Yakın Tarihimizin Utanç veren Olayları, 27 Mayıs Darbesi, 1960 BÖLÜM 1
Ali Necati DOĞAN
Yakın tarihimizin utanç veren olayları: 27 Mayıs Darbesi, 1960
Utanmasını Bilmeyen bir millet, Hata yapmaya mahkumdur...
27 Mayıs Darbesi, 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde
gerçekleşmiş İlk Askeri darbe olarak tarihe geçmiştir. Ayrıca 27 Mayıs Askerî
Müdahalesi, 27 Mayıs İhtilâli ya da 27 Mayıs Devrimi olarak da anılır. 1950
yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve
kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri
içerisinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el
koymuş ve yönetimi kısa bir süreliğine sürdürerek önemli revizyonlara imza
atmışlardır. Darbeye doğru ilerleyen süreçte ülkenin içine sokulduğu karanlık
duruma rağmen hiçbir darbe çözüm olarak düşünülemez. Dönemin tarihsel seyri dikkate alındığında bu olumsuz akışı kabullenebilmek tabiî ki mümkün değildir lakin yapılması gerekenin darbe olmadığı tartışılmaz bir gerçektir. Bu darbe neticesinde 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi anayasa ve TBMM'yi
feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan
Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi tutuklattı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanların dan Ali Fuat Paşa ve Kore gazisi Tahsin Yazıcı da tutuklananlar arasındaydı.
Milli Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp
Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi. Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri darbelerden farkı, Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıydı; nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askeri güçler tarafından tutuklanmıştı. Bu özelliğine rağmen kalıcı olabilmesi ve önemli
değişikliklere imza atabilmesi son derece ilginç bir durum oluşturmuştur.
27 Mayıs Askeri Darbesinin nedenlerine gelecek olursak; 1950'li yılların
sonlarına doğru ordunun DP iktidarından memnun olmadığını duyan Adnan
Menderes'in çevresine "Ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim" dediği
iddia edilerek ordu mensupları tahrik ediliyor olması gibi birçok neden
sayılabilir. Lakin bu neden zaten ülkede yaşanılan baskı ve dikta yönetime dair
oluşan tepkinin birikmesinin yanında zaten tüm anlamı ile rahatsız olan ordunun
hareket almasında ki küçük bir etkidir. Yassıada Yargılamaları sırasında Refik
Koraltan'ın avukatlığını yapan Hüsamettin Cindoruk, Mahkeme başsavcısının
Menderes'e bu konuyu sorması üzerine Menderes'in “Efendim ben devleti idare
ettim, yedek subaylık yaptım, kendi gücümü biliyorum. Bu ordu yedek subaylarla nasıl idare edilir. Bunu kim uydurmuş?” dediğini belirtmiştir. Kendisinin bu lafı söyleyip söylemediği kesin olarak bilinmemekle birlikte darbeyi hazırlayanların bu sözleri propaganda amacıyla kullandığı yönünde söylentilerde mevcuttur. Bu sözler 27 Mayıs'tan sonra da darbeyi meşrulaştırmak için kullanılmış mıdır bilinmez ama gerçekleşen bu darbeye dair ülkemizde hala net bir görüş yoktur. Bir kesim tarafından kahraman olarak anılan Demokrat Parti yönetimi, diğer bir kesim tarafından vatan haini olarak atfedilmektedir. Bu durumda darbeye dair birçok tartışmayı beraberinde getirmektedir.
Darbenin nedeninin Menderes hükümetinin uygulamaları ve çıkardığı yasalar
olduğu, cunta yönetimi tarafından ileri sürülmüş, MBK; darbeyi, kardeş kavgasına son vermek ve bütün askeri darbelerde ileri sürüldüğü gibi laiklik ilkesine aykırı uygulamaları durdurmak için yaptığını belirtmiştir. Ayrıca kimi subaylar ve ülkenin önemli bir kesimi DP iktidarının Kemalist ve laik rejimi tehdit ettiğini düşünmekteydi. Bunların dışında, darbenin iktidarı geleneksel elit
iktidar gruplarına (ordu ile siyasî bürokrasiye) vermek amacıyla yapıldığını öne
süren kaynaklar da mevcuttur. Ayrıca başlangıç aşamasında sayılabilecek bir
ekonomik kriz havasının da darbenin etkenlerinden olduğu belirtilmektedir.
Darbe öncesi döneme bakacak olursak DP anayasa ihlalleriyle suçlamaktadır. Adnan Menderes'in üniversite çevrelerine "kara cübbeliler" olarak hitap ettiği ve
bunun yayınlanmaması için basına yasak koyduğu iddia edilir. Ayrıca diğer tüm
olgularda olduğu gibi basın üzerinde yapılan yasaklama ve baskılarda zirveye
ulaşmış, yandaş basın desteklenirken muhalif basın her türlü gayrı meşru
yöntemle sindirilmiştir. Üniversite çevreleri ve bazı aydınlar ise ne yazık ki
bukalemun misali iktidara yakın durmak maksadı ile tüm bu baskı ve dikta yönetim anlayışına destek verirler. İhtilalden bir ay önce İstanbul Üniversitesi'nde DP karşıtı bir eylem zorlukla bastırılır. Eylemi bastırmakla görevli askerlerin tutumu ordunun da DP'ye cephe aldığını göstermektedir. Bu olaya şahit olan Ali Fuat Başgil o an, gördüklerini şu şekilde değerlendirir; “Tamam dedim. Bu hareket orduya da sirayet ettiğine göre, artık Menderes Hükümeti gitmiştir.”
Tırmanan olaylardan ve huzursuz ortamdan muhalefet partisi CHP'yi sorumlu tutan Demokrat Parti'nin, 2 Ağustos 1958 tarihli bir Meclis grubu bildirisi şu
şekildeydi:"CHP idarecileri, Meclis ve hükümetin meşruiyet ve istikrarını,
şiddet yolu ile tahrip etmenin mümkün, hatta lazım olduğu kanaatini uyandırmaya müncer olacak, çok tehlikeli bir yola girmişlerdir"
Ayrıca dış politikada Menderes, iktidarının son yıllarında artık Marshall Planı
kapsamında Amerika'dan daha fazla kredi alamadığını görülmüş ve Seydişehir
Aluminyum ve İskenderun Demir-Çelik ve diğer sanayi projelerini kredilendirmek için Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlamıştır. Bu amaçla Sovyetler Birliği'ne üst düzey ziyaretler yapılıp, ülkedeki sanayinin gelişmesi için
Sovyetlerle yatırım antlaşmaları imzalanma hazırlığı yapılmaktaydı. Nitekim,
Demokrat Parti'nin devamı olan ve "Demokrat Partisinin C Takımı", "Hışımlılar"
ve "Müfritler" adıyla anılan Adalet Partisi, darbeden yıllar sonra yapılan
seçimlerde 1965 yılında tek başına iktidara geldiğinde, Adnan Menderes döneminde projesi yapılıp da kredi yokluğundan gerçekleştirilemeyen bu projeleri Sovyetler Birliği'nden alınan proje kredileriyle bitirmiştir. Bu duruma göre ihtilalin arkasında başta ABD olmak üzere Batılı devletler ve CIA’nin varlığı iddialarını ortaya atmıştır. Lakin Demokrat Parti döneminin tamamına bakılınca Türkiye’nin son derece şiddetli olarak ABD’ye yaklaştığı, ekonomik olarak tüm bağlantılarını ABD’ye bağladığı görülmektedir. Bugün ki ekonomik esaretin ilk halkaları Ogünlerde atılmış ve bu durum ülkenin aydın ve ilerici kesimleri tarafından son derece sert bir şekilde eleştirilmiştir.
Ülkeyi darbeye sürükleyen süreçte 27 Ekim 1957 seçimlerinin oldukça sert bir
hava içerisinde yapılması da son derece etkili olmuştur. DP seçimler öncesinde
yasal düzenlemeler yaparak, muhalefetin bütünleşerek seçimlere bir cephe halinde girmesini engellemiş seçimlerin sonucuna daha seçim olmadan müdahale etmiştir.
Demokrasinin baskılarla sekteye uğratılması iddialara göre CHP'li seçmenlerin
kütüklere yazılmaması ve bazı yerlerde sandıklarda seçim sonuçlarının bile
değiştirilmesi ile devam ediyor. Seçim sonrasında Kayseri, Giresun, Çanakkale ve Samsun'da gösteriler yapılmış ve kavgalar yaşanmıştır. Gaziantep'te ise radyo ve gazeteler önce CHP'nin zaferini ilan etmiş fakat daha sonra "köyden gelen oylar" ile seçim sonucunu DP'nin zaferi olarak değiştirilmiştir. CHP'nin itirazı üzerine oy pusulaları Gaziantep Adliyesi binasına getirilmiş ancak Gaziantep Adliyesi oy pusulalarıyla birlikte yanmıştır. İsmet İnönü, bu usulsüzlükleri "Kütük Marifetleri" ve İçişleri Bakanı Namık Gedik'i de "Kütük Bakanı" olarak adlandırmıştır. DP hükûmeti bu "Antep hadisesi" haberlerinin yayınlanması daha öncesinde yasaklanan birçok yayın gibi yasaklamıştır. DP iktidar gücünü her daim iktidarın ve baskının devamını sağlamak için illegal bir şekilde kullanmıştır.
Seçim sonucunda ise DP oyların %47, 88'ini alarak yürürlükteki çoğunluk esasına dayalı seçim sistemi sayesinde 424 milletvekili çıkarmıştır. İsmet İnönü'nün başında bulunduğu CHP ise her türlü hile iddiasına rağmen %41, 09 oyla 178 milletvekilliği kazanmıştır. Seçim öncesi değiştirilen seçim sistemi ve seçim sürecinde yapılan illegal hareketler neticesinde temsili demokrasi işlevsiz
bırakılmıştır. Seçimin diğer katılanları olan Cumhuriyetçi Millet Partisi ve
Hürriyet Partisi ise dörder milletvekilliği kazanmışlardır. Muhalefetin toplam
oy miktarı DP'yi geride bırakıyordu. Demokrat Parti, matematiksel olarak
muhalefet partilerinin oyları karşısında azınlığın iktidarı konumundaydı.
Seçimlerden sonra, siyasal ortamdaki gerginlik artarak devam etti. CHP yurt
çapında destek görmeye başlamıştı. Bir önceki seçimde %35 olan oy oranını % 41'e yükseltmesi bunun göstergesiydi. Oysa DP 1954'te % 57 olan oy oranını % 47'ye düşürmüştü.
Darbeye götüren süreçte yaşanılan bir diğer olay ise Gizli komiteler ve Dokuz
subay olayıdır. 1954'te İstanbul'da Dündür Seyhan ve Orhan Kabibay'ın kurduğu komiteye Faruk Güventürk, Ahmet Yıldız, Suphi Görsoytrak, Orhan Erkanlı ve Necati Ünsalan gibi genç subaylar katılmışlardır. Ankara'da ise Talat Aydemir, Millî Müdafaa Vekili Ethem Menders'in yaveri Adnan Çelikoğlu, Sezai Okan, Osman Köksal ve yandaşları ayrı bir komite kurmuşlardır. 1957'de de İstanbul ve Ankara'daki iki komite birleşmiştir.
Birleşik komite 27 Ekim 1957'de öngörülen seçimlerinde DP'nin kaybedeceğini
varsayarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde zırhlı birlikler ile şeref
tribünündeki DP'lileri tutuklayarak yönetime el koymayı planladı. Fakat seçimde
DP kazandığı için darbe Şubat 1958'e ertelenmişti.
Bu arada 16 Ocak 1958'de komite üyesi Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu'nun ihbarı üzerine emekli Kurmay Albay Cemal Yıldırım, Kurmay Albay Naci Aşkun, Kurmay Albay İlhami Barut, Topçu Yarbay Faruk Güventürk, Piyade Binbaşı Ata Tan, Piyade Binbaşı Ahmet Dalkılıç, Piyade Yüzbaşı Kazım Özfırat, Piyade Yüzbaşı Hasan Sabuncu ve Kuşçu'nun kendisi başta olmak üzere 9 subay tutuklanmıştır.
Yargılamalar sonucunda 8 subay beraat etmiş ve Kuşçu "iftira" suçundan mahkûm olmuş ve yapılan planlar rafa kaldırılmak zorunda kalınmıştır.
Tüm bu gelişmeleri takiben CHP'nin 1959 yılındaki XIV. kurultayında, ülkenin
acilen ihtiyaç duyduğu bazı değişiklikler için çaba gösterilmesi
kararlaştırıldı. "İlk Hedefler Beyannamesi" adıyla hazırlanan bildirinin, 1961
Anayasası'nın temelini oluşturduğu ileri sürülür.
Bildiri metnindeki başlıklar şu şekildeydi:
1. Eşit Muamele,
2. II. Meclis,
3. Anayasa Mahkemesi,
4. Nisbi Temsil Usulü,
5. Yüksek Hakimler Şurası'nın kurulması,
6. Memurlar Kanunu'nun düzenlenmesi,
7. Baskıdan uzak tutulan bir basın rejiminin kurulması,
8. Üniversite muhtariyeti,
9. Sosyal Güven ve Sosyal Adalet esaslarının teminat altına alınması,
10. Yüksek İktisat Şurası'nın kurulması
Ülkede tüm bu gelişmeler ve sancılar yaşanırken 17 Şubat 1959'da Menderes'in
başkanlığında Londra'daki Kıbrıs görüşmelerine gelen Türk delegasyonunu taşıyan uçak Londra yakınlarında bir ormana düşer. Bu uçak kazasından Menderes'in yara almadan kurtulması iktidar ve muhalefet arasında bir yumuşamaya yol açsa da bu durum fazla sürmez. 1959'un Nisan ayında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Batı Anadolu illerini kapsayan bir geziye çıkar ve CHP'liler geziye "Büyük Taarruz" adını takarlar.
29 Nisan'da İnönü Trikupis'i esir aldığı Uşak'ı "Büyük Taarruz"un ilk durağı
olarak seçmiş ancak oraya ulaştığında taşlı saldırıya uğrayıp, başından
yaralanmıştır. İçişleri Bakanının emriyle İnönü'nün gezisini engelleyen Uşak
valisi İlhan Engin'e muhalif basın 'İktidarın "Uşak" Valisi' demeye başlamıştır.
Tabiî ki bu söylem basına birçok yasaklama ve engelleme olarak geri dönecektir.
Ayrıca İnönü, Manisa ve İzmir'den sonra 4 Mayıs'ta İstanbul'a gelmiş ve Yeşilköy Havalimanı'ndan şehir merkezine giderken Topkapı'da önce trafik müdürü tarafından durdurulmuş ve sonra halkın saldırısına uğramıştır. Polisler ve askerler müdahale etmemişlerdir. Ancak o sırada Binbaşı Kenan Bayraktar'ın
emriyle askerler müdahale etmiş ve İnönü kurtarılmıştır.
Tüm olayların spontane bir gelişmemi yoksa iktidar tarafından yapılan bir planın bir parçası mı olduğu taraflar tarafından hala tartışılmaktadır.
O yıllarda birçok ilde CHP-DP arasında olaylar patlak vermiştir. 1960 başlarında
basında sansür artmıştı, gazeteler sansür nedeni ile beyaz sayfalarla çıkıyordu.
Cezaevleri tutuklu gazetecilerle doluydu. 2 Nisan 1960'ta Kayseri'ye gelen İsmet İnönü'nün treni, vali Ahmet Kınık'ın emriyle durduruldu. Kendisine İnönü'nün Himmet Dede Demiryolu İstasyonu'nda trenin durdurulması ve yolunun kesilmesi için emir verilmiş Binbaşı Selahattin Çetiner, "Sizin yolunuzu kesmek ve sizin Kayseri'ye gitmenize engel olmaktansa intiharı tercih ederim" sözlerini söylemiştir. Olaydan sonra emekli edilmiş; ancak Danıştay Kararı ile göreve iade edilmiş, daha sonra orduda Generalliğe kadar yükselmiş, 12 Eylül Darbesi sonrası kurulan hükümette İçişleri Bakanlığı yapmıştır. Zorlukla yoluna devam eden İsmet İnönü'yü Kayseri'de 50 bin kişi karşılamıştır. Seçim öncesi meydana gelen bu olaydan dönemin Ulaştırma Bakanı sorumlu tutulmuş ve 27 Mayıs Darbesi'nden sonra hazırlanan 1961 Anayasası'na Millet Meclisi genel seçimlerinden önce Ulaştırma, İçişleri ve Adalet Bakanları çekilir(m. 109) maddesinin eklenmesinin sebebi olarak da bu olay gösterilmiştir.
Nisan 1960'ta TBMM'de gazete ve dergilerin "yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı"
faaliyetlerini inceleyerek meclise bildirmek için Ahmet Hamdi Sancar
başkanlığında kurulan Tahkikat Komisyonu meclis ile ilgili bütün neşriyatı
yasaklayınca DP-CHP ilişkisi daha gerginleşmiştir. CHP'lilerin konuşmaları
basına yansımadan elden ele dolaşmıştır. DP yönetimi bu konuşmalarını "İhtilal
beyannameleri" olarak adlandırmıştır.
18 Nisan 1960 günü Mazlum Kayalar ve Baha Akşit'in CHP'nin "yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı" faaliyetleri olduğu gerekçesiyle meclis araştırmasına açılması yolundaki önerge karşısında İnönü şöyle konuştu; “Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır. Bu tedbire teşebbüs eden baskı tertipçileri zannediyorlar ki: Türk Milletinin Kore
Milleti kadar haysiyeti yoktur.”
CHP Genel Başkanı uyarılarını sürdürdü. 27 Nisan 1960 günkü TBMM toplantısında İnönü tekrar Tahkikat Komisyonu'nu hedef alınca Meclis, İnönü'ye oniki oturum toplantılara katılmama cezası verildi. Kararı protesto eden CHP milletvekilleri Meclisten polis zoru ile uzaklaştırıldı.
27 Nisan 1960'ta Tahkikat Encümenlerinin görev ve yetkileri hakkında kanun
teklifi konuşmasını yapan İnönü'ye Afyon milletvekili Murat Ali Ülgen: "Kürsüden ihtilal beyannamesi okudun paşam" demiştir.
Bu ara iktidara karşı tepkiler artarken 28 Nisan'da İstanbul'da 29 Nisan'da
Ankara'da çıkan öğrenci olayları şiddetle bastırılmış, bu şiddet insanların
tepkilerine neden olmuştur. İstanbul'da çıkan olaylarda yaklaşık 40 öğrenci
yaralanmış ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz
polisin kurşunuyla öldürülmüştür. Bundan dolayı "Kanlı Perşembe" olarak
anılmıştır. DP yönetimi bu illerde sıkıyönetim ilan etti. Öğrenciler hep bir
ağızdan Gazi Osman Paşa'nın kahramanlığı için yazılan Plevne Marşı'nın
değiştirilmiş hâli olan Olur mu böyle olur mu şarkısını söylüyordu: Olur mu,
böyle olur mu? / Kardeş kardeşi vurur mu? / Kahrolası diktatörler / Bu dünya
size kalır mı?
Bu olaylarda polisler "Kahrolsun diktatörler", "Hürriyet isteriz" sloganları
atan öğrencileri dağıtmaya çalışmışlardır. Ancak "Türk ordusu çok yaşa" sloganı
atan öğrenciler ile askerler arasında dayanışma yaşanmış ve askerler polislerin
teslim ettikleri öğrencileri serbest bırakmışlardır.
Harp okulu öğrencileri bir yandan Atatürk Bulvarı'nda sessiz yürüyüş yapmış ve
öte yandan 20 Mayıs'ta Türkiye'yi ziyaret edecek Hindistan Başbakanı Nehru'yu
karşılamak için Esenboğa'dan şehir merkezine gitmek için aynı arabaya binecek
olan Menderes'i Nehru'nun yanından kaçırmayı planlamıştır. Ancak yabancı misafir varken bu tür hareketlere girişmenin dış dünyaya karşı olumsuz etki yaratacağı kanaatine varılarak plan reddedilmiştir.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken 3 Mayıs 1960'ta Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel Milli Müdafaa Vekili Ethem Menderes'e bir mektup iletmiş ve Kara Kuvvetleri Kumandanlığı Karargâhına da veda mesajı göndermiştir. Gürsel'in veda mektubundan sonra liderini yitiren gizli örgüt, önce Genelkurmay İkinci başkanı Cevdet Sunay'a başvurmuş fakat olumlu yanıt alamayınca 1. Ordu ve sıkıyönetim Komutanı Fahri Özdilek'e başvurmuş fakat ne olumlu ne de olumsuz yanıt alabilmiştir. Orhan Kabibay Kore'den tanıdığı "argo bir adam" olan Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanı Tümgeneral Cemal Madanoğlu'nu önermiş fakat Madanoğlu şu şekilde tereddütünü dile getirmiştir: ‘Ulan biliyorsun bende t……. var, kafa yok.’ Orhan Kabibay, düşünmek için 24 saat izin vermiş ve süre dolduğunda Madanoğlu şu yanıtı vermiştir: ‘Ulan, erkeklik öldü mü, örgütünüze girmeyi kabul ediyorum!’
Dönemin diğer büyük kitle olayı ise 555K diye anılan ve 5 Mayıs 1960 tarihinde,
Ankara, Kızılay'da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto
eylemidir. Adını 5. ayın 5. günü saat 5`te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan
eylem cumhuriyet tarihinin ilk "sivil itaatsizlik" eylemi olarak da anılır. 28
ve 30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda
öğrencilerin hayatını kaybetmesi ve Turan Emeksiz isimli öğrencinin ölmesi
ülkedeki ortamı kutuplaşmaya sürükledi. DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu. Rivayete göre, o zamanlar öğrenci olan, şu anki CHP lideri Deniz Baykal, şair Cemal Süreyya'nın aktardığına göre ise Vedat Dalokay, Menderes'in “Ne istiyorsunuz?” sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz!” demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: “Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?” aktarılan bu anekdot farklı isimlerle özdeşik olarakta anlatılmaktadır. Bu olayın gerçekleşip
gerçekleşmediği veya kimler arasında olduğu hala tartışılmaktadır.
Adnan Menderes, 28-29 Nisan ve 5 Mayıs olaylarından sonra üniversite hocalarını gençleri kışkırtmakla suçlamış ve onlardan "Kara Cübbeliler" olarak söz etmeye başlamıştır. Bu olay birçok kesimle sorun yaşayan Menderes’in akademik çevreye karşı olarakta artık sert bir tavır aldığının göstergesidir.
Millî Birlik Komitesi iktidarı
Alınan kararlar neticesinde Başkent Ankara'yı ele geçirmek için Tümgeneral
Selahattin Kaplan komutasındaki 28. Tümen, Tuğgeneral Yusuf Demirdağ
komutasındaki Zırhlı Eğitim Merkezi (Etimesgut), Süvari Yarbay Reşit Çölok
komutasındaki 43. Süvari Alayı, Binbaşı Hakkı Bozkaya komutasındaki Tank Taburu (Harp Okulu arkası) gibi birliklerin ikna edilmesi ya da etkisizleştirilmesi
gerekirdi.
23 Mayıs Pazartesi, harekât tarihi 25 Mayıs 1960 olarak kararlaştırılmış ve
parolalar belirlenmiştir. Zamanında gerçekleşirse "Dündar Seyhan'ın oğlu
sınıfını geçti.", ertelendiği takdirde "Dündar Seyhan'ın oğlu bütünlemeye
kaldı." 27 Mayıs 1960 sabah saat 3.15'te piyade birlikleri ve süvari grubu,
3.30'da tanklar hareket etti. Saat 4.36'da Albay Alparslan Türkeş tarafından
radyoda okunan ilk bildiri ile harekât bütün Türkiye ve dünyaya ilan edildi.
İlk olarak Tuğgeneral Yusuf Demirdağ evinden alınıp Harp Okulu'na getirilmiş ve
nezarethaneye kapatılmıştır. Bundan sonra Refik Koraltan getirilmiştir. 2. Ordu
komutanı Orgeneral Suat Kuyaş da enterne edilmiştir. Celal Bayar Çankaya
Köşkunde Veteriner Tuğgeneral Burhanettin Uluç, Topçu Yarbay Abdullah Tardu,
Kurmay Albay Sami Küçük tarafından gözaltına alınmıştır. Bu arada komite
üyelerinden Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı komutanı Kurmay Albay Osman Köksal da yanlışlıkla içeriye kapatılmıştır.
Adnan Menderes Eskişehir'den Konya'ya gitmek üzere Kütahya'ya geçtiğinde Keşif Tabur komutanı Agasi Şen ve Binbaşı Muhsin Batur tarafından gözaltına alınmış ve Ankara'ya getirilmiştir. Darbenin ilk günü, Bayar, Menderes, Refik Koraltan, Fatin Rüştü Zorlu ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur ve diğer hükümet üyeleri Harp Okulunda, tutulmuşlardır.
Cemal Gürsel, İstanbul Yeşilköy Askerî Havaalanı'ndan kalkan C-47 ile İzmir
Karşıyaka Bostanlı'daki evinden alınıp saat 11.30'da Ankara'ya Harp Tarih
binasına gelmiş ve saat 16'da radyoda konuşma yapmıştır.
27 Mayıs 1960’tan, seçimlerin yapılarak normal yaşama geçildiği 15 Ekim 1961
yılına kadar geçen süre, askerin Milli Birlik Komitesi (MBK) eliyle cunta olarak
iktidarda olduğu dönemdir. Bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anayasal bütün hak ve yetkileri 38 subaydan kurulu MBK’nin eline geçmiştir. MBK ülkeyi yayımladığı tebliğlerle askeri cunta olarak idare etmiştir.
3 numaralı Tebliğ ile her türlü siyasi parti neşriyat ve faaliyetleri, gösteri
yürüyüşleri ve her türlü toplantı yasaklanmıştır. MBK faaliyetlerinin aksamaması
için telsiz ve telefon görüşmelerini kısıtlayan 4 ve 5 numaralı Tebliğlerden
sonra, ordunun görevini açıklayan 6 numaralı Tebliğ yayımlanmıştır. 6 numaralı
Tebliğin ilk fıkrasında, “Türk Ordusu bir kere daha tarihi bir vazife karşısında
bulunuyor. Bu vazife; dâhilde memleketi buhran ve felakete sürüklemek isteyen
hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır” demektedir.
Aynı şekilde 13 ve 32 numaralı Tebliğlerde bu darbenin yapılış gerekçeleri şöyle
yer bulmuştur; “Biz vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını
önlemek için bu işe giriştik”. “Milli İnkılâp, hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin
lehine yapılmış bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve
işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve hürriyetinin teminatı, iktisadi
kalkınması, ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde ve her türlü
çalışma yerlerinde, kardeşlik duyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır.”
27 Mayıs sabahı, Askerler; İstanbul Üniversitesi'nden Sıdık Sami Onar, Hıfzı
Veldet Velidedeoğlu, Naci Şenşoy, Ragıp Sarıca, Tarık Zafer Tunaya, Hüseyin Nail Kubalı ve İşmet Giritli'yi askeri bir uçakla Ankara'ya getirmişlerdir. 28 Mayıs günü komisyona Ankara'da iştirak eden Muammer Aksoy, İlhan Arsel ve Bahri Savcı ile birlikte yeni bir anayasa taslağını hazırlamak için çalışmalara
başlamışlardır. Başkanlığına getirilen Sıddık Sami Onar'ın adıyla "Onar
Komisyonu" olarak anılmıştır.
Millî Birlik Komitesi, DP'liler hakkında daha sonradan büyük tartışmalara
sebebiyet veren bazı haberler yaymaya başlamıştı. MBK, Demokrat Partililerin
yurtdışına kaçarken yakalandığını ve beraberlerinde 12 uçak dolusu altın,
mücevherat ve parayı kaçırmakta iken yakalandığını iddia etti. Komite ayrıca 28
Nisan - 27 Mayıs 1960 arasında yüzlerce gencin öldürüldükten sonra kamyonlarla mezarlıklara getirilip gizlice gömüldüğünü ve bir kısmının hayvan yemi yapılan makinelerde kıyılarak toz haline getirildiğini öne sürmüş ve bu gençler "Hürriyet Şehitleri" olarak adlandırılmıştır. 2 Haziran 1960’ta İstanbul
Üniversitesi rektörü Sıdık Sami Onar, Üniversitesi Yönetim Kurulu'nun memleketi hürriyete kavuşturmak için şehit düşenler adına anıt inşa etmeye karar verdiğini açıklamıştır. 3 Haziran'da “MBK Hürriyet Şehitlerimizin tesbiti işine Silahlı Kuvvetlerimizin idareyi aldığı andan itibaren ehemmiyetle devam edilmektedir” diyen bir tebliğ yayınlamıştır. Fakat gençlerin cesetleri hiç ortaya çıkmayınca, 9 Haziran'da Sıddık Sami Onar “Naaşları belki bulamayacağız ama ölülerimiz vardır.” diye konuşmuştur. 10 Haziran'da 28 Nisan olayının kurbanı Turan Emeksiz, tanktan düşerek ezilen İstanbul Lisesi öğrencisi Nedim Küçükpolat, 27 Mayıs'ta kaza kurşunuyla ölen Harp Okulu öğrencisi Teğmen Ali İhsan Kalmaz, Ersan Özey ve Sökmen Gültekin'in naaşları Anıtkabir'deki "Hürriyet Şehitliği"ne nakledilmiştir.
MBK üyelerinin kimlikleri 18 Haziran 1960'ta açıklanmıştır. Yurt dışında bulunan
gizli komite mensupları Dündar Seyhan, Talat Aydemir, Sadi Koçaş komiteye
girmemişlerdir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
http://blog.milliyet.com.tr/yakin-tarihimizin-utanc-veren-olaylari--27-mayis-darbesi--1960/Blog/?BlogNo=212490
..