinin lideri, aynı zamanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller ile yürütmeye çalıştı.”
Peki, ABD’nin bu yaklaşımı neye yaradı? Abramowitz’e göre, “TSK’nın nihayetinde 1997’de RP’yi sıkıştırıp , (yumuşak darbe) olarak adlandırılan bir girişim sonucunda iktidardan uzaklaştırmasını cesaretlendirdi, ya da en azından bu yöndeki hevesini kırmadı.”!…
Acaba ABD, RP’nin kapatılmasını nasıl karşılamıştı? Tecrübeli diplomat onu da şöyle anlatıyor:
“Amerikan hükümeti olanlar hakkında fazla bir yorum yapmadı; bu kararı protesto etseler de aslında rahatlamış olan diğer batılı ülkeler gibi, ABD hükümeti de kesinlikle rahatladı. Amerikan hükümet sözcüleri, anlaşılması zor nitelikte açıklamalar geliştirdiler. Bu açıklamalar, demokratik prensipleri savunmakla birlikte Türkiye açısından en azından kısa dönemde hiç bir pratik anlam taşımayacak nitelikte tasarlanmıştı.”
Abramowitz, “Amerikan tavırlarından hiçbiri erdemli olmayabilir; ancak dinamik bir İslamcı siyasal hareketi siyaset yapıcılar için gerçek bir ikilem teşkil eder.” itirafında bulunmayı da ihmal etmiyor.
TÜRKİYE’NİN MİMARLARI
Abramowitz’in “siyaset yapıcıları” dediği Türkiye’yi dönüştürenler kimlerdi ve ne istiyorlardı?
Kıbrıs’tan (daha 2000’de Rauf Denktaş’ın görevden ayrılmasının şart olduğunu söylediler) Irak’ a, Barzani Kürdistan’a ve PKK’ya siyasal çözüme, Yunanistan’dan Ermenistan’a ve Libya’dan Suriye-İran’a bugün dayatılan ne varsa işte onların gerçekleşmesini istiyorlardı. Abramowitz’in diplomatik ifadesiyle 90’ların sonunda vaziyet şöyleydi:
“ABD ve Türkiye daha karmaşık bir ilişkiye doğru gitmektedir. Bu ilişki genellikle işbirliği temelinde gelişir; Ancak kimi eski ve yeni anlaşmazlık konuları mevcuttur. Pek çok şey Türkiye’nin iç gelişmelerine ve AB adaylığı sürecinin nasıl ilerleyeceğine bağlıdır. Belirsizlikler daha önemlidir, çünkü Türkiye önümüzdeki 10 yılda büyük ölçüde değişebilir ve bu ülke yeni dünyada pek çok bölge ile önemli boyutlarda ilişkilere sahiptir. Açıkçası, Amerikalı yöneticiler Türkiye üzerine daha fazla yoğunlaşmak, belli konularda titizlikle Amerikan çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmak ve ara sıra ortaya çıkan farklı yaklaşımların üstesinden gelmek için çözümler üretmek zorunda kalacaklardır.”
Türkiye üzerinde yoğunlaşan ABD’lilere gelince; yine Abramowitz’den öğrenelim:
“Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra, Türkiye politikasının yöneticileri Başkan Bush ve Dışişleri Bakanı James A. Baker olmuştur. Uluslararası güvenlik işlerinden sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle (Karanlıklar Prensi), 1980’li yıllarda politikanın belirlenmesi ve uygulanmasında önemli rol oynamıştır. Clinton yönetiminde Avrupa işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke ve yerine geçen aynı zamanda eski Türkiye Büyükelçisi (1994-1997) Mark Grossman önemli politik kararların alınmasında süreci başlatan ve alınan kararları uygulayan kişiler olmuşlardır.”
Şu özet tespitlerden sonra siz birilerinin 28 Şubat süreciyle gerçekten yüzleşebileceğine ihtimal veriyor musunuz? Böyle bir şey en hafif ifadesiyle , “aslını inkâr” olmaz mı?
Bu yüzden kimse heveslenmesin, iş semeri dövmekten öteye gitmez, gidemez!
CEPHE ÜLKE OLMAMIZA 1996’DA KARAR VERİLDİ
Hoolbroke, Grossman dedik. Bunlara CIA’cı Alan Makovsky’i ekleyip hemen onun ağzından bu üçlünün Türkiye için ne planladığını aktaralım:
“Hoolbroke, 1996’nın başlarında Bakan Yardımcılığı görevini bırakmıştı. Daha sonra tüm bunların plana uygun olarak gerçekleştiğini ileri sürdü. Biz (Grossman ve Hoolbroke) yeni görevimize başladıktan kısa bir süre sonra oturduk ve soğuk savaş sonrası dönemde Türkiye’nin bizim için ne anlam ifade ettiğini tartıştık. White House ve Pentagon tarafından tamamen desteklenen yeni bir konsept geliştirdik. Buna göre, Türkiye batı için yeni cephe ülkeydi ve bu anlamda soğuk savaş döneminde Almanya’nın aldığı rolü alıyordu.”
Bu planları daha 1999’da yazan kimdi biliyor musunuz? ‘Yeni Türkiye’nin baş aktristlerinden Yasemin Çongar. (The State of Turkish- American Dialogue, Private View 3, no. 7)
Evet Bakan Yardımcısı Hoolbroke, Türkiye’yi sürekli “Cephe Ülke” olarak takdim ediyor, Mart 1995’te Kongre’de bir komitenin önünde Türkiye’nin önemini: “Avrasya Kıtası’nda ABD için önemli olan hemen her konunun kavşağında duruyor.” cümlesiyle özetliyordu.
HOOLBROKE- ERDOĞAN İLİŞKİSİ
Hoolbroke ‘un işi AKP iktidarında da devam eder. Başbakan Erdoğan Aralık 2006’da ABD’ye gittiğinde onunla özel bir görüşme yapar. Sonra Hoolbroke Şubat 2007’de Erdoğan’ın davetlisi olarak Türkiye’ye gelir, yine baş başa görüşürler. Hoolbroke buradan Erbil’e geçip Barzani’yle buluşacaktır. Gitmeden Erdoğan’la görüşmeleri hakkında şunları anlatır:
“Kürdistan’da bir bağımsız oluşum 1991’den beri var. Bir tür Tayvan’dır. Yani kendi parası, ordusu, bayrağı, okulları var; ama uluslararası tanınma yok. Gelişip huzur içinde yaşaması içinse Türkiye’ye ihtiyacı bulunuyor.”
Tayvan Modeli”nin konuşulduğu ortaya çıkınca Türkiye’de kıyamet kopar. Bunun üzerine Hoolbroke kendi açıklamasını yalanlar. Ama 12 Şubat 2007’de Washington Post’da şu makalesi yayınlanır. Lütfen “MİT Savaşı” başta olmak üzere bugünkü gelişmeleri düşünerek dikkatlice okuyun:
“Tarihteki olaylara rağmen Türkiye ve Irak Kürdistanı’nın birbirlerine ihtiyacı var. Kürdistan, Türkiye ile güneydeki kargaşa arasında bir tampon görevi görebilir, Türkiye ise her ne kadar teknik anlamda Irak’ın bir parçası olsa da, artık işlevsiz bir Bağdat yönetiminden etkin biçimde ayrılmış Kürdistan’ın koruyucusu rolünü üstlenebilir. Ayrıca Kuzey Irak, Türkiye’ye muazzam bir ekonomik fırsat da sunuyor. Tarihin akışını değiştirmeyi ancak vizyon sahibi liderler becerebilir. Charles De Gaulle ve Konrad Adenauer bunu Fransa ve Almanya’da yaptı, Nelson Mandela’ysa Güney Afrika’da. Irak’taki kriz nedeniyle Türkler ve Kürtlerin ortak çıkarlarını düşünmeleri gerekiyor. Her iki tarafın da etkileyici liderleriyle daha yeni yaptığım görüşmelerin ardından, bu kişilerin sadece bir krizle değil aynı zamanda bir fırsatla karşı karşıya olduklarını anladığını söyleyebilirim.”
SİLAH DEPOSU TÜRKİYE
Başbakan Erdoğan içeriyi 3×4 eğitim sistemi ve TÜSİAD kavgasıyla uğraştırırken bakın neler oldu:
– Fransa’da “İnkâr Yasası” Anayasa Konseyi’ne götürüldüğü gün “Ver Suriye- İran’ı, al İnkâr Yasası’nı mı?” demiştim. Suriye’nin dostları Tunus’ta toplandı. eşbaşkanlığı Türkiye ve Fransa paylaştı. Daha ortada fol yok yumurta yokken aylarca önce Fransa Humus’tan itibaren insani koridor kurulmasını istemişti. Humus karıştı, o koridor gündeme geldi…
Bu arada Fransa Anayasa Konseyi o yasayı iptal etti?!..
“Cephe ülke” Türkiye’ye hoş geldiniz!..
  • Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Türkiye’ye geldi; Gül, Erdoğan ve TBMM Başkanı Çiçek’le görüştü. İsrail’in İran’a saldırı hazırlığı yaptığının konuşulduğu, keza Barzani’nin “Kürdistan”ın uluslararası tanınması çalışmalarını yoğunlaştırdığı bir döneme denk geldi bu ziyaret. Bugün ne konuşulduğunu bilmiyorum; ama 2008’deki bazı gelişmeleri çok net hatırlıyorum. Mesela Ekim 2008’de BM’nin, Bazani yönetimi ile “Stratejik Ortaklık Anlaşması” imzalayacağı, bu anlaşma ile BM’nin “Kürdistan’a destek ve yardımda bulunacağı” açıklanır. Yani “uluslararası tanıma” faaliyetleri başlar. Sonra Mahmut Abbas, Barzani’ye resmi bir ziyarette bulunur. Barzani: “Abbas’ın ziyareti tarihi bir ziyarettir. İlk defa bir Arap ülkesinin lideri Kürdistan bölgesini ziyaret ediyor.” der. Bu da “Arap liderlerin, Kürtlerin bağımsızlığına engel olmayacağı” mesajı olarak algılanır. Acaba Mahmut Abbas o “mesajı” bir de Türkiye’ye mi getirdi?
  • Cumhurbaşkanı Gül’ün İngiltere, özellikle de Jack Strow’la çok yakın ilişkisi var. Öyle yakın ki Gül Başbakan, Strow Dışişleri Bakanı iken AB’ye gönderdiğimiz yazı veya raporlar en önce onun kontrolünden geçiyordu. Yakınlıkları halen devam ediyor; ki Strow’un artık resmi bir görevi olmadığı halde geçenlerde yine özel bir görüşme yaptılar. Gül’ün İngiliz Reuters Ajansı’na verdiği demeç aynı güne denk geldi. Daha bir ay önce Esad’a “Çek git, sonun Kaddafi gibi olacak.” mesajı veren Gül, bu defa Yemen Modeli çözümü öneriyordu.
  • Suriyeli muhaliflerin Fransa’da yaşayan liderlerinden Burhan Galyun, emperyalistlerin kendilerine vereceği silahların adresinin Türkiye olmasını planladıklarını açıkladı.
 Batı’nın “Cephe ülke”si Türkiye’ye hoş geldiniz!..
 Silivri’den kucak dolusu sevgiler,
 Müyesser Yıldız
3 Mart 2012
http://millidusunce.com/28-ubat-1997-28-ubat-2012-tuerkye-cephe-uelke/

24 Ekim 2016 Pazartesi

Çuval olayı'nın Perde arkası WikiLeaks'te





' Çuval olayı'nın Perde arkası WikiLeaks'te '

04 Nisan 2011 00:00














Yarım yüzyılı aşkın müttefiklik tarihinde ABD ile Türkiye arasında yaşanan en büyük kriz olarak tarihe geçen 'Çuval olayı'nın perde arkası yine gizli belgeler
T24 - Wikileaks'in Türkiye konulu belgelerini yayımlayan Taraf gazetesi, 4 Temmuz 2003'te dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson'ın Washington'a ilettiği kriptoyu yayımladı. Kriptoda ABD ile Türkiye arasında yaşanan en büyük kriz olarak gösterilen ' çuval geçirme olayı ' yer aldı. 


Taraf gazetesinde " Türkler Kerkük Vadisi'ni vuracaktı " başlığıyla yayımlanan (4 Nisan 2011) birebir çevrilen Wikileaks kriptosu şöyle: 


Türkler Kerkük Valisi'ni vuracaktı

4 Temmuz 2003’te Türk Özel Kuvvetleri’nin Süleymaniye’deki karargâhını basan Amerikan güçlerinin bunu niye yaptıklarının cevabı, ABD kriptolarına yansıdı: Bir Türk askeri de Kerkük Valisi’ni öldürme planının parçasıydı.

Taraf’ ın 30 mart çarşamba günkü sürmanşetinde “Çuval baskını ‘geliyorum’ demiş” ifadesi vardı. O gün yayımladığımız “WikiLeaks Belgeleri,” 22-23 Nisan 2003’te Kuzey Irak’ta meydana gelen olay sonrasında, Türk ve Amerikan Özel Kuvvetler komutanları arasında yapılan toplantının zabıt tutanağına geçen kararları da içeriyordu.

22 Nisan 2003 günü, Erbil’deki Özel Kuvvetler Komutanlığı Karargâhı’nda görev yapan Türk askerleri, “Türkiye’den gelen bir insani yardım konvoyuna eskortluk etmek üzere” gittikleri Kerkük’te gözaltına alınmış, ertesi gün de Amerikan askerî personeli eşliğinde Türkiye’ye gönderilerek, Irak’tan sınırdışı edilmişlerdi. Bir hafta sonra, 30 Nisan 2003’te yapılan askerî toplantıda, iki tarafın da altına imza koyduğu kararlarla, Irak’taki Türk askerî personelinin her zaman üzerinde kimlik ve üniforma taşıması gerektiği Türkiye’ye tebliğ ediliyor ve bu kurala uymayan askerlerin gözaltına alınacağı kayda geçiriliyordu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün “ültimatom benzeri” diyerek eleştirdiği ancak geçerliliğine kimsenin resmen itiraz etmediği bu kararların üzerinden iki ay geçtikten sonra, 4 Temmuz 2003’te, “Çuval Olayı” yaşandı.

Süleymaniye baskınında, ABD’liler Türk Özel Kuvvetleri’ne mensup, üçü subay, sekizi astsubay on bir Türk askerini gözaltına aldılar; bu askerlerin üzerinde üniforma ve kimlik yoktu.

Tabii, hadise iki taraf için de bu kadar “ basit ” değil. Süleymaniye olayı, Türkiye’nin toplumsal hafızasına, “ ABD’nin Türk askerlerinin başına ‘çuval’ geçirmesi ” olarak kazındı. Amerikan tarafı ise, Türk Özel Kuvvetleri’nin de katılımıyla Kerkük Valisi’ne yönelik bir suikast gerçekleştirilmesinin, ABD askerlerince son anda önlediğini savundu ve bu tezinden bugüne kadar vazgeçmedi.

Gerçek neydi? Ve “ Çuval Olayı ”nın yaşandığı günlerdeki ikili temaslar gerçeği ne kadar anlatıyordu? Taraflar birbirlerine neyi, nasıl söylemişlerdi? Bugün, bu soruların cevabını arayarak, “ WikiLeaks Türkiye Belgeleri ” kapsamındaki “çuval” telgraflarını dikkatinize sunuyoruz.

Elçilik, bu baskını Türklerden öğrendi

4Temmuz 2003’te “GİZLİ” ibareli, “Türkiye, Kuzey Irak’taki Özel Kuvvetler Personeli’nin Derhal Serbest Bırakılmasını Talep Ediyor” başlıklı, Büyükelçi W. Robert Pearson’ın onayıyla gönderilen telgrafı, ABD Büyükelçiliği Başmüsteşarı Robert Deutsch kaleme almış. Telgrafı aynen aktarıyoruz:
(1) Bağdat’ın da asgari düzeyde bilgilendirilmesi elzemdir.
(2) Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Vekili Baki İlkin, aktarıldığı üzere, Türk Özel Kuvvetleri’nin Irak’ın Süleymaniye şehrinde ABD güçlerince gözaltına alınmasını(telgrafın bu cümlesinde “reported” –aktarılan– ifadesi kullanılarak, gözaltı olayının bir olgu değil, bir iddia olduğu ima ediliyor) resmen protesto etmek için, 4 temmuz akşamı Başmüsteşar’ı(Robert Deutsch) davet etti.

150 ABD Askeri Türk karargâhında

İlkin’e göre, 4 temmuz günü saat 14:30 civarında, 150 ABD askeri, tesiste arama yapmak üzere Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetler Karargâhı’na geldi. Bu noktadan itibaren, Türk Özel Kuvvetleri’nin kendi üstleriyle iletişimleri engellendi. Tesisin dışındaki bir görgü tanığının, binanın arandığını, hatta altının üstüne getirildiğini, Özel Kuvvetler birim komutanının ofisindeki Türk bayrağının yırtılarak indirildiğini ve 18 Türk Özel Kuvvet mensubunun prangalanarak götürüldüğünü Özel Kuvvetler’e anlattığı anlaşılıyor. Bundan kısa bir süre sonra, ABD askerleri, Süleymaniye’deki Irak Türkmen Cephesi ofisine de gitmişler ve Türkmenler gözaltına alınmış. Başlarına çuval geçirilerek, prangalanarak ve kelepçelenerek götürülmüşler. Bu noktada, dışarıdaki görgü tanığıyla iletişim de kesilmiş. Dahası, Süleymaniye’deki Türkmen radyo istasyonunun yayını durdurulmuş.

Saddam’ın Fedaisi gibi davrandılar

(3) İlkin, her iki grubun da Kerkük’te bir cezaevine götürüldüklerini aktardı. Irak’taki Türk Özel Kuvvetleri’ne karşı başka hareketler de yapıldığına ilişkin teyit edilmemiş haberler olduğunu ilave etti ve bu haberlerin doğru olmadığını umduğunu söyledi. İlkin, Türklere davranılma biçiminin acınası olduğunu, Saddam’ın Fedaileri’ne de aynı böyle davranıldığını ve kuşkusuz bir müttefiğe davranma biçiminin bu olmaması gerektiğini söyledi.

(Irak’ta 1995’ten itibaren etkinleşen “ Fedayiin ” adlı paramiliter grup, Baas rejimine bağlı özel muhafızlardı. Irak Savaşı’nın 1 Mayıs 2003’te bittiği resmen ilan edilen muharip safhasından sonra, Haziran 2003’te “Yarımada Operasyonu” adıyla daha sınırlı bir harekât başlatan ABD askerleri, Fedayiin’in karargâhına girdiler ve birçok Iraklı milisi öldürdüler. Büyükelçi İlkin’in, Süleymaniye’deki olayı, ABD’nin Saddam’ın Fedaileri’ne karşı tavrına benzetmesi, “Yarımada Operasyonu”nun o an itibariyle “taze” olan kanlı imajına atıf yapması bakımından özellikle çarpıcı.)

“ Kerkük bugün kurtuldu ” dediler

İlkin, Türklerin bu tür bir eyleme girişilmesine kimin karar verdiğini bilmediklerini anlattı ve bu olgunun konuyla ilgili olup olmadığını bilmemekle birlikte, daha önce kendisiyle zorluklar yaşadıkları 101. Hava İndirme Tümeni’nden Albay (William)Mayville’in de 4 temmuzda, Süleymaniye’de olduğunu anladıklarını belirtti. İlkin, Türk hükümetinin daha önce Albay Mayville’in tavır ve hareketlerinden şikâyetçi olduğunu da kaydetti. Türk hükümeti, yetkililerle ve Ankara ile Washington arasındaki iletişim, tatil (ABD’nin Bağımsızlık Günü tatili) nedeniyle aksayacağı için, bu eylemin 4 temmuzda yapılmış olabileceğinden kuşkulanıyor. İlkin, Kerkük-Süleymaniye bölgesinde bazı şahısların “Kerkük bugün kurtarıldı” dediği haberleşmelerin tespit edildiğini de kaydetti. (Yorum: bunun, olaydaki Türk aleyhtarı niyeti teyit ettiğini ima ederek.)

“ Askerlerimizi Derhal bırakın ”

(4) İlkin, bu olayın şimdiden basına sızdığını (bunu teyit etmeyi başaramadık) ve Cumhurbaşkanı Sezer’le Başbakan Erdoğan’ın da haberdar edildiğini söyledi. Eğer sorunlarla derhal ilgilenilmezse, bu olayın, iki tarafın da yeniden sağlam bir zemine oturtmak için çalıştığı ABD-Türkiye ilişkisinde ciddi olumsuz yansımaları olacaktı. Türk hükümetinin, olayın çözüme kavuşturulması için, şu hususları da içerecek şekilde, hızla harekete geçilmesini talep ettiğini bildirdi:

— Gözaltına alınanların derhal serbest bırakılması,
— Olayın tümüyle soruşturulması,
— Kararın sorumlularının belirlenmesi ve gerekli tedbirin alınması,
— Soruşturmanın sonuçlarının Türk Hükumeti ile paylaşılması.

(5) YORUM: Büyükelçilik, iddia olunan bu olayı, Türk Genelkurmayı ve Dışişleri kaynaklarından 4 temmuz günü ikindi saatlerinde öğrendi. Konuyla ilgili herhangi bir faaliyet olup olmadığını askerî ve sivil kanallardan (EUCOM - Avrupa Kuvvetleri Komutanlığı, CENTCOM - Merkezî Kuvvetler Komutanlığı, ABD Dışişleri, OCPA - Bağdat’ta Saddam Hüseyin’in Cumhuriyet Sarayı’nda karargâh kuran ve o sıradaki başkanı ABD’li Paul Bremer olan Geçici Koalisyon İdaresi) teyit etmeye çalıştık. Olayı teyit edebilmemiz altı yedi saat aldı ve Büyükelçi Pearson (bakanlığa çağrılmamızdan hemen önce) Müsteşar İlkin’e, üzerlerinde kimlik ve üniforma olmadığı için sivil oldukları varsayılan 23 kişiyi gözaltına aldığımızı bildirdi.

Söyleyin, Türklere ne anlatalım...

(6) EYLEM TALEBİ: İlişkimiz açısından yaratabileceği ciddi potansiyel sonuçlar düşünüldüğünde, bu olayı mümkün olan en hızlı şekilde çözüme kavuşturmamız gerekmektedir. Ankara saatiyle 5 temmuzda (saat farkı nedeniyle Ankara’da günün Washington’dakinden yedi saat önce değiştiği gözönünde tutularak yapılan bir vurgu) Türk hükümetine vermek üzere mümkün olan en fazla ayrıntıyı içeren bir cevap talep ediyoruz. Bu adımı niye attığımızı çok hızlı bir şekilde, en somut ve mümkün olan en ikna edici ifadelerle Türklere anlatmamız gerekiyor. Enformasyonun hassasiyeti ve gizliliği düşünüldüğünde bu konudaki brifingi en uygun olacak kanallardan vermeliyiz.

İki sis bombası atıp içeri girdiler

WikiLeaks Belgeleri arasında “ Çuval ” konusuna ayrılmış ikinci yazışma ise, 5 Temmuz 2003’te yine Başmüsteşar Robert Deutsch tarafından kaleme alındığı anlaşılan “ GİZLİ ” ibareli telgraf. “ Türk Özel Kuvvetleri’nin Yakalanması Sınırı Kapatır ” başlığını taşıyan telgrafın tam metni şöyle:

(1) Bağdat’ın da asgari düzeyde bilgilendirilmesi elzemdir.

(2) Büyükelçi (Pearson), 5 temmuz sabahı Dışişleri Müsteşar Vekili Baki İlkin’le, Irak’taki Türk Özel Kuvvetleri’nin gözaltına alınması hakkında konuştu. İlkin, Kuzey Irak’taki ABD askerî yetkililerinin, kimliği belirlenemeyen bir grup Türk’ün gözaltına alındığını ve kimliklerinin belirlenmesi ve serbest bırakılmalarının diplomatik kanallardan istenmesi halinde bu kişilerin salıverileceğini, 173. (173. Hava İndirme Tugayı kastediliyor) ile ilişkili Türk İrtibat Timi’ne bildirdiklerini söyledi. İlkin, olaya karışan Amerikan biriminin cuma sabahı Kerkük’te binalara hücum eğitimi yaparken görüldüğünü anlattı. Bunu birkaç kez tekrar ettikten sonra, KYB (Kürdistan Yurtsever Birliği) güvenlikçilerinin eşliğinde, toplam kırk civarında araç içeren bir konvoyla Süleymaniye’ye doğru yola çıkmışlar. Türk Özel Kuvvetleri’ni barındıran binaya, içeri iki sis bombası attıktan sonra girmişler.

Kerkük Valisi’ne karşı bir Türk

(3) OCPA (Irak’taki Geçici Koalisyon İdaresi) yetkilisiyle görüşen Büyükelçi, kimliklerinin tesbiti durumunda şüphelilerin serbest bırakılacakları yönünde Türk İrtibat Timi’ne yapıldığı iddia olunan teklifi teyit edemedi. Bağdat’tan anlıyoruz ki, Türk Özel Kuvvetleri’nin bir mensubunun Kerkük Belediye Başkanı’nı (telgrafta böyle yazıyor ama kastedilen ‘belediye başkanı’ değil Kerkük Valisi) öldürme planının parçası olduğu iddiasına ilişkin soruşturma devam ediyor.

Habur Kapısı kapanıverdi...

(4) ABD askerî kaynaklarından, 10 Türk Özel Kuvvetler mensubunun daha gözaltına alındığı başka bir baskının da 5 temmuz sabahı gerçekleşmiş olabileceğinin işaretini aldık. Ayrıca, bu olayın bir sonucu olarak Türklerin Habur Kapısı’nı kapattıklarını ve silahlı muhafızlarla güvenceye aldıklarını da anlıyoruz. Türk Özel Kuvvetler Komutan Yardımcısı Tuğgeneral (Abdullah) Kılıçarslan üç otomobilde 16 kişilik bir heyetle, Kürdistan Yurtsever Birliği “Başbakanı” Barham Salih’le görüşüp durumu denetlemek üzere Süleymaniye’ye gidiyor.

TSK: Suikast iddiası saçmalık

(5) Anaakım Türk gazetesi Hürriyet bu sabah birinci sayfasında, bu olayla ilgili, ABD’nin suikast planıyla ilgili iddialarını da not eden bir manşet habere yer verdi. Başbakan Erdoğan olayı “fevkalâde üzücü” ve “kabul edilemez” diye nitelendirdi. Genelkurmay İkinci Başkanı General Büyükanıt, haberin maalesef doğru olduğunu açıkladı. Türklerin Kerkük Valisi’ni öldürmeyi planladıkları iddiasını ise saçmalık olarak nitelendirdi. Bir haber, Bakan (Colin) Powell’ın (Abdullah) Gül’e gereken herşeyin yapılacağını söylediğini duyurdu. Bir başkası, bunun sonucunda ABD yetkililerinin Türk ordusuna Irak’tan çekilmesi yönünde baskı yaptığını öne sürdü. Gazeteciler bir tepki için Büyükelçiliği sıkıştırmaya başladılar.

Bu iş pazartesi mutlaka bitmeli

(6) YORUM: 4 temmuz akşamı Dışişleri Bakanı Gül ile Dışişleri Bakanı (Powell), Genelkurmay Başkanı General (Hilmi) Özkök ile Avrupa Kuvvetleri Komutanı General(James) Jones arasındaki görüşmelere dayanarak, Türk yönetimi, Amerikan üst düzey yönetiminin bu olayı hızlı biçimde çözüme kavuşturmak için çalıştığına inanıyor. Bu beklenti ve haftasonu olmasının verdiği nisbî sükûnet, bu olayın bir sonuca ulaştırılması için kısa bir süre tanıyor. Ancak, eğer bu olay çözüme kavuşturulmaz ve Türk Özel Kuvvetleri pazartesi sabahına kadar serbest bırakılmazsa, ABD-Türk ilişkilerine ciddi biçimde zarar verecek ve çok geniş yansımaları olacak bir siyasi ve toplumsal tepki Türkiye’de hızla ivme kazanacaktır. Ankara Büyükelçiliği, bu meseleyi önümüzdeki kırk sekiz saat içinde çözüme kavuşturmaya katkıda bulunacak her türlü harekete hazırdır.

Manşetlere bakın, öfkeyi anlayın

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, 7 temmuz pazartesi sabahı Washington’a, Türk Özel Kuvvetleri’nin gözaltına alınmasına ilişkin olarak basında çıkan haberlere geniş yer veren bir telgraf gönderdi. Telgrafın başlangıcında, ABD’nin temsilcilikleri önünde gösteriler düzenlendiği ve Türk yetkililerinin giderek daha yüksek tonda açıklamalar yaptıkları kayda geçirildi. Telgrafın şu paragrafı, günün atmosferini hatırlamamıza yardımcı olabilir:

6 temmuzdaki başlıca Türk gazetelerinin manşetleri, 
–“ Çirkin Amerikalı ” (Milliyet): 
_ “ Bu Ne Biçim Stratejik Ortak ” (Radikal) buradaki basının genel tonunu yansıtıyor. 
Öfkenin büyük bölümü, birçok kişinin Süleymaniye’deki ABD operasyonunu yönettiğini varsaydığı Albay William Mayville’e yönelmiş durumda. Türkiye’nin en yüksek tirajlı gazetesi Hürriyet ’in birinci sayfasındaki bir başlıkta, “ Bu adama haddini bildirin ” ifadesi var. Sabah ise Albay Mayville’in Kuzey Irak’ta Türkmenler ve Araplara karşı sistematik olarak Kürtleri kayırdığına ilişkin bir “kanıt” listesini ayrıntılarıyla yansıttı.

Telgrafta ayrıca, gazetelerin, Süleymaniye baskınının Türk askerlerini Kuzey Irak’tan tamamen atma amacıyla düzenlendiğine ilişkin iddialarına da mesafeli bir dille yer verilmiş. Bir Hürriyet yazarının “ABD, Türk Özel Kuvvetleri’nin üç ay içinde Irak’tan çıkmasını istedi” diye yazdığı yine teyit edilmeksizin aktarılıyor. Süleymaniye baskınında, Celal Talabani liderliğindeki KYB’den gelen istihbarata dayanıldığına ilişkin haberler ile Cumhuriyet gazetesinin, Kürt grupların ABD’yi Türkiye’ye karşı kışkırttığını savunan yorumları da telgrafta yer almış. Sabah’ın, Washington kaynaklı haberinde, Süleymaniye baskınının ABD Dışişleri Bakanlığı, Beyaz Ev ve Irak’taki sivil yetkililerin bilgisi dışında gerçekleştirildiğini yazdığı; buna karşın, Radikal’den Murat Yetkin’in, olayla ilgili olarak Türk tarafına resmen bilgi verilmesinin geciktirilmesini, bu baskının yerel bir askerî inisyatiften ziyade, “ABD devlet politikasının parçası” olmasına bağladığı da, telgrafın Türk basınındaki çelişkili yorumlara verdiği örnekler arasında.

http://t24.com.tr/haber/cuval-olayinin-perde-arkasi-wikileakste/136878

.


15 Aralık 2015 Salı

1 KOYUP, 3 ALDIK MI.?



1  KOYUP 3 ALDIK MI.?



   Turgut Özal, ABD ile birlikte Irak'a girmeyi savunmuş, " Bir Koyup Üç Alacağız " demişti. Türkiye'nin kaçın kaçını aldığı, kısa sürede anlaşıldı. Daha vahimi, ABD gelip sınır komşumuz oldu. Her seferinde TBMM'den geçen tezkere ile görev süresi uzatılan Çekiç Güç himayesinde PKK gelişti. Irak'ın kuzeyinde Kürdistan'ın temelleri atıldı. Barzani hızla güçlendi.  Kürt Özerk Bölgesi'nin altyapısı o dönemde kuruldu.
 

Ve gelinen noktada bu bölgede şöyle bir tablo çıktı ortaya:


Irak'taki Kürt bölgesi, özerklikten öte bağımsızlığa doğru koşar adım gidiyor. Barzani yakınlarına bağımsızlık ilanı için 2014'ü beklediğini söylüyor. Türkiye, Barzani'nin bağımsızlığını tanımak için yeni anayasayı ve başkanlık sistemini bekliyor. Bu amaçla idari, siyasi, iktisadi, askeri, hukuki, psikolojik, toplumsal, kültürel altyapı büyük ölçüde hazırlandı. Buna direnecek güçlerin kolu kanadı kırıldı. Önemli bölümü düzmece davalarla hapse atıldı. Suriye'de de bir Kürt özerk bölgesi senaryosu dillendiriliyor. ABD diplomasisinde önemli bir mesaj verme biçimi olan, görüşme yapılan liderle birlikte fotoğraf çektirmek, yani verilen değeri göstermek, (Birlikte fotoğraf verilmezse ilişkilerde sorun var demektir) Barzani için defalarca uygulandı. Eş başkana ise Obama, elindeki beyzbol sopalı fotoğrafla mesaj verdi.

TURGUT  ÖZAL  CUMHUR OLABİLMEK ADINA NE YAPTI  İSE..!!!!  
BUGÜN AYNISI Nİ  DİĞER AKTÖRLER YAPTI. ( ORTADOĞU HALA  YANIYOR..)



Turgut Özal'dan Saddam'a Tehdit.,

Irak, silah için Batı’ya 20 yılda 320 milyar DOLAR ödemiş.



Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu'nun Kanaltürk'te yayınlanan Ceviz Kabuğu programında bu hafta Saddam Hüseyin'in idamı ve bölgedeki gelişmeler tartışıldı.




Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren önemli analizlerin yapıldığı programın konuğu "Körfez Savaşı" döneminin Başbakanı Yıldırım Akbulut oldu.

Avrupa ve ABD, yıllarca iktidarda tutduğu Saddam Hüseyin'e başta kimyasal ve biyolojik olmak üzere milyarlarca dolarlık silah satmış.
SADDAM’IN İŞBİRLİKÇİLERİNİN İPLİĞİ CEVİZ KABUĞU’NDA PAZARA ÇIKTI,

Irak, silah için Batı’ya 20 yılda 320 milyar DOLAR ödemiş

“AB’nin başkenti sayılan Belçika’nın bir şirketi Saddam’a kimyasal silah fabrikası kurmuş,  İsviçre’nin 12 şirketi Irak’a füze tasarımları yapmış ve malzemeler satmış”
“Alman şirketleri Bağdat’a patlayıcı üretiminde büyük destek sağlamış, İtalya, İngiltere ve Hollanda firmaları her türlü silah konusunda yardımcı olmuş”
Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun Kanaltürk’te yayınlanan Ceviz Kabuğu programında bu hafta Saddam Hüseyin’in idamı ve bölgedeki gelişmeler tartışıldı. Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren önemli analizlerin yapıldığı programın konuğu “Körfez Savaşı” döneminin Başbakanı Yıldırım Akbulut oldu. Konuşmasına Saddam’ın idamını onaylamadığını belirterek başlayan Akbulut, “Dünya kamuoyunu tatmin edecek haklı bir gerekçeleri yok” diye konuştu. Cevizoğlu programda, “Saddam kimin adamı idi?” ve “Hangi ülkeler Saddam’ı kullandı?” sorularına ışık tutan bilgileri açıkladı. Vaktiyle Saddam Hüseyin’le ortak çalışmalar yapan, ona kimyasal ve biyolojik silahlar satarak katliam yapmasına destek olan, tevşik eden ABD ve AB ülkelerini Fransız raporlarına dayanarak açıkladı. Sakınca görmemişler,

Bu bilgilere göre; AB’nin başkenti sayılan Belçika’nın bir şirketi Saddam’a kimyasal silah fabrikası kurmuş, kendisini demokrasinin beşiği olarak gören İsviçre’nin 12 şirketi Irak’a füze tasarımları yapmış ve malzemeler satmış, Alman şirketleri Saddam’a patlayıcı üretiminde büyük yardımlar sağlamış, İtalya, İngiltere ve Hollanda şirketleri Saddam’a her türlü silah konusunda yardımcı olmuş, malzeme vermiş ve fabrika kurmuş. Cevizoğlu ayrıca, kimyasal silah bulundurduğu gerekçesiyle Irak’a müdahalede bulunan Amerika iken, Bağdat’a füzeler için bilgi ve biyolojik silah satan şirketlerin de Amerikan şirketi olduğunu açıkladı ve sordu; “O zaman diktatörün ve sivil insanları öldürenin işbirlikçisi kim oluyor?” Akbulut Cevizoğlu’nun sorusuna karşılık, “Saydığınız ülkelerin diktatöre karşı oldukları işlerine geldiği sürece söylenemez” dedi.  Bu ülkelerin Irak’ın petrol gelirlerinden çıkar elde ettikleri sürece bu yardımları yapmada sakınca görmeyeceklerini de belirten Akbulut şöyle konuştu: “Senelerce uğraştığımız, mücadele ettiğimiz PKK’ya silahları kim temin ediyor? ”  Programa ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve  Dış Politika Enstitüsü Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hüseyin Bağcı telefonla katılarak konuyla ilgili şunları söyledi: “Dünya üzerinde silah satışı yapan ilk 10 şirketin 8’i Amerika menşei, 2’si de Batı menşeidir... 20 yıllık süreçte Irak’ın silah için Batı’ya verdiği para 320 milyar dolardır.”


Saddam’ı devirme fikri Turgut Özal’dan


https://www.youtube.com/watch?v=ME_sE1a2Sew

Programa telefonla katılan bir diğer isim 8. dönem Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal oldu. Özal, babası Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı sırasında dönemin Irak Başbakanı Taha Yasin Ramazan’ın Çankaya köşkünü ziyaret ettiğini ve ziyareti sırasında Özal’ı tehdit etmeye çalıştığını anlattı. Ahmet Özal, bu tehdit üzerine Turgut Özal’ın Ramazan’a, “Türkiye Cumhuriyeti topraklarına herhangi bir saldırı olursa, gelirim Bağdat’a seni de, Saddamı’da asarım!” cevabını verdiğini anlattı. PKK terörünün Özal döneminde başladığını hatırlatan Cevizoğlu Ahmet Özal’a, “Turgut Özal neden Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat’a ’seni de, Öcalan’ı da asarım’demedi?” diye sordu. Akbulut, Başbakanlığı döneminde Kuzey Irak’a müdahale konusunda o sırada Cumhurbaşkanı olan Özal ile fikir ayrılığına düştüklerini açıkladı. “Bir gereklilik yokken ne diye Kuzey Irak’a girecektik?... Kim bizden bunu istedi?... Amerika istese düşünürdük” diye konuşan Akbulut, o dönemde Amerika’nın Saddam’ı düşürmek gibi bir düşüncesi olmadığını söyledi ve James Baker’ın “Saddam’ı düşürürsek orada kaos olur, baş edemeyiz” şeklinde yaptığı açıklamaları hatırlattı. “Ben Irak’a girseydim Musul’u mu işgal edecektim, Halep’i mi alacaktım, Saddam’ı mı devirecektim?” diye konuşan Akbulut, istifa eden Genel Kurmay Başkanı Toruntay ile Kuzey Irak’a girmeme konusunda hem fikir olduklarını, fakat dönemin Cumhurbaşkanı Özal ile ters düştüklerini ifade etti. 
Türkiye  müdahil olmalı

Irak Cumhurbaşkanlığı Divanı Türkmenlerden Sorumlu Müsteşarı Muzaffer Arslan programa telefonla katıldı. “Aşiret havasında bir idam manzarasıyla karşı karşıya kalındı” diyen Arslan, Saddam’ın bugünkü durumuna acımanın doğru olmadığını fakat uygulama şeklinin yanlış olduğunu söyledi. Irak’ta vatan, millet ve insanlık mefrumu yok olmuştur “ diye konuşan Arslan, Irak’taki Türkmen soydaşlarımızın durumuna da değindi. Irak’ta 2,5-3 milyon civarına Türkmen bulunduğunu belirten Arslan, ” Güçlü bir Türkiye olsa, Irak’taki Türkmenlerde güçlü olacaktır “ dedi. Güçlü bir Türkiye’ye sığınmanın kendilerine güç katacaklarını ifade eden Arslan, bölgelerinin Kürt istilasında olduğunu belirtti ve ” Türk Devleti’nin müdahil olması gerektiğine inanıyoruz “ diye konuştu.

Pimi çekilmiş bomba atıltı

Programa telefonla katılan Emekli Kurmay Albay Ömer Taşçıoğlu ilginç açıklamalarda bulundu. Amerika’nın asıl amacının Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarmak ya da cezalandırmak olmadığını söyleyen Taşçıoğlu, asıl hedeflenenin Müslüman bir ülkenin elindeki gücü ve teknolojik alt yapıyı, İsrail’e tehdit teşkil etmesi nedeniyle yok etmek olduğunu belirtti. Yine telefonla programı arayan Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr Mehmet Çelik ise önemli bir tehlikeye dikkat çekti: ” Amerika tarafından bilinçli olarak İslam dünyasının bilinçaltı tetiklendi... Saddam, pimi çekilmiş bir bomba olarak Suniler ve Şiiler arasına bırakıldı. Terör, siyasi projenin bir ayağını, Öcalan’ın İmralı’da bulunması da bu projenin ikinci ayağını oluşturuyor. Öcalan, ayrılıkçı bir Kürt siyasal bilincinin oluşması için Türkiye’ye teslim edildi. Etnik çatışma çıkarılmaya çalışıldığı anda Apo’yu Türkiye’ye teslim eden güç, onu asın diyecektir. Öcalan, ilk Türkiye’ye verildiğinde ’halledilmesi’gerekiyordu. Ama hata yapıldı. Bundan sonra Öcalan’ı asmak, ikinci hata olacaktır. Dışarıdaki güç bunu istiyor. Yakında bu oyunu oynayacaktır.

ÖZEL NOTUMDUR;

SONUÇ? = 1 KOYUP 3 ALDIK MI? YİNE BİRİLERİ PETROL İÇİN.., BİZİM SİYASETÇİLERİ EVİRDİ ÇEVİR Dİ PETROL ÇIKARLARI İÇİN KULLANDI.. 24 SENE GEÇTİ HALA ORTADOĞU YANIYOR.. BU YANGIN BİZE DE SIÇRADIĞIN DA ANLAYACAĞIZ ALDIK MI? VERDİK Mİ.?




.