Hüseyin Nail Kubalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Nail Kubalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2020 Cumartesi

Demokrat Parti Dönemi Dış Politikasında Genel Hatları., BÖLÜM 2

Demokrat Parti Dönemi Dış Politikasında Genel Hatları., BÖLÜM 2



Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Nail Kubalı,
Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, 1961 Anayasa Çalışması,Muharrem Nuri Bilgi,


   27 Mayıs Darbe Yönetimi ve Türk Dış Politikası

 27 Mayıs Askeri Darbesi


Askeri darbe demokratik süreci kesintiye uğratan, gelişmesinin ve halk içinde yerleşmesini engelleyen hareketlerdir. Darbeler, İnsan hakkı ihlalini neden olan, halkın kendi iradesine dayanarak seçmiş olduğu sivil iradenin iktidarını devreden çıkaran demokrasi dışı hareketlerdir.

Az gelişmiş ve gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinde, silahlı kuvvetlerin sık sık yönetime müdahalede bulunmaları, demokrasinin gelişim sürecini büyük ölçüde sekteye uğratmış, bu durumda üçüncü dünya ülkelerinin gelişmiş demokratik ülkeler karşısında geride kalmalarına neden olmuştur.52

T.C’ de askeri müdahaleler yolunu açan 27 Mayıs Darbesi’ni gerçekleştiren ordu, sözde “özgürlük ve demokrasiyi getirmek” ve “anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlara son vermek” amacıyla 27 Mayıs sabahı Ülke yönetimine hiçbir şekilde demokratik olmayan yollardan el koymuştur.53

Bu durum 27 Mayıs 1960 Hürriyet Gazetesi manşetine şu şekilde yansımıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri sabaha karşı 3’den itibaren tüm yurtta idareyi eline almış
duruma hakim olmuştur.

Sabah 4.30’dan itibaren Türk radyoları ,kısa fasılalarla İstiklal Marşı çalarak şu
tebliği yayınlamağa başlamışlardır:

Büyük Türk Milleti,Silahlı kuvvetlerimiz bütün yurtta 27 Mayıs saat 3’den itibaren
idareyi ele almış bulunmaktadır.Bütün vatandaşlarımızın ve emniyet kuvvetlerinin silahlı kuvvetlerle yakın iş birliği ile,bu harekat ,hiçbir can kaybı olmadan
başarılmıştır.İstanbul’da ikinci bir tebliğe kadar silahlı kuvvet mensupları hariç,sokağa çıkma yasağı konmuştur.

Vatandaşlarımızın silahlı kuvvetlerin vazifelerini kolaylaştırmaya ve milletçe ümit edilen demokratik rejim tesssüs etmesine yardımcı olmasını rica ederiz”.54
Türk Silahlı Kuvvetleri Yazılı basında 27 Mayıs Darbesi bu şekilde halka duyurulur ken 27 Mayıs sabahı tüm vatandaşlar radyolarının başına davet edilmiş,
“Güvendiğiniz Silahlı Kuvvetleri’ nizin sesi , bir dakika sonra size hitap
edecektir” denmiş ve Albay Alparslan Türkeş ”ihtilallin kudretli albayı” olarak
anons edildi.Türkeş konuşmasında 4 numaralı tebliği bildirmiş ve ihtilali
halka şu şekilde duyurmuştur;

Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini eline almıştır.

Bu harekete Silahlı Kuvvetlerimiz,partileri, içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun,seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmakta dır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir.İdaremiz
hiç kimse hakkında sahsiyata müteallik tecavüzkar bir fiile müsaade etmeyeceği
gibi, edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir.Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri
esaslarına göre muamele görecektir.

Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan gelmiş
evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve
anlayışla muamele etmeleri ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selameti
için zaruri görünmektedir. 

Kabineye mensup sahsiyetlerin ,Türk Silahlı Kuvvetlerimize sığınmalarını rica ederiz.Şahsi emniyetleri, kanun teminatı altındadır.

Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz.Gayemiz,
Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve insan hakları prensiplerine tamamen riayettir.
Büyük Atatürk’ün “ Yurtta Sulh,Cihanda Sulh ” prensibi bayrağımızdır.Bütün
ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sağdığız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız.  CENTO’ya bağlıyız.Tekrar ediyoruz; düşüncelerimiz ,yurtta sulh, cihanda
sulhtur.Türkiye dahilinde bütün garnizonlardaki garnizon komutanları,o yerin mülki ve askeri idaresine el koyacaklar ve vatandaşların her hususta emniyetini
sağlayacaklardır. 55

27 Mayıs darbesini gerçekleştiren, çoğu genç subayların oluşturduğu Milli Birlik Komitesi , darbe yapma gerekçelerini belirten bu konuşma, amaçların belirtilmesi açısından da oldukça önemli olmuştur.

Partileri çıkmazdan kurtarıp, partiler üstü bir yönetim kurup, şartlar olgunlaştığın da halk iradesine dayanan serbest seçimleri gerçekleştirip, siyasi iktidarı halkın oylarıyla seçilen siyasi bir partiye bırakmak amacını taşımıştır. 38 subaydan oluşmuş olan MBK, ülke yönetimini üstlenmiş, anayasa ve TBMM’yi feshetmiş, siyasi faaliyetleri durdurmuş, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes olmak üzere bir çok DP’liyi tutuklamıştır.56.

Yassıada davaları, 14 Ekim 1960'ta başlamış 11 ay 1 gün sürmüştür.
203 gün davaya,872 oturum yapılmış, 1068 tanık dinlenmiş ve yargılamalar
hükmün açıklandığı 15 Eylül 1961 tarihine kadar devam etmiştir.Yargılamalar, Ada'daki ağır şartlar altında gerçekleşmiş, hapsedilenler sadece Kabine üyeleri ve DP yöneticilerinden oluşmamıştır.

CHP'liler tarafından gerçekleştirilen ihbarlar sonucunda Türkiye'nin her
bölgesinde tutuklamalar başlamış, halk arasında birbirini ihbar etme ve
bunun sonucunda derin bölünmeler başlamıştır. Celal Bayar'a göre 150 bin
kişi hakkında ihbar yapılmıştır. Daha sonraki yıllarda Yassıada'da yaşananların son derece insanlık dışı olduğu mahkemelerin adil, bağımsız ve tarafsız olmadığı, sözde bir yargılamanın yapıldığı ortaya çıkmıştır. Ancak yaşananlar konusunda Ada komutanı ve MBK üyeleri daha sonraları sorumluluğu kabul etmemiş, birbirlerini suçlamışlardır.
Sivil ve askerlerden oluşan Yassıada mahkemelerinde adil olmayan
bir şekilde yargılanan siyasilere; vatana ihanet, kamu fonlarının kötüye
kullanımı, Kırşehir'in ilçe yapılması, meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklik,
Meclis oturumlarının yayınlarına engel olunması, CHP'nin mallarına el
konulması, Tahkikat komisyonu oluşturmak, hakim teminatı ve mahkeme
bağımsızlığının ihlali gibi konularla toplam 19 dava açılmış, davalar
anayasayı ihlal davasıyla birleştirilmiştir.57Davalar 18 Haziran 1960’da
hazırlanan bir kanunla “özel mahkeme” niteliğindeki “Yüksek Adalet Divanı”
ve Yüksek Soruşturma Kurulu” tarafından yürütülmüştür.58

Mahkeme sonucunda Yüksek Adalet Divanı’ndan 15 sanık için idam cezası çıkmıştır. Celal Bayar, Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan oybirliği ile, eski TBMM başkanı Refik Koraltan, eski Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusre Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Eratman oy çokluğu ile ölüm cezasına çaptırılmıştır.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli idam cezalarından biri, eski Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’nun idam cezası olmuştur.

Ordunun içinden çıkan cuntacılar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genel Kurmay
Başkanı’nı idama mahkum etmişlerdir. Cunta ordu disiplinine son derece
zarar vermiş, çok sayıda subay da darbeyle birlikte ordudan uzaklaştırılmıştır.
Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamından sonra İngiltere Kraliçesi II.Elizabeth başta olmak üzere bütün Avrupa ülkeleri idamların durdurulması için Türkiye’ye baskı yapmıştır.Menderes’in idamından sonra herhangi başka bir infaz gerçekleştirilmemiş, sanıkların cezaları hapis cezasına çevrilmiştir. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun,İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa ve Kore Gazisi Tahsin Yazıcı tutuklanalar arasında olmuştur.59
27 Mayıs Türk siyaset tarihine bazı çevreler tarafından ”devrim” olarak
değerlendirilmiş olsa da, 27 Mayıs halkın katıldığı ve sosyo-ekonomik yapıyı
dönüştüren ve değiştiren bir hareket olmaktan çok, DP hükümetine karşı
yapılan bir darbe olmaktan öteye geçememiştir.

Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu “14 ‘ler” adıyla anılan grup,
parlamenter demokrasiyi yeniden kurup, siyasetçilere iktidarı teslim etmeden
önce, yapısal reformları gerçekleştirebilmek için silahlı kuvvetlerin iktidarı
elinde tutmasını isteyen grup olmuştur. Daha köklü reformları tasarlayan bu
gurup kısa sürede cunta yönetiminden tasfiye edilmiştir. 60

Öte yandan Türk anayasa hukuku literatüründe, 27 Mayıs darbesi bazı çevreler tarafından olumlu karşılanmıştır.27 Mayıs Darbesini bir devrim olarak kabul edip, Türkiye’de Atatürk ve İnönü’nün kurmuş olduğu demokrasinin temellerini güçlendirdiğini belirtilmiştir. Bu durum Türkiye’ de darbeci zihniyetin sadece ordu içinde olmadığını, bürokraside, üniversitelerde ve medya da var olduğunu göstermiştir 61

Barlas’a göre; 27 Mayıs’ta medya son derece tek taraflı davranmıştır.
Yargılananlara savunma hakkı verilmemiş, DP’lilere adeta “Demir Kafesteki
Hayvanlar” gibi muamele yapılmıştır. DP’lilerin gizlice çekilen fotoğrafları her
sabah Dolmabahçe Sarayı’ndaki irtibat bürosundan basına açık arttırma
yoluyla verilmiştir. Basın da askerlerden çok korktuğu için asker ne söylerse
onu yazmıştır. 27 Mayıs müdahalesi sonrasında tam bir baskı dönemi
başlamıştır.Yassıada mahkemelerinin başlamasıyla birlikte anlaşılmıştır ki,
Türkiye’de çok sesli medya , olayların tartışıldığı bir medya yokmuş!...

Basın,
Yassıada’da kendisine ne empoze edildiyse onu yazmış, devletin tekelindeki
radyoda, sabah akşam Yassıada Adalet Divanı Başkan’ı Selim Başol ve
Başsavcı Ömer Egesel ne söylüyorsa durmadan tekrar edilmiştir.62

Yani ,” 27 Mayıs 1960 darbesi, milli iradenin tezahürü olarak ortaya
çıkan siyasi iktidarın bürokratik irade tarafından devrilmesidir”. Bu devirme,
sadece askeri iradenin bir ürünü olmamıştır, bu darbede CHP ile birlikte
medya ve Üniversitelerin derin bir etkisi olmuştur. Etkilerinin daha fazla
olduğu bile söylenebilir, çünkü bu darbeye zemin oluşturan ve meşruiyet
sağlamayı amaçlayan tüm hazırlıklar ve olgunlaştırma bu kesimler tarafından
yerine getirilmiştir.63

27 Mayıs Yönetimi

27 Mayıs rejimi kurucu işlemleri ilk olarak 12 Haziran 1960 tarihli 1 sayılı yasa yer almıştır.27 Mayıs müdahalesi meşruiyet bildirimini,”eski iktidarın anayasayı çiğnemesi” biçiminde düzenlemiş, hukuk düzeni içinde yeniden üretilmiştir. Meşruiyet bildirimi düzenlenirken,”Türk Milleti’nin bütün fert ve insanlık hak ve hürriyetlerinin ve masuniyetlerinin ortadan kaldırılması” ve “muhalefet murakabesi işlemez hale getirilerek tek parti diktatoryası kurulması” suçları üzerinde durulmuştur.64

27 Mayıs darbesi yönetimini Milli Birlik Komitesi adındaki kadro ele almıştır, ancak komitenin içinde bulunacağı hem halk hem de kadronun kendi içinde belirsizliğini korumuştur. Hareketin içindeki subaylar da darbe sabahına kadar gizlilik esasına göre örgütlendikleri için çekirdek kadro içinde kimlerin yer alacağı bilinememiştir. Bu durum MBK üyesi olan her subayın Başbakanlık ‘ta yetkili gibi dolaşabilmesine yol açmıştır. Yaşanan karmaşa, belirsizlik ve anarşi ortamının devlet mekanizması nın çalışmasını engellemesini önlemek için MBK isimleri 18 Haziran 1960’da açıklamıştır.65

MBK’ nin başına, yüksek kıdemli olması nedeniyle emekli Orgeneral
Cemal Gürsel getirilmiş, demokratik seçimlerin yapıldığı 15 Kasım 1961
yılına kadar iktidarda kalmıştır. MBK 27 Mayıs 1960’tan 6 Ocak 1961’e kadar
ülkeyi tek başına yönetmiş, 6 Ocak 1961’den 29 Ekim 1961’ e kadar ülkeyi
Kurucu Meclis ile birlikte yönetmiştir.66

12 Haziran 1960’da Anayasa Komisyonu MBK’nin yetkilerini tanımlayan ve sınırlarını belirten geçici Anayasayı kamuoyuna açıklamış, iki gün sonra da yürürlüğe girmiştir67 MBK’nin yetkilerinin niteliğini gösteren maddelere göre komite, Teşkilat_ı Esasiye Kanununa göre TBMM’nin sahip olduğu tüm hak ve yetkilere sahip olmuştur.68Genel seçim yapılıp, yeni anayasa yürürlüğe girip, TBMM tekrar yönetimi devralana kadar MBK’nın, Türk Milleti adına kullanması belirtilmiştir. Yasama yetkisi doğrudan MBK’ ye bırakılmış, yürütme yetkisi ise Devlet Başkanı’nın atayıp, MBK’nin onayladığı bakanlar kurulu tarafından kullanılması belirlenmiştir. Bakanlar kurulu üyeleri Devlet Başkanı tarafından atanıp, MBK tarafından görevden alınabilmiştir.

Yasama ve yürütme erkleri MBK’ da toplanırken yargı yetkisi MBK’ dan
bağımsız bırakılmıştır. Ayrıca komite Yüksek Soruşturma Kurulu ve Yüksek
Adalet Divanı üyelerini atayıp, idam cezasını onaylama ve veto etme yetkisine sahip olmuştur. MBK üyeleri rütbeleri ne olursa olsun eşittir, istedikleri zaman üyelikten çekilme yetkisine sahip olup, görevi her hangi bir şekilde ihlal ettikleri durumda ise mahkeme kararıyla da görevden alınabilmişlerdir. Komite üyelerinin beşte dördünün oyuyla herhangi bir üyehakkında dava açılabilmiş, komitenin toplantıları gizlilik içinde tutulup, yapılan tartışmalar hiçbir şekilde kamuoyuna yansıtılmamıştır.69

MBK geniş yetki ve haklara sahip olurken, komitenin çalışma usulu ve kullanacağı yetkilerinin niteliği konusunda bir güvence olmamış, yani komitenin yetkilerini, hakimiyet hakkını ulus adına kullanacağını gösteren herhangi hukuki bir güvence yoktur.70

MBK emir- komuta hiyerarşisinin dışında oluşturulmuş, bir cunta özelliği taşımaktadır.BU kapsamda da MBK içinde yer alan subaylar son derece farklı görüş ve düşünceleri temsil etmiştir.71

27 Mayıs Darbesi aslında, MBK’ nin bile sonunun nereye gideceğini
bilemediği bir darbedir. Darbeyi gerçekleştiren kadronun içinde bölünmeler
olmuş, bir kısım DP iktidarını devirip iktidarı İnönü’ye teslime etmek
isterken,diğer kısım demokratik yoldan halk iradesine dayanarak seçimleri
gerçekleştirip, iktidarı tekrar siyasetçilere bırakmak istemiştir.72

”Ilımlılar” olarak adlandırılan bu grup için temel amaç, sözde varlığı tehlikeye girmiş olan demokratik rejimi kurtarmak olmuştur. Bu amaç uğruna kurulacak olan, demokratik rejimin tüm kural ve kurumlarıyla hukuki çerçeveyi oluşturacak bir anayasa oluşturulup, seçim kanunu hazırlatarak mümkün olan en kısa zamanda, iktidarı sivil iktidara teslim etmek, orduyu da gerçek görevine kışlalarına döndürmektir.73

Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu 14 kişilik başka bir kısım ise, parlamenter demokrasiyi yeniden kurup siyasetçilere iktidarı teslim etmeden önce yapısal reformları gerçekleştirebilmek için silahlı kuvvetlerin iktidarı elinde tutmasını istemiştir.74 .”Radikaller” olarak adlandırılan bu gurup 27 Mayısı, “devrim” olarak nitelendirmiştir. Siyasi partilerin ülke yönetimini sadece kısır çekişmelere sonu gelmeyen tartışmalara ekonomik ve siyasal krizlere sürüklediğini belirtmiş, Atatürk devrimlerini tamamlamak, ülkede ekonomik reformları gerçekleştirmek ve gerçek anlamda demokratik bir rejim kurmak için dört ila beş yıl süresince askerlerin yönetimde kalması gerektiğini, bu şekilde de “İkinci Cumhuriyet”in temellerini sağlamlaştırılacağını ileri sürmüşlerdir 75. 

Radikaller başlangıçta güçlü bir konumda olup, grubun üyeleri politika alanında etkili bir tavır sergileyebilmişler dir. Özellikle Alparslan Türkeş ülkenin geleceği konusundaki programlı vizyonun etkili bir şekilde belirtmiş, Cemal Gürsel’in müşaviri olmuştur.76 Ayrıca radikaller DP’ye ne kadar tavır alınıyorsa, aynı oranda
CHP’ye de tavır alınması gerektiğini belirtmişlerdir. Radikaller kararlı bir şekilde görüşlerini bu şekilde belirtmiş olsa da kendi içinde bir birlik oluşturmak da çok zorlanmıştır. Hepsinin hem fikir olduğu nokta iktidarı sivil iradeye bırakmamak, iktidarda kalarak ekonomik ve siyasal reformları gerçekleştirme isteği olmuştur. Ancak reformların içeriği ve nasıl yapılacağı noktasında uzlaşıya varılamamıştır. 

Radikal gruptakilerin bazıları sol içerikli planlar yaparken,diğer bir grup milliyetçi-ırkçı programlar yapma yoluna gitmiştir.77

1960 Eylül’ünde de facto kesim, radikal gurubun lideri Alparslan Türkeş görevinden alınmış, yerine valilik yapmış olan sivil yönetici Hilmi Cesur getirmiştir. 

Bu zamanlarda MBK’ nın yasama yetkisini MBK’ dan devralacak Kurucu bir meclisin oluşturulması sorunu, tartışılmaya başlamıştır. MBK’ nın yönetimde tek söz sahibi olarak kalmasını isteyen grup bu öneriye şiddetle karşı çıkmış ve MBK içinde sağladıkları çoğunluğa dayanarak kurucu meclisin oluşturulmasını engelleyeceklerini düşünmüşlerdir. Ilımlı grup radikallerin ülke içinde ve orduda meydana getirdikleri ayrılıkçı durumu önleme çabası içine girmiştir.78 Bu çabanın
sonucu olarak radikaller diğer adıyla 14’ler “13 Kasım 1960’da emekliliğe sevk edilip yurt dışındaki temsilciliklere danışman olarak atanmış, MBK’ dan tasfiye edilmişlerdir. 79 Gürsel tasfiye sebebi olarak ” Komitedeki fikir ayrılıklarının millette endişe ve itimatsızlık yaratmasını” göstermiştir.80

14’lerin uzaklaştırılmasıyla MBK içinde birlik sağlanabilmiş, herkesin hem fikir
olduğu ortak nokta demokratik yoldan halk iradesine dayanarak seçimleri
gerçekleştirip, iktidarı tekrar siyasetçilere bırakılması düşüncesi olmuştur.

Kurucu meclisin kurulmasıyla ilgili yasa ise 7 Aralık’ta kabul edilmiş, 16
Aralıkta yasalaşmıştır. 81

Kurucu mecliste Devlet başkanı tarafından seçilen 10,MBK tarafından
seçilen 18 kişiden başka illerden 75,CHP’den 49, (CKMP)Cumhuriyetçi Köylü
Millet Partisi’nden 25, barolardan 6, basın kuruluşundan 12, eski Muharipler
Birliği’nden 2, esnaf kuruluşlarından 6, işçi sendikalarından 6, meslek
odalarından 10, öğretmen derneklerinden 6,tarım ve kooperatif kuruluşlarından 6,üniversitelerden 12,yargı organlarından 12, gençlik adına da 1 temsilci yer almıştır.82

Kurucu meclis demokrasi ve hukuk devleti esaslarına uygun olarak
uygun olarak, anayasaya bağlı kalarak,29 Ekim 1961 tarihinde iktidarı yeni
seçilen TBMM iradesine bırakacak, yürütme erkini denetleyecek bir yapıda
hazırlanmıştır. Kurucu meclis ilk toplantısını 6 Ocak 1961’de yapmış olup,
darbeden sonra yasaklanan siyasi partilerin seçimlere hazırlık yapması
faaliyetine izin vermiştir.83

27 Mayıs Darbesi Türk siyasi tarihine bıraktığı izler açısından incelenecek olunursa; ilk olarak bu darbe, ondan sonra gelen askeri darbeler için bir örnek teşkil etmiş, 1961 Anayasası’nda “Türk milletinin direnme hakkını kullanması” ile gerekçelendirmiş ve yeni darbelere bir meşruiyet formülü de bırakılmıştır.84

27 Mayıs ileriki dönemlerde gerçekleştirilen askeri darbe ve muhtıra geleneğini başlatması ve bunları meşrulaştırmasıyla son derece zararlı olan bir hareket olmuştur.85

İkinci olarak; Yassıada’da yapılan hiçbir şekilde adil olmayan yargılamaların ardından Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam edilmesi, bu kararı onaylayanların bile artık savunamadığı yanlış verilmiş, hem dış hem de iç politikada Türkiye’nin kötü bir hal almasına neden olan, özellikle dış politikada Türkiye’nin uluslar arası sistem içinde büyük ölçüde prestij kaybetmesine neden olan bir olay olmuştur.

Son olarak ; 27 Mayıs yönetimi, kendi topladığı Bilim Kurulu’nun oluşturduğu taslağı kısıtlayıcı bularak “Kurucu Meclis” oluşturan MBK’nın belirleyici olduğu 1961 Anayasası’nda “temel hakların özüne dokunma yasağı” getirilmiş ve ilk kez 1961 Anayasa’sında “sosyal haklar” dan söz edilmiştir. 27 Mayıs 1960 darbesini yapan askerin Anayasa’da öngördüğü özgürlükler 12 Mart 1971 muhtırasını veren askerin liderliğinde daraltılmış, 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar, kendilerini Türk siyasi tarihine geçirecek bir anayasa hazırlamıştır.86 Sadece askeri iradenin ürünü olmayan bu devirmede; CHP ile birlikte medyanın ve üniversitelerin de etkisi oldukça önemlidir.87
  1961 Anayasası

27 Mayıs meşruiyet bildirimi 1961 Anayasası başlangıcında “Anayasa
ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara
karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrim’ini yapan Türk
Milleti…” biçiminde bir ifade kullanılmıştır.88

Ordu, yönetimi daha meşru kılmak için geçici anayasayı bırakıp daimi
bir anayasada yapma hazırlıklarına girmiştir.89

İlk başta geleneksel devrim mantığına aykırı biçimde, meşruluk ve
hukuka uygunluk ilkeleriyle ortaya çıkan MBK’ nın hukuki temellere sahip
olması ve meşruiyet kazanması için anayasanın yapılması oldukça önemli
görülmüştür.90

Anayasanın için İki tane “ön tasarı” oluşturulmuştur. Bir tasarı  (İstanbul Tasarısı) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından hazırlanırken, ikincisi tasarı (Ankara Tasarısı) Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından hazırlanmıştır. İstanbul tasarısı bir grup öğretim üyesi (Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Nail Kubalı, Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, Tarık Zafer Tunaya ve İsmet Giritli) tarafından hazırlanmış olup, komisyona daha sonra Ankara Üniversitesi’nden de üç öğretim üyesi (İlhan Arsel, Bahri Savcı ve Muammer Aksoy) katılmıştır.

İstanbul tasarısı, 191 maddeden oluşan çok ayrıntılı bir anayasadır,
hazırlayanlar, genel oya ve siyasal partilere güvenmeyip, siyasal partiler
kısmen de olsa etkisiz kılınmaya çalışılmıştır. Devlet iktidarı, Devlet Şurası,
Millî Savunma Şurası, Millî İktisat Şurası, Türkiye Millî Bankası, üniversiteler,
TRT, müzeler, millî kütüphane, devlet konservatuarı, opera ve tiyatrolar gibi
bir çok farklı özerk kurum ve kuruluşa bölünmüştür. Böylelikle yürütme organı
büyük oranla zayıflatılmıştır. Ankara tasarısında, İstanbul tasarısından farklı
olarak, genel oya ve siyasal partilere şüpheli gözle bakılmamış, İstanbul
tasarısının tam tersine yürütme organının zayıflatılmaması na özen gösterilmiş,  güçlendirilmeye çalışılmıştır. İstanbul, Ankara tasarıları ile Fransız, İtalyan ve Federal Alman Anayasalarından yararlanılarak bir tasarı hazırlandı, hazırlanan bu tasarı Temsilciler Meclisinde tartışılıp, daha sonra Millî Birlik Komitesinde de görüşülmüş 27 Mayıs 1961’de yapılan Kurucu Meclis birleşik toplantısında 260 kabul ve 2 çekimser oyla tasarının son metni kabul edilmiş ve halk oylamasına sunulmuştur. Halk oylamasının ne kadar şeffaf ve demokratik olduğu hala tartışmaya açık bir konu olarak kalırken, anayasa tasarısı % 61.5’i “evet”, % 38.5 “hayır” oyuna karşı kabul edilmiştir.

15 Ekim 1961’de genel seçimler darbeden sonra ilk kez seçimler yapılmıştır.91
Yedinci dönem TBMM 25 Ekim 1961 günü devrimden 225 gün sonra  toplanmış  , ”İkinci Cumhuriyetin” temelleri atılmış ve demokratik rejime tekrar
geçilmiştir. 92 
TBMM’nin tekrar açılması üzerine 12 Şubat 1961’de (AP)Adalet Partisi,(ÇP) Çalışma Partisi,(MP)Memleketçi Parti,(TİÇP)Türk İşçi ve Çiftçi Partisi ve(MLP) Mutedil Liberal Partisi kuruluş müracaatlarını yapmışlardır.93

Müracaatlarını yapan bir çok parti bir süre sonra uygun olmadıkları
gerekçesiyle kapatılmıştır. Siyasi partilerin kurumsallaşması engellenmiş,
toplumsal bütünleşme büyük ölçüde zarar görmüştür.

1961 Anayasa’sında “Öz” güvencesi “sınırlamanın sınırı” Alman anayasasından aktarılmıştır. Öz güvencesi; mümkün olan yasal sınırlama yapılırken bile temel haklara “çekirdek çerçevesine” dokunmamak yükümlülüğünü belirtir.94 

Anayasa da sosyal devlet anlayışını, toplu sözleşme ve grev hakkını, çoğulcu anlayışı, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Hakimler Kurulu, Devlet Planlama teşkilatı, TRT, Cumhuriyet Senatosu gibi kurumları yer almıştır. TRT özerkleştirilerek iktidarın çıkarı için çalışması önlenmiş, Devlet Planlama Teşkilatı ile de keyfi harcamaların önü kesilmek istenmiştir.95

1961 Anayasa’sı genel olarak değerlendirildiğinde; hazırlanışı ve yapılışı açısından halkın demokratik yollardan seçmediği kurucu meclis tarafından hazırlanmıştır. Anayasanın halkoyuna sunulması ve kabulü sırasında tartışmalar yeterince demokratik bir ortamda değerlendirilmemiş, muhalif kesim oyların “hayırlı olması” nı dileyerek, eleştirilerini belirtmiş ancak bu kesim üzerinde baskı uygulanmıştır. Öte yandan1961 Anayasasında, egemenliğin TBMM’de toplanması esasından vazgeçilmiş; egemenlik çeşitli organlar arasında paylaştırılmış bu durumun nedeni, 1924 Anayasası döneminde ortaya çıkan çoğunluğun iradesinin bazı durumlarda antidemokratik yönlere kaymasına tepki duyulması olmuştur. 

Yargı ve TRT, Üniversite, DPT halkın iradesi ile yakından ilgisi bulunmayan bu organlar ile. çoğunluğun iradesi, demokratik temsil niteliği olmayan bürokratik irade ile sınırlandırılmak istenmiştir.96

DİPNOTLAR:

35 Dış Politika Ve Dış Ekonomik İlişkilerin Yönetimi., http://www.1bilgi.com/disticaret/5505/dis-politika-ve-dis-ekonomik-iliskilerin-yonetimi.html.  6 Ocak 2010
36 Yetener,a.g.e s.56-62
37 Davut Dursun,27 Mayıs Darbesi,Şehir Yayınları, İstanbul, 2001.s.24-25
38 Ahmet Akif Mücek. “12 Mart Öncesinde Oligarşik Yapıda Parçalanmalar”. Türkiye’de Askeri Darbeler.Gökkuşağı Yayınları, Ankara, 2009 s . 37
39 Mücek.ag.e.s.47
40 6-7 Eylül olayları; DP’ye karşı darbeye götüren önemli olgulardan biridir. Hürriyet başlığında İstanbul'daki Rum azınlığın aralarında bağış toplayarak 
Kıbrıs Rumlarının ENOSİS çetelerine gönderdiğini yazılmış, Londra'da Kıbrıs temasları dışişleri yetkilileri tarafından sürdürülürken, Atatürk'ün Selanik'teki 
evinin bombalanmasıyla ilgili haber, 6 Eylül 1955 günü saat 13.00 haberlerinde radyoda yayımlanmıştır. Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin düzenlemeleriyle 
gençlik örgütleri, meslek kuruluşları, kontrgerilla ve diğer derin devlet teşkilatları, bazı resmi ve gayriresmî makamların telkin ve teşvikiyle yerel 
kalabalıklar ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce 6 Eylül akşamı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş biryağma ve yıkım eylemi gerçekleşmiştir.
41 Handan Acar Yıldız.”Türkiye’nin Darbeler Almış Tarihi ”,
     http://www.stratejikboyut.com/haber/turkiyenin-darbe-almis-tarihi-ii--28889.html.16 Aralık 2009
42 Sina Akşin,”Kısa Türkiye Tarihi”,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2007.s 253- 255
43 Dursun.a.g.e.25-29
44 Ishak Demir, “Türk Demokrasi Tarihi Ya Da Darbeler Tarihi”,2010.Ocak 6 ,
     http://ansar.de/tarih33.htm
45 Dursun.a.g.e.30
46 27 Mayıs Darbesine Doğru.6 Ocak 2010. http://mitoloji.info/tarih/tahkikat-komisyonu.nedir
47 Dursun.a.g.e.s.30
48 Dursun.a.g.e.30-31
49 Davut Dursun.Demokratikleşemeyen Türkiye.s.63
50 Dursun.a.g.e.s.31-36
51 İstanbul-Ankara Örf_i İdare İlan Edildi.(1960,Nisan 29).Hürriyet.pA.1
52 Gözen,a.g.e.,s.147
53 Çetin Yetkin.Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika.Yeniden Anadolu ve Rumeli
Müdafaa_i Hukuk Yayınları,Antalya.2006.s.84
54 Türk Silahlı Kuvvetlerinin Millete Tebliğleri.(1960 Mayıs 27).Hürriyet.P.A.1
55 Hulusi Turgut,”Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar, Menderes,Zorlu ve Polatkan’ın Kendi El Yazılarından Savunmaları ”,ABC Yayınları,İstanbul, 1998. s.35-36
56 Ahmad,a.g.e.s..207-208
57 Cumhuriyet Haber Portalı,Belge Arşiv.“27 Mayıs İhtilali”,   http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&kid=30&hn=59104. 11 Kasım 2009
58 Turgut,a.g.e.,s.47
59 Ali Necati Doğan.”Yakın Tarihimizin Utanç Veren Olayları: 27 Mayıs Darbesi 1960”.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212490, 11 Kasım 2009
60Fırat.a.g.e.s.15-16
61 Akşin,a.g.e.,265
62 Dursun.a.g.e.s.60
63 Adnan Küçük.”Demokrasimizin Devrilme Tarihi: 27 Mayıs
1960”.
http://www.stratejikboyut.com/yazi/demokrasimizin-devrilme-tarihi-27-mayis-196-403.html.  15 Kasım 2009
64 Osman Doğru.27 Mayıs Rejimi.imge Kitapevi Yayınları, Ankara,1998.s.52-53
65 Fırat.a.g.e,s.23-24
66 Ali Necati Doğan.”Yakın Tarihimizin Utanç Veren Olayları: 27 Mayıs Darbesi 1960”.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212490.11 Kasım 2009
67 Ahmad.a.g.e.207-212
68 Doğru.a.g.e.s.80
69 Ahmad.a.g.e.207-212
70 Doğru.a.g.e.s.80-81
71Mücek.a.g.e.s.59
72 Ahmad.a.g.e.207-212
73 Fırat.a.g.e.,s.24
74 Ahmad.a.g.e.s.207-208
75 Melek.a.g.e.s,24-25
76 Ahmad,a.g.e.,s.213
77 Melek.a.g.e.s,24-25
78 Ahmad.a.g.e.s.215
79 Doğan,a.g.e. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212490
80 Gürsel Tasfiye Sebebini Açıkladı.1960,Kasım 14,Milliyet.11 Kasım 2009.
81 Ahmad.a.g.e.s.207-208
82 Kili.a.g.e.,259
83 Fırat,a.g.e.,s.27-28
84 Doğan Akın.” 1960, 1971, 1980 ve 1997 orduları aynı mı?.2009, Mayıs 26,
 http://www.bandirmahaber.net/2009/05/26/1960-1971-1980-ve-1997-ordulari-ayni-midoganakin/
85 Küçük.a.g.e.”Demokrasimizin Devrilme Tarihi: 27 Mayıs 1960”.2008 ,Haziran 2,
http://www.stratejikboyut.com/yazi/demokrasimizin-devrilme-tarihi-27-mayis-196-403.html
86 Akın,a.g.e., 
     http://www.bandirmahaber.net/2009/05/26/1960-1971-1980-ve-1997-ordulariayni-midogan-akin/
87 Küçük.a.g.e. 
     http://www.stratejikboyut.com/yazi/demokrasimizin-devrilme-tarihi-27-mayis-196-403.html
88 Doğru.a.g.e.s.55
89 Kili,a.g.e.,259
90 Fırat.a.g.e.,25
91 Gözler.a.g.e., 
     http://www.anayasa.gen.tr/1961anayasasi.htm,15 0cak 2010
92 2.Cumhuriyet’in Temeli Dün Atıldı. 1961,Ocak 7.Akşam.
93 Ankara’da 6 Siyasi Parti Kuruluş Müracaatlarını Yaptılar.1961, Şubat 12.
94 Zühtü Arslan.”Anayasa Teorisi”.Seçkin Yayıncılık,Ankara,2005.s.153
95 Akşin.a.g.e.,s.266
96 Küçük.a.g.e., 
http://www.stratejikboyut.com/yazi/demokrasimizin-devrilme-tarihi-27-mayis-196-403.html.15 Ocak 2010

***

Demokrat Parti Dönemi Dış Politikasında Genel Hatları., BÖLÜM 1

Demokrat Parti Dönemi Dış Politikasında Genel Hatları., BÖLÜM 1




Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Nail Kubalı,
Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, 1961 Anayasa Çalışması,

Demokrat Parti Hükümeti Dış Politika Araçları

Atatürk ve İnönü döneminde de dış politika oluşumunda en önemli
kurum olan Dış İşleri Bakanlığıdır. Menderes döneminde de (1950-1960) dış
ekonomik ilişkilerin yürütülmesi Dışişleri Bakanı ve Bakanlığı tarafından
üstlenilmiştir. Dışişleri Bakanlığı iç ekonomik politikaları dahi etkilemeye
başlamış, iktidarın son yıllarında dış ticaret politikalarını tespit eder ve dış
kredi ve hazine operasyonlarını yönetir olmuştur.35

Menderes özellikle başbakanlığının ilk yıllarında Dışişleri Bakanlığı’nın
bilgi ve tecrübesinden yaralanmış ancak son söz inisiyatifini her zaman
kendinde görmüştür. Bu bakanlık için göreve DP’nin kurucularından Fuat
Köprülü getirilmiş, ancak yeterince yabancı dil bilmemesi, seyahat etmeyi
sevmemesi, sakin ve durağan bir dış politikadan yana olması nedeniyle
görevde olduğu süreçte çok da etkili olamamıştır. Dışişleri Bakanı’ndan sonra
dış politika oluşturmada Menderes en fazla genel sekreteri Muharrem Nuri
Bilgi’ye danışmış tır. Uluslararası sistemde yapılacak görüşmeler öncesinde
Menderes bakan ve genel sekreterinin yanı sıra genel müdürlükler ve meslek
memurlarıyla da bağlantıda olmuştur. Yabancı ülkelerle ülke arasındaki ilişki
yöntemi diplomasi, karşılıklı ziyaretler, ekonomik anlamda karşılıklı bağımlılık
ve paktlar yoluyla işbirliği çabası olmuştur.36

27 Mayıs Darbesi’ne Giden Yol

   Demokrat Parti iktidarda olduğu 10 yıllık süre boyunca kendinden önceki yönetimlerden farklı dış politika uygulamaları yapmıştır. DP iktidarının
ilk yılları halka vaat edilen hizmetlerin ve yeniliklerin yapılmasıyla geçmiştir.
Ekonomide liberalleşme ve modernleştirme, tarım kesiminde makineleştirmeye gidilmiş, köylüye önemli yardımlar yapılmıştır. ABD’den sağlanan yardımlarla çiftçiye destek verip,yeni yatırımlar, imar faaliyetleri, kara yolları inşaatlarıyla ekonomiye canlılık getirilmeye çalışılmıştır.Yatırımların yüzde elliye yakını devlet tarafından yapılmış ancak, Hem özel yatırımlar hem de yabancı yatırımcılar için özendirici tedbirler getirilmiştir.1950 ile 1954 yılları arasında toplam yatırım oranı yüzde 256 kat artış göstermiştir.

Bu yıllardaki, ekonomik ve toplumsal gelişmeler siyasal hayatı önemli ölçüde etkilemiştir. Karayolları ağı ile şehirlere bağlanan köylüler, hükümetin desteği ile ürünlerini şehirlere kolaylıkla götürebilmişler dir. Tarımdaki makineleşmenin ve toprak kullanımındaki hızlanmanın sonucu olarak emek fazlalığı ortaya çıkmış köyden şehre nüfus akışını arttırmıştır.

DP’nin ilk yıllarındaki ekonomik büyüme, DP’nin iktidarını kuvvetlendirmiş DP karşıtı kesimlerin eleştirileri yapmalarını zorlaştırmıştır.

1955’li yıllara kadar devam eden olumlu hava giderek azalmaya başlamıştır. Ekonomik sıkıntınlar ve DP karşıtı güçlerin sert eleştirileri ve saldırıları ortaya çıkmaya başlamıştır. Dar gelirli kesim ekonomik daralma ve fiyat artışları sonrasında seslerini yükseltmeye başlamıştır.37

Demokrat Parti iktidarı yıllarlında dış ticaretin seyri ve hayat pahalığındaki artış aşağıdaki tablolarda gösterilmiştir.38

TABLO 1



TABLO.2.A 39

Ekonomide yaşanan sıkıntılı durum halkı olumsuz yönde etkilerken, manevi açıdan da ülke de bölünme, karmaşa ve iç huzursuzluk başlamıştır.

Bu durumun en önemli örneği 1955 yılında yaşanan Türk tarihine “ 6-7 Eylül Olayları” 40 olarak geçen İstanbul’da yaşayan Rum halkına karşı yapılan yağma, karmaşa ve yıkım olmuştur. Ancak bu olay DP’nin başarısızlığından çok halkı galeyana getirmeye çalışan bir operasyon olmuştur.41

1957 seçimlerini DP’nin zaferiyle sonuçlanmış, CHP meclise kalabalık milletvekili gurubunu meclise sokmayı başarmış, yükselişe geçmiştir. 

(CHP 178 milletvekili ile oyların %41’ni DP 424 milletvekili ile oyların %48 almıştır.). 

1958 yılında ekonomik bunalımı giderecek bir çözüm bulunamayınca hükümet IMF ve Dünya Bankası’ndan yardım almak zorunda kalmıştır. 

4 Ağustos 1958’de istikrar önlemleri alınmış ve Amerikan doları 2.80 TL’den 9 TL’ye çıkarılmıştır. Bu duruma takiben Milli Koruma Kanunu uygulamaları durdurulmuş, artışa geçen enflasyonun etkisini azaltabilmek için kamu kuruluşlarının ürünlerine zam yapılmıştır.42

27 Mayıs Darbe’sine destek veren kesim; üniversite gençliği, öğretim üyeleri, memurlar ve eğitim düzeyi yüksek ancak, ellili yıllardaki ekonomik daralma ve fiyat artışından olumsuz etkilenen aydın kesim olduğu görülmüştür.

İktidardaki DP ve muhalefetteki CHP arasındaki sorunlar ciddi bir şekilde artmaya başlamıştır. DP iktidarı, CHP’nin sert muhalefetini önlemeye çalışmış, CHP’nin mallarına el konulması ve hazineye aktırılması ile ilgili kanunun (CHP’nin Haksız İktisaplarının Hazineye Devri Hakkındaki Kanun) 1953 yılında muhalefetin tüm itirazlarına rağmen kanunlaşmıştır.DP görünüşte haklı olsa da bu durum iktidar muhalefet ilişkilerine zarar vermiştir. DP iktidarı, CHP ile birlikte 1948 yılında kurulan Millet Partisi’nin de sert muhalefeti önlenmeye çalışmış, MP içindeki bölünme ve tartışmalar sonucunda soruşturma açılımış ve kapatılmıştır.

27 Mayıs Darbesi’ne giden yolda diğer önemli bir gelişme ise, 27 Haziran 1956 yılında kabul edilen Toplantı ve Gösteri Kanunu ile muhalefete yeni sınırlandırma lar  getirilmesi olmuştur.Bu kanun çerçevesinde muhalefet partilerinin gösteri düzenleyip, toplantı yapmaları yasaklanmıştır.Bu kanunla muhalefet köşeye sıkıştığını düşünümeclis çalışmalarını protesto etmiştir.Muhalefeti bastırmaya yönelik çalışmalar zaman içinde DP iktidarının kendi içinde ayrışmalara yol açmıştır.DP’nin kurucusu ve Dış İşleri Bakanı olan Fuat Köprülü önce bakanlık daha sonra da partisindeki görevinden istfifa etmek durumunda kalmıştır.

DP karşıtı muhalefet, basın tarafında da desteklenmiştir. DP’nin muhalefet partisi olduğu yıllarda DP’yi destekleyen , onun yanında yer alan basın, DP iktidarı döneminde karşı safta yer almıştır.Basın bu tavrının nedenini, DP’nin muhalefet yıllarında basına ifade , sendika hürriyeti gibi haklar vaat etmesi, ancak iktidar olunca bu hakları gerçekleştiremede yavaş davrandığı düşüncesi olmuştur. Buna ek olarak 1954 yılı seçimleri öncesinde Basın Kanunu’na getirilenbir değişiklikle basın ve radyo yoluyla işlenen suçlara ağır cezalar getirlmesi iktidar ve muhalefet arasında yeni sorunların oluşmasına neden olmuştur.

27 yıllık iktidarını kaybetmenin “psikolojik şokunu” üzerinden atamayan CHP, 1957 yılı seçimlerinde diğer yıllara oranla başarı elde etmiş , DP iktidarının mecliste daha çok sıkıştırmaya başlamıştır.DP de bu durumu engellemek için yeni yollar arayışına girmiştir. Meclis iç tüzüğünde muhalefete rağmen gerçekleştirilen değişikliklerle muhalefetin denetimini daraltılmıştır.Sözlü sorular sadece Cuma günleri ve bir saat için müzakere edilebilir hale getirilmiş, bakanların ise sorulara “kamu yararı” gerekçesiyle cevap vermememe hakkı verilmiş,milletvekillerinin dokunulmazlıklarına da basit suçlamalarla kaldırılması mümkün hale getirilmiştir.

DP’nin muhalefete karşı iktidarını koruma çabaları , darbecilerin yaptığı darbe hazırlıklarını meşrulaştırmalarına sebep olmuştur.CHP 1957 seçimlerinden aldığı cesaretle muhalif tavrını da “sert” bir hale getirmiştir. DP iktidarını yıpratıp, başarısız hale getirmek, toplum gözünde zor durumda bırakmak için elinden geleni yapmaya başlamıştır. CHP bir yandan DP’yi yıpratmaya çalışırken, bir yandan da bir sonraki seçimlerde iktidarı elde edememenin korkusuyla DP ile olan ilişkilerini korumaya çalışmıştır. 

Bu duruma örnek, 1959 yılında Başbakan Menderes’in Londra yakınlarında uçağının düşmesinin ardından, ülkeye dönüşünde İsmet İnönü’nün istasyona kadar giderek karşılamaya katılması verilebilinir.

Uçak kazasından sonra Menderes’e karşı halkın menderese karşı olan tavrının olumlu seyirde olması, CHP’yi tedirginleştirmiş, iktidara karşı tavrını daha sertleştirmiş, mualif tavrı, kullanılan sözcükler ve sembollerle adete bir savaşı çağrıştırır hale gelmiştir.İnönü yaptığı gezilere “taarruz”, “çıkarma” gibi kavramlarla adlandırmış,Batı Anadolu’ya yapacağı geziye “Büyük Taarruz “ adını
vermiştir. Sözde, taaruz için ise, İstiklal Savaşı’nda Yunan Generali Trikopis’in esir alındığı, halkın kolayca provake edilebilceği Uşak ili seçilmiştir.Düşünülen olmuş ve Uşak’da çatışmalar çıkmış, olaylar olmuştur.”

Büyük Taaruz” halkın giderek bölünmesine, ciddi sorunlara ve çatışmalara
yol açmıştır.Konu meclis de açıldığında CHP ve DP arasında şiddetli arbede
yaşanmıştır.CHP gittiği her yerde olaylara neden olmuş, polis de halka karşı
baskıyı ve şiddeti artırmıştır.43 Üniversite gençliğini DP iktidarına karşı
örgütlenmiş, öğrenci eylemleri başlatmıştır. Gençlik örgütleri İstanbul ve
Ankara'da gösteriler düzenlemiştir. Hükümet yaşanan bu durum üzerine
,İstanbul ve Ankara'da sıkı yönetim ilan etmiştir .44

CHP’nin yarattığı bu durumun darbe hazırlığı olduğu DP tarafından anlaşılır hale gelmiştir.Bu durumun en güçlü göstergesi, İnönün’nün on dört general ile İstanbul’da yaptığı görüşme olmuştur. DP Meclis Grubu yaklaşan muhtemel ihtilal olasılığına karşı çareyi “Tahkikat Komisyonu” kurmakta bulmuştur.45   

15 DP milletvekillinden oluşan Tahkikat Komisyonu, kararı 18 Haziran 1960 ‘da meclisden geçmiştir. Komisyon kararlarına göre, partilerin tüm etkinlikleri, partilerin tüm etkinlikleri ile ilgili yayınlar, TBMM'de Komisyonla ilgili görüşmeler ve bunlar hakkında yayınlar yasaklanmıştır.46

DP’nin bu komisyonu kurmasındaki amacı darbe hazırlıkları ve girişimlerine engel olabilmek olmuştur. İnönü ise bu komisyonun kurulmasından son  derece rahatsız olduğunu belirten ve DP iktidarını darbe ile açıkça tehdit eden bir konuşma yapmıştır.

“ Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa o memlekette
ihtilal olur. Böyle bir ihtilal, bizim dışımızda ve bizimle münasebeti olmayanlar
tarafından yapılacaktır. Bu yolda devam ederseniz bende sizi kurtaramam. (…) Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. İhtilal. Meşru bir hak olarak kullanılacaktır. Bunda içtinap kabil değildir. Bir fevkalade idare kuracaksınız. Bu idareye verilen salahiyetler gayri meşrudur. Vatandaşların hepsine, bunun haksız olduğunu, buna mukavemet etmek lazım geldiğini söyleyeceğiz.” 47

   İnönü bu sözleri ile yapılacak darbeyi meşrulaştırmaya ve haklı kılmaya
çalışmış, darbeden kaçılamayacağını vurgulamıştır. Menderes ise olayların
bu noktaya kadar gelmesinden son derece rahatsız bir halde önlemler alıp
darbeyi önlemeyi çalışmıştır. Baskıları arttırmış, büyük şehirlerde sıkı
yönetim ilan etmiştir ancak çabaları boşa gitmiştir. Bu duruma İnönü’nün
yorumu ise şu şekildedir;

“ Sizin elinizde ne ordu var, ne memur var, ne üniversite ve hatta ne de
polis var.Olur mu böyle baskı rejimi? Muvaffak olur mu bu?”

Gerçekten de DP iktidarı yalnızlığa itilmiş, ne ordu, ne polis, ne bürokrasi ne de aydın kesimi yanında olmuş sadece halkın bir bölümü tarafından desteklenmiştir. Başbakan Menderes muhalefetten gelen tehditleri ve tehlikeli gidişatı durdurmak için halka dönerek “milli irade” yi yüceltmeye, halkın kendi yanında olduğunu göstermeye çalışmış bu yolla güç toplayacağını düşünmüştür DP hükümeti CHP, basın, üniversite, aydın kesimi muhalefetiyle uğraşırken bir yandan da ordu ile uğraşmıştır. DP döneminde sivil otorite ve ordu ilişkilerinde 1954’ten itibaren sorunlar belirginleşmiştir.48 Menderes ilk etapta üst düzey yöneticileri değiştirip, bazı generalleri emekliye sevk etmiştir. Ordu DP iktidarını bu durumdan sonra içine sindirememiş ve sivil iradeye hep şüpheyle bakmıştır.49

Menderes prensip olarak ordunun siyasetin dışında olduğuna ve Atatürk’ün ordusunun siyasete girmeyeceğine inanmıştır. Menderes’e göre ordu, milletin siyaset dışına çekilmiş bir parçasıdır, kayıtsız şartsız devletin içinde bulunmaktadır. Ancak muhalefetle birleşen ordu CHP’nin teşvik ve telkinleri neticesinde darbeyi kaçınılmaz görmüştür.50

DP yaklaşan darbeye karşı önlemler almaya devam etmiş, 29 Nisan 1960’da Ankara ve İstanbul’da Örf_i İdare ilan etmiş, Orgeneral Fahri Özbek İstanbul, Korgeneral Namık Argüç Örf_i İdare komutanlıklarına getirilmişlerdir. İstanbul ve Ankara’da toplantı yapma yasağı getirilmiş, İstanbul’da eğlence yerleri kapatılmış ve gece sokağa çıkma yasağı getirilmiştir.51

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

7 Eylül 2016 Çarşamba

27 Mayıs’a Doğru Öğrenci Gençlik Mücadelesi ve Kastro Nuri




27 Mayıs’a Doğru Öğrenci Gençlik Mücadelesi ve Kastro Nuri



Turhan Feyizoğlu




Politika, yaşamın bütün alanlarını kapsar. Bu nedenle, politika, düşündüklerinizi iktidara gelerek gerçekleştirmek için yapılır. İktidara gelmek, iktidarda olmak veya iktidarda kalmak kolay değildir.

Türkiye’nin toplumsal mücadeleler tarihinde iktidar mücadelesine çok örnek verilebilir.

En yakın örnek, 1950’li yıllarda Demokrat Parti (DP)’ye karşı yürütülen mücadeledir.

Başta üniversite ve yüksekokulların bulunduğu büyük şehirler olmak üzere Türkiye’nin her yerleşim biriminde DP’ye karşı yapılan mücadeleler içinde Ankara, İstanbul ve İzmir’de yapılan mücadelelere kitlelerin katılımı çok yüksektir ve burada yapılan mücadeleler sonunda DP iktidarına son verilmiştir.
Bu kitlesel eylemlere katılanların çoğunluğunu üniversite öğrencileri oluşturmaktadır. Üniversite öğrencilerini yönlendiren örgütlenmeler ve bu örgütlenmelerin başında yeralan liderler vardır. Bu liderlerden bir tanesi de Nuri Yazıcı’dır.

Nuri Yazıcı, 1 Ocak 1933’de doğmuş. 1950-1972 döneminde, toplumsal mücadeleler içerisinde yeralmıştır. Bunlardan bazıları ana hatlarıyla şöyledir.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Hüseyin Nail Kubalı’nın Cumhuriyet gazetesinin 2 Ocak 1958 Perşembe günkü nüshasında, “Meclis İç Tüzüğü’ndeki değişiklikler yasal değildir” başlığı adı altında bir yazısı yayınlanır.

6 Ocak 1958 Pazartesi günü, Demokrat Parti Genel İdare Kurulu adına Devlet Vekili Tevfik İleri’nin “Meclis İç Tüzüğü’ndeki değişiklikler anayasaya aykırı değildir” başlığı ile Prof. Hüseyin Nail Kubalı’nın şahsına ağır hücumları hedef tutan yazısı hem gazetelerde yayınlanır, hem de devlet radyolarında okunur.
Profesör Hüseyin Nail Kubalı’nın DP iktidarı tarafından, Milli Eğitim Bakanlığı emrine alınacağı haberlerinin yayılması üzerine İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri, 7 Ocak 1958 Salı günü, Anayasa Hukuku dersinde Profesör Hüseyin Nail Kubalı’yı desteklemek amacıyla gösteri yapar, onu alkışlarlar.
Prof. Hüseyin Nail Kubalı’nın DP iktidarının Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı’nın emriyle üniversitedeki görevinden alınıp, Bakanlık emrine görevlendirmesi büyük bir tepki doğurur ve DP’ye yönelik muhalefeti arttırır.

Prof. Hüseyin Naili Kubalı’nın üniversitedeki görevine dönmesi için üniversite öğretim görevlileri, öğrencileri ve aydınlar tarafından büyük bir mücadele yapılır.
Sonuçta, DP iktidarı geri adım atmak ve Anayasa Hukuku Profesörü Hüseyin Nail Kubalı’yı görevine iade etmek zorunda kalır.

Prof. Hüseyin Nail Kubalı’nın İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki görevine geri dönmesi üzerine, bini aşan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi, 15 Nisan 1958 Salı günü, saat 10.30’dan itibaren Fakülte koridorlarında mahşeri bir kalabalık halinde toplanmışlardır. Heyecan, Anayasa Hukuku ders saati geldiğinde son haddini bulmuş, öğrenciler sınıfı hınca hınç doldurmuştur. Ders zili çaldıktan az sonra sınıfa giren Doç. Tarık Zafer Tunaya, kürsünün üzerinde, “Hürriyet uğruna Yarab; ne cezalar veriliyor” ibaresi yazılı bir kağıt görmüş ve ders yapılmasına imkan bırakmıyan heyecanlı kalabalıkla karşılaşmıştır. Öğrencilerin Kubalı için yaptıkları tezahürat sınıfta büyük bir uğultu yaratmıştır. Doç. Tunaya, bunun üzerine,
“Bu durum karşısında derse devam edemiyeceğiz” diyerek sınıfı terketmiştir.
Dekan Vekili Ord. Prof. Ferit Hakkı Seymen’in gayretine rağmen ikinci ders hiç yapılamamıştır.
Öğrenciler arasında, “Rektörlüğe sessiz yürüyüş” parolası birden yayılmış ve yürüyüş başlamıştır. Koridorları bir insan seli halinde geçen öğrenciler, üniversite bahçesine çıktıklarında, “ıslıkla”, “Dağ başını duman almış” marşını çalmağa başlamışlar ve böylece Rektörlük binası önüne gelmişlerdir. Öğrenciler, burada, tempo halinde, “Rektör, rektör” diye bağırarak Rektörün karşılarına çıkmasını istemişlerdir. Rektör, bu esnada, İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki Üniversitelerarası Kurul toplantısında bulunuyordu. Bunu öğrenen öğrenciler tekrar geri dönmüşler ve “ Dağ başını duman almış ” marşını söyleyerek, üniversite bahçesindeki Atatürk Anıtı’nın etrafında toplanmışlardır. Burada, İstiklal Marşı söylendikten sonra, “Ya ya ya, şa şa şa, Kubalı, Kubalı çok yaşa” temposu ile üniversite merkez binasına giren öğrenciler, tezahürata aynı şekilde koridorlarda da devam etmişlerdir.
Öğrenciler daha sonra Dekanın odasının önüne gelerek, Dekanı istemişler ve tempo halinde, “istifa... istifa...” diye bağırmışlardır. Dekanın da İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki toplantıda olduğunun öğrenilmesi üzerine kafile bu defa: “Ya ya ya, şa şa şa, Sıddık Sami çok yaşa” diye bağırarak, Sıddık Sami Onar’ın odasının önüne doğru ilerlemiş ve orada Prof. Ragıp Sarıca lehinde de tezahürat yapılmıştır. Bağırışları koridorları çınlatan öğrenciler, böylece Kubalı’nın müdürü bulunduğu Mukayeseli Hukuk Enstitüsü’nün önünden geçerek, İdare Hukuku ve Ceza Hukuku Enstitülerinin bulunduğu kata çıkmışlar ve tezahürata burada da devam etmişlerdir.
Öğrencilerin bu hava içinde iki saate yakın süren gösterileri, başladığı yerde son bulmuştur. Aynı kalabalık öğrenci kafilesi, tekrar birinci sınıfı doldurmuş, burada İstiklal Marşı söylenerek dağılınmıştır.
Öğrencilerin eylemlerini izleyen yüzlerce sivil polis, bu sırada herhangi bir müdahalede bulunmamıştır.
İstanbul Ünivesitesi Hukuk Fakültesi’nden bir grup öğrenci, eylemlerden sonra Prof. Hüseyin Nail Kubalı’yı evinde ziyaret etmiştir. Öğrenciler, Kubalı’nın evinin etrafında tertibat alan polislerin engel olabileceği düşüncesiyle eve ayrı ayrı girmişlerdir.
Prof. Hüseyin Nail Kubalı, öğrencilerine, hakkında gösterdikleri sevgi dolayısıyla teşekkür etmekle beraber, vekar ve sükunet içinde derslerine devam etmelerini tavsiye etmiş, nasihatta bulunmuştur.
Prof. Kubalı’nın evinin önünde iki şef, dört emniyet amiri idaresinde yüzden fazla polis tertibat almış ve eve giren-çıkanları dikkatle izlemiş, not almışlar, bu arada, Prof. Kubalı’yı ziyaret eden 20 kadar öğrencinin de hüviyeti tespit edilmiştir.
İstanbul Üniversitesi’nde büyük bir öğrenci topluluğunun Prof. Hüseyin Nail Kubalı’ya olan bağlılıklarını göstermek amacıyla yaptıkları eylemler ve “sessiz yürüyüş”ler üzerine İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yönetim Kurulu, 16 Nisan 1958 Çarşamba günü, saat 09.00’ dan 14.00’e kadar süren önemli bir toplantı yapmıştır.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Hıfzı Timur, Dekan Vekili Ord. Prof. Ferit Hakkı Seymen ve Ord. Prof. Sulhi Dönmezer’den müteşekkil yönetim kurulu, üniversitede meydana gelen olayların “elebaşıları” oldukları idda edilen 15 öğrenciyi tespit etmiş ve bunlardan yedisini sorguya çekmiştir.
İlk sorguya çekilen Nuri Yazıcı adında bir Hukuk Fakültesi öğrencisi olmuştur. Yönetim kurulu üyeleri, Nuri Yazıcı’ya, MTTB Hukuk Derneği’nin, olayların, “organizasyonu” ile bir ilgisi olup olmadığını sormuşlardır. MTTB Hukuk Derneği İdare Heyeti üyesi olan Nuri Yazıcı, Derneğin bu olaylarla kat’iyen ilgisi bulunmadığını belirtmiş ve gerekirse idare heyetinin Karar Defteri’ne bakabileceklerini söylemiştir.
Bu arada, kurul, Nuri Yazıcı’nın aynı zamanda, tebeşirle tahtaya, “Rektörlüğe doğru sessiz yürüyüş” yazısını yazdığını ileri sürmüştür. Yazıcı, buna karşılık olarak, yazıyı bütünüyle kendisinin yazmadığını söylemiş ve tahtada “sessiz” kelimesi, “sesiz” olarak yazılmıştı. Ben sadece bir (S) harfi ilave ettim” demiştir.
Nuri Yazıcı, ilk sorgusundan sonra hemen serbest bırakılmamış ve ayrı bir odaya konularak tecrid edilmiştir. Nuri Yazıcı, saat 09.00’ dan 14.00’e kadar kapatıldığı odada kalmış ve fasılalarla birkaç defa daha sorguya çekilmiştir.
Nuri Yazıcı, disiplin kurulu toplantısı bittikten sonra serbest bırakılmış ve hakkında kesin bir karar verilinceye kadar “üniversite içine girmekten men” edilmiştir.
Yönetim kurulu, Nuri Yazıcı’dan sonra, Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Sedat Börekoğlu ve iki idare heyeti üyesi Rıza Fırtına ile Okay Ergun’un ifadelerini almıştır.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Hıfzı Timur, sorguya çekilen öğrenciler hakkında yönetim kurulunun henüz bir karara varamadığını söylemiş ve bu öğrencilere “öğrenci disiplin yönetmeliğinin ilgili ceza hükümlerinin uygulanacağını” belirtmiştir. Prof. Hıfzı Timur, öğrencilere verilecek cezaların, ağırlığına göre bir hafta uzaklaştırma cezası ile müebbeden tard arasında değişebileceğini ifade etmiştir.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Hıfzı Timur, Ord. Prof. Sulhi Dönmezer, Prof. Ferit Hakkı Saymen ve Prof. Bülent Davran’dan müteşekkil Yönetim Kurulu, 24 Nisan 1958 Perşembe gününden itibaren öğrencileri sorguya çekme vazifesini Ceza Kürsüsü profesörü ve doçentlerinden müteşekkil disiplin kuruluna devretmiştir.
Saat 10.30’da Ord. Prof. Sulhi Dönmezer, Doçent Sahir Erman, Doçent Kemal Oğuzman ve Prof. Naci Şensoy’dan teşkil edilen Hukuk Fakültesi Disiplin Kurulu, 37 öğrenciyi bir odaya toplamış ve bu öğrencileri yazılı olarak sorguya çekmiştir. Böylece adeta bir yazılı imtihan şeklini alan sorguya çekilme sırasında öğrencilere kağıtlar dağıtılmış ve bu kâğıtlarda yazılı suallerin cevaplandırılması onlardan istenmiştir.
Bozkurt Nuhoğlu, Nuri Yazıcı ile nasıl tanıştığını ve onunla katıldığı ilk eylemlerini şöyle anlatmıştır:

“İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydımı 1958-1959 öğretim döneminde yaptırmıştım. Nuri Yazıcı ile Hukuk Fakültesi’nde öğrenci iken tanışmıştım. Nuri Yazıcı, o zaman bir öğrenci lideriydi. Fidel Castro, Che Guevera ve arkadaşları, Küba’da ihtilal yaptığı için Nuri Yazıcı’ya da paralel olarak ‘Kastro Nuri’ ismini takmışlar arkadaşları. Ona herkes ‘Kastro’ derdi. Kastro Nuri’nin ilginç bir yöntemi vardı. Üniversitenin giriş kapısında bekler gözüne kestirdiği, istikbalde militan olabilecek öğrencileri hemen gözucuyla seçer, yanına çağırırdı. Bir günde beni tam kapıdan geçerken, ‘Bir dakika bakar mısın?’ diyerek yanına çağırdı. Yanına gittim. Beni sarıldı öptü. Hiç tanımadığım bir adam. Nuri Yazıcı 1933 doğumluydu. Benden 6 yaş büyüktü. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi öğrenciliğini bırakıp İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne gelmişti o zamanlar. ‘İyi bir delikanlıya benziyorsun. Seninle iyi işler yapabiliriz burada. Sen benden ayrılma’ dedi. ‘ Peki seni nerede bulabilirim? ’ diye sordum. ‘Ben her gün okuldayım’ dedi. Ben böylece Kastro Nuri’ye takılmaya başladım. Bana göre çok entelektüel, çok hazır cevap, korkusuz, futursuz, hiç kompleksi olmayan bir arkadaştı. Ben lisede iken öyle ciddi bir entelektüel eğitim görmediğim için üniversitede insan ilişkilerinde korkaktım, ürkektim ve çekingendim. Ama Kastro Nuri’de hiç böyle bir durum yoktu. Ataktı. Kız, erkek ilişkilerinde çok iyi ilişkiler kurardı. Her türlü tartışmaya, eyleme ve çatışmaya müsait bir adamdı. Üniversiteki öğrenci hareketine Nuri Yazıcı nedeniyle karıştım. Benim ilk polisle karşılaşmam 4 Mayıs 1959 Pazartesi günü oldu. DP iktidarı baskı yöntemini alabildiğine artırmıştı. Dört kişilik grupları gösteri yürüyüşleri kapsamına alabilmek için yeni bir Gösteri Yürüyüşleri Yasası taslağını Meclise sundular. CHP Genel Başkanı ve ana muhalefet partisi lideri İsmet İnönü, bu yasa tasarısına karşı çıktı, ‘Bu yasayı Meslisten geçirirseniz dünyayı başınıza yıkarım’ dedi.
1 Mayıs 1959’da CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün başına Uşak’ta DP’liler tarafından taş atıldı. Kurtuluş Savaşı döneminde kumandanlık yaptığı karargaha sokmadılar. İnönü, Uşak’tan İstanbul’a gelmek için bir program düzenledi. Biz de, muhalefet lideri ve Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet İnönü’yü Topkapı’da karşılayalım dedik. 4 Mayıs 1959 Pazartesi günü, elimde bir karanfil Topkapı’ya gittim. Karanfili Kurtuluş Savaşı lideri İsmet İnönü’ye vereceğim o çocuk sıfatımla. Topkapı’ya gittiğimizde gördük ki DP’nin sivil milisleri de orada. Müthiş bir arbede oldu orada. Polisler ve DP’li milisler, İsmet İnönü’yü karşılamaya gelenlere saldırdı. İlk defa orada meydan dayağı yedim polisten ve şaştım kaldım. O güne kadar polis konusunda şöyle bir fikrim vardı: Polisler insanlara yardımcı, yol gösterici, düşeni kaldıran, hukuk için yol gösteren üniformalı kişiler. İlk defa orada meydan dayağı ile karşılaşınca tepki duymaya başladım polislere. İkinci dayağı bu olaydan kısa bir süre sonra Sultanahmet’te yedim. CHP’den birisi geldi, ‘Sultanahmet’te CHP İl Merkezinde İsmet İnönü yarın sizin öğrenci şebekelerinizi imzalayacak’ dedi. Keşke o öğrenci şebekesini saklayabilseydim. Ne kadar tarihi bir anı olurdu. Kalabalık bir üniversiteli grubu ile Sultanahmet’e gittik. Kuyruğa girdik. Öğrenci şebekelerini o dönem talebe örgütleri veriyordu. İnönü, herkesin öğrenci şebekesini imzalamaya başladı. Sadece bir imza. Sonra topluluğa bir konuşma da yaptı. İnönü’nün sesi biraz boğuk olduğu için konuşmayı hiç anlıyamadık. Alkışladık falan. İkinci gün gazetelerde bize şöyle dediğini öğrendim: ‘Gençler! O kadar güzel günler göreceksiniz ki, bugünleri hatırladığınız zaman oyuncaklarını hatırlamış bebekler gibi güleceksiniz.’ Şebekelere imza atıldı. Oradan ayrılırken birdenbire polislerin saldırısına uğradık. Kastro Nuri de yanımdaydı. Beraber gitmiştik. Ben bir ara polislerin elinden kurtuldum. Ya da Nuri Yazıcı çekti aldı polislerin içinden. Adliye Sarayı o zaman bitmemişti. Yeni yapılıyordu ve inşaat halindeydi. O inşaatın arasında tepe olan bir yere doğru çıktık. Ben gene fırlayıp polislerle kavga etmek istedim. Nuri Yazıcı çekti beni, ‘Çıldırdın mı’ dedi. ‘Ama bize küfrediyorlar’ dedim. ‘Ama biz daha kalabalığız. Önemli değilki onların küfür etmesi. Biz de onlara küfrederiz. Polisle dövüşmeyeceksin. İlk fırsatta kendini kurtaracaksın’, dedi. İlk militanlık dersimi o zaman o olayla Kastro Nuri’den almıştım. Polise yakalanmıyacaksın. Kaçacak, kendini kurtaracaksın.”

Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), ilgili makamlara müracaat ederek, “irticayı kınamak” için gösteri müsaadesi istemiş, fakat kendilerine gereken izin DP hükümeti tarafından verilmemiştir. MMTB yöneticileri, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Sıddık Sami Onar’a başvurarak sadece üniversite içinde bir sessiz yürüyüş yapmak talebinde bulunmuşlar, Prof. Sıddık Sami Onar da gereken izni vermiştir. Bunun üzerine MTTB idarecileri, beş kişilik bir heyet halinde, 9 Ocak 1960 Salı günü, saat 13.30’da, İstanbul Üniversitesi’ndeki Atatürk heykeline çelenk konmasına karar vermişlerdir.
Ancak, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Birinci Şube polis memurları, sabahın erken saatlerinde MTTB Başkanı Yaşar Özdemir’i evinden alarak, Emniyet Müdürlüğü’ne götürmüş, diğer idarecileri de Birlik merkezinde göz hapsine almışlardır. Ayrıca, çelengin sipariş edildiği çiçekçiye giden polisler, heykele konulacak çelengin yapılmasına mani olmuşlar ve nöbet beklemişlerdir.
MTTB idarecilerini evlerinden alarak Emniyet Müdürlüğü’nde ve Birlik binasında gözaltında tuttukları için, MTTB yöneticileri, gösteriye gidememişler ve durumdan habersiz olan kalabalık da yürüyüş saati geçtiği için büyük çoğunluğu dağılmaya başlamış, Atatürk heykeli önünde bir saygı duruşu yapmak isteyen 200 kadar üniversite talebesi, saat 13.20’de, sıra halinde heykelin önüne geldikleri zaman, bir talebe, yaptığı açıklamada, Atatürk’ün hatırası için bir dakikalık saygı duruşundan sonra, İstiklâl Marşı’nı söyleyip, sakin bir şekilde dağılacaklarını bildirmiştir.
Bu sırada bir üniversite öğrencisi, bahçede “irticaı kınama” gösterisi yapan iki yüz kişilik öğrenci topluluğuna, “İrtica var mı ki? Neyi kınayacaksınız?” diye laf atmış, gösteri yapanlar, bu öğrenciye, “yuh” sesleri ile karşılık vermiştir. Bu esnada, üniversite binasının kapıları mütad hilafına memurlar tarafından kapatılmakta ve kilitlenmekte idi. Etraf sivil polisler tarafından sarılmıştı. Bu arada, İstanbul Üniversitesi Genel Sekreteri bahçeye gelmiş ve talebelerden dağılmalarını rica etmiştir. Fakat gençler, kararlarını değiştirmemişlerdir. Bilahare talebeler, “Dağ başını duman almış” marşını söyleyerek Atatürk heykelinin önünde dizilmişlerdir. Aralarından bir talebe, kendilerini Atatürk için bir dakikalık saygı duruşuna davet etmiştir. Bu arada üniversite bahçesinin büyük kapısı da polis tarafından kapatılmıştır. Talebeler, saygı duruşundan sonra İstiklal Marşı’nı söylerken, dört cip ve bir kamyonetle, coplu ve gaz bombalı polisleri taşıyan polis arabaları büyük bir hızla bahçeye girmişlerdir. Bir anda etrafı saran polisler, İstiklal Marşı söylemekte olan devrimci gençleri copla döğerek dağıtmış, Bumin Yamanoğlu, İstiklâl Marşı’nı idare eden genci döverek polis jeep’ine sokmuştur. Polisler, ayrıca, 16 talebeyi gözaltına alarak polis arabalarına doldurmuşlardır.

Gözaltına alınanlardan bir tanesi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Fakülte Öğrenci Derneği’nden Nuri Yazıcı’dır.

Birinci Şube’de nezaret altına alınan 16 öğrenci, saat 23.00 sıralarında serbest bırakılmışlardır. Serbest bırakılan öğrenciler, polisler tarafından dövüldüklerini açıklamışlardır.
Nuri Yazıcı, Mete Akıncı ve Cengiz Yüksel adlı devrimci öğrenciler, muhtelif yerlerinden bereli olup, diğer öğrencilerle birlikte, dövülme olayını tespit gayesiyle, doktor raporu almak için teşebbüse geçmişlerdir.
Bunlar arasında olan Nuri Yazıcı ise gece yarısı serbest bırakıldıktan sonra ayakta duracak hâl ve takati kalmamış bir halde kendisi ile görüşen gazetecilere vücudunun muhtelif yerlerindeki çürük ve morlukları göstererek Birinci Şube’de hususi bir odaya kapatıldığını ve polis memurlarından Bumin Yamanoğlu tarafından insafsızca dövüldüğünü açıklamıştır.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Nuri Yazıcı, şunları söylemiştir:
“Emniyet Müdürlüğü’nde ifademi alırlarken bana, ‘MTTB’nin gösterisine izin verilmediği halde niçin katıldınız? Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu bilmiyor musunuz?’ sualini sordular. Cevap olarak: ‘Bu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na girmez. Zira yürürlükteki Üniversiteler Kanunu’na göre, Rektörün izni olmadan, polis üniversiteye giremez. Üniversite bahçesi de üniversitenin müştemilatıdır. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, üniversitenin içinde tatbik edilemez. Polis, Üniversite Kanunu’na bu suretle ağır bir saldırıda bulunmuştur. Kaldı ki, İstiklal Marşı söylemek, Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na hiç girmez’ dedim. Bu ifadem üzerine evvelce bana husumeti bulunan siyasi polis memuru Bumin Yamanoğlu, beni çağırarak, küçük bir odaya aldı. Şapkamı eli ile gözlerimin üzerine çekerek, yoruluncaya kadar suratıma, sırtıma, mideme vurdu. Şimdi, Adli Tıp’dan dayak yediğime dair rapor almağa gidiyorum.”
Polisler tarafından dün dağıtılan eylemden alınarak emniyet müdürlüğüne götürülen ve burada Bümin Yamanoğlu adındaki polis memurunun yumruk ve tokatlarıyla dövülen Nuri Yazıcı, 10 Ocak 1960 Pazar günü, rapor almak için hastahaneye müracaat etmiştir. Kendisine Beyoğlu Belediye Hekimliği tarafından beş günlük rapor verilmiştir. Vücudunda yara ve bere izleri bulunan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin Münazara Kolu Başkanı Nuri Yazıcı, kendisini dövdüğü iddiasıyla Birinci Şube polislerinden Bumin Yamanoğlu hakkında dava açacağını bildirmiştir.
16 üniversitelinin emniyet müdürlüğüne götürülmesi ve burada bir kısmına dayak atılması nedeniyle gazetecilere bir açıklama yapan Milli Türk Talebe Birliği Başkanı Yaşar Özdemir, şunları söylemiştir:
“Bu olay ile üniversite muhtariyetinin zedelendiği düşüncesindeyiz. Bumin Yamanoğlu adındaki polisin arkadaşlarımıza atmış olduğu dayak ve tekmeleri Atatürk sevgisine ve Atatürk gençliğinin haysiyetine atılmış olarak kabul ve ilan ediyoruz.”
Yapılan açıklamada, Milli Türk Talebe Birliği’nin avukatları bu herkesi döven polis hakkında dava açmaya karar vermiştir.
27 Mayıs 1960 ihtilaline yolaçan, en önemli olaylardan birisi olan 28 Nisan 1960 olayların başlatıcısı olarak anlatılan “Kastro Nuri”nin bu süreç içindeki katkılarına yakından tanık olanlarla söyleşi yapmıştım.
Raif Ertem, bu konuda özetle şunları anlatmıştı:
“27 Nisan’ı 28 Nisan’a bağlayan gece. Artık aramızda yok. Nuri Yazıcı (Kastro Nuri) ile birlikte. Yurtları dolaştık. Sabah. 28 Nisan 1960. Hukuk Fakültesi’nin birinci anfisine geldik. Nuri Yazıcı kürsüye çıktı. Söz aldı. Olayları anlattı. ‘Artık hukuk okumanın bir anlamı kalmadı’ dedi. Siyasi Partiler ve Bir Kısım Basın hakkındaki yasadan sonra. Hukuk okumanın anlamı kalmamıştı. Üniversitenin bahçesinde toplandık. Vilayete doğru yürüyüşe geçtik. Turan Emeksiz vuruldu, öldü. Kucaklayarak arabaya koyduğum anı unutamam. Hüseyin Onur, Cengiz Ballıkaya yaralandı. Hüseyin Onur bir ayağını kaybetti. Alp Kuran akıl hocası. Hocamız. Sonra, arka yollardan Sirkeci üstünden Vilayet’e gitmeye karar verdik. Gittik. Vali odasına aldı. Çay kahve içirdi. Arabalarla evlerimize dek gönderdi. Ertesi günü. Beyazıt, Cağaloğlu yörelerinde resimlerimiz. ‘Yakalanacaktır. Kaçarsa vurulacaktır.’ Hakkımızda vur emri. Verilmişti.”
Bozkurt Nuhoğlu da, 28 Nisan olayları hakkında özetle şunları anlatmıştı:
“28 Nisan’ın tek hazırlayıcısı Kastro Nuri idi. 28 Nisan olaylarının ateşleyicisi, örgütleyicisi Kastro Nuri idi. Çünkü, böyle bir olayın patlak vereceğini seziyordu. Tahmin ediyorum askerlerden de kesin sinyali vardı. Akşam-sabah bir darbe olacağını biliyordu. Ama benim haberim yoktu. Kastro Nuri, ilginç yönleri olan birisiydi. Ben ona her konuda sürekli sorular sorardım. O da bana, “Bana soru sorma. Sadece dediklerimi yap” derdi. Karşı koyunca, ‘Sen hiç bir zaman iyi bir militan olamayacaksın’ derdi. Bunu o kadar çok tekrarlardı ki, ‘Sen militan olamazsın. Çünkü sen devamlı bana soru soruyorsun. İyi militan soru sormaz. Yapar’, derdi. Ben bu söylenenin ne kadar doğru bir tanımlama olduğunu günün birinde kitleleri sevketmeğe ve idare etmeğe başladığım zaman anladım. Çünkü gerçekten çok doğru bir tanımlama yapıyor. Orada doğru bir şey yapıyor. Eylem anında sorunun yanıtını sana verirse zaten esprisi kalmıyor. Neden? Zamanı yok hareket içinde. 28 Nisan günü anfide olağanüstü bir kalabalık vardı. Kastro Nuri, sabahın saat 10.00’unda, anfiye geldi ve birdenbire fırladı kürsüye konuşmaya başladı. Kısa bir konuşma yaptı ve sözlerini Namık Kemal’in bir şiirinden bir dizeyle bitirdi:
“Artık burada oturup hukuk eğitimi yapmamızın bir anlamı kalmamıştır. Tahkikat Komisyonu’nun yeni aldığı kararlar hukukçuların şeref ve haysiyetine indirilen ağır bir darbedir. Hepimizi dışarıda bir mücadele bekliyor, bu hürriyet mücadelesidir. Fazla bir şey söylemeyeceğim. Yalnız Namık Kemal’in bir şiirini size hatırlatacağım:
Felek her türlü esbabı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bu
azimetten.”
Kasro Nuri yukarıdaki konuşmayı yaptı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Çevresi zaten bizim gibi militanlarla doluydu. Biz de yürümeye başlayınca bütün anfi boşaldı. Topluluk halinde Rektörlüğe doğru yürüdük. Rektörlükten sonra olay üniversiteden dışarı taştı. Örgütlü bir kalabalık. Kastro Nuri, bunun alt yapısını örmüştü. Beyazıt Meydanı’nda toplandık. Polisler ile taşlı sopalı kavgalar oldu. Turan Emeksiz orada vuruldu. Hüseyin Onur sakat kaldı. Sıkıyönetim ilan edildi. Sonuçta hepimiz yurtlarımıza döndük. İkinci gün olaylar yine devam etti. Kastro Nuri, yine en öndeydi. Aşağı-yukarı onbine yakın bir kalabalık Valilik binasının önüne gittik. Kastro Nuri, beni buldu. ‘İstanbul Teknik Üniversiteliler Radyoevi’ni işgal etmiş. Biz de Vilayeti işgal edeceğiz, diye arkadaşlara yay’ dedi. ‘Haber doğru mu?’ diye sordum. ‘Sen adam olmayacaksın’ dedi bana. Neyse ben bunu derhal yaygınlaştırdım. Müthiş bir saldırı halinde Valilik binasına girmek istedik. Ama bina tanklarla çevriliydi.
Tankları aşmak, askerleri geçmenin imkânı yoktu. Gene Kastro Nuri’nin ‘Üniversiteye dönüyoruz’ talimatı üzerine üniversiteye döndük. Bu ve buna benzer olaylar devam etti gitti. 2 Mayıs 1960 günü NATO’nun İstanbul Belediye Sarayı’nda toplantısı vardı. Orada büyük bir gösteri oldu. Orada da vardım. Başbakan Adnan Menderes’in 15 Mayıs 1960’ta İzmir’de meydan toplantısı vardı. Nuri Yazıcı bizi İzmir’deki gösteriyi baltalamamız için görevlendirmişti. Kendisi gelmedi. Raif Ertem ile beni görevlendirmişti. Raif Ertem de önemli bir kişiydi. Benden daha yukarıda bir kişiydi. İzmir’e gittik. Müthiş bir kalabalık. Bütün Ege bölgesi alanı doldurmuştu. En az 50 bin kişi vardı. Belki de 100 bin kişi vardı. Gösteri alanında Menderes’e karşı küçük bir hareket yapmak istedik ama DP’liler tarafından bize karşı müthiş bir tepki oldu. Bizi linç edebilirlerdi. Hemen gösteri alanından ayrıldık. İstanbul’a geldik. Sıkıyönetim baskısını çok artırmıştı. O günlerde, ‘Küçük duvar pulları’ hazırlamıştık. Alp Kuran evinde basmıştı bu pulları. Bizim hocamızdı. Küçük bir baskı makinesiyle basıyorduk. Ya da damga ile hazırlıyorduk. Üzerinde, ‘Katil iktidar’, ‘İktidar istifa’ gibi şeyler yazıyordu. Üzeri yazılı bu küçük pulların arkası zamklıydı. İstediğimiz yere yapıştırıyorduk. Ben, DP iktidarı çok kötü bir iktidar. Böyle bir iktidar olamaz. Bu hukuk dışı bir iktidardır diyordum. İktidarın temel görevi: halkın huzurunu, güvenini, ihtiyacını karşılamaktır. Bu iktidar ne halkın ihtiyaçlarını karşılıyor, ne huzurunu sağlıyor, ne de adaletli bir ortam yaratıyor. Bu nedenle, bu ortamı gerçekleştiremeyen siyasi iktidara karşı mücadele etmek genç bir insanın görevidir diye düşünüyordum. Bu duygular içerisinde iktidara karşı eylem yapıyordum. Yoksa benim öyle iktidar olma gibi bir perspektifim yoktu. Zaten Kastro Nuri de, ‘Sen şimdi sadece savaş.’ diyordu. ‘Niçin savaş?’ diye sorduğumda, ‘Sonra öğreneceksin’ diye yanıt veriyordu. Yıllar sonra Che Guevera ile ilgili bir kitap okumuştum. Regis Debray, Che’ye, ‘Militanların niçin öldüklerini bilmiyorlar. Bu iyi bir şey değil’ diyor. Che de, ‘Onlar sadece savaşmasını ve ölmesini biliyorlar. Niçin öldüklerini yarın öğrenecekler’ diye karşılık veriyor. Gerçi Kastro Nuri, bunu o günden biliyordu. Bu olaylar sırasında ben bir şey gözlemledim. Askerlerin bize karşı tavrı çok yumuşaktı. Bunu Nuri Yazıcı’ya sorduğum da, ‘Sen iyi bir militan olamayacaksın. Ayrıca, bugün bana hiç soru sorma. Bunun ne anlama geldiğini yakında anlayacaksın’ demişti. Zaten bir ay sonra da 27 Mayıs 1960 ihtilali oldu.”
27 Mayıs 1960 ihtilali nedeniyle DP iktidarı sona erdi. Yöneticileri ve sorumluları tutuklandı. Yargılandılar. Bir kısmı idam cezası, bir kısmı hapis cezası aldı. İdam cezası alanlardan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildiler.
Yeni bir iktidar kurulmuştu ve gençler bu iktidarın ortağı sayılıyordu. Bu anlayış bir süre devam etti.
28 Nisan 1960 olaylarının yıldönümü kutlaması nedeniyle, 27 Nisan 1961 günü yayınlanan bildiri bu anlayışı yansıtması bakımından önemlidir. Bildiri şöyledir:
“Yurdun her yerinde olduğu gibi İstanbul’da da 28 Nisan Hürriyet ve Kurtuluş Günü kutlanacaktır. O günün havasını içimizde tekrar dalgalandıracak olan bu mesut yıldönümünde İstanbulluların huzur ve emniyet içerisinde törenleri yer yer takibedebilmeleri için Silahlı Kuvvetler ve Zabıta Kuvvetlerince her türlü tedbirler alınmıştır. Mesut ve bahtiyar Türkiyemizin böyle nice mutlu günlere ve yıllara kavuşmasını temenni ve Ulu Tanrıdan niyaz ederim. Cemal Tural, Korgeneral, 1. Ordu ve Sıkıyönetim Kumandanı.”
“27 Mayıs”, diğer bayramlar gibi bayram ilân edildi ve her 27 Mayıs günü bayram olarak kutlanmaya başladı. Ta ki, 12 Eylül 1980 darbesine kadar. Bu tarihten sonra 27 Mayıs, bayram olmaktan çıkartıldı.
Sadece, bu değişmedi. Gençliğe bakış açısı da değişti. Gençliği iktidar ortağı gören anlayış, 1960’lı yılların ortalarından itibaren değişmeğe, gençliği her şeyin suçlusu olarak görmeye başladı.
12 Mart 1971’den sonra, 27 Mayıs 1960 ihtilalini savunan anlayışlardan intikam alındı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, idam edildiler. Yüzlerce genç hapishanelere tıkıldı. İşkence edildi.
27 Mayıs 1960 ihtilali ile toplum her alanda yeni bir arayış içine girmiş, bu arayış politika alanına da yansımıştı. 27 Mayıs 1960 ihtilali öncesi, CHP’de politika yapan gençlerden bir kısmı, 27 Mayıs 1960 ihtilali sonrasında CHP’nin politikasını yetersiz bularak eleştirmeye, değiştirmeye çalışmışlar ama bunu başaramamışlardır.
CHP Birinci Gençlik Kurultayı, 2 Ağustos 1961 Çarşamba günü, Ankara’da Gölbaşı Sineması’nda çalışmalarına başlar. 1960 sonrası yapılan bu ilk gençlik kurultayının sabahki oturumunda yoklamanın yapılıp, çoğunluğunun bulunduğu tespit edildikten sonra Başkanlık divanı seçimlerine geçilmiştir. Gençlik Kurultayı Başkanlığı’na Ünal Konman, ikinci başkanlıklara Nedret Yalçı, Yalçın Kasaroğlu, katipliklere İlhan Uslu, Coşkun Gürcan, Ali Hikmet Korkmaz, Aydener Tandoğan, Tahsin Önal, Neptun Çağlar seçilmişlerdir.
Bilahare topluca İstiklal Marşı söylenmiş, marş söylenirken ellerinde meşale bulunan altı genç sahnenin önüne gelmiştir. Atatürk ve şehitler için yapılan saygı duruşunu takiben teklifler üzerine gündemde bazı maddelerin yerleri değiştirilmiştir.
Gündemle ilgili teklifler karara bağlandıktan sonra CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Gençlik Kurultayı’nın açış konuşmasını alkışlar arasında yapmıştır.
İsmet İnönü yerine oturduğu sırada Milli Birlik Komitesi üyesi Ahmet Yıldız beraberinde Cemil Sait Barlas olduğu halde salona girer. Gençler, Ahmet Yıldız’ı da, “Ya ya ya, şa şa şa, Ordu ordu çok yaşa” tezahüratı ile karşılar.
Kurultay, CHP Merkez İdare Kurulu üyesi ve İstanbul milletvekili Suphi Baykam ile Kasım Gülek taraftarları arasında yaşanan tartışmalar çevresinde geçmiştir.
Sabahki oturum saat 12.35’de sona ermiş, delegeler topluca Anıt-Kabir’e giderek Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi huzurunda saygı duruşunda bulunmuşlardır.
Öğleden sonraki oturum saat 15.15’de başlamış Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Erol Ünsal, kürsüye gelerek faaliyet raporunu okumuştur.
CHP İstanbul İl Başkanı Ali Sohtorik de, Gençlik Kolları Kurultayı’na bir kutlama açıklaması göndermiştir.
Rapor üzerinde ilk sözü Kemal Anadol almış, onu takiben Necati Atasay, Alev Coşkun, Naci Yeşilyurt, Mesut Ergün, Tarhan Erdem konuşmuşlardır.
Ankara delegesi Necati Atasay, elinde bir polis copu olduğu halde kürsüye çıktı ve Gençlik Kolunun çalışmalarından şikayet etti. Necati Atasay, yaptığı konuşmada, özellikle Genel İdare Kurulu üyesi Dr. Suphi Baykam ile Temsilciler Meclisi üyesi Alev Coşkun’a çatmıştır. Ankara delegesi Necati Atasay, Suphi Baykam’ın 1953-1960 yılları arasında kendisine verilen yetkileri suistimal ettiğini söyledi. Elindeki copu göstererek, şu açıklamayı yapar: “Alev Coşkun, Üniversite’de hâdiseler olunca İstanbul’dan kaçtı ve 27 Mayıs’tan sonra da temsilci oldu. Bu copu yiyenler Meclise giremedi, başkaları girdi.”
CHP Gençlik Kollarının Birinci Kurultayı, ikinci gün çalışmalarına, 3 Ağustos 1961 Perşembe günü devam etmiştir. Sabahki oturum saat 10.00’da başlamış, rapor üzerindeki görüşmelere geçilmezden önce çeşitli teşekküllerden gelen başarı mesajları Başkanlık Divanınca okunduktan sonra Sabri Ünal Erkol kürsüye gelmiş ve Genel merkez tarafından Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulları’nın feshedilip yeni heyetler kuruluşunun usulsüz olduğunu söylemiştir. Engin Aydın, yapılan tenkidlerde yıkıcı değil, yapıcı olmak gerektiğini belirtmiştir.
Bilahare Nuri Yazıcı, Ayhan Toraman, Yalçın Kasaroğlu konuşmuşlardır.
İstanbul’da 28 Nisan 1960 olayları sırasında isminden çok bahsedilen Nuri Yazıcı, CHP içindeki şahıs mücadelesine işaret etmiş ve “Burada görülüyor ki bazı arkadaşlarımız prensip peşinde değil şahıs peşindedirler. Bunlara ‘kuyruk’ diyelim arkadaşlar”, demiştir.
Nuri Yazıcı, ayrıca, Kurucu Meclis’te üye olan Alev Coşkun’a hücum etmiş ve kendisinin 28 Nisan ile 27 Mayıs 1960 arasında ortada görülmediği halde, Kurucu Meclis’e seçildiğini açıklamıştır.
Ayhan Toraman, gençlik kollarının bazı kimselere basamak ve merdiven olmak isteyenlerin yeri olmadığını söylemiş, Yalçın Kasaroğlu ise Halkevleri’nin hâlâ açılmamış olmasının ıstırap teşkil ettiğini belirtmiş, Gençlik Kurultayı’nın halkevlerinin bir an önce açılması ve Türk gençliğinin hizmetine girmesi kararını almasını istemiştir.
İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı, İstanbul Delegesi Ayhan Toraman, Genel Merkeze mensup birkaç makyevelist şahsın Gençlik Kollarını kendi şahsi mücadelelerine vasıta yapmak istediklerine dikkati çekmiş ve konuşma müddeti bittiği için bu sırada sözünü kesmek isteyen Divan Başkanına hitaben şöyle demiştir:
“Bırakın da kimin ne mal olduğunu açıklayayım. Şimdiye kadar zabıta ile mücadele ettik. Şimdi fazilet mücadelesi yapmak istiyoruz. Bırakınız da mikroplu farelerin içimizden atılmasını temin için konuşayım.”
Bu sözler itirazlarla karşılanmış ve kimi kasteddiğini açıklaması kendisinden istenmitir. Fakat, Divan Başkanı buna izin vermemiş ve hatibi kürsüden indirmiştir.
Dündar Çiğit ve Yılmaz Deniz’in konuşmalarından sonra İlhan Uslu, Mustafa Emin Tekin, Özer Özoran ve Nevruz Aslan, İlhan Keser kürsüye gelmişlerdir.
Delegelerin rapor üzerinde konuşmaları sona erdikten sonra Genel Merkez Yönetim Kurulu üyeleri tenkidlere cevap vereceği sırada CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal, kurultaya gelmiş ve delegelerin ayakta alkışları, coşkun tezahüratı ile karşılanmıştır.
İsmail Rüştü Aksal’ın gelişini takiben Genel Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Erol Ünal, kürsüye gelerek tenkidlere cevaplandırmıştır.
Bilahare tenkidlerin diğer kısımlarına Genel Merkez Yönetim Kurulu’ndan Çağlar Kırçak, cevap vermiştir. Çağlar Kırçak, “Hiziplerin içlerinde bulunan gençlerin bu parti içinde yeri yoktur. Fikirlere uşaklık etmek ayıpların en büyüğü, en ayıbıdır. Birlik ve beraberlik fikrinin bizi ileriye, iyiye getireceğine inanıyoruz” demiştir.
Bundan sonra Başkanlık divanına verilen ve CHP Gençlik Kollarının diğer batılı memleketlerde olduğu gibi, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’na (TMGT) da üye olabilmesi için Genel Merkez’den izin istemeyi hedef tutan teklif üzerinde görüşmelere geçilmiştir. Bu konuda ilk konuşan Tarhan Erdem, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’nın kuruluş ve gayeleri üzerinde durarak teklifin lehinde bulunmuş, bilahare konuşan Muzaffer Yüce ise teklifin aleyhinde konuşarak, bunun hukuken ve her iki teşekkülün gayeleri bakımından uygun olmadığını, bu bakımdan teklifin reddini istemiştir. Oylamada teklif kabul olunarak bu konuda gelecek Yönetim kurulunun CHP Genel Merkezi’ne müracaatla TMGT’na üye olabilmesi için izin istemesi kararlaştırılmıştır.
Kurultayın öğleden sonraki oturumu saat 14.30’da başladı ve komisyon raporları okundu. Tüzük, Gençlik Kolları’nda çalışma, Gençlik Davaları ve Dilekler Komisyonları raporlarının incelenmek üzere seçilecek Yönetim Kurulu’na havalesinden sonra gündem gereğince seçimlere geçildi.
Saat 17.00’de başlayan seçimlerin sonucu saat 20’de alınabildi. Tasnif sonunda Yönetim Kurulu’na Hikmet Çetin, Erol Ünal, Alev Coşkun, Sezen Türken, Yavuz Soysal, Nedim Tekin, Muzaffer Selçuk, Çağlar Kırçak, Sertaç Tüzün, Uğur Yener ve Orhan Akbulut seçilmişlerdir.
Seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra kısa bir konuşma yapan kurultay başkanı, CHP Gençlik Kolları Birinci Kurultayı’nın iki günlük çalışmalarını bitirdiğini söylemiş ve alınan kararların hayırlı olmasını dileyerek kurultayı kapatmıştır.
CHP Gençlik Kurultayınca seçilen Gençlik Kolları Genel Merkez Yönetim Kurulu, 4 Ağustos 1961 Cuma günü, saat 16.00’da, ilk toplantısını yaparak iş bölümünü yapmış ve Başkanlığa ittifakla Erol Ünal’ı seçmiştir. Sekreterliğe Yavuz Soysal’ı, Muhasipliğe Nedim Tekin’i, Sekreter yardımcılıklarına Sertaç Tüzün ve Muzaffer Selçuk seçilmişlerdir.
Yeni Genel Merkez Yönetim Kurulu, bu toplantısında ayrıca çalışma programını üzerinde de görüşmelerde bulunmuş ve seçim çalışmaları ile ilgili faaliyetler hakkında kararlar almıştır.
Nuri Yazıcı’nın da içerisinde yeraldığı bazı gençler, umduklarını bulamadıkları CHP’den giderek uzaklaşmışlar ve kendi düşündükleri doğrultusunda hareket etmişler, buna uygun örgütler kurarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir.
27 Mayıs 1960 ihtilalinin gerçekleşmesine yolaçan olaylarda liderlik yapan öğrenci liderlerinden bir kısmı, amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla, 1962 yılında, “27 Mayıs Fikir Kulübü” adında bir örgüt kurmuşlardır.
Kulübün kurucuları şunlardır: Memduh Eren, Nuri Yazıcı, Önder Dai, Osman Zeki Telci, Engin Uludağ, Adil Öner, Attila Yağız, Yüksel Burgutoğlu, Osman Çalışkan, Engin Alpat, Hüseyin Onur, Cengiz Ballıkaya.
27 Mayıs 1960 ihtilalinin ikinci yıldönümü dolayısıyla, 27 Mayıs 1962 Pazartesi günü, 27 Mayıs Fikir Kulübü’nün açılışı dolayısıyla düzenlenen toplantıda söz alan hatiplerden Memduh Eren, aralarında DP’lilerin de bulunduğu birçok siyasi tutuklunun affedilmesi lehinde çıkartılmak istenen af aleyhinde konuşmuş, “İhtilal olursa bu sefer kanlı olacaktır”, demişti.
İstanbul Belediye Sarayı’nda düzenlenen törende yaptığı bu konuşma nedeniyle Savcı, 27 Mayıs Fikir Kulübü başkanı ve yönetim kurulu üyeleri hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 161/6. maddesine aykırı harekette bulundukları iddiası ile dava açmıştır.
Duruşma, 3 Aralık 1962 Pazartesi günü, saat 11.00’de, İstanbul 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlamış, 27 Mayıs Fikir Kulübü yöneticilerinden ve 28 Nisan olayları sırasında yara almak suretiyle bir ayağını kaybeden Hüseyin Onur da bulunmak üzere 10 sanık dava esnasında hazır bulunmuş, askerde bulunan Nuri Yazıcı duruşmaya gelememiştir.
Antidemokratik görülen Türk Ceza Kanunu’nun 161/6 maddesinin sulh zamanında tatbik edilmemesi ile ilgili kanun maddesi yürürlükten kaldırıldığı için 27 Mayıs Fikir Kulübü yöneticileri aleyhine bu yönden açılmış olan dava düşmüş, yöneticileri yalnız Cemiyetler Kanunu’na aykırı hareket ettikleri iddiası ile yargılanacaklarına dair karar verilmiştir.
27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra ülke genelinde okuma-yazma seferberliği başlatılmıştı. Öğretmen açığını doldurmak için lise mezunu gençleri, askerlik görevini Milli Eğitim Bakanlığı nezdinde görev yaptırmak amacıyla bir yasa çıkartılır. Bu yasa tasarısının verdiği olanakla binlerce öğrenci gibi Nuri Yazıcı da, gidip iki sene yedeksubay öğretmenlik yapmıştır. Nuri Yazıcı, bu süre içinde sık sık İstanbul’a gelir ve bütün eylemlere katılırdı.
1966 yılında, Türkiye’nin değişik bölgelerinde Atatürk anıtlarına, Atatürk büstlerine ve Türk bayrağına birbiri peşi sıra saldırılar olmuştu.
Son olarak, İzmir’de Atatürk anıtına yapılan saldırıyı kınamak amacıyla TMTF yöneticileri tarafından, 8 Nisan 1966 Cuma akşamı, bir eylem yapılır.
TMTF yöneticileri, Taksim’deki Atatürk Anıtı’nın etrafında sabaha kadar nöbet tutmak ve çelenk koymak üzere karar almış, bunu mensuplarına duyurmuştur. Saat 21.00 sıralarında Vezneciler’deki Site Öğrenci Yurdu ile diğer yurtlardan çıkan öğrenciler topluluklar halinde Cağaloğlu’na doğru gitmişler, Vilayet yolunu takiben Sirkeci’ye inmişlerdir. Sayıları 500 civarında olan gençler, ellerinde Türk bayrakları, pankartlar ve anıta bırakacakları çelenk olduğu halde Eminönü meydanına gelmişler, fakat Galata Köprüsü’nün Eminönü tarafı polis arabaları, cipler ve polisler tarafından tutulduğu için daha ileri geçememişlerdir. Saat 22.30 sıralarında polis, topluluğun dağılmasını, izin alınmadığı için böyle bir yürüyüşün yapılamayacağını gençlere bildirmiştir. Bu arada bir genç, arkadaşlarına hitaben konuşmuş ve toplu olarak Taksim’e gidip gitmeme konusunda arkadaşlarının karar vermesini istemiştir. Gençler hep bir ağızdan “gideceğiz” deyince topluluk polislerin bulunduğu yere daha yaklaşmış ve barikattan öbür tarafa geçmeğe teşebbüs etmiştir. Polislerin, gençlerin bu hareketine mani olmaları ve dağıtmağa kalkışmaları üzerine gençler hep bir ağızdan, “Atatürk izindeyiz”, “Taksim’e gideceğiz, çelenk koyacağız”, “Ata’mızı bekleyeceğiz” diye bağırarak Yeni Camii’nin kapısının önüne çekilmişlerdir. Polisler ile gençlerin karşılıklı itişmeleri sırasında konuşmayı yapan gencin ve bayrak taşıyan bir diğeri ile birlikte iki genç polisler tarafından gözaltına alınmıştır.
Yeni Camii kapısının merdivenlerine biriken gençler, burada, “Olur mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu?” marşını söylemeğe başlamışlardır. Bu arada olay yerine Emniyet Müdürü Haydar Özkın ile Hazır Kuvvet ekipleri gelmiştir. Emniyet Müdürü Haydar Özkın, gençleri yatıştırıcı bir konuşma yapmış, dağılmalarını istemiş, aralarından seçecekleri üç kişilik bir grubun Taksim’e çelenk götürebileceklerini söylemiştir. Buna karşılık gençler, arkadaşlarının polisler tarafından hırpalandığını, gözaltına alındığını, bayraklarının elinden alınıp yırtıldığını belirtmişlerdir. Bu arada Öcal Okay adlı öğrenci, arkadaşlarına hitaben heyecanlı bir konuşma yapmıştır. Gençler, Emniyet Müdürü’nün, konuşan arkadaşlarının yakalanması emrini verdiğini duyunca, gösteri yaparak polisleri kınamağa başlamışlardır. Bu nedenle Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT) Genel Başkanı Alp Kuran ile polisler arasında tartışma olmuştur. Bu arada Öcal Okay ile birkaç genç daha polisler tarafından gözaltına alınmıştır.
Saat 23.15 sıralarında Emniyet Müdürü, gençlerle yine konuşmuş, dağılmalarını istemiştir. Emniyet Müdürü ile görüşen gençlerden bir grup aralarından beş kişilik bir temsilci seçerek Taksim Anıtı’na çelenk götürme imkânını sağlamışlardır.
Saat 24.00’e doğru dağılan gençlerden bir grup Beyazıt’taki Hürriyet Meydanı’na gelmişler, İstanbul Üniversitesi bahçesindeki Atatürk Anıtı önünde saygı duruşunda bulunmuşlardır.
Öte yandan olaylar sırasında yaralanan Öcal Okay, Taksim İlk Yardım Hastahanesi’nde tedavi edilmiştir.
Bu olaylar sürüp giderken ellerinde meşaleler bulunan İTÜ’lü gençlerden bir grup da Taksim’deki Atatürk Anıtı’nın bulunduğu yere gitmiştir. Gençler, Mustafa Kemal Atatürk’e olan bağlılıklarını belirttikten sonra anıtın çevresinde nöbet tutmaya başlamışlardır.
Eminönü Meydanı’ndaki olaylar sırasında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle nöbetçi savcı tarafından Nuri Yazıcı (Stajyer avukat), Hıdır Yüksel (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi), Kenan Ergenç (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi), İrfan Atabek (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi), Mustafa Yıldırım (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Metin Sarı (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi), Orhan Atılgan (Stajyer doktor), İhsan Doğaner (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi), İrfan İnanöz (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Niyazi Demircan (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi) Tuna Öztemur (İTÜ), Atilla Salt (İTÜ), Öcal Okay (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Bozkurt Nuhoğlu (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi) adlı gençlerin ifadeleri alınır ve serbest bırakılır.
Olaylardan sonra, Vali Vefa Poyraz ile görüşen TMTF ikinci başkanı Cavit Savcı ve TMGT Genel Başkanı Alp Kuran, gençlerin bir yürüyüş yapmak üzere harekete geçmediklerini, amaçlarının sadece Taksim Anıtına bir çelenk koymak olduklarını ifade etmişlerdir.
Atatürk anıtına yapılan saldırıyı kınamak için TMTF’na mensup gençler, 8 Nisan 1966 Cuma gecesi, saat 22.45’te, İzmir’de de Basmahane’den ellerinde meşaleler ve büyük bir bayrak olduğu halde sessiz bir şekilde yürüyerek Cumhuriyet alanına gelmişler ve burada heykele bir çelenk koyduktan sonra nöbet tutmağa başlamışlardır. Nöbet sabaha kadar devam etmiştir.
Atatürk heykeline yapılan saldırıyı kınamak amacıyla TMTF tarafından, 9 Nisan 1966 Cumartesi günü İstanbul’da düzenlenen gösteri, Amerika ve Adalet Partisi Hükümeti karşıtı bir durum almış, üniversiteli gençler, caddelerde, “ Yaşa yaşa Devlet Paşa, Dolarla geçti başa ” ve “ Yanke Go Home ” diye bağırmışlardır.
“Atatürk’e bağlılık yürüyüşü”, saat 11.00’e doğru, dün gece polis tarafından yırtılmış Atatürk portresi ellerinde olduğu halde saat 11.00’e doğru, İstanbul Üniversitesi avlusundaki Atatürk ve Gençlik Anıtı önünde toplanmaya başlayan gençler tarafından başlatılmıştır. Bütün öğrenci kuruluşlarının gönderdiği ve üzerinde “Sana uzanan eli kırarız” yazılı çelenkler anıta konduktan sonra marşlar söylenmiş ve Atatürk’ün Bursa Nutku okunmuştur.

Dün geceki olaylar anlatıldıktan sonra üniversitenin içine gidilerek Hukuk ve İktisat Fakülteleri anfilerindeki öğrenciler gösteriye davet edilmişlerdir.
Prof. Sulhi Dönmezer, hemen dersini kesmiş ve dışarı çıkmıştır. Fakat İktisat Fakültesi birinci sınıfında ders vermekte olan asistan Feridun Özgü çıkmayınca öğrenciler de dışarı çıkamamışlar, bu yüzden öğrenciler arasında olaylar olmuş, asistan öğrenciler tarafından şiddetle yuhalanmıştır. Sonunda ders kesilerek bütün öğrenciler gösteriye katılmışlardır.

Tekrar avluda toplanan gençlerin ellerinde, “Kuvvetimiz inancımız”, “Bu topraklar Atatürkçülere vatan, art düşüncelilere mezar olacaktır”, “Komünizme lanet, dilimizde kelime-i şahadet”, “Gafillerin başına vur Allah aşkına”, “Sosyalist yalan söylemez ama yalanı kendi imal eder”, “Hangi komünist ülkede grev var”, “Vietnamcılar Türkistan’dan ne haber”, “En büyük hürriyet milli hakimiyettir”, “Yine en önde, yine en ilerdesin” yazılı pankartlar olduğu görülmüştür.
Saat 12.00’de toplantıyı açan TMTF ikinci başkanı Cavit Savcı, geceki olayı anlattıktan sonra: “Pek çok söz söylenebileceğini, konuşmalar yapılabileceğini” söylemiş ve “Bizleri hangi tedbirler olursa olsun susturamıyacaklardır. Bizler yeni bir 28 Nisan yaratacak güçteyiz. Ata’ya yapılan saldırılar aynı şiddetle karşılık grecektir. Kaybedecek vaktimiz yok. Atatürk’ün Bursa Nutku, yürüdüğümüz ülkücü devrimci yoldur” diyerek sözünü Atatürk’ün Bursa Nutku’nu okuyarak bitirmiştir.

TMGT Genel Başkanı Alp Kuran da, yayınladığı bildiriyi gençlere okuduktan sonra geceki olaylara geçmiş ve özetle şunları söylemiştir: “Şeriatçılık hortlatılıyor. İzmir’deki olay irticaın hortlatılmasıdır. Ata’nın heykeline uzanan eller, son yılların devrimlere taviz veren zihniyetin ürünüdür. Türk gençliği Türk ulusu artık uyutulamaz, susturulamaz. Memleketi peşkeş çekenlere karşı gençlik sonuna kadar savaşacak ve başarıya ulaşacaktır. Düşük iktidarın artıkları arasında dünkü olayların tertipçiliğini aramak yerinde olacaktır. Türkiye aleyhtarı kuvvetleri bugün melun yuvalarına yani yurt dışına çıkarılacaktır.”
Üniversite bahçesinde “Castro Nuri” adı ile tanınan eski öğrenci liderinin (Nuri Yazıcı), yaptığı konuşmada, özetle, şunları söylemiştir:

“Kırıyorlar heykelini kırılası eller Mustafa Kemal, yurdunu kurtardığın için. Dövüyorlar beni Mustafa Kemal, seni sevdiğim için, halkı sevdiğim, halktan yana olduğum için dövüyorlar. 
Atatürkçülük demek milli bağımsızlık demek, milli ekonomiden yana olmak, milli güce dayanan milli orduya sahip olmak, milli sanayiden yana olmak, bağımsız adliyeye sahip olmak, milli iradenin tecelli etmesi demektir. 
Sırtını yabancı sermayeye dayayan hükümet hiç bir zaman milli iradeye dayanamaz. 
İkili antlaşmalarla memleketimiz yer yer işgal edilmiştir. 6. Filoyu kovuncaya kadar savaşacağız. 
Biz yabancılardan emir alan iktidar istemiyoruz. Amerikalıların temsilcilerini istemiyoruz. Milli hükümet istiyoruz.”

Yapılan bu konuşmalar, öğrenciler üzerinde büyük etki yapmış, yol boyunca bu etki devam etmiştir.

Saat 13.00’e doğru Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi Merkez Binası bahçesinden yürüyüşe geçen gençler, arka kapıdan çıkmışlar, Vezneciler Bozdoğan Kemeri altına geldikleri zaman Süleymaniye Camii’ni görmeye giden Amerikan 6. Filosuna mensup erleri taşıyan 3 otobüs ile karşılaşınca birden galeyana gelmişlerdir.
Dar bir sokakta içi Amerikan askerleri ile dolu otobüsleri gören gençler, ilkin, “Yuh” çekmişlerdir. Daha sonra, “Ne Amerika, ne Rusya, bağımsız politika”, “Yanki Go Home”, “Amerikalı defol” diye bağıran gençler, otobüslere tükürmüşler, Amerikan askerlerine yumruk sıkmışlardır. Burada durum gerginliğe dönüşmüş, fakat TMTF yöneticileri, taşkınlık yapan gençleri yatıştırmışlardır.

Öğrenciler, “Morrison Süleyman, yolculuk ne zaman” diye tempo tutarak yürürken, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi önünde, Toplum Zabıtası Müdürü Yaşar Okçuoğlu eylem yapan öğrencilerin önlerine çıkmış, yürüyüşlerinin kanunsuz olduğunu bildirmiştir.

Toplum Polisi Müdürü Yaşar Okçuoğlu, “Copluları dinlemiyoruz. İzindeyiz Atatürk” bağırışları arasında susturulmuştur. Bozkurt Nuhoğlu adındaki genç, megafonla arkadaşlarına hitap ederek, “Hiçbir kuvvetin kendilerini durduramayacağını, fakat toplum Zabıtası Müdürü’nün sözlerini sukünetle dinlemelerini” söylemiştir.
Yaşar Okçuoğlu: “Vali adına, Toplum Zabıtası Müdürü olarak yürüyüşünüzün kanunsuz olduğunu size ihtar ediyorum, dağılın” demiştir.
Gençler, konuşmayı yuhalıyarak, “Biz tanırız eskiden, coplar çıktı yeniden” sözleri ile yürüyüşe devam etmişlerdir. Bu arada, Harbiye Marşı ile sık sık Gaziosmanpaşa Marşı’nın 27 Mayıs çevirisini söyleyen gençler, “Ne Amerika, ne Rusya, bağımsız politika”, “Gericiler kahrolsun” diye bağırarak Beyazıt’ta Turan Emeksiz’in anıtı önüne gelmişler ve buradaki saygı duruşunda, “Yüzbin Turan geliyor” demişlerdir. Gençler, İstiklal Marşı’nı söyledikten sonra, “Amerika, Amerika, döndüremezsin Vietnam’a”, “Amerika’lı defol, Türkiye Türk’lerindir”, “Gençlik geliyor”, Millet gençlik ele ele” diye bağırarak Çarşıkapı’ya gelmişlerdir.
Divanyolu’nun Cağaloğlu’na dönen bölümünde yer alan Toplum Polisi arabasından gençlere megafonla: “Vali Bey’in emri var, yolunuz Sultanahmet’ten geçecek, bundan sonraki yürüyüşlerinizde de bu yolu takip edeceksiniz” diye seslenilmiştir. Öğrenciler buna rağmen, “Olur mu böyle olur mu?” marşını söyleyerek Cağaloğlu’ndan yollarına devam etmişlerdir.
Cağaloğlu’ndan geçen gösterici gençler, Vilayet önünde, “Vali istifa”, “Vefa Poyraz çok yobaz” diye bağırmışlar, Türkiye İşçi Partisi binası önünde de Parti lehine tezahürat yapmışlardır.
Sirkeci meydanından geçerlerken halk kendilerini alkışlamıştır. Bu sırada meydana bakan yazıhanesinin penceresinden gençleri izleyen AP’den ayrılan Burhan Apaydın ile kardeşi Orhan Apaydın’a da lehte tezahürat yapılmıştır.
Gençler, “Ne Amerika, ne Rusya, bağımsız politika”, “Gericiler kahrolsun” şeklinde tezahürat yaparak Eminönü’ne geçmişlerdir. Yürüyüşlerine devam eden gençler, Galata Köprüsü ve Bankalar caddesinden gelmişlerdir. Bankalar caddesinden Amerikan Konsolosluğu’na giden yolda emniyet kuvvetlerinin çok sıkı bir barikat kurması dolayısıyla Konsolosluğun önünden geçememişler, Tünel yoluyla İstiklal Caddesi’ne çıkmışlardır. Rus Konsolosluğu’nun önünde “Ne Rusya, ne Amerika bağımsız politika” diye bağıran üniversiteli gençler, Amerikan Haberler Merkezi önünde bir süre, “Bayrak, bayrak” diye bağırmışlardır. TMTF ikinci başkanı Cavit Savcı, yürüyüşe katılanlara hitap etmiş ve “Kendilerini istemediğimiz insanlardan niçin bayrağımızı asmalarını istiyoruz? Asmasınlar” demiştir.
Bu arada gençlerden bazıları, Amerikan Haberler Merkezi’nin camlarını taşlamışlardır. Gençler, AP İl Merkezi’nin önünden geçerken de “Yuh” çekmişler ve “Morrison Süleyman, yolculuk ne zaman?” diye bağırmışlardır.
Yürüyüş Taksim’e kadar sakin geçmiş, yol boyunca rastlanan Amerikalı denizciler, güvenlik kuvvetleri tarafından ara sokaklara gönderilmiştir.
Marşlar söyleyerek Taksim’e gelen gençler, Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde iki dakikalık saygı duruşunda bulunarak bir meşale yakmışlardır. Meşalede, “Membalarında dolar” olduğunu iddia ettikleri dört gazete tutuşturulmuştur. Gençler anıta, “Sana uzanan eller kırılacaktır” yazılı bir çelenk bırakarak sessizce dağılmışlardır.
Gençlerin “Dağ Başını Duman Almış” marşını söyleyerek geçtikleri yollar boyunca evlere, müesseselere Türk bayrakları asılmış ve vatandaşlar, gençleri alkışlamışlardır.
İstanbul’daki bu hadiseler üzerine İstanbul Limanı’nda bulunan 6. Filo’ya mensup gemilerdeki Amerikalı subay ve erlerin izinleri kaldırılmıştır.
İstanbul’da bu gösteriler olurken, Atatürk heykeline yapılan saldırıyı kınamak için Başkent Ankara’da düzenlenen gösteri sessiz geçmiş ve kısa zamanda dağılmıştır. Saat 13.00’de başlayan gösteride halk, Hürriyet Meydanı’ndaki Atatürk heykeli etrafında toplanan gençleri sessizce seyretmiştir.
Gösteri, saat 13.30’da başlamış ve TMTF ikinci başkanı Hüseyin Günday’ın daveti üzerine Atatürk için iki dakikalık saygı duruşunda bulunulmuş, ardından gençler Gaziosmanpaşa Marşını, “Olur mu böyle olur mu, kahrolası gericiler, bu vatan size kalır mı?” şeklinde değiştirerek bir kaç kere söylemişlerdir.
Adalet Partisi Gençlik Kolları, İkinci Kuvayı Milliye Derneği, TMTF, TMGT ve bazı öğrenci dernekleri, gruplar halinde Zafer Meydanı’na gelmişler ve toplu halde İstiklal Marşı söyleyip, saygı duruşunda bulunduktan sonra dağılmışlardır.
Ayrıca, TİP de bir heyet halinde gelerek bir çelengi anıta bırakmıştır.
İzmir’de de baltayla saldırılan ve yıkılmak istenen Atatürk Anıtı’nda üniversiteli gençler, sabaha kadar nöbet beklemişlerdir.
Gençler, nöbet sırasında meşalelerin yakılması için Belediye Başkanı’na başvurmuş ve olumlu cevap alamayınca da Güney Deniz Saha Komutanı Tümamiral Kemal Kayacan’dan yardım istemişlerdir. Amiral Kayacan, meşalelerin yakılmasını sağlamıştır.
Bir basın toplantısı düzenleyen TMTF İzmir Bölge Temsilcisi Yalçın Dağgüden ile diğer öğrenci kuruluşları, Amiral’ın bu davranışından ötürü “Orduya şükran ve bağlılıklarını” bildirmişlerdir.
İzmir’de Atatürk heykeline yapılan saldırıyı kınamak için, Beyazıt ve Taksim’de eylem yaptıkları gerekçesiyle “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu”na muhalefet suçlarından Nuri Yazıcı, Hıdır Yüksel, Kenan Ergenç, İrfan Atabak, Mustafa Yıldırım, Metin Sarı, Orhan Atılgan, İhsan Doğaner, İrfan İnanöz, Niyazi Demircan, Tuna Öztimur, Atilla Salt, Öcal Okay ve Bozkurt Nuhoğlu adlı öğrenciler hakkında dava açılır.
Bu eylemlerin hemen ardından 28-29 Nisan 1960 olaylarının 6. yıldönümü dolayısıyla TMTF, TMGT, Türk Kadınlar Birliği ve 27 Mayıs Devrim Derneği tarafından 28-29 Nisan olaylarının yıldönümü dolayısıyla düzenlenen “Ata’ya Ulusal Bağlılık Nöbeti”, 28 Nisan 1966 Perşembe günü öğle üzeri başlatılmıştır.
28 Nisan olaylarının altıncı yıldönümü Ankara, İstanbul ve İzmir’de düzenlenen çeşitli törenlerle anılmış, yapılan konuşmalarda 28 Nisan olaylarına yol açan zihniyet, emperyalizm ve Türkiye’yi sömürenler lanetlenmiştir.
İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği (İÜTB) tarafından düzenlenen toplantıda bir konuşma yapan Numan Esin, “Gelecek, zaferlere gebedir” demiş, 27 Mayıs’ın hedefine ulaşamadığını belirterek, “Türkiye’nin artık gerçek bağımsızlık savaşına başladığını, gençliğin bir toplumculuk yaratma peşinde olduğunu söylemiştir. İstanbul Üniversitesi Rektörü Ekrem Şerif Egeli de, 28 Nisan’ın “aydınlar seferberlik günü” olarak ilan edilmesini teklif etmiştir.
27 Mayıs Fikir Kulübü ile İstanbul Üniversitesi İktisatçılar Fikir Kulübü’nün Beyazıt’ta düzenledikleri toplantıda Akşam Gazetesi Genel Yayın Müdür Doğan Özgüden, avukat Nihat Türel, Türkiye Milli talebe Federasyonu (TMTF) ikinci başkanı Cavit Savcı, Doçent İdris Küçükömer, İlhan Selçuk birer konuşma yapmışlardır.
Devrim gazisi Hüseyin Onur, olayların gençliği, 27 Mayıs öncesine doğru ittiğini söylemiştir.
27 Mayıs Fikir Kulübü Başkanı Dr. Memduh Eren de, “Bu vatana hiyanet edenleri ipten de beteri bekliyor. Onlar atların kuyruklarında sokak sokak süründürüleceklerdir” demiştir.
Bağımsız bir dış politika isteyen Nuri Yazıcı (Kastro Nuri), “Kanli katil Johnson. Benim Adana’mdan, benim Mersin’mden defol. Çürük gemilerini, çürük peynirlerini, çürük teyyarelerini de al istemiyoruz. Al da başına çal ve defol git memleketimizden” demiştir.
Çeşitli yerlerde yapılan anma törenlerinden sonra gençler Taksim’de toplanmışlar, 15 gündenberi devam etmekte olan “Atatürk’e Ulusal Bağlılık Nöbeti”nin bitirilmesi dolayısıyla TMTF tarafından düzenlenen toplantıda konuşan TMTF ikinci başkanı Cavit Savcı, güçlerini Atatürk’ün dirketiflerinden aldıklarını, söylemiştir. Daha sonra, “TMTF 1966 Turan Emeksiz Armağanını” kazanan Muammer Aksoy ile Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya armağanları verilmiştir.
Nuri Yazıcı, 26 Ocak 1967’de, İstanbul Barosu’na başvurarak avukatlığa başlamıştır.
İstanbul Limanı’nda bulunan Amerikan 6. Filosu’nu kınamak amacıyla İstiklâl Caddesi’nde gezen Amerikalı askerlere, 16 Temmuz 1968 Salı gecesi, çata-pat ve mürekkep atılır. Bu eylemler nenediyle Nuri Yazıcı, Sadettin Güven, Yusuf Güven, Kemal Ortaç ve Yusuf Baha Gürcan gözaltına alınmıştır.
1969 yılında Adalet Partisi (AP) tarafından Demokrat Parti (DP) eski yöneticilerinin siyasi haklarını iade etmek amacıyla hazırladıkları yasa önerisi TBMM’ne getirilir. Zaten hepsi affedilmiş ve hiçbirisinin cezaevinde bulunmadığı DP’li eski yöneticilerin siyasi haklarının verilmesi meselesinin istismar edilmemesini isteyen CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, bu teklife olumlu oy vereceklerini açıklar. Yoğun tartışmalar yapılır. Öyle ki, Silahlı Kuvvetler’in müdahale edeceği iddiaları bu günler sürekli toplumun gündemindedir. 27 Mayıs 1960 ihtilaline ve onun getirdiklerine sahip çıkan kişi ve kurumlar, tepkilerini değişik yolla dile getirirler.
28 Nisan 1960 ve 27 Mayıs 1960 olaylarının içinde gençlik önderi olarak yeralanlardan, Hüseyin Onur, Nuri Yazıcı ve Raif Ertem “28 Nisan Gençliği Adına” imzaladıkları bir basın bildirisi yayınlarlar. Şu anda hiçbirisi hayatta olmayan bu üç şahsın, 27 Nisan 1969 Pazar günü, yayınladığı basın bildirisi şöyledir:
“Son tutumuyla sayın İnönü ve yakınları tamamen karşı devrimin içine girmişlerdir. 27 Mayıs devriminden hemen sonra ‘Atatürk devrimlerinden rütuş yapılması gerektiğini söyliyenler bugün gerçek yerini almışlardır.
Artık anlaşılmıştır ki: sayın İnönü’nün arap harflerini bırakıp latin harflerini yazmaktan başka devrimciliği kalmamıştır. Bu kadro CHP’ni de Atatürk partisi olmaktan çıkartmıştır. CHP bugün başsız ve yöneticisiz kalmıştır.
Zaten 28 Nisan ve 27 Mayıs olaylarında da İnönü ve etrafı devrimci görünmesine rağmen aslında ters bir rol oynamaktadır. Meclislerde söylenen devrimci sözler gelen hareketi durdurmağa güçleri yetmediği içindir. Olayların gerçek yüzünü yakında açıklayacağız.
27 Mayıs suçluların af edilmesi diye bir konu yoktur. Zaten onlar af edilmişlerdir. Hapishanelerde bugün bir kişi dahi kalmamıştır. Hatta eski DP’liler düşünmedikleri nimetlere kavuşturulmuşlardır.
Son olay, 27 Mayıs devrimine gizliden karşı olanlarla açıktan karşı olanların birleşmesidir. Yıllar boyu halkı aldatarak yaptıkları mavuzaaların ortaya çıkmaması için yeni bir oyun daha ortaya koymaktadırlar. Bunlara dayanarak devrimci güçleri tasfiye edenler herhalde yaptıkları hataları anlamışlardır.
Türk devrimcileri, Atatürk devrimini yürütmek kararındadırlar. Onun geriye götürülmesi şöyle dursun, duraklamasına dahi tahammül edemezler.
Türk devrimci çizgisinden saptırıldığı, Anayasa çiğnendiği takdirde 1960 öncesi savaşını yapan Türk aydını, 28, 29 Nisanı yapan Türk gençliği, 27 Mayıs’ı yaratan Türk ordusu elbette varlığını gösterecektir. Kimsenin şüphesi olmasın.”
İkinci bir 27 Mayıs özlemi içindedirler. Bunun için çaba göstermektedirler. Fakat, tersi olur. 12 Mart 1971’de askeri muhtıra verilir. 27 Mayıs 1960 Anayasası, “Türk halkı için lüks bulunarak” değiştirilir.
Nuri Yazıcı, 12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonra “Bomba Davası” ve “Sabotaj Davası” diye bilinen davalar nedeniyle tutuklanmış, yargılanmış ve uzun süre hapishanede kalmış, işkence görmüştür.
Avukatı Alp Kuran, bu davalar nedeniyle yaşanan bir olayı şöyle anlatmıştır:
“İşkence gördükleri her hallerinden belliydi. Tutukevinde, yasalara aykırı olarak, birer hücreye kapatılmışlar, ihtilâttan menedilmişlerdi. Talât Turhan, içinde gece gündüz lamba yanan rutubetli bir zindana kapatılmıştı. Hücrede zehirli hayvanlar ve akrepler vardı. Aynı hücreye daha sonra Avukat Nuri Yazıcı atılmış, kendisini akrep sokmuş, hayatı zor kurtarılmıştı. Sayın Talât Turhan ise, hücresindeki akreplerden birini canlı olarak yakalamış, bir kutuya koymuş, Komutana sunulması dileğiyle görevlilere teslim etmişti.”
Serbest bırakıldıktan sonra Nuri Yazıcı’nın durumu gördüğü işkence nedeni ve yaşadığı olaylar nedeniyle her açıdan kötüleşmiştir. Sağlık sorunları giderek artmış, geliri azalmıştır. Bunların yarattığı ruhsal çöküntü nedeniyle içki ve sigaraya daha çok bağımlı hale gelmiştir.
Nuri Yazıcı’ya ayrıca “ Bomba Davası ”nda birlikte yargılandığı arkadaşları tarafından, “tutarlı davranamadığı” gibi bazı eleştiriler yöneltilmiştir. Üst üste yaşadığı olayların yükünü kaldıramayan, göğüsleyemeyen Nuri Yazıcı, giderek ümitlerini kaybeder. Süreç içinde yalnızlaşır.
Bozkurt Nuhoğlu, bu konuda şunları anlatmıştır: “ Kastro Nuri, ince, orta boylu ve sürekli ağzında sigara bulunan birisiydi. Sigaradan sigara yakardı. Sigarası söndüğü zaman ‘Bana bir ateş ver’ derdi. O zamanlar şarap içiyorduk. Nuri Yazıcı bu konularda çok titizdi. Bizim kahvehanelerde oturmamıza ve içki içmemize müthiş derecede karşı çıkan bir adamdı. Kahvehanelerde, meyhanelerde görünsün bize hemen oralardan çıkartırdı. Kendi de asla içki içmezdi. Allah rahmet eylesin. Benim arkadaşım, sevgili dostum, hocam Nuri Yazıcı çok hüzünlü bir şekilde hayatına son verdi. 1960’ın intikamını, hesabını devletin şer güçleri ondan sordular. 12 Mart döneminde çok ağır işkenceler gördü. Müthiş iradeli, sarsılmaz, boyun eğmez, bir bakıma her şeye karşı anarşist ruhlu adam 12 Mart’taki işkencelerden sonra yenildi ve teslim oldu. Cezaevinden çıktıktan sonra alkole başladı. Uzun müddet alkol serüveninden sonra hayatını kaybetti.”
“Kastro Nuri” diye anılan Nuri Yazıcı, 30 Ağustos 1987 Pazar günü, uzun süredir tek başına yaşadığı Çayeli’ne bağlı Maden köyünde ölmüştür.

Nuri Yazıcı ile birlikte aynı okulda okumuş, birlikte aynı eylemlerde yeralmış Raif Ertem, 27.11.1997 tarihinde yayınlanan yazısında, “ Nuri Yazıcı kahrından öldü ” demiştir.

Sosyal mücadeleler tarihi her zaman istenildiği gibi olmuyor ve ne yazık ki, bazan, çok acı örneklerle de karşılaşılabiliyor. Nuri Yazıcı’yı sevgiyle anıyorum.