9 Nisan 2016 Cumartesi

Koy Kafese



Koy Kafese 



Hüsnü Mahalli
Tarih:21/01/2014 
Türü:İç Politika 


 Hatırlayın; Rusya ve ABD Suriye’nin kimyasal silahlarının imhası konusunda uzlaşınca, Başbakan Yardımcısı Arınç "Maalesef anlaştılar" demişti.

Çünkü, öncesinde Erdoğan Obama’yı aramış ve Suriye’ye saldırmasını istemişti.

Oysa, Obama’nın başka bir hesabı vardı ve bu hesabın içinde Erdoğan ve AKP’ye çok fazla yer olmayabilirdi.

Yani, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, ‘Sarışın’ Clinton ile yaptığı gibi, Kerry’ye "Çak!" diyemeyecekti. 

www.acikistihbarat.com
21.01.2014


Başbakan Erdoğan ve yardımcısı Bülent Arınç, Gülen Cemaati’nin her yıl düzenlediği Türkçe Olimpiyatları etkinliklerine katılır ve ‘on yıllık stratejik müttefik ve dini rehber Hocaefendi’ için duygu yüklü sözler sarf ederdi.

Salonu dolduran on binler de onları coşku ile alkışlardı.

Ne güzeldi o günler, her iki taraf için…

Kardeş kardeş geçinip gidiyorlardı…

Nasıl olsa, her iki kesimde dini bütün insanlar vardı.

Sonra ne oldu?

Şimdi hep birlikte izliyoruz.

Bakalım Cumhurbaşkanı Gül’ün de gidip gezdiği, Cemaat’in yurt dışındaki okulları da ‘çete’ kapsamına alınacak mı?

Erdoğan ve Arınç bir zamanlar benzer duyguları Esad’a karşı da taşıyorlardı.

Hem de ‘Alevi’ olmasına rağmen!..

Sonrası malum…

Burası Ortadoğu ve AKP yönetimindeki Türkiye de bu Ortadoğu’nın parçası olmaya çalıştığına göre, o zaman bu tür davranışlar normal.

Bu davranışların adını varın siz koyun…

Peki Başbakan Erdoğan ve ekibinin ABD ile ilgili sözlerine ne demeli?

Daha parti lideri ve başbakan olmadan Washington yolunu tutan Erdoğan, şimdi ABD’ye çok kızıyor.

Neden mi?

Çünkü ABD Büyükelçisi Ricciardone CHP lideri Kılıçdaroğlu ile yemek yedi.

İyi de, AKP Hükümeti’nde ya da yönetiminde Ricciardone ile yemek yemeyen var mı?

Wikileaks belgelerinde bazı AKP’lilerin Amerikan Büyükelçisi’ne anlattıkları ile ilgili çok hikaye var.

AKP İktidarı döneminde Başbakan Erdoğan’ın Bush ve şimdi Obama yönetimi ile ne denli iç içe olduğunu bilmeyen yok.

Hatta Erdoğan ve medyası bu ‘stratejik dostluk ve işbirliği’nden hep övünç duyduğunu söylerdi.

Ama ne zaman ki, Obama Erdoğan’ın Suriye konusundaki isteklerini yerine getirmedi, aralar bozuldu.

Hatırlayın; Rusya ve ABD Suriye’nin kimyasal silahlarının imhası konusunda uzlaşınca, Başbakan Yardımcısı Arınç "Maalesef anlaştılar" demişti.

Çünkü, öncesinde Erdoğan Obama’yı aramış ve Suriye’ye saldırmasını istemişti.

Oysa, Obama’nın başka bir hesabı vardı ve bu hesabın içinde Erdoğan ve AKP’ye çok fazla yer olmayabilirdi.

Yani, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, ‘Sarışın’ Clinton ile yaptığı gibi, Kerry’ye "Çak!" diyemeyecekti.

Bunun böyle olup olmadığını yakında öğreniriz.

Bakalım yerel seçimlere doğru, Obama Başbakan Erdoğan’ı telefonla arayacak mı?

Ararsa, Beyaz Saray acaba nasıl bir fotoğraf servis edecek?

Belki de Başbakan Erdoğan tüm bu hesapları yaptığı için çok sinirli.

Baksanıza, Ricciardone ile ilgili ne diyordu önceki gün?

"Büyükelçiler bazı provokatif eylemlerin içine giriyorlar.

Onlara sesleniyorum: işinizi yapın.

Biz sizleri ülkemizde tutmaya mecbur değiliz".


Erdoğan’ı dinlerken aklıma Hüsnü Mübarek geldi.

O da Ricciardone’ye çok kızmıştı…

Haziran 2004'teki BOP Zirvesi’nden sonra, Başkan Bush Ricciardone’yi Kahire’ye göndermişti; git bak bakalım, oralarda ne yapabiliriz diye…

2005 başlarında Mısır’a giden Ricciardone hemen işe koyulmuş ve her gününü ‘Müslüman Kardeşler’le geçirmeye başlamıştı.

Bu davranışa çok kızan Mübarek, sonunda Başkan Bush’u arayıp "Bak bu adamı almazsan, buradan ben kovacağım" demişti.

Mübarek’i kızdırmak istemeyen Bush da, Ağustos 2008'de Ricciardone’yi Kahire’den alıp; önce Bağdat’a, sonra Kabil ve Ankara’ya göndermişti.

O Ankara’da iken, Mısır’da ‘Arap Baharı’ patlak verdi ve Mübarek kafese konuldu!

Hem de oğulları, bakanları ve yakın adamları ile birlikte.

Açık İstihbarat @ 2014

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10459

.



"Yeniden Yargılama" : Paçayı Kurtaran Değil Ülkeyi Kurtaran Çözümler



"Yeniden Yargılama" : Paçayı Kurtaran Değil Ülkeyi Kurtaran Çözümler 



Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat
Tarih:12/01/2014 
Türü:İç Politika 


Basına, Meclis’e, Adalet Bakanlığı’na, Başbakanlığa Kuddusi Okkır’ın nasıl vahşi bir ihmal sonucu öldürüldüğünü anlatan dilekçeler yazdılar, soruşturma istediler, Zekeriya Öz ve cezaevi yönetimi hakkında suç duyurusunda bulundular...

(Bkz :  Kuddusi Okkır'ın Koğuş Arkadaşlarından Suç Duyurusu  ... / Kuddusi  Okkır'ın Anısına : Suç Şahsidir, Vicdan Ortak  )

O şartlarda böyle bir şeye cesaret edebilen bu insanların birisi emekli albay, birisi çay ocağı işçisi, biri Sağlık Bakanlığı memuru, biri de serbest meslek sahibi bir vatandaştı..

Koca koca generaller, milletvekilleri, Baro başkanları, anlı şanlı köşe yazarları Tekirdağ Cezaevi’nden yükselen bu feryada kulak tıkadılar, hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya ve yazmaya devam ettiler..

 
www.acikistihbarat.com
13.01.2014


Konu, sözde Ergenekon,Balyoz, Odatv, İnternet andıçı, ıslak imza, askeri casusluk vs. davaları için yeniden yargılanma yolunun açılması..(ve tabii  mecburen KCK, PKK vs. davalarını da kapsayacak biçimde).

Ne vesileyle?

Türk yurtseverleri, aydınları ve askerlerine bu tuzağı kuranlar arasında pasta paylaşma kavgası çıktı diye..

Önce şu meseleye açıklık getirelim: Bu konuda facebook sayfamda kısa bir itirazda bulununca, 
“ Yılmaz Özdil seninle ilgili bir şey söylemiyor, sana ne oluyor ki?” diyenler oldu..

Efendim, Ergenekon ve Balyoz davalarında sadece ünlü ve medyatik insanlar yargılanmıyor..

Silivri Cezaevi’ni dolduranlar arasında bizim gibi işsiz gazeteciler, Ayşe Arman’a poz vermek için sıraya girmeyenler, otogaz satıcıları, mali müşavirler, sınıf öğretmenleri, emekli astsubaylar,ev kadınları, banka memurları, kantin işletmecileri vs. türünden “düz vatandaşlar” da var..Hem de medyatik olanlardan sayı olarak daha fazla ve de yargılanma-yatma konusunda ünlü şahıslardan daha kıdemli...

Ben ve eşim Behiç Gürcihan da bu “düz vatandaşlardan” ikisi olarak sessiz sedasız toplamda 19 yıi ceza aldık. 

O kadar sessiz sedasız aldık ki, 5 Ağustos 2013 günü hüküm açıklandığında, hiç bir medya organının duyurduğu listede adımız yer almadı. Mehmet Haberal’ı bile “gazeteciden” sayan basın kuruluşları, beni gazeteciden saymayıp hazırladıkları listelerde yer vermedi.

Umurumda olduğundan değil, zira bu halimle dünyanın en özgür gazetecisiyim ve meslek örgütleri dahil kimseye sözümü esirgemek için yapmam gereken hesap, tartmam gereken denge yok. 

Bunu sadece, her şeyin nasıl “seçilmişler” arasında döndürülmek istendiğini, her konuda olduğu gibi bu konuda da meselenin gerçek sahiplerinin sesinin kısılıp, ortaya yapay kahramanların sürüldüğünü görün diye söylüyorum...

Sevenleri, hayranları, fanları vs. kusura bakmasın ama Yılmaz Özdil de benim gözümde bu yapay kahramanlardan biridir. Daha bir kaç ay önce, Tayyip Erdoğan hesabına Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a karşı sarfettiği hakeretâmiz sözleri tabii ki unuttunuz gitti. Ben o olaydan değil, daha eski bir meseleden dolayı Yılmaz Özdil’e bir not vermiş durumdayım; o da şu:

Acılarla dolu Ergenekon sürecinin kanımca en travmatik, en vicdan sızlatan olaylarından birisi Kuddusi Okkır’ın ölümü, daha doğrusu bizzat Savcı Zekeriya Öz ve 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti tarafından öldürülmesidir...

2008 yılında gerçekleşen bu acı olay hakkında Yılmaz Özdil’in o tarihte neden yazı yazmadığını hiç düşünen var mı?

Yazmadı; çünkü Aydın Doğan medyası o yıllarda “Ergenekon” konusunda AKP-Cemaat iktidarından yana tavır alma politikasını seçmişti. Bu anlamda Emin Çölaşan’ın yazılarına son verildi ve Çölaşan’ı okuyan kitleyi kaybetmemek için yerine Yılmaz Özdil getirildi. Misyonunun gayet de farkında olan Yılmaz Özdil, bu konuda tabii ki patronajı üzecek bir şey yapmadı.

2011 yılında yazarları Soner Yalçın tutuklandığında, konuyla ilgili haberlerde kendisinden “bir internet sitesinin sahibi” şeklinde sözedildiğini ve tutuklanmasının ikinci haftasında yazılarına son verildiğini de unutup gittiniz ki, bizim gibi  daha 2007 yılında “Ergenekon” adlı hukuk seri cinayetinin hedefi olan sıradan vatandaşları çoktan unutmuşsunuzdur...

Yılmaz Özdil ve gazetesinin görmezden geldiği Kuddusi Okkır cinayetinin benim ve eşimin hafızasında daha acı bir yeri var...

Behiç Gürcihan 2008 Haziranında  tutuklanıp Tekirdağ cezaevine konulduğunda, kendisine yatması için verilen yatak, daha bir kaç gün önce acılar içinde ölmüş olan Kuddusi Okkır’ın yatağıydı...

“Paşa çocuğu” Behiç Gürcihan,  durumu üzülmesinler diye ailesine bildirmedi, namertten ricacı olmamak için cezaevi yönetiminden yeni yatak istemedi..Bu travmayı kendi içinde yaşadı ve Okkır’ın diğer koğuş arkadaşları ile birlikte şunu yaptı:

Basına, Meclis’e, Adalet Bakanlığı’na, Başbakanlığa Kuddusi Okkır’ın nasıl vahşi bir ihmal sonucu öldürüldüğünü anlatan dilekçeler yazdılar, soruşturma istediler, Zekeriya Öz ve cezaevi yönetimi hakkında suç duyurusunda bulundular...

(Bkz :  Kuddusi Okkır'ın Koğuş Arkadaşlarından Suç Duyurusu  ... / Kuddusi  Okkır'ın Anısına : Suç Şahsidir, Vicdan Ortak  )

O şartlarda böyle bir şeye cesaret edebilen bu insanların birisi emekli albay, birisi çay ocağı işçisi, biri Sağlık Bakanlığı memuru, biri de serbest meslek sahibi bir vatandaştı..

Koca koca generaller, milletvekilleri, Baro başkanları, anlı şanlı köşe yazarları Tekirdağ Cezaevi’nden yükselen bu feryada kulak tıkadılar, hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya ve yazmaya devam ettiler..

O dilekçeleri ve mektupları tutuklanma tehdidi altında bizzat taşımış biri olarak biliyorum...

Yılmaz Özdil de sustu, gazetesi de sustu, bugün Baro Başkanı olan, o günlerde adını duymamış olduğum Metin Feyzioğlu da sustu..

Şimdi gelinen noktada, kafa kafaya verip kendilerince bir “Silivri’dekileri kurtarma planı” hazırlamışlar, bana ve benim gibi olanlara da “Sana ne oluyor ki? Biz sana mı söylüyoruz?” diyorlar...

Yılmaz Özdil gibi hiç bir bedel ödememiş birisi, bizin gibi “ yeniden yargılama ” adı altında aniden ortaya çıkan heyecan dalgasına ihtiyatlı bakanlara “geri zekalılar, ahmaklar, düşün yakamızdan” diyebiliyor..

Sorun tam da bu zaten, bana ve benim durumumda olanlara da ne oluyor ki?

Böyle bir misyonu nerede üstlendiği anlaşılamayan Baro Başkanı, Silivri’de adet yerini bulsun diye İlker Başbuğ ve Doğu Perinçek’le görüşüp onlardan icazet aldıktan sonra, tüm Ergenekon sanıkları adına Tayyip Erdoğan’a teklif götürmeye kendisini yetkili görüyor..

İlker Başbuğ ve Doğu Perinçek neden  benim adıma karar verme yetkisine sahip onu da bilemiyorum.. Yoksa “örgüt” diye diye bizim kendimizi gerçekten “örgüt” zannetmeye  başlamamıza mı sebep oldular?

Konu konuyu açıyor ama ben Doğu Perinçek ve partisinin “Fevzioğlu inisiyatifi” diyebileceğimiz olaya coşkuyla sarılıp bel bağlamasını da anlayabilmiş değilim...

Ergenekon davası duruşmalarındaki tavırlarına yakinen tanığım zira. Abdullah Öcalan’a uzanacak bir af girişimine kesin olarak karşıydılar. Duruşmaların birinde, şimdi ismini hatırlayamadığım bir sanık.“Bizi Öcalan katiliyle birlikte serbest bırakmak planlanıyorsa, bilinsin ki ömür boyu burada  yatmaya razıyız” dediğinde, Perinçek ve arkadaşlarının hep bir ağızdan “Biz de!” diye bağırdıklarını hatırlıyorum...

Gelinen nokta, Öcalan’ın salıverilip siyaset sahnesine sürülmesi planının adım adım gerçekleşmeye başladığı bir noktadır zira..

Bu kadar uzun bir girişten sonra ana meseleye dönelim ve “yeniden yargılama” adı verilen al gülüm-ver gülüm oyununa neden karşı olduğumuzu maddeler halinde açıklayalım:

1-Cemaat-AKP savaşı olarak isimlendirilen taşeron  kavgasında taraf olmamamız gerektiğini düşünenlerden, akrep gibi birbirlerini ve kendilerini sokmalarının en hayırlısı olacağına inananlardanız. Böyle düşündüğümüz için, Tayyip Erdoğan’dan yeniden yargılanma talebinde bulunmanın onun  konumunu güçlendireceğini , kendisine “Yapılan hukuk katliamlarından pişmanlık duymuş, kandırılmış ve özeleştiri yapmış Başbakan” hüviyeti sağlayacağını ve siyasette “temiz sayfa” açma fırsatı vereceğine inanıyoruz. 

Tayyip Erdoğan ile böyle bir işbirliğine gitmek, yurtseverlere kurulan bu alçakça pusunun ileride hesabını sormayı zorlaştıracak bir durumdur. Toplumun korkutucu düzeydeki balık hafızası da hesaba katıldığında, Tayyip Erdoğan’ın “Hatasını görmüş ve elinden geldiğince düzeltmeye çalışmış” bir başbakan olarak tarihgire geçmesi işten bile değildir. Kendisiyle işbirliği yapmış olanların gerçekleri gelecek nesillere aktarma konusundaki inandırıcılıkları da yara alacaktır.

2-Yeniden yargılanma konusunda görüş birliğine varılsa bile, bizzat Tayyip Erdoğan tarafından darmadağın edilmiş bir güçler ayrılığı dengesinden, önce vesayet altına alınıp sonra  parçalanmış bir yargı sisteminden hızlı ve adil bir karar çıkacağı son derece şüphelidir. 

Yeniden yargılama demek, milyonlarca klasörlük bu dev davaların, aynı mahkemeler tarafından , hem de “sıfırdan” yeniden ele alınması demektir. Bu uzun süreçte, AKP ile Cemaat arasında sulh yoluna gidilirse nasıl bir B planı tasarlanmıştır? 

Savunulduğu gibi amaç, “düşman hattında ortaya çıkmış bir bozgundan istifade ederek yıllardır haksız yere zindanlarda yatan yurtseverleri kurtarmak” ise, Ergenekon davasının en çetin yıllarında cesur ve başarılı bir avukatlık mücadelesi ortaya koymuş olan Tolga Akalın gibi avukatların “Yeniden yargılama değil, Yargıtaya Ceza Kurulu” önerisi neden dikkate alınmamaktadır? (Haydi, sanıklardan sadece bir kaç kişi “adam yerine konuluyor diyelim, peki avukatlarımızın görüşünü almak da mı yok?)

3-Metin Feyzioğlu’nun hal ve gidişinin, girişimin “halisliğine” halel getirmesinde de şaşırılacak bir durum olmadığı gibi, olay Yılmaz Özdil’in “Velev ki Beyaz Saray’a başkan olmak istiyor...sana ne, sen neticeye bak!” şeklindeki gayrı ciddi yaklaşımlarını kaldırmayacak kadar hayati bir meseledir. Girişimi başlatan ve sürükleyen adamın, daha ortada fol ve yumurta yokken lider havalarına girmesi, hukuk mücadelesinin boyutlarını aşan söylemlere kalkışması bu zorlu sürecin acılarını çekmiş insanlarca sindirilecek yaklaşımlar değildir. Metin Feyzioğlu neticede siyasi mücadelede kendisini kanıtlamış birisi olmayıp, Amerikan Büyükelçiliği ile olan mesaisi de en azından bizim açımızdan karanlıkta kalmış bir konudur...

4- Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde geçen çetin yıllar, eğer bir siyasi mücadeleyi ve bağımsız Atatürk Türkiye’sini yeniden kazanma hedefini getirecekse (ki getirmelidir); eğer bu süreç Türk Milleti’nin gerçek temsilcilerini ortaya çıkaracak bir er meydanı olacaksa, bedenlerin bir yıl önce-iki yıl sonra “özgürlüğe kavuşmasının hesabı yapılamaz.

Özellikle subay aileleri arasıında maalesef olayın siyasi boyutunu kavrayamayanlar göze çarpsa da,  davanın siyasi bilince sahip sanıkları, bu fedakârlığı göstermek mecburiyetindedirler; aksi takdirde bütün mücadeleleri boşa gitme tehlikesiyle karşı karşıyadır. 

Kavuşacakları “özgürlük” tıpkı Mustafa Balbay’ın “özgürlüğü” gibi gerçek bir özgürlük olmayacaktır. 

Türk askerine ve Türk aydınına yaraşır bir tavrın nasıl olması gerektiği merak ediliyorsa; duygusal, apolitik  ve pek medyatik kimi subay eşi ve çocuklarının tavırlarına değil; (Ergenekon ve Balyoz adı altında Türk Milleti’ne oynanmış büyük oyuna yıllarca sessiz kalmış olan partisine rağmen); Engin Alan’ın tavrına bakmak yeterli olacaktır...

Bize  Ahlak ve Stratejinin kesiştiği noktada ; Paçayı Kurtaran değil Ülkeyi kurtaran  Çözümler üretmek yakışır. 


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10456


.

Cemaat Bahane, Esas Hedef Gül mü?



Cemaat Bahane, Esas Hedef Gül mü? 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:10/01/2014 
Türü:İç Politika 


 İşin gerçek yüzü ne pahasına olursa olsun Cumhurbaşkanlığı’na giden yolun önündeki engelleri  acımasızca  ve yüzsüzce ortadan kaldırmaktır.

Bu uğurda, rakip durumundaki Abdullah Gül’ün de bir şekilde bu Cemaat fırtınasının  içerisine çekilerek  yıpratılması ve devre dışı  bırakılması gerekmektedir.

Başbakan’ın “Dost modern darbe” söylemi ile bir dost kesimi  zan altında bırakması bu açıdan çok anlamlıdır. 

www.acikistihbarat.com
10.01.2014

Şu işe bakın...

Cumhurbaşkanı Elçi gönderiyor.

Kime ? 

Okyanus ötesine.

Ne için ? 

Bugüne kadar işbirliği yapan cemaatle, iktidarın  arasını bularak, yapılan usulsüzlüklerin  daha fazla ortalığa dökülmesini ve çıkara dayalı mevcut düzenin bozulmasını önlemek için.

" Hoca Efendi " de elçi diye bir şey yaptığını sanan o kapıkulu koca adamların eline  bir mektup verip gönderiyor.

İktidarı , muhalefeti , basını ve kamuoyuda tutup demokrasi dışı ve cumhuriyet karşıtı böyle bir konu ve yaklaşımı  tartışıp  duruyor. 

Yazıklar olsun cumhuriyet ülkesinde, tarikat ve cemaatleri Orta Çağ benzeri güç odağı haline getirenlere,onlarla işbirliği yapanlara ve bunu gündemine alan bizlere .

Gelelim bu kirli siyasetin ve sıcak savaşın henüz dikkat çekmeyen  ancak çok önemli diğer bir tarafına !...                                                                                          

Hükümet ve Cumhurbaşkanı’nın bu kavgadaki farklı yaklaşımına.   

Başbakan Asker’i de yanına alarak cemaatin,paralel devletin üzerine gitme bahanesi ile demokrasi ve hukuk dinlemeksizin Devlet’in tamamını kontrolü altına almaya çalışırken, Cumhurbaşkanı ise sessizce arayı bulmaya, iki tarafa da zarar veren bu sıcak savaşın bir an önce bitmesine ve daha da önemlisi kendi geleceğine yönelik muhtemel riski yok etmeye,eski kirli defterlerin açılmasını  önlemeye  çalışmaktadır.

Başbakan, görünen kısmı ile sözüm ona Cemaatin üzerine giderken, kavganın  boyutlarını da özellikle  genişletip derinleştirmeye , soğuk savaş yöntemleri ile Cumhurbaşkanı’nı da bu işin içine alacak ya da zan altında bırakacak  boyutlara taşımaya  böylece gelecek seçimlerde onu saf dışı bırakmaya çalışmaktadır.

Cemaate daha yakın durması gereken ve tavır alması beklenen Bülent Arınç’ın şaşırtan sessizliği ise ,Erdoğan sonrası Başbakanlık konusunda Gül’ü tamamı ile saf dışı bırakan ayrı bir dayanışmanın şüphesini ortaya koymaktadır.  

Kısacası ve açıkçası;

Kumpası ortaya çıkarma,paralel devletle uğraşma gibi söylem ve eylemler bu ülkede oynanan başka bir kumpasın görünen sahte yüzüdür.

İşin gerçek yüzü ne pahasına olursa olsun Cumhurbaşkanlığı’na giden yolun önündeki engelleri  acımasızca  ve yüzsüzce ortadan kaldırmaktır. 

Bu uğurda, rakip durumundaki Abdullah Gül’ün de bir şekilde bu Cemaat fırtınasının  içerisine çekilerek  yıpratılması ve devre dışı  bırakılması gerekmektedir.

Başbakan’ın “Dost modern darbe” söylemi ile bir dost kesimi  zan altında bırakması bu açıdan çok anlamlıdır.

Sonuç olarak ; 

Vatan,Millet,Demokrasi,hak,hukuk  adına mücadele edildiği söylemleri bizleri alaya ve hafife alan koca bir laftır.  

Esas amaç ne pahasına olursa olsun Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturarak saltanatı devam ettirebilmektir.


Açık İstihbarat @ 2014


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10455

..

Ulusalcılığın Ateşle İmtihanı (Erdoğan'ı Kurtarmanın Vebali)



Ulusalcılığın Ateşle İmtihanı (Erdoğan'ı Kurtarmanın Vebali) 



Açık İstihbarat
Tarih:06/01/2014
Türü:İç Politika 


Tayyip Erdoğan'ın ; Doğu Perinçek'ten fazla "dış güçler/CIA" jargonuna sapması birazda bu siyasi işportacının piyasayı koklama yeteneğinden kaynaklanıyor. 

17 Aralık kırılması sonrasından, bu tecrübeli siyaset işportacısının cemaate karşı " Ulusalcı " cenahtan kendine ittifak devşirmesi de tesadüf değil.

Herkes artık Silivri tarlalarından megakente doğru yönelen bu akıma talip.

Peki, "Ulusalcılar" yıllardır cefasını çektikleri bu süreci ülke adına neye tahvil edecekler? 

 
www.acikistihbarat.com
07.01.2014



Türk siyasetindeki 17 Aralık kırılması, yeni bir irin patlaması olarak gündemi kapladı. 

Herkesin malumu olan "sırlar" ortalığa saçıldı ve bugüne kadar kolkola onlarca kumpas kurmuş olan şebekeler, iktidar yorganının yırtılması ile birlikte birbirlerine düştüler.

MİT'çinin Savcıya silah çektiği; Tayyar'ın  daha geçen randevu almak için yalvar yakar olduğu Öz'e galiz küfürler savurduğu; polisin savcının emrini yerine getirmeyerek Anayasal suç işlediği, ayakkabı kutularından milyon dolarların fışkırdığı  ve bunun gibi nice gerçek ötesi sahnenin yaşandığı bu süreçte herkes çevresine siyasi bir içtima çekmeye başladı.

"Önce safları toplayalım, sonra yeni itttifak arayışına girelim" heyecanı kokusuz ama baş döndüren bir gaz misali her tarafa yayılmaya başladı. 

Bir "Paralel Devlet", diğer "Paralel Devlet"'i , "Paralel Devlet" ilan etti. 

Dünkü "kahraman savcı", bugün yolsuz oldu. 

Dünkü savcı, bugün mağdur oldu. 

Erdoğan'ın kontratının iptal edildiğini duyan üşüştü iktidar sofrasının başına. Herkes bu masanın yakında devrileceğinin ve yakın zamanda yeni bir masa kurulacağının farkında. Erdoğan bile.

İşte bu hengame içerisinde nice ahlaksız teklif de havada uçuşmakta. 

Eski ortaklar, yeni ortak arayışı içerisinde, ucunda bir iki özeleştiri yapıp, daha geçen kanına ekmek doğradıklarına doğru seyirtmeye başladı. 

"Sizler de artık taktik olarak cemaate karşı AKP'yi desteklemelisiniz" diyeni mi ararsınız...

"Cemaate karşı AKP desteklenmeli, zaten başından beri biz bunlara karşı değil miyiz" diyen mi ararsınız...

At izinin it izine karıştığı günleri özleyeceğiz. 

Bu kaotik tablo içerisinde , doğal olarak, "Ergenekon" sürecinin mağdurları da, uğradıkları büyük haksızlığın kumpasından kurtulma peşindeler.

Fakat bu hain süreçte, "Ergenekon"/"Balyoz" ve türevi davalardan yatanlar aynı zamanda bir siyasi izdüşüme sahipler; isteseler de istemeseler de.

Bu siyasi izdüşümün emlak değeri, özellikle kartların yeniden karıldığı bu dönemde çok yüksek ve birileri çoktan bu emlak değeri yüksek "Ergenekon" arazisi üzerine kat çıkmaya başladı bile. 

Toplumda meşruiyetini kanıtlamış bir siyasi damar olarak "Ulusalcılık" artık sadece "marjinallerin" tütün kutusundaki egzotik bir tad değil; paketlenmeye hazır siyasi bir toplumsal ürün.

Sözcü , Aydınlık, Yurt ve Cumhuriyet gazetelerinin tirajlarının toplamı bu tabloda önemli bir gösterge.

Tayyip Erdoğan'ın ; Doğu Perinçek'ten fazla "dış güçler/CIA" jargonuna sapması birazda bu siyasi işportacının piyasayı koklama yeteneğinden kaynaklanıyor. 

17 Aralık kırılması sonrasından, bu tecrübeli siyaset işportacısının cemaate karşı "Ulusalcı" cenahtan kendine ittifak devşirmesi de tesadüf değil.

Herkes artık Silivri tarlalarından megakente doğru yönelen bu akıma talip.

Peki, "Ulusalcılar" yıllardır cefasını çektikleri bu süreci ülke adına neye tahvil edecekler?

"Bakın biz masumuz, bakın Zekeriya neler yapmış" cümlelerinin ardındaki o psikolojik itibar iadesine mi?

Eli kanlı bir örgüt olan PKK ile , " Toplumsal Barış " adı altında pişirilecek utanç verici bir birlikteliğe mi?

Bir Meclis sandalyesine mi?

Hükümette bir koltuğa mı?

Bir " Yeniden Yargılanma " süsü verilmiş affa mı?

" Özgürlüğe " mi...

" İktidar'da ortaklığa mı ?"

Bunların hiç biri konjonktürel kazanımlar ve anlık ferahlığın ötesinde bir anlam ifade etmeyecektir.

Aksine bu tarz " Kazanımlar ", şu anda iktidar dengeleri açısından siyasi maniveladan öte bir gücü olmayan "Ulusalcılığın" , küresel güçler tarafından herhangileştirilmesinin de önünü açacaktır. 

Masumların suçlu ilan edilip bir torbaya atıldığı bu süreçte çeşitlenen ve demir parmaklıklar ardında marjinallikten doğal yatağına doğru akmaya başlayan Ulusalcılık ; suçluların masum ilan edileceği yeni dönemin manivelası yapılmamalıdır. 

Özel Yetkili Mahkemeler kaldırıldığında Türkiye'nin üzerine bir hukuk güneşinin doğacağını varsaymak en hafif tabirle safdilliktir. Türkiye'nin hukuk kitaplarında; doğru , vicdanlı ve ahlaklı zihniyetler tarafından uygulandığı takdirde herkese yetecek hukuk mevcuttur. 

Sorun ÖYM'lerin varlığı değil, bu mahkemeleri işgal etmiş zihniyetin varlığıdır. 

TCK'daki " Tutuklanabilir " ifadesini " Tutuklanır " olarak yorumladığı sürece hakim/savcı her yerde "özel yetkili" etkisi yapacaktır. Bilgisayarınızdaki CV'yi, TCK'daki "özel veriyi kaydetme" suçuna soktuğu sürece her savcı Zekeriya Öz kıvamında olacaktır.  

Bugüne kadar onlarca kişinin onlarca makam nezdinde yaptığı sonuçsuz kalmış girişim varken, birden sahneye çıkartılan Metin Feyzioğlu'nun , bu ihanet sürecinin baş mihmandarı Erdoğan'la masaya oturmasının parlatılması Ulusalcılığın araçsallaştırılmasında atılacak yeni bir adımdır.

Halbuki bu ülkenin vatanseverlerinin ne Erdoğan 'ın himmetine, ne Gülen'in duasına ihtiyacı bulunmaktadır. 

"Ulusalcılık" ne Feyzioğullarını, Kocasakalları CHP milletvekili /lideri yapmak, ne de Perinçek'i iktidar yapmak için bir araç değildir. 

"Ulusalcılık" , eski zaman "sağcılık" ve "solculuğun" olduğu gibi küresel oyun tarafından araçsallaştırıldığı takdirde uzun vadede kaybedecektir. 

Vatanseverlerin bu süreçte yapması gereken tek şey ; hiç kimsenin himmetine başvurmadan, haklı olduklarının bilinci ve özgüveni ile, birbirlerinden başka yiyecek bir şeyi kalmayan bu iktidar sürüsünün birbirini yemesini izlemektir.

Tayyip Erdoğan 'da, Fetullah Gülen de  bu sürecin hesabını vermekle yükümlüdür.

Bugün konjonktürel/taktiksel olarak yaptığınız her ittifak sizi ileride suçluyu aklar konuma taşır ki; kişisel olarak büyük kazanım gibi görünen bu hamleler ülke için ciddi bir stratejik hataya denk düşecektir. 

Günün birinde Öcalan gibi bir katilin Meclis sıralarında oturmasının vebalini taşımak istemiyorsak, bu oyunu yıllarımızı feda etmek pahasına bozmakla yükümlüyüz.

" Ulusalcılığı " ; ekranlarda boy boy vatan-millet edebiyatı yapmak ve kafiyeli konuşma sanatı zannetmiyorsak.

Açık İstihbarat

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10454

Kumpas'ın 2. Safhası Başlıyor



Kumpas'ın 2. Safhası Başlıyor 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:28/12/2013 
Türü:İç Politika 


 Başbakan’ın danışmanı denen adam rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında görev yapan cemaat yanlısı diye suçladıkları savcıları ve polisleri kastederek dedi ki ;

“ Bu Ülkenin Milli Ordusu’na KUMPAS kurdular.”

Doğru olmaya doğru da.

O kumpası, Cemaat ve AKP beraber kurmadı  mı ?

www.acikistihbarat.com
28.12.2013

Başbakan’ın danışmanı denen adam rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında görev yapan cemaat yanlısı diye suçladıkları savcıları ve polisleri kastederek dedi ki ;

“ Bu Ülkenin Milli Ordusu’na KUMPAS kurdular.”

Doğru olmaya doğru da.

O Kumpası, Cemaat ve AKP beraber kurmadı  mı ?

Danışman denen adamın Başbakanı o kirli senaryonun savcısı olduğunu iddia etmedi mi ?

Peki nasıl oluyor da,Başbakan’dan habersiz öksürmesi  dahi, mümkün olmayan bir danışman böyle riskli bir açıklamayı yaptı.

Düşünmek gerekmez mi !..

Bugüne kadar Cemaatle işbirliği yapan AKP için bir yanı ile tehlikeli ve özellikle Silahlı Kuvvetler açısından tepki duyulabilecek  bir söylemin amacı nedir ? 

Tabi demokratik tepki duyabilecek  ve bunu demokratik yöntemle ortaya koyabilecek duyarlı ve akıllı bir kimlik kaldı ise..

İlk bakışta, Silahlı Kuvvetler’e yapılan haksızlığı ortaya koymak gibi görünen tepki duyulacak bu söylemin gerçek amacı ne olabilir!

Elbette Silahlı Kuvvetleri korumak  değil .

Esas amaç, Silahlı Kuvvetler’e oynanan kumpas üzerinden artık kendileri için tehlikeli hale gelen polis ve savcılar üzerinde baskı yaratmak ve onları kamuoyu önünde yıpratmaktır. 

Kısacası  kendini  akıllı,karşısındakileri ise çok rahatlıkla aptal yerine koyan Başbakan’ın esas amacı ;

Bu polis ve savcıların üzerine sözüm ona  Silahlı Kuvvetlere yapılan haksızlık nedeni ile gidildiği izlenimi vererek  onları etkisiz hale getirmek ve böylece dolaylı yöntemlerle kendilerini bu kirli iddia ve soruşturmalardan kurtarmaktır.

Daha açıkçası;

Başbakan kendini kurtarmak için Kumpasın ikinci safhasını da Silahlı Kuvvetler üzerinden oynayacaktır.

Şu andan itibaren Silahlı Kuvvetler’i  yanına almaya çalışarak  bir yandan mağdur ettiklerinin  sözüm ona kurtarıcısı rolünü oynayacağı gibi bir yandan da kendini hedef alanların üzerine daha rahat giderek her şeye rağmen  iktidarını  devam  ettirmeye çalışacaktır.  

Umarız bu Kumpasın 1. Safhasını algılayamayan ve gerekli duyarlılığı göstermeyen Türk Silahlı Kuvvetleri  
2. Safhanın Farkındadır. 



http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10451


..



2. Dalgadan Büyük Bir Rant Öyküsü



2. Dalgadan Büyük Bir Rant Öyküsü 




Çiğdem Toker
Tarih:28/12/2013 
Türü:İç Politika 


 Akabe de Meksan’ın ödeyemediği kredi borcunu 13 yıl sonra “ Elverişli Koşullarda ”devralmış oluyor.

Ortaklar: Mustafa Latif Topbaş, Mahmut Muhammet Topbaş ve Abdullah Tivnikli.

Bu devirden 7 ay sonra Meksan’ın iflas masası toplanıyor.

Üç günlük şirkete göz göre göre…

Şimdi başa dönerek Halkbank’ın teminat olarak aldığı o çok kıymetli arazinin başına gelenlere bakalım:
 
www.acikistihbarat.com
28.12.2013

İkinci soruşturma dalgasında, mal varlıklarına tedbir konulan iş adamlarının büyük bölümü, kamuoyunun yakından bildiği isimler. Bu isimler arasında, bir dönem Telekom özelleştirilmesinde tartışmaların odağına yerleşen Abdullah Tivnikli’nin yanı sıra ortağı Mustafa Latif Topbaş da yer alıyor.

Her iki ismin de adı daha yakın zamanda birlikte ortak oldukları Akabe İnşaat dolayısıyla TBMM gündemine geldi.

2. dalga kapsamında olduğu konuşulan ve içinde; Halkbank’ın, 5 milyon metrekarelik arsanın ihalesiz satışı, muvazaalı şirket operasyonları olan büyük ve karmaşık bir hikâyeyi anlatma zamanı:

Başlangıcı 15 yıl öncesine giden bir rant öyküsü bu:

Meksan Makina adlı şirket, 1998’de Halkbank’tan 5.8 milyon dolar kredi kullanıyor.Karşılığında İstanbul-Pendik’te 5 milyon metrekarelik bir arazi teminat olarak alınıyor.

Geri ödemelerinde sorun çıkması üzerine, banka krediyi yasal takibe alıyor. Meksan, Temmuz 2009’da mahkeme kararıyla iflas ediyor.

Halkbank, icra takibinde 137 milyon TL olarak hesapladığı alacağını, iflas masasına 50 milyon TL olarak bildiriyor. Böylece Meksan’ın Halkbank’a borcu 86 milyon TL düşürülüyor.
Halkbank 110 milyon TL’den vazgeçti

2011’e gelindiğinde ilginç bir gelişme oluyor. 

Halkbank, icra takibinde 137 milyon dolar bildirdiği alacağını Akabe A.Ş. adlı şirkete 15 milyon dolara temlik ediyor.

Normal koşullarda, kamu bankalarının, “kalitesiz alacaklarını”, BDDK’ce belirlenmiş Varlık Yönetim Şirketleri’nden birine devretmesi gerekiyor. AncakAkabe, 2001 krizi sonrasında geliştirilen bu düzenleme kapsamındaki şirketlerden biri değil

Böylece bir kamu bankası olan Halkbank, 137 milyon TL’lik alacağını, o günün kurlarıyla 27 milyon TL’ye devrederken 110 milyon TL’den vazgeçiyor.

Akabe de Meksan’ın ödeyemediği kredi borcunu 13 yıl sonra “elverişli koşullarda”devralmış oluyor. 

Ortaklar: Mustafa Latif Topbaş, Mahmut Muhammet Topbaş ve Abdullah Tivnikli.

Bu devirden 7 ay sonra Meksan’ın iflas masası toplanıyor.

Üç günlük şirkete göz göre göre…

Şimdi başa dönerek Halkbank’ın teminat olarak aldığı o çok kıymetli arazinin başına gelenlere bakalım:

20 Haziran 2012’de Meksan’ın 1998’de aldığı krediye teminat olarak gösterdiği 5 milyon metrekarelik arazinin 120 milyon TL’den az olmamak üzere “pazarlık usulüyle” satışına karar veriliyor.

Meksan alacaklılarından Av. Ufuk Erdoğan Sabuncuoğlu, “Pazarlık yanlış. İhale açmanız gerekir” dese de itirazı kabul görmüyor.

120 milyon TL’den satışa çıkarılan bu arazinin değerine Kadıköy 3. İcra ve İflas Müdürü’nün görevlendirdiği bilirkişi itiraz ederek, arazinin değerini 198.6 milyon TL olarak takdir ediyor.

Ancak iki itiraz da sonuç vermiyor. 

Ve 30 Kasım 2012’de pazarlık usulü satışa çıkarılan arazi, tek alıcı olarak katılan Güven Enerji’ye 120 milyon TL’ye satılıyor.

Şimdi sıkı durun:

1. Güven Enerji bu satıştan sadece üç gün önce eldeğiştirmiş bir şirket…

2. Arazi satışına katılmak için gerekli olan 40 milyonteminatı da Al Baraka’dan sağlamış.

3. Güven Enerji’nin şirket adresi; Eksim Holding ileaynı.

4. Eksim Holding’in büyük ortağı ise Abdullah Tivnikli.

Darbe mi dediniz?

Toparlayacak olursak:

Bir kamu bankasının batık alacağını değerinin çok altına devralan da, o alacağı ipotekli çok kıymetli gayrimenkulü satışa çıkaran da, satışa çıkan araziyi alan da aynı kişiler…

Buraya kadar yazdıklarımın bir kısmı, CHP milletvekilleri Oktay Ekşi ile o dönem KİT Komisyonu üyesi olan Aykut Erdoğdu tarafından TBMM gündemine taşındı.

Bu rant öyküsüne rağmen, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını hâlâ “darbe” diye niteleyen, Halkbank’ı da küresel güçlerin yıkmak istediğine inananlar şüphesiz olacaktır. 

Yine de bu dosyanın tamamının belgeli olduğunu not düşelim. O çok sevdikleri deyimle, “tüyü bitmemiş yetim hakkı” adına.


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10450


..


8 Nisan 2016 Cuma

Cemaatin Hedefi 2023, Erdoğansız AKP




Cemaatin Hedefi 2023, Erdoğansız AKP 



Mehmet Ali Ersoy 
Tarih:28/12/2013 
Türü:İç Politika 



 Bu gün Gülerce den E. Babahan a tüm cemaat yazarları benzer twitler attı.

İşin özü AKP gitmesin RT Erdoğan gitsin. Çünkü AKP nin alternatifi AKP'dir mesajı verildi. 

 Bu neyi gösteriyor?

 Hizmet bir şekilde AKP üzerinden ve doğrudan Başbakana yapılan operasyonun içinde.

 Ancak akıllarda bir soru var.  

www.acikistihbarat.com 
28.12.2013


Bu gün Gülerce den E. Babahan a tüm cemaat yazarları benzer twitler attı.

İşin özü AKP gitmesin RT Erdoğan gitsin. Çünkü AKP nin alternatifi AKP'dir mesajı verildi. 

 Bu neyi gösteriyor?

 Hizmet bir şekilde AKP üzerinden ve doğrudan Başbakana yapılan operasyonun içinde. 

 Ancak akıllarda bir soru var. Yerine kim gelecek? 

 CHP mi? CHP son Seçenekten de sonraki Seçenektir. 

 Hizmetin işine gelmez, zira temelde ideoloji farkı var. Bu güne kadar tüm mensuplarına işlenilmiş sembolik düşman algısının figürü CHP dir. Bu nedenle ''U'' dönüşü mümkün değil.

 ABD ve diğer dış güçlerin CHP seçeneğine oynamamasının daha mantıklı bir nedeni var. 

 CHP ülkede Kemalist düşüncenin ve Devrimin sembolüdür. Ayrıca bu düşünceye ciddi seviyede bağlı tabanı vardır. 

 Bu iki tehlikeyi oluşturur. - Toplumda Siyasal İslam figürünün güçlendiği algısı yıkılır ve tekrar Kemalizmin güçlendiği algısını oluşturur.- Taban nedeni ile partinin içine itina ile yerleştirilmiş Turuva atlarının yönetimden dışlanma ihtimali kuvvetlidir.

İşte bu noktada çaresiz kalan hizmet cemaati çareyi yine AKP de buldu. AKP nin seçeneği AKP dir. Ancak Erdoğansız bir AKP. 

 Bu gün boyu bu mesaj işlendi. Neden mesaj ihtiyacı?

Basit bir olgu. Cemaat taraftarında sahipsiz kalma düşüncesini kırmak ve en önemlisi mevcut düzeni kurabilecek en iyi ortağın AKP olduğu gerçeği. 

 Zira gerek dini yaklaşımlar, gerek ideolojik yaklaşımlar düşünüldüğünde iktidar olan kuzenden daha iyisi olabilir mi? 

 Aslında kuzen varken uzakta ortak aramanın manası olur mu?

 Cemaat kararını net bir şekilde verdi ve bunu AKP tabanına da deklare ediyor. 

 Sizinle işimiz yok, Paniğe mahal vermeyin. Hedef 2023, hedef Erdoğansız bir AKP.

Halk eylemlerde ve protestolarda. Ancak gitmesini istediğinin yerine seçenek oluşturamadı. 

Türk halkı burada kendi kararını verecek. İcraatlarını beğenmediği Erdoğan mı? Yoksa, Erdoğan'ı İcraatlarına engel gören Cemaatin AKP si mi?

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10452


..

Askeri Çetelere Yem Edenler



Askeri Çetelere Yem Edenler 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat 
Tarih:25/12/2013 
Türü:İç Politika 



    Başbakan  Samimi ise, Millet’i  ve özellikle  de Askerleri  hafife ve alaya  almıyorsa ona soruyorum ;

Eğer rüşvet,yolsuzluk iddiası ile sizi hedef alanlar çete ise, "Ergenekon", Balyoz, Casusluk ve benzeri düzmece operasyonlar ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alanlar kimdi ? 

Danışman denen adamınızın itiraf ettiği kumpas kimlerin ortaklığı ile uygulandı.

Şimdi çete diye suçlananlara, Asker Vesayetini kaldırıyoruz diye daha düne kadar destek verenler , onlarla işbirliği yapanlar kimlerdi ? 

25.12.2013
 

 Ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk batağı dengeleri bozunca,ortalık harman yerine döndü ve pis kokular yayılmaya başladı. 

Başbakan ise günlerdir bağırıyor ve durumu kurtarmak için genel olarak diyor ki !….

” Bu Uluslar arası bir tezgah, bir çete içerideki uzantıları ile birlikte bize karşı büyük bir oyun oynuyor. ”

Başbakan  samimi ise, Millet’i  ve özellikle  de Askerleri  hafife ve alaya  almıyorsa ona soruyorum ;

Eğer rüşvet,yolsuzluk iddiası ile sizi hedef alanlar çete ise, "Ergenekon", Balyoz, casusluk ve benzeri düzmece operasyonlar ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alanlar kimdi ? 

Danışman denen adamınızın itiraf ettiği kumpas kimlerin ortaklığı ile uygulandı.

Şimdi çete diye suçlananlara, Asker Vesayetini kaldırıyoruz diye daha düne kadar destek verenler , onlarla işbirliği yapanlar kimlerdi ? 

 Eğer gerçekten çete var ise,hukuk dışı yargılamalarla Asker-Sivil yüzlerce insanı halen cezaevlerinde tutanlar kim?

 Eğer çete diyorsanız, birçok Vatansever Asker ve Sivil’in bu çete tarafından  hukuk dışı yargılanmasına ve  yıllardır cezaevlerinde çürütülmesine neden göz yumdunuz?

 Onların şahsi, ailevi ve mesleki haysiyeti ve özgürlüğü Bakanlarınkinden daha mı önemsizdi?

Soruyorum, yıllardır ailece eziyet çeken o kişilerin itibarını Genelkurmay ve Hükümet olarak nasıl iade edecek ve haklarını hangi çeteye ödeteceksiniz?

 Ortaya çıkan tüm bu karmaşa ve çatışmaların  en önemli sonucu yıllardır söylediğimiz ve yazdığımız gibi, bu Ülke’de  ilk büyük  oyun bugün birbirini suçlayanların dayanışma ve  işbirliği ile 2007 yılından itibaren “Asker üzerinde oynanmıştır.”

Sorumsuz ve yetkisiz bir emekli de olsam, bu üzücü ve utandırıcı tablo karşısında başımı ellerimin arasına koyup  düşünüyorum..

 Türkiye bağırsaklarını temizliyor diye komutan ve Arkadaşlarımıza yapılan hukuk dışı bu keyfiliği ve vicdansızlığı yapan Cumhuriyet karşıtlarını düşünüyorum,

 Demokrasi dışı yapılan  birçok yaklaşım ve uygulama ortada iken, komutanlarının   ve arkadaşları’nın adil yargılanmadığı konusunda bireysel fikrini  dahi  kamuoyuna beyan etmekten  imtina  eden ,güne ayak uydurarak rütbe ve makamlarını düşünen duyarsızlığı  ve sadakatsizliği  anlamakta zorlanıyorum.

 Bu Ülke'de yapılan yanlışlar,usulsüzlükler,keyfilikler ve Asker’e karşı yapılan kara propaganda  demokrasiye uygun da …..

Uğranan haksızlığı ve mağduriyeti bireysel anlamda ifade ederek kamuoyundaki yanlış algılamaları önlemek ve mağdur edilen meslektaşlarımıza en azından  manevi açıdan destek olmak mı demokrasi dışı olacak diye düşünüyorum …

Sahte demokratların ve din tacirlerinin  saltanatını garantiye almak  için en hafife alınacak ve en kolay kurban edilecek  bizler mi idik diye de kahroluyorum..
  
 Kısacası  ve açıkçası ;

Bir emekli olarak düşüncemizin ve söylediklerimizin fazla bir etkisi olmasa da, duyarsız  ve  vefasız  sorumlular yerine demokratik hakkımı kullanarak Millet’e,Meclis’e ve Yargıya sesleniyorum..

 Keyfi ve çıkarcı uygulamalar ile yapılan  haksızlıkları  artık görün ve gerçekleri de anlamaya çalışın …

Komutanlarımızın  ve Arkadaşlarımızın usulsüz yargılandığı , Başbakan danışmanının bile yüzsüzce ifade ettiği gibi kumpasa getirildiği,haksızlığa uğradığı açıkça ortadadır.

 Mağdur edilenlerin özgürlüklerinin  gecikmeden iade edilmesini ve yargı bağımsızlığının gerçekten sağlanması sonrasında ise yeniden yargılanarak  gerçeğin ortaya konmasını ve itibarlarının iade edilmesini ,bu kumpası yapanların da yargı önüne çıkarılmasını  arzu ediyoruz  ve de bekliyoruz.

Bu Ülke’ye gerçek demokratların egemen olması umudu ve kaybolan Adalet’i yeniden  tesis etmeleri  beklentisi ile. 





..

Orgenerallere Açık Mektup



Orgenerallere Açık Mektup 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat 
Tarih:18/12/2013
Türü:İç Politika 




Bütün pislik uygulamaların ortaya birer birer çıktığı bu ortamda bile eğer söyleyecek tek kelimeniz yok ise işte o zaman düşünmek ve sizlerin sadakatini sorgulamak gerekir.

 Hiç düşündünüz mü ve gerçekten kendinizi  hiç sorguladınız mı ?

Bizlere her açıdan emeği geçen bu komutanlarımız,neden beraber darbe yapacakları adamları  değil de, bu üst düzey görevler için sizler gibi İktidar’ın da sonsuz güvenini kazanacak  Generaller’i tercih edip terfi ettirdiler. 

www.acikistihbarat.com 
19.12.2013



 Emekli bir General olarak özellikle Orgeneral ve Oramiraller’e açık mektubumdur.

 AKP ve Cemaat odaklı son gelişmeleri bir kamu görevlisi  ya da en azından bir vatandaş olarak sizlerin de takip ettiğini düşünüyor ya da öyle sanıyorum. 

 MGK’dan sızan dokümanlar,dershaneler  üzerinden  başlayan tartışmalar, rüşvet ve yolsuzlukla ilgili son operasyon, bu Ülke’de on yılı aşkın bir süredir  yapılan tüm demokrasi dışı uygulama ve pislikleri,çok açık bir şekilde  ortaya koymaktadır.

 Yıllardır ifade etmeye ve duyurmaya çalıştığımız gibi ;

 Cumhuriyet’le hesaplaşma ortak amacı ile AKP ve Cemaat’in çok yakın zamana kadar sıkı bir dayanışma ve işbirliği içerisinde bulundukları,

Güvenlik ve İstihbarat birimleri ile Yargı içerisinde  özel  yapılanmalara giderek  bu özel kadroları paylaştıkları, 

Amaçlarına ulaşmak için Adalet,Hak,Hukuk tanımaksızın  muhalefet eden  insanları vicdansızca karaladıkları,

Bugün meşruluğu her açıdan tartışılması gereken çıkar ve rüşvete dayalı bir hükümranlık yarattıkları,

Asker Vesayetini gerekçe göstererek Cumhuriyet’e sahip çıkan TSK’ni,sahte demokrasi söylem ve yaklaşımları ile yıprattıkları,

Ergenekon,Balyoz ve benzeri bir çok özel dava ile küçük doğrular üzerinden,düzmece özel senaryolar yaratarak Komutanlarımızı, arkadaşlarımızı yıllardır hapislerde tuttukları ve tutmaya da devam ettikleri, birçok genç ve idealist arkadaşımızın ise geleceklerini kararttıkları, AKP ve Cemaat sürtüşmesi sonucu tüm açıklığı ile ortaya çıkmış  ve bugüne kadar  iddia ettiğimiz  demokrasi ve hukuk dışı yaklaşımlar kanıtlanmıştır.
  
 General ve Amiral arkadaşlar kısacası ;

Kendi düzenlerini kurmak ve devam ettirmek adına, Komutanlarımız  ve Arkadaşlarımız  vicdan ve hukukla ilgisi olmayan keyfi bir şekilde yargılanarak  kişisel  ve ailevi olarak mağdur edildikleri gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de kurumsal itibarı hafife alınmıştır. 

 Kendisi de işin en başından itibaren Ailece haksızlığa uğrayan ve o zaman için kimsenin ilgilenmediği bir emekli olarak sesimiz ancak bu kadar çıkabilmekte,ne yazık ki kamuoyunda istenen etkiyi de yaratmamaktadır.

 Her kesim ve kurumun,mensupları adına haksızlıkları dile getirdiği bir ortamda,merak ediyorum sizlerin Komutanlarımız ve arkadaşlarımızın  uğradığı bu demokrasi dışı haksızlık  için bireysel sorumluluk anlamında söyleyeceği hiçbir şey yok mudur?

 Sizlerin de sadakat  duymanız gereken,vefat eden Komutanımız Teoman KOMAN’a dinden,imandan nasibini almamış Bakan denen bir adamın “ Hesap vermeden öldü ” Sözleride mi sizlerin vicdanını sızlatmamıştır.  

 Hizmette iken şartsız ve sonsuz itaat gösterdiğiniz için, emsalleriniz arasından  sizleri tercih eden, sizleri o rütbe ve makamlara getiren Komutanlarınız’ın  suçlu olduğuna yoksa sizlerde mi inanıyorsunuz?

 Eğer,inanmıyorsanız ,bu keyfilik ve haksızlık karşısında  insani yaklaşım,düşünce ve değerlendirmenizi Demokratik bir şekilde açıkça kamuoyuna ifade ederek sıkıntı yaşayan bu insanlar için en azından sadakatinizi göstermenizi  bekliyoruz. 

Bütün pislik uygulamaların ortaya birer birer çıktığı bu ortamda bile eğer söyleyecek tek kelimeniz yok ise işte o zaman düşünmek ve sizlerin sadakatini sorgulamak gerekir.

 Hiç düşündünüz mü ve gerçekten kendinizi  hiç sorguladınız mı ?

Bizlere her açıdan emeği geçen bu komutanlarımız,neden beraber darbe yapacakları adamları  değil de, bu üst düzey görevler için sizler gibi İktidar’ın da sonsuz güvenini kazanacak  Generaller’i tercih edip terfi ettirdiler.

 Bu ne çelişkidir ki ;

 Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanı olarak sözüm ona  darbe için hazırlık yapacaksın ama darbede görev alacakları emekli edip sonra da hep beraber  cezaevinde yatacaksın , bu işle ilgisi olmayan General ve Amiralleri ise üst rütbe ve makamlara yükselterek bugünlerin Komuta Kademesini oluşturacaksın.

 Suçlamaların tutarsızlığını ve asılsızlığını, tek başına dahi zayıflatması ve çürütmesi gereken,bir gerçek.

Ancak anlamak mümkün değil..

Sizleri de,yapılan bu yargılamadaki mantığı da…


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10446



.