19 Aralık 2020 Cumartesi

Demokrat Parti Dönemi Dış Politikasında Genel Hatları., BÖLÜM 2

Demokrat Parti Dönemi Dış Politikasında Genel Hatları., BÖLÜM 2



Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Nail Kubalı,
Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, 1961 Anayasa Çalışması,Muharrem Nuri Bilgi,


   27 Mayıs Darbe Yönetimi ve Türk Dış Politikası

 27 Mayıs Askeri Darbesi


Askeri darbe demokratik süreci kesintiye uğratan, gelişmesinin ve halk içinde yerleşmesini engelleyen hareketlerdir. Darbeler, İnsan hakkı ihlalini neden olan, halkın kendi iradesine dayanarak seçmiş olduğu sivil iradenin iktidarını devreden çıkaran demokrasi dışı hareketlerdir.

Az gelişmiş ve gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinde, silahlı kuvvetlerin sık sık yönetime müdahalede bulunmaları, demokrasinin gelişim sürecini büyük ölçüde sekteye uğratmış, bu durumda üçüncü dünya ülkelerinin gelişmiş demokratik ülkeler karşısında geride kalmalarına neden olmuştur.52

T.C’ de askeri müdahaleler yolunu açan 27 Mayıs Darbesi’ni gerçekleştiren ordu, sözde “özgürlük ve demokrasiyi getirmek” ve “anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlara son vermek” amacıyla 27 Mayıs sabahı Ülke yönetimine hiçbir şekilde demokratik olmayan yollardan el koymuştur.53

Bu durum 27 Mayıs 1960 Hürriyet Gazetesi manşetine şu şekilde yansımıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri sabaha karşı 3’den itibaren tüm yurtta idareyi eline almış
duruma hakim olmuştur.

Sabah 4.30’dan itibaren Türk radyoları ,kısa fasılalarla İstiklal Marşı çalarak şu
tebliği yayınlamağa başlamışlardır:

Büyük Türk Milleti,Silahlı kuvvetlerimiz bütün yurtta 27 Mayıs saat 3’den itibaren
idareyi ele almış bulunmaktadır.Bütün vatandaşlarımızın ve emniyet kuvvetlerinin silahlı kuvvetlerle yakın iş birliği ile,bu harekat ,hiçbir can kaybı olmadan
başarılmıştır.İstanbul’da ikinci bir tebliğe kadar silahlı kuvvet mensupları hariç,sokağa çıkma yasağı konmuştur.

Vatandaşlarımızın silahlı kuvvetlerin vazifelerini kolaylaştırmaya ve milletçe ümit edilen demokratik rejim tesssüs etmesine yardımcı olmasını rica ederiz”.54
Türk Silahlı Kuvvetleri Yazılı basında 27 Mayıs Darbesi bu şekilde halka duyurulur ken 27 Mayıs sabahı tüm vatandaşlar radyolarının başına davet edilmiş,
“Güvendiğiniz Silahlı Kuvvetleri’ nizin sesi , bir dakika sonra size hitap
edecektir” denmiş ve Albay Alparslan Türkeş ”ihtilallin kudretli albayı” olarak
anons edildi.Türkeş konuşmasında 4 numaralı tebliği bildirmiş ve ihtilali
halka şu şekilde duyurmuştur;

Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini eline almıştır.

Bu harekete Silahlı Kuvvetlerimiz,partileri, içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun,seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmakta dır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir.İdaremiz
hiç kimse hakkında sahsiyata müteallik tecavüzkar bir fiile müsaade etmeyeceği
gibi, edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir.Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri
esaslarına göre muamele görecektir.

Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan gelmiş
evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve
anlayışla muamele etmeleri ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selameti
için zaruri görünmektedir. 

Kabineye mensup sahsiyetlerin ,Türk Silahlı Kuvvetlerimize sığınmalarını rica ederiz.Şahsi emniyetleri, kanun teminatı altındadır.

Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz.Gayemiz,
Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve insan hakları prensiplerine tamamen riayettir.
Büyük Atatürk’ün “ Yurtta Sulh,Cihanda Sulh ” prensibi bayrağımızdır.Bütün
ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sağdığız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız.  CENTO’ya bağlıyız.Tekrar ediyoruz; düşüncelerimiz ,yurtta sulh, cihanda
sulhtur.Türkiye dahilinde bütün garnizonlardaki garnizon komutanları,o yerin mülki ve askeri idaresine el koyacaklar ve vatandaşların her hususta emniyetini
sağlayacaklardır. 55

27 Mayıs darbesini gerçekleştiren, çoğu genç subayların oluşturduğu Milli Birlik Komitesi , darbe yapma gerekçelerini belirten bu konuşma, amaçların belirtilmesi açısından da oldukça önemli olmuştur.

Partileri çıkmazdan kurtarıp, partiler üstü bir yönetim kurup, şartlar olgunlaştığın da halk iradesine dayanan serbest seçimleri gerçekleştirip, siyasi iktidarı halkın oylarıyla seçilen siyasi bir partiye bırakmak amacını taşımıştır. 38 subaydan oluşmuş olan MBK, ülke yönetimini üstlenmiş, anayasa ve TBMM’yi feshetmiş, siyasi faaliyetleri durdurmuş, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes olmak üzere bir çok DP’liyi tutuklamıştır.56.

Yassıada davaları, 14 Ekim 1960'ta başlamış 11 ay 1 gün sürmüştür.
203 gün davaya,872 oturum yapılmış, 1068 tanık dinlenmiş ve yargılamalar
hükmün açıklandığı 15 Eylül 1961 tarihine kadar devam etmiştir.Yargılamalar, Ada'daki ağır şartlar altında gerçekleşmiş, hapsedilenler sadece Kabine üyeleri ve DP yöneticilerinden oluşmamıştır.

CHP'liler tarafından gerçekleştirilen ihbarlar sonucunda Türkiye'nin her
bölgesinde tutuklamalar başlamış, halk arasında birbirini ihbar etme ve
bunun sonucunda derin bölünmeler başlamıştır. Celal Bayar'a göre 150 bin
kişi hakkında ihbar yapılmıştır. Daha sonraki yıllarda Yassıada'da yaşananların son derece insanlık dışı olduğu mahkemelerin adil, bağımsız ve tarafsız olmadığı, sözde bir yargılamanın yapıldığı ortaya çıkmıştır. Ancak yaşananlar konusunda Ada komutanı ve MBK üyeleri daha sonraları sorumluluğu kabul etmemiş, birbirlerini suçlamışlardır.
Sivil ve askerlerden oluşan Yassıada mahkemelerinde adil olmayan
bir şekilde yargılanan siyasilere; vatana ihanet, kamu fonlarının kötüye
kullanımı, Kırşehir'in ilçe yapılması, meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklik,
Meclis oturumlarının yayınlarına engel olunması, CHP'nin mallarına el
konulması, Tahkikat komisyonu oluşturmak, hakim teminatı ve mahkeme
bağımsızlığının ihlali gibi konularla toplam 19 dava açılmış, davalar
anayasayı ihlal davasıyla birleştirilmiştir.57Davalar 18 Haziran 1960’da
hazırlanan bir kanunla “özel mahkeme” niteliğindeki “Yüksek Adalet Divanı”
ve Yüksek Soruşturma Kurulu” tarafından yürütülmüştür.58

Mahkeme sonucunda Yüksek Adalet Divanı’ndan 15 sanık için idam cezası çıkmıştır. Celal Bayar, Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan oybirliği ile, eski TBMM başkanı Refik Koraltan, eski Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusre Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Eratman oy çokluğu ile ölüm cezasına çaptırılmıştır.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli idam cezalarından biri, eski Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’nun idam cezası olmuştur.

Ordunun içinden çıkan cuntacılar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genel Kurmay
Başkanı’nı idama mahkum etmişlerdir. Cunta ordu disiplinine son derece
zarar vermiş, çok sayıda subay da darbeyle birlikte ordudan uzaklaştırılmıştır.
Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamından sonra İngiltere Kraliçesi II.Elizabeth başta olmak üzere bütün Avrupa ülkeleri idamların durdurulması için Türkiye’ye baskı yapmıştır.Menderes’in idamından sonra herhangi başka bir infaz gerçekleştirilmemiş, sanıkların cezaları hapis cezasına çevrilmiştir. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun,İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa ve Kore Gazisi Tahsin Yazıcı tutuklanalar arasında olmuştur.59
27 Mayıs Türk siyaset tarihine bazı çevreler tarafından ”devrim” olarak
değerlendirilmiş olsa da, 27 Mayıs halkın katıldığı ve sosyo-ekonomik yapıyı
dönüştüren ve değiştiren bir hareket olmaktan çok, DP hükümetine karşı
yapılan bir darbe olmaktan öteye geçememiştir.

Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu “14 ‘ler” adıyla anılan grup,
parlamenter demokrasiyi yeniden kurup, siyasetçilere iktidarı teslim etmeden
önce, yapısal reformları gerçekleştirebilmek için silahlı kuvvetlerin iktidarı
elinde tutmasını isteyen grup olmuştur. Daha köklü reformları tasarlayan bu
gurup kısa sürede cunta yönetiminden tasfiye edilmiştir. 60

Öte yandan Türk anayasa hukuku literatüründe, 27 Mayıs darbesi bazı çevreler tarafından olumlu karşılanmıştır.27 Mayıs Darbesini bir devrim olarak kabul edip, Türkiye’de Atatürk ve İnönü’nün kurmuş olduğu demokrasinin temellerini güçlendirdiğini belirtilmiştir. Bu durum Türkiye’ de darbeci zihniyetin sadece ordu içinde olmadığını, bürokraside, üniversitelerde ve medya da var olduğunu göstermiştir 61

Barlas’a göre; 27 Mayıs’ta medya son derece tek taraflı davranmıştır.
Yargılananlara savunma hakkı verilmemiş, DP’lilere adeta “Demir Kafesteki
Hayvanlar” gibi muamele yapılmıştır. DP’lilerin gizlice çekilen fotoğrafları her
sabah Dolmabahçe Sarayı’ndaki irtibat bürosundan basına açık arttırma
yoluyla verilmiştir. Basın da askerlerden çok korktuğu için asker ne söylerse
onu yazmıştır. 27 Mayıs müdahalesi sonrasında tam bir baskı dönemi
başlamıştır.Yassıada mahkemelerinin başlamasıyla birlikte anlaşılmıştır ki,
Türkiye’de çok sesli medya , olayların tartışıldığı bir medya yokmuş!...

Basın,
Yassıada’da kendisine ne empoze edildiyse onu yazmış, devletin tekelindeki
radyoda, sabah akşam Yassıada Adalet Divanı Başkan’ı Selim Başol ve
Başsavcı Ömer Egesel ne söylüyorsa durmadan tekrar edilmiştir.62

Yani ,” 27 Mayıs 1960 darbesi, milli iradenin tezahürü olarak ortaya
çıkan siyasi iktidarın bürokratik irade tarafından devrilmesidir”. Bu devirme,
sadece askeri iradenin bir ürünü olmamıştır, bu darbede CHP ile birlikte
medya ve Üniversitelerin derin bir etkisi olmuştur. Etkilerinin daha fazla
olduğu bile söylenebilir, çünkü bu darbeye zemin oluşturan ve meşruiyet
sağlamayı amaçlayan tüm hazırlıklar ve olgunlaştırma bu kesimler tarafından
yerine getirilmiştir.63

27 Mayıs Yönetimi

27 Mayıs rejimi kurucu işlemleri ilk olarak 12 Haziran 1960 tarihli 1 sayılı yasa yer almıştır.27 Mayıs müdahalesi meşruiyet bildirimini,”eski iktidarın anayasayı çiğnemesi” biçiminde düzenlemiş, hukuk düzeni içinde yeniden üretilmiştir. Meşruiyet bildirimi düzenlenirken,”Türk Milleti’nin bütün fert ve insanlık hak ve hürriyetlerinin ve masuniyetlerinin ortadan kaldırılması” ve “muhalefet murakabesi işlemez hale getirilerek tek parti diktatoryası kurulması” suçları üzerinde durulmuştur.64

27 Mayıs darbesi yönetimini Milli Birlik Komitesi adındaki kadro ele almıştır, ancak komitenin içinde bulunacağı hem halk hem de kadronun kendi içinde belirsizliğini korumuştur. Hareketin içindeki subaylar da darbe sabahına kadar gizlilik esasına göre örgütlendikleri için çekirdek kadro içinde kimlerin yer alacağı bilinememiştir. Bu durum MBK üyesi olan her subayın Başbakanlık ‘ta yetkili gibi dolaşabilmesine yol açmıştır. Yaşanan karmaşa, belirsizlik ve anarşi ortamının devlet mekanizması nın çalışmasını engellemesini önlemek için MBK isimleri 18 Haziran 1960’da açıklamıştır.65

MBK’ nin başına, yüksek kıdemli olması nedeniyle emekli Orgeneral
Cemal Gürsel getirilmiş, demokratik seçimlerin yapıldığı 15 Kasım 1961
yılına kadar iktidarda kalmıştır. MBK 27 Mayıs 1960’tan 6 Ocak 1961’e kadar
ülkeyi tek başına yönetmiş, 6 Ocak 1961’den 29 Ekim 1961’ e kadar ülkeyi
Kurucu Meclis ile birlikte yönetmiştir.66

12 Haziran 1960’da Anayasa Komisyonu MBK’nin yetkilerini tanımlayan ve sınırlarını belirten geçici Anayasayı kamuoyuna açıklamış, iki gün sonra da yürürlüğe girmiştir67 MBK’nin yetkilerinin niteliğini gösteren maddelere göre komite, Teşkilat_ı Esasiye Kanununa göre TBMM’nin sahip olduğu tüm hak ve yetkilere sahip olmuştur.68Genel seçim yapılıp, yeni anayasa yürürlüğe girip, TBMM tekrar yönetimi devralana kadar MBK’nın, Türk Milleti adına kullanması belirtilmiştir. Yasama yetkisi doğrudan MBK’ ye bırakılmış, yürütme yetkisi ise Devlet Başkanı’nın atayıp, MBK’nin onayladığı bakanlar kurulu tarafından kullanılması belirlenmiştir. Bakanlar kurulu üyeleri Devlet Başkanı tarafından atanıp, MBK tarafından görevden alınabilmiştir.

Yasama ve yürütme erkleri MBK’ da toplanırken yargı yetkisi MBK’ dan
bağımsız bırakılmıştır. Ayrıca komite Yüksek Soruşturma Kurulu ve Yüksek
Adalet Divanı üyelerini atayıp, idam cezasını onaylama ve veto etme yetkisine sahip olmuştur. MBK üyeleri rütbeleri ne olursa olsun eşittir, istedikleri zaman üyelikten çekilme yetkisine sahip olup, görevi her hangi bir şekilde ihlal ettikleri durumda ise mahkeme kararıyla da görevden alınabilmişlerdir. Komite üyelerinin beşte dördünün oyuyla herhangi bir üyehakkında dava açılabilmiş, komitenin toplantıları gizlilik içinde tutulup, yapılan tartışmalar hiçbir şekilde kamuoyuna yansıtılmamıştır.69

MBK geniş yetki ve haklara sahip olurken, komitenin çalışma usulu ve kullanacağı yetkilerinin niteliği konusunda bir güvence olmamış, yani komitenin yetkilerini, hakimiyet hakkını ulus adına kullanacağını gösteren herhangi hukuki bir güvence yoktur.70

MBK emir- komuta hiyerarşisinin dışında oluşturulmuş, bir cunta özelliği taşımaktadır.BU kapsamda da MBK içinde yer alan subaylar son derece farklı görüş ve düşünceleri temsil etmiştir.71

27 Mayıs Darbesi aslında, MBK’ nin bile sonunun nereye gideceğini
bilemediği bir darbedir. Darbeyi gerçekleştiren kadronun içinde bölünmeler
olmuş, bir kısım DP iktidarını devirip iktidarı İnönü’ye teslime etmek
isterken,diğer kısım demokratik yoldan halk iradesine dayanarak seçimleri
gerçekleştirip, iktidarı tekrar siyasetçilere bırakmak istemiştir.72

”Ilımlılar” olarak adlandırılan bu grup için temel amaç, sözde varlığı tehlikeye girmiş olan demokratik rejimi kurtarmak olmuştur. Bu amaç uğruna kurulacak olan, demokratik rejimin tüm kural ve kurumlarıyla hukuki çerçeveyi oluşturacak bir anayasa oluşturulup, seçim kanunu hazırlatarak mümkün olan en kısa zamanda, iktidarı sivil iktidara teslim etmek, orduyu da gerçek görevine kışlalarına döndürmektir.73

Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu 14 kişilik başka bir kısım ise, parlamenter demokrasiyi yeniden kurup siyasetçilere iktidarı teslim etmeden önce yapısal reformları gerçekleştirebilmek için silahlı kuvvetlerin iktidarı elinde tutmasını istemiştir.74 .”Radikaller” olarak adlandırılan bu gurup 27 Mayısı, “devrim” olarak nitelendirmiştir. Siyasi partilerin ülke yönetimini sadece kısır çekişmelere sonu gelmeyen tartışmalara ekonomik ve siyasal krizlere sürüklediğini belirtmiş, Atatürk devrimlerini tamamlamak, ülkede ekonomik reformları gerçekleştirmek ve gerçek anlamda demokratik bir rejim kurmak için dört ila beş yıl süresince askerlerin yönetimde kalması gerektiğini, bu şekilde de “İkinci Cumhuriyet”in temellerini sağlamlaştırılacağını ileri sürmüşlerdir 75. 

Radikaller başlangıçta güçlü bir konumda olup, grubun üyeleri politika alanında etkili bir tavır sergileyebilmişler dir. Özellikle Alparslan Türkeş ülkenin geleceği konusundaki programlı vizyonun etkili bir şekilde belirtmiş, Cemal Gürsel’in müşaviri olmuştur.76 Ayrıca radikaller DP’ye ne kadar tavır alınıyorsa, aynı oranda
CHP’ye de tavır alınması gerektiğini belirtmişlerdir. Radikaller kararlı bir şekilde görüşlerini bu şekilde belirtmiş olsa da kendi içinde bir birlik oluşturmak da çok zorlanmıştır. Hepsinin hem fikir olduğu nokta iktidarı sivil iradeye bırakmamak, iktidarda kalarak ekonomik ve siyasal reformları gerçekleştirme isteği olmuştur. Ancak reformların içeriği ve nasıl yapılacağı noktasında uzlaşıya varılamamıştır. 

Radikal gruptakilerin bazıları sol içerikli planlar yaparken,diğer bir grup milliyetçi-ırkçı programlar yapma yoluna gitmiştir.77

1960 Eylül’ünde de facto kesim, radikal gurubun lideri Alparslan Türkeş görevinden alınmış, yerine valilik yapmış olan sivil yönetici Hilmi Cesur getirmiştir. 

Bu zamanlarda MBK’ nın yasama yetkisini MBK’ dan devralacak Kurucu bir meclisin oluşturulması sorunu, tartışılmaya başlamıştır. MBK’ nın yönetimde tek söz sahibi olarak kalmasını isteyen grup bu öneriye şiddetle karşı çıkmış ve MBK içinde sağladıkları çoğunluğa dayanarak kurucu meclisin oluşturulmasını engelleyeceklerini düşünmüşlerdir. Ilımlı grup radikallerin ülke içinde ve orduda meydana getirdikleri ayrılıkçı durumu önleme çabası içine girmiştir.78 Bu çabanın
sonucu olarak radikaller diğer adıyla 14’ler “13 Kasım 1960’da emekliliğe sevk edilip yurt dışındaki temsilciliklere danışman olarak atanmış, MBK’ dan tasfiye edilmişlerdir. 79 Gürsel tasfiye sebebi olarak ” Komitedeki fikir ayrılıklarının millette endişe ve itimatsızlık yaratmasını” göstermiştir.80

14’lerin uzaklaştırılmasıyla MBK içinde birlik sağlanabilmiş, herkesin hem fikir
olduğu ortak nokta demokratik yoldan halk iradesine dayanarak seçimleri
gerçekleştirip, iktidarı tekrar siyasetçilere bırakılması düşüncesi olmuştur.

Kurucu meclisin kurulmasıyla ilgili yasa ise 7 Aralık’ta kabul edilmiş, 16
Aralıkta yasalaşmıştır. 81

Kurucu mecliste Devlet başkanı tarafından seçilen 10,MBK tarafından
seçilen 18 kişiden başka illerden 75,CHP’den 49, (CKMP)Cumhuriyetçi Köylü
Millet Partisi’nden 25, barolardan 6, basın kuruluşundan 12, eski Muharipler
Birliği’nden 2, esnaf kuruluşlarından 6, işçi sendikalarından 6, meslek
odalarından 10, öğretmen derneklerinden 6,tarım ve kooperatif kuruluşlarından 6,üniversitelerden 12,yargı organlarından 12, gençlik adına da 1 temsilci yer almıştır.82

Kurucu meclis demokrasi ve hukuk devleti esaslarına uygun olarak
uygun olarak, anayasaya bağlı kalarak,29 Ekim 1961 tarihinde iktidarı yeni
seçilen TBMM iradesine bırakacak, yürütme erkini denetleyecek bir yapıda
hazırlanmıştır. Kurucu meclis ilk toplantısını 6 Ocak 1961’de yapmış olup,
darbeden sonra yasaklanan siyasi partilerin seçimlere hazırlık yapması
faaliyetine izin vermiştir.83

27 Mayıs Darbesi Türk siyasi tarihine bıraktığı izler açısından incelenecek olunursa; ilk olarak bu darbe, ondan sonra gelen askeri darbeler için bir örnek teşkil etmiş, 1961 Anayasası’nda “Türk milletinin direnme hakkını kullanması” ile gerekçelendirmiş ve yeni darbelere bir meşruiyet formülü de bırakılmıştır.84

27 Mayıs ileriki dönemlerde gerçekleştirilen askeri darbe ve muhtıra geleneğini başlatması ve bunları meşrulaştırmasıyla son derece zararlı olan bir hareket olmuştur.85

İkinci olarak; Yassıada’da yapılan hiçbir şekilde adil olmayan yargılamaların ardından Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam edilmesi, bu kararı onaylayanların bile artık savunamadığı yanlış verilmiş, hem dış hem de iç politikada Türkiye’nin kötü bir hal almasına neden olan, özellikle dış politikada Türkiye’nin uluslar arası sistem içinde büyük ölçüde prestij kaybetmesine neden olan bir olay olmuştur.

Son olarak ; 27 Mayıs yönetimi, kendi topladığı Bilim Kurulu’nun oluşturduğu taslağı kısıtlayıcı bularak “Kurucu Meclis” oluşturan MBK’nın belirleyici olduğu 1961 Anayasası’nda “temel hakların özüne dokunma yasağı” getirilmiş ve ilk kez 1961 Anayasa’sında “sosyal haklar” dan söz edilmiştir. 27 Mayıs 1960 darbesini yapan askerin Anayasa’da öngördüğü özgürlükler 12 Mart 1971 muhtırasını veren askerin liderliğinde daraltılmış, 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar, kendilerini Türk siyasi tarihine geçirecek bir anayasa hazırlamıştır.86 Sadece askeri iradenin ürünü olmayan bu devirmede; CHP ile birlikte medyanın ve üniversitelerin de etkisi oldukça önemlidir.87
  1961 Anayasası

27 Mayıs meşruiyet bildirimi 1961 Anayasası başlangıcında “Anayasa
ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara
karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrim’ini yapan Türk
Milleti…” biçiminde bir ifade kullanılmıştır.88

Ordu, yönetimi daha meşru kılmak için geçici anayasayı bırakıp daimi
bir anayasada yapma hazırlıklarına girmiştir.89

İlk başta geleneksel devrim mantığına aykırı biçimde, meşruluk ve
hukuka uygunluk ilkeleriyle ortaya çıkan MBK’ nın hukuki temellere sahip
olması ve meşruiyet kazanması için anayasanın yapılması oldukça önemli
görülmüştür.90

Anayasanın için İki tane “ön tasarı” oluşturulmuştur. Bir tasarı  (İstanbul Tasarısı) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından hazırlanırken, ikincisi tasarı (Ankara Tasarısı) Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından hazırlanmıştır. İstanbul tasarısı bir grup öğretim üyesi (Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Nail Kubalı, Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, Tarık Zafer Tunaya ve İsmet Giritli) tarafından hazırlanmış olup, komisyona daha sonra Ankara Üniversitesi’nden de üç öğretim üyesi (İlhan Arsel, Bahri Savcı ve Muammer Aksoy) katılmıştır.

İstanbul tasarısı, 191 maddeden oluşan çok ayrıntılı bir anayasadır,
hazırlayanlar, genel oya ve siyasal partilere güvenmeyip, siyasal partiler
kısmen de olsa etkisiz kılınmaya çalışılmıştır. Devlet iktidarı, Devlet Şurası,
Millî Savunma Şurası, Millî İktisat Şurası, Türkiye Millî Bankası, üniversiteler,
TRT, müzeler, millî kütüphane, devlet konservatuarı, opera ve tiyatrolar gibi
bir çok farklı özerk kurum ve kuruluşa bölünmüştür. Böylelikle yürütme organı
büyük oranla zayıflatılmıştır. Ankara tasarısında, İstanbul tasarısından farklı
olarak, genel oya ve siyasal partilere şüpheli gözle bakılmamış, İstanbul
tasarısının tam tersine yürütme organının zayıflatılmaması na özen gösterilmiş,  güçlendirilmeye çalışılmıştır. İstanbul, Ankara tasarıları ile Fransız, İtalyan ve Federal Alman Anayasalarından yararlanılarak bir tasarı hazırlandı, hazırlanan bu tasarı Temsilciler Meclisinde tartışılıp, daha sonra Millî Birlik Komitesinde de görüşülmüş 27 Mayıs 1961’de yapılan Kurucu Meclis birleşik toplantısında 260 kabul ve 2 çekimser oyla tasarının son metni kabul edilmiş ve halk oylamasına sunulmuştur. Halk oylamasının ne kadar şeffaf ve demokratik olduğu hala tartışmaya açık bir konu olarak kalırken, anayasa tasarısı % 61.5’i “evet”, % 38.5 “hayır” oyuna karşı kabul edilmiştir.

15 Ekim 1961’de genel seçimler darbeden sonra ilk kez seçimler yapılmıştır.91
Yedinci dönem TBMM 25 Ekim 1961 günü devrimden 225 gün sonra  toplanmış  , ”İkinci Cumhuriyetin” temelleri atılmış ve demokratik rejime tekrar
geçilmiştir. 92 
TBMM’nin tekrar açılması üzerine 12 Şubat 1961’de (AP)Adalet Partisi,(ÇP) Çalışma Partisi,(MP)Memleketçi Parti,(TİÇP)Türk İşçi ve Çiftçi Partisi ve(MLP) Mutedil Liberal Partisi kuruluş müracaatlarını yapmışlardır.93

Müracaatlarını yapan bir çok parti bir süre sonra uygun olmadıkları
gerekçesiyle kapatılmıştır. Siyasi partilerin kurumsallaşması engellenmiş,
toplumsal bütünleşme büyük ölçüde zarar görmüştür.

1961 Anayasa’sında “Öz” güvencesi “sınırlamanın sınırı” Alman anayasasından aktarılmıştır. Öz güvencesi; mümkün olan yasal sınırlama yapılırken bile temel haklara “çekirdek çerçevesine” dokunmamak yükümlülüğünü belirtir.94 

Anayasa da sosyal devlet anlayışını, toplu sözleşme ve grev hakkını, çoğulcu anlayışı, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Hakimler Kurulu, Devlet Planlama teşkilatı, TRT, Cumhuriyet Senatosu gibi kurumları yer almıştır. TRT özerkleştirilerek iktidarın çıkarı için çalışması önlenmiş, Devlet Planlama Teşkilatı ile de keyfi harcamaların önü kesilmek istenmiştir.95

1961 Anayasa’sı genel olarak değerlendirildiğinde; hazırlanışı ve yapılışı açısından halkın demokratik yollardan seçmediği kurucu meclis tarafından hazırlanmıştır. Anayasanın halkoyuna sunulması ve kabulü sırasında tartışmalar yeterince demokratik bir ortamda değerlendirilmemiş, muhalif kesim oyların “hayırlı olması” nı dileyerek, eleştirilerini belirtmiş ancak bu kesim üzerinde baskı uygulanmıştır. Öte yandan1961 Anayasasında, egemenliğin TBMM’de toplanması esasından vazgeçilmiş; egemenlik çeşitli organlar arasında paylaştırılmış bu durumun nedeni, 1924 Anayasası döneminde ortaya çıkan çoğunluğun iradesinin bazı durumlarda antidemokratik yönlere kaymasına tepki duyulması olmuştur. 

Yargı ve TRT, Üniversite, DPT halkın iradesi ile yakından ilgisi bulunmayan bu organlar ile. çoğunluğun iradesi, demokratik temsil niteliği olmayan bürokratik irade ile sınırlandırılmak istenmiştir.96

DİPNOTLAR:

35 Dış Politika Ve Dış Ekonomik İlişkilerin Yönetimi., http://www.1bilgi.com/disticaret/5505/dis-politika-ve-dis-ekonomik-iliskilerin-yonetimi.html.  6 Ocak 2010
36 Yetener,a.g.e s.56-62
37 Davut Dursun,27 Mayıs Darbesi,Şehir Yayınları, İstanbul, 2001.s.24-25
38 Ahmet Akif Mücek. “12 Mart Öncesinde Oligarşik Yapıda Parçalanmalar”. Türkiye’de Askeri Darbeler.Gökkuşağı Yayınları, Ankara, 2009 s . 37
39 Mücek.ag.e.s.47
40 6-7 Eylül olayları; DP’ye karşı darbeye götüren önemli olgulardan biridir. Hürriyet başlığında İstanbul'daki Rum azınlığın aralarında bağış toplayarak 
Kıbrıs Rumlarının ENOSİS çetelerine gönderdiğini yazılmış, Londra'da Kıbrıs temasları dışişleri yetkilileri tarafından sürdürülürken, Atatürk'ün Selanik'teki 
evinin bombalanmasıyla ilgili haber, 6 Eylül 1955 günü saat 13.00 haberlerinde radyoda yayımlanmıştır. Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin düzenlemeleriyle 
gençlik örgütleri, meslek kuruluşları, kontrgerilla ve diğer derin devlet teşkilatları, bazı resmi ve gayriresmî makamların telkin ve teşvikiyle yerel 
kalabalıklar ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce 6 Eylül akşamı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş biryağma ve yıkım eylemi gerçekleşmiştir.
41 Handan Acar Yıldız.”Türkiye’nin Darbeler Almış Tarihi ”,
     http://www.stratejikboyut.com/haber/turkiyenin-darbe-almis-tarihi-ii--28889.html.16 Aralık 2009
42 Sina Akşin,”Kısa Türkiye Tarihi”,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2007.s 253- 255
43 Dursun.a.g.e.25-29
44 Ishak Demir, “Türk Demokrasi Tarihi Ya Da Darbeler Tarihi”,2010.Ocak 6 ,
     http://ansar.de/tarih33.htm
45 Dursun.a.g.e.30
46 27 Mayıs Darbesine Doğru.6 Ocak 2010. http://mitoloji.info/tarih/tahkikat-komisyonu.nedir
47 Dursun.a.g.e.s.30
48 Dursun.a.g.e.30-31
49 Davut Dursun.Demokratikleşemeyen Türkiye.s.63
50 Dursun.a.g.e.s.31-36
51 İstanbul-Ankara Örf_i İdare İlan Edildi.(1960,Nisan 29).Hürriyet.pA.1
52 Gözen,a.g.e.,s.147
53 Çetin Yetkin.Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika.Yeniden Anadolu ve Rumeli
Müdafaa_i Hukuk Yayınları,Antalya.2006.s.84
54 Türk Silahlı Kuvvetlerinin Millete Tebliğleri.(1960 Mayıs 27).Hürriyet.P.A.1
55 Hulusi Turgut,”Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar, Menderes,Zorlu ve Polatkan’ın Kendi El Yazılarından Savunmaları ”,ABC Yayınları,İstanbul, 1998. s.35-36
56 Ahmad,a.g.e.s..207-208
57 Cumhuriyet Haber Portalı,Belge Arşiv.“27 Mayıs İhtilali”,   http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&kid=30&hn=59104. 11 Kasım 2009
58 Turgut,a.g.e.,s.47
59 Ali Necati Doğan.”Yakın Tarihimizin Utanç Veren Olayları: 27 Mayıs Darbesi 1960”.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212490, 11 Kasım 2009
60Fırat.a.g.e.s.15-16
61 Akşin,a.g.e.,265
62 Dursun.a.g.e.s.60
63 Adnan Küçük.”Demokrasimizin Devrilme Tarihi: 27 Mayıs
1960”.
http://www.stratejikboyut.com/yazi/demokrasimizin-devrilme-tarihi-27-mayis-196-403.html.  15 Kasım 2009
64 Osman Doğru.27 Mayıs Rejimi.imge Kitapevi Yayınları, Ankara,1998.s.52-53
65 Fırat.a.g.e,s.23-24
66 Ali Necati Doğan.”Yakın Tarihimizin Utanç Veren Olayları: 27 Mayıs Darbesi 1960”.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212490.11 Kasım 2009
67 Ahmad.a.g.e.207-212
68 Doğru.a.g.e.s.80
69 Ahmad.a.g.e.207-212
70 Doğru.a.g.e.s.80-81
71Mücek.a.g.e.s.59
72 Ahmad.a.g.e.207-212
73 Fırat.a.g.e.,s.24
74 Ahmad.a.g.e.s.207-208
75 Melek.a.g.e.s,24-25
76 Ahmad,a.g.e.,s.213
77 Melek.a.g.e.s,24-25
78 Ahmad.a.g.e.s.215
79 Doğan,a.g.e. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212490
80 Gürsel Tasfiye Sebebini Açıkladı.1960,Kasım 14,Milliyet.11 Kasım 2009.
81 Ahmad.a.g.e.s.207-208
82 Kili.a.g.e.,259
83 Fırat,a.g.e.,s.27-28
84 Doğan Akın.” 1960, 1971, 1980 ve 1997 orduları aynı mı?.2009, Mayıs 26,
 http://www.bandirmahaber.net/2009/05/26/1960-1971-1980-ve-1997-ordulari-ayni-midoganakin/
85 Küçük.a.g.e.”Demokrasimizin Devrilme Tarihi: 27 Mayıs 1960”.2008 ,Haziran 2,
http://www.stratejikboyut.com/yazi/demokrasimizin-devrilme-tarihi-27-mayis-196-403.html
86 Akın,a.g.e., 
     http://www.bandirmahaber.net/2009/05/26/1960-1971-1980-ve-1997-ordulariayni-midogan-akin/
87 Küçük.a.g.e. 
     http://www.stratejikboyut.com/yazi/demokrasimizin-devrilme-tarihi-27-mayis-196-403.html
88 Doğru.a.g.e.s.55
89 Kili,a.g.e.,259
90 Fırat.a.g.e.,25
91 Gözler.a.g.e., 
     http://www.anayasa.gen.tr/1961anayasasi.htm,15 0cak 2010
92 2.Cumhuriyet’in Temeli Dün Atıldı. 1961,Ocak 7.Akşam.
93 Ankara’da 6 Siyasi Parti Kuruluş Müracaatlarını Yaptılar.1961, Şubat 12.
94 Zühtü Arslan.”Anayasa Teorisi”.Seçkin Yayıncılık,Ankara,2005.s.153
95 Akşin.a.g.e.,s.266
96 Küçük.a.g.e., 
http://www.stratejikboyut.com/yazi/demokrasimizin-devrilme-tarihi-27-mayis-196-403.html.15 Ocak 2010

***

Demokrat Parti Dönemi Dış Politikasında Genel Hatları., BÖLÜM 1

Demokrat Parti Dönemi Dış Politikasında Genel Hatları., BÖLÜM 1




Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Nail Kubalı,
Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, 1961 Anayasa Çalışması,

Demokrat Parti Hükümeti Dış Politika Araçları

Atatürk ve İnönü döneminde de dış politika oluşumunda en önemli
kurum olan Dış İşleri Bakanlığıdır. Menderes döneminde de (1950-1960) dış
ekonomik ilişkilerin yürütülmesi Dışişleri Bakanı ve Bakanlığı tarafından
üstlenilmiştir. Dışişleri Bakanlığı iç ekonomik politikaları dahi etkilemeye
başlamış, iktidarın son yıllarında dış ticaret politikalarını tespit eder ve dış
kredi ve hazine operasyonlarını yönetir olmuştur.35

Menderes özellikle başbakanlığının ilk yıllarında Dışişleri Bakanlığı’nın
bilgi ve tecrübesinden yaralanmış ancak son söz inisiyatifini her zaman
kendinde görmüştür. Bu bakanlık için göreve DP’nin kurucularından Fuat
Köprülü getirilmiş, ancak yeterince yabancı dil bilmemesi, seyahat etmeyi
sevmemesi, sakin ve durağan bir dış politikadan yana olması nedeniyle
görevde olduğu süreçte çok da etkili olamamıştır. Dışişleri Bakanı’ndan sonra
dış politika oluşturmada Menderes en fazla genel sekreteri Muharrem Nuri
Bilgi’ye danışmış tır. Uluslararası sistemde yapılacak görüşmeler öncesinde
Menderes bakan ve genel sekreterinin yanı sıra genel müdürlükler ve meslek
memurlarıyla da bağlantıda olmuştur. Yabancı ülkelerle ülke arasındaki ilişki
yöntemi diplomasi, karşılıklı ziyaretler, ekonomik anlamda karşılıklı bağımlılık
ve paktlar yoluyla işbirliği çabası olmuştur.36

27 Mayıs Darbesi’ne Giden Yol

   Demokrat Parti iktidarda olduğu 10 yıllık süre boyunca kendinden önceki yönetimlerden farklı dış politika uygulamaları yapmıştır. DP iktidarının
ilk yılları halka vaat edilen hizmetlerin ve yeniliklerin yapılmasıyla geçmiştir.
Ekonomide liberalleşme ve modernleştirme, tarım kesiminde makineleştirmeye gidilmiş, köylüye önemli yardımlar yapılmıştır. ABD’den sağlanan yardımlarla çiftçiye destek verip,yeni yatırımlar, imar faaliyetleri, kara yolları inşaatlarıyla ekonomiye canlılık getirilmeye çalışılmıştır.Yatırımların yüzde elliye yakını devlet tarafından yapılmış ancak, Hem özel yatırımlar hem de yabancı yatırımcılar için özendirici tedbirler getirilmiştir.1950 ile 1954 yılları arasında toplam yatırım oranı yüzde 256 kat artış göstermiştir.

Bu yıllardaki, ekonomik ve toplumsal gelişmeler siyasal hayatı önemli ölçüde etkilemiştir. Karayolları ağı ile şehirlere bağlanan köylüler, hükümetin desteği ile ürünlerini şehirlere kolaylıkla götürebilmişler dir. Tarımdaki makineleşmenin ve toprak kullanımındaki hızlanmanın sonucu olarak emek fazlalığı ortaya çıkmış köyden şehre nüfus akışını arttırmıştır.

DP’nin ilk yıllarındaki ekonomik büyüme, DP’nin iktidarını kuvvetlendirmiş DP karşıtı kesimlerin eleştirileri yapmalarını zorlaştırmıştır.

1955’li yıllara kadar devam eden olumlu hava giderek azalmaya başlamıştır. Ekonomik sıkıntınlar ve DP karşıtı güçlerin sert eleştirileri ve saldırıları ortaya çıkmaya başlamıştır. Dar gelirli kesim ekonomik daralma ve fiyat artışları sonrasında seslerini yükseltmeye başlamıştır.37

Demokrat Parti iktidarı yıllarlında dış ticaretin seyri ve hayat pahalığındaki artış aşağıdaki tablolarda gösterilmiştir.38

TABLO 1



TABLO.2.A 39

Ekonomide yaşanan sıkıntılı durum halkı olumsuz yönde etkilerken, manevi açıdan da ülke de bölünme, karmaşa ve iç huzursuzluk başlamıştır.

Bu durumun en önemli örneği 1955 yılında yaşanan Türk tarihine “ 6-7 Eylül Olayları” 40 olarak geçen İstanbul’da yaşayan Rum halkına karşı yapılan yağma, karmaşa ve yıkım olmuştur. Ancak bu olay DP’nin başarısızlığından çok halkı galeyana getirmeye çalışan bir operasyon olmuştur.41

1957 seçimlerini DP’nin zaferiyle sonuçlanmış, CHP meclise kalabalık milletvekili gurubunu meclise sokmayı başarmış, yükselişe geçmiştir. 

(CHP 178 milletvekili ile oyların %41’ni DP 424 milletvekili ile oyların %48 almıştır.). 

1958 yılında ekonomik bunalımı giderecek bir çözüm bulunamayınca hükümet IMF ve Dünya Bankası’ndan yardım almak zorunda kalmıştır. 

4 Ağustos 1958’de istikrar önlemleri alınmış ve Amerikan doları 2.80 TL’den 9 TL’ye çıkarılmıştır. Bu duruma takiben Milli Koruma Kanunu uygulamaları durdurulmuş, artışa geçen enflasyonun etkisini azaltabilmek için kamu kuruluşlarının ürünlerine zam yapılmıştır.42

27 Mayıs Darbe’sine destek veren kesim; üniversite gençliği, öğretim üyeleri, memurlar ve eğitim düzeyi yüksek ancak, ellili yıllardaki ekonomik daralma ve fiyat artışından olumsuz etkilenen aydın kesim olduğu görülmüştür.

İktidardaki DP ve muhalefetteki CHP arasındaki sorunlar ciddi bir şekilde artmaya başlamıştır. DP iktidarı, CHP’nin sert muhalefetini önlemeye çalışmış, CHP’nin mallarına el konulması ve hazineye aktırılması ile ilgili kanunun (CHP’nin Haksız İktisaplarının Hazineye Devri Hakkındaki Kanun) 1953 yılında muhalefetin tüm itirazlarına rağmen kanunlaşmıştır.DP görünüşte haklı olsa da bu durum iktidar muhalefet ilişkilerine zarar vermiştir. DP iktidarı, CHP ile birlikte 1948 yılında kurulan Millet Partisi’nin de sert muhalefeti önlenmeye çalışmış, MP içindeki bölünme ve tartışmalar sonucunda soruşturma açılımış ve kapatılmıştır.

27 Mayıs Darbesi’ne giden yolda diğer önemli bir gelişme ise, 27 Haziran 1956 yılında kabul edilen Toplantı ve Gösteri Kanunu ile muhalefete yeni sınırlandırma lar  getirilmesi olmuştur.Bu kanun çerçevesinde muhalefet partilerinin gösteri düzenleyip, toplantı yapmaları yasaklanmıştır.Bu kanunla muhalefet köşeye sıkıştığını düşünümeclis çalışmalarını protesto etmiştir.Muhalefeti bastırmaya yönelik çalışmalar zaman içinde DP iktidarının kendi içinde ayrışmalara yol açmıştır.DP’nin kurucusu ve Dış İşleri Bakanı olan Fuat Köprülü önce bakanlık daha sonra da partisindeki görevinden istfifa etmek durumunda kalmıştır.

DP karşıtı muhalefet, basın tarafında da desteklenmiştir. DP’nin muhalefet partisi olduğu yıllarda DP’yi destekleyen , onun yanında yer alan basın, DP iktidarı döneminde karşı safta yer almıştır.Basın bu tavrının nedenini, DP’nin muhalefet yıllarında basına ifade , sendika hürriyeti gibi haklar vaat etmesi, ancak iktidar olunca bu hakları gerçekleştiremede yavaş davrandığı düşüncesi olmuştur. Buna ek olarak 1954 yılı seçimleri öncesinde Basın Kanunu’na getirilenbir değişiklikle basın ve radyo yoluyla işlenen suçlara ağır cezalar getirlmesi iktidar ve muhalefet arasında yeni sorunların oluşmasına neden olmuştur.

27 yıllık iktidarını kaybetmenin “psikolojik şokunu” üzerinden atamayan CHP, 1957 yılı seçimlerinde diğer yıllara oranla başarı elde etmiş , DP iktidarının mecliste daha çok sıkıştırmaya başlamıştır.DP de bu durumu engellemek için yeni yollar arayışına girmiştir. Meclis iç tüzüğünde muhalefete rağmen gerçekleştirilen değişikliklerle muhalefetin denetimini daraltılmıştır.Sözlü sorular sadece Cuma günleri ve bir saat için müzakere edilebilir hale getirilmiş, bakanların ise sorulara “kamu yararı” gerekçesiyle cevap vermememe hakkı verilmiş,milletvekillerinin dokunulmazlıklarına da basit suçlamalarla kaldırılması mümkün hale getirilmiştir.

DP’nin muhalefete karşı iktidarını koruma çabaları , darbecilerin yaptığı darbe hazırlıklarını meşrulaştırmalarına sebep olmuştur.CHP 1957 seçimlerinden aldığı cesaretle muhalif tavrını da “sert” bir hale getirmiştir. DP iktidarını yıpratıp, başarısız hale getirmek, toplum gözünde zor durumda bırakmak için elinden geleni yapmaya başlamıştır. CHP bir yandan DP’yi yıpratmaya çalışırken, bir yandan da bir sonraki seçimlerde iktidarı elde edememenin korkusuyla DP ile olan ilişkilerini korumaya çalışmıştır. 

Bu duruma örnek, 1959 yılında Başbakan Menderes’in Londra yakınlarında uçağının düşmesinin ardından, ülkeye dönüşünde İsmet İnönü’nün istasyona kadar giderek karşılamaya katılması verilebilinir.

Uçak kazasından sonra Menderes’e karşı halkın menderese karşı olan tavrının olumlu seyirde olması, CHP’yi tedirginleştirmiş, iktidara karşı tavrını daha sertleştirmiş, mualif tavrı, kullanılan sözcükler ve sembollerle adete bir savaşı çağrıştırır hale gelmiştir.İnönü yaptığı gezilere “taarruz”, “çıkarma” gibi kavramlarla adlandırmış,Batı Anadolu’ya yapacağı geziye “Büyük Taarruz “ adını
vermiştir. Sözde, taaruz için ise, İstiklal Savaşı’nda Yunan Generali Trikopis’in esir alındığı, halkın kolayca provake edilebilceği Uşak ili seçilmiştir.Düşünülen olmuş ve Uşak’da çatışmalar çıkmış, olaylar olmuştur.”

Büyük Taaruz” halkın giderek bölünmesine, ciddi sorunlara ve çatışmalara
yol açmıştır.Konu meclis de açıldığında CHP ve DP arasında şiddetli arbede
yaşanmıştır.CHP gittiği her yerde olaylara neden olmuş, polis de halka karşı
baskıyı ve şiddeti artırmıştır.43 Üniversite gençliğini DP iktidarına karşı
örgütlenmiş, öğrenci eylemleri başlatmıştır. Gençlik örgütleri İstanbul ve
Ankara'da gösteriler düzenlemiştir. Hükümet yaşanan bu durum üzerine
,İstanbul ve Ankara'da sıkı yönetim ilan etmiştir .44

CHP’nin yarattığı bu durumun darbe hazırlığı olduğu DP tarafından anlaşılır hale gelmiştir.Bu durumun en güçlü göstergesi, İnönün’nün on dört general ile İstanbul’da yaptığı görüşme olmuştur. DP Meclis Grubu yaklaşan muhtemel ihtilal olasılığına karşı çareyi “Tahkikat Komisyonu” kurmakta bulmuştur.45   

15 DP milletvekillinden oluşan Tahkikat Komisyonu, kararı 18 Haziran 1960 ‘da meclisden geçmiştir. Komisyon kararlarına göre, partilerin tüm etkinlikleri, partilerin tüm etkinlikleri ile ilgili yayınlar, TBMM'de Komisyonla ilgili görüşmeler ve bunlar hakkında yayınlar yasaklanmıştır.46

DP’nin bu komisyonu kurmasındaki amacı darbe hazırlıkları ve girişimlerine engel olabilmek olmuştur. İnönü ise bu komisyonun kurulmasından son  derece rahatsız olduğunu belirten ve DP iktidarını darbe ile açıkça tehdit eden bir konuşma yapmıştır.

“ Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa o memlekette
ihtilal olur. Böyle bir ihtilal, bizim dışımızda ve bizimle münasebeti olmayanlar
tarafından yapılacaktır. Bu yolda devam ederseniz bende sizi kurtaramam. (…) Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. İhtilal. Meşru bir hak olarak kullanılacaktır. Bunda içtinap kabil değildir. Bir fevkalade idare kuracaksınız. Bu idareye verilen salahiyetler gayri meşrudur. Vatandaşların hepsine, bunun haksız olduğunu, buna mukavemet etmek lazım geldiğini söyleyeceğiz.” 47

   İnönü bu sözleri ile yapılacak darbeyi meşrulaştırmaya ve haklı kılmaya
çalışmış, darbeden kaçılamayacağını vurgulamıştır. Menderes ise olayların
bu noktaya kadar gelmesinden son derece rahatsız bir halde önlemler alıp
darbeyi önlemeyi çalışmıştır. Baskıları arttırmış, büyük şehirlerde sıkı
yönetim ilan etmiştir ancak çabaları boşa gitmiştir. Bu duruma İnönü’nün
yorumu ise şu şekildedir;

“ Sizin elinizde ne ordu var, ne memur var, ne üniversite ve hatta ne de
polis var.Olur mu böyle baskı rejimi? Muvaffak olur mu bu?”

Gerçekten de DP iktidarı yalnızlığa itilmiş, ne ordu, ne polis, ne bürokrasi ne de aydın kesimi yanında olmuş sadece halkın bir bölümü tarafından desteklenmiştir. Başbakan Menderes muhalefetten gelen tehditleri ve tehlikeli gidişatı durdurmak için halka dönerek “milli irade” yi yüceltmeye, halkın kendi yanında olduğunu göstermeye çalışmış bu yolla güç toplayacağını düşünmüştür DP hükümeti CHP, basın, üniversite, aydın kesimi muhalefetiyle uğraşırken bir yandan da ordu ile uğraşmıştır. DP döneminde sivil otorite ve ordu ilişkilerinde 1954’ten itibaren sorunlar belirginleşmiştir.48 Menderes ilk etapta üst düzey yöneticileri değiştirip, bazı generalleri emekliye sevk etmiştir. Ordu DP iktidarını bu durumdan sonra içine sindirememiş ve sivil iradeye hep şüpheyle bakmıştır.49

Menderes prensip olarak ordunun siyasetin dışında olduğuna ve Atatürk’ün ordusunun siyasete girmeyeceğine inanmıştır. Menderes’e göre ordu, milletin siyaset dışına çekilmiş bir parçasıdır, kayıtsız şartsız devletin içinde bulunmaktadır. Ancak muhalefetle birleşen ordu CHP’nin teşvik ve telkinleri neticesinde darbeyi kaçınılmaz görmüştür.50

DP yaklaşan darbeye karşı önlemler almaya devam etmiş, 29 Nisan 1960’da Ankara ve İstanbul’da Örf_i İdare ilan etmiş, Orgeneral Fahri Özbek İstanbul, Korgeneral Namık Argüç Örf_i İdare komutanlıklarına getirilmişlerdir. İstanbul ve Ankara’da toplantı yapma yasağı getirilmiş, İstanbul’da eğlence yerleri kapatılmış ve gece sokağa çıkma yasağı getirilmiştir.51

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Askeri Darbe, Askeri Darbe Tanımı

Askeri Darbe, Askeri Darbe Tanımı.,




Askeri Darbe, Askeri Darbe Tanımı


Devletin Emrindeki resmi askerî kurumlara mensup kişi ya da kişilerin herhangi bir zaman belirtmeden, gizli plan ve programlar doğrultusunda, anayasal olmayan yollarla iktidarda olan mevcut hükümeti devirmesi, ve iktidara el koymasına “askeri darbe” denmektedir.34
Sivil iktidarın sahip olduğu yönetime el koyan darbe yönetimi, seçimle gelen meclisi kapatır ve meclisin seçtiği hükümeti devirir, yerine kendi yasama ve yürütme organları getirir ve rejimi yeniden oluşturur.35
Parlamenter rejimin sağlıklı ve sağlam temeller üzerine kurulmadığı, sosyal sınıflar arasında güçlü bir dengenin olmadığı ve ekonomik kalkınmanın, gelişmenin yaşanmadığı ülkeler, darbeye karşı savunmasız olan ülkelerdir. Bu ülkelerde halkın egemenliğine dayalı bir yönetim şeklinin yerleşmesi güç olduğu için darbeyle gelen memur- asker yönetim şeklinin yerleşmesi güçlü bir ihtimaldir. Çünkü halkın egemenliği devlet yönetimine yansımaz ve devlet yönetimin de boşluklar olursa, bu boşluklar memur ve askerler tarafından doldurulur.36
Bir ülkede gerçekleşen darbenin ve ya müdahalenin gerçekleşme nedenini tek bir faktöre bağlamak yanlıştır, ülkede yaşanan iç ve dış çalkantılar, sosyal, politik ve ekonomik ortam tek başlarına darbenin yapılmasına neden olamazlar. Bütün faktörler bir araya gelir ve darbe için zemin hazırlar.
Dünya genelinde gerçekleşen darbe ve müdahaleler de ekonomi faktörü temel ve belirleyici olan faktör olmuştur. Darbeler, ekonomik anlamda, daha çok az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşmiştir.
Ekonomik geri kalmışlık, gelir düzeyini ve gelir dağılımı bozukluğunu oluşturur bu da toplumda ekonomik ve sosyal huzursuzluklara yol açarak, toplumsal kalkışlara ve baskı müdahalelere neden olur. Gelişmiş ülkelerde ise, gelişmiş ekonomiler de sağlanan yüksek gelir düzeyi, gelir dağılımında herhangi bir bozukluk olsa bile, toplumsal huzursuzlukların daha düşük seviyede tutulabilir ve sosyal kalkışları engelleyebilir. 
Bu durum da darbe olma olasılığını azaltır.37

Darbeler genellikle, mevcut yönetimdeki radikal değişiklikleri önlemek amacıyla çoğu zaman tanımı gereği şiddet unsuru barındırır. Darbe ve devrim çoğu zaman birbirleri yerine kullanılsa da farklı kavramlardır. Darbe yapılırken geniş halk kitlelerinin desteğinin alınması gerekirken, devrimde buna gerek yoktur, halk devrimle gelen değişikliklere ayak uydurmaya zorlanır. Başka bir açıdan ise devrim de yapılan değişim kalıcı ve kökten bütün düzeni değiştirmeye yönelikken, darbe de geçici bir süre için, var olan düzen kısmı olarak değiştirilir, kökten ve kalıcı bir değişim söz konusu değildir. Sonuç olarak darbe ve devrim sözcükleri birbirlerinin yerine kullanılmamalıdır.38

Dünya siyasi tarihinde darbeler önemli bir yer tutmaktadır. Roma İmparatoru Julius Caesar’dan iktidarı darbeyle elinden alınmış ve bazı Roma İmparatorları da iktidarı ele geçirme yolu olarak darbe yapmayı tercih etmiştir. Fransa’da 1799 yılında Napolyon örneğinde olduğu gibi, Antik Yunan ve Hindistan’da da yöneticiler darbeyle yönetimi ele geçirmiştir.1960 Darbesi ile Türkiye’ de Cemal Gürsel, 1968 Darbesi ile Irak’ta Saddam Hüseyin, 1969 Darbesi ile Libya’da Muammer Kaddafi, 1980 Darbesi ile Türkiye’ de Kenan Evren,1999 Darbesi ile Pakistan’da iktidarı ele geçiren Pervez Müşerref gibi liderler 20.yy da darbe ile ülke yönetimlerine el koymuşlar, iktidarı ele geçirmişlerdir.39

Demokrasiyle yönetilen ülkelerde yöneticiler halk tarafından belirlenir. Yargı ve ordunun siyasete herhangi bir müdahalede bulunmaması temel esastır.40 
Askeri darbeler, demokrasiyi kesintiye uğratır, temel hak ve özgürlüklere sınırlamalar getirir. Yönetim biçimi demokrasi olan ülkelerde hukukun üstünlüğü 
ilkesi temel alınarak insan hakları korunmalı halkın iradesi ön planda tutulmalıdır. Ordu geçici de olsa darbe yaparak özgürlüklere sınırlama getirmemelidir. 41

                          Türk Siyasi Tarihinde Askeri Darbeler
Demokrasiyi kesintiye uğratan ve insan hakları büyük zarar veren Askeri Darbeler T.C’ ne Osmanlı Devleti’nden kalan kötü bir gelenektir. 
Osmanlılarda aslında darbeleri eski Türk Devletlerinden miras olarak almıştır. Türk Hükümdarları tarih boyunca genelde askeri bir alt yapıdan gelmiştir. Orduların yönetime karşı ayaklanma nedenleri çıktıkları dönemlere göre farklılar göstermiş tir.
İslam öncesinde amaç daha cengaver bir hükümdarı tahta geçirmekken, İslam’ın kabulünden sonra amaç dinin korunması olmuştur.
Osmanlının son üç yüzyılına damgasını vuran isyanların çoğu da "din" i korumak bahanesiyle yapılmıştır. Cumhuriyet sonrası ise darbeler ordunun yönetime müdahalesin, meşrulaştırma aracı ,"laiklik" ve "hukuk devleti” ni sözde korumak olmuştur. Yani ordu duruma göre bazen din, bazen laiklik bazen devletin bekasını koruduğunu öne sürerek darbeleri yapmış, bu şekilde darbeleri meşrulaştırmıştır.

Bugüne uyarlanacak olunursa eski Türk Devletleri’nde hükümdarlar hem başbakan, hem de Genel Kurmay Başkanı olmuş, ordunun alt kademelerinden bir generalin kışkırtmasıyla ayaklanmalarla karşılaşmışlarıdır. Kendi askerleri tarafından tahtan indirilen İlk Türk Hükümdarları, Teoman, Mete Han olmuştur. Ordunun baş generali Atilla’nın kardeşi orduyu abisine karşı ayaklandırmış hükümdar abisini öldürtmüş ve tahta kendisi geçmiştir.42

T.C.’ ne birçok miras bırakan Osmanlı Devleti, askerler tarafından yönetilen “askeri devlet” olmuştur. Yönetici sınıfa “askeriler” denilmiş, yöneticilikle askerlik iç içe geçen görevler olarak görülmüştür. Yani ordunun siyasete açık bir şekilde karışması ve müdahale etmesi gayet normal bir durum olarak görülmüştür. Askerler hem ülkeyi düşmanlara karşı korumuş ve hem de devleti idare etmişlerdir. Asker ve sivil irade arasındaki ayrışma ancak 19 yy.la gelindiğinde sağlanmaya çalışılmış, yönetimde ulemaya mensup görevlilerin oluşturdukları din bürokrasisine, asker ve sivil bürokrasi de katılmıştır. Asker ve sivil bürokrasi çoğu zaman ulemaya karşı işbirliği yapmış, padişah ve siyasal iktidar arasında etkili olmuşlardır. 43
Osmanlı Devleti’nde devlet ve ordu ilişkisini kuruluş döneminde bağımsız olmuş, askeri otorite devlet yönetimine zarar veremeden işleyişini sürdürmüştür. Kuruluş döneminde ordu askeri ihtiyaca göre gönüllülerden oluşturulmuş,devletin büyümesi,sınırların geliştirilmesiyle daimi ordu kurulmasına ihtiyaç duyulmuştur. Osmanlı ordusunun en önemli kısmını oluşturan Kapıkulu kuvvetleri asıl olarak yeniçeri ve sipahilerden oluşmuştur. Yeniçeriler Osmanlı ordusunun önde gelen askeri birliği olmuştur.44

Osmanlı Devleti’nde isyanlar ve darbeler Fatih Sultan Mehmet’e dönemi 1446’te 
Buçuktepe İsyanı 45 ile başlayıp, 1913’te Bab_ı Ali Baskını 46 ile sona ermiştir. Osmanlı tarihi boyunca tahta geçen 36 padişahtan 12’si isyan ve darbeler sonucunda tahtını kaybetmiştir. Gerçekleştirilen isyanlar aylarca devam etmiş, günlük hayatı olumsuz bir şekilde etkilemiş, halka korku dolu günler yaşatmıştır. Son derece uç ve acımasız boyutlara ulaşan isyanlar sonunda öldürülen devlet adamlarının cesetleri köpeklere atılmış, sadrazamların kelleri kesilmiş ve padişahlar acımasızca katledilmiştir.

II. Beyazıt, II. Osman, I. Mustafa, Sultan İbrahim, IV. Mehmed, II. Mustafa, III. Ahmed, III. Selim, IV. Mustafa, Sultan Abdülaziz, V. Murad  ve II. Abdülhamid askeri bir isyan veya darbe sonucu tahtlarını kaybetmiştir. 
II.Beyazıt, II. Osman, Sultan İbrahim, III. Selim, IV. Mustafa ve Sultan Abdülaziz ise isyan ve darbelerle tahttan indirilip, öldürülmüştür.47

         Bab_ı Ali Baskını

Babıali Baskını, Osmanlı’dan günümüze kadar etkisini sürdüren Türk Siyasi Tarihi’ nin ,en önemli olaylarından olup , 20. yüzyıl Türk tarihinin
askeri darbelerinden biri olmuştur.

Babıali Baskını, iktidardaki Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın dış politikada teslimiyetçi politikalar uyguladığı ve iç politikada başta İttihat ve Terakki
olmak üzere kendisine karşı muhalif grupları bastırmaya çalıştığı gerekçesi ile yapılmıştır.
Osmanlı ordusu Lüleburgaz Meydan Savaşı’nı kaybetmiş,Bulgar ordusu Çatalca kapılarına kadar gelmiş,bu sorunlarla baş etmekte yetersiz kalan Ahmet Muhtar Paşa hükümeti devrilmiştir.Yeni hükümeti kurma görevi İngiliz Kamil Paşa’ya verilmiştir.Kamil Paşa hükümeti de, I.Dünya Savaşı’ndaki başarısızlığı devam ettirmiştir. Savaş Osmanlı için yenilgiden çok, bozgun ve facia halini almış, Osmanlı orduları Rumeli’de tamamen yok olurken, salgın hastalıklar ordu içinde önlemez biçimde yayılmaya başlamıştır. Kamil Paşa Hükümeti 23 Ocak 1913 tarihinde toplanmış, devletin kurtuluşu için bir karar vermeye hazırlanmıştır. 

Bu karara göre Batı Trakya elden çıkıp, Edirne’nin de Bulgarlara verileceği belirtilmiştir. Ordu bu durumda kendinde müdahale etme yetkisi görmüş ve Yarbay Enver Bey 12 Ocak 1912 tarihinde hükümete bir mektubunda;

“ Eğer Heyet-i vükela Edirne’yi hiçbir çaba göstermeden bırakırsa orduyu terk edeceğim, açıktan açığa harp çağrısında bulunacağım, ne yapacağımı  bilmiyorum, daha ziyade söylemek istemiyorum. Tavsiyelerini düşüneceğim! Vatanı kurtarmak ya da şerefimle ölmek için her şeyi alt üst edeceğim. Daha iyisini kurtarmak için yıkacağım[her şeyi]! Ama bu kadar uzağa gitmeye ihtiyacım olmayacağını ümit ederim”.48 Vurgusunu yapmıştır.

İttihat ve Terakki sebep olduğu sorunun çözüme kavuşturulması için iki toplantı yapmış, Enver Bey çözüm yolunu şu şekilde açıklamıştır.

“Bir baskınla bu işi halletmek en kestirme yoldur. Babıali zorla ele geçirilmelidir. Benim aklıma başkaca tedbir gelmiyor, çünkü başka çare yoktur. Eğer bunu yapmazsak bütün yaptıklarımız boşa gidecektir…Ya her şey elimizde olmalıdır ki, Edirne’yi alabilelim yahut da kaderi beklemeli…Ama ben beklenilmesinden yana değilim… Kötüsü gelmiştir. Bunu hep söylersiniz…O halde vaziyet kötüsünün üzerine gitmektir.”49

Bu çözüm önerisi kabul edilmiş ve 23 Ocak 1913 tarihinde İttihat Terakki hükümeti zor kullanarak hükümet devirmiş ve iktidarı tamamen ele
geçirmiştir. Ordu, 1918 yılının Ekim ayına kadar 5 yıl 9 ay gibi bir süre Osmanlı Devleti’nin iktidarı elinde tutmuştur. 50

SONUÇ

Bir devletin başka devlet ve da devletler uluslar arası alanda izledikleri politikaya “dış politika” denilmektedir. Dış politika kavramı içinde, devletlerin uluslararası sistem içindeki hedefleri, tutum ve davranışları yer alır.

Türk Dış Politika’sı da bu tanım kapsamında ilerlemektedir. T.C dış politikası uygulamaları Osmanlı Devletinden miras olarak almış, temel yapısı Atatürk döneminde oluşturulmuştur. Bu dönem dış politikasının temel amacı yeni kurulan Türk Devleti’ni uluslar arası sisteme tanıtıp, gerçekçi, bağımsız, batıcı, akılcı güvenlik politikası esas alınarak diğer ülkelerle olan ilişkileri sürdürmek olmuştur. Atatürk’ün ölümünden sonra başa gelen İnönü dış politikada benzer uygulamalar yapılmıştır.

Darbe dönemlerinde dış politikayı daha iyi anlayabilmek için darbenin , devletin emrindeki askeri kurumlarda görev alan kişilerin , gizli plan ve
programlar dahilinde her hangi bir zaman bildirmeden, anayasal olamayan yollarla,iktidardaki mevcut sivil iradeyi devirmesi , yönetime el koyması
olduğunu bilmek gerekir.

Türk Siyasi tarihinde darbeler kimi zaman dini, laikliği, hukuk devletin, sözde korumak adına yapılmıştır. Eski Türk Devletleri’nde ve Osmanlı Devleti’nde ordu ve sivil irade arasında tam bir ayrışmanın olmaması, ordunun sürekli siyasete karışmasına ve müdahale etmesine neden olmuştur. Örnek verilecek olunursa; Bab_ı Ali Baskı’nı Osmanlı Devleti’nde gerçekleşen Türk Siyasi Tarihi’ni derinden etkileyen askeri darbedir.

DİPNOTLAR:

34“ Darbe Nedir? Askeri Darbe Tarihi? Darbe ile Başa Geçen Yöneticiler”.
      http://www.uzmanportal.com/darbe-nedir-askeri-darbe-tarihi-darbe-ile-basa-gecenyoneticiler.html/. 27 Şubat 2010
35  Asaf Savaş Akat.”Kısa Askeri Darbeler Tarihi”.
     http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=119530&Categoryid=4&wid=8. 23 Şubat 2010.
36 “Tüm Yönleriyle Askeri Darbeler;Neden Yapılır,Kimler Yapar?”.
     http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212245. 23 Şubat 2010.
37 İzzettin Önder.”12 Mart Darbesi Tartışmaları”. http://www.tumgazeteler.com/?a=2636733. 23 Şubat 2010.
38 http://www.uzmanportal.com/darbe-nedir-askeri-darbe-tarihi-darbe-ile-basa-gecenyoneticiler.html/
39 http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212245
40 “90 Saniyede Demokrasi Tarihi”.27 Şubat 2010. http://tarihvemedeniyet.org/2010/02/90-saniyede-demokrasi-tarihi/
41 Yusuf Alataş.”12 Mart Darbesi”.12 Mart 2005, 27 Şubat 2010.
     http://www.ihd.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=406:12-martaskerdarbes&catid=67:genel-merkez&Itemid=213
42 Bulut,a.g.e.://www.farklitarih.com/2009/06/turk-tarihinde-askeri-darbeler.html
43 Davut Dursun.Demokratikleşemeyen Türkiye.İşaret Yayınları,İstanbul,1999,s.61
44 Erhan Afyoncu.”İlk Darbe Girişimi Fatih’e yapıldı”.’ 
     http://www.stratejikboyut.com/haber/ilkdarbe-girisimi-fatihe-yapildi--27820.html.  27 Şubat 2010
45 İkinci Mehmed'in ilk hükümdarlığı sırasında, yeniçeriler paranın değerinin düşürülmesini bahane ederek ayaklanmış, Şehabeddin Paşa'nın 
     evini yağmalamış ve Edirne'nin doğusunda bir tepeye çekilmişlerdir. İsyan, yeniçerilerin maaşlarına yarım (buçuk) akçe zam yapılarak 
     yatıştırılsa da . ayaklanmanın asıl sebebi ise Çandarlı Halil Paşa'nın, İkinci Murad'ı tekrar tahta geçirmek istemesi olmuştur. Afyoncu.a.g.e. 
     http://www.stratejikboyut.com/haber/ilk-darbe-girisimi-fatihe-yapildi--27820.html.   27 Şubat 2010
46 İttihat ve Terakki Cemiyetinini 23 Ocak 1913’te yaptıkları kanlı baskın ile orduya dayanarak, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra hükümeti ele 
     geçirmesidir.Bab_ı Ali Baskını,
     http://www.frmtr.com/tarih/470228-babiali-baskini.html
47 “Osmanlı’da Askeri İsyanlar ve Darbeler”. http://www.haber50.com/245561_Osmali-da-Askeri-Isyanlar-Ve-Darbeler.html. 27 Şubat 2010.
48 İlyas Kara.Babıali Baskını ve Enver Bet. 
     ( 2http://www.enverpasadergisi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=200:lyas-kara&catid=10:haber&Itemid=13.23 Ocak 2010
49 İlyas Kara.Babıali Baskını ve Enver Bet.
     ( 2http://www.enverpasadergisi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=200:lyas-kara&catid=10:haber&Itemid=13.23 Ocak 2010
50 İlyas Kara.Babıali Baskını ve Enver Bet.
     ( 2http://www.enverpasadergisi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=200:lyas-kara&catid=10:haber&Itemid=13.23 Ocak 2010

****

Askeri Darbe Nedir,? Türkiye nin Darbelerle İmtihanı.,

Askeri Darbe Nedir,? Türkiye nin Darbelerle İmtihanı.,



Türkiye’de 15 Temmuz Cuma günü yapılan darbe girişimi sonrasında birçok kişi askeri darbenin ne olduğunu merak etti. 

Peki askeri darbe nedir, Türkiye’de darbe mi oldu?

           Türkiye’de bugün yaşanan gelişmelerden sonra milyonlarca vatandaş askeri darbenin ne demek olduğunu merak etti.
Peki askeri darbe nedir, Türkiye’de ne zaman askeri darbe oldu? Nasıl çıktı,sonuçları ne oldu?

                                      Askeri darbe nedir?

Askerî darbe, bir ülkede silahlı kuvvetler mensuplarının silah zoru ile ülke yönetimine el koyması. Hükûmetlerin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte başarısız oldukları iddiası, cuntacılar tarafından askeri darbelerin başlıca sebebi olarak gösterilir Zaman zaman ordu tarafından hükûmetlere verilen muhtıralar da darbe benzeri sonuçlar doğurabilir. Darbeciler genellikle ordunun yapacakları eyleme karşı tarafsız kalmasını fırsat bilerek iktidarı ele geçirerek, lideri devirir; radyo, TV gibi iletişim kanallarını işgal ederek hükûmet daireleri üzerinde otorite kurar; elektrik santralleri gibi temel altyapı tesislerini kontrol altına alır. Darbe sonrasında ordu kurulacak hükûmetin şekli sorunuyla karşı karşıya kalır. Latin Amerika'da darbeden sonra değişik rütbede askerlerden oluşan cunta yönetimi oldukça yaygındır. Afrika'da ve Türkiye'de ise cunta ile birlikte çalışacak devrimci bir meclis oluşturma ve bu meclis üyelerinin de cunta tarafından seçilmesi yöntemi yaygın olarak kullanılır. 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbeleri ile yönetimi ele geçiren cuntalar olan Milli Birlik Komitesi ya da Milli Güvenlik Kurulu, ülkeyi mutlak biçimde yönetmiş; aynı zamanda Kurucu Meclis ya da Danışma Meclisi adıyla cunta tarafından seçilen sivil temsilcilerin olduğu ancak MBK ya da MGK karşısında bir hayli zayıf bir de meclis oluşturulmuştur.
 
Türkiye’de yaşanan darbeler
TSK, iç güvenliğin tehdit altında olduğunu ifade ederek zaman zaman sivil yönetime müdahale etmiştir. Bu müdahalelerde temel hukuki dayanak Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinde yer alan "Madde 35 - Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır." hükmü olmuştur. Ancak 12 Eylül Darbesi'nin yargılanması için hazırlanan iddianamede bu maddenin darbeye meşruiyet kazandırmayacağı ve hiçbir kanun maddesinin Anayasa’nın üzerinde olamayacağının altı çizildi. Devlet düzeninin temel kurumlarından TBMM ve tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak için 35. maddeyi gerekçe göstermenin hukuka aykırılığa kılıf bulma gayreti olduğu aktarıldı.

TSK 1960 ve 1980 yıllarında iki kez yönetime el koymuş, 1971 ve 1997 yıllarında ise postmodern darbe ile hükûmeti istifaya zorlamıştır. Türkiye 1950 yılındaki demokratik seçimlerle çok partili hayata geçiş yaptığı dönemden sonra, millet iradesine dayanan demokratik düzen[4] neredeyse her on yılda bir askeri müdahalelerle kesintiye uğradı.

İlki 27 Mayıs 1960'da olmak üzere; 12 Mart 1971'de (muhtıra), 12 Eylül 1980'de, 28 Şubat 1997'de (postmodern darbe) arka arkaya askeri müdahalelere tanık oldu.
28 ŞUBAT 1997- POSTMODERN DARBE GEREKÇELER
28 şubat sürecinin başlaması irtica söylentilerinin toplum içinde yayılması ve özellikle bunun terörden daha tehlikeli olmasının belirtilmesi bu konuda ordunun dikkatini çekti.
Yapılan çalışmalarla ülke içinde irticaya karşı kamuoyu oluşturulmak istendi,üniversite rektörlerine,medyaya,yargıya ve patronlara bilgiler verildi.Kamuoyunda oluşturulmak istenen etki pek etkinlik gösteremedi toplum içinde ama diğer çevrelerde işe yaramaya başlamıştı.
28 şubat sürecinin temelini Başbakanlık Kriz Yönetmeliği ve Milli Güvenlik siyaset belgesinin Refah-Yol tarafından imzalanması olmuştur.
Parlamento devre dışı bırakıldı MGK baskın organ haline geldi ve yasama organı oldu.

GELİŞİM SÜRECİ
12 eylül darbesinden sonra ortaya çıkan siyaset sovyetler birliğin yıkılması ve komünizmin çökmesi Türkiye’de sağ partilerin güçlenmelerine neden oldu ve Refah Partisi 1995 genel seçimlerinde I.parti oldu.Seçimlerin ardından 1996 yılında kurulan Anap ve DYP koalisyonu Refah Partisi’nin güvenoylaması hakkında Anayasa Mahkemesine başvuruda buluındu. . Bunun üzerine TBMM'de birinci parti durumunda olan Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP arasında kurulan 54. Hükümet (Refahyol hükümeti), 8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu almayı başarmıştır.

28 ŞUBAT SÜRECİNİ TETİKLEYEN OLAYLAR
2 Ekim-7 Ekim 1996 tarihleri arasında Başbakan Necmettin Erbakan sırasıyla Mısır, Libya, Nijerya'yı ziyaret etti. Libya'da, Kaddafi'nin bir çadırda Erbakan ile yaptığı görüşmede sarfettiği sözler muhalefet ve basın tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. 
3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında mafya, siyasetçi, polis ilişkileri açığa çıktı. Başbakan Erbakan 'fasa fiso' dedi, Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, aydınlık için bir dakika karanlık toplumsal eylemi için " Mumsöndü oynuyorlar" dedi. 

Kayseri'nin Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, 10 Kasım 1996 tarihli Refah Partisi İl Divan Toplantısındaki konuşmasında, Türkiye'de henüz gerçek demokrasinin olmadığını, hâkim güçlerin herkesi kendi görüşleri doğrultusunda hareket etmeye zorladığını söyledi. Karatepe konuşmasında şunları söylemişti: 
Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. 
Belki başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur. ”

Karatepe bu konuşması nedeniyle 1 yıl hapis ve 420.000 lira ağır para cezasına mahkûm edildi

5 Şubat'ta Sincan'da askerler 20 tank ve 15 zırhlı araçla geçiş yaptı.
11 Şubat'ta Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü Ankara'da yapıldı.
18 Haziran'da Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. İstifasının nedeninin başbakanlığı Tansu Çiller'e devretmek olduğunu belirtti. 
19 Haziran'da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini o sırada arkasında TBMM çoğunluğu olan DYP lideri Tansu Çiller'e vermeyip, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. 
30 Haziran'da Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la birlikte ANASOL-D hükümetini kurdu. 

SONUÇLAR

Mgk kararları hükümete bildirildi.
Laiklik için yasaların uygulanması istendi.
Tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB’e devridilmesi istendi.
8 yıllık kesintisiz eğitim öngürüldü.
Tevhidi tedrisatın uygulanması istendi.
Orduyu din düşmanı gibi gösteren medyanın kontrol altına alınması istendi.
Kurban derilerinin derneklere verilmemesi istendi.
Kılık kıyafet kanuna riayet edilmeli.
Atatürk aleyindeki eylemler cezalandırılmalı.
Refah-Yol hükümeti düşürüldü.
Kamu kurum ve kuruluşlarında başörtüsü yasaklandı.
Kuran kursları kapatıldı.
Refah-Yol liderleri,yöneticileri tutuklandı yargılandı.
Vakıf ve dernekler üzerinde baskı kuruldu.
Anadolu sermayesine ambargo koyuldu.
Birçok subay ihraç edildi.
Birçok gazeteci ve yazar tutuklandı ve yargılandı.

12 Eylül 1980 Darbesi

DARBEYİ YAPANLAR

Milli Güvenlik Konseyi Üyeleri
Kenan Evren:Genelkurmay Başkanı
Nurettin Ersin:Kara Kuvvetleri Komutanı
Nejat Tümer:Deniz Kuvvetleri Komutanı
Tahsin Şahinkaya:Hava Kuvvetleri Komutanı
Sedat Calasun:Jandarma Genel Komutanı

GEREKÇELER
Ülke içinde artan terör ve cinayet olaylarının olması,birçok tur yapılmasına rağmen seçilemeyen cumhurbaşkanı,Necmettin Erbakan tarafından yapılan Kudüs Mitingi'nin şeriat amaçlı olması gibi sebepler darbe gerekçeleri olarak gösterildi.
Ülke içinde aynı zamanda sağ-sol çatışmaları,bunlara hizmet eden derneklerin kurulması,emniyet teşkilatı mensupları arasında da bunların görülmesi tanınmış sağ-sol siyasi önderlerinin bunlar tarafından öldürülmesi her gün cinayetlerin artması gibi nedenler darbeye zemin hazırladı.

DARBE ÖNCESİ OLAYLAR
1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi İstanbul Teşvikiye'de öldürüldü.
Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde öldürüldü.
19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet’te öldürüldü.
28 Eylül'de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul öldürüldü.....

TSK’NIN AÇIKLAMASI
Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.

24 OCAK KARARLARI
Bu kararların ortaya çıkması Turgut Özal tarafından olmuştur.
Yaşanan istikrarsızlık,üretimin azalması,karaborsacılığın artması,kamu harcamalrının kısılmasını,ücretlerin düşürülmesi,serbest döviz kuru gibi önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Bunun için Süleyman Demirel, Turgut Özal’ı başbakanlık müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzaladı.

SONUÇLAR

12 Eylül darbesi insanların kişilik haklarına büyük ölçüde zarar vermiş, İnsanların toplum içinde birbirlerine olan güvenini kırmış, birçok insanın  evlerinden sorgusuz sualsiz alınıp karakollarda tutuklanmalarına,coplanmalarına neden olmuştur. 
Sendikal örgütlenmelerin kapanmalarına, yazar ve gazetecilerin tutuklanmalarına, birçok kuruluşun, öğrecinin fişlenmelerine neden oldu.

650.000 kişi Gözaltına alındı.
1 Milyon 683.000 kişi fişlendi.
7000 bin Kişiye idam cezası istendi.
517 kişi İdam edildi.
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.

 Dünya’da yaşanan darbeler

Darbeler siyaset tarihinin uzun zamandır bir parçasıdır. Örneğin Roma İmparatoru Jül Sezar bir darbe kurbanı olmuştur ve bazı Roma imparatorları iktidara darbeyle gelmiştir. 1799'da Napolyon da Fransa'da iktidarı bir darbeyle ele geçirmişti. Antik Yunan ve Hindistan kentlerinde darbeler fazlasıyla yaygındı.
Askerî darbeler 20. yüzyılda yaygın biçimde Latin Amerika'da Arjantin, Şili, Asya'da Birmanya, Afrika'da ve Avrupa'da Yunanistan, Asya'da Türkiye gibi özellikle gelişmekte olan ülkelerde gözlenmiştir. 20. asrın sonlarına doğru darbeler başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere dünyada bir hayli yayınlaştı: Latin Amerika'da, Asya'da, Afrika'da, Avrupa'da. 1980'lerden sonra darbeler daha az sıklıkta görülmeye başlandı. Hükûmetlerin sosyal ve ekonomik sorunları çözmekte yaşadıkları sorunlar ve dolayısıyla ortaya çıkan yeni sorunlar bu darbelerin başlıca sebeplerini oluşturmaktadır.

Şili
Bütün bu görünür sebeplerin yanında darbeler ayrıca güçlü devletler tarafından zayıf ve küçük devletler üzerindeki emellerini gerçekleştirmede etkili bir silah olarak kullanılmaktadır. Bunun en canlı örneği Şili'de Salvador Allende hükûmetinin devrilmesi ve Allende'nin öldürülmesiyle sonuçlanan darbedeki ABD ve CIA etkisinde görülebilir.

Venezuela
2002'de Venezuela'da oy çokluğu ile seçilmiş olan Hugo Chavez'e karşı ABD destekli bir darbe yapıldı; darbe başarılıydı ama hemen yıkıldı. Darbenin etkisi Chavez yanlısı halk gösterileri, ordunun Chavez yanlısı tutumu sebebiyle kolayca ortadan kalktı. Chavez darbeden 2 gün sonra yeniden iktidarı ele geçirdi, askerî cunta dağıtıldı. Bu gibi durumlarda halk gösterilerinin darbeleri ters çevirebileceği ve istedikleri liderleri geri getirip iktidara oturtabilecekleri anlaşılmış oldu. Hatta bu olaydan sonra Chavez'e yönelik halk desteğinin daha da artması darbeden istenilen sonucun tam aksine bir gelişme oldu.

***

Avrupa’nın İnsanlık İle Olan İmtihanı

Avrupa’nın İnsanlık İle Olan İmtihanı




Ahmet Suat ARI
(24.04.2016)
Hollanda Türk Evi Genel Sekreteri


      Avrupa Suriye iç savaşından kaçan mülteciler üzerinden büyük bir imtihan vermektedir. Bir Avrupa kurumu olan AB’yi içinde 28 öğrenci olan bir sınıf olarak tahayyül edersek, bu imtihanı alnının akıyla geçecek öğrenci hemen hemen yok gibidir. Her ne kadar bazı öğrenciler biraz ümitvar görünseler de; diğerlerinin durumu onların başarılı olmasına mani olmaktadır. Koskoca AB bu imtihanda siyasi, sosyal ve de ekonomik olarak büyük bir başarısızlığa imza atmıştır. Neyse ki bu sınıfa dahil olmak isteyen ama mevcut öğrenciler tarafından bin bir bahane bulunarak kabul edilmeyen öğrenci Türkiye, onlara şereflerini bir nebze olsun kurtarma şansı vermiştir.

Bu zorlu imtihanın soruları aslında biraz vicdanını dinlersen çözebileceğin türden sorulardır. Üstelik kopya çekmek de serbesttir! Birinin yaptığını bir diğerinin yapması da kopya değil; tam aksine iyi hal olarak bile görülebilmektedir. Hal böyleyken neden bocalamakta bu ülkeler diye sorduğumuz zaman, meselenin vicdanla cüzdan arasında bir çekişme olduğunu görürüz. Hem cüzdanın baskısı hem de vicdanın çifte standardı AB ülkelerinin yakın tarihin en ağır insanlık dramlarından birisine göz göre göre kayıtsız kalmasına sebep olmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan dram Bosna’da tekrar etmiş ve şimdi de dolaylı olarak Avrupa’nın birçok bölgesinde yeniden gündeme gelmiştir. Görünen o ki, Avrupa tarih önünde bir kez daha insanlığa karşı mahcup olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Avrupa, Suriye iç savaşının başından beri üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmekten kaçınmıştır. Suriye halkı demokratik reformlar için sokaklara dökülüp diktatör Esad’a karşı çıkarken uzaktan destek mesajları ifade edilmiş ama gerçek destek hiçbir zaman verilmemiştir. Avrupalı liderler Esad’ın gitmesi gerektiğini olur olmaz her yerde dillendirmişler ama gitmesi için gereken hiçbir adımı atmamışlar dır. Şayet ciddi bir baskıyla, gerekirse yaptırımların da hayata geçirilmesiyle Esad’ın gitmesi ya da gerekli reformları yapması pekala sağlanabilirdi. Ancak bu da yapılmamıştır. Sadece yapmamakla kalmamış; bunu yapan Türkiye’yi de kaderine terk etmiş, hatta sırtından bıçaklamış tır. Zira Türkiye çözüm süreciyle yüzyılın projesini gerçekleştirip müzmin bir sorunu çözme yolunda emin adımlarla ilerlerken; başı ABD ve AB’nin çektiği bir grup, DAİŞ’le mücadele kisvesi altında Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın uzantısı PYD’ye bir iktidar alanı sunmuştur. Hemen ardından, Suruç’ta DAİŞ’in patlattığı bomba Çözüm Süreci’nin sabote edilmesine yol açmıştır. Sonrası ise herkesin malumudur!
 
    Türkiye bir taraftan sayıları milyonlarla ifade edilen Suriyeli mülteciler için insanca yaşama şartları sağlamaya çalışırken, bir taraftan da yeniden hortlatılan terörle baş etmeye çalışmaktadır. An itibariyle Türkiye’ye sığınan mülteci sayısı 2,7 milyondur. Bunların bir kısmı kamplarda yaşarken büyük bir kısmı da kendi imkanlarıyla özellikle büyük şehirler olmak üzere ülkenin her tarafında ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Bir kısmı da çeşitli yollardan Avrupa’ya gelme çabası içindedirler. Söz konusu insanlar, normal yollardan gelmeleri hemen hemen imkansız olduğu için genellikle tehlikeli, meşakkatli ve rizikolu yolları denemekte olup; bunun için de insan tacirlerine binlerce dolar ödemektedirler. Hemen hemen her gün lastik botlarla Yunanistan’a geçmek isteyen mültecilerin dramını medyada görmekteyiz. Hem de Avrupalıların kendilerini istememelerine rağmen! İnsan bu durumda, “Acaba bu kadar istenmediklerini bilseler gelmekten vaz geçerler mi?” demekten kendini alamıyor.

Avrupalılar her türlü engelleri aşarak gelmeye devam eden bu insanlara karşı tavır almaktadırlar. Öyle ki; sığınmacıların yerleştirileceği belediyelerde zaman zaman şiddet de içeren protestolar olmakta, bu belediyelerin meclislerinin demokratik karar alma süreci engellenmektedir. Kullanılması düşünülen binalar sabote edilirken, karar verici konumunda olanlar tehditlere maruz kalmaktadırlar. 
Bu anlamda tüm Avrupa ölçeğinde (siyasi) sorumlular her açıdan büyük bir baskı altındadır. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in sorumlu tavrı sorunun çözümü için bir nebze olsun olumlu yönde bir ivme sağlamışsa da bu uzun sürmemiştir. 
Birkaç bin sığınmacı için aylarca toplantılar yapıldığı halde hiç sonuç elde edilememektedir.

      AB ülkeleri kendi sorumluluklarını yerine getirmekten acizken parmaklarıyla Türkiye’ye işaret etmekte ve Türkiye’yi sığınmacıların Avrupa’ya geçmesine engel olmamakla suçlamaktadırlar. Hem de bunu 3 milyona yakın sığınmacıyı barındıran bir ülkeye yapıyorlar!

Türkiye’nin çözüm planına göre sığınmacıların maddi külfetine AB’nin de katkı sağlaması halinde Yunanistan’a kaçak yollardan geçmiş sığınmacılar geri alınacak, buna mukabil olarak da aynı miktarda sığınmacı AB’ye gönderilecektir. Bu anlamda Türkiye, doğrudan sığınmacılarla alakalı olmayan fakat kendisi için önemli olan vizesiz dolaşım ve AB’ye üyelik müzakerelerini de pazarlık konusu yapmış ve bu konuda söz almıştır. Kimilerine göre bu sığınmacılar üzerinden bir pazarlık olarak algılansa da,  mevcut durumda daha iyi bir çözüm mümkün görünmemektedir. Türkiye bu planla hem Avrupa’yı rahatlatmış hem de onların sorumluluk almasını sağlamıştır. Tabii ki Avrupa’ya başka yollardan gelmeler devam edecektir ama bu şimdikine nazaran daha düşük seviyelerde olacaktır.
     Hollanda’nın dönem başkanlığında gerçekleşen bu teklif Başbakan Rutte tarafından da gerçekçi kabul edilmiş olmalı ki, gelecek her türlü eleştiriye rağmen olumlu tavır almıştır. Kanaatimce bu doğru bir tavırdır. CDA lideri Buma’nın dediği gibi, Avrupa satışa getirilmemiş tam aksine Avrupa’ya sorumluluğunu yerine getirme şansı verilmiştir. Buma gitsin milyonlarca mağdurun içinde acaba Hristiyanlar da var mı diye arasın dursun, zira partisi adına konuşan bazı sözcüler sadece Hristiyan mağdurlar için üzülmektedirler. Görünen o ki, diğer milyonlarca mağdurun onların gözünde bir ehemmiyeti yoktur. 

Yazık ki hem de ne yazık!



***