26 Kasım 2016 Cumartesi

Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları BÖLÜM - 2



Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları  BÖLÜM - 2



ASLAN BULUT
09.11.2010

Şevket Kazan, 'Milli Görüş Hareketi’nde meydana gelen ayrışmaların perde arkası'ndaki olayları anlatıyor...


Boyuna Amerika ile fakslaşıyorlar

Abdullah Gül’ün danışmanı Murat Mercan’ın sekreteri, Amerika ile yapılan Abdullah Gül ile ilgili fakslaşmayı, Şevket Kazan’a haber verince işinden kovuldu Gazeteci Yavuz Selim’in 'Milli Görüş Hareketindeki Ayrışmaların Perde Arkası: Yol Ayırımı' kitabında Şevket Kazan anlatıyor:


-Abdullah Gül, hiçbir zaman Refah Partisi için çalışmadı. Hep kendisi için çalıştı. Erbakan Hoca, Abdullah Gül’e Politik Araştırma Merkezi diye bir merkez kurdurmuştu. Dış ilişkilerden sorumluydu ya, Refah Partisi’ni Avrupa’ya, elçiliklere tanıtacağı yerde, sadece kendisini tanıttı. Danışmanı olan Murat Mercan, ki aynı zamanda Melih Gökçek’in danışmanıydı, Amerika’ya boyuna fakslar gönderiyormuş. Oradan da boyuna fakslar geliyormuş. Sekreteri de bir hanım kız. Bu hanım kızın annesi de benim hanımın arkadaşı. Annesine anlatmış, 'Böyle böyle, bunlar devamlı Amerika ile fakslaşıyorlar, hep Abdullah Gül’ün propagandasını yapıyorlar' demiş. Hanım da bana söyledi. Ben de 'Belki yanlış tespit etmiştir. Öyle bir şey varsa, bir gün o fakslardan bir tanesinin fotokopisini alsın, sana getirsin, ben de göreyim' dedim. Kızı yakalıyorlar ve işine son veriyorlar. Şimdi Amerika’da kendisini tanıtan bir kitap bastırmış...


Refahyol Hükümeti’nde, Türk Cumhuriyetleri’nden Sorumlu Devlet Bakanlığını biz almıştık. Gül, Türk Cumhuriyetlerine bir tek seyahat yapmıştır, o kadar. Aklı, fikri Amerika’daydı. Bir de Amerikan Elçiliği’nde ne vardı, bilmiyorum, oradan hiç çıkmazdı!

Bana 'Tayyip Erdoğan’ın bu gizli çalışmalarını daha önce hiç fark etmediniz mi!' diye sordular... Anlattım, 'Evet, fark ettim' dedim... Milli Selamet Partisi zamanında, Korkut Bey olayında Tayyip Bey, Korkut Bey ile birlikte hareket etmişti. Ama o zaman gençti!


Bülent Arınç da Erbakan Hoca’nın arkasından konuşmuş, iki şey söylemiş. Ben sadece birini söyleyeceğim, diğerini söylemeyeceğim. 'Lider dediğin Özal gibi olur. O şortla askeri teftiş etti. Hayatta olsa gider onun şortunu öperdim' demiş. Bir lider böyle mi değerlendirilir? Şu Irak’taki harekat sırasında Türkiye’yi İslâm dünyasına düşman haline getiren hareketlerin başındaki lider Özal değil miydi? Türkiye’yi bu faiz batağına sokan yolun buldozeri Turgut Özal değil miydi? Türkiye’yi IMF’ye teslim eden Turgut Özal değil miydi? Türkiye’yi bugün kalkınamaz hale getiren, bu yolları açan, bütün bunların müsebbibi Özal değil mi? Türkiye’yi batıran Özal değil mi?


Tayyip Erdoğan’ın eski bir konuşma kasedini getirmişlerdi, kasette konuşuyor, hanımla evde oturduk, dinliyoruz. Hanım şahittir, Allah da şahittir. Yerimden kalktım, 'Yahu, işte sen busun, Niçin ’Değiştim’diyorsun oğlum! Niye ’Ben buyum’demiyorsun?' diye haykırdım. Hayır hayır, bunun aklını Abdullah Gül çeldi. Tabii kendisine yol açmak için.

Lütfü Esengün anlatıyor:


-Biz hükümetteyken, İran, Afganistan ile ilgili bir konferans düzenlemişti Tahran’da, 29 Ekim 1996’da... Abdullah Bey, Velayeti’nin davetine rağmen, o konferansa gitmedi. Başbakanımız Erbakan Hoca, o konferansta Türkiye’yi temsilen beni görevlendirdi. İran ile Amerikan münasebetleri 1996’da çok gergindi. Dolayısıyla Amerika’nın gözünden düşmemek isteyen bir politikacının, herhalde İran’da bir konferansa katılmaması gerekirdi. Sebebini sonradan öğrendik; Abdullah Bey’in o konferansa katılmaktan imtina etmesi, Amerika ile olan münasebetlerine bir halel gelmemesi içinmiş. Abdullah Bey’de böyle endişeler eskiden beri vardı.


-Bu arkadaşların bizden ayrılmalarını ben 1978 kongresine, o kongre öncesi Korkut Özal’ın yaptığı faaliyete kadar götürüyorum, ki gerçek de budur. Bu arkadaşların büyük kısmı önce Korkut Bey’le başlayıp, sonra Turgut Özal ile devam eden Özalcılık cereyanına mensuptur Tayyip Bey ile de Abdullah Gül ile de İsmail Kahraman ile de Birlik Vakfı’nda beraber olduğu daha birçok isimle de Korkut Bey’in her zaman çok yakın münasebeti olmuştur.
Bu yenilikçi hareketin en önde gelen ismi, İsmail Kahraman’dır. Bu işi organize eden, başını çeken, ama hiçbir zaman önde görünmeyen, hep perde arkasında kalmayı beceren İsmail Kahraman’dır, Birlik Vakfı’dır, Birlik Vakfı mensuplarıdır, Azmi Ateş’tir. 

Süleyman Arif Emre anlatıyor: Tayyip Bey, böyle kişilerin etkisi altında, onlar tarafından tahrik edile edile bu noktaya itilmiştir. Bu aslında ne ideolojik bir harekettir ne başka bir şey. Bu, basit bir şahsi hizipçilik hareketidir. İnsanların doğuştan bir karakteri varsa, o kolay kolay değişmez, değiştirilemez. Mesela, Hz. Peygamber Efendimiz, Ebu Zerr Gıfari hazretlerine buyuruyor ki, 'Ya Ebu Zerr, sen sakın ha, iki üç kişi varsa bile lider olma, çünkü zayıf-ül kalpsin, tesir altında kalırsın.' Onun için değişmez... İyilere rast gelirse, iyilik üretilir; çevresini kötülerin alması  halinde, kriz veya bölünme üretilir.

Recai Kutan anlatıyor:


-AKP’deki arkadaşlarımız, teslimiyetçi bir anlayış içerisindedirler. IMF’cilerle, Dünya Bankası ile ilişki içinde olmak ayrı bir şeydir, onların telkinlerine ve empozelerine açık olmak ayrı şeydir...





Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi’nden fahri doktora ünvanını aldığı gün üniversitenin bahçesinde kızı ve eşiyle birlikte yukarıdaki hatıra fotoğrafını çektirmişti.

Gül, CFR’ye ev sahipliği yapıyor! 

Abdullah Gül, 2003 yılı Haziran ayında gizli dünya devletinin gizli hükümeti olarak bilinen CFR’nin Ankara toplantısına ev sahiplği yaptı. 

1921’de Yahudi finansör Cecile Rhodes’in kurduğu CFR’nin bugünkü 10 yöneticisinden ikisi Rockefeller ve Henry Kissinger... BM’yi, Dünya Bankası’nı, IMF’yi ve Dünya Ticaret Örgütü’nü de kuran CFR’nin asıl hedefi, dünyadaki bütün önemli kaynaklara sahip olarak tek dünya devletini kurmak. CFR, sadece Amerika’da değil bir çok ülkede kabineleri belirleyebilen bir güce sahip
Abdullah Gül, CFR üyelerine Ankara’da bir yemek verdi. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (SAM) ev sahipliğini yaptığı yemek, Ankara Palas Devlet Konukevi’nde gerçekleşti. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, gizli dünya devleti girişiminin beyin takımı olduğu ortaya çıkan Dış İlişkiler Konseyi CFR’nin toplantılarına 1997 yılında da katıldığı öğrenildi. 

Abdullah Gül’ün Refah Partisi üyesi, RP-DYP koalisyon hükümetinin Devlet Bakanı olarak, 26 Şubat 1997’de New York’ta CFR’nin 'Yuvarlak Masa Toplantısı'na katıldığı anlaşıldı. Abdullah Gül’ün katıldığı toplantının konusu 'Refah Partisi ve Türkiye’nin Dış Politikası' olarak belirlenmişti.  Bu toplantıyı, eski 'influence agent'lardan Matthew Nimitz yönetmişti! CFR (Council of Foreign Relations) I. Dünya Savaşı sonrası, 1921’de kuruldu. CFR bir Amerikan kurumu değildir. ’Güney Afrika Elmas Kraliçesi’olarak ünlenen Cecile Rhodes, Britanya İmparatorluğu’nun dünya egemenliğini sürdürmek için, 1910’larda 'Yuvarlak Masa' toplantıları düzenlemeye başladı. ABD ve İngiltere’nin üst tabakalarının dünya egemenliğini sürdürme çalışmaları böylece bir eşgüdüme kavuşmuştur.  Yuvarlak masa gruplarının düzenleyicisi Cecile Rhodes, çalışmaların sürdürülmesi için bir servet bırakmıştır. Clinton da Rhodes bursuna uygun görülenler arasındadır. Clinton’un yanısıra Türkiye’ye sık getirilip, 'demokrasi' ve 'ahlak' dersi verdirtilen Elliot Levitas ve NED yöneticilerinden Richard Lugar da Rhodes burslularındandır. CFR’ciler Türkiye’ye geldiler, gördüler, görüştüler, gittiler... Programı organize eden CFR’ci Ronald Asmus, 'Toplantılarımıza katılanlardan pek çok kişi şimdi ülkelerinde önemli görevler üstlenmiş durumda' dedi.
Nevzat Yalçıntaş Exeter Şatosu’nda beyin fırtınasına neden katıldı? 
İngiltere’de bir Exeter Üniversitesi vardır. İngiliz Üniversiteleri arasında 'Kürt Araştırmaları Enstitüsü' olan tek yüksek öğretim kurumudur. Exeter Üniversitesi’nde ayrıca Arap ve İslâmi Araştırmalar Enstitüsü de bulunuyor! Başında, Abdullah Gül’e fahri doktora unvanı veren Tim Niblock vardır. 
İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü Exeter Üniversitesi’nde eğitim görür. Ayrıca Arap ve İslâm Dünyası ile Kürtler hakkında uzmanlaşması gereken İngiliz ajanlar da bu üniversitenin hocaları tarafından eğitilir. Üniversite yayınlarında, Irak’ın kuzeyinden 'Irak Kürdistanı' diye söz edilir. Green Peace (Yeşil Barış) örgütü de Exeter Üniversitesi’nde bir laboratuvar sahibidir! 

Exeter Üniversitesi’nden mezun olan veya doktorasını burada yapan kişileri, daha sonra özellikle İslâm ülkelerinde önemli ekonomik ve siyasi kuruluşların başında veya devlet görevlerinde görmek mümkündür. Mesela İslâm Kalkınma Bankası’nın bütün önemli yöneticileri Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans veya doktora yapmıştır! Tabii buraya gönderilecek öğrencileri de kendi ülkelerindeki 'İslâmi kuruluşlar' seçer! 

İngiliz tarihinde kullanılan işkence aletlerinden biri 'Exeter Dükünün Kızı' olarak anılır.  
İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş  seneler önce İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın kendisini Londra’ya ve güneye Exeter Şatosuna davet ettiğini, burada medyanın demokrasiyi tahrip etmesi üzerine bir beyin fırtınasına katıldığını bir Meclis konuşmasında açıklamıştır.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi’nde iki yıl eğitim-öğretim görmüştür. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da Abdullah Gül’ün bu üniversiteden arkadaşıdır! 

Abdullah Gül’ün daha sonra siyasi hayatında kullanacağı özgeçmişe göre Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Sebahattin Zaim gibi hocalarının teşviki ve sağladıkları Milli Kültür Vakfı bursu ile 1976-1978 yıllarında Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe ile birlikte İngiltere’ye gönderilmiştir. Ancak bu bursun gerçekte Milli Kültür Vakfı Bursu değil, Amerikan Dışişleri Bakanlığı bursu olduğunu Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra biz ortaya çıkaracaktık. (Son bölümde bu konuyu tekrar ele alacağız.)
Gül, İngiltere’de İslâm ülkelerinde ileride görev alacak olan doktora öğrencileri ile sıkı bir arkadaşlık kurmuştur. Dönüşte Sebahattin Zaim’in daveti ile Sakarya Üniversitesi’nde görev almıştır. Doktora tezi, 'Türkiye ile İslâm Ülkeleri Arasındaki Ekonomik İlişkilerin Gelişimi' başlığını taşır. Tez hocası ise Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’tır! 

Abdullah Gül, 12 Eylül’den birkaç gün sonra evinden alınıp götürülür ve İstanbul’da Metris Askeri Cezaevi’ne kapatılır! 

Çıktıktan bir süre sonra merkezi Cidde’de olan ve 48 İslâm Ülkesinin üye olduğu İslâm Kalkınma Bankası’nda diğer Exeter mezunu arkadaşları ile birlikte ekonomi uzmanı olarak görev alır. 

İslâm Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğu, Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yapmıştır. Harry Potter serisinin yazarı Joanne Rowling, Exeter Üniversitesi’nde, Fransızca ve klasik edebiyatlar okumuştur! 

Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Tutulmaz Exeter Üniversitesi’nde kamu yönetimi yüksek lisansı yapmıştır.  
Exeter Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ian Markham’ın 'Said Nursî’nin başarısı: Hakikat ve Hoşgörü' başlıklı bir makalesi vardır! Yani bu üniversite 'dinlerarası diyalog'un kurgulanmasında da vardır. 

Markham, Exeter’de ilahiyat dalında öğretim görevlisidir. 

İçişleri Bakanlığı, birçok kaymakam adayını Milli Güvenlik Akademisi eğitiminden sonra Exeter Üniversitesi’ne göndermiş ve burada dil eğitimi almasını sağlamıştır. Halen Türkiye’de, özellikle Güneydoğu ilçelerinde görev yapan birçok kaymakam ve vali yardımcısı Exeter’de doktora yapmıştır! 
Yüksek yargı organlarından da tetkik hakimleri Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimine gönderilmektedir! 
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Abdullah Gül, görüldüğü gibi özellikle ABD ve İngiltere’nin derin devleti ile yakın ilişkiler içinde olan bir kişidir.





..

Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları BÖLÜM --1




Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları  BÖLÜM -1



ASLAN BULUT
09.11.2010


Amerika ve İngiltere Abdullah Gül’den yana


İngiltere’nin Chatham House kuruluşu Çanakkale Boğazı’nın işgal edildiği gün Abdullah Gül’e ödül veriyor. CFR ise Tayyip Erdoğan’ı gözden çıkardı...
Bugün 9 Kasım 2010! İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “Chatham House” yani Kraliyet Uluslararası İlişkiler ödülü veriyor. Kraliçe 2008’de de Gül’e Büyük Şövalye nişanı vermişti. 

Ödülü veren kuruluşun, Sevr Antlaşması’nın hazırlanmasında katkısı olması bir tarafa, 9 Kasım tarihinin İngilizler için bir anlamı var. Kendi incelemelerimiz ve değerlendirmelerimize geçmeden, olayı izah eden ki önemli yazıdan bahsederek başlayalım...

Müyesser Yıldız, odatv.com.’daki yazısında bu konuyu incelerken şu bilgileri verdi: 

“Chatham House, nesmen 1920 yılında kuruldu. İlk yöneticileri de Paris Barış Konferansı, açıkçası Sevr’i hazırlayan ekipten şu iki isimdi; İngiliz Propaganda Bakanlığı’dan Robert Cecil ve siyasi-istihbarat bölümünden Orta Doğu uzmanı, halen Ermeni soykırım iftiralarına dayanak yapılan Mavi Kitap’ın editörü Arnold J. Toynbee...

Chatham House’dan 1 yıl sonra ABD’de de CFR-Dış İlişkiler Konseyi kurulur. CFR için, ‘Chatham House’ın kızkardeşi’ denir.. 

9 Kasım’ın İngilizler için ne anlamı var?

Chatham House ödülünün sponsorlarının, ‘İngiliz ve ABD petrol şirketleri, BAT (British-American Tobacco) ve bazı finans kuruluşları’ olduğunu da vurguladıktan sonra bir başka noktaya geçelim. 9 Kasım’ı mercek altına alalım. Ne tesadüf; Sevr’in çağdaş versiyonlarını, ‘demokrasi, hak ve özgürlükler’ kılıfıyla önümüze koyan AB’nin 2010 İlerleme Raporu da o gün açıklanacak!.. Bakalım hangi yeni dayatmalar, pardon ‘reformlar’ gelecek?!..

Ancak bugünün, neredeyse Chatham House’la yaşıt tarihi bir önemi daha var.
9 Kasım 1918, İngilizlerin Çanakkale Boğazı’nı işgali ve dahi İskenderun’la, Antakya’ya asker çıkardığı gündür!..” 

BM Genel Sekreterliği ve Cumhurbaşkanlığı

Açık İstihbarat sitesinde yayınlanan konu ile ilgili incelemede ise mesele İngiltere ve Amerika açısından ele alındı.

İngiliz devletinin Abdullah Gül’e yönelik özel teveccühü bilinir.
Kraliçe II Elizabeth, kendisini 2 yıl önce İstanbul Boğazı’nda demirlettiği İngiliz donanmasına ait HMS İllustrious savaş gemisinde “huzura” çağırmış, Abdullah Gül de “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” sıfatı ile bu davete anında icabet etmişti. (İstanbul’un işgali sırasında aynı yere demirleyen İngiliz gemisinin adı da HMS idi) 

Abdullah Gül, egemen bir ülkenin Cumhurbaşkanı olarak bu davetin sembolik değerini önemsemedi ve eşini yanına alarak Kraliçe Elizabeth’in huzuruna çıktı...
“Majestelerinin” mesajı bununla da kalmadı. 

İngiltere’ye önemli hizmetler yapmış, “adanmış kişilere” takılan “Knight Grand Cross of the Order of the Bath” nişanını Gül’ün yakasına kendi elleriyle taktı ki bu nişan, üç kraliyet tacı ve “Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk” ifadesini hatırlatan güneş sembollerinden oluşmaktadır.



‘Cumhurbaşkanlığından uzak dur’ mesajı...

İşte bu İngiliz devleti, bu Abdullah Gül’ü bugünlerde yine onore etmeye çalışmakla meşgûl.

(...)  2012 yılında yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı seçimi için Tayyip Erdoğan niyetini açıkça ortaya koymuşken, Abdullah Gül bu konuda nasıl bir tavır içinde olacağına ilişkin henüz renk vermedi. 

Ancak, gerek görev süresinin tartışmalı hale gelmesinden, gerek ‘Başkanlık sistemi’ tartışmalarından son derece rahatsız olduğunu değişik vesilelerle bildirdi. 

Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı konusundaki heveskârlığını açıkça belli ettiği sırada, birileri Abdullah Gül’ün ‘BM Genel Sekreterliğine getirileceği’ söylentisini ortaya attı. 
Vadedilen makam ne kadar prestijli olursa olsun, bu ‘görev dağılımı’ belli ki ne Abdullah Gül’ün, ne de kendisini Exeter Üniversitesi’nde yetiştirip şövalye nişanı takmış olan İngiltere’nin hoşuna gitti! Böyle bir görev önermesi ile Gül’e “Cumhurbaşkanlığı’ndan uzak dur” mesajı veriliyordu çünkü...

ABD ve İngiltere kimi istiyor?

İşte Chatham House bu gelişmeden sonra devreye girdi ve Irak, Kıbrıs, Ermenistan” gibi zorlama gerekçelerle (ki mutlaka Türk Milleti’nin bilmediği katkıları da olmuştur) Abdullah Gül’e ödül verilmesi kararlaştırıldı.  
Londra’da yaşanan bu gelişmeler, kuşkusuz Tayyip Erdoğan-Cemaat-Washington cephesinden de dikkatle izlendi. 
2 Kasım 2010 tarihli Zaman gazetesinde Abdülhamit Bilici, “Obama Erdoğan’a Küstü mü?”başlıklı bir yazı kaleme aldı. 
Washington’da Tayyip Erdoğan’a karşı bir hoşnutsuzluğun yükselmeye başladığına dikkat çeken Bilici, ‘İlk ikili ziyaretine Türkiye’den başlayarak önemli bir jest yapan Obama’nın hayal kırıklığı yaşadığını, hatta Başbakan Erdoğan’a kızgın olduğunu söyleyenler olduğu gibi, bugünlerde Washington’daki favori ismin Cumhurbaşkanı Gül olduğunu dillendirenler de var’” diye yazdı. 

Murat Yalçıntaş ve Ergenekon

Şu bir gerçek ki Washington ve Londra, 2012’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri ile sizlerden ve bizlerden daha yakın ilgileniyor...
Bir soru da şu:
Abdullah Gül’e yakınlığı ile bilinen Ankara Emniyet Müdürü’nün bir süre önce tutuklanmasının ve yine Gül’ün Exeter Üniversitesi’nden ‘ekol arkadaşı’ olan Nevzat Yalçıntaş’ın oğlu Murat Yalçıntaş’ın bir rüşvet olayı iddiasıyla tutuklanmasının...
Gül’ün uzun Ergenekon tutukluluklarına itiraz etmeye başlamasının...
Washington ve Londra merkezli bu süreçlerle ve de Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik güç savaşlarıyla ilişkisi var mıdır?” 

Milli Görüş hareketindeki ayrışmaların perde arkası

Gazeteci Yavuz Selim’in”Milli Görüş Hareketindeki Ayrışmaların Perde Arkası: Yol Ayırımı” kitabında ise ilginç bilgiler veriliyordu: 
Hani Tayyip Erdoğan, Bozüyük’teki köşkte Halis Toprak ile de görüşmüştü ya. Meğer ilişkiler çok eskilere dayanıyormuş... Halis Bey, Erbakan Hoca’ya da nüfuz etmiş birisiymiş... 

Bülent Arınç, Fazilet Partisi’ndeyken aday listelerinin nasıl hazırlandığını anlatıyor:
-Kimisi Halis Toprak’ı devreye soktu, Balgat kanalından listenin başına geçti. Kimisi Melih Gökçek kanalından geldi, listenin başına geçti!

Mehmet Bekaroğlu anlatıyor:

-Daha Refah Partisi kapanmadan Talat Halman, Fazilet Partisi kapanmadan da Güneri Civaoğlu, Milliyet gazetelerinde yazdıkları makalelerinde, Milli Görüş partilerinin kapatılmasının yetmeyeceğini, mutlaka bölünmesi gerektiğini söylediler; hatta nasıl bölüneceğini de ifade ettiler. Güneri Civaoğlu, 24 Eylül 1998 tarihli yazısında, bölünme konusunda Sayın Erdoğan’a bir misyon da yüklemektedir. Nitekim gelişmeler bu doğrultuda oldu. Bölünme, öngörüldüğü gibi bir proje olarak adım adım gerçekleşti.

SP Genel Başkanı

Recai Kutan anlatıyor:
-Abdullah Gül, FP döneminde Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısıydı. Dolayısıyla, özellikle dış ülkelerin temsilcilikleriyle, elçilikleriyle en yakın ilişkide olan bir arkadaş idi. Sonradan aldığımız intiba o ki, Gül’e karşı özel bir ilgileri ve sempatileri varmış. Bunu daha sonraları çeşitli vesilelerle gördük. Bizimle beraber çalıştığı dönemde bu durumdan herhangi bir gocunmamız da olmamıştır. Fakat sonradan Amerikalı makamların, “Acaba hangi isim bizimle en iyi uzlaşma halinde olabilir” diye özellikle seçim yaptıklarını ve Gül’e özel bir ilgi gösterdiklerini hissettik. 

G. Fuller  ile gizlice görüştü

Peki nereden geliyor Abdullah Gül’ün İngiltere ile bunca sıkı fıkılığı? Tarihçesine kendi incelemelerimizi hatırlatarak bir göz atalım. 
1995 yılında İstanbul’da bir Kafkaslar Toplantısı düzenlenmişti! Toplantıda gazeteci olarak bulunuyordum. Ünlü CIA görevlisi Graham Fuller de oradaydı. Kendisinden bir röportaj talebim oldu, kabul etmedi. 
Ertesi gün, Yenişafak gazetesinde Graham Fuller ile yapılmış bir röportaj çıktı! Bunun üzerine istihbarat servisleri ile diyaloğu iyi olan bir muhabire görev verdim. Graham Fuller, konferanstan ayrıldıktan sonra nereye gitmiş ve kimlerle görüşmüştü? Bunu araştırmasını istedim. Kısa bir süre sonra bilgi geldi: Graham Fuller, Topkapı’daki Yenişafak gazetesine gitmiş, röportajdan sonra o zaman gazetenin üst katında bulunan Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda Abdullah Gül ile görüşmüştü!  
Yıllar sonra bu durumu Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a “Neden böyle oldu? Bu kadrolar, nasıl böyle birdenbire değişim gösterdi? Siz, hepsinin hocası olarak onların bu değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorduğumda şu cevabı aldım: 
“Bu arada önemli husus şudur: Maya çok mühim bir şey. Mayasız ekmek olmaz. O cevher sizde yoksa, ekmeği yapamazsınız.” 
DSP’nin çökertilmesi sırasında Abdullah Gül ABD’de idi. İki kişiyle görüştü: CFR’nin beyni Morton Abramowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Mark Grossman!
Tayyip Erdoğan da daha RP Beyoğlu İlçe Başkanı iken, Morton Abramowitz ile görüşmüş ve CIA’nın önemli şeflerinden Graham Fuller ile temasa geçmişti. Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens ve CIA görevlisi Kenny Bob ile de görüşüyordu! 
312-2’den aldığı cezanın onanmasından bir gün sonra 28 Eylül 1998’de, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, Tayyip Erdoğan’ı makamında ziyaret ederek, “Bu tür gelişmeler, Türkiye demokrasisine olan güveni azaltır” demiş ve Erdoğan’a destek vermişti!  
Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan ile görüştüğü de basına yansıdı. Erdoğan’ın “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği de alenen yazıldı tekzip de edilmedi.   
Abdullah Gül de bir taraftan İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi veriyordu!  
Londra Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Türkiye Uzmanı Dr. Andrew Mango, Abdullah Gül’ün sık sık ABD ve İngiltere’ye giderek görüşmeler yaptığını açıklıyordu! 
CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda Türkiye’de artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve “ılımlı İslâm”a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürüyordu! Fuller, “Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağı ve Yenilikçi Hareketin ılımlı İslâma liderlik yapacağı”nı söylüyordu! 

Sonunda, dediği gibi de oldu. Tayyip Erdoğan gayrimeşru bir ara seçimle TBMM’ye sokuldu, AKP’nin başına getirildi. Bu arada kendisine Abdullah Gül vekalet etti. AKP’nin parti programı, yerel yönetimlere otonomi vermeyi öneren gizli bir CFR memorandumundan aynen kopyalanıp hazırlanmıştı. AKP, CFR’nin verdiği gizli programla kurulmuştu! Bunu yayınladığımız halde yargı organları harekete geçmedi! 




..

İFTİRACI OBAMA KAFKASYA İLE OYNAMA







İFTİRACI OBAMA KAFKASYA İLE OYNAMA


Mustafa ÖZTÜRK
Gündeme Bakış
İnceleme

Anadolu, stratejik önemi çok büyükama zor bir coğrafyadır. Burada ebedikalmamızın birinci şartı, Kıbrıs’ta,Kerkük’te, Kafkasya’da ve Batı Trakya’da da dik durabilmektir. Coğrafyamızın bu ön hatlarında tavizveren, geri adım atan, yani çıkarlarını savunamayanbir Türkiye’nin Anadolu’da özür yaşamaşansı yoktur. Bu bakımdan, Karabağ’daki Ermeni işgalini sadece Azerbaycan’ın sorunu olarak görmekçok yanlış, bir o kadar da tehlikelidir.Soydaşlarımızın yaşadığı sözünü ettiğimizyerler, Anadolu’yu koruyan etten duvarlardır. 

Sarıkamış, Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar şehit ve gazileri arasında bu Türk yurtlarından koşupgelen yiğitler hiç de az değildir. 

Onları unutmamalıyız.

Türkiye, egemen ve özgür bir ülkedir. Bu bakımdan, tüm iç ve dış sorunlarla ilgili politikalarınıkendisi belirlemeli, ABD ve AB’nin küresel çıkarlarının aleti olmamalıdır. Elbette, Türkiye,küresel güç merkezlerini her zaman hesaba katacaktır, katmalıdır; ancak onların diledikleri şekilde oynayacakları bir piyon olmamalıdır.

Bu konuda, Türkiye’nin AB üyesi olmak uğrunaverdiği tavizleri hatırlatırız. Meselâ, Türkiyeyasalardan doğan haklarını kullansaydı, bugünGüney Kıbrıs Rum Yönetimi, AB üyesi olabilir miydi?
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni Türkiyedestekledi. Şimdi Irak’ın ne vaziyette olduğunuve Türkiye’ye olumsuz etkilerini herkes görüyor.

ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyaretide duyarlı insanlarımızı çok üzdü.

YUMUŞAK DİKEN OBAMA

Adı Hüseyin, rengi siyah diye kendisineumut bağlayanlarımız olmuştu. Başkan seçilmesidevrim sayılmıştı. Seçim propagandası sırasında söylediği, “Ermeni soykırımını tanıyacağı” taahhüdünübile duymazdan gelmiştik. Onun gizli birMüslüman olduğunu söyleyenler oldu. ABD’nin Türkiye’deki imajını düzeltmek üzere Türkiye’yegelecek denildi. Geldi. Kedimizi okşadı, sevindik.Meğer kedi okşanarak imaj düzeltiliyormuş.
TBMM’de konuşturduk, ayakta alkışladık.Bakınız, ne dedi Obama ve neleri alkışladık? Bizi sevdi mi, dövdü mü siz karar verin:
1915 olaylarıyla ilgili fikirlerim değişmedi.Tarihinizle yüzleşin. Ermenistan’a sınırı açın.Birleşik Kıbrıs’a razı olun. (KKTC tarihe karışır, Türkler azınlık olur.)
Kuzey Irak’taki yerel yönetimi tanıyın.Heybeliada Ruhban okulunu açın.Tabii bunlar, diplomatik bir üslupla söylenensözlerdir. Yumuşak bir üslupla söylendiği
için de bazı milletvekillerimiz anlamı ikinci planaatıp ayakta alkışlamışlardır. Nezaket ve ilginin Obama’yı etkileyeceği ve Türkiye için olumlu
düşünmesini sağlayacağını uman safdiller de olmuşturmutlaka. Ama biz böyle düşünmüyoruz. Milletimiz de böyle düşünmüyor. Milletin vekilleri olanlar, mutlaka,  milletin duygu, düşünce ve onurunu yansıtmalı. Adam, Yüce Meclis’te tarihimize saldırıyor, tüm millî dalarımızla ilgili beyanda bulunup ukalalık yapıyor, aykırı fikirlerini empoze ediyor, sayın milletvekillerimiz ve medyamız da ayakta alkışlıyor.
Söyler misiniz, bunların kaçı Obama’ya 1915’in gerçeğini anlattı? Kaç kişi “ Önyargılı olmayın.

Bizi de dinleyin. Biz de çok acı çektik. Bizim de pek çok ölümüz var. Birkaç yüz bin Ermeni’nin oyu için Türkiye’yi satmayın.” diyebildi? İlgili devlet adamlarımız Obama’ya Türkiye’nin tezlerini ne kadar anlattılar, etkili olabildiler mi, bunları bilemeyiz. Ancak şunu biliriz ki kendi tarihî gerçeklerini anlatamayan milletler,
haklarını koruyamaz ve mahkûm edilirler; suçsuz olsalar bile. Obama’yı çok güzel ağırladık. Ondan beklentimiz, 24 Nisan konuşmasında “soykırım” sözcüğünü kullanmaması… ABD, Türkiye’yi gözden çıkaramaz, diye umduk, yorumlar yaptık. Bakalım neler söylemiş, alkışlarımız yararlı olmuş mu? İlgili bölümü aktarıyorum: “94 yıl önce, 20’inci yüzyılın en büyük katliamlarından biri başladı. Her yıl Osmanlı imparatorluğunun son günlerinde 1,5 milyon Ermeni’nin katledilmesi veya ölüme yürümesini anıyoruz…/… Hiçbir şey, ‘büyük felâket’ ile kaybedilenleri geri getirmez…/… Bugün, dostluk, dayanışma ve derin saygı duygularıyla her yerdeki Ermenilerin  yanlarında duruyorum.” Milletimize karşı ölçüsüz bir kinin ve hakikate karşı çok taraflı bir tutumun ifadesi olan bu sözleri alkışlayacak bir Türk evladı ve haysiyetli bir tarihçi düşünemem.

Bakıyoruz, İngilizce “soykırım” sözcüğü yok ama daha ağır olan Ermenice “Meds Yeghern” sözü var. O kullanılmış. Bu da ‘büyük felâket” anlamına geliyor. 
Ermeniler arasında İsa’nın çarmıha gerilmesi, büyük felâket diye adlandırılıyor. Öyle anlaşılıyor ki 1915’te meydana gelen olaylar, İsa’nın çarmıha gerilip öldürülmesine
benzetilmektedir. Bu çok ağır suçlamaya Obama, Ermenice bir kelimeyle ve onların bakış açılarını da benimseyerek katılmış oluyor. Obama, 1,5 milyon Ermeni’nin katledildiğini söylüyor ki çok büyük bir iftiradır. Çünkü, o yıllardaki Ermeni nüfusu, Batılı tarihçilere göre zaten 1,5 milyondur. Bunlar öldürüldüyse, bugün yaşayan milyonlarca Ermeni nereden geldi?

Obama tarih bilmiyor. Tek yanlı propaganda kitapları okumuş. Hâlbuki ciddi ve tarafsız kitaplar okumuş olsaydı, 1915 olaylarının karşılıklı bir çatışmadan başka bir şey  olmadığını anlayacaktı. Obama, Türkiye’yi hiç önemsemediğini gösterdi. Böylece, Türkiye ziyaretinin bir taktik gezisi olduğu ortaya çıktı. Türk milletine iftira atan Obama, başkanı olduğu devletin sicilini hiç sorgulamıyor: Irak’ta 1,5 milyon Müslüman’ı kimler katletti?

ABD, Irak’ta ne arıyor?

Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atıp bu kentleri canlı bırakmayıp yok eden ve nükleer çöle çeviren; kitle imha silahlarını mazlum uluslar
üzerinde deneyen kimdir? Meçhul bir gezegenden gelen yaratıklar mı? ABD’nin bu yüz kızartıcı eylemleri, kendileri açısından zafer sayılmaktadır.
Çünkü, emperyalizmin vicdanı yoktur. Obama’nın yüzü gibi vicdanı da kara çıktı.
Eski ABD başkanları bu kadar ölçüsüz olmamışlardı. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye-ABD ilişkileri bozulmaya devam edecektir.
Düşünelim ve şu soruyu yanıtlamaya çalışalım: ABD nasıl bir dosttur ki Türkiye’yi, Türkiye’nin sınırlarını tanımayan bir ülke olan Ermenistan’la anlaşmaya zorlar? Böyle bir garabet dünya tarihinde görülmüş müdür?

Ermenistan, 1921’de Kars Antlaşmasıyla belirlenen sınırı kabul etmiyor, Türkiye topraklarının geniş bir bölümünü de “Batı Ermenistan” sayıyor. Ağrı dağımızın resmini de devlet arması yapmışlar. Soykırım iddialarını ve Karabağ işgalini sürdürüyorlar. Bunlar Ermenistan devlet politikasının değişmez  kalın çizgileridir. Bunu heptekrarlıyorlar. Böyle bir devletle neyi konuşacak, hangi ilkede anlaşacaksın? Ermenistan’ın geri adım atmadığı konuların hangisinde Türkiye taviz verebilir? Bu, mümkün mü? Galiba, ABD bunu mümkün görüyor. ABD, Ermenistan’ı iyice yanına çekmek için Türkiye’yi tavize zorlamaktadır. Bir beklenti de Türkiye’nin Azerbaycan’ı ikna etmesi. İşte bu zor. Çünkü, Azerbaycan uyanıktır.

CAN AZERBAYCAN’I ANLAMALIYIZ

AB’den “Ermenistan sınırını açın.” talepleri geliyordu. Sonra duyduk ki İsviçre’nin Bern şehrinde gizli görüşmeler başlamış. “Türkiye, Ermeni soykırımı yapmadı.” diyenlere ceza kesen İsviçre’de… Neler konuşulduğunu dünya biliyor, Türk halkı bilmiyor. Sonra Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün Erivan ziyareti. Dünya alkışlıyor bizi. Zevkten dört köşe oluyoruz. İyi bir şey yapmamış olsak neden alkışlasınlar. Gelişmeler baş döndürüyor. Hayali bile imkânsız şeyler oluyor, “Ermenilerden özür dileme kampanyası” başlatılıyor. Belli ki Türk toplumu bir kıvama sokuluyor, bir yerlerde tezgâhlar kurulmuş. Sonunda ABD Başkanı Obama’nın 24 Nisan konuşmasına saatler kala, Türkiye Dışişleri Bakanlığı Ermenistan’la önkoşulsuz anlaştığımızı açıklıyor. İsviçre arabulucu olmuş, bir yol haritası yapılmış, her iki taraf da kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık
kalmışlar.

Anlaşmada bir açıklık, netlik yok veya biz bilmiyoruz. Kim ne verdi, ne aldı? Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan; “Şunu özellikle vurguluyorum: Ankara’ya taviz vermedik. Türklerle hiçbir zaman Azerbaycan ve Karabağ konularını konuşmadık.” dedi. Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan da diyor ki “Dağlık Karabağ işgali sona ermedikçe Türkiye Ermenistan sınırı açılmayacaktır.” Sayın Başbakan’ın açıklaması içimizi rahatlatsa da yüreğimize oturan kuşku bulutunu dağıtmıyor. 

Yapılan anlaşmayı görmeden de dağılmayacak.Azerbaycan’ı rahatsız eden nedir? “Bir millet iki devletiz” diyen bir ülkede sinirler birden ve
neden gerildi?

İkna olması imkânsız görünen Ermenistan, nasıl ikna edildi? Yoksa Türkiye taviz veya tavizler verdi de mi anlaşmaya razı oldular?

Madem demokratik ve özgür bir ülkede yaşıyoruz, bu soruların cevaplarını bilmek hakkımızdır. Söz konusu Türkiye-Ermenistan anlaşmasında
Azerbaycan çıkarlarına aykırı bir husus mevcut ise, bunu Azerbaycan da Türkiye kamuoyu da kabul etmeyecektir. Çünkü iki ayrı devlet olsak da  aynı milletin evlatlarıyız.

Türk ülkücüsü nesiller, yüz yıldır “Türk birliği” diye yanıp tutuşuyor. Sovyetlerin dağılması ve yeni Türk devletlerinin ortaya çıkması, Türk birliğin
hayalden hakikate taşımaya başlayan önemli bir olaydı. Yıkılan gönül köprüleri yeniden kurulurken Azerbaycan’ın önemi ortaya çıktı. 
Bakü işgal edildiğinde Türkiye’de yapılan mitingleri hatırlayalım. O mitingler, Anadolu Türk’ünün Azerbaycan sevgisini gösteren canlı ve somut kanıtlardır. 
Bu yüzden, Anadolu Türkleri ve özellikle millî şuura sahip aydınlar ve gençler, Azerbaycan’ın zerre kadar incinmesine razı olmazlar.
Azerbaycan’la ters düşmek, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik çıkarlarına aykırıdır. Türkiye bu hatayı yaparsa, enerji konusunda köprü olma konumunu
kaybetme yanında Ortaasya Türk Cumhuriyetleri nazarındaki saygınlığını da tamamen yitirecektir.
Türkiye’nin Kafkasya politikasının temeli, Türkiye-Azerbaycan dostluğudur. Sadece çıkara dayanmaz, iki ülke halkının ortak dil ve gönül birliğine dayanır. 
Bu sebeple, Azerbaycan’a başka bir devlete yaklaşır gibi yaklaşamazsınız. Çünkü, Azerbaycan samimiyet bekler. Bugün, Türkiye’nin Ermenistan politikasını
ABD-AB güdümlü politikaları alkışlama görevi olanlar dışında kimse onaylamıyor. Türk milliyetçileri kesinlikle karşı çıkıyorlar. Çünkü Türkiye’nin de Azerbaycan’ın da çıkarlarına aykırıdır. Azerbaycan’ı anlamalıyız. Topraklarınızın yüzde yirmisi Ermenistan’ın işgalinde olsaydı ve Azerbaycan da Ermenistan’la bir yol haritası üzerinde anlaşsaydı, siz ne yapardınız?


Mustafa ÖZTÜRK,
BİLĞİYURDU DERGİSİ 13 CÜ SAYISI

***


HAYDİ HAK ARAMAYA GİDİYORUZ GELİRMİSİNİZ.!


HAYDİ  HAK ARAMAYA GİDİYORUZ GELİRMİSİNİZ.!




Tüketici Birliği Başkanı Deniz: 

'' Birilerinin cebine girmekte olan milyonlarca lira para var ''


Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Av. Bülent Deniz elektrik faturalarının hukuka uygun olmadığını belirtti. Vatandaşlara da önemli uyarılar yapan Deniz “Her abone geriye doğru ödemiş olduğu 10 yıllık kayıp kaçak bedeli için dava açmalıdır. Vatandaşlar hakkını almaktan geri kalmasın. Birilerinin cebine girmekte olan milyonlarca lira para var” diye konuştu.

,


Tüketici Birliği Başkanı Deniz: 'Birilerinin cebine girmekte olan milyonlarca lira para var'



















Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Av. Bülent Deniz HUKUKİ HABER’e konuştu.

Deniz, hukuki olmayan düzenlemelerle vatandaşın mağdur edildiğini söyledi. Elektrik faturaları için gerekli yargı işlemlerinin başlatıldığını söyleyen konfederasyon başkanı EPDK Başkanı'nın yaptığı açıklamaların samimi olmadığını belirtti. 

İşte Deniz’in Hukuki Haber'e özel yaptığı açıklamalar: 

SAMİMİYSE VATANDAŞLARIN PARALARINI VERSİNLER

Eğer EPDK Başkanı samimiyetini ispatlamak istiyorsa 2014 yılı Aralık ayında Hukuk Genel Kurulu tarafından verilmiş olan kayıp kaçakla ilgili kararın gereğini yerine getirmeli. Geriye doğru ödenmiş olan kayıp kaçak bedellerini abonelerin talebini beklemeksizin iadesi için formül üretmelidir.


'KAYIP KAÇAĞI ADETA LEGALLEŞTİRİYOR'

Ancak EPDK Başkanı bunu yapacağı yerde kayıp kaçağı adeta legalleştiriyor. Faturaları kamuoyundan kaçırmak için Vergi Usul Yasası’na aykırı bir şekilde çeşitli kalemleri tek bir kalem adı altında birleştirerek vatandaşın fatura tutarı hakkında bilgi sahibi olmasını engelliyor.

FATURALAR VERGİ USUL YASASI’NA UYGUN OLMALI

Şuandaki faturaların şeffaf hale getirilmesi lazım. Yani dağıtım hizmet bedeli içerisinde kayıp kaçak bedeli ne kadar, iletim bedeli ne kadar, kar oranı ne kadar, gibi detayların Vergi Usul Yasası’na da uygun şekilde şeffaflık politikasına göre gereği yapılmalıdır. Bütün bunları yapmadan ‘vatandaşın bir kuruşunu bile getirmeyeceğiz’ demeyi sadece kamuoyunun yanıltmaya yönelik yeni bir beyan olarak görüyoruz.

VATANDAŞIN ÖDEDİĞİNİ BİLME OLANAĞI YOK

Vatandaş Elektrik faturasında şikayetçi, zam oranını dahi bilmiyor. 6.8 diyen var. Yüzde 20 diyen var. Yüzde 38 diyen var. Vatandaş elektrik kullanıyor parasını ödüyor ancak nereye ne kadar ödediğini bilme olanağı yok!

BAKANLIK SESSİZ KALIYOR

Maliye Bakanlığı da bu duruma sessiz kalıyor. Çünkü vatandaşa gelen faturalar Vergi Usul Yasası’na göre gerekli detayları içermediği için yasaya aykırı.

ELEKTRİK FATURALARIYLA İLGİLİ GEREKLİ DAVALAR AÇILDI

Biz de davaya müdahil olarak katılma dilekçesi vereceğiz. Öngörümüz odur ki açılacak bu davada mahkeme usule ve yasaya aykırı olması nedeniyle faturaların iptaline karar verilecektir.  Bu takdirde yeni bir kaos ortaya çıkacaktır. Elimizdeki olan faturalar batıl hale düşecektir.

VATANDAŞIN MİLYONLARCA LİRASI NASIL TAHSİL EDİLECEK?

Elektrik hizmeti bir kamu hizmetidir. Vatandaşa şeffaf olmayan faturalar göndermek, vatandaşın yargı kararıyla hak ettiği paralarını ödemekten imtina etmek samimiyetten uzak bir yaklaşımdır. Hiçbir dağıtım şirketi ihaleden sonra almış oldukları veri tabanı hukuken uyumlu değil. Enerji Bakanlığı, EPDK ve tüketici örgütleri bir araya gelerek vatandaşın birikmiş olan milyonlarca lirasını nasıl tahsil edileceği konusunu önlerine bir mesele olarak koyması gerekiyor.

VATANDAŞLARA ÇAĞRI YAPIYORUZ ‘DAVA AÇIN’

2014 yılından beri sürekli vatandaşa çağrı yapıyoruz. ‘Her abone kendisi ile ilgili geriye doğru ödemiş olduğu 10 yıllık kayıp kaçak bedeli için dava açmalıdır.’  Sadece tüketici değil ticari işletmelerde paralarını geri alabilirler. Vatandaş hakkını almaktan geri kalmasın. Birilerinin cebine girmekte olan milyonlarca lira para var. Ancak insanları adliye kapılarına dizmenin, mahkemeleri boğmanın bir anlamı yok. EPDK gerçekten bir üst kurulsa, vatandaşla perakende şirketlerin nasıl uzlaştıracak mesele olarak düşünmek zorundadır.

HUKUKİ HABER - ÖZEL