8 Ağustos 2016 Pazartesi

12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 1





12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 1





Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU 
Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İİBF. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi. 
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl: 2012/ 2, Sayı:16 
Journal of Süleyman Demirel University Institute of Social SciencesYear: 2012/2, Number:16 


   Siyasal Hayatımızda Çatışma Çözümüne Bir Başarı Örneği 



ÖZET 

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan iki kutuplu dünya düzeninde Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan tehdit, toplumsal değişim ihtiyacı, tek parti zihniyetinin sürdürülemezliği ve demokratik ülkeler safının ön şartı olarak altı ay içinde çok partili siyasal hayata geçmiştir. Ancak tek partinin otoriter politikacıları, kurumları ve bürokratları bir muhalefetin yaşamasını imkânsız hale getirmişti. Bu süreçte Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, iktidar ve muhalefet partileri arasına tarafsız olarak girmiş ve muhalefetin de iktidar kadar yasal olduğunu belirten, 12 Temmuz Beyannamesi’ni yayımlamıştır. Bu makalenin amacı siyasi tarihimizde iktidar muhalefet ilişkilerinin kilitlendiği durumlara bir başarı örneği olarak gösterilen, 12 Temmuz Beyannamesi’nin önemini ve siyasal etkilerini analiz etmektir. 


Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, 12 Temmuz Beyannamesi, İsmet İnönü, DÖRTLÜ TAKRİR, 



Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU 
Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İİBF. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi. 


GİRİŞ 


II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yenidünya düzeninde, Türkiye’de gerek dışarıda gerekse içeride yeni bir siyasal yapının kurulma zarureti artık ertelenemez hale gelmişti. Bu nedenle Türkiye kısa sürede çok partili siyasal hayata geçmiştir. Ancak buna siyaset, bürokrasi hatta halk bile hazır değildi. Örneğin, İsmet İnönü’nün liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) için, çok partili siyasal hayat Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) gibi muvazaalı bir muhalefet isteği olarak görülüyordu. Demokrat Parti (DP) ise hem halkın gazını almaya yönelik muvazaalı bir parti, hem de Batı’nın demokratik ülkeleri sınıfına dâhil edilme koşulu olarak görülmekteydi. Ancak Demokrat Parti’nin Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi aktif liderleri, halkın kararlı tutumu, uluslar arası koşullar ve kendiliğinden değişen iç dengeler nedeniyle süreç, İnönü ve CHP için istenildiği gibi gitmemiştir. Bu çıkmazda yayımlanan 12 Temmuz Beyannamesi ile İsmet İnönü, gerek bu baskılar ve gerekse 1945 yılından sonra başlayan çok partili siyasal hayatı kurumsallaştırmak adına, ulusal ve uluslararası konjonktürün de etkisiyle muhalefeti korumaya alır .“ Ne iktidarı 
devirmek isteyen bir muhalefet partisi ne de muhalefeti boğmak isteyen bir iktidar” düşüncesiyle iktidar ile muhalefetin arasına bir hakem gibi girer. 
Bu durum hiç şüphesiz Türk siyasal hayatı için daha önce siyasi baskılarla kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TPCF) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası ile karşılaştırıldığında oldukça önemli bir tarihi başarıdır. Bu nedenle 12 Temmuz 1947 tarihli beyanname, Türk Siyasal hayatının temel taşlarından biri olarak görülmektedir. Çalışma süresince TPCF, SCF ve DP muhalefetleri karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. DP’nin önceki partiler gibi kapatılmamasının ve 12 Temmuz Beyannamesi’nin CHP, DP ve Devlet üzerindeki etkilerinin ve 
öneminin ne olduğu araştırma soruları cevaplandırılmaya çalışılmıştır. 


I. ÇOK PARTİLİ SİYASAL HAYATA GEÇİŞ DENEMELERİ (1923-1945) 


29 Ekim 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in ilanından önce, Kurtuluş Savaşı sırasındaki önceliğin ülkenin kurtarılmasında görülmesi ve henüz iktidar nimetlerinden maddi ve manevi olarak yararlanıl (a) maması gibi nedenlerle iktidar-muhalefet mücadelesi başlamamıştır. Ancak cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra CHF ve TpCF olarak iki rakip siyasal düşünceyle bu mücadele ortaya çıkacaktır. Çünkü CHP, iktidarı kendinden başka kimseyle paylaşmayacak ve on yıl içinde devletle tamamen bütünleşecektir. 


I.a Terrakiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması (17 Kasım 1924) 

23 Nisan 1920 yılında, I. TBMM açıldıktan sonra, vatanın bağımsızlığı ve ülkenin işgalden kurtarılması her şeyin üstünde görüldüğünden dolayı, meclisteki gruplaşmalar henüz karşılıklı bir cepheye dönüşmemişti. 

Birinci TBMM dönemine baktığımızda, Kurtuluş Savaşı’nı yapanların, TBMM, Başkomutanlık gibi bir “ Millî temsil ” üzerinde uzlaşmışsalar da, savaş sonrası Türkiye’sinin toplumsal, kamusal alan düzenlenmesinin, dinin yerinin ve halifelik gibi siyasi kurumların ne olacağı konularında Birinci ve İkinci Grup’ların uzlaşamadığı görülmektedir. 

Birinci Grup’un temel düşüncesi (İttihat ve Terakkinin devamı olarak) devrimci, radikal, rasyonalist ve seçkinci bir zümre anlayışına dayanmaktadır. İkinci Grup (Prens Sabahattin ve muhafazakârların devamı) ise muhafazakâr eğilime sahip, hâkimiyet-i milliye ilkesinin tam olarak öne çıkmasını isteyen ve Osmanlının tadili ile devamının da mümkün olabileceğini savunan bir anlayışla1 Tek Adam’ın yetkilerini sınırlandırmaya yönelmiş ve zümre seçkinciliğine karşı bir politik anlayış ortaya koymuştur2. İkinci Grup mensupları TBMM’nin gerçek şurevi (görüşme, tartışma) fonksiyonu bulunmazsa, siyasî saltanatın şekil değiştirmekle beraber bu kez şahıs veya parti diktatörlükleri ile devam edeceğini savunmuş3 ve aslında hedefin Mustafa Kemal Paşa olduğu da iddia edilmiştir 4. 

Meclis’in yorgunluğu ve asıl önemlisi İkinci Grup’un, Birinci Grup’u zorlayacak kadar güçlenmesi üzerine, Mustafa Kemal liderliğindeki TBMM, seçim kararı almıştır. Haziran 1923’teki genel seçimlere girecek milletvekili adaylarının, bizzat Mustafa Kemal’in onayından geçerek belirlenmesi, İkinci Grubun temsilcilerinin tamamına yakının tasfiye edilmesiyle sonuçlanmıştır. 

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından hemen sonra başlayan iktidar paylaşımı sürecinde, Birinci Grup, Mustafa Kemal’in önderliğinde toplanıp Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) çatısı altında kurumsallaşmıştır (11 Eylül 1923). İkinci Grup ise, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele’nin öncülüğünde ve Kazım Karabekir başkanlığında 17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı (TpCF) kurmuşlardır. Ancak mutedil ve demokratik olma çabalarına ve İstiklal Mahkemeleri’nin 

TPCF’nin Şeyh Said isyanıyla herhangi bir ilişkisini kanıtlayamaması na rağmen TPCF, Bakanlar Kurulu kararı ile 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılmıştır. 

Böylece Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk Demokratik Siyasal hareketi sona ermiştir. 


1- Ahmet DEMİREL, Birinci Meclis’te Muhalefet, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 499; Süleyman Seyfi ÖĞÜN, “Türk Muhafazakârlığının Kültürel Politik Kökleri”, Türkiye’de Siyasi Düşünce Muhafazakârlık, Cilt:5, (Der. Ahmet ÇİĞDEM), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s. 539. 

2- Faruk ALPKAYA, “Kazım Karabekir”, Türkiye’de Siyasi Düşünce Muhafazakârlık, Cilt:5, (Der. Ahmet Çiğdem), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003b, s. 49. 

3- Emin KARACA, Birinci Meclis’te Muhalifler, Altın Kitapları, İstanbul, 2007, s.222. 

4- Osman DEMİRBAŞ, “Birinci TBMM’de İkinci Grup’un “Milletvekili Seçim Yasası’nın değiştirilmesine İlişkin Önergesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın Yurttaşlık Hakları”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ekim 2000-Mart 2001, s. 23–24. 


I.b. Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Ağustos 1930) 

Yaklaşık beş yıl süren muhalefetsizlikten sonra Mustafa Kemal, yeni bir parti kurulması için İstiklal Savaşı’nda önemli görevler almış, 1922 ve 1924 tarihlerinde iki kez başbakanlık görevinde bulunmuş ve partinin kurulacağı tarihlerde, Paris’te elçilik yapmakta olan Ali Fethi Okyar’a, 12 Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı (SCF) kurdurmuştur. Atatürk’ün iktidara geçecek bir parti değil de iktidarın yanlışlarını gösterecek muvazaalı, kontrollü bir parti olmasını istediği SCF, kurulduğu andan itibaren geniş halk kitleleri tarafından gerçek bir muhalefet partisi gibi algılanmış ve CHP karşıtı muhaliflerin toplandığı bir savunma menziline dönüşmüştür. Sitembölükbaşı’ya göre SCF’ye yönelen destek şu kesimlerden oluşmaktadır 5: 

TPCF’de olduğu gibi SCF’nin yöneticileri liberal görüşlü, CHP içinden çıkan ve devletle bağlantılı kimseler olmasına karşılık partiye destek verenler çoğunlukla 
geleneksel görüşlü, Mustafa Kemal’in yaptığı reformlardan hoşlanmayan ve CHP’nin politikalarından olumsuz etkilenen halk yığınları İdı. 

Kuruluşundan çok kısa bir süre içinde geniş halk ve aydın desteğine kavuşan SCF’ye yönelen desteğin gerekçesini Ağaoğlu ise şöyle değerlendirmiştir 6: 

Yoksulluk ve ağır bürokratik baskıdan bunalan insanların SCF'ye olan teveccühü 1930 yılının Ekim ayında yapılan belediye seçimlerinde meyve vermiştir. Bazı 
yörelerde SCF adaylarının seçimi kazanması CHP'lileri endişelendirmiştir. SCF'nin başarıları karşısında gerek mecliste gerek basında SCF'liler aleyhine eleştiriler in ve ithamların dozu artmaya başlamış, zaman zaman iftiralara kadar uzanmıştır. Tabiri caizse CHP'li bürokratlar, milletvekilleri ve gazeteciler belden aşağı vurma siyasetini tercih etmişler, siyasetin gerginleşmesine neden olmuşlardır. SCF'nin gelmiş olduğu nokta CHP'liler tarafından yalnızca kendi parti iktidarlarına yönelik bir tehdit olarak değil, doğrudan doğruya rejime yönelik bir tehlike olarak yorumlanmıştır. 

Bu algılama nedeniyle SCF ve taraftarları Resmi ağızlarca " Mürteci ", " Serseri ", " Saltanatçı ", " Rejim düşmanı ", " Vatan haini " gibi kavramlarla tanımlanması na neden olmuştur. 

Fethi Bey, Aydın, Manisa ve İzmir’i kapsayan Batı Anadolu seçim çalışmalarında halktan büyük destek görmüştür. 

Özellikle İzmir’de, CHP’lilerle çatışmaların yaşandığı ve İzmir Valisi’nin itirazına rağmen yaklaşık 50.000 kişinin katıldığı büyük bir miting yapılmıştır. Bir kişinin de öldüğü mitingde Fethi Bey, alana girinceye kadar gelenlerin kendisini protestoya mı yoksa desteğe mi geldiğini anlayamamıştır. Çünkü muhalefet bir kurtarıcı aramaktadır. 


5- Şaban SİTEMBÖLÜKBAŞI, Parti Seçmenlerinin Siyasal Yönelimlerine Etki Eden Sosyoekonomik Faktörler, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2001, s.114. 
6- Ahmet AĞAOĞLU, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s. 226. 

Ancak daha teşkilatlanmasını bile tamamlayamadan, kontrol altında bile olsa, “ Halkın henüz Demokratik bir olgunluğa sahip olmadığı ” gerekçesiyle SCF de 17 Kasım 1930 tarihinde bizzat Atatürk’ün isteği üzerine feshedilmiştir. Koçak’a göre kapatma sürecindeki asıl etken, SCF’nin Belediye seçimlerindeki üstün başarısıydı7. 

SCF’nin muhalefet anlayışını gerçekleştiremeden siyaset sahnesinden çekilmesi, CHF’nin on beş yıl sürecek olan “II. Tek Parti Dönemi” yönetimini başlatmış oluyordu. Başbakan İsmet İnönü’nün, 1 Haziran 1936 günlü genelgesiyle İçişleri Bakanı’nı parti genel sekreteri, illerin valilerini de parti il başkanı yapmasıyla8 artık siyaset de tamamen ortadan kaldırılmış oluyordu. 

Özetle önce TpCF ardından SCF'nin de kapatılması üzerine CHP, 1925 yılında kazandığı Tek Parti kimliğine tekrar dönmüş ve bu niteliğini 1945 
yılı ortalarına kadar sürdürmüştür 9. 

II. ÇOK PARTİLİ SİYASAL HAYATA GEÇIŞ (1945) 


1938 yılında Atatürk'ün ölümünden sonra cumhurbaşkanlığı makamına geçen İsmet İnönü ve onun kontrolündeki CHP, Türkiye’yi otoriter bir yönetim anlayışıyla kontrol altına almış ve bu süreç İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürmüştür. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya siyasî dengeleri, ABD önderliğinde Batı Blok’u ve SSCB önderliğinde Doğu Blok’u arasında, iki kutuplu dünya düzeni şeklinde kurulmuş ve Türkiye’de Batı Blok’una dâhil olmak için siyasal açılımlarda bulunmak zorunda kalmıştır. 

Şeflik sistemlerinin hâkim olduğu İtalya ve Almanya, demokratik ülkeler tarafından yenilgiye uğratılırken Türkiye’nin de Tek Adam, Tek Parti sistemiyle, en azından Batılı kamuoyları ve ülkeleri tarafından kabulü mümkün değildir. Aynı zamanda SSCB’de 7 Kasım 1945 yılında süresi bitecek olan Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşmasını, “savaş sonrasında ortaya çıkan köklü değişiklikler nedeniyle feshedeceğini” bir notayla Türkiye'ye bildirmiştir. Türkiye bunu reddetmişse de Türkiye’nin SSCB karşısında askerî olarak çok zayıf kalmasından dolayı, Sovyetler isteklerinde daha da ileri giderek, Boğazlarda üs ve Doğu Anadolu’dan toprak talep ederek Türkiye’ye, 24 Eylül 1946 tarihinde ikinci bir nota daha vermiştir. Türkiye, notanın tehdit algısını, SSCB’nin İran’dan da henüz çekilmemesinden dolayı çok ciddiye almıştır 10. 


7- Cemil KOÇAK, Belgelerle İktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, 2006, İstanbul, s.163. 
8- Kemal KARPAT, Türk Demokrasi Tarihi, Timaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Nisan 2010, s. 68. 
9- Mete TUNÇAY, "Cumhuriyet Halk Partisi (1923–1950)", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 8, İletişim Yayınları, İstanbul, 1983, s. 2021. 
10- Taner TİMUR, Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 42– 47.


Bu nedenlerle Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ülkenin selameti için, tek partili düzene son verirken, “memleket güvenliğinin ancak demokratik devletler topluluğu içerisinde sağlanabileceğini”11 ifade etmiş ve böylece Türkiye, çok partili siyasal hayata acilen geçmek zorunda kalmıştır. 

İnönü, Batılı ülkelerin önderliğinde toplanan San Francisco Konferansı’na iki yıl sonra iki kez başbakan olacak olan Hasan Saka liderliğinde bir Türk heyetini gönderir. İnönü, Saka’ya ABD’li yetkililerin sorması halinde “Türkiye’nin çok partili siyasal rejime en kısa zamanda geçeceği” konusunda bilgi vermesini ister. Türkiye’de ise, çok partili siyasal hayata geçiş konusunda düşüncelerini ilk kez 19 Mayıs 1945 tarihinde, 19 

Mayıs kutlamalarında yaptığı konuşmayla pratiğe dökmüştür 12. 

Bunun yanı sıra, çok partili siyasal hayata geçişi isteyen bir diğer kesim ise İkinci Dünya Savaşı’nın ulusal ve uluslararası koşullarından yararlanan, karaborsacı yeni bir zenginler zümresidir. Aşırı yoksullaşan kesim ve geleneksel sosyal değerlerinin ezildiğini düşünen kesimler de iktidara gelme arzusuna düşmüşlerdir. Bu durum ilerde DP’nin iktidara gelme sürecine, itici bir kalkış gücü olarak büyük katkı sağlayacaktır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 1 Kasım 1945 tarihli konuşmasında daha fazla demokratikleşme için kesin olarak karar aldığı da görülmektedir. İnönü’nün konuşması şöyledir 13: 


Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Bu 
yolda memlekette geçmiş tecrübeler vardır. Hatta iktidarda bulunanlar teşvik 
olunarak teşebbüsse girişmiştir. İlk defa memlekette çıkan tepkiler karşısında 
teşebbüsün muvaffak olmaması bir talihsizliktir. Fakat memleketlerin ihtiyaçları 
sevkiyle hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka siyasî 
partilerin de kurulması mümkün olacaktır. (…) Tek dereceli olmasını dilediği miz 1947 seçiminde milletin çoklukla vereceği oylar gelecek iktidarı tayin edecektir. O zamana kadar bir karşı partinin kurulabilip kurulamayacağını ve kurulursa bunun meclis içinde mi dışında mı ilk şeklini göstereceğini bilemeyiz. Şunu biliriz ki, bu siyasî kurul içinde prensipte ve yürütmede arkadaşlarına taraftar olmayanların hizip şeklinde çalışmalarından fazla, bunların, kanaatleri ve programları ile açıktan durum almaları, siyasî hayatımızın gelişmesi için daha doğru yol, milletin menfaati ve siyasî olgunluğu için daha yapıcı bir tutumdur. 

Özetle, çok partili siyasal hayata geçiş için ilk ulusal ve uluslar arası koşullar nedeniyle artık dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. 



11 Rıfkı Salim BURÇAK, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945–1950, Olgaç Yayınevi, İstanbul, 1979, s.41. 
12 Mustafa ALBAYRAK, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Phoenix Yayınları, Ankara, 2004, s.30–31. 
13 TC Resmi Gazete, Sayı:6147 (2 Kasım 1945), s.9567. 


Bu yolun kilometre taşı ise Çiftçi Toprak Reformu ile gündeme gelecek ve bunun sonucunda Demokrat Parti ortaya çıkacaktır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE  DEVAM EDECEKTİR..


..


7 Ağustos 2016 Pazar

Perinçek Tayyip’in Dışişleri Bakanı oldu



Perinçek Tayyip’in Dışişleri Bakanı oldu



Zarrab davasının Tayyip’in dış politikasına etkileri


Son günlerde Tayyip’i sıkıştıran iki mesele var:








1. Zarrab davası
2. Sahte diploma

Sahte diploma konusunda yapabileceği hiçbir şey yok. Sarayında tir tir Gökçe Fırat’ın diplomanın sahteliğini kanıtlamasından korktuğuna eminiz.
Ancak Zarrab konusunda elinden geleni yapıyor Tayyip. Zarrab davası bilindiği gibi Eylül ayında görülmeye başlanacak. Ocak ayında da jürili duruşmanın gerçekleşmesi bekleniyor. Zarrab itirafçı olsun olmasın, Tayyip’in en geç Ocak 2017’de uluslararası arenada çok zor durumlarda kalacağı aşikar. Yurtdışına çıkışı bile imkansız hale gelebilir.
Geçtiğimiz sayılarda uzun uzun anlatmıştık, İsrail ile sürpriz anlaşma Zarrab davasında elini rahatlatmak için bir hamle olarak da görülmeli. Ancak Tayyip bununla yetinecek biri değil elbette. Rusya’dan özür dilemesi de ikinci adım olarak görülmeli.
Tabii, emperyalist ülkeler arasında adeta dansöz gibi ülkesini pazarlayanlar için Rusya’yla ilişkileri geliştirmek aslında ABD’ye verilen “Bak senden kopuyorum” mesajıdır. Ve ABD’den daha çok şeyler koparmanın bir pazarlığıdır.
Tayyip-Rusya ilişkileri bir özürle düzelecek gibi değil. Asıl önemli adım Suriye konusunda atılacak. Geçtiğimiz günlerde Binali Yıldırım’ın “Suriye ile normal ilişkilere döneceğiz” açıklamasını bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.

Saray’ın hizmetkârı 
Perinçek devrede

Tayyip’in sıkıştığı şu günlerde yardımına ise son 3 yıldır her konuda olduğu gibi Perinçek koştu. Yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı üzere Türkiye-Suriye arasında arabuluculuk yapan Perinçek’in ta kendisiymiş!
Karar gazetesinde yayınlanan bir habere göre Perinçek Türkiye-Suriye arasındaki normalleşme sürecini şu şekilde anlatmış:
“Yakın zamanda bu konuda önemli bir gelişme olacağını söyleyebilirim. Ancak Vatan Partisi olarak biz hükümet adına görüşmeler yapmıyoruz. Biz hükümet Suriye’ye karşı düşmanca tutum sergilediği dönemlerden itibaren ilişkilerimizi hep devam ettirdik. Hükümetin temaslarını da ayrıntılı olarak bilmiyorum. Elbette kurulan temaslarla ilgili, Parti olarak Suriye ile yakın iletişimimiz nedeniyle aşağı yukarı bilgi sahibiyiz. Bu temasların bir süredir devam ettiğini söyleyebilirim ama tarih veremem, iki taraf için de hatırlı kişiler, işadamlarından oluşan heyetler üzerinden İran’da gerçekleştiğini biliyoruz”
Peki bu görüşmelerde Perinçek nerede? Sadece bilgi sahibi olmakla kalmadığını, bizzat arada kendisinin olduğunu öğreniyoruz:
“Çok çeşitli kanallardan bu konuda çalışmalar yapılıyor. Kararlı bir şekilde sürdürülüyor ve yakın zamanda bu olacak gibi görünüyor.”
Perinçek’in bu yorumları “gazeteci kimliği”yle yapmadığına emin olabilirsiniz. Çünkü yaklaşık bir ay önce şöyle bir açıklaması da olmuştu:
“Suriye’ye giden arkadaşlarımız Dışişleri Bakanlığına gidip yaptıkları görüşmelerle ilgili bilgi veriyorlar.”
Demek ki Perinçek’in bahsettiği “hatırı sayılır” kişiler aslında hemen her hafta Suriye’ye gittiklerini Aydınlık’taki haberlerden öğrendiğimiz Vatan Partisi heyetleriymiş. Nitekim Perinçek, Habertürk gazetesine bu konuda verdiği demeçte de Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Pekin başkanlığındaki bir parti heyetinin bu yıl pek çok kez Şam’da üst düzey temaslarda bulunduğunu söylemişti.
Bu açıklamalarıyla Tayyip ile Esad arasında arabuluculuk yaptığını itiraf eden Perinçek, meselenin bir parti ya dahükümet meselesi olmadığını, “devlet meselesi” olduğunu da her fırsatta söylüyor. Anlayacağınız, Tayyip’in Suriye’de temsilciliğine soyunan Perinçek, bunu meşrulaştırmanın yolunu da böyle bulmuş: “Bu bir devlet meselesi”.

Perinçek Dışişleri bürokrasisini de mi belirliyor?

Hatırlanacağı üzere, Davutoğlu’nun tasfiyesinin ardından Dışişleri kadrosunda büyük değişikliklere de gidilmişti. Bunun sadece Davutoğlu’nın kadrolarını “temizlemek” olmadığını da Perinçek’ten öğreniyoruz:
“Dışişleri Bakanlığındaki bürokratik değişim de Suriye politikası ile ilgilidir. Davutoğlu ile birlikte hareket eden ve daha batıcı Amerikacı olan Feridun Sinirlioğlu görevden uzaklaştırıldı.”
Şimdi bu açıklamayla Perinçek’in ifade ettiği şeyi görmezden gelmemeli. Davutoğlu ekibi “daha Amerikancı” ise, Binali Yıldırım daha mı Amerikan karşıtı?
Yapmayın Allah aşkına…
Hatırlanacağı üzere, Aydınlık daha Davutoğlu tasfiye edilmeden önce Tayyip Erdoğan çevresinin Datvuoğlu’nu “Batı’nın Truva atı” olarak gördüğünü manşetten duyurmuştu.
Anlayacağınız klasik bir Perinçek fırıldaklığıyla karşı karşıyayız. Bu fırıldaklık şu şekilde ilerler. Ve Perinçek’in 50 yıllık siyasi hayatının değişmezidir:
– Bir “baş düşman” belirle
– İktidarı bu “baş düşman”la çatışır göster
– “Baş düşman”a karşı iktidarı destekle.
50 yıldır “muhalif” olduğunu söyleyip de her zaman iktidarın yanında olmayı işte bu şekilde başarıyor Perinçek… Bu şekilde 70’lerde Demirel’i destekledi. NATO’yu destekledi. 12 Eylül döneminde Kenan Evren’i destekledi. İktidara geldiğinde ANAP’ı destekledi. 
(Meraklı okurlarımıza not: Bu konuda yüzlerce ayrıntılı örneği “ Doğu Perinçek’in 50 Yılı ” isimli kitabımızda bulabilirsiniz.)
Şimdi de Tayyip’i destekliyor.

Ancak Perinçek’in son dönemlerdeki “iktidar yandaşlığı” klasik bir yandaşlığın ötesinde boyutlara ulaştı. Sadece iktidarın politikalarını desteklemiyor, bizzat o iktidarın temsilciliğine soyunuyor, hatta arabuluculuğunu yapıyor. Dışişleri bürokrasisi ile ilgili açıklamalarından anlaşıldığı üzere iktidarın bu politikayı kimlerle uygulayacağına da karışıyor.

İnsan sormadan edemiyor, acaba Perinçek şu günlerde Dışişleri’nde (sözde) Başbakan Binali Yıldırım’dan bile daha mı etkilidir?

Sadece Dışişleri değil, İçişleri ve Milli Savunma da mı Perinçek’e bağlandı?

Mevzu sadece Dışişleri’yle sınırlı değil. 17 Aralık sonrası, Tayyip’in Perinçek ile ittifak halinde Emniyet teşkilatını nasıl yerle bir ettiğini hatırlatalım. 2014 yılında 250 bin polisin yaklaşık 80 bininin, yani üçte birinin görev yerleri değiştirildi. Amaç görünüşte Cemaat’i tasfiye etmekti, ancak asıl neden Emniyet’i tamamen paralize etmekti. Böylece hem istedikleri gibi yolsuzluk/hırsızlık yapabilecekler hem de Oslo’da PKK’ya verdikleri sözü tutmuş olacak ve PKK’ya karşı devleti savunmasız bırakmış olacaklardı. 2014’teki büyük depremin ardından Emniyet’in geldiği durum ortada. Hemen her hafta patlayan bombalar, istihbarat eksikliği, terör örgütlerinin Türkiye’de cirit atmasının bir nedeni de 2014’te Tayyip-Perinçek ittifakının Emniyet’i darmaduman etmesidir…

2014’teki Emniyet tasfiyesinde Perinçek’in Tayyip’i nasıl desteklediğini görmek isteyenler o dönemin Aydınlık’larına bakabilir. Çarşaf çarşaf isimler yayınlayan Aydınlık, Tayyip’e tasfiye edilecek listeler sunuyordu.
Bu şekilde adeta İçişleri Bakanlığına soyunan Perinçek’in son günlerde Milli Savunma Bakanlığı yapmaya da heveslendiğini görüyoruz. Bu sefer de bahane aynı: “Cemaat’i tasfiye”. Basına yansıyan bilgilere göre, 1000’e yakın albay önümüzdeki aydaki YAŞ’ta tasfiye edilecek. TSK’da şu an görevli albay sayısı 6102. Bu kadar Cemaatçi albay olması tabii ki mümkün değil. Demek ki asıl amaç yine farklı. Tayyip’e biat eden bir Ordu yaratılmak isteniyor. Tasfiye edilecek albay ve diğer rütbelerdeki subayların listesinin bizzat Perinçek (ve tabii İsmail Hakkı Pekin yardımıyla) hazırlandığı ve Tayyip’e iletildiği de yine basında yer alan iddialardan…

Perinçek Vatansever Subayları ve Muhalifleri Tayyip’in kuyruğuna takıyor..,

Perinçek’in Tayyip iktidarının günahlarındaki suç ortaklığı bununla sınırlı değil. 17 Aralık’ın hemen ertesinde Tayyip’in Cemaat’e karşı bir müttefik kazanmak için Ergenekon tertibi mağdurlarını nasıl hapisten çıkarttığını unutmayın. O dönem tahliye olan pek çok vatansever subay ve muhalif ismin önemli bir kısmı, Tayyip’in oyununa gelmedi ve “ Cemaat’e karşı Tayyip taraftarlığı ”nı kabullenmedi. Doğru da yaptılar. Çünkü Ergenekon kumpasının asıl sorumlusu ve kazananı Tayyip’tir.

Ancak bir kısım emekli subay, Perinçek’in kuyruğuna takıldı ve “asıl düşman Cemaat” gibi bir bahane üreterek Tayyip’in bütün faşist uygulamalarını desteklemeye başladılar. Bu isimler arasında en tanınmış olanı İsmail Hakkı Pekin. Genelkurmay İstihbarat’ın eski Başkanı bir emekli Korgeneral. Ve elbette bir tesadüf değil, Tayyip ile Esad arasındaki Perinçek’in arabulucu ekibinin başında da o var, yazımızın başında belirttiğimiz gibi. (Burada bir parantez açalım ve pek çok Ergenekon tutuklusunun İsmail Hakkı Pekin yüzünden hapis yattıklarını söylediğini ve Pekin’i “jurnalcilik”le suçladığını da hatırlatalım.)
Dolayısıyla Perinçek’in Tayyip yandaşlığı arabuluculuğa varan ihanetle sınırlı değil. Senelerce Tayyip’in zindanlarında yatmış pek çok vatansever subayımızı ve muhalif ismi de kendisi gibi Tayyip’in kuyruğuna takmaya çalışıyor. Vatan Partisi’nin özellikle 7 Haziran seçimlerinde yaşadığı hezimet sonrası bu tuzağa düşmüş pek çok insanın uyandığını memnuniyetle görüyoruz. Umarız diğerlerinin de aklı başına gelir de Tayyip’in kuyusuna su taşıdıklarını görüp vazgeçerler.

Binde 3’lük parti 
ülkeyi yönetebilir mi?

Şimdi diyeceksiniz ki, Perinçek’in çapı belli. Binde 3’lük bir parti ne kadar etkili olabilir… Bizim yıllardır söylediğimiz bir gerçek var: Perinçek ve partisi bir siyasi parti değil, istihbarat örgütüdür. Amaçları da iktidara gelmek falan değil, efendilerinin emrinde manipülasyon ve provokasyon yapmaktır. Bu zihniyet ve misyon tam da Tayyip’in aradığı piyonluğa uygun olduklarını gösteriyor. Bu sayede Perinçek’in Tayyip’in hem Dışişleri Bakanı, hem İçişleri Bakanı hem de Milli Savunma Bakanı gibi çalışıyor…

Başkanlık için Erken Seçim,




Başkanlık için Erken Seçim,


Bilindiği gibi Tayyip Erdoğan’ın isteği hep 400 vekildi.

basyazi

30 MAYIS 2016
GÖKÇE FIRAT



7 Haziran’da elde edemedi; koalisyona izin vermedi, yeniden seçim yaptırdı.

1 Kasım seçimlerinde AKP 317 milletvekili aldı, bu AKP için bir zaferdi ama Tayyip Erdoğan için yeterli değildi.

Çünkü onun niyeti Başkanlıktı…

Başkanlık için sistemin değişmesi gerekiyor, yani Anayasa’nın.

Anayasayı değiştirmek için TBMM’de 367 milletvekilinin oyu gerekli. Ama AKP’nin sadece 317 vekili var. Geriye 50 eksik kalıyor ki, MHP’lileri ikna etse bile (MHP’nin 40 vekili var) bu rakama ulaşamıyor.

O zaman geriye kalan yol, 330 vekilin oyu ile Anayasa değişikliğini Referanduma götürecek sayıya ulaşmak. Bunun için de mutlaka MHP’nin desteğine ihtiyaç var. MHP ise, Başkanlık için de, partili Cumhurbaşkanlığı için de destek vermeyeceğini açıkladı.

O zaman Tayyip Erdoğan ne yapacak?

TBMM’nin şimdiki aritmetik yapısı Başkanlık için yeterli değil.

Bu aritmetiği değiştirmenin tek yolu ise yeniden seçim yapmaktır.

O halde Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi yeniden bir seçime götürmek zorundadır ve götürecektir!

Kimsenin bundan kuşkusu olmasın.

MHP ya da HDP’yi
baraj altı bırakmak

Asıl soru şu; yapılacak yeni bir seçimde aritmetik değişir mi?

Aritmetiği değiştirmenin yolu belli, AKP’nin %50 olan oyunu daha fazla arttırmak pek mümkün değil. Hadi diyelim bunun bir yolu bulundu, yine de 367 vekile ulaşmak çok zor.

Parlamento aritmetiğini değiştirmenin iki basit yolu var ama.

Ya HDP’yi ya da MHP’yi baraj altı bırakmak ve onların alacağı vekilleri de AKP hanesine yazmak.

MHP baraj altı kalırsa, 40 vekilin en az 30’u AKP’ye kayar.

HDP baraj altı kalırsa, 59 vekilin neredeyse tümü AKP’ye geçer.

HDP’yi boykota sürüklemek

Bugün yaşanılan tüm olayları bu çerçeve içinde ele almak gerekir.

7 Haziran sonrasında birden başlayan PKK ile sözde mücadelenin ikili bir işlevi var.

Birincisi, HDP’yi baraj altına sürüklemek.

Bu, hemen hemen başarıldı. Bugünkü siyasi konjonktürde HDP’nin barajı geçmesi neredeyse imkansız.

HDP’nin yeniden bağımsız vekilliklere dönmesi kendisi için çok ciddi bir geri adım olur, ki buna muhtemelen yanaşmayacaktır.

Geriye, HDP’nin seçimleri boykot etmesi kalıyor.

Aslında dokunulmazlıkların kaldırılması, HDP’li bazı vekillerin hapse atılması, HDP’ye boykot için güçlü bir gerekçe verecektir.

O zaman, herkes, HDP’li bazı milletvekillerinin tutuklanmasını beklesin!

Ondan sonra da gelsin seçim boykotu.

Ve tüm Güneydoğu’yu AKP silip süpürsün.

MHP’de kongre süreci

PKK ile girişilen sözde mücadele ve verilen her şehit, aynı zamanda MHP’ye giden her oyun AKP’ye dönmesi demek.

Zaten 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında, AKP’nin MHP’den nasıl da oy devşirdiğini gördük.

Muhtemelen bu eğilim devam edecektir. Ama bu eğilimin MHP’yi baraj altı bırakmaya yetip yetmeyeceği şüphelidir.

İşte tam da bu noktada MHP içi kongre süreci önem kazanmaktadır.

MHP’nin Bahçeli liderliğinde başarısız olduğu bir gerçek.

7 Haziran’da 80 vekil alıp 1 Kasım’da bunu 40’a düşürmek, kabul edilebilir bir başarısızlık değil.

Bu başarısızlıktan sonra bir muhalefetin oluşması da gayet doğal.

Ama muhalefetin kongre isteği ile ortaya çıkması, bir başkanlık değişiminin ötesinde, erken seçime işarettir.

Belli ki, MHP içindeki muhalifler, erken seçim kokusunu aldılar.

MHP için üç seçenek

Kim haklı kim haksız bizi ilgilendirmez, bu, MHP’nin kendi iç meselesidir.

Ama bu iç mesele artık bir milli mesele halini almış durumda.

Birinci seçenek şu, Bahçeli MHP’nin başında kalır, muhalefet yenilgiyi kabul eder ve partide kalır ama bu seçenekte muhtemelen MHP baraj altı kalacaktır.

Bu Tayyip Erdoğan için istenilen en ideal çözüm olur.

İkinci seçenek, muhalefet başarılı olur ve MHP’nin yeni bir başkanı olur, o zaman MHP’de bir canlanma olur ve baraj altı kalmaz. Hatta oylarını arttırabilir bile.

Bu, Tayyip Erdoğan için istenen bir durum değildir elbette, oylarını arttırmış bir MHP, 367 vekil hayalini (HDP boykot etse dahi) suya düşürebilir.

Üçüncü seçenek ise, muhalefetin MHP’den kopması, yeni bir parti kurmasıdır.

Bu durumda MHP’nin baraj altı kalması kesinleşir. Ve muhalifler de barajı geçemezlerse, Cumhuriyet rejimi ve TBMM, MHP’li iktidar ve muhalefetin ortak çabası ve hatası ile Tayyip Erdoğan’a teslim edilmiş olur.

Muhalifler bunu düşünmek zorundadır. Çünkü asıl vebal onlarda olur.

Akşener parti kurarsa

Peki farklı bir şey olamaz mı?

Aslında o ihtimal de var.

MHP muhalefetinin kuracağı yeni parti, barajı geçebilecek bir oy tabanına ve potansiyeline sahip.

Muhalefet, özellikle Meral Akşener’in şahsında ciddi bir rüzgar yaratmış durumda.

Akşener’in başında olacağı bir parti, hiç umulmadık bir başarı elde edebilir. MHP’nin baraj altı kalmasına rağmen, yeni parti, MHP’nin şimdiki oyundan daha fazlasını alabilir, daha fazla milletvekili de çıkartabilir.

Akşener, MHP tabanına ek olarak, AKP’lilerden, AKP küskünlerinden, Cemaat’ten, diğer cemaatlerden, Merkez Sağ’dan, oy toplayabilecek bir profil çizmektedir. Üstelik ciddi bir CHP’li, ulusalcı, merkez sol seçmen de oy verebilir. Tüm bu siyasal eğilimlere, kadın faktörünü de ekleyin.

Kaldı ki MHP ve CHP’nin bunca seçim yenilgisinin bıktırdığı, küstürdüğü, yıldırdığı seçmen kitlesi için yeniden bir umut da olacaktır.

Yani bir 5. parti Tayyip Erdoğan’ın kabusu olabilir.

Meclis’te kaç parti olacak?

AKP’nin şu anda yaşadığı kriz, TBMM’de 3 değil 4 parti olmasının sonucudur.

AKP iktidara geldiğinde, 2002’de, TBMM’de sadece 2 parti vardı ve AKP istediği gibi at oynatabildi.

Bir sonraki seçimde, 2007’de, TBMM’ye 3 parti girdi, AKP neredeyse Cumhurbaşkanını bile seçemeyecekti.

2011 seçimlerinde de aynı tablo tekrarlandı.

Ama 2015’te HDP’nin de Meclis’e girmesi ile birlikte, AKP’nin mutlak iktidarı sona ermiş oldu.

Erken seçim senaryoları

Erken seçim sonuçları ne getirir peki?

Tayyip Erdoğan için en ideal çözüm, iki partili bir Meclis’tir, CHP yine %25 ile 150 vekil alır, AKP ise %50’nin üzerinde oy ile 400 vekil alır. Bu Başkanlık önünde hiçbir engelin kalmaması demektir.

3 partili bir Meclis, 2 partiliden kötüdür ama 4 partiliden iyidir. O nedenle HDP’nin seçim dışı bırakılması için her şey yapılacaktır. MHP barajı geçse bile %10 seviyesinde kalırsa, AKP, 367’yi rahatlıkla bulacaktır.

Ama MHP’de bir kan değişimi ile birlikte MHP oyları %15’leri geçerse, hele hele %20’lere ulaşırsa, AKP, 330’un altında kalacaktır.

Peki 5. Parti barajı geçerse?

İşte bu, en kötü ihtimalle, 40 vekil eder, yani aritmetik bugünkünden kötü olmaz. Ama bu AKP’nin %50’nin altına inmesini getirir, psikolojik üstünlük kaybedilir ve bir referandum durumunda kazanma ihtimali riske girer.

Erken seçime hazırlanmak,
Tablo net.

Türkiye’nin geleceğini düşünen herkesin, her türlü ideolojik, politik vb. kavgayı bir kenara bırakması ve erken seçim için kolları sıvaması gerekiyor.

Yapılacak şeyler basit:

Bir; CHP %25 seviyesindeki oyunu mutlaka korumalı.

İki; MHP ya yeni bir ivmeyle oylarını arttırmalı ya da eski yönetimle bile olsa baraj altı kalmamalı.

Üç; MHP’den yeni bir parti çıkarsa mutlaka barajı aşmalı.

Dört; HDP, seçim boykotuna gitmemeli.


up-logo


Bu ana güçlerin dışında ulusalcı yeni bir parti - Ulusal Parti - seçimlere girip, en az %3 oy olmalı.

Bu durumda, Başkanlık geçemez.

Ulusalcılara düşen
 tarihi görev

Aritmetik kısmı bir yana bırakırsak, Başkanlık sistemi ancak kanla getirilebilir. Yani Tayyip Erdoğan, kan dökecektir, dökmek zorunda kalacaktır.

O zaman, Başkanlık rejiminin önünü, kendi bedenleri ile barikat olacak, canını verecekler, birleşmeli ve seçimlere girmelidir.

CHP’nin %30’u, MHP’nin %20’si Türkiye için bir güvence değildir ama Ulusalcıların %3’ü, hem güvencedir, hem umuttur…

Ulusalcılar, Türkiye’yi bu kaostan, Cumhuriyeti bu tehlikeden kurtarma imkanına sahiptir.

Kolları sıvamanın vaktidir.


Etiketler:
515, akp, başkanlık, chp, devlet bahçeli, dokunulmazlık, erken seçim, gökçe fırat, hdp, kongre, kurultay, meral akşener, mhp, pkk, referandum, saray, seçim barajı, tayyip, ulusal parti, ulusalcılar, yeni parti

http://www.turksolu.com.tr/baskanlik-icin%E2%80%A8erken-secim-plani/

****

4 Ağustos 2016 Perşembe

TÜRK ORDUSU DEVLET ELİYLE TASFİYE Mİ EDİLİYOR?



TÜRK ORDUSU DEVLET ELİYLE TASFİYE Mİ EDİLİYOR?

 

Tahir Tamer Kumkale
519bkHu2bfL._SX331_BO1,204,203,200_















Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk Vatanseverliğinin Çelikleşmiş bir ifadesidir. (1937)
Bakanlar Kurulunun Olağanüstü Hal uygulamasına ilişkin 115 madde ve 91 sayfalık 669 Sayılı Kararı ile Türk Silahlı Kuvvetleri yeniden yapılandırılarak bir daha darbe yapamıyacak şekilde dizayn ediliyor. Yani bugün fiilen sıcak savaşı sürdürerek şehit ve gaziler veren Türk ordusu bir merasim ordusu haline dönüştürülüyor. Ordu-Millet Türklerin gözbebeği durumundaki askeri kurum ve kuruluşlar birkaç çete mensubunun başarısız darbe girişimi bahane edilerek tasfiye edilmeye çalışılıyor..
Sonuncusunu 10 Kasım 2015’de yayınladığım toplam 1500 sayfa tutan 3 ciltlik “TÜRK ORDUSU” başlıklı seri kitaplarımda ordumuz üzerindeki küresel oyunları açıklamış ve bu müstesna kuruluşumuza sahip çıkmamızın ülkemizin bu coğrafyada ayakta kalabilmesi bekası için zorunluluk olduğunu vurgulamıştım. Ama dikkate alan olmamıştır.
518Gqa+yirL._SX331_BO1,204,203,200_














Sonuçta yeteneksiz olduğu belli olan komuta heyetinin yarattığı zafiyet ile 15 Temmuz darbesi gerçekleşmiştir. Bu darbe Ordu-Millet Türklerin sağduyusu ve Türk ordusunun darbeye katılmayan büyük kesiminin çabalarıyla çok kısa bir sürede önlenmiştir. Türk milleti darbecileri lanetlerken içinden çıkardığı ordusuna sahip çıkmıştır.
Binlerce yıllık Türk Ordusunun geleneksel komuta sistemini darmadağın eden 669 Sayılı Kararname hakkında CHP, MHP ve diğer partilerden ciddi bir ses duyulmamıştır. Sadece Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek ve Vatan Partili generaller bu uygulamanın doğuracağı sakıncaları açıkça halkımızla paylaşmışlardır.
Konuya ilişkin olarak Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 1 Ağustos 2016 tarihinde basına yansıyan aşağıdaki tüm görüşlerine aynen katıldığımı özellikle belirtiyorum. Ordumuza daha fazla zarar vermeden yapılan yanlışlıktan ivedilikle dönülmesini yararlı olarak görüyorum.
514d3n32MUL._SX331_BO1,204,203,200_














1 Ağustos 2016 Tarihli basından;
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, partisinin İzmir İl Başkanlığı’nı ziyaret etti. Genel Başkan Perinçek burada yaptığı konuşmada, darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısını değiştiren kanun hükmünde kararnameyi eleştirdi.
Perinçek şöyle konuştu:
“Türk ordusuna düşmanlık yapan, Türk ordusunu savaşamaz hale getirmeye yönelik bu kararnameleri çıkaran iktidar, Türkiye’yi yönetemez. Ordu düşmanı bir iktidar Türkiye’yi yönetemez. Ordu düşmanları oy da alamaz. Bu ordu düşmanlığı, AKP iktidarının sonunu getirecektir. Askeri birliklerin önüne çöp kamyonlarını yığarak, tehdit olarak orduyu göstererek kendi yıkılışınızı hazırlıyorsunuz. Ordu ile savaşarak nereye varacaksınız? Bu millet sizi sırtından atacak. Bu millet sizin iktidarınıza son verecek. Çok güvendiğiniz oyların nasıl eridiğini göreceksiniz.
Orduya düşman olan bir iktidarı kesinlikle ayakta tutamayız. Onlara oy vermek bundan sonra haramdır. Türk milleti, Türk ordusuna düşman olan bir iktidarı oylarıyla aşağıya indirecektir.
‘BU KARARNAMENİN KÖKÜ DIŞARDA’
Kararnamenin kökünün dışarıda olduğunu öne süren Perinçek, “Bu kararname, devlete, Cumhuriyet’e, orduya ve millete karşıdır. Bu kararnamenin kökü dışarıdadır. Amerika’nın 2005 yılından beri Türkiye’ye dayattığı ordunun yeniden düzenlenmesini içeriyor. Yunan Silahlı Kuvvetleri 2002 yılına kadar AKP’nin getirdiği sistemi uyguluyor. 2002’deki Kardak Krizi sonrası bu sistemin iflas ettiğini Yunanistan ders olarak çıkartıyor. Türk ordusu örnek alınarak, Yunan düzenlemesi yeniden yapılıyor. Bu kararname FETÖ’cülerin kararnamesidir. FETÖ’cüler ‘Yeni yapılanmaya ihtiyacımız var’ diyordu. Türkiye bu kararname ile bir karışıklığa doğru itiliyor. Türk ordusu ve devlet arasında beraberlik bozuluyor. FETÖ’cüler de şu anda bayram yapıyor. Uyarıyoruz; FETÖ’cüleri, Amerika’yı sevindiren bir kararname çıkarttınız. Bu program düşmanın programıdır”
ANAYASAYA AYKIRI
Kararnamenin Anayasa’ya aykırı olduğunu ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin savaş yeteneğine darbe indirdiğini kaydeden Perinçek, emir komuta zincirinin Genelkurmay Başkanı’nın elinden alınmasıyla Genelkurmay Başkanlığı’nın bina amirliğine dönüştürüldüğünü savundu. Savaş çıkması durumunda bunu kimin yöneteceğini soran Perinçek, “Savaşı kim yönetecek? Milli Savunma Bakanı mı yönetecek? Bunu ancak düşman yapar. Askeri okulları kapatıyorsunuz. O askeri okullardaki halk çocuklarıdır. Halkına bağlı, Cumhuriyeti’ne bağlı Türk subayı yetişiyor orada. Kapattığınızda, Türk subayını hedef alıyorsunuz. Polis, jandarmanın görevini yapamaz. Bu halkın askere saygısı var ve o saygı iç güvenlik açısından en büyük değer. Hastanesi olmayan ordu nerede var? Savaşan ordu, yaralanan, şehit olan ordudur. Hastanesi olmayan ordu savaşamaz. Türk ordusunun savaşmaması için yapılan bir uygulamadır. İçeride de bu darbeden sonra neler bekleniyor? ABD IŞİD’i üzerimize sürecek. PKK şimdi tekrar inlerinden çıktı, Türk ordusuna karşı çeşitli uygulamalara girdi.
MİT ve Genelkurmay Başkanlığı’nın, Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması da Anayasaya aykırı bir durum. MİT’i ve Genelkurmay Başkanlığı’nı Cumhurbaşkanlığı’na bağladığınız zaman Anayasa sistemini bozarsınız. Meclis’in denetimini ortadan kaldırırsınız. Hükümeti denetleme yetkisini ortadan kaldırıyorsunuz. Yani Meclis’e darbe indiriyorsunuz. Bu henüz gerçekleşmedi. Henüz bir plan, ancak bu Anayasaya aykırı” diye konuştu.
GENELKURMAY BAŞKANI AKAR’A ÇAĞRI
Konuşmasında Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a da çağrıda bulunan Perinçek, şunları söyledi:
“ Sizin Anayasal görevinizdir ordunun savaş yeteneğini yüksek tutmak. Buna bağlı olarak milletinize karşı Cumhuriyete, Mehmetçiğe karşı sorumluluklarınız var. Kararname uygulanmasına karşı Genelkurmay Başkanlığı’nı, Anayasal görevini yerine getirmeye davet ediyorum. Ordunun yapısını bozan, PKK’ya sevinç veren bu kararnameden vazgeçmeleri için AK Parti tabanı da harekete geçmeli. Ordu düşmanlığının altından kalırsınız. Ordu düşmanlığı millet düşmanlığıdır. Biz geleceğe güveniyoruz. Hiç kimse korkmasın. Bu yapılanlar AKP’nin kendi sonunu hazırladığını göstermektedir.
Darbe girişiminin kurmaca olduğu yönündeki iddiaları değerlendiren Perinçek, bunun gülünç olduğunu böyle bir kurguyu kimsenin sahneleyemeyeceğini belirtti. Perinçek darbe girişiminde ABD ile Türkiye arasında bir savaş yaşandığını ve darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen’in bulunduğunun çok açık olduğunu vurguladı.



..

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Türkiye’de FETÖ Çetesi tarafından Yapılan Darbe Girişimini ABD’li General Yönetti.



  Türkiye’de FETÖ Çetesi tarafından Yapılan Darbe Girişimini ABD’li General Yönetti.




21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü     
FİKİR TANKI


Türkiye’de FETÖ Çetesi tarafından Yapılan Darbe Girişimini ABD’li General Yönetti.

Türkiye’de yayınlanan Yeni Şafak Gazetesi’ne konuşan adı açıklanmayan bir kaynak, Türkiye’de FETÖ çetesi tarafından yapılan darbe girişimi hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Kaynak darbe sürecini hazırlayan ve yöneten unsurlar arasında ISAF Komutanı General John F. Campbell’in bunduğunu ve darbeye destek vermek amacıyla Nijerya’da bulunan UBA Bank Şubesinden CIA aracılığı ile ciddi para akışı sağladığını söyledi. Aynı kaynak ayrıca darbeye kadar olan süreçte kullanılan haberleşme kanallarına dair de önemli bilgiler verdi. Darbe girişimi önceki iki kez gizlice Türkiye’yi ziyaret eden General John F. Campbell’in, hem Erzurum’da hem de Adana’daki İncirlik Üssünde bir dizi görüşmeler gerçekleştirdiği, F. Campbell’in ayrıca Türk Silahlı Kuvvetler içerisinde görev yapan tüm Subay kadrosunun eğitimleri konusunda da hazırlık 
sürecini yönettiği, Capmbell’in 2014 yılından bu güne kadar Afganistan’da konuşlu Uluslar arası Destek Gücü (ISAF)’ın komutanlığını yürüttüğü ve Mayıs 2016 tarihinde emekli olduğu, Campbell’in Türkiye’deki darbenin başarı olması durumunda en kısa zaman içerisinde yeniden Türkiye’ye gelme konusunda cuntası isimlerle anlaştığı belirtildi. 15 Temmuz’a giden süreçte Nijerya merkezli United Bank of Africa (UBA) aracılığı ile 6 ay boyunca CIA tarafından oluşturulan bir ekip tarafından cuntacıları darbeye ikna amacıyla yüklü miktarda para transferi yapıldığı, Türkiye’ye havale edilen paranın, ülke içerisinde 80 kişilik özel bir ekibe ait farklı banka hesaplarına transfer edildiği, CIA tarafından oluşturulan özel bir ekip tarafından çekilen paraların da cuntacılara teslim edildiği, para transferlerinde Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde bazı tanınmış iş adamlarının, İç ve Ege Bölgelerinde ise FETÖ mensuplarının etkin rol aldığı ifade edildi. 2015 yılının ikinci yarısından itibaren FETÖ çetesi lideri Fethullah GÜLEN’e bağlı subayların desteği ile Adana İncirlik Üssünde bir tetkik merkezinin oluşturulduğu, merkezde en küçük bir karakol komutanından başlanarak tüm birimler üzerinde bir çalışma yürütüldüğü, ayrıca Karakol, Birlik, Bölük, Tabur, Alay, Tugay, Tümen, Kolordu ve Ordu komutanlıklarında içerisinde emrinde asker bulunduran ve askerler arasında etkin olan komuta kademesinde bulunan isimlerin de markaja alındığı vurgulandı.


https://www.abna.com.

Yücel Tünel 
tarafından 
25 Temmuz 2016 Pazartesi 
14:19'te yazıldı. 

http://www.21yyte.org/tr/fikir-tanki/12517/turkiyede-feto-cetesi-tarafindan-yapilan-darbe-girisimini-abdli-general-yonetti


**