PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 9
Peki Nasıl çözülür sorun?
Elbette öncelikle bölge halkının refah seviyesini yükseltecek adımlar atılmalıdır.
Suriye, Irak ve İran ile Türkiye arasında sınırlar kaldırılmalıdır, Osmanlı döneminde olduğu gibi bölge halkı özgürce ticaret yapabilmeli, Diyarbakır’da,
Hakkari’de Van’da ürettiği koyunu Bağdat’da Şam’da satabilmelidir. Pasaport kullanmadan, vizeye ihtiyaç duymadan, terör endişesi, eşkıyalara haraç verme belası, askerlerin yol kesip kimlik sorma derdi olmadan ticaret yapmalı ve bol para kazanmalıdır. Buna liberal ekonomi veya kontrol edilmeyen, edilmemesi gereken serbest piyasa ekonomisi diyoruz. Liberal ekonomi olmadan liberal demokrasi oluşmaz, demokratik bilinç gelişmez, bireyler özgürleşmez, düşünceler baskı altında kalır, paralar ise yastık altında. Dağa çıkarak özgürleşeceğini sanan geçmişteki şiddete dayalı çeteler, insani yönü ağır
basan, hukuk çerçevesine giren özgürlükcü devrimcilerin akıllı çocukları tarafından devrim şartları ortadan kalkınca hep yenmiş, yutulmuştur. PKK ve Türkiye devleti ve askerinin bölge halkına yaptığı birbirinin kopyası benzer
zulümlerdir, aynı kibirde baskı rejimidir. Bölgede bugün Kürdistan kurulsa ve PKK yöneticileri ülkenin bakanları, PKK üyeleride polisi ve askeri olsa bile, Türkiye polisi, askeri ve bürokrasisinden daha fazla halkı ezecek, sömürecek, zulmedecektir. Bu sosyolojik gerçeği PKK’ya destek veren vermeyen tüm Kürtler ve Türkler biliyor.
Tek sosyolojik gerçek, halkın nasıl mutlu olacağıdır. Evvela bölgede asker sayısı minimuma indirilmeli, PKK silah bırakıp yuvaya ön şartsız dönmeli, askeriyenin
devletleştirdiği emlaklar kamu yararına açık okul, hastane, üniversite, kültür ve dil merkezi, park şeklinde halka geri döndürülmelidir. İki tarafta birbirine hiç güvenmiyor iken bu nasıl olacak? Askerin yerini alacak aha dindar, halkın dilinden, kültüründen, örf ve geleneklerinden anlayan sivil polisin güvenliği sağlaması ve hukukun herkes için uygulanabilir hale getirilmesi gerekir. İki kardeş halk birbirine güvenmelidir. Eşitlik, adalet ve özgürlük olursa PKK dağdan iner ve halka karışır. Eğer inmiyorsa amacı demek ki Kürt halkının refahı, haklarını savunmak değildir. PKK’nın kurdurulan ve etnik milliyetçilik yapan
Kürt partilerini ve politikalarını toptan kontrol ve yönetme siyaseti hormonludur ve liberal demokrasi değerleriyle bağdaşmaz. Neticede PKK, Kürt toplumunun tamamını temsil kabiliyetinden yoksundur, AK Parti bölgede oyların yarısını alıyor. Avrupa’da PKK taraftarlarının siyasi destek bulması Türkiye’de onlara Kürtlerin tamamı adına pazarlık hakkı vermiyor. Kürtlerin sessiz çoğunluğu konuşmaya başladığında kuşkusuz PKK marjinal kalacaktır, belki yok olmayacaklardır, zaten yok olmalarına da gerek yoktur.
Demokrasilerde radikal görüşler her zaman faydalı olur. PKK’nın varlığı Kürtlerin hafızasında neyin doğru yapılması konusunda ortak aklı bulmaya yardımcı olabilir. Hatta bölgede gerçek demokratik, barışçıl ve huzurlu zemin keşke olsa da, Hizbullah’tan MHP’ye kadar her kesim gelip kendi karakter ve mizaçlarına uygun insanlara özgürce hitap edebilseler. Devletin çakma kurdurduğu
yapılanmaların temizlendiği bu günlerde, bölgede şiddete başvurmadan insan gibi görüşlerini ifade eden, bağımsız, gururlu, mert her bireye ihtiyaç vardır. Eğer ‘the Cemaat”a bile bölgede yaşam hakkı tanımayanlar korkuluk gibi
dolaşabiliyorsa, samimiyetle devletten kuruş yardım alınmadan yapılan onca eğitim ve sosyal yardım hizmetleri görmezden gelinebiliyorsa, ne yurt dışında
zenginleşen Kürt vatandaşlarımız, ne Batı’da Kürt eliti, nede Türkiye’nin taşın altına elini koyması gereken sivil toplum örgütleri gelir, Kürt kardeşlerine daha fazla hizmet sunar. Elbette iyi ki, iman, irade, vicdan ve adaleti eden temsil eden, insani ilişkilere önem veren ‘The Cemaat’ var da, bölgedeki varlığı herkese ilham oluyor ve iyilik peşinde olan samimi gönüllere su serpiyor. ‘The Cemaat’ı
bitirme politikası izleyen küçük güruhun eğer ıslah olmaları mümkün değilse, zaten yakın gelecekte Allah’ın gazabına uğramaları kaçınılmazdır, ilahi adaletin
gereğidir. Islah olmayacaklara beddua etmek caizdir. Avrupa’da PKK’nın liderlerinden Zübeyir Aydar gibi dedesi tarikat şeyhi olan akil yöneticilerin, kendi
tabanlarında erkeklerin çoğunun muhafazakar eğilimli, bayanların ise neredeyse yüzde 80'inin geleneksel veya modern başörtüsü takan, İslam dinine sonsuz saygılı, Peygamberine hürmetli insanlardan oluştuğunu görmemesi mümkün değildir. Dinin sosyolojisi açıktır, hiç bir birey aşirı milliyetçi dürtülerini hormonlu biçimde sonsuza kadar devam ettirerek mutlu olamayacağını ve iç barışa
ulaşamayacağını bilir, iki dünyada saadet arayan bireylerin Allah’ın rızasını kazanma zorunluluğu önplana çıkar, şiddet ve nefret kaybeder.
AK Parti’nin attığı adımlar bugüne kadar siyasi şovdu, pratikte uygulamalar hep aksadı. Bakın daha neler yapılmadı? Yerel idarelerin yetkileri artırılarak sağlık,
sosyal hizmetler, vergisiz serbest ticaret gibi bazı hususlarda belediyelerin önleri açılmadı. Bu nedenle bölge halkının yüzde 45 ile 50'si halen elektirik paralarını
merkezi hükümete ödemiyor veya kaçak elektirik kullanıyor, vergilerini zaten yatırmıyor. Fiilen merkez, bölgeden hiç bir şey kazanmadığı gibi halen elimde
tutayım diye bol kazan kepçe verdikçe veriyor. Asalaklaşan bölge insanı devlet verirse sormadan alıyor, vermezse sövüyor, PKK’ya katılıyor.
İlk yapılması gereken halen yapılmadı. Said Nursi’nin 1910'da Sultan Reşad’a sunduğu, 1922'de ilk T.B.M.M.’de Mustafa Kemal’e kabul ettirmeye çalıştığı
ama başaramadığı Kürtçe eğitim yapan üniversite projesinden tam yüzyıl geçti, halen kurulmadı. Oysa Kürt dili bölge üniversitelerinde okutulmalı, ana okulundan lise sona kadar devlet okulları Kürtçe eğitimi seçmeli, Kürt
nüfusun yoğunlukta yaşadığı bazı bölgelerde zorunlu ders yapmalı, özel eğitim kurumları sivil inisiyatif kullanarak bölgede Kürtçe eğitim veren okullar açmalıdır. Bölgede Türkçe farz, Arapça vacip, Kürtçe caiz olmadan, sorunun
çözümünde bir milim bile gidilemez. Üniversitelerde Kürtçe master ve doktora bölümleri olmalıdır. Kürtçe Tv ve radyolar kurulmalı, özgür dergi ve gazeteler çıkmalıdır. Nefret dili yerini sevgi diline bırakmalıdır. Kürtçe yayın yapan medya organları, bölücülük değil birlik mesajları vermelidir. Bunlar olursa PKK’nın talep ettiği kültürel özerklik zaten kendi kendine gerçekleşir.
Siyasi bağımsızlık peşinde olan Kürt sayısı ülkemizde oldukca azdır. Bölünme korkusu yaşayanlar halen Sevr Sendromunu pomplayan küçük, çukur adamlar dır. Keşke Milli ve bağımsız Kürdistan’ı tek parça kurabilecek iman,
kabiliyet ve özgüven olsa, böyle bir durumda Osmanlı döneminde olduğu gibi Türkiye büyüyecek, Kürtler Doğu’nun bahadır islam kahramanları olacaktır. Batı’ya Entegre olan Mersin, Gaziantep, Konya, Adana, İzmir, Antalya, İstanbul, Bursa ve Ankara’ya yerleşip zengin olan Kürtler, geldikleri Ana Baba topraklarına yatırımlar yapmalı ve iş istihdam olanaklarını halkına sunmalıdır.
Bölgede hükümetin yeni açıkladığı teşvik paketinin amacı budur. Ancak geçmiş dönemlerde de böyle paketlerin çıktığı, devleti dolandırarak kredi çeken bazı uyanıkların yüzde 10 oranında Ankara bürokrasisine rüşvet verdikten ve sadece yatırım diye dört kuru duvar çektikten sonra yine kapağı büyük kentlere attığı ve kendi halkını sattığı unutulmamalıdır. Denetleme mekanizması iyi kurulmamış
her kredi, umutları söndüren bir zehir olur, güveni yıkar. Yurt dışındaki Kürtler, öz ana topraklarına dönüp bilgi, tecrübe ve sermayelerini aşırı milliyetçilik, nefret siyaseti yerine olumlu milliyetçilik ve ekonominin gelişmesi, Kürt
halkının refah seviyesinin Batı ile eşitlenmesi yolunda gayret göstermelidir.
Miting yapmakla, İntihar bombacısı göndermekle, polise askere taş atmakla, okul, hastane, fabrika yakıp yıkmakla, öğretmen, doktor öldürmekle, Yurt dışında her fırsatta Türkiye’ye nefret kusmakla, öz vatanlarının düşmanı şeytanların kucağına oturmakla bu bölgede Kürdistan kurulabilir düşüncesi, Saflık veya aldatılmışlıktır.
Bölge halkı her şeyi devletten bekleme tembelliğinden kurtulmalıdır. Gerçek sivil toplum örgütleri, şiddete bulaşmışlar ve toplumun nefret duyduğu bireyler yerine, daha temiz ve dürüst olan akil, erdemli, imanlı Kürtler tarafından kurulmalıdır. Kürt aydını vicdanının sesini yükseltmeden liberal ekonomi ve liberal demokrasi asla işlemez. Halkı zenginleşen, çocuklarını okutan, kendi dil
ve kültürlerini özgürce yaşayan bir toplum dağa çıkıpta terör estirmez, kimseyi öldürmez, öldürtmez. Katil olmak kolay değildir, normal, mutlu, huzurlu, barış dolu bir hayat yaşamak isteyen bölge halkı, gerçek insanlığa ulaşmış samimi Müslümanlar Türklerle geçmişte olduğu gibi bugünde kolayca anlaşır, iki asırdır bir umut ışığı bekliyorlar. Hatta dindar olmayan Kürtler bile geçmişte hep başındaki idarecinin Allah korkusu olan dindar insanlardan seçilmesinş veya atanması tercih etmiştir.
Çünkü Doğu’nun kalbi dindir, İslam milleti kardeşliği olmadan menfi milliyetçilik Türkler ve Kürtler arasında sürüp gider. Dış mihraklarda Türk ve Kürtlerin aşırı
milliyetçilik zafiyetini kullanır ve iki gadim dost ve kardeş halkı birbirine kırdırır.
Doğu insanı merttir, asildir, misafirseverdir, yüreği geniştir, yumuşaktır. Mezopotamya, asırlarca yüksek medeniyetlere beşiklik etmiştir. Bu müthiş cevheri ortaya çıkarmak için zemin oluşturulmalı, öncelikle devletçilik
politikalarına Ankara son vermelidir. Bölgenin emlakını, toprağını devletleştiren kurumlar artık emaneti Kürt halkına geri vermelidir. Hakkını gasp edilmiş gören Kürt halkı, hakkını devletten almadan Kürt sorunu bitmez, Türkiye büyük devlet olmaz, olamaz. Kürt sorununu adil biçimde aydın Türkler ve Kürtler el ele verip konuşmalı, tartışmalı, sanat dilinden tiyatroya kadar barış dilini konuşturan çözüm formülleri devreye sokulmalıdır. Kürt vatandaşlarına 2. sınıf vatandaş muamelesi yapan, insan yerşne koymayan Türkiye’yi hiç bir İslam ülkesi
dinlemez, bölgesel yıldız veya dünya politikalarında söz sahibi lider olamaz. İslam’ın Sufi kültürüne hakim ve haiz Türkler, Kürtlerle ortak kardeşlik dili olan Müslüman kardeşliğini, İslam milliyeti çatısı altında bulmuş, kim
kimden üstün tartışmasını fitne ve şeytan işi saymıştır.
Ortadoğu’da Kürtler demiyor mu, ‘ Bizi dört ülkeye bölmüşler, 35 milyonluk nüfusumuz baskı altında’ diye.
Haydi, o zaman sınırları kaldıralım, ticareti artıralım, bakalım toplumun doğal süreçte sosyolojik eğilimi nereye doğru akacak! Etnik nefreti, şiddeti salık verenlere doğru yönelim olmayacağına bahse girerim, baskı unsurları
olmayan demokratik bir ortamda ekonomi, yani refah hedefi her zaman için tercih edilecek değişmez insan fıtratı ve tek gelişim ideolojisidir. Alman düşünür Nietzsche’nin ifadesiyle tüm ideolojiler çöplüktür, ama unutulmamalı ki
İslam asla bir ideoloji veya stratejik bir siyasi doktrin değildir. Bölgenin kalbi asırlardır inançla atar, Müslümanlık Kürtlerin kimliğinin ayrılmaz parçası, karakteri, öz ruhu olmuş ve gerçek Müslümanlığın yaşandığı dönemde Kürtlere izzet, şeref, zenginlik, onur, barış, adalet, özgürlük ve eşitlik getirmiştir (24).
Dördüncü Bölüm PKK’lı Çocuk Askerler
2 Mayıs 2012’ın ertesi günü PKK’nın önde gelen sosyolog ve akil adamlarından Hadi Eliş ile buluşacaktım. Yazdığım üç makale dikkatlerini çekmişti. Önce kabul
etmek istemedim. 1988’den beri Kanada’da da yaşayan PKK’nın kurucu isimlerinden Hadi bey, Kuzey Amerika Kürt Araştırmalar Merkezi’nde Amerikalı ve Kanadalı akademisyen ve istihbarat elemanlarıyla toplantılar yapan ve Kanada’daki PKK toplumunun önde gelen önemli bir ismiydi. ‘Milyonlarca sayfa belge var elimizde var, istersen senle paylaşabiliriz diye yem atmıştı’.
Dayanamadım ama şunu özellikle altını çizerek vurguladım: Ben sizle cemaat elemanı olarak görüşmüyorum. Biliyorsun, sizinkiler Zaman gazetesi
yazarı ve eski müdürü Hüseyin Gülerce ile görüştü, başına gelmedik kalmadı. Ben bağımsız ve yalnız bir bireyim, gazeteci, yazar ve sosyologum, bu görüşmeyi PKK ile cemaat buluşması olarak algılamayın.
Hadi bey, ‘merak etme, bende senle PKK’lı olarak değil sosyolog olarak görüşeceğim. Bu görüşmemizi bizimkiler duymasın ve medyaya yansımasın’ deyince rahatladım. Durumu Emre Uslu’ya tekrar telefonla arayarak aktardım. ‘Dikkatli ol, bunu kullanmak isteyebilirler’ dedi. Bir yandan da ne gibi belge ve bilgiler verecekler diye merak etti. Gitmem vacip hale geldi. Emre Uslu, telefonu kapatmadan bana önemli bir bilgi daha verdi.’Yarın PKK’nın Çocuk Askerleri’ başlıklı bir makalem Taraf gazetesinde yayınlanacak, bu yazıdan sonra PKK’nın resmi sitesi çocuk askerlerin hikâyelerini oradan temizleyecektir. Ben yerinde olsam siteye girer hikâyeler silinmeden hepsini kaydederdim’. Sabaha kadar
uyumadım, yüze yakın çocuk asker dramını bilgisayarıma fotoğraflarıyla indirdim. Biri beni çok etkiledi. Beritan henüz 16 yaşlarında eline silah verilmiş, PKK'ya katılmış bir Kürt kızıydı. 12 yaşında evlerinden kopartılan siyasi ve silah eğitiminden geçirilen pek çok çocuk, kendi iradelerinin dışında, oyuncakla oynayacak yaşta iken 'Child Soldier' oluyordu. Uluslararası Çocukları Koruma
Anlaşmasına göre bu bir insanlık suçuydu. Birleşmiş Milletlere üye 194 ülkenin onayladığı bu anlaşma, PKK'nın pek umurunda değildi. Eminim, dava açılırsa
Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi, PKK gibi düşünmeyecekti.
Telefonda, ‘Abdullah Öcalan ve eli kanlı yönetici lider kadrosu serbest kalsa bile milletvekili olamazlar, Avrupa’da hapse tıktırırız ‘diyen Emre Uslu’nun makalesi
bam teline şöyle dokunuyordu: Geçen aylardan Bingöl’de sağ yakalanan ve askerin parkasını verdiği PKK’lı henüz 16 yaşında bir çocuktu. Nedende kimse bu çocuğun PKK’daki durumunu sorgulamadı. Türkiye’de çocuk işçiler, çocuk evlilikleri büyük gürültüyle gündeme getirilir. Ama PKK’nın istihdam ettiği çocuk savaşçılar konusunun kapağını bile açmıyor. Örneğin İnsan Hakları Dernekleri PKK’daki Çocuk Gerillalar konusunda bir raporu bırakın bir kelime bile açıklama yapmamıştır. Batılı gazeteciler Kandil’deki çocuk savaşçılara mutlaka kamera tutar. Bizim gazeteciler Kandil’e gider, PKK içindeki çocuk askerleri de görürler, ama bunun insanlığa karşı işlenen bir suç olduğunu belirtip PKK liderlerine karşı iki kelimelik bir eleştiri yazmazlar. Bu yüzden çocuk savaşçılar konusunda şimdiye kadar Türk medyası iki kelimelik haber yapmamıştır. Oysa kuruluşundan beri PKK’daki çocuk savaşçıların oranı hayli yüksekti.
Çocuk savaşçılar meselesi uluslararası literatürde insanlığa karşı işlenen suçlar kategorisinde sayılıyor. En son geçen haftalarda eski Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor uluslararası mahkeme tarafından savaş suçlusu ve insanlığa karşı suç işlemekten suçlu bulundu. Sierra Leone iç savaşında Taylor özellikle çocuk savaşçıları iç savaşta kullandığından dolayı savaş suçlusu ve insanlığa karşı suç işlemekten suçlu bulundu.
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarını Koruma Konvansiyonu ve Opsiyonel Protokolü’nde yer alan düzenlemelere göre çocuk savaşçılar kullanmak temel
insan hakkı ihlali olarak tanımlanıyor. Bu bağlamda çocuk savaşçıların herhangi bir silahlı guruba katılmasını sağlamak insanlığa karşı işlenen suçlar kategorisinde değerlendiriliyor. Zaten mahkemenin Charles Taylor’a
verdiği ceza bu yasanın hukuksal uygulamasına örnek teşkil ediyor.
Konuyu PKK açısından değerlendirdiğimizde durum çok net. Tıpkı Charles Taylor gibi başta Abdullah Öcalan olmak üzere tüm PKK liderleri çocuk savaşçı kullanmak ve onları PKK’ya kazandırmaktan insanlığa karşı suç işliyorlar. Üstelik bu suçlarını öylesine bir şekilde itiraf ediyorlar ki devlet belgelerine bile başvurmaya gerek yok. Bizzat PKK’nın sitesinde yer alan şehitler albümünde yer alıyor bu bilgiler.
Charles Taylor davası, PKK liderleri açısından süreci öylesine kritik kılıyor ki artık medeni dünyada hareket etme olanakları neredeyse yok. Diyelim ki MİT’in
önerdiği protokolleri taraflar kabul etti, PKK liderleri Norveç gibi bir Batı ülkesine gitti. Diyelim ki Abdullah Öcalan da hapisten çıkıp Meclis’e geldi. Çocuk savaşçı
kullanmak uluslararası hukukta savaş suçu ve insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak kabul edildiğinden herhangi bir kurum veya kişi eğer PKK liderlerini insanlığa karşı suç işlemekten dolayı şikâyet eder ve uluslararası hukuk
mekanizmasını çalıştırırsa PKK liderleri de tıpkı Charles Taylor gibi yargılanır.
Bu suçlar insanlığa karşı işlenmiş suçlar kategorisinden olduğundan milletvekili
dokunulmazlığı dahi kazansalar uluslararası mahkeme önüne çıkmaktan kendilerini kurtaramazlar.
Bizzat PKK’nın yayınladığı bilgilere göre PKK’ya çocuk yaşta katılanların oranı yüzde 35. Yani bir bakıma PKK çocuk savaşçıların omuzlarında sürdürüyor bu
savaşı. Bu konu uluslar arası çocuk hakları örgütlerinin gündeminde. Örneğin AFP’nın Kandil’de çektiği ve 15 yaşındaki PKK’lı militanların yer aldığı görüntüler bu örgütlerin sitelerinden duyuruluyor ve uluslararası kamuoyunun dikkati bu konuya çekilmeye çalışılıyor.PKK kaynaklarına baktığımızda 12 yaşında PKK’ya katılmış kız çocukları bile var. Örneğin H.İ. bunlardan biri.
PKK’nın kendi sitesinde yer alan bilgilere göre H.İ. 1984 yılında doğmuş ve 1996 yılında PKK’ya katılmış. Bunun gibi 12 ve 13 yaşında PKK’ya katılmış, eline silah
tutuşturulup insan öldürmeye gönderilmiş yüzlerce çocuk var. Bunları da bizzat PKK sitesi yayınlıyor. İşte bu uluslararası hukuka göre insanlığa karşı işlenmiş bir suç.
12 ve 13 yaşında çocukların gönüllü olarak PKK’ya veya başka bir silahlı gruba katılmaları hukuken kabul edilebilir bir durum değil. Bu nedenle de her ne kadar
silahlı guruplar bu çocukların gönüllü olarak PKK’ya katıldığını iddia etse de uluslararası mahkeme bunu çocukları alıkoyma ve köleleştirme olarak görüyor.
Charles Taylor ayrıca bu suçlardan da ceza aldı. Peki, PKK ile her platformda mücadele eden devlet PKK’nın bu çocuk savaşçılarını uluslararası hukukun dikkatine sunup, PKK liderlerinin insanlığa karşı suç işlediklerini belirtip yargılanmalarını neden istemiyor?
Çünkü devlet Güneydoğu’da olan çatışmanın uluslararası hukukta bir iç savaş olarak tanımlanmasını istemiyor. Bunun bir terör sorunu olduğunu savunuyor. Eğer iç savaş olarak tanımlanırsa uluslararası camianın müdahale etme hakkının olduğundan devlet PKK’daki çocuk savaşçılar sorununu uluslararası hukuka taşımıyor kendi hukuk sistemi içinde de yargılanmasını istemiyor. Çocuk istismarına çok duyarlı numaraları yapan medya da bu nedenle suskun ve konuyu gündeme getirmiyor. Bu durum PKK liderlerini sorumluluktan
kurtarmıyor. Nitekim Charles Taylor devlet başkanı olmasına rağmen şimdi yargılanıyor. Yarın bu kirli savaş biterse PKK liderlerinin insanlığa karşı suç işlemekten yargılanması halen masada duracak. Bu savaş biraz da bu
nedenle kirli. Hem PKK hem de devlet bu savaşta çocukların kirli bir şekilde kullanıldığını biliyor. İkisinin de işine geldiğinden kimse bu insanlığa karşı suça sesini çıkarmıyor (25).
Yapılan araştırmalara göre terör örgütünde kadınların oranı yüzde 25. Bunların bir kısmını Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olmasına rağmen kız
çocukları oluşturuyor. Terör örgütü, kadınları, silahlı eylemci, istihbaratçı olarak görevlendiriyor. İllegal çalışmanın en elverişli elemanları olan kadınlar,
şehirlerdeki çalışmalar çoğunlukla onların elleriyle yürütülüyor. İntihar eylemlerinde de görevlendirilen kadınlar, terörist başı Abdullah Öcalan yakalanmadan önce koruma örgütünün en aktif ve en güvenilir elemanları
oldu. Çatışma alanı dışındaki yerlerde hizmet işlerinde çalıştırılan kadınlar, yönetici takımla ilişkiyi reddettikleri, muhalefet ettikleri ya da muhalif gibi davrandıkları belirlendiği zaman 'ajan' olarak nitelendirilip tutuklanıyor,
işkenceye tabi tutuluyorlar. Ajan diye şüphelenenlerin tutuklanması halinde ise daha çok bilensinler, duygusallıktan uzaklaşsınlar diye işkenceci olarak
görevlendiriliyorlar. Terör örgütündeki kadınlar sorununu Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) değerlendiren Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü, PKK'daki kadın
sayısının yüzde 35 olduğunu söyledi. Kürt toplumunda kadınların en fazla ezilen toplumun en büyük kesimi olduğuna dikkat çeken Güçlü, PKK'nın bu sistemi
değiştirmek, kadını özgürleştirmek adına yeni bir bağımlılık sistemini oluşturduğunu vurguladı.
"Kadını güya kocasına karşı, sıradan erkeğe karşı özgürleştirirken, kadınları PKK'ya bağımlı hale getiriyor. PKK, özel bir kişilik olmadığı için, PKK adına da lidere ve liderlere bağlılık geliştiriyor." diyen Güçlü, kadınların en fazla Öcalan'a bağlı olduğunu belirtti. PKK kadınlarıyla şeyh-mürit arasındaki ilişkiden daha sıkı, daha fanatik bir bağımlılık ilişkisi bulunduğunu anlatan Güçlü, "PKK,
Öcalan'ın, 'öl dediği zaman ölecek' 'intihar et dediği zaman intihar edecek', 'hepiniz benim kadınım olacaksınız dediği zaman onun kadını olacak', 'şu ya da bu yere saldırın dediği zaman saldıracak' tehlikeli, saldırgan, patalojik,
duygulardan arınmış bir kadın kategorisi yaratmıştır ve bu sahiplikle kadınları hoyratça bir yapı içinde hareket ettirmektedirler." dedi. Asıl şeflerin hükmü altında, üst ve alt düzeylerde yetkilendirildiğini dile getiren Güçlü,
konuya ilişkin yazılanlarda kadın mahpuslara yapılan işkencelerin 5 Nolu Diyarbakır Askeri Cezaevinde yapılanlardan daha şiddetli ve kötü olduğunun ifade edildiğini aktardı.
PKK'nın 5 Nolu Diyarbakır Askeri Hapishanesi'nde uygulanmayan işkence türlerini de uyguladığına dikkat çeken Güçlü, PKK'nın şiddetle aileye karşı olduğunu vurguladı. Öcalan'ın ailesiz, aileden koparılan, kimsesiz,
erkek ve kız çocuklarının terörist olmasını heyecanla istediğini anlatan Güçlü, şöyle devam etti: "Bunların, kendisine ve PKK'ya karşı muhalefet etmelerinin
olanaksız olacağını, ya da muhalefet etmelerinin çok zayıf bir ihtimal içinde olacağını, onların rahatlıkla her eylemde kullanılabileceğini, özellikle de muhaliflerin ve halkın infazı eylemlerinde sorunsuz olacaklarını doğal olarak
sosyo-psikolojik ve toplumsal anlamda saptıyorlar. Öcalan açıkça yeniçeri niteliğinde bir savaşçı ordunun yaratılmasını amaçlıyor, bunun için çabalıyor. Bu nedenle, kadın ve erkek gerillaların kendi ailelerinden uzaklaşmaları, aile kurumuna düşman olması için özel telkinler ve eğitimler yapıyorlar." diye konuştu. Güçlü, şunları söyledi: "Aile düşmanlığı, geleneksel bir toplum
olan Kürt toplumunda kadınların erkeklere karşı konumlanması, erkekleri horlamaları, dışlamaları, gelenek dışı davranmalarıyla becerilmeye çalışılıyor. PKK'ya katılmadan önce evli olanların birbirinden kopması, birbirinden uzaklaşması telkin ediliyor.
Bunun pratikçe gerçekleşmesi sağlanmadığı zaman, evli kadın ve erkeğin birbirini görmemesi, aile olarak ilişkilerini geliştirmemesi ve devam etmemesi için birbirinden uzak ve bilinmez yerlerde görevlendiriliyorlar. Aynı işlem ve uygulama, gerillalara katıldığında birbirini seven, sözlü, nişanlılar için de geçerli. PKK'ya katılmadan önce, bir birine âşık olup da PKK'ya katılan kadın ve erkek gerillaların aşklarına son vermeleri için direktif veriliyor. Direktifin sökmeyeceği de düşünüldüğü için de, birbirine aşık ve evlenmek isteyen çiftler birbirin görmeyecek yerlerde görevlendiriliyorlar. Ayrıca PKK'ya yeni katılan kadın ve erkek gerillaların evlenmeleri, âşık olmaları yasaktır. Âşık olan ve evlenmek isteyen kadın ve erkek gerillalar, şiddetle cezalandırılıyorlar. Buna karşılık, Öcalan başta olmak üzere PKK yöneticilerin kadın gerillalarıyla ilişkilerinde pervasız oldukları, PKK'dan kaçan yöneticilerin, kadın ve erkek gerillaların yazdıklarında rahatlıkla saptanmaktadır."
PKK'nın 18 yaşından küçük erkek ve kız çocukları dağa çıkarmasının yeni bir sorun olmadığını belirten Güçlü, örgütün temel ideolojik, kültürel, toplumsal
yaklaşımlarından biri olduğunu ifade etti. "Kız çocukları, toplumdaki ve aile içindeki baskıdan bunaldığı için, kız çocuklarının dağa çıkarılması daha kolay olabiliyor." diyen Güçlü, erkek ve kız çocuklarının dağa çıkarılmasının belli vaatlerle aldatılmalar, Kürdistan'ın özgürlüğü ve bağımsızlığı konusunda beyin yıkaması, zor ve kaçırma metoduyla gerçekleştiğini vurguladı.
'PKK'nın çocuk savaşçıları' sorununun hayati bir konu olduğunu belirten Güçlü, Türkiye genel kamuoyunun, siyaset sınıfı ve aydınlarının bu konuda duyarsız ve sağır konumda olduklarına dikkat çekti. "Yapısal nedenleri ve kuruluş felsefesi gereği PKK savaşmadan var olamaz. Savaş ve çatışmanın son bulması PKK'nın hayatının son bulması ve sönmesi demektir." diyen Güçlü, "Bulunduğumuz aşamada, PKK ile ilgili gerçeklerin deşifre olmaya başlaması, silahlı mücadeleye inancın azalması, demokratik ve sivil yoldan sorunların çözümlenmesinin egemen düşünce olmaya başlaması nedeniyle PKK'nın, toplumsal ve siyasal olarak zorlandığından, PKK yeniden savaşçılılarını 18 yaşındaki çocuklardan seçmektedir. Benim tespit ve gözlemlerime göre, PKK'nın son günlerde de 18 yaşından küçük çocukları, belirttiğim eski metot ve yaklaşımıyla yeniden
dağa çıkarılmalarda bir artış olduğu görülmektedir." şeklinde konuştu. PKK'nın kuruluş felsefesinin, tahayyül ettiği otoriter ve faşizan toplum projesinin; tek ideoloji, tek lider, tek lider sisteminin yapılandırılmasının; toplumsal değerlerden uzak, biat eden, baş eğen, itiraz etmeyen insan tipi oluşturması paradigmasının bir sonucu olduğunu dile getiren Güçlü, "Öcalan'ın parti yöneticilerine gönderdiği bir talimatında dile getirdiği görüşler, çocuk savaşçıların konumlarına daha bir
açıklama getiriyor. Öcalan, eğitim düzeyleri, yaşları itibarıyla PKK'ya uygun insanlarla ilgili diyor ki: Üniversite öğrencileri, eğitimli oldukları için, soru soran
ve kendi akıllarına uygun olmayanlara itiraz eden insanlardır.
Bunları şekillendirmek ve PKK'ya uygun militan, savaşçı haline getirmek olanaklı olmuyor. Öcalan, liseli gençlerle ilgili de aynı sakıncalı ve tehlikeli durumdan bahsediyor. PKK'ya en uygun insanların, eğitimsiz olan her yaş grubundaki insanlar, eğitimliler arasında da ilköğretimin ilk 5 ya da 8 yılını bitirenler.
Bu nedenle de, iç infazlara kurban olanlar, kitlesel olarak üniversiteli gençler ve eğitimli diğer yaş grubundaki kesimler olmuştur." ifadelerini kullandı (26).
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
24 Arslan, Faruk Toplumun sosyolojisini bozanlar hesap vermeli! Farukarslan.com. 02.05.2012. Alperen, Ali. Alperen Dergisi. Terör Özel Sayı. 01.07.2012.
25 Uslu, Emre. PKK’nın Çocuk Askerleri. Taraf, 2.05.2012.
26 Cihan Haber Ajansı. PKK'nın sinsi planı ortaya çıktı. 19.11.2012.
10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder