8 Ağustos 2016 Pazartesi

12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 1





12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 1





Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU 
Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İİBF. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi. 
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl: 2012/ 2, Sayı:16 
Journal of Süleyman Demirel University Institute of Social SciencesYear: 2012/2, Number:16 


   Siyasal Hayatımızda Çatışma Çözümüne Bir Başarı Örneği 



ÖZET 

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan iki kutuplu dünya düzeninde Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan tehdit, toplumsal değişim ihtiyacı, tek parti zihniyetinin sürdürülemezliği ve demokratik ülkeler safının ön şartı olarak altı ay içinde çok partili siyasal hayata geçmiştir. Ancak tek partinin otoriter politikacıları, kurumları ve bürokratları bir muhalefetin yaşamasını imkânsız hale getirmişti. Bu süreçte Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, iktidar ve muhalefet partileri arasına tarafsız olarak girmiş ve muhalefetin de iktidar kadar yasal olduğunu belirten, 12 Temmuz Beyannamesi’ni yayımlamıştır. Bu makalenin amacı siyasi tarihimizde iktidar muhalefet ilişkilerinin kilitlendiği durumlara bir başarı örneği olarak gösterilen, 12 Temmuz Beyannamesi’nin önemini ve siyasal etkilerini analiz etmektir. 


Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, 12 Temmuz Beyannamesi, İsmet İnönü, DÖRTLÜ TAKRİR, 



Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU 
Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İİBF. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi. 


GİRİŞ 


II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yenidünya düzeninde, Türkiye’de gerek dışarıda gerekse içeride yeni bir siyasal yapının kurulma zarureti artık ertelenemez hale gelmişti. Bu nedenle Türkiye kısa sürede çok partili siyasal hayata geçmiştir. Ancak buna siyaset, bürokrasi hatta halk bile hazır değildi. Örneğin, İsmet İnönü’nün liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) için, çok partili siyasal hayat Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) gibi muvazaalı bir muhalefet isteği olarak görülüyordu. Demokrat Parti (DP) ise hem halkın gazını almaya yönelik muvazaalı bir parti, hem de Batı’nın demokratik ülkeleri sınıfına dâhil edilme koşulu olarak görülmekteydi. Ancak Demokrat Parti’nin Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi aktif liderleri, halkın kararlı tutumu, uluslar arası koşullar ve kendiliğinden değişen iç dengeler nedeniyle süreç, İnönü ve CHP için istenildiği gibi gitmemiştir. Bu çıkmazda yayımlanan 12 Temmuz Beyannamesi ile İsmet İnönü, gerek bu baskılar ve gerekse 1945 yılından sonra başlayan çok partili siyasal hayatı kurumsallaştırmak adına, ulusal ve uluslararası konjonktürün de etkisiyle muhalefeti korumaya alır .“ Ne iktidarı 
devirmek isteyen bir muhalefet partisi ne de muhalefeti boğmak isteyen bir iktidar” düşüncesiyle iktidar ile muhalefetin arasına bir hakem gibi girer. 
Bu durum hiç şüphesiz Türk siyasal hayatı için daha önce siyasi baskılarla kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TPCF) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası ile karşılaştırıldığında oldukça önemli bir tarihi başarıdır. Bu nedenle 12 Temmuz 1947 tarihli beyanname, Türk Siyasal hayatının temel taşlarından biri olarak görülmektedir. Çalışma süresince TPCF, SCF ve DP muhalefetleri karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. DP’nin önceki partiler gibi kapatılmamasının ve 12 Temmuz Beyannamesi’nin CHP, DP ve Devlet üzerindeki etkilerinin ve 
öneminin ne olduğu araştırma soruları cevaplandırılmaya çalışılmıştır. 


I. ÇOK PARTİLİ SİYASAL HAYATA GEÇİŞ DENEMELERİ (1923-1945) 


29 Ekim 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in ilanından önce, Kurtuluş Savaşı sırasındaki önceliğin ülkenin kurtarılmasında görülmesi ve henüz iktidar nimetlerinden maddi ve manevi olarak yararlanıl (a) maması gibi nedenlerle iktidar-muhalefet mücadelesi başlamamıştır. Ancak cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra CHF ve TpCF olarak iki rakip siyasal düşünceyle bu mücadele ortaya çıkacaktır. Çünkü CHP, iktidarı kendinden başka kimseyle paylaşmayacak ve on yıl içinde devletle tamamen bütünleşecektir. 


I.a Terrakiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması (17 Kasım 1924) 

23 Nisan 1920 yılında, I. TBMM açıldıktan sonra, vatanın bağımsızlığı ve ülkenin işgalden kurtarılması her şeyin üstünde görüldüğünden dolayı, meclisteki gruplaşmalar henüz karşılıklı bir cepheye dönüşmemişti. 

Birinci TBMM dönemine baktığımızda, Kurtuluş Savaşı’nı yapanların, TBMM, Başkomutanlık gibi bir “ Millî temsil ” üzerinde uzlaşmışsalar da, savaş sonrası Türkiye’sinin toplumsal, kamusal alan düzenlenmesinin, dinin yerinin ve halifelik gibi siyasi kurumların ne olacağı konularında Birinci ve İkinci Grup’ların uzlaşamadığı görülmektedir. 

Birinci Grup’un temel düşüncesi (İttihat ve Terakkinin devamı olarak) devrimci, radikal, rasyonalist ve seçkinci bir zümre anlayışına dayanmaktadır. İkinci Grup (Prens Sabahattin ve muhafazakârların devamı) ise muhafazakâr eğilime sahip, hâkimiyet-i milliye ilkesinin tam olarak öne çıkmasını isteyen ve Osmanlının tadili ile devamının da mümkün olabileceğini savunan bir anlayışla1 Tek Adam’ın yetkilerini sınırlandırmaya yönelmiş ve zümre seçkinciliğine karşı bir politik anlayış ortaya koymuştur2. İkinci Grup mensupları TBMM’nin gerçek şurevi (görüşme, tartışma) fonksiyonu bulunmazsa, siyasî saltanatın şekil değiştirmekle beraber bu kez şahıs veya parti diktatörlükleri ile devam edeceğini savunmuş3 ve aslında hedefin Mustafa Kemal Paşa olduğu da iddia edilmiştir 4. 

Meclis’in yorgunluğu ve asıl önemlisi İkinci Grup’un, Birinci Grup’u zorlayacak kadar güçlenmesi üzerine, Mustafa Kemal liderliğindeki TBMM, seçim kararı almıştır. Haziran 1923’teki genel seçimlere girecek milletvekili adaylarının, bizzat Mustafa Kemal’in onayından geçerek belirlenmesi, İkinci Grubun temsilcilerinin tamamına yakının tasfiye edilmesiyle sonuçlanmıştır. 

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından hemen sonra başlayan iktidar paylaşımı sürecinde, Birinci Grup, Mustafa Kemal’in önderliğinde toplanıp Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) çatısı altında kurumsallaşmıştır (11 Eylül 1923). İkinci Grup ise, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele’nin öncülüğünde ve Kazım Karabekir başkanlığında 17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı (TpCF) kurmuşlardır. Ancak mutedil ve demokratik olma çabalarına ve İstiklal Mahkemeleri’nin 

TPCF’nin Şeyh Said isyanıyla herhangi bir ilişkisini kanıtlayamaması na rağmen TPCF, Bakanlar Kurulu kararı ile 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılmıştır. 

Böylece Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk Demokratik Siyasal hareketi sona ermiştir. 


1- Ahmet DEMİREL, Birinci Meclis’te Muhalefet, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 499; Süleyman Seyfi ÖĞÜN, “Türk Muhafazakârlığının Kültürel Politik Kökleri”, Türkiye’de Siyasi Düşünce Muhafazakârlık, Cilt:5, (Der. Ahmet ÇİĞDEM), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s. 539. 

2- Faruk ALPKAYA, “Kazım Karabekir”, Türkiye’de Siyasi Düşünce Muhafazakârlık, Cilt:5, (Der. Ahmet Çiğdem), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003b, s. 49. 

3- Emin KARACA, Birinci Meclis’te Muhalifler, Altın Kitapları, İstanbul, 2007, s.222. 

4- Osman DEMİRBAŞ, “Birinci TBMM’de İkinci Grup’un “Milletvekili Seçim Yasası’nın değiştirilmesine İlişkin Önergesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın Yurttaşlık Hakları”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ekim 2000-Mart 2001, s. 23–24. 


I.b. Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Ağustos 1930) 

Yaklaşık beş yıl süren muhalefetsizlikten sonra Mustafa Kemal, yeni bir parti kurulması için İstiklal Savaşı’nda önemli görevler almış, 1922 ve 1924 tarihlerinde iki kez başbakanlık görevinde bulunmuş ve partinin kurulacağı tarihlerde, Paris’te elçilik yapmakta olan Ali Fethi Okyar’a, 12 Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı (SCF) kurdurmuştur. Atatürk’ün iktidara geçecek bir parti değil de iktidarın yanlışlarını gösterecek muvazaalı, kontrollü bir parti olmasını istediği SCF, kurulduğu andan itibaren geniş halk kitleleri tarafından gerçek bir muhalefet partisi gibi algılanmış ve CHP karşıtı muhaliflerin toplandığı bir savunma menziline dönüşmüştür. Sitembölükbaşı’ya göre SCF’ye yönelen destek şu kesimlerden oluşmaktadır 5: 

TPCF’de olduğu gibi SCF’nin yöneticileri liberal görüşlü, CHP içinden çıkan ve devletle bağlantılı kimseler olmasına karşılık partiye destek verenler çoğunlukla 
geleneksel görüşlü, Mustafa Kemal’in yaptığı reformlardan hoşlanmayan ve CHP’nin politikalarından olumsuz etkilenen halk yığınları İdı. 

Kuruluşundan çok kısa bir süre içinde geniş halk ve aydın desteğine kavuşan SCF’ye yönelen desteğin gerekçesini Ağaoğlu ise şöyle değerlendirmiştir 6: 

Yoksulluk ve ağır bürokratik baskıdan bunalan insanların SCF'ye olan teveccühü 1930 yılının Ekim ayında yapılan belediye seçimlerinde meyve vermiştir. Bazı 
yörelerde SCF adaylarının seçimi kazanması CHP'lileri endişelendirmiştir. SCF'nin başarıları karşısında gerek mecliste gerek basında SCF'liler aleyhine eleştiriler in ve ithamların dozu artmaya başlamış, zaman zaman iftiralara kadar uzanmıştır. Tabiri caizse CHP'li bürokratlar, milletvekilleri ve gazeteciler belden aşağı vurma siyasetini tercih etmişler, siyasetin gerginleşmesine neden olmuşlardır. SCF'nin gelmiş olduğu nokta CHP'liler tarafından yalnızca kendi parti iktidarlarına yönelik bir tehdit olarak değil, doğrudan doğruya rejime yönelik bir tehlike olarak yorumlanmıştır. 

Bu algılama nedeniyle SCF ve taraftarları Resmi ağızlarca " Mürteci ", " Serseri ", " Saltanatçı ", " Rejim düşmanı ", " Vatan haini " gibi kavramlarla tanımlanması na neden olmuştur. 

Fethi Bey, Aydın, Manisa ve İzmir’i kapsayan Batı Anadolu seçim çalışmalarında halktan büyük destek görmüştür. 

Özellikle İzmir’de, CHP’lilerle çatışmaların yaşandığı ve İzmir Valisi’nin itirazına rağmen yaklaşık 50.000 kişinin katıldığı büyük bir miting yapılmıştır. Bir kişinin de öldüğü mitingde Fethi Bey, alana girinceye kadar gelenlerin kendisini protestoya mı yoksa desteğe mi geldiğini anlayamamıştır. Çünkü muhalefet bir kurtarıcı aramaktadır. 


5- Şaban SİTEMBÖLÜKBAŞI, Parti Seçmenlerinin Siyasal Yönelimlerine Etki Eden Sosyoekonomik Faktörler, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2001, s.114. 
6- Ahmet AĞAOĞLU, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s. 226. 

Ancak daha teşkilatlanmasını bile tamamlayamadan, kontrol altında bile olsa, “ Halkın henüz Demokratik bir olgunluğa sahip olmadığı ” gerekçesiyle SCF de 17 Kasım 1930 tarihinde bizzat Atatürk’ün isteği üzerine feshedilmiştir. Koçak’a göre kapatma sürecindeki asıl etken, SCF’nin Belediye seçimlerindeki üstün başarısıydı7. 

SCF’nin muhalefet anlayışını gerçekleştiremeden siyaset sahnesinden çekilmesi, CHF’nin on beş yıl sürecek olan “II. Tek Parti Dönemi” yönetimini başlatmış oluyordu. Başbakan İsmet İnönü’nün, 1 Haziran 1936 günlü genelgesiyle İçişleri Bakanı’nı parti genel sekreteri, illerin valilerini de parti il başkanı yapmasıyla8 artık siyaset de tamamen ortadan kaldırılmış oluyordu. 

Özetle önce TpCF ardından SCF'nin de kapatılması üzerine CHP, 1925 yılında kazandığı Tek Parti kimliğine tekrar dönmüş ve bu niteliğini 1945 
yılı ortalarına kadar sürdürmüştür 9. 

II. ÇOK PARTİLİ SİYASAL HAYATA GEÇIŞ (1945) 


1938 yılında Atatürk'ün ölümünden sonra cumhurbaşkanlığı makamına geçen İsmet İnönü ve onun kontrolündeki CHP, Türkiye’yi otoriter bir yönetim anlayışıyla kontrol altına almış ve bu süreç İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürmüştür. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya siyasî dengeleri, ABD önderliğinde Batı Blok’u ve SSCB önderliğinde Doğu Blok’u arasında, iki kutuplu dünya düzeni şeklinde kurulmuş ve Türkiye’de Batı Blok’una dâhil olmak için siyasal açılımlarda bulunmak zorunda kalmıştır. 

Şeflik sistemlerinin hâkim olduğu İtalya ve Almanya, demokratik ülkeler tarafından yenilgiye uğratılırken Türkiye’nin de Tek Adam, Tek Parti sistemiyle, en azından Batılı kamuoyları ve ülkeleri tarafından kabulü mümkün değildir. Aynı zamanda SSCB’de 7 Kasım 1945 yılında süresi bitecek olan Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşmasını, “savaş sonrasında ortaya çıkan köklü değişiklikler nedeniyle feshedeceğini” bir notayla Türkiye'ye bildirmiştir. Türkiye bunu reddetmişse de Türkiye’nin SSCB karşısında askerî olarak çok zayıf kalmasından dolayı, Sovyetler isteklerinde daha da ileri giderek, Boğazlarda üs ve Doğu Anadolu’dan toprak talep ederek Türkiye’ye, 24 Eylül 1946 tarihinde ikinci bir nota daha vermiştir. Türkiye, notanın tehdit algısını, SSCB’nin İran’dan da henüz çekilmemesinden dolayı çok ciddiye almıştır 10. 


7- Cemil KOÇAK, Belgelerle İktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, 2006, İstanbul, s.163. 
8- Kemal KARPAT, Türk Demokrasi Tarihi, Timaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Nisan 2010, s. 68. 
9- Mete TUNÇAY, "Cumhuriyet Halk Partisi (1923–1950)", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 8, İletişim Yayınları, İstanbul, 1983, s. 2021. 
10- Taner TİMUR, Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 42– 47.


Bu nedenlerle Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ülkenin selameti için, tek partili düzene son verirken, “memleket güvenliğinin ancak demokratik devletler topluluğu içerisinde sağlanabileceğini”11 ifade etmiş ve böylece Türkiye, çok partili siyasal hayata acilen geçmek zorunda kalmıştır. 

İnönü, Batılı ülkelerin önderliğinde toplanan San Francisco Konferansı’na iki yıl sonra iki kez başbakan olacak olan Hasan Saka liderliğinde bir Türk heyetini gönderir. İnönü, Saka’ya ABD’li yetkililerin sorması halinde “Türkiye’nin çok partili siyasal rejime en kısa zamanda geçeceği” konusunda bilgi vermesini ister. Türkiye’de ise, çok partili siyasal hayata geçiş konusunda düşüncelerini ilk kez 19 Mayıs 1945 tarihinde, 19 

Mayıs kutlamalarında yaptığı konuşmayla pratiğe dökmüştür 12. 

Bunun yanı sıra, çok partili siyasal hayata geçişi isteyen bir diğer kesim ise İkinci Dünya Savaşı’nın ulusal ve uluslararası koşullarından yararlanan, karaborsacı yeni bir zenginler zümresidir. Aşırı yoksullaşan kesim ve geleneksel sosyal değerlerinin ezildiğini düşünen kesimler de iktidara gelme arzusuna düşmüşlerdir. Bu durum ilerde DP’nin iktidara gelme sürecine, itici bir kalkış gücü olarak büyük katkı sağlayacaktır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 1 Kasım 1945 tarihli konuşmasında daha fazla demokratikleşme için kesin olarak karar aldığı da görülmektedir. İnönü’nün konuşması şöyledir 13: 


Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Bu 
yolda memlekette geçmiş tecrübeler vardır. Hatta iktidarda bulunanlar teşvik 
olunarak teşebbüsse girişmiştir. İlk defa memlekette çıkan tepkiler karşısında 
teşebbüsün muvaffak olmaması bir talihsizliktir. Fakat memleketlerin ihtiyaçları 
sevkiyle hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka siyasî 
partilerin de kurulması mümkün olacaktır. (…) Tek dereceli olmasını dilediği miz 1947 seçiminde milletin çoklukla vereceği oylar gelecek iktidarı tayin edecektir. O zamana kadar bir karşı partinin kurulabilip kurulamayacağını ve kurulursa bunun meclis içinde mi dışında mı ilk şeklini göstereceğini bilemeyiz. Şunu biliriz ki, bu siyasî kurul içinde prensipte ve yürütmede arkadaşlarına taraftar olmayanların hizip şeklinde çalışmalarından fazla, bunların, kanaatleri ve programları ile açıktan durum almaları, siyasî hayatımızın gelişmesi için daha doğru yol, milletin menfaati ve siyasî olgunluğu için daha yapıcı bir tutumdur. 

Özetle, çok partili siyasal hayata geçiş için ilk ulusal ve uluslar arası koşullar nedeniyle artık dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. 



11 Rıfkı Salim BURÇAK, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945–1950, Olgaç Yayınevi, İstanbul, 1979, s.41. 
12 Mustafa ALBAYRAK, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Phoenix Yayınları, Ankara, 2004, s.30–31. 
13 TC Resmi Gazete, Sayı:6147 (2 Kasım 1945), s.9567. 


Bu yolun kilometre taşı ise Çiftçi Toprak Reformu ile gündeme gelecek ve bunun sonucunda Demokrat Parti ortaya çıkacaktır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE  DEVAM EDECEKTİR..


..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder