28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21



KİMDİR BU DERİN DEVLET? 

Derin devlet konusunda 'Milli Stratejik Konsept' adlı bir kitap yazan ve Çevik Bir tarafından mahkemeye verilip beraat eden eski akademisyen dostum Doç. Dr. Nurullah Aydın'ın 2000 sonbarında Çankaya'daki ofisinde anlattıkları, aslında “off the record” idi. 33. dereceden mason olan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in en önemli özelliği MİT'de Aydın gibilerle sivil yapılanma kurabilmesiydi. 

Demirel’le birlikte Aydın da tasfiye edildi; zaten anlattıkları intikam almak içindi. Aydın'a yazdığı kitapdan dolayı Genelkurmay Başkanı'nından kuvvet komutanlarına tüm üst düzey askeri kesim tebrik mektubu göndermişti. Eğer mektupları gözümle görmesem inanmam mümkün değildi. Devlet sırlarını ifşa etmekten altı yıl mahkûmiyet cezası ile yargılanan Aydın, beraat etmişti. Aydın'a göre Çevik Bir'in kendisi ile uğraşmasının nedeni derin devletin emriydi. 
Nurullah Aydın, eline kalemi aldı, panonun karşısına geçti ve derin devletin şemasını çizmeye başladı: 
“Hiyerarşik bir yapılanmaya sahip gizli örgütlenme 4000 kişiden oluşur. İş adamı, gazeteci, asker, akademisyen hepsi saygın güya laik Kemalist büyük bir gizli örgüttür. Askerler sanıldığı gibi Konsey'de çoğu zaman başkan değildir, üyedir. Emekli olduktan sonra büyük holdinglerde danışman sıfatıyla yüksek maaşa bağlananları araştırırsanız kimler olduğunu bulursunuz. 

Korkmaz Yiğit'in danışmanı Güven Erkaya ve Cavit Çağlar-Hayyam Garipoğlu'nun danışmanı Teoman Koman, Muhittin Fisunoğlu, Fenerbahçe Cumhuriyet'inden Atilla Kıyat bunlardan sadece birkaçı. 

Bu askerler TSK'yı temsil etmese de öyle görülür. Tüm MGK Genel Sekreterleri ile Nuretin Ersin, Tuncer Kılıç gibi derin devlet arasındaki askerler arasında direk ilişki olması düşündürücüdür. İlk defa Çevik Bir Genelkurmay 2. Başkanı olarak bu hiyerarşiyi bozdu ve başkanlığa adaylığını koydu. 
Bir, derin devleti yönetmeye çalıştı. 28 Şubat’ta aşırı çaba sarfetti. Esasen kararı verecek Konsey'in gizli başkanı Anadolu kaplanlarına savaş açan İstanbul dükalığının patronu, ülkemizin en zengin -Holdinginin sahibi Koç'tur. 

Koç’ların yanısıra, Sabancı, son yıllarda Karamehmetler, Kamuran Çörtük, tasfiye edilene kadar Uzanlar, Ayhan Şahenk-Doğuş Grubu, Eczacıbaşılar, Ulusoylar Konsey’de temsil edilir. 28 Şubat irticaya karşı mücadele 
değil, İstanbul dükalığına karşı ekonomik mücadele başlatan Anadolu kaplanlarını kafese sokma darbesidir. 5000 şirketin önü yeşil sermaye diye kesilmiştir. Bu grupların gazeteleri, derin devletin 28 Şubat operasyonunda provakasyonculuk yapmıştır. 28 Şubatla derin devlet, askerleri kullanarak Anadolu Kaplanı denilen ülkenin gerçek sahibi dindar kesimleri sindirmiş, Sebataycı sermayeyi rahatlatmıştır. 

Derin devletin liberal gazeteleri Hürriyet, Milliyet; sol eli Cumhuriyet kirli tetikçi sol eli Aydınlık, sağ eli ise kendileri bilmese de Akit-Vakittir. (Ahmet Hakan, 4 Aralık’taki köşe yazısında, 28 Şubat sürecinde Akit’den çıkmayan Albay’ın kim olduğunu sorguluyordu.) Sahte Profesör ve Kadiri Şeyhi Haydar Baş’a kurdurulan Mesaj ve Meltem Tv, Yeni Mesaj gazetesi derin devletin bilinen kirli sağ eliydi. Derin devletin gazetecileri tetikçilik yapar, ancak Uğur Mumcu gibi ileri gittiği için kalemi kırılanlar da olur. Necip Hablemitoğlu gibi ıskartaya 
ayrılanlarda. Bir dönem Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı tetikçilik yapar. 28 Şubat’ta olduğu gibi bir dönem gelir Dinç Bilgin'in gazetesi (geçmiş dönemde) Sabah'ın manşetlerini Sebataycı Çevik Bir sabah veya öğle toplantılarına katılarak atar. Hürriyet ve Akit'in bazı manşetleri taraflarından hazırlanır; biri gerer, diğeri tetiği çeker. Ülkücülere 1980 sonrası mafya görevi verilir ve yurtdışında suikastlar, darbeler ihale edilir. MİT'in derin adamları onları gizli operasyonlarda kullandığı için mutludur; ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayarak istihbarat yaparlar. Sebataycılar, hoşlanmadıkları Mehmet Eymür-Hiram Abbas-Korkut Eken-İbrahim Şahin, Hanife Avcı beşlisi Susurluk sürecinde çok yıprandığı için tasfiye ederler. Mehmet Ağar-Şengal Atasağun ikilisine bayrağı darbe ile devrederek yeni bir sayfa açarlar. Bu nedenle Susurluk'ta Abdullah Çatlı, daha sonra Yeşil tasfiye edilir; kullanılan eski tetikçiler Oral Çelik, Abdullah Argun artık yetim kalmıştır; vatanı için çalıştığını sanan aşırı heyacanlı gençlerdir, sonuçta hep kullanılarak paçavra gibi bir kenara atılmışlardır. Oysa bir dönem kara ticaret onlarla yürütülürdü, ancak nedense cepleri hep boştur. Mehmet Ağar, geleceğin parlayan gülüdür. Ağar, derin devletin joker adamıdır. 
Akademisyenlerde bu gruptadır, hata yapanın kalemi kırılır. Necip Hablemitoğlu gibi verilen görevde sapla samanı karıştıranların kalemi kırılır; düştüğü bataklıkta batar. Konseye üye 'Derin Akademisyenler' Atatürk ve laikliğin arkasına saklanarak ülkenin gerçek sahiplerinin önünü irtica safsatası 
ile tıkarlar. Başörtüsü, YÖK, İmam Hatip krizleri bir şal gibi, Konsey ve örgüt ortakları Sebataycı vurguncuların soygunlarını gündemden düşürür, üstünü örter. Ülkenin bankaları hortumlanırken gürültü çıkartırlar ve dikkatleri başka tarafa çekerler. 
Bankaları hortumlayanların çoğu Sebataycıdır ve derin devletin bilgisi dahilinde olmuştur. 2000 ve 2001 ekonomik krizlerini önceden haber alan baronlar yine köşeyi dönerken, vatandaş bir gecede %50 fakirlemiştir. Cumhuriyetimiz 19-23'de kuruldu, Ergenekon davasıyla geç de olsa 2008'de arınıyor. Derin devlet yapılanmasını, konsept, kadro, strateji ve yönetim anlayışı değişikliklerine göre, 1923 ile 1936, 1938 ile 1952, 1953 ile 1978, 1979 ile 1998 ve 1999 ile 2008 dönemlerine ayırmak mümkün. İttihat ve Terakki geleneğinin devamcısı bir ekip tarafından kurulan Türkiye'nin daha ilk yıllarında elit oligarşi, derin devletini kurmuş, zengin sınıfını seçmiş, köylü ile efendinin kimler olacağını belirlemişti. Bu süreç, 1936'da Atatürk'ün mason localarını kapatmasına kadar sürdü. Atatürk'ün mason tarafından zehirlenmesiyle İnönizm devri başladı. Tek parti döneminde CHP ve İkinci Adam diktası var iken, zaten derin devlete gereksinim yoktu. CHP, çok partili sisteme geçişi, demokrasiyi özümseyemedi. 

İkinci dönemde DP'ye karşı yaşanan hezimetlerden çıkış yolu bulamayan CHP'nin imdatına, NATO üyeliği ve Marshall yardımı yetişti. 1960 darbesini örgütleyenler düşük profilli subaylardı ve emir Washington'dandı. 

ABD'den gelen bir milyon dolarlık yıllık bütçe ile Ankara'da bir askeri binada 1974 yılına kadar faaliyetini başbakanlardan habersiz sürdürmüş olan 
Kontra'nın temel amacı, ülkemizi Sovyet’lerden gelen kızıl tehlikeden korumak ve siyasi balans yapmaktı. 

MHP ve Milli Selâmet'in kurdurularak siyasetin parçalanmasının ardında derinden koşan Faruk Gürler ve Muhsin Batur paşaların imzası vardı. 
Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin ilk kurucularından emekli albay İsmail Tansu, "Bunlar kendini milli vazifelerle yola çıkmış gibi gösterebilir ama faaliyetleri tamamen gayri milli. Yaptıkları Türkiye'nin çıkarlarına hizmet etmez." 
diyor ve kırılma noktasının 27 Mayıs darbesi olduğuna işaret ediyor.. İsmail Tansu, 1952-53 yıllarında Kore Türk Tugayı'nda savaşmış bir subay. Dönüşte, Tümgeneral Daniş Karabelen'le birlikte ÖHD'yi kurmuşlar. Daha doğrusu 
Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan daire, olası bir Sovyet işgaline karşı muharebe amacıyla ABD’nin desteğiyle kuruldu, ancak kuru faaliyetlerini bir sure ABD’den gizli yürüttü. Oysa iki kurucuda NATO’da eğitim almışlardı. Rıza Vuruşkan ve Eyüp Mater de kendileriyle birlikte hareket ediyor. Kıbrıs'taki direnişi sağlayan Türk Mukavemet Teşkilatı'nın da kurucularından. Kıbrıs İstirdat Projesi'ni hazırlayan kişi. 

Aynı zamanda teşkilatın Ankara'daki genel koordinatörü. 27 Mayıs darbesine kadar hem ÖHD'de hem de Teşkilat'ta üst düzey görevler aldıktan sonra 
darbecilerle ters düşerek 1961 yılında emekli olmuş. 2001 yılında, Mukavemet Teşkilatı'yla ilgili anılarına yer verdiği 'Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu' adlı bir de kitap yazdı. Tansu, 'Ergenekon, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantılarının olduğu birime verilen kod isimdir' tezine itiraz ediyor. "Bu, kesinlikle yalandır. Olsa ben bilirim. Ne bizim zamanımızda 1960'a kadar olsun, 60'tan sonra bugüne kadar olsun, benim yakından incelediğim, bildiğim Özel Harp Dairesi ile Ergenekon'un bir ilgisi yok." Daire'nin sivil uzantılarının sadece savaş dönemleri için eğitildiğini, eğitimlerinden sonra memleketlerine gönderildiğini, dosyalarının tutulduğunu ve bir savaş hali oluncaya kadar 'uykuda' kaldıklarını anlatıyor. Bunun haricinde hiç kimsenin kullanılmadığını, teşkilatlandırılmadığını ve başlarında birinin bulunmadığını öne sürüyor. Bugün kendilerine Ergenekon ismini veren örgütü değerlendirirken 27 Mayıs'la bağlantılar kuruyor. (Dönmez, 2008). 
1957'de Albay Turgut Sunalp'ında katılımıyla Kıbrıs'ta Rauf Denktaş ile Rumlara karşı sivil direniş örgütleme görevi veren bu kurum, operasyon finansını ABD'den almadığı için ülkemizin en zengini Vehbi Koç'un kapısını çaldı. 1970'lerde gençliğin Komunizme kayması, Türkiye'nin Brezenski tarafından Yeşil Kuşak kapsamına alınmasıyla aşıldı. Sunalp Paşa’nın kod adı ‘ Albay Rrgenekon’ idi, bu lakabı aynı kodu kullanan Alparslan Türkeş’ten devralmıştı. KGB'nin mantar gibi çoğalan sol örgütlerine ülkücü sağ örgütlerle cevap veren Kontragerilla, 30 bin insanımıza sokaklarda kıydı. 12 Eylül darbesiyle Ergenekon yeniden yapılandırıldı. Sağcı, solcu herkes devlet kurtarırken telef oluyordu, kazanan hep Ergenekondu. Siyasi iktidarlar muktedir olamıyordu. 

OPERASYONDAN İKİ YIL ÖNCE YAZDIĞIM ERGENEKON! 

Eski Ergenekon yapılanmasının yenilendiği süreci yakından takip edip, ihbar niteliği taşıyan onlarca köşe yazısı yazmıştım. İki buçuk yıl önce vardığım sonucu Yeni Ergenekon adıyla kaleme aldım. Derin devlet oluşumu, 3 Kasım 1996 Susurluk kazasından sonra bağırsaklarını temizleme yoluna giderken, 1999'dan 
itibaren bağırsaklarını bozacak yeni bir oluşumun içine sürüklenmişti. Yeni Ergenekon böyle doğmuştu. Ergenekon terör örgütüne yönelik operasyon yürüten savcı, 28 Şubat 2006'da yazdığım “Derinden koşan Kızılelma soslu yeni Ergenekon!” başlıklı eski bir yazıma, Ergenekon’un hackeri Erkut Ersoy’un 
bilgisayarında bulduğu için iddianamede değindi. Çünkü henüz buzdağının görünen yüzü ortaya çıkartıldı, diğer bir yüzüne bu yazıda yer verdim. Daha derin yüzlerini yazmaya benim bile cesaretim yetmiyor, çünkü tosladığımız isimler pek saygın, pek itibarlı ve oldukca zengin patronlar... 

Fikir babalığını İlhan Selçuk’un yaptığı oluşumun operasyonel komutanı; Emekli albay Hüseyin Mümtaz. MİT'in eski 2. adamı -eski Ergenekon’cular beğenmese de- Mikail Alpay, tarafından koordine edilen yeni oluşumun adı: Yeni Ergenekon. Devlet içinde aynı adı taşıyan güçlü bir örgüt geçmişte de vardı. Deniz 
kuvvetlerinden ayrılan Erol Mütercimler, "Ben ilk kez 1980'de varlığından haberdar olmuştum" demişti Ergenekon için. Can Dündar ile Celal Kazdağlı, belgeleri konuşturarak, 'Ergenekon' adıyla bir kitap (İmge Yayınları, Ankara) bile yazdılar... Kuvayı Milliye koalisyonu olarak ortaya çıkan sözde sivil toplum örgütü ismini kamuoyuna “Kızılelma Koalisyonu” olarak açıkladı. Bu müthiş yapılanmada kimler yoktu ki! 

Buzdağının su üstünde görülen kesimi şunlardı: Türksolu- Töre-Ufuk Ötesi-Yeni Hayat dergileri-Yeniçağ gazetesi- Gökçe Fırat, Yekta Güngör Özden, Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi-Av.Zeki Hacıibrahimoğlu, Şehit Aileleri Derneği-Saadettin Tantan, Yurt Partisi-Hanifi Altaş Yeni Hayat dergisi-Bedri Baykam, Ressam/yazar Arslan Bulut, Yeni çağ gazetesi -Prof. Dr. Cihan Dura Erciyes Üniversitesi İktisat Bölümü-Hüseyin Özbek Ufuk Ötesi gazetesi-Prof. Dr. Mustafa Erkal Aydınlar Ocağı- Prof. Dr. Tuncer Altuğ İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fak.-Metin 
Aydoğan, A.R. Müdafaai Hukuk Dergisi-Sevgi Erenerol Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi-Öner Yağcı Yazar- Hüseyin Mümtaz, Yeni Hayat-Mustafa Aykut Akşit, Kayseri Türk Ocağı-Yıldırım Koç, Türk-iş-Kemal Çapraz, Ufuk Ötesi-Doç. Dr. Yıldız Sertel iktisatçı/yazar- S. Kemal Ermetin, Töre dergisi.. Bu isimlerden bazıları zımmen bu oluşuma imza alınarak farkına varmadan sokulduklarını e-mail atarak bildirdiler, bu nedenle geçen iki yılda pek çoğu olayın farkına vararak geri adım attı.

Bazıları soruşturma başladı diye üzerilerine alınmasınlar, bu isimleri kendi web sayfalarından almıştım. 

Birde görünmeyen, ama varlığını aklı olan herkesin bildiği su altında duran ana kütle var ki, işte o kütlenin yoğunluğu aymazların oturdukları köşelerden asla hesaplanamazdı. Görünürde  her şey Türksolu dergisinin 21 Temmuz 2003 tarihli özel sayısına, yukarıda adlarını saydığımız kişilerin, yetkilisi oldukları kurumlar adına güya ülkenin itilmekte olduğu uçurumun önüne birlikte bir set çekme girişimi, ulusal bir tepki olarak başladı. Görünürde ABD ve AB düşmanlığı yaparak emparyalistlere karşı ulusal direniş başlattıkları iddiasında olmalarına 
karşın, asıl ortak hedef 3 Kasım 2002 seçimiyle iktidara gelen Ak Parti'yi ABD ve AB nezdinde küçük düşürerek hükümetten indirmekti. 

Emekli albay Hüseyin Mümtaz, Yeni Mesaj'daki köşesinde şöyle buyuruyordu: "Aynı TBMM hükümetinin Kurtuluş Savaşı esnasında Kuvayı Milliye’yi canlandırmak için Anadolu’ya gönderdiği -İrşad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj-Meltem TV ekibine, Yeni Hayat’a, Aydınlıkçılar’a, Hürriyet’ten Mümtaz Soysal, Cumhuriyet’ten Erol Manisalı’ya ve açıktan olmasa da – askere- büyük görev düşüyor..." Kıbrıs Türk Tarih Kurumu, Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı ve İLESAM üyesi olan Mümtaz'ın, çeşitli gazete (Hergün, Ortadoğu, Son Havadis, Günaydın, Birlik-KKTC, Yeni Mesaj) ve dergilerde (Töre, Türk Kültürü, Türk Yurdu, Türk Edebiyatı, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Tarih ve Toplum, Tarih ve Medeniyet, Yankı, Yeni Harman, Yeni Hayat) 
yayınlanmış beş bine yakın makalesi bulunuyor. Önce Yeni Hayat ve Aydınlık, sayfalarını birbirlerine açarak paslaşmaya başladı. Ardından birlikte paneller düzenlediler. Son safhada yanlarına Azerbaycan'dan profesörlük unvanlı Haydar Baş'ı da aldılar. Mümtaz, Baş'ı koalisyona katmak için çok dil döktü; Baş'ın 
Erbakan’la kıyaslanamıyacağı konusunda garanti verdi. Ergenekon'un siyasi kanadı, Maocu-Türkçü-Tarikatçı kimliklerine bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanması tavsayınca kendisini daha net ortaya koyacaktı. Ergenekon ideali tekrar hayata geçirilmeye çalışılırken, bu oluşumun bağlanacağı üst kurum konusu muallakta kaldı. "Adını ben verdim/Yaşını Allah versin" demekle olmayacağı anlaşılan Ergenekon'un, ABD güdümlü eski "derin devlet"in devamı mı olacağı, yoksa tamaman milliyetçi/ulusalcı yeni bir kimlikle mi kurulacağı  konusundaki belirsizlik sürüyordu. Son iki yıllık tarihçeyi çıkartmak polisin ve savcılığın işi. Uzun süren bir takipten sonra ulaşılan sağlam delillerle operasyon başlatıldıysa ve sorgulananlar çözülebildiyse, daha çok isme ulaşılacaktır. 

Her ne kadar bağımsızlık teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlandırsa da, kazın ayağı göründüğü gibi değildi. Ergenekon'un operasyon timinin başında başbakanlık danışmanlığı da yapan meşhur bir istihbaratçı vardı. Mikdat Alpay yeni oluşumu pazarlama gayretlerini sürdürüyordu. Oluşumun daha anne karnında iken ilk farkına varan Yenişafak gazetesi köşe yazarlarından Taha Kıvanç, henüz 30 Nisan 2001 tarihinde "Hayaller gerçek galiba" başlığı altında bir yazı yazdı. Yazı, Taha Kıvanç'ın eline geçen İstanbul, 29 Ekim 1999 tarihli, 
"Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" ile ilgiliydi. (Kıvanç, Nisan 2001) 
Taha Kıvanç, yazı ile ilgili aldığı tepkiler üzerine ertesi gün, 1 Mayıs 2001'de köşesinde aynı konuya devam etti. "Deli saçması sanmayın” başlıklı yazısında şöyle diyordu: "Sanki ben çıkarmışım gibi, ‘Bu Ergenekon da nereden 
çıktı?’ sorusuna cevap vermek zorunda kaldım. 

22. Ci BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 20

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 20



BAŞKA SÖZE HACET VAR MI? 

Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu’nun şu yazısı başka söze hacet bırakmıyor: “Haber şu: Danıştay davası sanıklarından Osman Yıldırım, Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları Veli Küçük'ten aldıklarını açıkladı… 
Veli Küçük emekli bir general… 
Albay olduğu dönemlerde ünlendi. 
Adı ilk kez Hanefi Avcı'nın Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadede duyuldu. Avcı, Küçük'ün Cem Ersever'le birlikte Susurluk'un, yani ‘devlet merkezli gayri meşru araç ve eylemler sistemi’nin jandarma ve asker ayağını organize edip, temsil ettiğini söylüyordu. 

İddialar zamanla belgelendi. 

Örneğin Küçük'ün Çatlı'yla defalarca telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıktı. 
Susurluk kazasında Çatlı'nın cesedini teslim alan ve gizli tutan Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük'tü… 
Devletin hazırlattığı Susurluk raporunda faili meçhul cinayetlerin baş ismi olarak bilinen Yeşil'in cep telefon numarasının Veli Küçük üzerine kayıtlı olduğu iddia edildi. 
Küçük, TBMM Susurluk Komisyonu'na ifade vermeyi reddetti… 
Tüm bu tartışmalara rağmen albaylıktan tuğgeneralliğe yükseltildi. 
2000'de emekli olduktan sonra adı yeniden siyasi olaylara karıştı… 
Türk Mafya Birliği'ni kurmaya çalıştı. 
2001'de Bakü'de Azeri basınına ‘Türk ordusu yardıma hazır’ tarzı beyanatlar verdi. 301. madde davaları sırasında iyice görünür hale geldi. 
Kuvayı Milliye Derneklerinin mitinglerinde boy göstermeye başladı. Hrant Dink'in davasına müdahil olmak üzere dilekçe verdi ve duruşma salonunda yer aldı. 
Ergenekon operasyonları sırasında tutuklanan ilk isimlerden oldu. 
JİTEM olarak bilinen ve adı faili meçhul cinayetlerle anılan bir resmi yapının kurucusu olduğunu Ergenekon hakimi karşısında kabul etti. 
Aynı soruşturma kapsamında Çanakkale ve Antalya'da tutuklanan gençler Veli Küçük'ten kimi kişilere yönelik infaz emri aldıklarını söylediler. 
Ve en nihayet, Danıştay bombaları konusunda tekrar baş aktör olarak karşımıza çıktı… 
Başka bir şey eklemeye, başka bir şey söylemeye gerek var mı? 
Bugünlerde başka Jandarma Alay Komutanı gündemde… 
Trabzon'da görevliydi Ali Öz ve Dink cinayetinin en çok konuşulan isimlerinden birisi... 

Ali Öz, savunulacak tarafı kalmayınca, Trabzon'dan alındı önce Bilecik'e, sonra Bursa'ya tayin edildi… 

Nasıl? 

Etyen Mahçupyan'ın, konu üzerine Taraf'ta çıkan yazısına birlikte göz atalım: ‘Hrant Dink cinayeti ile bağlantılı olarak Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde sıradışı iki beyanla karşılaştık. Sanıklar Veysel Şahin ve Okan Şimşek daha önceki yazılı ifadelerini reddettiler ve kendi üstlerini açıkça suçlayıcı bir biçimde konuştular. Şahin ve Şimşek Hrant Dink'in Yasin Hayal ve arkadaşları tarafından öldürülebileceğini 2006 yılının temmuz ayında Hayal'in akrabası olan Coşkun İğci'den öğrenmişler. 

Bunu şube müdürleri Yüzbaşı Metin Yıldız'a bildirmişler ama mesele haftalık rutin toplantılarında gündeme geldiğinde Albay Ali Öz konuyu sonra konuşacaklarını söyleyerek meseleyi kapatmış. Sonraki günlerde bu konuda hiçbir önlem alınmadığını gözlemleyen Şimşek yeniden Yıldız'la konuşmuş, ancak yüzbaşı, Şimşek'i başından savmış...’ 

Devam ediyor Mahçupyan: ‘Cinayet sonrasındaki soruşturmada Jandarma müfettişleri bu olayda Jandarma'nın hiçbir sorumluluğu olmadığına dair rapor vermişlerdi. Müfettişlerin böyle kolayca kandırılmasını mümkün kılan ortamın niteliği hakkında ne söylenebilir? Muhataplar mı çok zekiydi, yoksa Yıldız ve Öz'ün görev değişikliğini hayata geçirenlerin telkinleri mi kuvvetliydi? Sonuç birim amirlerini de aşan bir 'kasıtlı ihmalin' işlendiğidir... 

Bugün olan ise Ergenekon soruşturmasının genişleyen gölgesi altında Şimşek ve Şahin'in doğruyu anlatmalarını teşvik eden farklı bir ortama girilmiş olmasıdır...’ Başka söze, başka eke gerek var mı?” (Bayramoğlu, Mart 2008) 

KAYIP DOSYALARDAKİ JİTEM 

Tuncay Güney, 2001 yılında evinden alınan kayıp dosyalarla ilgili olarak, kendisini sorgulayan eski Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan’a verdiği ifadeleri ve bulunan dosyaları Taraf’a anlattı. 
Güney, uzun süre Taraf’a mülâkat vermemek için direndiği için bu haberi önemsiyorum. Çünkü Güney, hep Taraf’ı düşman olarak gördü, bir takım istihbaratlara çalıştığına inandı. 

Barıştıktan sonra Güney’e JİTEM ile igili açıklama yapması fikrini verdim. Güney, dosyaların Saçan tarafından birilerine verildiğini söyleyerek, bu dosyalar içerisinde yer alan ve Cem Ersever tarafından Veli Küçük’e verilen dosyanın Saçan’a sorulması gerektiğini ifade etti. 

Tuncay Güney’in 2001 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde, Organize Şube tarafından alınan ifadesini, o dönem Organize Şube’nin başında olan polis müdürü Adil Serdar Saçan, bizzat kameraya çektirmişti. 
Güney ifadelerinin işkence altında alındığını söylese de ortaya çıkan belgeler Ergenekon yapılanmasını ortaya çıkardı. O dönemde Güney’in evinde ele geçirilen belgelerin bir kısmı uzun süre bulunamadı.Bu belgelerin 
bir kısmı daha sonra bir ihbar neticesinde Gaziosmanpaşa’da bir depoda bulundu. 

Kayıp olan ve iki kasetten oluşan sorgu görüntüleri daha sonra Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılar tarafından Fatih Adliyesi emanetinde bulundu. Depoda bulunan belgeler arasında Tuncay Güney’in evinde ele geçirilen ancak Adil Serdar Saçan’ın özel arşivine koyduğu iddia edilen belgeler vardı. 2001 yılında gözaltına alınmadan evvel tüm belge ve dosyalarını ABD’ye, güvenli bir adrese de ulaştırdığını söyleyen Güney, Adil Serdar Saçan’ın elinde bulunduğunu iddia etttiği kayıp dosyalarla ilgili Saçan’a bu dosyaların sorulması gerektiğini söyledi. 

Güney kayıp dosyaların içerisinde Hizbuttahrir örgütünün yapılandırılmasından, eski vali Rıdvan Yenişen’e yapılan seks şantajına, Hayyam Garipoğlu, Korkmaz Yiğit’le ilgili dosyalara kadar birçok dosya bulunduğunu, Doğu Perinçek’e Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e ait makam aracının verilmesi olayının da bu kayıp dosyalar içerisinde yer aldığını anlattı. Doğu Perinçek’in Ergenekon örgütüne gönderdiği raporlarla ilgili dosyaların da kayıp olduğunu söyleyen Güney, dosyalar içerisinde İran’lı Simko, Tarık Ümit ve Yeşil dosyalarının yanı sıra Cem Ersever tarafından Veli Küçük’e verilen ve bir fotokopisi de kendisinde olan dosyanın da kayıp olduğunu söyledi. Bu dosyanın da diğer dosyalar gibi Saçan’ın tarafından bilindiğini ve ona sorulmasını istedi. Tuncay Güney, JİTEM’in kurucularından Cem Ersever’in Ankara’ya gitmeden önce Adapazarı’nda Veli Küçük’le görüştüğünü ve kendisinin istifa edeceğini Küçük’e söylediğini, Küçük’ün de Ersever’e “istifa etme” dediğini aktardı. Ersever’in daha sonra Ankara’da Hüsamettin Cindoruk ile görüştüğünü de ifade eden Güney, Ersever’in Küçük’e verdiği dosyalar içerisinde herkesin isminin olduğu, ‘JİTEM ve faaliyetleri’ isimli dosya var” dedi. Bu dosyanın yanı sıra personel dosyasının da olduğunu söyleyerek bu dosyaların şu an nerede olduğunun sorulması gerektiğini söyledi. Ersever’in Küçük’e verdiği dosyalar içerisinde numara sistemine göre isimlerin kaydedildiğini de söyleyen Güney, Ömer Lütfi Topal cinayetinin de bu dosyalarda yer aldığını ifade etti. Ersever’in verdiği dosyada Güneydoğu’daki ilişkiler ve yapılan çalışmaların da olduğunu anlatan Güney, itirafçıların nasıl devşirildiklerinin de anlatıldığını söyleyerek “şimdi Kanada’da aynı dosyayı sil baştan okuyorum” dedi. 

MİT’e çalıştığı tüm gazeteciler tarafından tahmin edilen Tuncay Özkan’ın tutuklanması beklenmiyordu. 
Tutuklanmadan önce Özkan, bir süre önce siyasi yaşamına Bağımsız Cumhuriyet Partisi’nde (BCP) devam etme kararı almıştı. Özkan, borçları nedeniyle zor günler yaşayan partinin genel başkanı Mümtaz Soysal’a “bu çatı altında siyaset yapmak istiyoruz. Kongreye gidelim” teklifinde bulunmuş ve olumlu yanıt almıştı. Özkan gözaltına alınmasaydı BCP Ankara’da olağanüstü kongreye gidecek ve Özkan’ı genel başkan seçecekti. 
Tuncay Özkan’ın yeni kanalı Kanal Biz’in Gültepe’deki ofisine yapılan baskında el konan CD’ler arasında, Özkan tarafından kurulan, Siyaset Okulu’nun İzmit Kartepe’de 1400 kişiye verdiği eğitim CD’leri de var. Eğitim verilen kişilerin çoğunluğu BCP üyesi. Eğitimlerde Özkan partililere eğitim, enerji, su ve kalkınma projelerini anlatmış. Okulda, Mümtaz Soysal ve Yaşar Okuyan da ders verdi. 

Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara’da gözaltına alınan ve Danıştay 12. Daire Başkanı Yücel Irmak’ın koruması olan Adnan Kılıçarslan, daha önce de eski ASAM Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ ile Yargıtay Savcısı Nuri Düzgün’ün korumalığını yaptı. Ümit Özdağ, son MHP kongeresinde Devlet Bahçeli’nin karşısına genel başkan adayı olarak çıkmıştı. Özdağ’ı, Bahçeli’nin karşısına Veli Küçük’ün çıkarttığı öne sürülmüştü. Küçük’ün telefon konuşmalarında, Özdağ’a 
verdiği destek de deşifre edilmişti. 
Danıştay’daki görevine bir yargıcın ölümü ve dört yargıcın yaralanmasıyla sonuçlanan Danıştay baskınından sonra, başladığı öğrenilen Kılıçarslan’ın, meslekten birkaç kez ihraç edilen Adil Serdar Saçan’ın Danıştay’daki dosyalarını takip etmek ve Saçan lehine karar çıkmasını sağlamakla suçlandı. (Taraf, 2008) 
İlişkiler derin, derine inildikçe pislik kokusu geliyor. 

HANİ NEREDE DIŞ İSTİHBARATLAR? 

Farklı bir kesimden, Vakit’den Abdurrahman Dilipak’ın Ergenekon’a bakış açısına yer vermezsek büyük eksiklik olurdu. Savcının değinmediği, kimsenin yazmadığı Ergenekon’un dış istihnaratlarla ilişkileri konusunda Dilipak şunları yazdı: “Bu Ergenekon işi, görüldüğü kadar basit bir iş değil. Bunun arkası çorap söküğü gibi gelir.. İşin içinde silah kaçakçılığı da var, eroin kaçakçılığı da, arazi mafyası da var, petrol kaçakçılığı da.. 

Kozmik belgelerin elden ele dolaştığı bir vadi burası.. Sınırları Türkiye sınırları ile sınırlı değil.. Kökü İttihat Terakki’ye kadar gider.. Ama en azından 1978’e gitmelisiniz bugünkü olayın iç yüzünü anlamak için.. Hatta 1971’e.. İşin içinde olmayan karar verici kimse yok gibi. 

Mesela 1 Mayıs’ın izini sürün, Şah’ın İran’ına kadar gidersiniz. SAVAK’ın bu işle ne alakası var demeyin. RCD, Cento, hepsi bu derin planın bir parçası.. İran’da duramazsınız, zaten Afganistan’a, Pakistan’a uzanırsınız. 

Beriye gel Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün. İsrail’in bu resimde ayrı bir yeri var.. 

Sovyetler’i alınca Balkanlar ve Kafkaslar’ı da işin içine dahil etmiş oluyorsunuz..

Bulgaristan’ın ayrıca özel ve önemli bir yeri var. Tabii Arnavutluk ve Romanya’nın da.. Çin doğrudan işin içinde olmasa da ‘Çinci’ler, ‘3. Dünyacı’lar sistemin bir parçası idi.. 

NATO zaten sistemde büyük oyuncu! Biraz Mısır’ı da katarız bu işe.. 

Bu Ergenekon işini, zamana yaymadan kısa sürede bitirmeniz gerekir.. Eğer zamana yayarsanız, bu kriz bölgeye yayılır.. O zaman da hiç toparlayamazsınız.. 
Şöyle bir ipucu vereyim: ‘Bizim iyi çocuklar’ Irak’ta, Suriye ve Lübnan’da, İran’da, Avrupa’da, Rusya (vd) operasyonlara gönderildiler, onların ‘iyi çocukları’ da burada ve diğer bölgelerde operasyonlara giriştiler.. Kanlı 1 Mayıs’ın arkasında SAVAK da çıkabilir mesela! Bu piyasada kimin eli kimin cebinde belli değil. Avrupa bir şekilde hesabı kapattı, defteri dürdü ama, bizdeki hesaplaşma devam edince, oradaki eski defterlerin de yeniden açılma riski ortaya çıktı.. 
Bizimkiler, ötekileri bu işe dahil etmeye çalışıyor. 

Ötekiler ise, bu işlerin bu şekilde uluorta tartışılmasından rahatsız. ABD, AB, NATO, bu işin kısa sürede halledilmesini istiyordu, gördüğüm kadarı ile. Hükümet bu işten çekindi, hep topu taca attı. Ama sonunda bu pimi çekilmiş bombayı kucağında buldu. 

Bu iş öyle 3-5 savcının altından kalkacağı bir iş değil. Ele geçen belgeler şimdilik, çok sınırlı bir zamanı, mekanı, kişileri kapsıyor. Peki, ana arşivlere ulaşılırsa, ana depolara ulaşılırsa ne olacak? Suriye yönetimi ve istihbaratı da, İsrail yönetimi ve istihbaratı da, Alman, Amerikan, İtalyan, Fransız yönetimi ve istihbaratı da bundan rahatsız olur. İşin içinde Masonlar da var, Tapınakçılar da, illuminati de, herkes, olmayan yok ki! Apo, muhaberattan habersiz mi kaldı Bekaa’da! 

Bizim birçok siyasi liderin kariyeri yara alır. Dini önderler, büyük iş adamları vs.. 

Kontrol dışı unsurlar, ‘Merkez’den umudu keser. ‘İş başa düştü’ diye, durumdan vazife çıkartacak olurlarsa, bütün bu bölgede istihbaratçılar arası iç savaş başlar. Burnuna yumruk yiyen başbakandan, ‘bizim çocuklar’dan ‘iyi çocuklar’a kadar birçok kişi susturulabilir.. Birileri sıranın kendine geldiğini, ya da eylem arkadaşının konuşacağını farkederse, düşünürse eski iş ortağının kafasına silahını dayayabilir. 

Gizli arşivler imha edilirse bir dert, ele geçse bir başka dert. 

Ama asıl büyük dert bu işin fazla uzaması.. Bakın yakında karşı informasyonlar gelebilir. Gördüğüm kadarı ile Almanya sıkıntılı. CHP’nin Alman vakıfları ile ilişkisi filan, öncü sarsıntılar. Mafia hesaplaşması vesilesi ile İtalyanların da başı sıkışacak. İşin Türkiye ayağı, İtalya’dakinden de büyük ve sıkıntılı. 
‘Temizeller savcısı’ bile zor kalkar bu işin Türkiye ayağının içinden. Bakın son olarak Papa suikastında Ağca’nın kullanılmasının STASİ’nin planı olduğu yazılıp çizilmeye başlandı. Almanya’da yayımlanan Der Spiegel dergisi, eski Doğu Almanya istihbarat teşkilatı STASİ’nin Mehmet Ali Ağca’nın Papa 2. Jean Paul’e yönelik başarısız suikast girişimini Türk ülkücülere mal etmeye çalıştığını iddia etti. Ben yine aynı şeyleri söylüyorum: Petrol ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi para kaynaklarını kesin. Örtülü KİT’leri, derin devletin taşeron firmalarını, gazetelerini tasfiye edin. Silah depolarını kontrol altına alın, arşivleri ele geçirin, tetikçileri değil, derin devlet baronlarını yakalayın. TSK ile bu işin bağının kesilmesi gerek. Bu yapının Media, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK içindeki bağlarının kesilmesi şart. Sonra 50-100 kişi neyse tepedekiler dışında para ve silahlarını teslim eden ve pişmanlık duyanları şartlı şekilde serbest bırakın. Bu işte geç kalınıyor. Eğer böyle giderse, gün gelir olaylar bir patlak verirse arkasını zor toplarsınız. Birçok 
ülkede bombalar patlar, silahlar konuşur, çok kişi bu işten zarar görür. 

Sanıyorum biz Ergenekon’u gözümüze fazla yaklaştırınca, arkasında bir ormanı kaybediyoruz.. Bu, soğuk savaştan kalma, ABD’nin başımıza bela ettiği bir örgüt. Şimdi işleri bitti, kontrol dışına çıktılar, Sam Amca artık tasfiye edilmesini istiyor ama, bu güç buna direniyor. Aslında bu yapının kökleri bizde İttihat Terakki’ye kadar dayanıyor. Osmanlı’yı bu yapı ile çökertmediler mi? 3 yıl iki ayda bir imparatorluğu tasfiye ettiler. Biz o kadar sürede, Etibank’ı bile tasfiye edemedik. Bakın bunların gözü dönmüş. Zamanında kan hesabı yapmamışlar mıydı, 28 Şubat’ta? Saçan Kömürcü’ye ne diyordu: ‘Bizim birimiz onların ellisini haklar.’ Eski polis şefi ile gazeteci böyle düşünüyor! Ha, Avusturya seçimlerinin sonuçlarını biliyorsunuz değil mi? Radikal sağın oy toplamı, en büyük blok’u 
oluşturuyor. Avusturya’da Ergenekon kazandı, anlayacağınız. Ergenekon davasında gelişmeler böyle devam edecek olursa, Avrupa’da ve Türkiye’de görülen, görülmekte olan, faili meçhul kalmış, üstü örtülmüş bir çok dava tekrar açılmak zorunda kalabilir. 

Bu işin Şangay Platformu’na kadar uzanması mümkün. Çin ile Rusya, yani BÇG gösterip Doğu Çalışma Grubu oluşturmaya çalıştılar. Ateş Paşa boşuna İran ve Rusya’nın adından söz etmedi bir zamanlar. Batı biraz da bunun için Ergenekon operasyonu konusunda sessiz! Bu arada EPDK’nın petrol usulsüzlüğü ile ilgili cezaların tahsili yönünde adım atması da önemli.. Petrol kaçakçılığı, kamuya eksik satış, solvent, bozuk yemeklik yağın mazota katılması gibi daha birçok ayağı var. Yani petrol işi derin. %20 değil, toplamda %40’ı bulan bir kara sektör. 

Bizim bu işlerle ilgili tek şansımız, sistem içi güçlerden bir bölümünün artık bu işin böyle gitmeyeceğini görmesi ve yarın bu işin daha tehlikeli bir hal alacağını görüp, tasfiyeye razı olması. Öte yandan yapı içinde görünürde, sağ, sol, Kürt, Türk, dindar görünen, ateist, herkes bu yapıda olmasına rağmen, sokakta vuruştursalar da, merkezde bir araya gelip kadeh tokuşturabiliyorlardı. Maksat vatan kurtulsun. Kontrollü bunalım stratejisi dedikleri şey! Şimdi bir sürü 1 numara çıktı. Kendi aralarında kanlı bıçaklı oldular. El altından birbirleri 
aleyhine bilgi sızdırıyorlar.. Birileri bu işten yakasını sıyırmaya çalışırken, birileri, tehditle ve şantajla bir yerlere varmaya çalışıyor. Kimi aldatıldıklarını düşünüyor, kimi suçluluk psikolojisi ile karanlık hesaplaşmaların faturasını eski iş ortağına yamamaya çalışıyor. Yani kendi aralarında da bir iç savaş var. 
Önemli olan da bu. Ne olursa olsun, bu işlerin artık daha fazla böyle gitmeyeceği anlaşıldı. Bu önemli. Şimdi herkes kendini ve ekibini kurtarma çabasında. Birtakım baronlar ise kendilerine dışarıdan sığınacak ülke, örgüt arıyor sanki. Ve zaman kazanmaya çalışıyorlar. Dikkat. Şimdi daha tehlikeliler. Bu yapı tasfiye edilmez değil, ama dikkatli olmak gerek. 

Operasyondan önce strateji ve takdiklerin iyi hesaplanması gerek. Nihai hedefin iyi belirlenmesi gerek. Bana kalırsa hükümet, bu işi açık açık ABD ve AB ile görüşmeli. Soğuk Harbin başımıza bela ettiği bu yapının tasfiyesinde bilgi ve belge değişimi olmalı. Kertenkelenin kuyruğunu bırakın, gövdesi nerede ona bakın! Bayram sonrası piyasa kızışacak gibi..” (Dilipak, Ekim 2008) 

21 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 19

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 19



MOSSAD bu dönemde çok etkin diye ne Ataklı'yı nede işinden kovulup ABD’de Yahudi Strateji merkezlerinde iş bulan Genelkurmay andıçlı gazeteciler Cengiz Çandar ve mesleğin duayeni Mehmet Barlas'ı bir istihbarata yazabilirsiniz. 'Emret Komutanım' kitabını okuduktan sonra MİT elemanı olduğundan kuşkulandığım ve doğrusu yıllardır yabancı servisler ne diyor gözüyle okuduğum Mehmet Ali Birand, 28 Şubat döneminde Genelkurmay tarafından andıçlanınca, yanıldığımı anladım. Birand’ın Ermeni kökenli olması onu ajan yapmaz, ama Küçük gibilerin kara listesine düşebilir. Ahmet Hakan, Taraf gazetesi yazarı, The Economist 
temsilcisi, geçmişte bir çok saygın yabancı medyaya çalışmış gazeteci Amberin Zaman'ın yabancı istihbarat elemanı olabileceğini kibarca yazdı. Zaman, cevabi yazısında, babası Bangladeşli, kocası Erivan'da görevli bir Amerikalı diplomat olduğu için bu iddianın çıkartılmasından üzgündü. İyi gazeteci olmayan bu kadar saygın kurumlarda çalışamaz, kapıya hemen koyarlar. Kocası Amerikalı CIA veya diplomat diye suçlanan diğer gazeteciler Taraf gazetesinden Yasemin Çongar ve ünlü darbe ihtimali yarı yarıya ve Hudson skandalı mimarı Zeyno Baran. MİT servis haberlerin en yoğun olduğu Doğan medyasıdır. Buda normaldir. Harp Okulu'dan solcu olduğu için ayrılan Hürriyet'in yıllanmış gazetecisi Metehan Demir'in sık sık asker ve MİT istihbarat kaynakları kullanması gözümden hiç kaçmaz. Eski bir Deniz subayı iken atılan Ali Kırca'nın 28 Şubat sürecinde adı ' Düğmeci Paşa' idi. Radikal gazetesinde İstihbarat şefliği yapan, artık öğretim görevlisi bir akademisyen olan dostum Deniz Zeyrek, bence Anklara'nın en derin gazetecisidir. 40 yıllık gazeteci Sedat Ergin, Murat 
Yetkin, Enis Berberoğlu ve Muharrem Sarıkaya'nın Ankara'da istihbarat kaynakları edinmesinden doğal bir şey olamaz. Ergenekon kitabını yazması için Emniyet'den bilgi sızdırıldığı için yargılanan Star gazetesi Ankara temsilcisi Şamil Tayyar'ı, 2. Cumhuriyet söylemi nedeniyle yaftlanan Ahmet ve Mehmet Altan kardeşleri hiç saymıyorum. Liste uzayıp gidiyor. Ülkemizde ajan gazeteci yoktur demek istemiyorum. Yeni Formu çıkaran Aydın Yalçın gibi Amerikan NED’den yüz bin dolar aldığını bunu da totaliter rejimlerle mücadele ederek demokrasiyi yerleştirmek için yaptığını itiraf edenler çıktı. CIA, 1996 yılına kadar 400 gazeteciyi ajan olarak saflarına katınca 1996 yılında ABD Kongresi yasa çıkardı ve CIA'in gazeteci kullanımına yasak getirdi. 2003’de Irak savaşını desteklemek için para verilen 50 gazeteciden beşi Türkiye’de idi, biride Ertuğrul Özkök’tü diyen Eymür belki de yanılıyordur. Gazeteci, haber toplarken "önemli ve saygın" kişilerle görüştüğü gibi, "kanunsuz ve seviyesiz" kişilerle de irtibat kurabilir. Aynı yöntemler MİT için de geçerlidir. Temelde bir devlet ajanının ve gazetecinin yaptığı iş aynı. Her ikisi de bilgi peşinde koşar. Ancak hizmet ettikleri kişiler farklı! Demokratik bir toplumda gazetecilerin görevi devlete hizmet etmek değil devleti eleştirmektir. Sorun, kaynaklarının etkisinde kalan gazetecilerin sunduğu açık istihbaratların şaşırtıcı olmasındandır. Ankara gazetecileri ile İstanbul 
gazetecileri aarsındaki bariz farklar vardır. ABD'den dönüşünde Aslı Aydınbaş, gazetecilerin bildiklerinin yüzde 20'sini yazdığını, yüzde 80'ini sakladığını hayretle görmüştü. Bunun nedeni, tam tersi olsa o gazeteciye kaynakları bir daha bilgi aktarmazlar, gazetecilik yapamaz. Ankara, son 10 yıldır büyük devletlerin ana istihbarat üssü haline geldi. Gazetecilik yapanlar mutlaka yabancı misyonlarda görev yapan bu casuslarla karşılaşır, konuşur, bilgi alır. Yabancılar, Türkiye'yi çözmekte zorlandıkları zaman gazetecilerden kibarca açık istihbarat 
mahiyetinde bilgi rica ederler. Bu alış veriş şeffafdır, haber için karşı taraftan bilgi akışının sürmesi için gereklidir. Bu gerçeği bildiklerinden dolayı, MİT ve diğer istihbarat servislerimizin istihbarata karşı koyma faaliyeti için medya içine sızması kaçınılmazdır, engellenemez. 
Eymür, MİT gazetecisi var mıdır merakımızı aslında daha önce gidermişti. Şunları kendi web sitesinde yazdı: MİT'in, istihbari faaliyetler gerektirdiği takdirde gazeteci kullanması, yasal bir durumdur. MİT kanununa göre, 
"MİT'in kadrolu personeli" ile "MİT elemanları", bir bütün olarak "MİT Mensubu" olarak tanımlanırlar (Madde 2.b). "MİT Mensupları" arasındaki fark, "kadrolu personelin" açık ödenekten, elemanların ise "örtülü ödenekten" ücretlerini almasıdır. "Eleman" tanımı, istihbari faaliyet yürüten ve ücretini "gizli ödenekten" alan "Ajan" dahil çeşitli kategorideki hizmet grubunu temsil eder. MİT'in yurt içindeki istihbarat alanını kısıtlayan tek istisna Ordu'ya ait "İç hizmet Talimatı"dır. 

Bu talimat MİT'in ordu içinde istihbarat yapmasını "izne" bağlar. MİT'in "ihtilalleri haber alamama" gerekçesi olarak kullandığı bu kısıtlama, zaman zaman eleştirilere uğramışsa da halen geçerlidir. Genelde gazetecileri yönlendirmeye çalışan, bilgi sunan Türk istihbaratçılar kimliklerini deşifre etmezler, ama gazetecilerin anlamasını da sağlarlar. Bordrolu veya bordrosuz MİT gazetecisi mutlaka vardır. MİT elemanı olduğunu çaktıran iki kişi ile bu güne kadar muhatap oldum, derin haberler için bilgi aldım. Biri Başbakanlık Müşaviri makamında Yasin Aslandı, ki sanırım CIA'ye de çalışıyordu. İkincisi, Süleyman Demirel'in MİT'deki sağ kolu olduğu imajı veren, tasfiye edilen Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Nurallah Aydın idi. Gazeteciler, bu bilgileri 'üst düzey kaynaktan edindiğim bilgiye' diye yazarlar. Türk medyasında sadece CIA bağlantılı gazeteciler yoktur. 

Birçok ülke ile yakından ilişki içerisinde olan ABD ve AB ülkelerinin politikalarına destek veren gazeteciler bulunuyor. MİT bağlantılı gazetecilerin kimler olduğunu merak edenlerin neden ABD ve AB bağlantılı gazeteciler üzerinde düşünmediğini merak ediyorum. Siz yazan değil yazmayan, bilgileri saptıran gazeteciden korkun. Bildiklerinin yüzde 80'ini yazmayan gazetecilerin azalması için TBMM yasa çıkararak MİT'in gazeteci kullanımına yasak getirmelidir. 

ERGENEKON’UN MASKESİ DÜŞTÜ 

Ergenekon davası, Cumhuriyet’imizin gövdesini kemiren tüm kurtları bir çırpıda temizleme iddiasında değil. Savcılar, iddianameyi yazarken davanın derin devleti yargılama davasına dönüşmemesi, ordumuzu ve MİT'i yıpratmaması için özenli bir dil kullandı. Bu kurumların kendi içinde sessiz temizlik yapmasına imkân tanıdı. En başta sorunun köküne inmeyi reddetmiş gözüken, sadece görünen cerahati kesip atmakla ilgilenen, bir dava ile karşı karşıyayız. Dava, derin devletin dört veya dörtbin beşyüz kişi arasında gizli kadroları bulunan elit, 
oligarşik, burjuva, milletvekili olmadığı halde dokunulmazlığı bulunan üst düzey ve alt kadrolarından bahsetmiyor. Onları ortaya çıkartıp temizlemeyi değil, gözdağı vermeyi hedefliyor. Dokunulmaması gereken bazılarına ilk defa dokunduğu için ise, farklılık arz ediyor. Yine de Ergenekon davası, yargılama sürecinde son 50 yıllık faili meçhulleri ortaya çıkaracak, hatta cumhuriyet tarihimizi yeniden yazdıracak gelişmelere gebe. Nihayet kara koyunlarımızın bir kısmı ayıklanıyor, kirli bağırsaklarımızın kör kısmı geçici de olsa temizleniyor. 
Ergenekon davasına yansıyan müthiş bilgiler, üç maymunu oynanayanları “maymunluktan” vazgeçirmedi. 

Dağın fare doğurmasını bekleyenler afalladı, ama halen fili sığdıracak çuval arıyorlar. Oysa görmezlikten geldikleri canavar, dudakları uçuklatan boyutta. “Sahte cumhuriyetçiler”, “numaradan ulusalcılar” ve Atatürk'ün arkasına saklanan “ihanet şebekesi” deşifre edildi. Ülkemizin altını oyanların şaşırtan kimlikleri, yılların “psikolojik savaş” ürünü ezberleri bozdu. İdeolojik körlüklerden dolayı halen 1970'li yıllarda yaşayanlar, Ergenekon'un kendi adamlarını ıskartaya çıkartıp öldürdüğünü yıllardır ıskaladılar. 
1990'lı yıllarda Arif Doğan ve Veli Küçük'e JİTEM kurdurularak Ergenekon operativ hale getirildi. Son 20 yılda kurdurulan Hizbullah, İBDA-C ile aktifleştirilen TİT, DHKP-C ve bazı taşeron sağ ve sol terör örgütleri 
hep kontrollerindeydi. İddianameye göre, Küçük'ün Yeşil'in sağkolu Osman Gürbüz'e Hablemitoğlu'nu öldürme emrini verdiği belgelendi. 

1990'lı yıllarda Doğu’da ve Batı’da binlerce faili meçhul cinayete azmettiren Küçük, Gazi olayları, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesini bombalatma gibi siyasetin ve ülkenin dengesini bozacak sayısız provokasyona karıştı. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerine kadar sağ kesimlerin üzerine atılan tüm suikastların, iftiraların mimarıydı. Milliyete, inanca, düşünceye göre yaptığı fişlemeler onbinlerce can yaktı. İddianameye göre, Ergenekon terör örgütü, PKK, Hizbullah ya da DHKP-C gibi terör örgütlerinin tasfiye edilmesinden değil, kontrol edilmesinden yana. Ergenekon-PKK ilişkisinin kanıtlarından biri de Öcalan'ın 
avukatı Doğan Erbaş ile Perinçek arasında geçen bir görüşme. Veli Küçük ve Ümit Oğuztan'ın evinde ele geçirilen “Panzehir” adlı örgütsel dokümanda PKK'nın tamamen tasfiye edilmesi yerine Öcalan'la işbirliği yapılması ve Ergenekon'da kendilerine “genç subay” diyen kişilerin PKK'da üst düzey görevlere getirilmesi, 
PKK'nın Kuzey Irak'ta 3 bin militan sayısında tutulması gerektiği belirtiliyordu. 

Perinçek'in PKK ile ilişkiyi yürüten, hatta Aydın Doğan'a Küçük tarafından mesaj götüren elçi oluşu, sahte ulusalcı, eski Maocu’nun maskesini düşürüyordu. Perinçek'in 

Küçük'ün pek çok provokasyonunda ve terör eylemlerinde “katalizör”, “organizatör” veya “provokatör” rol üstlenmesi ilgi çekiciydi. ABD ve NATO düşmanı sanılan “binbir surat” Perinçek'in esasen Ergenekon'u yönlendiren Neo-Amerikancı merkezlere çalışması hayret verici bir pişkinlik olarak 
yorumlanıyordu. 

Güya kapitalizm, emperyalizm, ABD karşıtı İlhan Selçuk'un ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'e Ak Parti aleyhinde rapor sundurması, Oral Çelik’e 500 bin dolar vererek başbakana yönelik suikast işlenmesine dair bilgileri el yazısıyla not defterine geçirmesi, inanılmaz belgeler olarak algılandı. Selçuk ve Çelik isimlerinin yanyana gelmesi, ezber bozucu olduğu kadar ürkütücü de. Ergenekon davasında sanıkların profili, sanırım pazarlık için, kasten düşük tutuldu. Ankara'da biraz gazetecilik veya siyaset yapmış herkes, “Donkişotca” derin 
devletçilik oynayan söz konusu pervasız ekiple karşılaşır. 

Bir süre sonra gerçek sahipleri ve liderini tanır, gücünü bilir, kalemi yazmaz olur, yanlışa direnemez. Cesur gazeteci, polis ve savcılarımızın işbirliği ile nihayet yanlışa “dur” denildi. 
Tabii ki, yargılanacak yüz kişinin “günah keçisi” yapılmasıyla “derin devlet” çökertilmiş olmuyor. Fazla büyütmeyelim. Oluşan konjonktürel, siyasal ve dönemsel şartlar karşısında kamuoyunun tepkisini göze alamayan 'Beyaz Türkler'in direnci kırıldıda, işlevini tamamlamış Ergenekon çetesi kurban verildi. 
Eski Ergenekon yapılanmasının yenilendiği süreci yakından takip edip, ihbar niteliği taşıyan onlarca köşe yazısı yazmış, hatta 2006’de kitap haline getirmiş bir gazeteciyim. 

“Özel kuşlarım” olduğunu sanmayın. Elde ettiğim bilgiler tamamen “açık istihbarat.” 

Derin devletçi grupların kimseden korkusu yok, onlarca web sayfaları var, göstere göstere Ak Parti hükümetini devirmeye çalışıyorlar, eylem yapıyorlar. 
Sadece kimler olduklarını bilmeniz ve bilmeceyi çözmeniz için parçaları birleştirmeniz gerekiyor. 
Susurluk sürecinde kirli bağırsaklarımız tam temizlenseydi, ortaya çıkartılan illegal derin çeteler ve tepe organizasyonu Ergenekon, bu denli cesur olamazdı. 
21 banka battı, ülkemiz 50 milyar dolar kaybetti, siyaset ve ekonomi çöktü, ama asıl sorumlular yargılanamadı. 

Susurluk’un arkasındaki “gulyabani”, 29 Ekim 1999-dan itibaren strateji değiştirdi. Daha önce bir araya gelmesi asla düşünülemeyen örgütler, gruplar, şahıslar, “Yeni Ergenekon” yapısı içinde “Ulusalcı”, “Kızılelmacı”, 
“Kuvvacı” temasında birleştirildi. 
Hücre yapıları kuruldu. Hiç bir Batı demokrasisi, böyle yapıları barındırmaz. 
2002'den beri süren Ergenekon Terör Örgütü'nün Ak Parti'yi devirme operasyonu, 2003’le 2004’de Sarıkız, Ayışığı ve Eldiven isimli darbe tertipleriydi. 
Hedefe ulaşmak için her yolu mubah gören bu yapılanma, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa’yı yıpratmak için haberler ürettirdi, köşeler yazdırdı. 
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’dan bekledikleri desteği bulamayınca darbe umutları sonlandı. 22 Temmuzda (2007) sandıkta halk, Ergenekon’u tokatlayınca koalisyon umutları da suya düştü. 
Ak Parti, selefleri gibi geri adım atmayıp dik durunca kızılca kıyamet koptu. 
Bugün Ergenekon olarak ortaya çıkan “derin devlet”in başlangıcı Atatürk'ün ölümünden sonradır. Milli değildir, dışa bağımlıdır, Fransız Büyük Mason Locası’na hesap verir. En üst yapı olan Illimunati’nin önderi Henry Kissinger, Bilderberg veya başka özel toplantılarda CFR üyesi olan baronumuzla paslaşır. 
1935 yılında Mason localarını kapattıran Atatürk, devrimlerine karşı çıkan masonların ekonomiyi ve siyaseti tamamen ele geçirmesini mahzurlu bulmuştu. 
İnönü döneminde krallıklarını ilan ettiler, Atatürk’ü putlaştırıp arkasına saklandılar. Her on yılda bir askeri darbe tasarlayan yapılanma, amaçları doğrultusunda her kesimi kullanmayı becerdi. 

İstediklerini yıllarca üniversitelere rektör, kentlere vali, emniyet müdürü yaptılar. Hayatı İstanbul'da Bebek Otel Bar'ında, Caddebostan Büyük Kulüp'te geçen baştabipleri, başsavcılari, bürokratları, üst yargı üyelerini seçtiler. 

Medya ellerindeydi. 

Ergenekon, buzdağının görünen küçük bir kısmı. Hortumlama, hırsızlık düzeninin devamı için istikrarsızlık planlayan ve siyasetde boşluk arzulayan bu ülkemizin baronları, hep maşa kullandı, hiç yanmadılar, her zaman dokunulmaz kalmayı başardılar. 
Türk halkı uyanırsa böyle tatlı para kazanamazlardı, bu nedenle “ötekiler” diye aşağıladılar, varoşlarda hapsettiler. 
Böldüler, kamplaştırdılar. Birleştirici unsurlardan, dinden, kültürümüzden, değerlerimizden nefret ettiler. Kurtlar Vadisi, Şubat Soğuğu,Yağmurdan Sonra, Tek Türkiye gibi diziler, ipliklerini pazara çıkardı, rezil oldular. 
Halk desteğini alan Ak Parti başarılı oldu, farkında olmadan 2. Cumhuriyeti kuruyor. Atatürk'ün öldüğü günden beri Türkiye'yi yöneten derin devlet çöküyor, bitiyor. 
Bu arada sağduyu diyerek farkettirmeden, şantaj yapıyorlar. 
Her biri kaybettiğini hissetti, kaybedecek bir şeyi olmayan Türk halkından iyice korkmaya başladılar. 
Ergenekon’un demokrasiyle hesaplaşmasından ortaya yeni bir Türkiye çıkacaktır. 
Ergenekon’un gerçek sahipleri bu seferde yakayı kurtarabilir, tüm yapı deşifre edilmeyebilir. 
Uzlaşma sağlanacaktır. Lider ve dört binden fazla olan tam kadronun, listesi artık polisin elinde. Hep takip edilecekler. Eskisi gibi açıkca meydan okuyamayacak, yer altına çekileceklerdir. 
Kimisine göre, “derin devlet” yok, Ergenekon çetesi gibi devletin görevlendirdikleri var. İşin doğasından kaynaklanan bir illegal görünme söz konusu. 
Dava sürecini baltalayacak olan gerçek şu: Genelkurmay, Jandarma, Emniyet ve MİT yasalarının hepsi bu gizliliğe, gizli görev yapmaya izin veriyor. Devlet sırrı konsepti, bu zamana kadar korunmalarını sağladı. 
Derin devlete geçit veren yasal hükümler varsa, Ergenekon çetesi, neden bugün cezalandırılıyor? Davaya esas teşkil eden deliller, davanın derin devletle 
ilişkilendirilmeme politikasıyla çelişiyor. 

Bazılarına göre, “derin devlet” aslında her devlette olması gereken ancak Türkiye’de çeteleşen devlet. Türkiye'de artık kimse derin devletin olmadığını tartışmıyor. 
Ergenekon'a yıllardır efsane olarak yaklaşanlar bile yelkenleri suya indirdi. Ergenekon davasıyla ortaya çıkan örgütlenmenin derin devletin neresinde olduğuna cevap aranıyor. 

1970'lerde Ergenekon denilen derin devlet yapılanmasını ilk defa telâffuz eden isim, emekli bir deniz binbaşısı ve yazar olan Erol Mütercimler’di. Ona bu bilgiyi veren, emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk, “Ben de Ergenekon’un üyesiyim. Ergenekon Türkiye’de bütün kurumların üstündedir” demişti. 
1980’lerde MGK bünyesinde oluşturulan Psikolojik Savaş biriminin kurucularından, emekli Kurmay Albay Tahir Tamer Kumkale, “Derin devlet vardır, gereklidir, bu mefhum devletin bütün kademelerinde yaşamaktadır” 
sözleriyle aslında şüphelere son verdi. 
O halde, Ergenekon çetesi kimlerin oluyor, birilerince kullanıldığı gerçeği, niçin ıskalanıyor? NATO ülkelerinde ABD-CIA patentli Gladio tipi yeraltı örgütlerinin Avrupa’da bir bir deşifre edilmesine karşın, Türkiye’de bunun çözülemediği, artık sır değil. NATO üyeliğimizle komünizme karşıt yapılandırılan Ergenekon’un 
düşmanlarına, 27 Mayıs askeri darbesi öncesinden itibaren “iç düşman” ibaresi eklendi. Bu iç düşmanlar kimi zaman bölücü, kimi zaman irticacı, kimi zaman ırkçı diye anıldı. 
Şu anda derin devlet dendiğinde herkesin aklına “çete” geliyor. Derin devlet yozlaştırıldı, bazen şahsî, bazen ideolojik çıkarları için her şeyi yapabilen çeteler haline getirildi. Ülkemizde çek senet kovalayan mafyanın bile, derinden yönlendirildiği, ve derin devlete çalıştığı zannı yaygınlaştı. 
Başbakan Erdoğan, “bunlar kendilerince kutsal saydıkları bazı şeyler uğruna harekete geçen çeteler” diyor. Eski cumhurbaşkanı Demirel’e göre, “derin devlet” denilen olgu, asker ve en belirgin derin devlet faaliyeti ihtilâllerdi. Kontrgerilla iddialarını dile getiren rahmetli Başbakan Bülent Ecevit'e göre, “derin devlet” Özel Harp Dairesi idi. 
Türk siyasi tarihinde “derin devlet”, kontrgerilla, Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı çoğu yerde özdeşleştirilir. 
Oysa Özel Harp Dairesi, ordumuzun bir birliği olup, Millî Savunma Yüksek Kurulu’nun 17 numaralı kararıyla 1952’de kuruldu. Halen de, Genelkurmay Başkanlığına bağlı bir birim olarak, Özel Kuvvetler Komutanlığı adıyla 
görev yapıyor. 

Özel Harp Dairesi 1963-1974 arasında Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın kurulması, geliştirilmesi ve desteklenmesinde görev aldı; görevi 1974 Harekâtı ile sona erdi. 1990'lı yılların başında MİT eski Başkanı Teoman Koman tarafından, gazetecilere gezdirilene kadar, Özel Kuvvetler Komutanlığı, bilinen bir sırdı. Bu nezih birliğimizin adını Ergenekon’un cinayetleriyle kirletmek haksızlıktır. 

Ergenekon delilleri arasında, 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanını kan gölüne çevirerek 36 kişinin katledilmesinde, yüzlercesinin yaralanmasında kimlerin rol aldığına telsiz konuşmalarıyla yer verilmesi, Ergenekon davasının derin devletin, geçmişin karanlık yerlerine de uzandığını gösteriyor. Fabrikatör lakaplı Doğu Perinçek yine başrollerde. 12 Mart öncesinde 1968 kuşağını yanlış yapmaya yönlendiren, yangına körükle giden ajan provokatörlerin, Ergenekon yöneticisi olduğu iddia edilen İlhan Selçuk tarafından yönlendirildiği artık sır değil. 1980 öncesi beş bin insanımızı kaybettiğimiz anarşi olaylarında, Ülkücü ve Dev Sol'un eline birbirini takip eden seri numaralarıyla el bombaları verenin Ergenekon olduğu belirlendi. 
Susurluk çetesiyle akrabalığı belirlenen Ergenekon-da, devletin sağ ve sol ellerini birbirine karşı tetikçi olarak kullandığı, “böl, parçala, kamplaştır, yönet” politikası izlediği anlaşılıyor. Maalesef 1990'lardan itibaren Türkiye’de her faili meçhulün “derin devlet” tarafından işlendiği kanaati yaygınlaştı. Akşam gazetesi eski genel yayın yönetmeni Serdar Turgut’un dediği gibi “ismi Ergenekon’da geçen herkesten nefret ediyorum.” 

Ergenekon davası, devletin kaybettiği itibarı kazanması, iç düşman olarak kategorize edilen, küstürülen halkından özür dilemesi için bir fırsattır. 
Derin devlet, tüm vatandaşların çıkarlarını kollar korursa, bütünlüğümüzü 
sağlarsa sevilir. 


20 .CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***