25 Temmuz 2017 Salı

DEMOKRASİ, DARBELER ve TÜRK MODERNLEŞMESİ BÖLÜM 13


 DEMOKRASİ, DARBELER ve TÜRK MODERNLEŞMESİ  BÖLÜM 13


6. Askerin Eğitimi 

Eğitimin genel kabul gören iki tanımı: İnsan davranışlarında bilgi, beceri, anlayış, ilgi, tavır, karakter gibi önemli sayılan kişilik nitelikleri yönünden belli değişmeler sağlamak amacıyla yürütülen düzenli bir etkileşimdir. Kişinin davranışlarında, kendi yaşantısı yoluyla istenilen yönde ve bir dereceye kadar kalıcı değişmeler meydana getirme sürecidir. Askerin eğitim sorununu ele almadan önce, Türk eğitim sisteminin durumuna bakmakta yarar vardır: 
Türk eğitim sistemi son derece katıdır, aydınlanmacı ve eleştirel özelliklerden 
bütünüyle yoksundur. Eşitliğe aykırı ilkelere dayanan hiyerarşik ve elitist bir 
sistemdir. Ama dahası da var. Üniversitelerde dahi akademik özgürlüğe hiçbir 
şekilde yer vermediği için, liberal anlamda özgürlüğe bile tahammülsüz bir sistem söz konusudur. Türk millî eğitim sistemi, bu açıdan, Mori Arinori’nin kurduğu milliyetçi Japon eğitim sisteminin bile gerisine düşmektedir. Anımsanacağı gibi, Mori Arinori’nin oluşturduğu eğitim sistemi aynı derecede eşitliğe aykırı ve hiyerarşik bir yapıda olduğu halde, üniversitelerin düşünce özgürlüğü ile aydınlanma değerlerinin serpilip geliştiği merkezler olmasını öngörmekteydi. Türk millî eğitim ideolojisi, evrensellik ve enternasyonalizme karşı güvensizliği ve önyargıları pekiştirme eğilimi taşımaktadır. Siyasal ve ideolojik öğretilemeye yönelik olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Bu durumdan kurtulmak için, eğitim sistemini, insanlığın köklü felsefelerine, uluslararası kültüre, evrenselliğe, dünya halklarının ortak mirasına açmak gerektiği öne sürülebilir. Türkiye’deki eğitim sisteminin bir felsefe değişikliğine ihtiyacı vardır. Her alanda özgürlüğü ve eşitliği esas almayan düzenlemeler toplumsal çıkmazları daha da derinleştirmektedir.177 Fransa hem ilk ulus devlet, hem de ordu-milletti. 19. yüzyılın başından itibaren Fransa’yı örnek alan Avrupa’da paralı askerlik üzerine kurulu imparatorluk orduları, yerlerini zorunlu askerlik görevine dayalı millî vatandaş ordularına bırakmaya başladılar. Bu ordular uluslaşmanın hem sonucu hem de aracı oldular. Sosyolog Eugen Weber'in deyişiyle, 
Fransa'da köylülerin "Fransız"a dönüşmeleri sürecinde askerlik ve eğitimin rolü büyüktü. Her iki pratikte de 18. yüzyıldan itibaren önce Avrupa'da daha sonra (veya eşzamanlı olarak) başka coğrafyalarda özel alanlarından sıyrılıp belirli sınıfların tekelinden çıkarak, herkesi kapsayan (en azından niyet bazında) ve hatta "zorunlu" bir nitelik kazandı. Yeni bir "disiplin" anlayışının geliştirilip uygulandığı bu iki kurum aracılığıyla, aynı üniformayı giyen, aynı dili 
konuşan, aynı marşları söyleyen itaatkâr ve üretken bedenler, milliyetçi ve sadık vatandaşlar yaratmak hedeflendi. Bu anlamda vatandaş orduları, yalnızca ulus devletin vatandaş yaratma projesinin önemli bir ayağı olmakla kalmayıp, diğer önemli bir ayak olan eğitimin de şekillenmesine katkıda bulundular. “Ordu-millet” kavramı ilk olarak İngiltere’de yayımlanan (yazarı belirsiz) The French Considered as a Military Nation Since The Commencement of Their 
Revolution (Londra, Egerton, 1803) kitabında yer alır. Bu kitap, Fransa’nın tüm vatandaşlarını askere dönüştürerek askeri alanda çok önemli ve tehlikeli bir yeniliğe imza attığını anlatıyor ve Büyük Britanya’nın bu tehdit karşısında yapması gerekenleri sıralıyor.178 

TSK kendisini Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve onu önceleyen ilkelerin gerçek koruyucusu olarak görmektedir. Sıkı bir eleme sürecinden sonra askeri okullara giren genç öğrenciler, ilk günlerinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devletini ‘koruma ve kollama’nın asli görevleri olduğu düşüncesiyle yoğruldukları gibi; bütün meslek hayatları boyunca bu doğrultuda düşünmeye ve davranmaya teşvik edilirler. Bu misyonun temel objeleri, diğer bir deyişle korunması gereken değerler silsilesinin başında gelenler; devlet otoritesi, ülkenin bütünlüğü 
ve laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesinin bu değerler manzumesi içinde yer bulabilmesinden de anlaşılacağı gibi, TSK kendisini sadece dış güvenlikten sorumlu görmekle yetinmemekte, ayrıca Cumhuriyetçi Batılılaşma/çağdaşlaşma misyonunun da esas sahibi/taşıyıcısı olarak algılamaktadır. 
Orduların demokratik rejimle birlikte yaşamayı öğrenmeleri kolay olmamıştır, olmamaktadır. 
Hiyerarşinin, disiplinin kayıtsız şartsız itaatin vurgulandığı bir örgüt kültüründe yetişen insanlar için, demokratik rejimin düzensiz, karar alma mekanizmaları çok yavaş işleyen, demagojiye izin veren bir rejim olarak algılanması kuvvetle muhtemeldir. Gerçekten da askerlerin anlayışında sivil siyasetçi imajı, kişisel menfaatler için ilke ve kural tanımayan, demagojiye başvurmaktan çekinmeyen, iyi niyetinden ve bilgisinden şüphe edilecek kişi profiline çok yakındır. Böyle olunca da, meşru kanallardan iktidara gelmiş olan sivillere itaat etme, onların denetimine açık olma fikrinin kabul edilmesi kolay olmamaktadır. Ayrıca, temel 
fonksiyonu güvenlik sağlamak olan bir yapılanmada ulusal güvenliğe yönelik tehditlerin abartılı bir biçimde algılanması söz konusudur. Bu da demokratik rejimin gerektirdiği özgürlüklerin aşırı bulunmasına yol açan bir etkendir. 27 Mayıs’ın etkili isimlerinden Orhan Erkanlı’nın179 konuyla ilgili görüşleri anlamlıdır: 
Türk subayının yetişme tarzı diğer ordulara hiç benzemez. Diğer ordularda 
subaylık herhangi bir devlet hizmeti gibi, profesyonel meslektir. Bizde ise, bir 
mesleğin çok üstünde millî bir vazifedir. Devlet muhafızlığıdır. Bütün okullarda 
bu telkinlerle yetişen subaylar, rütbeleri yükseldikçe, yetki ve imkânları arttıkça 
aynı fikirleri kendi muhitlerine de yayarlar ve böylece okulda başlayan, 
Cumhuriyeti korumak ve kollamak görevine bağlılık bütün ordu hayatları 
boyunca onlar için değişmez bir inanç haline gelir. Şartlar gerektirdiği zaman bu 
vazifeyi yapmak için ya kendileri harekete geçerler veya verilen müdahale 
emirlerini normal bir vazife yapmanın rahatlığı içinde yerine getirirler. 
Harbiye Marşı’nın sözleri bu düşünceyi doğrular niteliktedir: “Kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti, cehennemler kudursa ölmez nigâhbanıyız (bekçisiyiz).”180 Modernizm, tarihsel dönemlerde olduğu gibi, belirli bir eğitimden geçmiş olanlara diğerlerinden farklı oldukları bilincini enjekte eder. Böylece bunların içinden çıktıkları sınıfa yabancılaşmaları sağlanır. Farklı oldukları bilinci taşıyan bu insanlarda, ‘Eğer farklı isem diğer insanlardan farklı yaşamaya, ayrıcalıklı olmaya ve otorite kullanmaya da hakkım vardır.’ bilinci yerleştirilir.181 

Askeri öğrenciler, diğer öğrencilere göre çok farklı bir eğitimden geçmektedirler. Onlara Atatürk’ün çocukları oldukları ve kötülüklerle dolu dünyada çıkarını düşünmeyen bir kadro oldukları defalarca söylenmektedir. İnsanlığın ve bireyin değerlerinden çok, devlet ve ulus değerlerini öğrenmektedirler. En başarılıları, derin bir görev duygusuyla, sadece askeri yönden değil, siyasi ve manevi yönden de Türkiye’nin kaderinin kendilerine bağlı olduğu inancıyla mezun olmaktadır. Askeri okullarda, dünyayı tehlikelerle dolu gösteren stratejik 
doktrin öğretilmektedir. Her yerde tehdit vardır. Yabancı güçler, Türkiye’yi yıkmak, bölmek ve zayıflatmak için hiç durmadan komplolar kurmaktadır. Atatürk düşmanı olan kötü Türkler de bu komplolara katılmaktadırlar. Bu kadar ciddi sorunlarla karşı karşıya olan ulusu savunmak için, ordunun elinde çok sayıda tank, helikopter ve top olması yeterli değildir. 

Nankör bir iş olsa da, toplumu düzenlemek, ulusu felakete götürmek isteyen tehlikeli fikirleri ve bireyleri bastırmak görevlerini de üstlenmelidir. Günler yıllar boyunca bu mesajla doldurulan öğrenciler, kişi hakları ve sivil gücün üstünlüğü gibi insancıl değerlerden çok, “devlet” ve “görev” gibi soyut idealleri benimsemiş subaylar haline gelmektedirler. Onların Türkiye’si, birçok sivilin gördüğü yaşam dolu, kendine güvenli ve hırslı Türkiye değildir. Düşmanlarla çevrili ve kolayca yönlendirilebilen saf insanların oluşturduğu bir halk görmektedirler. 

Bir ülkenin acil toplumsal ve siyasi sorunları olsa da askeri sorunları yoksa, barış içinde ve güvenli ise, ordu o kadar da öncelik taşımaz. Bazı Türkler, sahip oldukları üstünlüğü korumak isteyen generallerin tehditleri abarttığını, hatta olmayan tehditleri varmış gibi gösterdiğini düşünmektedir. Bunu söylemek haksızlık olur. Generaller, büyük kurumsal güçlerini korumayı doğal olarak istemektedir. Ancak korkularında, artık zamanın gerçeklerine uymayan bir stratejik doktrine göre eğitildikleri ve yaşadıkları uzun yılların büyük etkisi 
vardır.182 

Harbiye’nin öğretim yılının açılış töreninde, zamanın Genelkurmay Başkanı “Biz, sizi burada devlet adamı olarak yetiştiriyoruz.” dedi. Harbiye bir meslek okuludur. Tıbbiye ve Mülkiye gibi bir meslek okuludur. “Devlet adamı” denilen şey mektepten yetişmez. Nasıl oluyor da, siz orada doğru dürüst bir profesyonel asker, bir savunma elemanı yetiştireceğinize kendinize böyle bir rol biçiyorsunuz? İşte bu sınırı aşmaktır. O öğrenciler öyle koşullanıyor. Askerlerin 
askerlik yapması gerekir; siyaseti ve rejimi tartışmak değil. O zihniyette yetişmiş olan bir generalin de kendisine “Sen devlet memurusun.” dendiği zaman, memuriyeti küçültücü bir ifade olarak görmesi de sistemin içinde var olan eğitimin bir sapmasıdır. Bu aynı zamanda meslek eğitiminden bir sapmadır. Zaten en büyük sorun da askerliğin bir ideolojik meslek grubu hâline gelmesidir ve toplumu militarize eden bir ideolojiye dönüşmesidir. Askerlerin merkezinde olduğu bir siyasal sistemin varlığını ve sürdürmesini içeren bir ideolojidir bu. 

Askerlerin merkezinde olduğu bir sistemin sürmesi demek, onun otoriter, hiyerarşik ve devletin toplum üzerindeki tahakkümünü içeriyor olması demektir zaten.183 
Darbeler sonrasında demokrasiye geçişte iyi bir uygulama örneği olarak kabul edilen İspanya: 
Öyle bir ülkeydi ki, son 200 yıllık tarihinde 150 civarında darbeye, darbe girişimine ve askeri komplolara sahne olmuştu. Üstelik Franco faşizmi kırk yıl boyunca iktidarda kalabilmişti. Sivil demokrasi karşısında İspanyol ordusu sanki siyasal bir özerkliğe sahipti. Franco diktatörlüğü döneminin 1975’te kapanıp demokrasiye geçişinden sonra 1982’de yapılan yasal değişiklikle belirsizlik giderildi; ordunun siyasal özerkliği ortadan kaldırıldı. Bütün ders 
kitapları ve tarih kitapları İspanya iç savaşında Franco’nun Cumhuriyetçi güçlere karşı kazandığı zafere göre yazılmıştı. Demokrasiye geçişle birlikte okullardaki ders kitapları bütünüyle değiştirildi. Askeri akademilerde okutulan ders kitapları gecikmeli de olsa tümüyle değiştirildi.184 

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök; askerlerin eğitimi meselesi, demokratikleşme ve askerlik mesleğinin ne olduğu ile ilgili komisyonumuza şunları ifade etmiştir: 

“Darbeler sağlıksız bir demokrasinin semptomudur. İspanya eski Millî 
Savunma Bakanı Narcis Serra isimli birisi vardır. Bu 1980’li yıllarda İspanya’da 
özellikle demokratikleşme -Franco’dan sonra- ve ordunun demokratik nizam 
içerisindeki özgün yerinin alması konularında çalışmış, daha sonra çeşitli 
ülkelerde akademisyen olarak danışmanlık yapmış, üniversitelerde ders vermiş, 
gerçekten bu konularda çok değerli bir siyasetçidir. Serra diyor ki: “Darbeler 
sağlıksız bir demokrasinin semptomudur. Semptomla uğraşmak meseleyi çözmez, hastalıkla da uğraşmak lazım.” Tabii hastalıkla uğraşmak 1950’den beri yani çok partili demokrasiye geçtiğimizden beri çeşitli merhalelerle, çeşitli şekilde ele alınmıştır ve bu gayretler sürmektedir. Tabii onu sizler benden çok daha iyi bilirsiniz -genel demokratikleşme- ama bunun içerisinde ordunun yeri konusunda işte bugün ben de sizlere yardımcı olmaya çalışacağım. 

Thomas Bruno diyor ki: “Yeni ya da eski tüm demokrasilerde sivil-asker ilişkileri meselesi temelde aynıdır.” Yani bu bize şunu gösteriyor: Bu mesele sadece Türkiye’ye özgü bir mesele değildir. Askerliğin temel özellikleri: Askerlik en eski mesleklerden birisidir -iki meslek daha vardır bunun yanında- bu nedenle gelenekleri çok kuvvetlidir. Bunu insanların güvenlik içgüdüsü yaratmıştır. Yani doğaya baktığımız zaman her yerde güvenlik vardır. Öyle şeyler var, böyle ağacın üstüne çıkar bir tanesi nöbetçidir bakar çünkü içgüdüsel olarak insan hayatını veya bir hayvan hayatını idame ettirmek ister ve bunun için de evvela güvenlik şarttır, arkasından üreme. Bu iki duygu insanların bütün davranışlarını çok yakından etkileyen duygulardır. 

Askerliğin özü, mensuplarını başkaları için ölmeye veya öldürmeye 
götürmektir. Askerlik yemininde bunu üstelik seve seve yapmamız bize 
öğretilmektedir ve canımızı; vatanımız, ulusumuz, anayasal düzenimiz için seve 
seve vereceğimizi yeminle askerliğe başlarken içimize çakarız. Ölümü göze almak da, öldürmek de çok acı vericidir. İkinci Dünya Harbi’nde Alman askerlerinin çoğunun hedeflere değil, hedeflerin sağına soluna ateş ettiklerini tespit etmişler yani bir sürü mermi atılıyor fakat zayiatı karşı tarafın beklendiği kadar değil ve bunu inceliyorlar, psikologlar bunu tamamen insan öldürmemek içgüdüsüyle, kendi öleceğini de bildiği hâlde -kendisi öldürmezse, kendisini öldüreceklerhedefe ateş etmediğini görüyorlar ve psikolojik olarak bir uzun eğitim ve tedavi döneminden sonra ancak bunun üstesinden gelebiliyorlar. Bu zor işi insanlara veya askerlere yaptırabilmek için askerler kayıtsız şartsız itaate alıştırılmışlardır. 

Süslü üniformalar giydirilmişlerdir, mutluluk hormonu sağlasın diye savaşa ritmik, uygun adımla götürülmüşlerdir. Bunların hepsinin anlamı bu zor görevi askerlere yaptırabilmektedir ve onlara gene bu ölümü göze almaları ve öldürebilmeleri için çok güçlü bir vatan ve ulus sevgisi -bunu bütün ordular için söylüyorumaşılamıştır. Millî menfaatlerinin önemi öğretilmiştir. Düşünün Amerika her iki dünya harbinde binlerce askeriyle geldi Avrupa’da öldü. Lüksemburg’dan 
Belçika’ya girerken büyük bir mezarlık vardır, binlerce Amerikan askeri haçlarla 
temsil edilmiştir, orada yatmaktadırlar. Neden ölmüşlerdir? Vatanları, milletleri 
için değil, Amerika’nın menfaatleri için ölmüşlerdir çünkü Avrupa demek 
Amerikan ekonomisi için sürdürülebilirlik demek, bütün menfaatleri oraya bağlı 
ve şimdi de -bakın- bunları çok gözlemliyoruz, bütün ülkeler artık sınırlarında 
değil, sınırlarının ötesinde millî menfaatlerine doğan tehditleri yavaş yavaş orada gidermeye, böyle kanlı canlı eski Prusya muharebeleri gibi harp yapmamaya çalışıyorlar ve hepsi de ordularını küçülttüler daha ziyade politik ve ekonomik gücü tatbik ederek istediklerini karşı tarafa kabul ettiriyorlar. 
Mamafih askerliğin bu temel özellikleri artık değişiyor -bunu da endişe etmeyin 
diye söylüyorum- askerlerin yerini ölüm makineleri alıyor, orta vadede harp eden iki ülkenin belki de askerleri birbirini görmeyeceklerdir. Şimdi görüyorsunuz Amerika’da konsolun başından Afganistan’da basıyor yani artık bundan sonraki savaşlar robotlar savaşı olacak. Belki de o zaman insanları ölüme götürmenin yöntemleri bu söylediğimin çok dışında olacak ama bunlar tabii bizim gibi orta üstü ülkeler için -teknoloji yönünden kastediyorum, silah teknolojisi yönündenbiraz zaman alacaktır. 

Öğretmekle tabii etkileyebilirsin insanları ama en doğru şey örnek olmaktır. Ben 
çocuklarımdan öyle biliyorum. Eşimle kararlaştırdık, biz doğru davranırsak onlar 
bizim gibi olurlar. Söylüyorsunuz, buradan girer, buradan çıkar. Bunun da çok 
hikâyesi vardır ama iyi örnek olmak, bu da bir yöntemdir. Öğretimle tabii bunu 
desteklemeli ama insanların entelektüel seviyesi… Artık gençlerde ben bunu 
görüyorum. Gençler, inanın, bizden çok daha demokratik düşünüyorlar bizim 
jenerasyona nazaran. Biz çünkü biraz daha eski günleri, soğuk savaşı falan 
yaşadığımız için öyleyiz yani şey böyle. 

Siyasete ve siyasetçiye güvensizlik hissederse halk ordudan bir şeyler 
beklemeye başlıyor. Bu büyük bir sorumluluk yükü oluşturuyor ordu üzerinde 
yani halkın böyle bir beklenti içerisinde olduğunu sezinlemek çok büyük bir yük 
bindiriyor askerlerin omzuna ve her şeye karışmaya başlıyor bu etkinin atında. 
Demokratikleşme geliştikçe müdahale ihtimalleri, askerî müdahale ihtimalleri 
azalacaktır çünkü hastalık ortadan kalkarsa semptomlar da ortadan kalkacak. 
Dolayısıyla güçlü, kuvvetli, halka dayanan temsilî bir demokrasinin varlığı bu 
konuda çok büyük önem taşımaktadır. Tabii darbeleri, muhtıraları ve olumsuz 
girişimleri incelerken demokrasiyi sorunlu hâle getiren unsurlar da araştırılmalı ve yapılacaklar saptanmalıdır.185 

Gazeteci Rıdvan Akar, TSK’nın eğitim modeli ile ilgili olarak: “Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki eğitim modeli sorgulanmalıdır. Kendisini devletin biricik kollayıcısı ve sahibi gören, sivil ve yurttaşı ve siyasetçiyi de aslında devletin onlara karşı da gerektiğinde korunması gerektiğini düşünen bir eğitim modeli içerisinde yetiştirilen askerlerin, işte 1946’dan 60’a, 1956’dan 80’e kadar uzanan o darbecilik duygu ve düşünceleri ve saikiyle Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde kalmamaları gerektiğini, onlarda da ordunun gerçekten millet için var olduğunun, güçlü ordu değil güçlü milletin olması gerektiğinin altının çizilmesi 
gerektiğini düşünüyorum.”186 Demokrasinin üzerindeki gölge olarak tasavvur edilen ordu inisiyatiflerinin menşeinde özellikle subay olacak askeri okul talebelerinin yetiştirildikleri psikolojik ortam ve kendilerine ülke bürokrasisinde biçtikleri rol fevkalade önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Kuşkusuz, askeri okullarda yapılan eğitim ve öğretimin demokratik siyasetin unsurlarıyla uyuşabilecek bir zihniyeti taşıması sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir yerinde mümkün değildir. Ama maalesef, Türkiye’de mesele bunun da ötesinde bir vahamet arz etmektedir. 

Çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin subay adaylarına verdiği eğitim teknik olmaktan ziyade ideolojiktir. Türk subayı aldığı eğitimin bir neticesi olarak, kendisini, mesela mühendis gibi, polis gibi bir kamu hizmetini yerine getiren teknik bir eleman olarak değil; tam aksine rejimin bekçisi olarak görüyor ve bundan dolayı da imtiyazlı sanıyor.187 


BÖLÜM DİPNOTLARI;


177 İsmail Kaplan; Türkiye’de Millî Eğitim İdeolojisi ve Siyasal Toplumsallaşma Üzerindeki Etkisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s. 165-166, 172, 393-397. 
178 Ayşe Gül Altınay; Eğitimin Militarizasyonu, Bir Zümre, Bir Parti Türkiye’de Ordu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 180,181.
179 Kurmay binbaşı rütbesiyle fiilen darbeye katıldı ve 38 kişilik Millî Birlik Komitesinde yer aldı. 
180 Tanel Demirel (2009); s. 349, 360. 
181 Fikret Başkaya (1999); s. 92.
182 Stephen Kinzer (2002); s. 215, 216, 222. 
183 Doğu Ergil, Siyaset Bilimci, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 4 Ekim 2012, s. 22. 
184 Hasan Cemal (2010); s. 72, 73.
185 Hilmi Özkök, Türk Silahlı Kuvvetleri 24. Genelkurmay Başkanı, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, Ankara, 4 Ekim 2012, s. 1-3, 19. 
186 Rıdvan Akar, Gazeteci, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 8 Ekim 2012, s. 17. 
187 Gültekin Avcı (2008); s. 169. 



KAYNAK PDF FORMATLI
https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376_Cilt1.pdf
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ  DARBELERİ ARAŞTIRTIRMA KOMİSYONU  RAPORU 
Dönem: 24 
Türkiye Büyük Millet Meclisi  Demokrasiye Girişi 
Kasım 2012   S. Sayısı: 37  
Türkiye Büyük Millet Meclisi (S. Sayısı: 376) 

14 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder