20 Ekim 2018 Cumartesi

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 8

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 8


Üçüncü Bölüm PKK Dolu Rüyalarım 


İlim öğrenmek soru sormakla başlar. ‘Annen hangi türküyle düğün dernekte oynardı?’ sorusunu 29 Nisan 2012’de rüyamda PKK Lideri Abdullah Öcalan’a 
soruyorum. Akademik tezimin sunumunda heyetin önünde orada hazır bulunan muhatabım doğrudan doğruya Öcalan. 40 yıl düşünsem böyle bir soru aklıma gelmez, rüya işte! Şaşırıyor. Cevap veremiyor. Cevap veriyorum, ‘Gelin Oy 
(Bir Bülbül Gül Dalında) Ağlatma Gelem Gelem’ türküsüyle. Türkünün sözlerini mırıldanıyorum, Öcalan ağlamaya başlıyor. ‘Biz Türkler ve Kürtler, bin senedir 
İslam milletinin kardeşleriyiz. Aynı türkülerle duygulanır, oynarız, ağlarız. Kız alır, kız veririz, bizi kimse birbirimizden ayıramaz’ diyorum. Öcalan başını omzuma koyuyor ve hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Teskin ediyorum ve Kürt sorununun çözümleneceğini, el ele tüm dünyaya birlikte tekrar kardeş olarak meydan okuyacağımızı, tüm fitneleri dağıtacağımızı söylüyorum. 
Bana güveniyor ve ‘işte Kürt sorunu böyle çözümlenir diyor, ortak gönlümüz türkülerimizle’ diyor. 

İşte o türküyü en güzel okuyanlardan Ferdi Öztaş’tan dinleyin. Bu türküden daha önce haberdar değildim, rüyama girmese olacağı da yoktu. Hayatımda cereyan 
edecek önemli olayları genelde olmadan önce rüyamda görürüm. Evleneceğim hanımı da, olacak biri erkek biri kız çocuğumu da daha önce rüyamda gördüm ve gördüğümle evlendim ve gördüğüm çocuklarım oldu. Şaka yapmıyorum, çok ciddiyim. Hepimiz Allah’ın Levhi Mahfuz’da daha önce yazılı olan kaderimizi oynuyoruz. O biliyor, biz bilmiyoruz. Kaderin denk noktasında, yol ayrımında vereceğimiz kararlarda cüzi irademiz rol oynayabilir. Sonuçta Allah ne karar vereceğimizi de bildiği için Allah’ın dediği olur. 

Rüyamın ayrıntılarına geleyim. Rüyayı gördüğüm sıralar akademik tezim için konu seçme aşamasındayım. Aklımda tamamen farklı bir konu vardı, hatta Wilfred Laurier Üniversitesi’ne ve York Üniversitesi’ne 2011’in Ocak ayında sunduğum tezlerin konusu Irak ve Suriye’den ülkemize gelen ilticacı ve mültecilerin Türkiye’deki statü, sosyal, kültürel, siyasi ve hukuki konum ve sosyal yardım sorunlarıydı. Kürtlerle ilgili tek kelime bile geçmiyordu. 
Şimdi anlıyorum ki, yazmam gereken tez konusu, Türkler ve Kürtlerin ortak paydaları üzerinde yoğunlaşmalı ve Kürt sorunun çözümünde bam teline dokunmalıyım. 

Rüyam aslında oldukca uzun. Abdullah Öcalan niye tezimi sunduğum komisyonda dinleyici tanık olarak yer alıyor, halen çözebilmiş değilim. Kürt sorunu tezimi, Osmanlı döneminden beri devam eden bir süreç olarak 
takdim ediyorum. Tarihsel arka planını verdikten sonra Cumhuriyet döneminde yapılan yanlışlara değiniyorum ve PKK’nın ortaya çıkışını detaylarıyla anlatıyor um. Konu gelipte Abdullah Öcalan’ın PKK’nın başına CIA, MOSSAD ve MİT işbirliği ile KGB’nın planını bozmak için nasıl geçirildiğine gelince, Öcalan sinirleniyor. Asıl onu çileden çıkartan bilgi BABEK projesi. 
Bu projenin ne olduğunu henüz bende bilmiyorum. Tezimde işlediğime 
göre bileceğim. 

BABEK projesini hayata geçiren koordinatör, bir sınır ilimizin MİT ve asker kökenli bir Özel Harp elemanı, adı Saadettin Suruç. Bu ismi tanımıyorum, ismini daha önce hiç duymadım. Kim olduğunu araştıracağım, tabi gerçekten böyle biri varsa! Suruç’a destek veren birde vali var rüyamda. Onun ismini bilmiyorum, çünkü rüyamda deşifre olmadı. 1980 tarihli BABEK projesi, Öcalan’ın önünü açmak ve PKK’nın başına geçirmek isteyen üçlü istihbarat koalisyonunun PKK’yı asıl kurduran KGB elemanı veya aşırı sol görüşlü Kürtleri ortadan kaldırmasıyla ilgili. MİT’in Özel Harp elemanları epey lider temizliyor. Öcalan bunları duyunca oturduğu yerden ayağa fırlıyor, gözleri nefretle neredeyse beni yiyecek, ateş 
püskürüyor. Hiç aldırmıyorum. Konuşmaya devam ediyorum. 

MİT’in Öcalan Analizi, Tesbitleri ve eksik teşhisi ile başlıyorum: 

İlk başlarda MİT için Apo Kürt milliyetçisi veya Kürtçü bir akımın lideri değildi. O dönemin (1970–1979) MİT raporlarına baktığınız zaman görürsünüz, Apo 
dosyalara uzun süre sol faaliyetleri nedeniyle girmişti. Aşırı solcu bir Kürt olarak nitelendirilirdi. Fazla da önemsenmezdi. Zaten Kürt hareketleri 1970'lerde 
Kürtçülükten çok sol faaliyetler çerçevesinde ele alınırdı. İzlenirler, ne yaptıkları bilinir; ancak genelde solun içinde bulunduklarından dolayı, bu yönleri ön plana çıkarılırdı. Biz MİT olarak gerçeği biliyorduk; ancak devleti hiçbir zaman ikna edemedik. Bize inanmadılar veya inanmak istemediler. 

Daha sonra ontolojik ve epistemolojik durum tesbiti yapıyorum, nede olsa sosyologuz: 

Türkiye 12 Eylül 1980'e dayandığında, sol orijinli terör örgütlerinin yanında özellikle Doğu bölgesinde ismini yeni yeni duyurmaya başlayan Ala–Rızgari ve 

Apocular gibi birkaç yasa dışı grup ufak tefek dikkat çekmeye başladı. Bu grupların ortak özelliği, “Kürtlük” unsuru üzerinde durmalarıydı. Ala–Rızgari grubu, 80 öncesinde yayınlanan Rızgari dergisinin etrafında toplanan kişilerden oluşuyordu. PKK, 1978'de Lice’nin Fis köyünde kuruluşunu ilan edip, oluşturulan Merkez Komite etrafında örgütlenmesine karşılık, bu grup “Apocular” olarak biliniyordu. Öcalan’ın en yakın arkadaşlarından Haki Karel, 1977'de Gaziantep’te öldürüldü. 1979'da ise Elazığ ve Diyarbakır’da, “Apocular”a önemli bir darbe indirildi. Geniş tutuklamalar yapıldı, Merkez Komite üyesi 
Şahin Dönmez de tutuklandı. Bu sırada Abdullah Öcalan’ın izine de Diyarbakır’da ulaşıldı. Bir güvenlik yetkilisi, olayı şöyle anlatıyor:”Öcalan, Kesire Öcalan ile 
birlikte Diyarbakır’da Günaydın Apartmanı’nda kalıyordu. Polis yerini tespit etti. Milli İstihbarat Teşkilatı da biliyordu. Ancak, hemen baskın yapılıp alınması yerine, izlenip bir örgütsel faaliyet sırasında tutuklanması düşünüldü. Eğer o sırada gözaltına alınsaydı bir süre sonra serbest bırakılırdı.” Kesire Yıldırım ile 24 Mayıs 1978 günü Ankara’da evlenmişlerdi. 
  Belki de o tarihlerde fazla önemsenmediğinden yeterince izlenmediği için Öcalan, 1979'un Temmuz’unda izini kaybettirip Urfa üzerinden Suriye’ye kaçmayı başardı. İlginçtir, Öcalan bu tarihte asker kaçağıydı. 

Bunlar bilinen bilgiler, yakın tarihe kadar bilinmeyenlere geliyorum: Kesire Öcalan’ın CHP’de etkin konumdaki Tuncelili aşiret lideri Ali Yıldırım adlı MİT’in 
Kürt Şubesi başkanının kızı olması zaten MİT ile ilişkisini inkâr edilemeyecek biçimde ispatlıyor. Pilot Necati ile Öcalan’ın devşirilmesi ve 1980'lerde üç defa 
yakalanmasına rağmen Genelkurmay tarafından serbest bırakılmasına değiniyorum. Henüz 1980'de CIA’nın MİT’e yaptığı önerisi açıkca durumu özetliyor: 12 

Eylülde sol görüşlü KGB destekli örgütleri biçtiniz ama KGB rahat durmaz, birini açık bırakın, içine sızın ve liderini kendiniz koyup örgütü yönetin. Diyarbakır’da 
Tapu Kadostra’da sıradan bir memur iken okumaya Mülkiye’ye giden, gençliğin de namaz kılarken Deniz Gezmiş gibi bir anda aşırı solcu olan Öcalan gözümün  önünde canlanıyor. Her şeyi devletin kontrol ettiği ve tayin ettiği siyasi atmosfer de Öcalan’ın Albay Hakim Baki Tuğ tarafından MİT’den gelen yazıyla 1971'de serbest bırakılması çok normal geliyor bana. 

Ardından rüyamda kendi gözlemlerime, bilgi ve akademik referanslara, gazetecilik kaynaklı dayanaklarımla sosyopolitik durumu tesbite geçiyorum: 
İlk PKK baskınlarına derin devletin verdiği destekle Eruh’ta gerçekleşiyor. 

Rahmetli Özal’ın bir Kaç Çapulcu dediği yıllar. Ordu içindeki Ergenekoncu askerlerin kimliklerini tek tek açıklıyorum. Öcalan artık sus pus olmuş beni dinliyor. Bugüne kadar gelinen noktayı JİTEM cinayetlerini, PKK içindeki cinayetleri, yabancı istihbaratların oyunlarını ve PKK sorununu ele geçirmek 
için yaptıkları amansız mücadeleyi sağlam akademik verilerle detaylandırıyorum. Bir yandanda gözüm Öcalan’ın üstünde, artık tepki vermiyor, sessizce dinliyor. 
En son AK parti’nin yaptığı yanlışlara geliyorum ve Kürt sorununun çözümünde Fethullah Gülen’in sunduğu vizyonu açıklıyorum. 

Sonuç bölümünde çözüm önerilerimi sıralıyorum. 
Öcalan’a bir soru yöneltiyorum: Annen düğün dernekte hangi türküyle oynardı? 

Öcalan şokta. Belli ki böyle bir soru sormamı beklemiyor. Şaşkın şaşkın bön bön bana bakıyor. Cevap veremeyince sorumu üç defa tekrarlıyorum. Yanıt 
gelmeyince ben cevaplıyorum: ‘Gelin Oy (Bir Bülbül Gül Dalında) Ağlatma Gelem Gelem’ türküsüyle. 

Türkünün sözlerini mırıldanıyorum, elimdeki metinden sözlerini okuyorum. Öcalan ağlamaya başlıyor. Bam teline dokunuyor ve tarihi konuşmayı yapıyorum:  Biz Türkler ve Kürtler, bin senedir İslam milletinin kardeşleriyiz. Aynı türkülerle duygulanır, oynarız, ağlarız. Kız alır, kız veririz, bizi kimse birbirimizden ayıramaz. 

Öcalan başını omzuma koyuyor ve hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Teskin ediyorum ve Kürt sorununun çözümleneceğini, el ele tüm dünyaya birlikte tekrar kardeş olarak meydan okuyacağımızı, tüm fitneleri dağıtacağımızı söylüyorum. Bana güveniyor ve ‘işte Kürt sorunu böyle çözümlenir diyor, ortak gönlümüz 
türkülerimizle’ diyor. Doğrusu Öcalan’ın Türk olan annesi gerçekten bu türkü ilemi oynardı, ondan bile emin değilim. 

Tezimi kabul edip etmediklerini görmedim, çünkü Azeri eşim Suna, ‘Faruk kalk uykudan çocukları okuldan alman lazım, geç kalıyorsun’ diye uyandırdı. Yarı uyanık biçimde on dakika direndim ve rüyamın ayrıntılarını hemen hatırlamaya çalıştım. Tam uyansam detaylar kaybolacak. Hanımın fırçası, sesi berk yükseldi, 
kulaklarımı tırmaladı da, mecburen uykudan uyandım. Ana hatlarıyla yakaladığım ve şimdi kağıda döktüğüm rüyamın sadık olduğunu sanıyorum. Doğrusunu Allah bilir (21). 

Öcalan'ı daha önce defalarca yakalanmasına rağmen kimler serbest bıraktırdı? sorusuna yanıt arıyorum. 1972 yılında hakkında ağır iddialarla gözaltına alınan Abdullah Öcalan'ın salıverilmesi bir muammadır. Yıllar önce usta gazeteci Uğur Mumcu olayın peşine düştü. Dosyanın savcısı Baki Tuğ'la görüştü. O sırada Tuğ, DYP'den milletvekiliydi. Mumcu, Öcalan'ın içeriden gelen yazı üzerine salıverildiğini öğrendi. Yazının kimden geldiğini ve içeriğini bilmek istiyordu. Tuğ, Mumcu'ya "Arşive bakayım, o notu bulursam seninle paylaşırım." dedi. 

Bir hafta sonrası için randevulaştılar. Meclis'teki odasında görüşeceklerdi. ancak o buluşma gerçekleşmedi. Daha doğrusu gerçekleşemedi. Çünkü Uğur Mumcu suikasta kurban gitti. Puslu bir Ankara sabahında aracı bombayla havaya uçuruldu. Mumcu'nun üzerinde çalıştığı 'Abdullah Öcalan'ın Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilişkileri' dosyası kayıp... 12 Mart, yargıda askerî etkinin en kesif olduğu olağanüstü bir dönemdi. Savcı Tuğ gözaltındaki boykotçu öğrenciler arasında en ağır cezayı Abdullah Öcalan ve iki arkadaşı için isterken serbest bırakılmaları, cevabını bulamamış soru işaretidir. AK Parti'den milletvekili seçilen meslektaşımız Şamil Tayyar 'Kürt Ergenekonu' diye bir kitap yazdı. Abdullah Öcalan'ın istihbarat örgütüyle ilişkisini irdeledi. TV8'de Erkan Tan'ın programında açıkladığı bir bilgi yıllar öncesinin soru işaretine cevap mahiyetindeydi. Söylediği, iddia da olsa çok önemli... Nedense pek yankı uyandırmadı. Tayyar, Savcı Baki Tuğ'un Öcalan hakkında önce çok ağır ifadeler kullandığı iddianamedeki görüşlerini bir anda değiştirmesini sorgularken şunları söyledi: "Dönemin 
Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Turgut Sunalp arıyor ve 'Öcalan adamımızdır, serbest bırakın' diyor. Ve iddianame değiştiriliyor." Tayyar'ın kitabında bu bilgi yok. 

Daha sonra öğrendi. İddia görmezden gelinecek gibi değil. Çok çarpıcı, 'Kürt Ergenekonu' tespitini doğrulayacak türden... Üzerine gidilmesi gerekir. Turgut Sunalp Paşa gerçekten Öcalan'ın bırakılması için devreye girmiş olabilir mi? Hayatta olmadığı için doğrulama veya tekzip etme imkânı yok. Ancak iddiaya açıklık getirecek başkaları var. En başta da Baki Tuğ... Tuğ'u Milletvekilliğinden tanıyorum. Bu konularda konuşmayı sevmeyen bir isimdi. Bugün bu iddia karşısında sessiz kalması doğru değil. Gerçeğin bilinmesi için konuşmalı. 
Turgut Sunalp, benim için sıradan bir isim değil. Mesleğe yeni başladığım yıllarda, 1990'ların başında sık görüştüğüm biriydi. İstanbul Moda'daki evinde TSK ve politikada yaşadıklarını çok kez dinledim. Sağ ve milliyetçi duruşu olan biriydi. Sunalp, Renkli bir kişilikti. 

Bir dönem büyükelçilik de yaptı. 12 Eylülcülerin teklifi üzerine MDP diye bir parti kurdu. Geçiş döneminin başbakanı olması planlandı. Ancak sandık hesabı bozdu. Sunalp, 12 Mart döneminin en etkili generallerinden... Adına sıkça rastlanır. Hemen her olayın içinde vardır. Sadece kışlada değil, hayatın diğer alanlarında da aktif. 1973'te Faruk Gürler'in Cumhurbaşkanı seçilmesi için 
milletvekillerini Genelkurmay'a çağırarak konuşan ve sonrasında imzalarını alan da o... 12 Mart döneminin öne çıkan siyasetçilerinden Hasan Korkmazcan o günleri anlatırken Turgut Sunalp'ten de söz eder. Nasıl mı? Şöyle: 
"12 Mart muhtırasını verenlerin cumhurbaşkanı adayı Faruk Gürler'di. Destek için partilerle toplantı yapıyorlardı. Bizi de çağırdılar. O toplantılarda Turgut 
Sunalp'le tartışmıştık. Sunalp Paşa 'Eğer bizim dediğimizi yapmazsanız sizleri toplatırım' dedi." Şamil Tayyar'ın, Öcalan'ın serbest bırakılmasını sağlayan kişi olarak Turgut Sunalp ismini ortaya attığını duyunca ilgisiz kalamadım. 

Doğrusu bu iddia bana 'inandırıcı' geldi. Çünkü 12 Mart döneminin kudretli olduğu kadar, etkin de olan isimlerinin başında... Eğer bu iddia doğruysa yakın tarihin birçok sayfasını yeniden yazmak gerekebilir (22). 

Ancak halen BABEK planı nedir öğrenememiştim. Bilmezsem aklıma kurt düşer, uyamamam. Yaptığım araştırmalar sonuçsuz kalınca aklıma Emre Uslu geldi. 

Nede olsa bir yılı Toronto, Kanada’da, sekiz yılı ABD’de Utah’da toplam 9 yıl Kürt sorunu konusunda doktora tezi yazmıştı ve o sırada bir yıllığına ziyaretçi öğretim görevlisi olarak ABD’de idi. Yazdığım epostada ona rüyamı aktardım, telefonunu istedim ve aldım. Sorularım aklımda yazılı, arka arkaya soruyorum, Emre’de maşallah makineli tüfek gibi otomatik cevaplıyor, telefonda tam bir 
buçuk saat konuşmuşuz. Ortaya çıkan bilgilerden iki makale yazdım. Önce BABEK planına gelelim. 

Bir kere Babek değil Bavbekmiş. Babek, Hürremiler haraketi olarak bilinen, İslam ordularına karşı yirmi yıl dağlarda savaşan ve en sonunda kolları ve ayakları çapraz kesilerek ve derisi soyularak öldürülen asi Azeri Türk liderdir. Emre çok zeki, hemen anladı Babek’in kim olduğunu ve rüyamda bahsedilen Bavbek’in kim olduğunu. 

1980 öncesi aşırı sol hareketlerin içinde yer alan ‘aşırı milliyetçi’ virüsü taşıyan Kürtler, atalarının dini İslam’a sırtlarını dönmüştü. Bu virüs kimin kanına girse fitne uyanmıştır. Baştan sona CIA tarafından organize edilen askeri darbe sonucu devlet başkanı olan Kenan Evren, İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Bal ve İstihbarat Şube Başkanı Ümit Bavbek’i çağırarak Kürtler konusunda brifing aldı. Ülkücü geçinen veya görünen milliyetçi Bavbek, CIA’nın öngördüğü plan çerçevesinde solcu Kürt gruplardan birinin içine sızıldığını, liderini koymaları 
halinde sorunu kontrol altında tutacaklarını söyledi. 

Böylelikle ‘Bavbek planı’ doğdu. KGB’nin kurdurduğu, Beka vadisinde kamp imkanı sağladığı PKK, CIA’nın gözüne kestirdiği zayıf örgüttü. Bavbek Diyarbakır’a gitti, kendisi gibi işkenceci bir polis müdürü, Özel Harp 
elemanları, bir sınır ilçesi kaymakamı ve bir valimizle toplantı yaptılar. 

Bu karanlık toplantı sonrası, Abdullah Öcalan’ın önünün açılması için potansiyel Kürt liderler öldürüldü. Diyarbakır ceza evinde Kürtlere insanlık dışı işkenceler yaparak halkın devletine düşman olmasını ve dağa çıkmasını sağlayan aynı ekipti. Yoksa kimsenin dağa çıkmaya niyeti yoktu. Kürt sorunu çıksın diye toplum sosyolojisini zorlamışlardı. PKK’yı destekleyen ordumuzdaki kara koyunlardı, halende destekliyorlar. 

Bavbek’i 28 Şubat döneminde kurulan en çirkin tezgah olan Fadime Şahin-Müslüm Gündüz ve Ali-Emire Kalkancı skandallarında organizatör olarak görüyoruz. Şok ilişkiye dikkat edin, Kalkancı ile Bavbek’i tanıştıran isim o dönemde İşçi Partisi Mersin İl Başkanı olan Bayram Çiçek. Biri ülkücü, diğeri Maocu sosyalist aynı cephede buluşuyor. Çiçek bugün İşçi Partisi Genel Başkan yardımcısı.1980 öncesi orduya söven, Kıbrıs’taki askerimize işgalci diyen, orduya sayısız ajan sokan Doğu Perinçek, 1980 sonrası birden Kemalist ve Atatürkçü, ordu yanlısı oluyor. 2001’den sonra Küçük tarafından mafya lideri yapılan Sedat Peker ile “Kızılelma koalisyonu” kuruyor, Ergenenekon için Öztürkleri birleştirme misyonu üstleniyor. İşin kötü tarafı hiç biri Türk değil, ya cibilli olarak İslam düşmanılar veya etnik yapıları “kripto ecnebi!” Ergenekon soruşturmasının merkezinde İşçi Partisi’nin olması, fitne ocağının merkezi olmalarından! 
Gerçek  Müslüman Türk ve Kürtler asla aşırı milliyetçilik yapmaz. Oyunları sırıtıyor. 

Perinçek virüsü ” diye bir hastalık var. Kime bulaştıysa ömür boyu çıkmıyor! İkna gücü yüksek Perinçek, Bavbek’i tepe tepe kullanıyor. Uğur Dündar ve Ali Kırca’nın karşısına televizyona Kalkancı’yı  çıkarmadan önce Bavbek Nişantaşı’nda bir berberde Kalkancı’yı tıraş ettiriyor, ne söyleyeceği ezberletili yor. Bu senaryoları darbeciler adına Veli Küçük ve Perinçek organize ediyor. ‘İhale’, Turgut Yağ Sanayi’nin sahibi Turgut Büyükdağ’a veriliyor. Küçük’le Büyükdağ, bir akşam Harbiye Orduevi’nde buluşarak baş başa yedikleri yemekte ’senaryonun’ ayrıntılarını konuşuyorlar. 

Senaryonun Finansörü Büyükdağ, organizatörleri, Strateji Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ümit Oğuztan, Sisi olarak bilinen transseksüel Seyhan Soylu ve Polis Müdürü Bavbek. Bütün görüşmeler, Büyükdağ’ın sahibi olduğu, 
Nişantaşı Akkirmanlı Sokak’taki Strateji Dergisi’nin ofisinde yapılıyor. Oğuztan, Aksaray’da, sonradan Hanedan Restoran olarak değişen pavyonda  konsomatrislik olarak çalışan Fadime Şahin’i bu iş için ayarlıyor. Bugün uyuşturucu taciri olan Kalkancı’yı ünlü bir işadamının kızı olan Emire Ersoy ile evlenmeleri bile tezgah! Kızını alkolik, işsiz bir adama vermeye yanaşmayan baba, kendisi hakkında tutulmuş bazı şantaj dosyalarıyla ikna ediliyor. Toplum sosyolojisinin anası ağlatılıyor! 

Fadime, sahte Aczmendi Tarikatı’nın Lideri Müslüm Gündüz’le tanıştırılıyor, sonra Fatih’te ‘staja’ tabi tutuluyor. Ünlü işadamının güzel kızının, bir tarikat şeyhi 
tarafından nasıl kandırılarak tuzağa düşürüldüğü hikayesine kamuoyu bayılıyor, medya manşetlerinde aylarca tartışılıyor. Senaryoyu yazanlar, istedikleri sonucu 
almakta gecikmiyorlar. Bir yandan Sincan’da tanklar yürütülüyor, diğer yandan da Türk basınının etkin gazete ve televizyonları, ‘irtica’ kampanyaları başlatıyor. 
Aylardır süren ‘Bırakın’ baskısı, art arda patlayan skandallar sayesinde sonuç veriyor ve hükümet düşüyor. Planda yer alan herkes tezgahda tiyatro oyuncusu! Başta Süleyman Demirel’in iki dünyada da yatacak yeri yok! 

Bavbek aslında 1995’de emekli olmuş bir polis müdürü. Tuncay Güney, ‘Veli Paşa’nın Cipe ihtiyacı var’ diye 2001’de buna gidiyor. Veli Paşa için Cip arıyorlar. 
Hakan Erel diye bir şahıs, ‘Raşit Dostum’a daha önce tahsis ettiğim Cipi verelim’ diyor. Olayda adı geçen Süleyman Gürleyen diye bir şahıs, kendisini JİTEMci diye tanıtan Güney’e inanıyor , Bu Cip geri gelmeyince Gürleyen durumu Ümit Bavbek’e bildiriyor. Şikâyetçi oluyorlar, polis Bavbek ve Süleyman Gürleyen, 26 Mayıs 2001’de gözaltına alıyor, sevk edildikleri DGM’de haklarında işlem yapılıyor. Ayrıca Emniyet Teftiş Kurulu, bu durumu araştırınca Tuncay Güney içeri alınıyor, bülbül gibi öterek Ergenekon’u anlatıyor. İşte hiç hesapta 
olmayan bir sosyolojik gerçek daha! Sinek kadar değer vermedikleri kuryeleri onları satıyor! 

Toplumu çok zorladıkları için ekonomi, siyaset dünyası ve medya iflas ediyor. 2002’de bu enkazdan AK Parti doğuyor. Abdullah Öcalan, 2004’de İmralı’dan 
Kandil’e “AK Parti güçlendi. Kemalist güçler buna engel olmalı. Türkiye’ye saldırıları artıralım” mesajı gönderiyor. Celal Talabani ve Mesut Barzani’den aldığı mesajı devletin zirvesine ileten gazeteci İlnur Çevik, Hürriyet’in 
patronu Ertuğrul Özkök tarafından Turkish Daily News’ün genel yayın yönetmenliğinden alınıyor. Süleyman Demirel ve Necmeddin Erbakan’a danışmanlık yapan İlnur Çevik’in ipini PKK ile Ergenekon ittifakını deşifre edince çekiyorlar. Özkök kime çalışıyor dersiniz? Doğan ve Ciner medyasında şafakın atması boşuna değil. Sıraları geldi. 

Fitne kazanı kaynatanlar, Kürt sorununun çözümlenmesini baltalamak için beş koldan yine devrede. Öcalan’a en eski Komünizm örneği olan Mazdekizm ile 
ilgili kitap yazdırılıyor. 40 yıldır Kürtleri oyalayan Komünizm öldü, olmadı Fars sosyalizmi verelim mantığı! Yapma Öcalan, bunu yeni nesil Kürtler yemez! MOSSAD, İranlılarla ortak hareket ederek Kürt Hizbullah’ını bölgede yeniden canlandırıyor. İsrail’de kurulmuş “Yahudi Aleviler” grubu, Hacı Bektaş’a seferler düzenleyerek Alevileri ve Kürt Alevileri kullanmaya çalışıyor. Tunceli, Pazarcık, Hatay, Mersin hattında müthiş bir hareketlilik var. 

Osmanlı’nın ilk ittihatçılarından Kürdistan İslam Teali Cemiyeti benzeri yapıyla yeniden bir “Kürt İslamı” inşa etme projesi göze çarpıyor. The Cemaat’ın Kürtlerin güvenini kazanması kıskanılıyor ve Kürtlerin genlerinde mevcut gerçek İslami potansiyelin ortaya çıkartılmasının önü çakma İslami yapılarla kesilmeye çalışılıyor. Kürt Hizbullah’ı ile Sünni Kürtleri birbirine düşürüp PKK’nın İslami zemine arabulucu olarak kaydırılması planlanıyor. 

Geçmişte MİT eski başkanı Teoman Koman tarafından kurdurulan Hizbullah ile PKK’nın savaştırılması nasıl tezgâhsa, bu tiyatroda elbette çakma ve toplumun sosyolojisine yeni gulyabaniler, kâbuslar eklemeye yönelik! Kısacası kimse Kürt sorununu çözmek istemiyor, Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia ederek 
dağda gezenler kimin kucağına otursa onun borusunu çalıyor (23). 

İkinci yazdığım ‘Toplumun sosyolojisini bozanlar hesap vermeli!’ başlıklı makalem daha fazla ses getirdi. Köşe yazarı olduğum Çorum Manşet gazetesinde ve Alperen Ocakları’nın Temmuz 2012’de yayınladığı Terör özel sayısında müstear ismim olan Ali Alperen mahlasımla yerini aldı. Türkiye’de etnik savaşı körükleyen ne MOSSAD, CIA, BND gibi yabancı istihbarat örgütleri, 
nede MİT ve Genelkurmay Başkanlığı, sosyolojik gerçeklerle savaşamaz. 

1826’da Sultan 2. Mahmud’un Fransız annesi ve eşinin etkisinde kalarak, Osmanlı’da merkezi sisteme geçmesi, Balkan ve Ortadoğu milletleri başta olmak üzere Kürtlerin eyalet özerkliğinin kaldırılması, Fransa’dan kopyalanan aşırı Türk 
milliyetçiliği virüsünün dolaşıma sokulması, eğitimsizlik, ayrımcılık, ırkçılık, fakirlik ve devlete yaslanarak yaşama kültürü asalaklık, tembellik ve kimlik bunalımı Kürt sorununun ana nedenleridir. İki yüzyıla yakın süredir devam eden kin, nefret, ayrımcılık politikalarının oluşturduğu psikolojik travma, sanıldığından daha koyu ve derindir. 

Batı’yı modernleştirip, endüstirileştirirken, Doğu’da Kürtlerin yaşadığı bölgeleri devletleştirme politikaları, sivil toplumu yok etmiştir, halkı çifte terör kucağına itmiş ve askerlerin hoyratça davranmasına yol açmıştır. Bölgeler arası eğitim, kültür ve ekonomik farklılıklara, 1925 Şeyh Said isyanından sonra Kürt kimliğini toptan yok sayma yanlış politikası eklendi. 1960 ve 1970'lerde dünyayı kasıp 
kavuran Sosyalizmin ayrılıkçı akımlara ilham olduğu dönemde PKK ve benzeri illegal örgütlerin Kürtler arasında ortaya çıkması çok normaldi. 

1990'da Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile Markizm ve Sosyalizm’de mevta oldu, ideoloji ve argümanlarını kullanan ayrılıkçı sosyal hareketler bir bir evrim geçirdi, değişen dünyaya ayak uydurdular, halen dünyada PKK dışında pek az Markizm’de inat eden örgüt kaldı. PKK lideri Mazdekizm ile İran felsefesi ithal etmeye kalksa da İslam dini ile çatıştığı için Kürtlerin çoğunluğundan veto 
yedi. Çakma ideolojilerden çok çeken, halen medet uman bazı Kürtler, ne zaman gerçeklerle yüzleşecek diye merakla bekliyorum. Yeniden sivil toplum kurulmadan, bölgede etnik ayrımcılıktan beslenen, kinden, nefretten 
medet umanların topluma baskısı, korkutma, sindirme politikaları, antidemokratik tutumu, aşırıya kaçan kimlik mücadelesi, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik çarpıklıklar bitmez, tükenmez. Sorun aslında PKK’dan 
ziyade devletçi Ankara bürokrasisidir; merkezi idarenin yol açtığı yıkımlar, devletleştirmenin getirdiği arızalar büyüktür. Kürt toplumunun sosyolojisi bilinmeden PKK ile silah bıraktırma görüşmeleri yapmak, genel af ilan etmek veya sorunu rölantiye almak abesle iştigaldir. Hiç bir istihbarat örgütü ve devlet, yıkılmış gönülleri, harap edilmiş ekonomiyi, yasaklanmış dil ve kültürü dikkate 
almadan kimlik boşluğunu dolduramaz, Kürt sorununu kalıcı biçimde çözemez. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

21 Arslan, Faruk. Annen hangi türküyle oynardı Abdullah Öcalan? Farukarslan.com. 01.05.2012. 
22 Ünal, Mustafa. Öcalan'ı kim serbest bıraktırdı? Zaman Gazetesi, 20.11.2011. 
23 Arslan, Faruk. Toplumun sosyolojisini bozanlar hesap vermeli! Çorum Manşet gazetesi. 22 Mayıs 2012. İnternet ulaşımı 


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder