DEMOKRASİ, DARBELER ve TÜRK MODERNLEŞMESİ BÖLÜM 7
2. Millî Güvenlik Kurulu
Uygarlık tarihindeki gelişmeler göstermektedir ki, askerler, kahramanlık çağı diye adlandırılan İ.Ö. 9. ve 8. yüzyıllardan itibaren toplum ve siyaset hayatında oynadıkları rolü sürdürmektedirler. Devlet ortadan kalkmadığı sürece de onların üstünlükleri ilk günkü gücünden bir şey yitirmeden devam edecek gibi. Askerin bu gücünün tartışmasız bir tek kaynağı vardır: Silah! O bakımdan asker deyince sıradan insanı değil, silahlı kişiyi; askerlikten ise savaşa hazırlığı ve savaşı anlamak gerekmektedir.87 Türkiye’de devlet ve asker bir araya geldiğinde ortaya ‘vesayet’ çıkmaktadır. Ergun Özbudun’a göre vesayet rejimi: “Seçilmiş
devlet organlarının seçilmemiş denetim organlarının vesayeti altında bulunması demektir.”
Yani Millî Güvenlik Kurulu, Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar marifetiyle, seçilmiş sivillerin ‘esas’ meselelere giremediği, kısacası devleti yönetmesine izin verilmediği bir durumdur.88
Ulusal Güvenlik Siyaseti
Millî Güvenlik Kurulu’nun oluşturulmasında 2. Dünya Savaşı sonrası özellikle NATO çerçevesinde Batı ordularında yaşanan gelişmelerin payı vardır. Savaş sırasında karşılaşılan koordinasyon sorunlarını gidermek, tüm kaynakları ve barış dönemindeki hazırlıkları devreye sokan topyekûn savunma stratejisinin gereklerini yerine getirmek için, bu tür bir kurul önce ABD’de kurulmuş, ardından NATO üyesi ülkeler onu izlemişlerdi. Türkiye’de de MGK’dan önce 1949 yılında Millî Savunma Yüksek Kurulu adı altında benzer bir teşkilat kurulmuştu.
Bu teşkilatın görevi “millî savunma politikasını tespit ve topyekûn millî seferberlik planının barışta hazırlanması” olarak tanımlanmış. Millî Savunma Bakanı ve onun önereceği diğer bakanları içine almıştı. Milli Savunma Yüksek Kurulu, gücü başbakana veriyor, gündemi onun tespit etmesini öngörüyordu. 12 yıl içinde başbakanlar bu kurula sadece bir kez katılmışlardır, kurula başkanlık görevi ise Millî Savunma Bakanları tarafından yürütülmüştür.
Ne var ki, Millî Güvenlik Kurulu uygulaması NATO gereklerini de ihmal etmeyen, ancak ağırlığı devlet ve siyaset yapısına veren yeni bir gelişme ya da uyarlamadır. Askeri otoritenin devlet otoritesini siyasetçiyle paylaşma eğiliminin bir sonucudur. Nitekim Anayasa MGK üyeleri arasında başbakanı, devlet bakanını ve başbakan yardımcılarını, Millî Savunma, İçişleri, Maliye ve Ulaştırma ve Çalışma Bakanları ile Genelkurmay Başkanı, Hava, Deniz, Kara Kuvvet Komutanlarını yerleştirmiş, asker-sivil karması bir yapı ortaya çıkarmıştır.89
Ordu, savunma görevlerinin kapsamını geniş tutan bir anlayış adına, doğrudan askeri olmayan alanlarda karar alma sürecine katılma eğilimini benimsemişse ve meşru otoriteleri yerinden etmeden sivil/asker ilişkisini tersine çevirerek iktidarı kontrolü altında tutabiliyorsa demokrasi adına tuhaf bir durum yaşanıyor demektir. Millî Güvenlik Kurulunun genel oya ve siyasal partiler rejimine karşı duyulan güvensizlik sonucu kurulmuş olduğunu iddia etmek acaba spekülasyon mu olur? Böyle bir iddia, en azından ciddiye alınmak durumundadır. Millî
Birlik Komitesi üyesi Haydar Tunçkanat, 1966’da, MGK ile ilgili önemli ipuçları vermektedir:
Komite (MBK), oy çokluğu ile iktidara gelecek olan siyasi partilerin yeni
Anayasamızla kurulacak ikinci Cumhuriyeti de dejenere edip yeni bir ihtilale
sebep olmalarını önlemek için, yeni Anayasa ile Millî Güvenlik Kurulunu bir
tedbir olarak getirmiş ve vazifelerini de açık ve seçik olarak belirterek
Cumhurbaşkanının ve Kurulun asker üyelerini de millî güvenliğimizi ilgilendiren
her türlü problemlerde temel görüşlerini bu kurulda bildirmekle hem görevli hem de sorumlu kılmıştır. (Akşam, 22 Eylül 1966)
Buradaki mantıkla dile getirilen altı husus çok anlamlıdır: Oy çokluğu ile iktidara gelecek olan siyasi partiler; Birinci Cumhuriyeti dejenere ettiler;
İkinci Cumhuriyeti de edebilirler; yeni bir ihtilale sebep olmalarını önlemek için; tedbir olarak Millî Güvenlik Kurulu oluşturulmuştur;
Cumhurbaşkanı ve Kurulun asker üyeleri görüşlerini bildirmekle görevli ve sorumludurlar. 1961 Anayasasına Temsilciler Meclisinin ve Anayasa Komisyonunun direnmesine rağmen Millî Birlik Komitesinin ısrarı ve müdahalesi ile yerleştirilen ‘Millî Güvenlik Kurulu” bir anayasal mekanizma olarak gerçekten böyle düşünülmüşse (ki, tersini kanıtlamak çok zor) “bu anayasa ile hükümet edilmez” (Eski Başbakan Süleyman Demirel’in cümlesidir) diyen siyaset çevrelerine hak vermemek mümkün değildir.90 O zamanki Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’nun millî güvenlik politikasından ne anlaşılması gerektiğine dair yaptığı tanım ilginçtir. Prof. Feyzioğlu’na göre:
Bugün (1962 yılı) millî güvenlik politikası dendiği zaman, yalnız bizde değil,
bütün memleketlerde, askeri politikadan, dış politikadan ibaret meseleler
gelmeyecek, sağlık, ticaret politikası ile ilgili meseleler, sanayi, ziraat, ulaştırma, bayındırlık politikası ile ilgili meseleler bu kurulda görüşülecektir.
Yasa koyucunun ‘millî güvenlik’ ve ‘devletin millî güvenlik siyaseti’ kavramlarını ne şekilde tanımladığını bilmek gerekmektedir. 1983 tarihli ve 2945 sayılı Yasaya91 göre: “Millî güvenlik, devletin anayasal düzeninin, millî varlığının, bütünlüğünün, milletlerarası alanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dâhil bütün menfaatlerinin ve ahdi (anlaşma ile ilgili) hukukunun her türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması ve kollanması; devletin Millî Güvenlik Siyaseti; millî
güvenliğin sağlanması ve millî hedeflere ulaşılması amacı ile Millî Güvenlik Kurulu’nun belirlediği görüşler dâhilinde, Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyaset” olarak ifade edilmektedir. Bu kavramların açıklanmasında çizilen sınırlar, Millî Güvenlik Kurulunun görev ve yetki alanını belirlemektedir. Gerçekte görülen o ki, tanımlarda herhangi bir sınırlama olmadığı gibi MGK’nın görev alanı alabildiğine geniş tutulmuştur. Yetkilerinin de o geniş alana uygun olarak düzenlendiği bilindiğine göre yasa koyucunun çelişkili davrandığı söylenemeyecektir.
Millî Güvenlik Kurulu toplantılarından sonra Genel Sekreterlik tarafından kamuoyuna yapılan açıklamaların Bakanlar Kurulunun ve Parlamentonun karar alma sürecindeki rolleri de üzerinde durulmaya değer bir konudur. Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği neden böyle bir açıklamayı kamuoyuna yapma gereği duymaktadır? Kurulun işlevi sadece Bakanlar Kuruluna görüş bildirmek olduğuna göre, bunun yolu herhalde bildiri ile kamuoyuna seslenmek değildir. Millî Güvenlik Kurulunun bir toplantısında aldığı kararın kamuoyuna duyurulması Anayasaya aykırıdır; MGK tamamıyla “istişari” bir organ olduğundan kamuoyu
ile doğrudan ilişki kuramaz.92
Ordu genel karargâhında, kurmay subayların araştırma ve inceleme çalışmalarında gerekli her türlü bilgi ise askeri ve sivil istihbarat şebekesi yardımı ile hızlı, eksiksiz ve güvenilir olarak sağlanmaktadır. Bütün askeri ve sivil istihbaratın depolama ve değerlendirme işlemi genel karargâhta yapılmaktadır. Fakat hükümetin yararlanabileceği istihbarat bilgisi sınırlandırılmıştır. Bu yoldan asker, hükümetin ve parlamentonun bile sahip bulunmadığı bilgilere (dolayısıyla da güce) sahip olmakta; üstelik ordunun üzerinde onun bu gücünü
denetleyecek bir mekanizma bulunmamaktadır. Sonuç olarak ordu, rejim üzerinde, kontrolü imkânsız bir güce kavuşmaktadır. Türk savunma ve güvenlik konsepti’nin sonucu olarak asker, rejim üzerinde bu gücünü iki şekilde kullanmaktadır: Gözetleme (supervision) ve müdahale (intervention). Gözetlemede süreklilik vardır. Asker, garnizonun kule nöbetçisi
gibi rejimi gözetlemektedir. Müdahale ise gerektiğinde yapılan bir davranış kontrolüdür. Bu anlamda 1960, 1971 ve 1980 darbeleri, askerin rejime müdahalesidir.93
27 Mayıs darbesi orduyu bütün diğer kurumlar karşısında özerk bir konuma taşıyan ve bu özerk konumunu sürdürmesi için gerekli kurumları inşa eden bir sürecin başlangıcı olmuştur.
Diğer bir ifadeyle, 27 Mayıs sadece Demokrat Parti iktidarının devrilmesi ile sonuçlanmamış, o güne kadar dağınık bir şekilde işleyen militarist dili devlet söyleminin ve aygıtlarının merkezine taşıyarak diğer bütün konuşma biçimlerini tasfiye etmiştir. Bu oluşum nedeniyle askeri bürokrasinin, görev ve uzmanlık alanıyla ilgili görüşlerini Bakanlar Kuruluna Millî Savunma Bakanı aracılığıyla iletmesi teamülü terk edilmiştir. Böylelikle askeri bürokrasinin üst düzey komutanlarıyla milletin oyuyla seçilmiş hükümetin bakanlarını bir araya getiren,
yarı-sivil ya da yarı-militer bir yüksek devlet konseyi yaratılmıştır. Bu durum MGK’yı 1960 sonrası yeni sistemin merkezi unsuruna dönüştürmüş ve yeni rejimin muhafızlığını yapan gizli bir cunta bu kurum üzerinden varlığını sürdürmüştür. Yine İdris Küçükömer’in de belirttiği gibi “1961 Anayasası’nın en önemli kurumu Millî Güvenlik Kurulu’dur. Bu parlamentonun adeta üçüncü bir bölümü gibi düşünülebilir”. Böylelikle politik sürecin yüksek askeri komuta tarafından gündelik olarak izlenmesini mümkün kılan Millî Güvenlik Kurulu, politik alanın bütünüyle militarize edilmesinin kurumsal simgesi olmuştur.94
MGK’nın yetki ve görevlerini tek cümleyle şöyle özetlemek mümkündür: Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve Genel Sekreteri anayasal kurumları yönlendiren temel siyasi bilgi ve belge derlemesi tekelini elinde tutar. MGK Genel Sekreterliği sadece siyasi ve ekonomik bilgileri istihbari mantık çerçevesinde değerlendirmekle kalmamakta, aynı zamanda istihbari bilginin de tek elde toplandığı merkez olmaktadır. Genelkurmay İstihbarat Dairesi,
Emniyet İstihbarat Dairesi, Millî İstihbarat Teşkilatı ve MGK temsilcisinin katıldığı istihbarat koordinasyon toplantıları Genel Sekreterlikte yapılmakta, devlet kurumlarına ve siyasi merkezlere sunulacak tüm veriler sonuç olarak genel sekreter tarafından şekillendirilmektedir. Türkiye’de devlet sisteminin ve ona bağlı olarak siyasal sistemin çalışmasının temel özelliklerinden birisini oluşturan önemli dört özellik ortaya çıkmaktadır:
• MGK Genel Sekreterliği, her türlü bilginin aktığı, ısmarlandığı, değerlendirildiği
ve koordine edildiği “devlet hafıza ve eylem merkezi”ni oluşturur. MGK bu bilgi
derlemesi çerçevesinde TRT, RTÜK, DPT, YÖK, valilikler ve bakanlıklar gibi
devlet kurumlarıyla doğrudan ilişkiye geçer, yönlendirme yapar, en önemlisi
taleplerde bulunur.
• Siyaset ve siyasetçi bu bilgiler tarafından kuşatılmıştır. Bu bilgiler, hükümet dâhil olmak üzere TBMM komisyonlarının, ayrıca çeşitli kamu kurum ve kuruluşların karar donanımını sağlar. Bu şekilde kararların yönünü ve niteliğini belirler. Bu durum, fiili olarak siyasi iktidarı bağımlı hale getiren ve hükümet-devlet çarkının çalışma biçimine işaret eden bir durumdur.
• MGK alt birimleri sadece bilgiyi üretmekle, derlemekle ve politika uygulamalarını denetlemekle yetinmez, toplumu, ekonomiyi, siyaseti her yönüyle tümünü takip ve kontrol eder.
• Bilgi tekeli oluşturmaktan toplumu yönlendirmeye kadar tüm bu faaliyetler
askerin siyasi ve ideolojik kontrolü altındadır. Bu bağlamda, ordu komuta
kademesinin 15 üyesinden biri olan MGK Genel Sekreteri’nin kendi üzerinden
MGK’yı fiilen Genelkurmay karargâhının bir parçası kılması, dikkate değerdir. En
az bunun kadar önemli olan diğer bir husus da MGK’nın diğer personelinin asker
ya da asker kökenli olmasıdır. MGK üzerinden askerin siyasete müdahalesi öylesine normalleştirilmiştir ki, dönemin akademisyen hukukçuları “batı demokrasilerinin en ileri olanlarında bile silahlı kuvvetlerin yüksek kademelerinde ki kumandanların istemedikleri bir kararı, sivil hükümetin alması çok ender olabilir” gibi yorumlar yapabilmiştir. Ordunun sivil alana mutlak müdahalesi anlamına gelen düzenleme ya da “misyon”, zamanla militarist söylemin sorunsallaştırılması noktasında etkin bir şekilde kullanılacaktır. Mutlak müdahalenin ve bir misyon üstlenmenin uzun vadede ordu için sonuçları fazlasıyla sarsıcı olmuştur.95
30 Temmuz 2003 tarihinde TBMM’den geçen Avrupa Birliğine ilişkin 7. Uyum Paketi kapsamında yapılan yasa değişiklikleri ile ordunun siyasal ağırlığını kurumsallaştıran MGK’nın bileşimi epeyce “sivil”leştirilmiş, kararlarının bağlayıcılık vasfı ve yetkileri bir hayli törpülenip dağıtılarak, MGK’nın konumu neredeyse olağan demokrasilerin benzer kurumlarının düzeyine indirgenivermiş tir. Askeri vesayet rejiminin ayrıcalıklı araçlarından MGK’nın, 1990’lardan 2000’li yıllara Silahlı Kuvvetlerin siyasete müdahale, siyaseti denetleme, temel siyasi kararlara katılma, kamuoyu ve kamu kurumlarıyla doğrudan ilişki kurma, askeri demokrasiyi yasal kurallara uydurma gibi temel siyasi faaliyetlerinin odaklandığı
kurum olması, başka deyişle askeri politikaların aklandığı ve kâğıt üzerinde “sivilleştirildiği” ana birim işlevini görmesi dikkate alınırsa atılan adımın kalıcı, fiili ve sembolik önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Bununla birlikte, yapılan değişiklikler MGK’nın simgelediği ve hayata geçirdiği temel modeli ortadan kaldırmamıştır. Türkiye’de askeri vesayet sisteminin taşıyıcısı olan ana mekanizma devlet iktidarı-siyasi iktidar farklılaşmasıdır. Bu farklılaşma,
toplumsal talep-siyasal karar ilişkisini manasız kılan, siyasi partilerin varlıklarını boğan, siyasi alanı daraltan bir anti-siyaset, dolayısıyla anti toplum düzeni üretmekte, gücünü siyasi iktidar karşısında devlet iktidarını temsil eden askerin varlığından almaktadır.
2003’te MGK Kanununda yapılan değişiklikte; “icra yetkileri” kaldırılmakla birlikte yasada mevcudiyetini koruyan geniş ve muğlak millî güvenlik tanımı ile devletin millî güvenlik siyasetine ilişkin kapsayıcı tanım üzerinden “icra fikri” yerinde kalmıştır. Nitekim millî güvenlik kavramını devletin anayasal düzeninin, millî varlığı ve menfaatlerinin türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması olarak tanımlayan 2945 sayılı MGK Kanunu’nun 2. maddesi değişmemiştir. Geniş ve muğlak bir nitelik taşıyan bu tanım millî güvenliği sosyal, kültürel alanlara taşımakta, iç politikaya uzanmakta, fiilen ve geleneksel olarak iç tehdit adı altında ele alınan toplumsal hareketler ve taleplere, eğitim ve sanayi politikalarına uzanmakta, ayrıca yürütmenin yetki alanıyla üst üste oturmaktadır. Nitekim “devletin millî güvenlik siyaseti”
aynı maddede hatırlanacağı gibi şöyle tanımlanmaktadır: “Millî güvenliğin sağlanması ve millî hedeflere ulaşılması amacı ile Millî Güvenlik Kurulu’nun belirlediği görüşler dâhilinde, Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen iç, dış savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyaset…” Bu tanımla, millî güvenlik siyaseti, eğitimden sivil toplum örgütlerine, Kıbrıs meselesinden teknolojik yatırımlara kadar iç ve dış politik çerçevede temel politikaları
millî hedefler adı altında belirleyen, bunları MGK’nın görüşleri çerçevesinde şekillendiren siyaset üstü bir yol haritası haline dönüşmektedir ve MGK’nın görev alanını tanımlayan ana öğe olmayı sürdürmektedir. Bu çerçevede her siyasetçinin, her bürokratın önüne ana harita olarak sürülen Millî Güvenlik Siyaset Belgesi varlığını korumaktadır.96
MGK’ya ilişkin analizlerde altı önemle çizilmesi gereken hususlardan birisi, bu kurumun Genelkurmay Başkanlığı’nın bağımlı değişkeni olarak çalışmasıdır. Diğer bir deyişle birçok çalışma, talimat, hazırlık, Genelkurmay Başkanlığı merkezli olmakta, MGK’nın elde ettiği bilgiler bu süzgeçten geçirilmekte ve yeniden MGK tarafından dolaşıma sokulmaktadır. Örneğin MGK Genel Sekreterliğinde Psikolojik Hareket Müşavirliğinde iki kadrolu elaman
bulunmasına karşılık, Genelkurmay Başkanlığındaki Psikolojik Harekât Dairesi’nde 200’ün üzerinde personel çalışmaktadır. MGK, bir anlamda koordinatör ve meşrulaştırıcı olarak faaliyet göstermektedir. Bu yönüyle MGK’nın bir anlamda askeri eylemlerin “sivilleştirildiği” bir tampon mekanizması görevi yaptığı açıktır. Bu özellik MGK’nın ayrıcalıklı bir müdahale aracı olarak kullanıldığı 28 Şubat döneminde iyice belirginleşmiştir. Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği kurumsallaşmış yapısıyla, özellikle 12 Eylül 1980’den itibaren siyaseti ve devlet işleyişini yönlendiren ve takip eden bir birim haline
gelmiştir. Daireleri ve diğer birimleriyle kurumun altyapısının önemi, Kurulun önemiyle eşitlenmiş, hatta zaman zaman onu geçmiştir.
Yasa tasarısının genel gerekçesi bu açıdan açık ve ilginçtir:
12 Eylül 1980 öncesi devlete müteveccih tehditlerin ulaştığı boyutlar ve tehditler karşısında Millî Güvenlik Kurulu’nun tetkik, araştırma ve incelemeleri sonucu tespit ettiği ve büyük çoğunlukla 12 Eylül’den sonra uygulanan tedbirlerin, zamanın yürütme, yasama ve yargı organlarınca yerine getirilmemesi veya istenen şekil veya düzeyde uygulamaya konmaması sonucunda hâsıl olan durumlarla tekrar karşılaşmayı önlemek için Anayasanın öngördüğü esaslar çerçevesinde kurulan Genel Sekreterliğin görev, yetki ve çalışma usulleri yeni tasarıda yar almış bulunmaktadır.
Millî Güvenlik Kurulu Kanununun 2. maddesi millî güvenliği, “devletin anayasal düzeninin, millî varlığının, bütünlüğünün, siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dahil bütün menfaatlerinin ve ahdi hukukunun her türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması ve kollanması” şeklinde tanımlar. Bu tanım yürütme organının bütün yetkilerini içermekte, daha da ötesinde sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik iç gelişmeleri takip edilip yönlendirilecek, hatta müdahale edilecek millî güvenlik unsurları arasında sıralamaktadır.97 MGK’nın görevleri temelde icrai niteliklidir, bu çerçevede ‘devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulaması’na
ilişkindir. MGK Kanunu devletin millî güvenlik siyasetini ise: Millî güvenliğin sağlanması ve Millî Güvenlik Kurulu’nun tespit ettiği görüşler dâhilinde Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen iç ve dış savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyaseti; şeklinde tanımlamıştır. Bu çerçevede millî güvenlik politikası, millî güvenlik kavramının kapsadığı alan da dikkate alınırsa eğitimden ekonomi ye, dış politikadan siyasi hareketlere tüm siyasi alanı kapsayan resmi bir devlet politikaları manzumesini ifade eder. Başka bir deyişle uygulayıcılara, yani siyasi iktidarlara çizilen eylem çerçevesini oluşturur. Nitekim millî güvenlik politikası her aşamada değişime her an açık olan, ancak belirli sürelerle (beş yılda
bir) yenilenen bir metne, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ne (MGSB) dönüştürülmüştür.
Millî Güvenlik Kurulunun, millî güvenlik siyasetinin işlevini daha iyi kavramak için, en son 31 Ekim 1997 tarihinde değiştirilen MGSB’nin içeriğine göz atmak yeterlidir. 2 kitap ve 10 ekten oluşan 14 maddelik bu belge, iç ve dış tehdit değerlendirmesinin yanı sıra özelleştirme, AB’ye üyelik, adalet mekanizması, mahalli ve kültürel özelliklere yönelik politikaları da bir tür devlet hükmüne bağlamıştır. Bu konular koşullara göre değişen, toplumsal taleplere göre
ivme kazanan, esas olarak siyasi otoriteye ve TBMM’ye ait alanlardır. Bir siyasi partiden diğerine göre değişiklik gösterecek hususlardır. Siyasi partilerin toplumsal talepleri siyasi kararlara dönüştürme işlevi, yani demokrasi işlevi göz önüne alınırsa, bu uygulama tam tersi bir akışı getirmekte, devletin siyaset üzerindeki egemenliğini ifade etmektedir. 31 Ekim 1997 tarihindeki MGK’da değiştirilen MGSB’nin basında98 yayımlanan özet metni şöyledir:
• Bölücü ve irticai faaliyetler, eşit ve birinci derecede önceliklidir.
• Siyasal İslam Türkiye için tehdit unsuru olmaya devam etmektedir.
• Türk milliyetçiliği bazı kesimlerce ırkçılığa dönüştürülmek istenmektedir. Ülkücü mafya bundan yararlanmak istemektedir. Bu da bir tehdit unsuru
oluşturmaktadır.
• Aşırı sol yine tehdit unsuru olmaya devam etmektedir. Ancak bir yumuşama
içinde olduğu görülmektedir.
• Yunanistan’la ilişkilerde tehdit algılamasına dikkat edilmelidir. Türkiye’nin bir tercihi olmamasına karşın, Yunanistan ile bir çalışmanın çıkabileceği gözden
kaçırılmamalıdır.
• Yunanistan ile çıkabilecek bir çatışma halinde, Suriye de Türkiye ile çatışmaya girebilir.
• Türkiye’nin komşusu olan ülkelerle ilgili önceki değerlendirmeler aynen korunmalıdır.
• Kamusal alana kaymamak koşuluyla mahalli ve kültürel özelliklerin geliştirilmesine yönelik düzenlemeler yapılmalıdır.
• Adalet ve devletin yönetim sistemindeki eksiklik ve aksaklıkları acilen gidermelidir.
• Türkiye’nin Batı’ya dönük yüzünde hiçbir değişikliğe gidilmemelidir.
• Türkiye’nin AB’ye tam üyelik konusundaki hedefi korunmalıdır. Ancak bazı
Avrupa ülkelerinin bu konudaki olumsuz tutumları göz ardı edilmemelidir.
• Bu madde, devletin hassas ve çok gizli bir kararı olması gerekçesiyle gazete tarafından yayımlanmamıştır.
• Türkiye’nin dünya ile bütünleşmesine yönelik, özelleştirme de dahil ekonomik
çabalar artırılmalıdır.
• Türk Cumhuriyetleri’yle ilişkiler güçlendirilmeli ve bu ülkelerin yönetimlerinin
gücünün korunmasına destek olunmalıdır.
Bu belgeyi hazırlama yetkisi Başbakana ait olsa da, fiili olarak belgenin hazırlanmasındaki inisiyatif ve yetki Silahlı Kuvvetler’e aittir. Belgeye ilişkin çalışma önce Genelkurmay karargâhında yapılmakta ve MGK Genel Sekreterliğinde son halini almakta, MGK üst kuruluna sunulmakta ve daha sonra Başbakan tarafından neredeyse zorunlu olarak onaylanmaktadır. Başbakan’ın verdiği bu “güdümlü talimat” sonrasında ve bu talimata göre Millî Strateji Belgesi oluşturulmakta, içinde tehdit değerlendirmelerinin de yer aldığı MASK (Millî Askeri Stratejik Konsept) hazırlanarak Askeri Şûra’ya getirilmekte tekrar Başbakanın onayına sunulmaktadır.
BÖLÜM DİPNOTLARI;
87 Hikmet Özdemir (1993); s. 18.
88 Muhsin Öztürk (2012); s. 134.
89 Ali Bayramoğlu; Asker ve Siyaset, Bir Zümre, Bir Parti Türkiye’de Ordu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 77.
90 Hikmet Özdemir (1993); s.18, 24, 25, 26, 121, 122.
91 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu (1983, 9 Kasım). T.C. Resmi Gazete 18218.
92 Hikmet Özdemir (1993); s. 123, 124, 135, 238.
93 Hikmet Özdemir (1993); s. 346.
94 Ali Balcı (2011); s. 58, 59.
95 Ali Balcı (2011); s. 62, 63, 65.
96 Ali Bayramoğlu (2009); s. 85, 108-112. 97 Ali Bayramoğlu (2009); s. 94-97, 87, 88.
98 İşte o belge. Hürriyet Gazetesi, 9 Ağustos 2001. (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=9021 Erişim: 1 Eylül 2012).
KAYNAK PDF FORMATLI
https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376_Cilt1.pdf
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ DARBELERİ ARAŞTIRTIRMA KOMİSYONU RAPORU
Dönem: 24
Türkiye Büyük Millet Meclisi Demokrasiye Girişi
Kasım 2012 S. Sayısı: 37
Türkiye Büyük Millet Meclisi (S. Sayısı: 376)
8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder