petrol savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
petrol savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2019 Cuma

28 ŞUBAT 1997 SONRASI ABD NİN ASKERİ., EKONOMİK VE SİYASİ MÜDAHALESİ. BÖLÜM 2

28 ŞUBAT 1997 SONRASI ABD NİN ASKERİ., EKONOMİK VE SİYASİ MÜDAHALESİ. BÖLÜM 2



  24 Nisan'da Dönme İsmail Cem'in partisi YTP Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Başkan Vekili Hüsamettin Özkan, partisinden istifa etti. Irak'tan ABD'ye dönen 7 basın mensubu daha, yağmalanan sanat eserleri, silahlar ve hatıra eşyalarıyla yakalandı. Irak'ta devrilen Saddam rejiminin en önemli isimlerinden başbakan yardımcısı Hıristiyan Tarık Aziz'in Amerikan güçlerine teslim olduğu bildirildi. Bu adamın Amerikan casusu olduğu iddia edilir... Kayıplara karışan Cumhuriyet Muhafızları'nın lüks villaları el değiştirdi. Bağdat'ın varoşlarında yaşayanlar, yıllarca ezildikleri yoksulluktan intikam alırcasına villaları işgal etti. Irak savaşına katılan İngiliz askerlerinin, vücutlarındaki "seyreltilmiş uranyum" seviyesini ölçen testlerden geçeceği bildirildi... Onlar geçecek te, tepesinde "seyreltilmiş uranyum" bombaları patlayan Irak halkı ne olacak???

Irak'ın ABD güdümünde yeniden yapılandırılmasından sorumlu emekli general Garner'ın Kerkük'ten ‘‘Kürt kenti’’ olarak bahsetmesi nedeniyle duyulan rahatsızlık, ABD'ye yazılı ve sözlü notayla iletildi. 25 Nisan'da Türk Özel Kuvvetler timinin Kerkük'e girmeye çalışırken yakalandığı yolundaki Time dergisi kaynaklı haber, Ankara tarafından yalanlandı. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, ‘Neden bir Kürt özgür Irak'ın başkanı olmasın?’ dedi. Öyle de yaptılar. Barzanî'yi "kürdistan Devlet Başkanı", Talabanî'yi de Irak Cumhurbaşkanı yaptılar!.. iki yıldır Almanya'da tedavide olan Talabanî'den epeydir haber yok!.. (2014) Acaba tahtalı köyü boyladı da, bizden, ve ayaklanmasın diye Irak halkından mı saklıyorlar?..

Aynı gün Dışişleri Bakanlığı, büyükelçiliklere, çeşitli ülkelerde ortaya çıkan akut solunum yetmezliği sendromuna (SARS) karşı büyükelçilikleri kısmen ya da tamamen tahliye etme yetkisi verdi... Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Zeki Sayın, Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar ile Halkbank Genel Müdürü Tevfik Bilgin'in aylık maaşlarını 30 milyara çıkarma operasyonu, AKP yönetiminde tepki yarattı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Hayır, bu mümkün olamaz," dedi... Dedi de, sonra neler yaptı, bir bilseniz!

Biz KİT'lerde ve diğer Devlet banka ve kuruluşlarında "Yönetim Kurulu" olmasını zaten hiç bir zaman anlıyamamışızdır. Bunların seçim kazanamamış partililere peşkeş çekilen, teselli mükâfatı olarak verilen koltuklar olduğunu düşünürüz. Bir diğer anlamadığımız husus ta, yönetim kurullarının, belediye başkanlarının, hatta milletvekillerinin kendi maaşlarını arttırma "yetki"si!.. Hani kendi şirketi olsa, anlıyacağım. Ama Devlet'in bir kurumunda görevli bir kişinin kendi maaşını Devlet'in ve Millet'in kesesinden istediği gibi arttırması; ancak hırsızların, soysuzların yapabileceği bir iş!.. Zaten yapanların hepsi soysuz!

Daha işgalde dün bir, bugün iki, Irak'ta direniş başladı. Bağdat'ta ABD askerlerine ait cephaneliğe saldırı düzenlendi. Meydana gelen patlamada maalesef çok sayıda sivil de öldü. Kaç Amerikalı öldü, bildirmediler.

  28 Nisan'da kamu kuruluşlarına ait kamp ve diğer sosyal tesislerin satışı başladı.

  29 Nisan'da çalışanların tasarruflarını teşvik hesabının tasfiyesi ve bu hesaptan yapılacak ödemelere dair kanun, Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Zorunlu Tasarruf geri ödemeleri başladı. Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, "Irak'ın Erbil kentine Türk Üniversitesi kurmak için girişimlerde bulunduklarını" söyledi...

Anadili gibi İbranice bilen Doğramacı'ya hiç güvenmem. YÖK sistemi ile TÜRKİYE'deki üniversite eğitimini dejenere etmiştir. ALLAH bilir, Erbil'de kuracağı üniversite de Yahudi güdümlü olur...

AKP iktidarının Hazine'ye, yani Devlet'e, yani millete ait arazilerin bedelsiz olarak belediyelere devretmeye hazırlandığı ortaya çıktı. Böylece değerli araziler belediyelerin elinden şahıslara, şahıslardan yabancılara geçebilecek!.. Rant için, para için her şey mubah!.. İlerde anlaşıldı ki, Potamyalı Erdoğan ve müslüman geçinen ekibi, TÜRKİYE'yi "Dâr-ül harb", yani gavur diyarı, harbedilmesi, zaptedilmesi, malına mülküne ganimet diye el konulması gereken bir ülke olarak görüyor!.. Aldıklarını, çaldıklarının mübah sayıyor!.. Tıpkı IŞİD, EL NUSRA, EL KAİDE çapulcuları gibi!.. Dikkat ettiyseniz, IŞİD ve EL NUSRA hiç bir zaman Hıristiyan Batı veya Yahudi tesislerine, şirketlerine, halkına saldırmaz. Sadece müslümanlara saldırır. Bizde de İBDA-C ve KÜRT HİZBULLAHI örgütleri öyle yapardı... Bundan da, onların aslında Hıristiyan Batı istihbarat örgütlerinin maşası olduğu sonucu çıkar!

İsrail'in Tel Aviv kentinde bir kafeye intihar saldırısı düzenlendi. İsrail polisi, bombayı patlatarak ölen ve üç kişiyi öldüren 21 yaşındaki Asıf Muhammed Hanif'in, Filistin ayaklanmasındaki ilk Avrupalı, İngiliz vatandaşı intihar bombacısı olduğunu açıkladı.

  30 Nisan'da şeker pancarı üretimi kotalarının daraltılmasıyla oluşacak alanlarda alternatif olarak mısır, ayçiçeği, soya fasulyesi ve yem bitkisi ekimi yapan üreticilere bir defaya mahsus olmak üzere, telafi edici ödeme yapılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararı yayınlandı... Böylece TÜRKİYE'nin kendi şekerini üretme imkânı da ortadan kaldırıldı. Yerine Amerikan kaynaklı "mısır şurubu" diye bilinen ve GDO'lu mısırdan üretilen şeker yaygınlaşacaktı. Getirilecek soya fasulyesi tohumları da yine GDO idi. Hayvan yemlerinin GDO'lu olmasına zaten izin verilecekti!.. Yani iktidar yabancılar para kazansın diye kendi tarım üretimimizi kısıyor, ve bizi, neslimizi bozacak GDO'lu ürünlere mahkûm ediyordu!..

Aynı gün MGK toplantısından sonra yayınlanan bildiride, toplantıda lâiklik ilkesinin önemi ve titizlikle korunması vurgulandı. Irak'a gönderilen Kızılay konvoyu yolunu şaşırdı. Yardımların TÜRKMENLER'in de yoğun olarak yaşadığı Irak'ın Kerkük ve Musul kentlerine ulaştırılacağı söylendiği halde, konvoy başkent Bağdat'a vardı!.. Irak'ın Felluce kasabasında iki kişinin Amerikan askerlerine el bombasıyla düzenlediği saldırıda, 7 askerin yaralandığı bildirildi. Öte yandan, Amerikan askerleri Felluci kasabasında 2'nci kez protesto gösterisi düzenleyen Iraklı sivillere ateş açtı. Saldırıda, 2 Iraklı öldü, 8'i de yaralandı.

Yine aynı gün 2005'e kadar bağımsız Filistin devleti kurulmasını öngören Ortadoğu ''yol haritası'' resmen yayınlandı. Filistinliler planı hemen onayladı, İsrail ise onaylamak için 25 Mayıs'ı bekledi.

  1 Mayıs'ta Başkan Bush, Irak'ta savaşın bittiğini açıkladı. Bush, ''Savaşı kazandık, terörle mücadele ise devam ediyor,'' dedi. Terörü kendi yaratıyor, sonra da mücadele ettiğini iddia ediyor!..

Amerikalılar 200 yıldır kendilerinden çok zayıf ülkelere, halklara saldırırlar. Kızılderililer gibi okla, mızrakla savaşanlara karşı top-tüfek kullanırlar, sonra da büyük bir iş yapmış gibi "savaşı kazandık" diye zafer narâları atarlar! Irak, Amerika'nın rakibi mi?.. Biri sinek siklet, diğeri Suma güreşçisi!.. "Savaşı kazandık" diye ögünecek ne var???

Aynı gün Bingöl'de 6,4 büyüklüğünde deprem oldu; 176 kişi öldü, 521 kişi yaralandı. Yine aynı gün 12 yıldır devam eden Kuzeyden Keşif Harekatı, yani "Çekiç Güç" İncirlik Üssü'nde düzenlenen törenle sona erdi. Büyük şehirlerde "1 Mayıs" törenleri yine olaylı geçti. İstanbul'da Çağlayan Meydanı'nda kutlama yapıldı.

  3 Mayıs'ta Bingöllüler soğukta aç bîilaç geçirdikleri gecenin etkisiyle, kurulmayan çadırlara, dağıtılmayan ekmeğe isyan ettiler. valilik binasının önünde slogan atmaya başladılar. Epey de provokatör vardı.

  6 Mayıs'ta Irak'ta yağmalanan el yazmalarının bilançosunu çıkarıldı. Irak'ın 113 kütüphanesinde bulunan toplam 82 bin 258 el yazmasının akibeti bilinmediği anlaşıldı... Samsun'da 11 yaşındaki bir erkek çocuğa tecavüz etmek suçundan tutuklu yargılanan Kenan Ömer Ünalan'ın aklî dengesi yerinde olmadığı için cezai ehliyeti olmadığı saptandı. Yani ceza almadı. Mahkeme Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tedavi görmesine karar verdi. Peki, hastanede hemşirelere tecavüz ederse, ne olacak??? 7 Mayıs'ta Dünya Ticaret Örgütü, AB'ye, Amerikalı ihracatçılara vergi avantajı sağlamaktan vazgeçmediği için, ABD'ye yılda 4 milyar dolarlık ticarî yaptırım uygulama yetkisi verdi. Irak'ın başkenti Bağdat'ta, Amerikalı yüzbaşı Tom Bryant'ın bir keskin nişancı tarafından başından vurularak öldürüldüğü bildirildi... Aynı gün ''Neşter operasyonu'' soruşturması kapsamında, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Derviş Oral ile, SSK eski Sağlık İşleri Daire Başkanı Ertan Rifat Telhan tutuklandı. İkisi elele verip büyük yolsuzluk yapmışlar!.. Almanya'da tıp alanında yaşanan skandalları anlatan ''İyileştirmek Yasak - Öldürmeye İzin Var'' adlı kitap, piyasaya çıktı. Almanya'da her yıl yapılan 8 milyon ameliyatın yaklaşık yarısının gereksiz olduğu ifade edilen kitapta, her yıl yaklaşık 9 buçuk ton apandistin de gereksiz yere alındığı öne sürüldü.Türkiye'de sezeryan ameliyatı aynı ölçüde yaygın. Bazı doktorlar para kazanmak için insanları gereksiz yere kesip biçmekten kaçınmıyor!.. Yine aynı gün 17 bin Rus köyünün aslında birer “hayalet şehir”e döndüğü bildirildi. Yani yaşayanı yok! Sırada böyle 38 bin köy daha var, diyorlar! Sovyetler'in dağılması ile köylerde işsizlik tavan yaptı, köyler boşaldı.

  9 Mayıs'ta kamu personelinin 1 Haziran'dan itibaren özel sağlık kurumlarına sevk edilebilmesine olanak sağlayan protokol, Maliye Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında imzalandı.

  11 Mayıs'ta Başbakan Erdoğan, "kişi başına milli gelirin 1.500 doların altında olduğu illerde iş kuracak müteşebbislere vergi, SSK primi muafiyeti ve arazi tahsisi yapacaklarını" söyledi. İyi de, özel sektör zenginleri öyle yerlere gitmeye üşenir. Oralara Devlet'in doğrudan yatırım yapması şarttır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun, hatta İç Anadolu'nun bazı illerinin geri kalmış olmasının sebebi, özel sektörün kurtarıcı sayılmasıdır. Özel sektör maalesef sadece kesesini düşünür!.. Aynı gün SP 1. Olağan Kongresi'nde genel başkanlığa Necmettin Erbakan seçildi.

  12 Mayıs'ta Riyad'da düzenlenen üç intihar saldırısında 35 kişi öldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Aynı gün Çeçenistan'ın kuzeybatısındaki Znamenskoye'de düzenlenen intihar eyleminde 60 kişi öldü, 200'den fazla kişi yaralandı. Saldırıyı Şamil Basayev üstlendi. Müslüman müslümana niye saldırı düzenler?.. Bunun islâm'da yeri var mı?..

Yine 12 Mayıs'ta ABD, Paul Bremer'ı Irak'a ''vali'' atadı. Yani orası Amerika toprağı oldu. Ancak Iraklılar hiç ABD vatandaşı muamelesi görmediler. Bizim Amerikanofil yazarlarımız "Amerika artık sınır komşumuz oldu, iyi geçinelim," propogandası yapmaya başladılar.

  13 Mayıs'ta Iraklı Şiilerin dini lideri Muhammed Bekir el Hakim, 23 yıldır sürgünde bulunduğu İran'dan, ülkesine döndükten sonra, büyük bir coşkuyla karşılandı. Irak'ın Misan bölgesinde buldukları bombayla oynayan 9 çocuk, bombanın patlaması sonucu öldü, 7 çocuk ta yaralandı. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın ziyaretine saatler kala, Suudî Arabistan'ın başkenti Riyad'da, Batılılar'ın yaşadığı iki ayrı site ve bir Amerikan şirketine peş peşe intihar saldırıları düzenlendi. Saldırılarda 10-12'si Amerikalı, 9'u bombacı, toplam 90'dan fazla kişi öldü. Patlamalarda 3 Türk hafif yaralanırken, yaralı sayısı 194 oldu. Saldırıyı Usame bin Ladin'in El Kaide terör örgütü üstlendi

  14 Mayıs'ta A.B.D., Atlanta'daki Carlos Müzesi'nde teşhir edilen ve uzmanların Mısır firavunu I.Ramses'e ait olduğuna inandıkları 3000 yıllık mumyanın Mısır'a iade edilmesine karar verildi.

  15 Mayıs'ta savaştan sonra yağmalanan Bağdat ticaret müşavirliği yeniden açıldı. Aynı gün Maliye Bakanı Unakıtan, Vergi Barışı nedeniyle 3 milyon 475 bin başvuru yapıldığını ve başvuruların değerinin ise 7,9 katrilyon lirayı bulduğunu bildirdi.

  16 Mayıs'ta Fas'ın Kazablanka kentinde yabancıların gittiği otel ve lokantalara saldırılar düzenlendi. 45 kişi öldü, 100 kişi yaralandı.

  16 Mayıs'ta Dışişleri Bakanlığı'nın Ecvet Tezcan başkanlığındaki heyeti, Irak'ın kuzeyinde ABD askerî yetkilileri, TÜRKMENLER, ardından Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) temsilcileri ile biraraya geldi. Ne konuştular, ALLAH bilir!.. Irak Siyasî Mahkûmlar Cemiyeti, ülkede Saddam Hüseyin döneminde yaklaşık 1 milyon 360 bin kişinin idam edildiğini ileri sürdü. Cemiyetin açıklamasına göre, Saddam Hüseyin döneminde Irak'ta, 1976'dan Mart 2003'e kadar 5 milyon 200 bin insan gözaltına alındı... Bunların palavra olduğu ilerde ortaya çıktı. Saddam döneminde öldürülenlerin mubalâğalı bir rakamla 30.000 civarında olduğu anlaşıldı. Irak'a "özgürlük" ve "demokrasi" getiren Amerikalılar ise, işte o 1 milyon 300 bin insanı öldürdü, 5 milyon kişiyi sakat ve sefil bıraktı... Terör örgütü PKK-KADEK tarafından geçen yıl Kuzey Irak'ta kurulan ve silahlı mücadeleyi hedefleyen, çoğunluğunu Iraklı Kürtler'in oluşturduğu Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK), silah bırakma kararı aldı. Onlar zaten Irak'ta Araplar'a ve TÜRKMENLER'e karşı çarpışıyorlardı. Yerlerini Amerikalılar'a bıraktılar.

Aynı gün özelleştirilen kurumlardakı işçilerinin memur yapılmasını öngören yasa tasarısındaki 70 bin kadro sayısının, Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) 5. gözden geçirme öncesi ilettiği istek doğrultusunda, 8 bine düşürülmesi kabul edildi. Yani, Potamyalı Erdoğan'ın "IMF'le iş yapmadıkları" lâfı palavradan ibaret!..

  17 Mayıs'ta Başbakan Erdoğan, Kıbrıs Rum kesimi vatandaşlarının 22 Mayıs'tan itibaren Türkiye'ye vizesiz giriş yapabileceklerini açıkladı... Zaten Afrika, Balkanlar ve Orta Asya ülkeleri hariç, herkes Türkiye'ye vizesiz girer. Hani "mütekabiliyet" esası??? Biz Güney Kıbrıs'a vizesiz girebilecek miyiz?.. Tabii ki hayır!.. Aynı gün Fas'ın Kazablanka kentinde yine canlı bombalar patladı. Saldırılarda ölenlerin sayısı 41, yaralıların 100 oldu.

  18 Mayıs'ta Adalet Bakanı Cemil Çiçek, yolsuzlukların ortaya çıkarılmasında en büyük engelin, Anayasa'nın özel sektörü ve hırsızları koruyan ‘‘Sır’’ kavramı olduğunu belirterek, ‘‘Yapılacak yasal düzenlemelerle bu sır kavramını olabildiğince güncelleştirmek, tanımlamak gerekiyor,’’ dedi. Dedi de, 12 yılda bu konuda hiç bir şey yapılmadı. Bil'akis, Başbakan ve şürekasının yürüttüklerini gizlemek için sır üstüne sır konuldu... Ürgüp'ün Sinanos beldesinde gerçekletirilen Kültürler Buluşması Sempozyumu başladı. Çeşitli dinlere mensup çok sayıda din adamı ve bilim adamı buluştu.... Böyle toplantılar niye TÜRKİYE'de yapılır, anlamam!.. Biz yüzyıllardır bütün dinlere müsamaha göstermiş, serbestiyet tanımışız. Rum'un, Ermeni'nin patrikhaneleri Yunanistan'da, Ermenistan'da değil, TÜRKİYE'de!.. Sakın amaç TÜRKLER'i hıristiyan yapmak olmasın??? Aynı gün Washington Post, Amerikan ordusuyla yakın işbirliği yapan Iraklı Kürtler'in, bölgedeki Amerikan güçlerinin de onayıyla, Kerkük kentinin denetimini ele geçirdiğini ve önemli ilerleme sağladığını yazdı. Barzani'nin liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi, Arapların ev ve arazilerini satın almaya başladı... Bağdat'ta toplanan on binlerce Şii Amerikan işgalini protesto etti.

  19 Mayıs'ta çeşitli işlemler karşılığında vatandaştan topladığı paralarla trilyonlarca liralık güce ulaşan 4 kamu vakfı, Maliye müfettişlerince incelemeye alındı... Hep söylüyoruz, "kamu vakfı" olmaz, çünkü bunlar kamunun değil, emekli subayların, fertlerin elindedir, kontrolü de yoktur. Bu vakıfların yaptıkları işe ihtiyaç varsa (Nüfus Dairesi Vakfı gibi), ilgili kamu kurumunda bir daire başkanlığı kurulur, görevi o yürütür. Başındaki de, toplanan para da denetlenir. Gerçek vakıf; parası olan kişilerin, kendinden sonra varlığı sürdürecek bir kuruluş meydana getirmesi ile, onun işleyişini kendi parasıylü sağlaması sonucu oluşur.

  20 Mayıs'ta TÜSİAD, teröristlere, bölücülere ve dışardan gelen etkilere uyarak Terörle Mücadele Kanunu'nun 8. maddesinin, Kopenhag siyasi kriterleri çerçevesinde, tümüyle yürürlükten kaldırılmasını önerdi. Aynı gün Ankara'da, Kızılay'da sabah saatlerindeterör örgütü DHKP-C üyesi Şengül Akkurt, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e suikast düzenlemek için bir kafede hazırlanırken üzerindeki bombanın patlaması sonucu öldü.

  22 Mayıs'ta Hükûmet, bazı mal ve hizmetlerdeki KDV oranlarında, indirime gitti. Çünkü temel gıda maddelerinde bile KDV oranı % 18 idi!.. İnsaf!.. Aynı gün Amerika istedi, BM Güvenlik Konseyi, 13 yıldır Irak'a uygulanan yaptırımları kaldırdı.

  23 Mayıs'ta Adidas, Uzakdoğu'da ortaya çıkan Sars hastalığı nedeniyle Hong Kong'da üretmeyi planladığı siparişlerinden ilk büyük partiyi Türkiye'ye kaydırdı. Bunlar kaşımız gözümüz için gelmiyor!.. İşçilik sudan ucuz diye geliyor. Sonra da yaptığı üretimin hemen hemen tümünü "hooop!" alıp götürüyor. Bu da bizim hesaplarımıza "ihracat" diye geçiyor! Millî gelirimiz artmış oluyor!..

  25 Mayıs'ta Türkiye, Letonya'nın Başkenti Riga'da yapılan 48. Eurovison Şarkı Yarışması'nda Sertab Erener'in İngilizce olarak seslendirdiği "Every Way That I Can" adlı parçayla birinci oldu... Eğer TÜRKİYE'den biri, yurt dışında bir ödül alıyorsa, kuşkulanacaksın! Ya TÜRKİYE aleyhinde bulunmuştur, ya da aslen TÜRK değildir. Erener Yahudi asıllı, Sabetayist'tir. Orhan Pamuk gibi...

  26 Mayıs'ta Ukrayna Havayolları'na ait uçak, Trabzon'un Maçka ilçesi yakınlarında düştü. İspanyol Barış Gücü askerlerini taşıyan uçaktaki 62 asker, 13 mürettebat öldü. Afganistan'dan geliyorlardı.

  28 Mayıs'ta geleceğin büyük A400m askerî nakliye uçağı projesine ilişkin ilk sözleşme, Almanya'nın Bonn kentinde imzalandı. Türk sanayiinin, Avrupa Havacılık Sanayiine entegrasyonu yönünde bir adım atılmış oldu. Uçak üretildi mi? 2013'te üretilecekmiş... Aynı gün DHKP-C örgütü elebaşılarından Ercan Kartal, Sabancı suikasti, ve Kenan Evren'e suikast girişiminin de aralarında bulunduğu çeşitli eylemlerden yargılandığı davada, müebbet ağır hapis cezasına çarptırıldı.

  29 Mayıs'ta Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ''Küreselleşme ve Ulusal Güvenlik Sempozyumu''nda yaptığı konuşmada, ''Türk Silahlı Kuvvetleri, AB karşıtı olamaz. Çünkü, AB, Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk toplumuna gösterdiği çağdaşlaşma hedefinin, jeopolitik ve jeostratejik açıdan zorunluluğudur,'' dedi. Tabii yalan söyledi!.. Böylece ordunun üst kademesinin özellikle AB'ye ve ABD'ye yakın dönme-sabetayist, gayrımüslim subaylardan seçildiği ortaya çıktı!

Birazıcık okuması-yazması olanlar ATATÜRK'ün hiç bir emperyalist Hıristiyan Batı ülkesi ile ittifak yapmadığını; bil'akis, emperyalizme karşı İslam ülkeleriyle Bağdat Paktı, Balkan ülkeleriyle Balkan Antantı oluşturduğunu bilir!.. Ayrıca rahmetli ATATÜRK "muasır (çağdaş) medeniyet seviyesi" derken, hiç bir zaman Avrupa'yı kastetmemiştir. Her konuda hangi millet ileri ise, (uzay, sağlık, eğitim, askerlik, ulaşım) onun seviyesine ulaşıp, onu geçmeyi kastetmiştir.

  30 Mayıs'ta dolar serbest piyasada 1 milyon 420 bin liraya düştü. Sivil toplum örgütleri Merkez Bankası'nın dövize müdahale etmesini istedi... Allah Allah! "Sivil Toplum Örgütleri"nin dolarla ne alış-verişi var ki?.. Onlar demokrasiyle, barışla, hapishanelerdeki suçlularla ilgilenmiyorlar mıydı?.. Demek birilerinin kârı, kazancı azalmış!.. Aynı gün Diyanet İşleri Başkanlığı'na, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu getirildi. Bardakoğlu, Diyanet'in uzun süredir görmediği üstün nitelikte, şahsiyetli bir başkan oldu.

  31 Mayıs'ta AKP, Almanya'daki Muhafazakâr Demokrat Derneği adı altında örgütlendiği, bu örgütlenmenin öncüsünün de 1994 seçimlerinde Tayyip Erdoğan'ın altına Mercedes çeken hemşerisi, işadamı Mustafa Duran olduğu ortaya çıktı... Esenyurt Belediye Başkanı kürtçü-bölücü, mafya tarzı ekibiyle çalışan Dr. Gürbüz Çapan, Erzurum Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce açılan bir dava yüzünden tutuklandığını, ailesinin ve kendisinin Ermeni olduğunun öne sürüldüğünü, arabasının kurşunlandığını anlattı. Kendisine saldıranların "TÜRK düşmanı" olduğunu iddia etti... Çok iyi bir iktisatçı olan Prof. Osman Altuğ, vergi affıyla ilgili ‘‘Devlet 6.6 katrilyon alabilmek için, 72 katrilyon vergiden vazgeçti'' dedi.


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

28 ŞUBAT 1997 SONRASI ABD NİN ASKERİ., EKONOMİK VE SİYASİ MÜDAHALESİ. BÖLÜM 1

28 ŞUBAT 1997 SONRASI ABD NİN ASKERİ., EKONOMİK VE SİYASİ MÜDAHALESİ. BÖLÜM 1




Bir kere daha tekrarlıyalım: 28 Şubat 1997 Muhtırası ile ile başlayan dönem, TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na, ATATÜRK'e ve MÜSLÜMANLAR'a ihanet dönemidir!

Yine şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat darbesi asla TÜRK ORDUSU'nun giriştiği bir hareket değildir. TÜRK ORDUSU içine sızmış, ta tepelere yükselmiş olan mason, Yahudi dönmesi, Ermeni ve Rum kökenli hain kişilerin işidir. Başını mason-dönme Orgeneral ÇEVİK BİR'in çektiği, bilhassa Deniz Kuvvetleri'nden monşer tipli mason-dönme amirallerin desteklediği 28 ŞUBAT darbesi, SİLAHLI KUVVETLER içindeki gerçek ATATÜRKÇÜ ve MİLLİYETÇİ TÜRK subayların kendini "BATI ÇALIŞMA GRUBU" diye adlandıran İSRAİL yanlısı ekip tarafından ayıklanması, MİLLÎ SİYASET'e yönelmiş olan DEVLET'in tekrar A.B.D., İSRAİL ve A.B. güdümüne sokulması, TÜRK ORDUSU'nun PEYGAMBER OCAĞI niteliğinden çıkarılması, TÜRK MİLLETİ'nin İSLÂM'dan uzaklaşması için yapılmıştır!

28 Şubat "postmodern" darbesi sözümona irticaya karşı yapılmış, ancak Necmettin Erbakan'dan daha çok dini istismar eden Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidara gelmesini sağlamıştır. İşte o Recep Tayyip Erdoğan ve AKP, müslüman görüntüsü altında Hıristiyan Batı'ya, AB ve ABD'ye uşaklık eden, KIBRIS'tan ve GÜNEYDOĞU ANADOLU'dan, TÜRKLÜK'ten, hatta İSLÂM'dan vazgeçen, "darbecileri temizliyorum" derken TÜRK ORDUSU'nu zaafa uğratan bir politikayla Türkiye'yi uçuruma sürüklemiştir.

Mandacı İsmet İnönü'nün 1947'de Missouri gemisiyle gelen Amerikalılar'a kucak açması ile başlayan Hıristiyan Batı'ya temayül, ondan sonra ivme kazanmış, Erdoğan'la zirveye çıkmıştır. Sabetayist Adnan Menderes, 1958 yılında Lübnan'da müslüman ve hıristiyan gruplar çatışırken, Amerikan'ın isteği üzerine hıristiyan gruplara silah ve cephane yardımı yapmıştı. Bu yardımı götürecek olan ekibe hiç bir şey söylenmemiş, ilk uçak Esenboğa havaalanından Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve dönemin Genelkurmay Başkanı'nın nezaretinde kalkmıştı. Uçak Beyrut havaalanına inince, bir takım adamlar gelip sandıkları alıyor, uçak ta geri dönüyordu. Tam 148 sefer yapılmış, 148'inci de uçak Beyrut havaalanına inince, silahlı bir grup bizim pilotu esir almış, ne amaçla geldiğini sormuştu. Pilot şaşkın "Müslümanlar'a yardım getirdik," deyince, silahlı grubun lideri tüfeğinin dipçiğini hiç bir şeyden haberi olmayan zavallı pilotun suratına indirmiş, "Müslüman biziz!" demişti!.. Meğer o saate kadar hıristiyanların elinde bulunan havaalanı müslümanların eline geçmiş!.. Meğer bütün yardım hıristiyanlara gidiyormuş!.. Sabetayist Menderes Amerika'ya yaranmak için müslümanları yalnız bırakmakla kalmamış, müslümanları öldürsün diye Haçlılar'a silah ve malzeme sağlamıştı. Bir de bu adamı "evliya" ilan etmeye kalkarlar!.. Allah bilir ama, idamının gerçek sebebi budur.

Mason Süleyman Demirel ise 1990'larda Başbakan iken Ermeni katliamına uğramış, topraklarının % 20'sini kaybetmiş olan müslüman Azerbeycan'ı bırakmış, utanmadan arlanmadan "Komşusu aç yatarken tok uyuyan bizden değildir," hadisini kullanarak hıristiyan Ermenistan'a yiyecek yardımı yapmıştı!.. Hıristiyan Gürcistan ile iyi ilişki kurmuş, Müslüman Acaristan'ın Cumhurbaşkanı'nı kabul bile etmemişti. Hıristiyan NATO'nun emrine, hem de Turgutreis gemisini tahsis edip, Hıristiyan Sırplar'a dört bir yandan silah yağarken, Müslüman Bosna-Hersek'e Adriatik Denizi'nde silah ambargosuna katılmıştı... Onun da yatacak yeri yok!

Hangi birini söyleyelim?.. Ermeni yetimi ana-babadan olma, müslüman geçinen, üstelik tarikat mensubu olan Turgut Özal, Baba Bush'un Haçlı Seferi'ne katılıp, 1991'de Körfez Savaşı sırasında Irak'a girmeye kalkmış, daha sonra Turgut Özal, "Çekiç Güç" diye gavur uçak ve silahlarını yurda davet ederek ikide bir Irak'ın müslüman halkının bombalanmasına yol açmıştır. Hem de yıllarca!... Onun da "anıt" mezarını ziyaret eden yok!

Ama içlerinde en pervasızı Potamyalı Recep Tayyip Erdoğan olmuştur!.. Irak'ta, oğul Bush'un ilan ettiği 2003-2012 arasındaki Haçlı Seferi sırasında, yüzbinlerce müslüman, kadın-erkek, genç-yaşlı, çoluk-çocuk Amerikan liderliğindeki hıristiyan Batı ittifakı tarafından öldürülürken, müslümanlar için tek laf etmemiş, ama hıristiyan Amerikan askerleri için "Kahraman kadın ve erkek Amerikan askerlerinin sağ salim evlerine dönmeleri için dua ediyorum," diyebilmiştir... Mazlumu bırakıp zalimle işbirliği yapan, zayıfı bırakıp güçlünün yanında yer alan TÜRK olamaz!.. Kendisi zaten TÜRK olmadığını defaatle ifade ederken, ne idüğü belirsiz kimliğini "gürcü" kisvesi altına gizlemeye çalışmaktadır... Öte yandan gavurla işbirliği yapıp, müslümanı ezen asla MÜSLÜMAN olamaz! Olsa olsa "müslümanım" diyen MÜNAFIK olur!.. İşte bu münafık Erdoğan, Haçlı ordusu NATO'ya katılıp müslüman Libya'ya saldırdı. Utanmadı, sıkılmadı, yetinmedi, Birleşmiş Milletler'i ve NATO'yu kışkırtıp müslüman Suriye'nin üzerine Haçlı orduları saldırtmak istedi. ALLAH'tan gayrımüslim Rusya ve Çin onun bu sinsi emeline mâni oldu.

Erdoğan ve AKP'de ona uyan diğer münafıkların hesabı ahıretteki İLÂHÎ DİVAN'da görülür mutlaka ama, dünyada da hesap vermeli, Anayasa Mahkemesi'nde değil; DİVÂN-I HARB'de idam talebiyle yargılanmalıdırlar... Çünkü TÜRK MİLLETİ onlara itimat edip başa geçirdiği halde, onlar gavurlara uyup TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na harp ilân etmiş, TÜRK VATANI'nı bölücü işlere kalkışmışlardır. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ile harb halindedirler!.. HARB DİVANI'nda yargılanmalıdırlar!.. Marifetlerinin hepsini bir bir, kronolojik olarak anlatıyoruz.

Bu GAYRI TÜRKLER ve MÜNAFIKLAR her partide vardır. PKK'nın temsilcisi BDP'nin ve HDP'nin çoğu Kürt postu altında Ermeni, Yezidi veya Süryani'dir. Meselâ "Parmaksız Kod" adlı Şemdin Sakık, babaannesinin Ermeni olduğunu kendisi açıklamıştır. Öyleyse kardeşi Sırrı Sakık ta Ermeni tohumudur. CHP'deki Yahudi Dönmeleri (Sabetayistler) ve gizli Ermeniler aşırı lâik ve modern geçinirler. AKP'deki Sabetayistler ve gizli Ermeniler ise aşırı dindardırlar, müslümanlığı kimseye bırakmazlar. Manisalı Bülent Arınç bunlardan biridir. Bürokraside, orduda, MİT'te, işadamları arasında, ve tabii medyada yazar-çizer, program sunar takımı arasında da bunlar aynı özellikler ile kendilerini belli ederler. İşadamlarından Bezmenler , medyadan Mehmet Ali Birand ve Apdi İpekçi bilinen örneklerdir. Bunlar kurban kesmeyi vahşet, "TÜRK'üm" demeyi "banâl" bulurlar. Bizden çok Avrupa'ya, Amerika'ya ve İsrail'e yakındırlar. Her fırsatta TÜRKİYE'yi ve TÜRKLER'i kötülemekten adeta zevk alırlar. Meselâ kadın dövme, kadın öldürmeyi yalnız TÜRKİYE'de olan bir vahşet gibi gösterirler. Halbuki ABD'de her gün çok daha fazla kadın dayak yiyor, tecavüze uğruyor ve hiç uğruna öldürülüyor, onlardan hiç bahsetmezler. Bunun Batı standartlarının, Batı hukuk kurallarının, bize de bulaşmış olan Batı zihniyetinin bir sonucu olduğunu dile getirmezler. 100 yıl önce TÜRKİYE'de böyle vak'alar bu kadar yaygın mıydı, niye arttı, hiç düşünmezler.

Velhasılı, MÜSLÜMAN TÜRK-İYE'yi, TÜRKLER'İN YURDU'nu idare edenler, GAYRITÜRKLER ve MÜNAFIKLAR'dır. Başlarında Potamyalı Recep Tayyip Erdoğan vardır.

İşte biz bunun için ATATÜRK diyoruz. Ondan daha çok TÜRKİYE'yi, TÜRKLER'i, İSLAM DÜNYASI'nı ve MAZLUMLAR'ı düşünen biri gelene kadar da ATATÜRK diyeceğiz, ATATÜRKÇÜ olmaya devam edeceğiz. Daima MİLLİYETÇİ, ULUSALCI, DEVLETÇİ, HALKÇI olacağız!

Şimdi bu ERDOĞAN DÖNEMİ'ni yurtiçi ve yurtdışı olaylar ile anlatmaya devam edeceğiz. Ama önce Tayyip Erdoğan'ın "Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Ortadoğu Projesi"nin sözde eşbaşkanı olup, TÜRKİYE'yi ve bölgeyi bölmeyi üstlendiği "BOP HARİTASI"nı verelim:

   2 Nisan 2003 TÜRK TARİHİ ve TÜRK MİLLETİ için kara bir gündür. O gün Başbakan Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanı Powell ile gizli 2 sayfa, 9 maddelilk anlaşmayı imzalamış, TÜRKİYE'yi ABD boyunduruğuna sokmuştur. Bir önceki sayfada uzun uzun anlattık. Sırf bu anlaşma için Gül'ün Divan-ı Harb'de yargılanıp idam edilmesi gerekir.

Yine 2 Nisan'da "ek motorlu taşıtlar" ve "ek emlâk vergisi" alınmasına ilişkin yasa tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda bir madde eklenerek kabul edildi. Aynı gün TMSF, Pamukbank'ı yeniden satışa çıkardı. Gaziantep Havalimanı'nda bekletilen ABD'ye ait askeri araç ve malzemeler İncirlik ve İskenderun'a götürüldü.

   4 Nisan'da Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Manisalı gençlere işkence davasında biri baş komiser 10 polisin 60 ile 130 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmalarına ilişkin kararı onadı... Biz işkencecileri savunmayız. Bu polisler gerçekten hayvan gibi davranmışlardı. Ama bu cezayı verenler ya sayı saymasını bilmiyorlar, ya da hiç hapis yatmamışlar!.. Öte yandan "Manisalı Gençler" de süt çıkmış ak kaşık değillerdi. Dev-Lis adı altındaki terör örgütüne mensuptular, liseli gençleri terörize ediyor, eğitimi aksatıyorlardı. Gençlere daha sonra 10-25 bin lira arasında işkence tazminatı ödendi. Polisler ise 5-10 yıl arasında hapis cezası aldı... Aynı gün Yahudi (Dönme) işadamı Halil Bezmen, tahliye edildi. Zaten suçluların tahliye edilmemesi nâdirattandır.

   4 Nisan'da bir başka enteresan olay cereyan etti. İş adamı Rahmi Koç, turp gibi, sağlığı yerinde olmasına rağmen, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı oğlu Mustafa Koç'a devretti. Dünya turuna çıkacağı söylendi. Bayram değil, seyran değil; bu tur da nereden çıktı... demeyin! KURTLAR vADİSİ dizisinde Baron Mehmet Karahanlı, Tapınak Şövalyeleri'nin töreninde yargılanmış ve ölüme mahkûm edilmişti ya, bizim Koç ta Hıristiyan-Yahudi baronlar tarafından yargılandı, ve "1 Mart Tezkeresi'ni geçirememek"le suçlanarak iş dünyasından silindi!..

YABANCI VE TÜRK MASONLARI NEDEN TELAŞLANDI ?

   5 Nisan'da TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, NATO toplantısına gidecek 7 kişilik TBMM heyetini tasarruf gerekçesiyle 4'e indirirken, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın siyasî danışmanı Adana milletvekili Ömer Çelik'in ismini çizmesi, AKP'de kriz yarattı... Demek o dönemde Arınç ölçülü davranıyormuş. Erdoğan'dan azar işitti mi, bilinmez.

   6 Nisan'da bankaların "görev zararları"nın tespit usulü hakkında yönetmelik çıktı... Daha önce söylemiştik, bu "görev zararı" aslında "usûlsüz verilen ve geri dönmeyen krediler" demektir. Hısım-akrabaya, dost-tanıdığa, bazen de bankanın sahibinin cebine gitmiştir. Mason Demirel'in has yeğeni Yahya Demirel'de olduğu gibi! ... Aynı gün BDDK kararıyla, Finansbank ve Fiba Bank genel kurullarının "devir"e dâir kararlarının tescil edilmesine onay verilmesi uygun görüldü. Yine aynı gün Aria, Telekomünikasyon Kurumu'nun sözleşme şartlarını yerine getirmediği gerekçesiyle tahkime başvurup Türkiye'den 2,5 milyar dolar tazminat istedi... Demiştik, bu "Uluslararası Tahkim Kurulu" bizim başımıza belâ olacak diye!

"Uluslararası Tahkim Kurulu"

   7 Nisan'da Ankaralı müteahhit Cemil Özgür, ödeyeceği 6 trilyon 11 milyar liralık gelir vergisi ile Türkiye rekortmeni oldu.

   8 Nisan'da öldürücü SARS virüsü, Uzakdoğu ekonomilerini vurmaya başladı. Morgan Stanley, ''Dünyada SARS durgunluğu olabilir'' uyarısı yaptı.

   9 Nisan'da Amerikan askerlerinin Bağdat'a girmesi üzerine, birçok mahallede yağma ve talan başladı. Amerikalılar'ın topladığı bazı Iraklılar, Amerikan askerlerinin yardımıyla dev Saddam heykeli ni yıktı, bir kaç kişi heykelin üzerinde tepindi. Bu arada Saddam'ın yüzbinlerce askeri silahlarıyla birlikte buharlaşıp yok oldu.

  10 Nisan'da Meclis lojmanlarının satışı için de Emek İnşaat ile bir protokol yapıldı. Aynı gün tütün mamulleri ile ilgili fabrikaların kurulması, ve bu mamullerin üretimine, iç ve dış ticareti ve denetlenmesine ilişkin usul ve esaslar ile ilgili olarak yönetmelik çıkarıldı... Hemen öyle sevinmeyin!.. Bunlar bizim tütün fabrikalarımız, bizim tütünümüz için değil; gavurların kuracakları fabrikalar ve dışardan getirecekleri tütünler içindi. Hükûmet sigarada tekeli kaldırıyordu! Müslüman Turgut Özal 1983'de gavur sigarası satışını serbest bırakmıştı, bunlar TÜRK sigarası satışını yasaklıyordu!.. Aynı gün eski Bakan Eyüp Âşık, çıkar amaçlı suç örgütü elebaşı Alaattin Çakıcı ile telefon görüşmeleri yaptığı iddiası üzerine, çete mensubuna yardım etmek suçundan yargılandığı davada, delil yetersizliğinden beraat etti.

  11 Nisan'da ABD askerleri ve onların kuyruğuna takılan peşmergelerin, küçük çatışmaların ardından Musul'a girdiği bildirildi. Bankalarda ve resmi dairelerde yağma başladı. Kürtler tapu ve nüfus dairelerindeki evrakı yakarak bölgenin TÜRKMEN kökenini yok etmeye çalıştılar.

  12 Nisan'da Musul'da haber yapmak üzere hastaneye giden Türk gazetecilere bir grup ateş açtı. Yaralanan Kemal Batur ve Mesut Gengeç adlı gazeteciler Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı özel kuvvetler tarafından Türkiye'ye getirildi.

  13 Nisan'da TÜRKİYE'nin baskısıyla peşmergelerin terkettiği Kerkük ve Musul'da kontrolü Amerikan askerleri ele geçirdi. Amerikan Merkez Komutanlığı, Irak'taki petrol bölgelerinin ABD ve müttefiklerinin kontrolü altında olduğunu bildirdi. Bu şu demek: Kuzeydekiler Amerikalılar'ın, güneydekiler İngilizler'in kontrolünde!.. Bağdat'a giren ABD askerlerinin, 400 wattlık hoparlörlerden, ‘‘Iraklı erkekler iktidarsız. Hepsi kadın gibi’’ diye bağırdığı, buna dayanamayanlar ortaya çıkınca da teker teker avladığı iddia edildi. Bu arada Ortadoğu'nun kültür hazineleri olan paha biçilmez eserlerin kimi çalındı, kimi kırıldı, tahrip edildi. İlk gün sadece sırtlayabildiklerini götüren yağmacılar hızla organize oldular. İkinci gün eşyaları otomobille, plakalarını söktükleri kamuya ait kamyonlarla taşımaya başladılar. Kuzey Irak'ta ABD'yi destekleyen Iraklı Kürtlerle, Saddam Hüseyin'e sadık kalan Arap aşiretleri arasında çıkan çatışmalarda 5 arap ile 3 peşmerge öldü. ABD kuvvetleri, Saddam'ın doğum yeri Tikrit'e çok küçük bir direnişle karşılaşarak girdi... Beyaz Saray sözcüsü Ari Fleischer, Suriye'yi "terörist devlet" ilan etti. ABD Dışişleri Bakanı Powell, Suriye'yi "Sıra size'de gelebilir" diye uyarırken, Bush "Bizimle işbirliği yap" çağrısında bulundu. Yapmayan Esad'ın başına ilerde neler gelecek, göreceğiz.

  14 Nisan'da Genelkurmay Başkanlığı, Kuzeyden Keşif Harekâtı ile üs hazırlama faaliyetleri kapsamında TÜRKİYE'de bulunan 1166 ABD askerî personelinin 
Almanya'ya gideceğini bildirdi... Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzanî, Kürdistan Yurtseverler Birliği'ni (KYB) Kerkük'e girerek Kuzey 
Irak kentlerinde yağma ve kaosa neden olmakla suçladı. Şıracı, bozacıyı suçlamış!.. Kendisi Talabanî'den beter yağmacıdır!.. Irak'lı muhalif Kürt, Sünni ve Şii gruplar, ülkenin geleceğini tartışmak üzere tarihî Ur kentindeki Tallil hava üssünde toplandı... Aynı gün insanın genetik şifresi diye bilinen DNA'nın 
keşfinin 50'nci yılında bilim adamları, ‘‘insanın genetik haritasının yüzde 99.999'unu deşifre ettiklerini" açıkladılar.

  16 Nisan'da Kürdistan Demokrat Partisi Lideri Barzanî, Türkiye'nin Irak savaşına katılmamasının kendileri için zaferin yüzde 90'ını oluşturduğunu söyledi. Barzani, ‘‘ABD isteyince Musul'a girdik’’ dedi. ABD Başkanı George Bush, "Şimdi Irak kurtarıldığına göre, BM bu ülkeye uygulanan yaptırımları kaldırmalıdır," dedi. Ne biçim kurtarmaysa??? Hayvanat Bahçesi'ndeki aslanlar ve kaplanlar da işgalden payını aldı, açlığa terkedildi.

ABD'nin, daha önce demokrasi götürme bahanesiyle yaptığı 15 askerî müdahalenin çoğunda başarısız olduğu ortaya çıktı. ABD, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Almanya ve Japonya dışında hiçbir işgalinden başarıyla çıkmadı. Yalnız girdiği ülkelerde hep "yeni anayasa" yaparak o ülkeleri kontrolüne aldı...Aynı gün Millî Savunma Bakanı Gönül, ABD'nin, "Türkiye'den Irak'ın yeniden inşasında görev yapmak üzere, asker verip veremeyeceğini sorduğunu" söyledi. Asker inşaattan ne anlar? Bu, "Ben buraları kontrol etmekte zorlanıyorum, bana asker gönder," demektir. Yine aynı gün 10 ülke, Atina'da AB ile genişleme antlaşmasını imzaladı. 10 aday ülke, (Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Litvanya, Letonya, Estonya, Malta ve Kıbrıs Rum kesimi) AB üyeliklerini yıl içinde onayladı.

  17 Nisan'da ABD teçhizat, malzeme ve gereçleri ile helikopterlerin yüklendiği ''Cape Vincent'' adlı gemi İskenderun Limanı'ndan ayrıldı.

  18 Nisan'da IMF İcra Direktörleri Kurulu, 4. gözden geçirmeyi sonuçlandırılarak, yaklaşık 701 milyon dolar tutarında yeni kredi dilimin serbest bıraktı. Demek ki, AKP iktidarı da IMF'dein borç almış!.. Irak'ın yeniden inşasıyla ilgili ilk ihaleyi Amerikan Bechtel firması kazandı. Firmanın, Irak'ın enerji, su ve kanalizasyon sistemlerinin onarılmasını öngören ihaleyi 680 milyon dolara aldığı açıklandı. Bechtel'in bazı işleri taşeron firmalara verebileceği ifade edildi.

Bu ihale dalaveresinini nasıl işlediğini açıklayalım: Amerika, sonradan ümüğüne basa basa bedelini Irak'tan alacağı ihaleyi, kendi Bechtel firmasına, bol keseden, 680 milyon dolara verir. Bechtel ihaleyi tümüyle taşaron TÜRK firmasına 50 milyon dolara devreder. Kılını kıpırdatmadan, taş atıp kolu yorulmadan 630 milyon doları içeder!.. Kalan paraya da enerji, su, kanalizasyon sistemlerinin tamiratı mümkün olmadığı için, Irak halkı yıllar sonra bile temiz su, kesintisiz elektriğe hasret kalır!

  19 Nisan'da Peşmergeler, pasaportlarına Türk polisinden çıkış alan yaklaşık 40 Kerkük doğumlu TÜRKMEN'in Habur Sınır Kapısı'ndan Kuzey Irak'a geçişine izin vermedi. Barzanî ve Talabanî aşiretlerine mensup Kürtler, Musul ve Kerkük'ten sonra Bağdat'ta lüks semtlerindeki binalar ile BAAS merkezlerini işgale başladı. Meydanları afişlerle donattı. Tikrit'te Saddam'ın av sahasındaki yüzlerce ceylanı keşfeden Amerikan askerleri, av partileri düzenlemeye başladı. Kumanyadan bıktıklarını bahane edip, ceylanları katleden Amerikan askerleri, çatışma çıktı sanılmasın susturuculu silahlar kullandı. ABD'li "Şahinler kanadının beyni" Richard Perle, TBMM'den geçmeyen tezkere konusunda, ‘‘AKP'den daha çok, CHP'nin ve Kemal Derviş gibi üyelerinin tutumundan büyük bir dehşete düştüğünü’’ söyledi... Sabetayist Kemal Derviş zaten TÜRK'ten çok Amerikalı... E, bir de ABD'nin talimatına uyup Tayyip Erdoğan için Anayasa değişikliği ni kabul eden Deniz Baykal var. Adam sonuca şaşmasın da, ne yapsın??? İngiltere'de İşçi Partili milletvekilleri, ‘‘Yoksa MI6 bizi kitle imha silahları konusunda yanılttı mı?’’ diyerek, savaşı haklı kılabilmek için Başbakan Tony Blair'den kitle imha silahlarının derhal bulunmasını istediler. Bulamazlar ki, çünkü yok!.. Blair de, Bush da domuz gibi bunu biliyorlardı!.. Independent on Sunday gazetesi de, bir açık mektup daha yayınlayarak, Başbakan Tony Blair'e ''Peki, Bay Blair, şimdi söyleyin artık. Nerede bu kitle imha silahları?'' diye sordu.

Aynı gün devrik Irak yönetiminin Maliye Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hikmet İbrahim el Azzavi, Irak polisi tarafından yakalanarak Bağdat'ta ABD-İngiliz güçlerine teslim edildi. Bu arada belirtelim: Amerikan yönetimi Irak'ta memurların ayda 30 dolar maaş alacağını açıkladı!.. Yi babam, yi, bitiremezsin!

  21 Nisan'da ABD'nin, Irak petrollerini Akdeniz'e taşıyan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını devre dışı bırakıp, Kerkük-Hayfa (İsrail) hattını kullanabilmek için çalışma yaptığı bildirildi. BOTAŞ, Hükûmet'ten bu konuda önlem almasını istedi. FBI, ABD ordusunun 9 Nisan'da Irak'ta Saddam rejimini devirmesiyle birlikte, Mezopotamya ve İslam uygarlıklıkarı'nın eşsiz eserlerini barındıran müzelerin yağmalanmasının ardından, Irak'a ait ilk kaçakçılık eserinin bir Amerikan havalimanında yakalandığını bildirdi. Bu "yakalama" göstermelik kaldı. Binlerce eser kapanın elinden kolleksiyoncuların vitrinine geçti... Bu arada herkesin merakı, Saddam'ın Cumhuriyet Muhafızları nerede?.. Güçlerini korumak için mi çarpışmadılar, yoksa ihanete mi uğradılar?.. Bağdat'a 35 kilometre mesafedeki Abu Garib Cezaevi'nde toplu mezar bulundu. Elleri arkadan bağlı 935 ceset çıkarıldı. Saddam 30 yılda 935 kişi kişi öldürtmüş. Amerikalılar gelir gelmez binlerce insana suçsuz yere kıydılar. ALLAH'ım, Abu Garib hapishanesi'nde ne işkenceler yaptılar!..

Aynı gün Irak'ta Hz. Hüseyin’i anma törenine katılmak için yola çıkan 7 milyon Şii, ABD aleyhtarı sloganlarla Kerbelâ’ya yürüdü.

  22 Nisan'da TÜRKİYE, mukavele şartları yerine gelmediği için Bulgaristan'dan elektrik ithalatını durdurdu. CHP Lideri Deniz Baykal, AKP'liler için ‘‘Demokrasi diye geldiler, ama demokrasi ile hiç ilgileri yok’’ dedi. TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın vereceği, ve türbanlı eşi ile geleceği 23 Nisan resepsiyonuna CHP milletvekilerinin ve kendisinin katılmayacağını açıkladı.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

9 Eylül 2018 Pazar

A.B.D. SÜPER GÜÇ OLARAK KALABİLİR Mİ? BÖLÜM 3


A.B.D. SÜPER GÜÇ OLARAK KALABİLİR Mİ?  BÖLÜM 3



    Dünya Dengelerinin giderek Avrupa’dan Asya’ya kaydığı, Atlantik Okyanusu’nun yerini Pasifik Okyanusu’nun aldığı bir dönemde ABD’nin 
okyanus ötesinden dünya anakarasının merkezi bölgesini yönetebilmesi ya da yönlendirebilmesi son derece güçtür. ABD binlerce kilometre öteden dünyanın jeopolitik merkezini kontrol etmekte epeyce zorlanacaktır. Her türlü teknolojik üstünlük bile bölge ülkelerini izlemekte ve denetlemekte bir ölçüde yetersiz kalacaktır. Özellikle bölgede sıcak çatışma sorunlarının devam etmesi ve bunların uzun süredir çözümsüz kalması; ABD’nin kendine bağımlı bir üçüncü imparatorluk alanı yaratmasını, ABD üstünlüğü açısından zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, yeni dünya düzeni süreci içinde ABD’nin en fazla ilgilendiği, gene en fazla zorlandığı bölge Avrasya alanı olmaktadır. ABD, kendisine bağlı bir 
Avrasya yapılanmasını gerçekleştirebilirse, o zaman kendisinin merkezinde yer aldığı yeni dünya düzenini başarabilecektir. Kendisinin gerisinde yer alan diğer büyük devletlere sözünü daha kesin olarak dinletebilecek, büyük devletler arasındaki denge bozulmadan oluşacak Avrasya yapılanması, ABD’ye rakip olabilecek diğer büyük devletlerin dengelenmesinde de önemli bir rol oynayacaktır. 

   Eğer, ABD Avrasya yapılanmasını fazla sancısız biçimde gerçekleştirebilirse, o zaman ne Asya’nın dev ülkeleri ne de Avrupa’nın büyük ülkeleri ABD üstünlüğü ne karşı direnemeyeceklerdir. O zaman da, dünyanın ortasında birbirine bağlı biçimde üç ayrı imparatorluk kurmuş olan ABD, dünyanın tek hegemon gücü olarak devam edecek ve kendisinin merkezinde yer aldığı tek ve bütünleşmiş bir dünya düzeni oluşturabilecektir. Kendine bağlı üç imparatorluk kuran ABD’nin üstünlüğü o zaman tartışılmaz olabilecektir. Ne var ki, böylesine bir sonucu ve geleceğin dünyasını Avrasya’daki gelişmeler belirleyecektir. 

ABD’nin ikinci imparatorluğunun kurulmuş olduğu Avrupa kıtasındaki ülkelerin biraraya gelerek Amerikan güdümünden kurtulmak üzere bir Avrupa Birliğine yönelmeleri, ABD üstünlüğü açısından Avrasya’da oluşturulacak üçüncü Amerikan imparatorluğunun kurulmasını yaşamsal bir noktaya getirmiştir. Avrupa Birliği’nin kendi ordusunu kurarak Nato’yu dışlamak istemesi ve böylece ABD’yi Avrupa’dan atmaya yönelmesi ile ABD’nin dünyanın merkezi bölgesi olan Avrasya’ya yerleşmesi üstünlüğünü koruyabilmesi için zorunlu bir noktaya gelmiştir. ABD kendi kontrolü altından sıyrılmak isteyen Avrupa Birliği’ni ancak Avrasya’da kendine bağlı olarak kurabileceği yeni bir büyük siyasal yapılanma ile denetleyebileceğini çok iyi bilmektedir. Bu nedenle, Avrasya’da yeni Amerikan yapılanması, ABD’nin dünya üstünlüğü açısından son derece kaçınılmaz bir noktaya gelmiştir. ABD imparatorluklarını üçe çıkarmak isterken, ikincisini yitirme aşamasına sürüklendiği için üçüncünün kurulması, diğer ikisinin korunması açısından yaşamsal bir anlam kazanmıştır. İki dünya savaşı çıkmasına neden olan maceraperest Alman politikası Avrupa Birliği’ne egemen oldukça, Avrupa Birliği’nin Avrasya bölgesinde genişleme arzuları hiç bir zaman dinmez ve Avrupa gelecekte dünyanın merkezi jeopolitik alanına sızarak, ABD’nin üstünlüğüne son verebilecek kadar ileri gidebilecek yeni siyasal örgütlenmeleri devreye sokabilir. ABD yönetimi bu durumu çok iyi bilmekte ve bu nedenle Alman ve Avrupa yayılmacılığını Balkanlar’da kontrol ederek, çekişmenin Orta Doğu ve Kafkasların petrol ve enerji alanlarına uzanmasına izin vermemektedir. 

ABD ilk iki imparatorluğunu korurken, üçüncüsünü de kurarak yeni yüzyılda dünyanın süper gücü olarak ancak ayakta kalabilir. Üçüncünün kurulma aşamasında diğer ikisinin sağlam olarak elde tutulması gerekmektedir. Avrupa’daki gelişmelerin ikinci imparatorluğu bozması, ya da Güney Amerika kıtasında ABD’nin denetimi dışında yeni gelişmelerin gündeme gelmesi, ABD üstünlüğünü tehlikeye atabilecektir. Mevcut siyasal yapısını koruyamayan bir süper gücün tahtından inmesi kaçınılmazdır. Bu doğrultuda, ABD hem Amerika hem de Avrupa kıtalarındaki kendine bağımlı olan siyasal yapılanmaları öncelikle korumak zorundadır. ABD, Güney Amerika kıtasında başlayan bölgesel 
ortak pazar oluşumunun Avrupa kıtasında olduğu gibi bir ayrı bölgesel devlet oluşumuna yönelmemesi için, latin dünyası ile ilişkilerini Amerikan Devletler Topluluğu adı verilen kıtasal örgütlenme çatısı altında sürdürecektir. Böylece, Nafta hareketi ile Meksika ve Kanada gibi büyük Kuzey Amerika ülkelerini ekonomik açıdan kendisine bağlayan ABD, ikinci aşama olarak, güney ülkelerini de Amerikan Devletler Topluluğu olarak kendi çatısı altında birleştirme çabası içindedir. Castro nedeniyle yalnızca Küba’nın dışarıda tutulduğu bu oluşum, ABD’nin denetiminde bir kıtasal devlete doğru gelişmektedir. Peru’ya giren Japonya ve Kanada’ya özel yakınlık gösteren Çin Kaliforniya’da etkinliğini artıran Almanya, ABD’nin denetiminde bir Amerikan kıta devleti oluşumunu önleyebilmesinin çabasını göstermektedirler. Gelecekteki Pasifik egemenliği yarışı böylesine bir çekişme meydana getirmektedir. 

Almanya tarihsel hırsları çizgisinde Avrupa patronluğuna soyunurken, ABD’nin ikinci imparatorluğunu tehdit etmekte, Çin ve Japonya’da geleceğin Pasifik liderliğine soyunurken, ABD’yi kendi kıtasında rahat bırakmamaktadırlar. ABD içinde giderek sayıları artan Çinli ve Japon göçmenlerin de geldikleri ülkeler yararına bazı girişimlerde bulunmaları ABD’yi politik olarak zor durumlara düşürmek-tedir. ABD’nin Avrupa’daki hegemon konumundan rahatsız olan protes-tan ve katolik dünyaları sahip oldukları güçlü lobiler ile ABD içinde 
etkinliklerini artırmaktalar ve böylece ABD’nin diplomasisini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmenin çabası içine girmektedirler. 

ABD bir göçmen ülkesi olduğu için hemen hemen her Amerikalının bir asıl ülkesi vardır. Bu nedenle tüm ABD vatandaşları kendilerini çifte kimlik ile ifade ederler. Her ABD vatandaşı Amerikalı olduğunu söylerken, bu sıfatının başına gelmiş olduğu ülkenin kimliğini de ekler. Böylece her Amerikalı bir üst ve bir de alt olmak üzere iki kimlikli vatandaşlığa sahip bulunmaktadır. ABD’nin dünya üstünlüğü mücadelesi, Almanya, Fransa, Japonya ya da Çin gibi dünyanın büyük ülkelerinin çıkarlarına aykırı düştü mü bu ülkeler, ABD’de yaşayan kendi vatandaşlarından oluşan lobileri örgütleyerek ABD’yi kendi içinden etkilemenin yollarını aramaktadırlar. Günümüzde Amerikan iç politikasında bu lobiler fazlasıyla etkin olmaktadırlar. 

Bugün ABD’nin iç politikası incelenirse; çeşitli lobiler arasında katolik, protestan ve yahudi lobileri olmak üzere başlıca üç büyük dinsel grup iktidar kavgası vermektedir. Türkiye ile uğraşan Rum ve Ermeni lobileri fazla etkin değildir. Ulusal, etnik ve kültürel kimlikler geride kalırken, dinsel kimliklerin öne çıkması hem bir din hem de bir etnik köken olan yahudilerin ABD’de güçlenmesine neden olmuştur. ABD’nin büyük devlet olması ve güçlü bir ekonomiye sahip bulunması nedeniyle bu farklı gruplar, Amerika’da birarada yaşayabilmişlerdir. Ne 
var ki, kapitalist ekonominin, eşitsizliği geliştiren haksız ve adaletsiz yapısı, Amerikan toplumunda dökülmelere neden olmuş ve böylece etnik ve dinsel kimlikler giderek öne çıkmaya başlamıştır. Yahudiliğin en güçlü kimlik olarak ülke yönetiminde egemen olması ABD’nin bu lobinin çıkarları doğrultusunda hareket etmesine neden olması ve buna tepki olarakda diğer dinsel ve ulusal kimliklerin de örgütlenerek öne çıkmasına yolaçmıştır. Bu tür gelişmeler bir Amerikan ulusunun oluşumunu önlemiş, Amerika’yı farklı etnik ve dinsel kökenlerden gelen insanlar topluluğu durumuna dönüştürmüştür. Günümüzde küreselleşmenin ideolojisi olarak öne sürülen çok kültürcülük, anlayışı 
çerçevesinde biraraya getirilen farklı kökenden gelmiş insanların zaman içinde bir ulus oluşturmadıklarını, aksine dinsel ve etnik kökenlerine daha fazla dönerek, Amerikan toplumunun parçalanmasına giden yolu açtıklarını öne süren görüşler giderek artmaktadır. Çift kimlikle yüzde elli bağlılığın ülkenin ayakta kalmasına yetmediği lobiler arası savaş ile açıkça ortaya çıkmıştır. Etnikçi yaklaşımların giderek ağır basması Amerikan toplumunu parçalanmaya doğru sürüklemektedir.8 ABD dünyayı kendi etrafında bütünleştirmek isterken, iç yapısından parçalanma tehlikesi ile karşı karşıyadır. ABD’nin rakibi olan ülkeler de bu ülkeye gönderdikleri göçmenler aracılığı ile oluşturdukları lobilerle 
böylesine bir dağılma sürecini desteklemektedirler. Özellikle Almanya’nın, Fransa’nın, İrlanda’nın ve İsrail’in bu konuda yarıştıkları 
gözlenmektedir.9 

Amerikan kıta devletinin ilk adımı olarak Nafta’yı kuran ABD, günümüzde kuzey ve güney olarak parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Amerikan tarihinin ortaya koyduğu üzere zengin Anglosaksonlar ülkenin kuzeyinde yahudilerle beraber oturmaktadırlar. Güney ayaletlerinde ise Latinler, Afrikalılar ve yoksul ülke göçmenleri ağırlıktadır. Güney eyaletlerinde latin kültürü ağır basmakta ve giderek İspanyolca İngilizce gibi resmi bir dilin önüne geçmektedir. Türkiye’ye doğu bölgesinde farklı bir dili serbest bırakması için insan hakları adına baskı yapan ABD yönetimi, kendisinin güney bölgesinde resmi dili olan İngilizce’yi zorunlu dil yapan bir yasa çıkartarak kendi insan hakları politikası ile çelişkiye sürüklemektedir. Başka ülkeler için ABD’nin savunduğu kültürel haklar ve dil özgürlüğü ABD’nin güney eyaletlerinde geçerli değildir, çünkü Meksika’dan asker zoru ile alınan tüm Teksas eyaleti ve komşu eyaletlerde halk İngilizce değil İspanyolca konuşmaktadır. 

Kaliforniya eyaletinde giderek artan Alman asıllı nüfus ise, oluşturduğu güçlü lobi ile İspanyol kökenlilerle işbirliği yapmakta ve bağımsız bir Kaliforniya devleti kurabilmenin girişimini örgütlemektedirler. Almanya, ABD içindeki Alman lobisinin ABD’nin ulusal birliğini kaldırmaya öngördüğü girişimlerini dolaylı olarak hoşgörmektedir. Çünkü kendi iç sorunları ile uğraşan ABD’nin bir gün Avrupa kıtasını terketmek zorunda kalacağını tahmin etmektedir ve böylece Alman merkezli bir Avrupa Birliği gerçekleştirmeye çalışmaktadır. 

ABD’yi içerden çökertmek ve parçalamak için uğraşan Avrupalı emperyalist ülkelerin kullandıkları ana kozlardan birisi de, Afrikalı göçmen zencilerdir. ABD’de giderek, nüfusları hızla artan zenciler, Yeni-Afrika Halk Kurtuluş Cephesi başlığı altında toplanarak Misissipi ve Florida arasında yer alan beş eyalette çoğunluğu ele geçirmişlerdir. Gelecekte ABD’nin parçalanması durumunda, güneyde Meksika Körfezi’nde yer alan bu beş eyalet Yeni Afrika Cumhuriyeti olarak, zenciler tarafından kurulmak istenmektedir. Kanada’da ayrı devlet kurmak 
isteyen Fransız asıllılar, Quebec eyaletini ABD’nin kuzey doğu eyaletlerini içine alacak biçimde genişletmek için yoğun çaba harcamaktadırlar. Benzeri biçimde, Çinliler ve Japonlar ABD’nin pasifik kıyısındaki eyaletlerinde sayılarını artırarak, gelecekte parçalanma olursa buralarda kendi ülkelerine bağımlı olabilecek koloniler oluşturmanın hazırlığını yapmaktadırlar. Bu tür gelişmeler, ABD sınırları içindeki nüfus hareketliliğini son yıllarda fazlasıyla yoğunlaştırmıştır. Giderek aynı kökenden gelen insanların belirli bölgelerde toplanarak etnik ve dinsel cemaatlar oluşturmağa öncelik verdikleri görülmektedir. Yeni dünya düzeninin, yeniden ortaçağı getirecek cemaatleşme felsefesine uygun bir tarzda ortaya çıkan bu bölgesel cemaatleşma eğilimleri de ABD’nin dağılmasına giden süreci hızlandırmaktadır. Yeni dünya düzenini oluşturmak isteyen ABD, bu kez sürecin silahı ile Boomerang örneğindeki gibi kendisini vurmak durumunda kalmıştır. 

ABD’nin geleceğinde en etkin ve belirleyici toplum kesimlerinden birisi, Yahudiler olacaktır. Bu büyük ülkenin kurulmasında Avrupa ülkelerinden göç ederek gelip Amerika’ya yerleşen yahudilerin çok büyük rolü olmuştur. Kendi güçlü lobileri ile ABD yönetiminde her zaman için söz sahibi olmuşlar ve bu süper gücün doğmasında başta gelen katkılar sağlamışlardır. Çok kültürlü bir yapı içinde özgürce hareket edebilen Amerikan yahudileri, lobiciliğin tırmanma göstermesi karşısında daha örgütlü biçimde ABD yönetimini etkilemişlerdir. 
ABD’de yer alan tüm etnik toplulukların geldikleri bir ülkeleri olmasına rağmen, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar yahudilerin böyle bir geçmişleri yoktu. İsrail’in kurulmasından sonra, yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra Amerikan yahudi lobisinin ABD politikalarını, İsrail devletinin çıkarları doğrultusunda yönlendirdiği görülmektedir. AİPAC adlı örgüt bu politikayı örgütlemektedir. Bazı yönlerden ABD’nin Avrasya politikaları ile uyumluluk gösteren bu tür politik girişimlerin, İsrail devletinin çıkarları sözkonusu olduğunda, ABD’nin küresel dünya dengeleri politikaları ile çeliştiği ortaya çıkmaktadır. ABD süper güç olarak dünyanın her bölgesine eşit ağırlıkta politikalarla yaklaşırken, Amerikan yahudi lobisi İsrail’e ve Orta Doğu’ya ağırlık vererek ABD politikalarını bu bölgede İsrail’in gelişmesi için yönlendirmektedir. 












Yirminciyüzyılın ikinci yarısı incelendiğinde, ABD’nin Orta Doğu’da İsrail’den yana politikalara kilitlendiği gözlemlenmekte, bu durumda ABD gibi dünyanın süper devi bir ülkeyi tüm Arap ve İslam dünyası ile karşı karşıya bırakmaktadır. ABD’nin bir buçuk milyarlık İslam dünyasını İsrail yüzünden karşısına alması, bir süper gücün uygulayacağı dünya dengeleri politikalarına ters düşmektedir. Yine benzeri biçimde elliden fazla Arap kökenli ülke ile ABD’nin Orta Doğu’da ters düşmesi, hiç bir biçimde süper güç politikaları ile açıklanamıyacak bir 
durumdur. Bu gibi çelişkiler ABD’ye Orta Doğu’da zor dönemler yaşatmakta ve ABD’nin Avrasya politikalarını giderek tehlikeye sürüklemektedir. 

Kendi iç politikalarında etkin olan lobileri dengeleyemeyen bir ABD’nin süper güç olarak ayakta kalabilmesi ya da varlığını koruyabilmesi mümkün olamayacaktır. Almanya, Fransa ve İsrail gibi söz dinlemeyen batılı müttefikler, ya da Çin, Japonya ve Hindistan gibi Asyalı devler sürekli olarak ABD’yi zor durumlara düşüreceklerdir. ABD süper güç olarak ayakta kalabilmek için hem Asyalı devleri dengelemek hem de söz dinlemeyen batılı müttefiki olan üç yaramaz çocuğu yani Almanya, Fransa ve İsrail’i denetlemek zorundadır. Almanya Avrupa’da, 
Fransa Afrika ve Amerika’da, İsrail ise Orta Doğu’da hiç söz dinlememekte ve kendi ulusal çıkarları ve dünya hegemonyaları doğrultusunda bildiklerini yapmaya çalışmaktadırlar. ABD; üç dev rakip ve üç yaramaz çoçuk ile başedebilirse, süper güç olarak varlığını koruyabilir. 

Gerçekleştirmek istediği yeni dünya düzeni sürecini tamamlayabilir, aksi takdirde herşeyin planlananların tersine gelişmesi kaçınılmazdır. 
Bu da ABD’nin süper güç konumunun ortadan kalkmasına gidecek yolu açacaktır. 

Yeni bir yüzyıla girerken, ABD’nin üç doğulu dev ülke ve üç batılı söz dinlemeyen müttefike karşı yeni yoldaşının Rusya Federasyonu olduğu görülmektedir. Günümüzde soğuk savaş döneminin ikili denge günlerini arar hale gelen ABD’nin, geleceğe dönük olarak kurmakta olduğu yeni dünya düzenini tehdit eden gelişmelere ve söz dinlemeyen ülkelere karşı yeni bir ABD-Rusya işbirliği denemesini gündeme getirdiği anlaşılmaktadır. On yıllık bir geçiş döneminden sonra Putin ile beraber Rusya’da aradığı ortağı bulan ABD, Rusya ile yakınlaşarak ve bu ülkeyi zengin olmadığı halde zengin ülkeler birliği içine alarak, dünya dengelerini kendi insiyatifi altında götürmeye hazırlandığı gözlemlenmektedir. 
Rusya’da göreve gelen yeni yönetimin de bu durumu kabul etmesiyle beraber, yeni dünya düzenine geçiş sürecinde yeni bir aşamaya geçilmiş ve bekleme dönemi bittikten sonra ABD geleceğe dönük adımlar atmaya başlamıştır. Rusya’yı yeniden kendine partner seçen ABD, Avrupa ve Avrasya politikalarını gözden geçirmiş ve Rusya’yı karşısına almayacak biçimde daha esnek politikalar uygulamaya başlamıştır. Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’da karşılıklı olarak sürdürülen rekabet yeni dönemde geride kalmış, işbirliği ve ortak politikalar 
geliştirme girişimleri öne geçmiştir. Bunun en somut örneği Kuzey Kafkasya’da değişen ABD politikası ile açıkça görülmüştür. 

ABD’nin dünya dengelerini gözeterek yeniden Rusya ile işbirliği sürecine girmesi, Türkiye gibi eski müttefiklerini çok zor durumda bırakmıştır. Rusya ile küresel işbirliğine girilirken, Türkiye ile var olan bölgesel işbirliğinin ihmal edilmemesi gerekmektedir. Küresel politikaların, bölgesel oluşumları devre dışı bıraktığı noktada, yeni yeni sorunlar gündeme gelmekte ve dünya konjonktüründe istenmeyen olaylarla mücadele yapılmak zorunda kalınmaktadır. Bu gibi durumları önleyebilmek için Amerikan politikasında süreklilik ve değişimin dengeli biçimde gündeme gelmesi gerekmektedir.10 ABD küresel dengeleri korurken hem kendi iç yapısındaki gelişmeleri hem de dünyanın her 
bölgesinde ortaya çıkan tüm yeni olayları izlemek zorundadır. Aksi takdirde, değişen koşullarda süper güç olarak ayakta kalabilmesi çok zor olacaktır. Kendi iç bünyesinde oluşturacağı yeni bir yapılanma ile, ulusal politikalarını çıkmaza sokan anlamsız lobiler yarışını dengeleyerek işe başlayacak olan ABD, evrensel alanlara daha rahat çıkabilecek ve kendi istediği doğrultuda küreselleşme süreçlerini daha kolay uygulama olanağı bulacaktır. Yakın dönemde dünya barışının ABD’nin süper güç konumunu korumasına bağlı olduğu düşünülürse; ABD’nin kendisini bir an önce toparlayarak dünya barışını tehdit eden gelişmelere karşı daha aktif politikalarla önlemler geliştirmesi gerekmektedir. 

Dünya barışının kalıcılığı, ABD’nin süper güç olarak ayakta kalmasına bağlı olduğu sürece, bütün dünya ülkelerinin ve uluslarının ABD politikaları ile yakından ilgileneceği açıktır. Bu makale de böylesine bir algılamanın ürünü olarak yazılmıştır.11 


DİPNOTLAR;

1 Wallerstein, İmmanuel, Jeopolitik ve Jeokültür, İz yayınları, İstanbul, 1993, s.29.v.d. 
2 Summers, Harry G., The New World Stcategy, s. 40-58, Simon and Schuster New York, 1995. 
3 Schreiber, Jac Servan - Amerika meydan okuyor, İstanbul 1973, Sander Yayınları 
4 Lind, Michael -Üçüncü Amerikan İmparatorluğu, (New York Times) Aktaran, Yeni Şafak, 12.1.1996 
5 ”TİME” Dergisi - Ocak 1999 Kolleksiyonu 
6 ÇULCU, Murat - Marjinal Tarih Tezleri, İstanbul 1995. Erciyes Yayınları 
7 HİCKOK, Michael Robert, Hegemon Rising, The Gap Between Turkish Strategy and Military Modernization, Parameters, Summer 2000, s.105-119 
8 Schlesinger, Arthur M. -The disuniting of America, New York, WW Norton and Co., 1992, s. 35 v.d. 
9 Karamısra, Sami, Türkiye’nin siyasi meseleleri, OSAV Yayını, İstanbul 1994, s. 231 vd. 
10 Kegley Charles, Wittkopf, Eugene - American Foreign Policiy, St. Martin’s Prese, New York 1996, s.1-12 
11 Kagan, Robert, Alicenap Imparatorluk, Foreign Policy, Yaz 1998, İstanbul, s. 22-32. 

ANIL ÇEÇEN / A.B.D. SÜPER GÜÇ OLARAK KALABİLİR Mİ? 


ÖZEL NOTUM; 
MUKAYESE AÇISINDAN..,  DİĞER BİR GÖRÜŞ HABERE YER VEREYİM; Aşagıda ( Taner Çelik )


Amerika Süper Güç olarak kalabilir mi.

11 Şubat 2013 Pazartesi












Samuel Huntington, Joseph Nye gibi siyaset bilimcilerin başını çektiği kamp Amerika'nın süper güç olmaya devam edeceğini ve hiç bir ülkenin Amerika'nın 
Ekonomik, Askeri ve Kültürel gücüyle yarışamayacağını savundu. Soğuk Savaş sonrasını izleyen yirmi yıl Huntington ve Nye'ı haklı çıkardı.

Globalleşme ve kapitalist politik ekonominin entegrasyonu pek çok ülkeyi Amerika'yla ekonomik ilişkiye bağımlı kıldı. Saldırı denizaltısı ve uçak gemisi 
filolarıyla denizde, savaş uçakları ve insansız hava araçlarıyla havada ve nükleer gücüyle ve uzay araştırmalarıyla Amerika askeri alanda da rakipsiz oldu. 
Bilişim teknolojisindeki üstünlüğü, İngilizce'nin dünya dili olması, Hollywood filmlerinin popülerliği, Amerika'nın dünyanın her yerinden göçmen çeken bir 
ülke olması yumuşak güç alanında da Amerika'nın liderliğini kanıtladı. Fakat Amerika'nın süper güç olmasında en az bunlar kadar önemli bir başka unsur 
daha vardı: Dünyanın her bölgesine askeri, politik ve ekonomik olarak angaje olması. 

***
Washington'da yeniden alevlenen savunma bütçesi kesintisi tartışması bana Soğuk Savaş'ın bitiminden itibaren sorulan soruyu yeniden düşündürttü: 
Dünya Amerika'nın süper güç olmadığı bir evreye mi giriyor? Obama yönetimi gelecek on yılda savunma bütçesinde 400 milyar dolarlık kesinti yapacağını 
açıkladı. Bütçe kesintisinin savaş uçaklarının uçuş saatindeki kısıtlamalardan yeni silah alımlarının azaltılmasına pek çok sonucu olacak fakat en önemlisi 
Amerika'nın tüm dünyadaki askeri ve buna bağlı olarak politik varlığının zayıflayacak olması. Amerika Avrupa'daki dört tugaydan ikisini, binlerce personeli, Körfez'deki iki uçak gemisinden birini geri çağırıyor, Almanya'da bulunan dört üssü kapatıyor. Bunlar bütçe kesintisiyle yapılan düzenlemelerden sadece birkaçı. Kesintilerin Amerika'nın tüm dünyadaki askeri angajmanını azaltıyor olması siyasi ve ekonomik varlığını da etkileyecek bir gelişme çünkü Amerika kurduğu askeri ittifaklar karşılığında serbest piyasa ekonomisinin devamına katkı sağlıyor, önemli ticaret yollarının açık kalmasına yardım ediyor ve siyasi nüfuzunu genişletiyor. Mesela Japonya'nın Obama yönetiminin serbest ticaret inisiyatifi olan Trans-Pasifik Ortaklığı ile ilgilenmesinin sebebi Amerika ile askeri bağlarını güçlendirmek istemesi. Güney Kore de benzer sebeple serbest ticaret anlaşması görüşmelerinde Amerika'nın şartlarını kabul etti. Dünya petrolünün dörtte birinin dünya pazarına ulaşmak için geçtiği Hürmüz Boğaz'ı da Amerika'nın körfezdeki askeri varlığıyla mümkün. Askeri varlığı siyasi anlamda da Amerika'nın elini güçlendiren bir faktör.

Soğuk Savaş döneminde Güney Kore ve Taiwan'ın nükleer silah elde etmemesinin sebebi Amerika'nın verdiği askeri destek sözüydü. 

Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan gibi ülkelerin Amerika'nın bölgesel politikalarını desteklemesinin altında yatan en önemli neden de askeri ittifak. Amerika hala dünyanın en büyük ekonomisi ve en önemli askeri gücü. Fakat ekonomisi zayıflamış, dünyadan askeri olarak elini eteğini çekmeye hazırlanan, global ve bölgesel sorunların çözümünü müttefiklerine devreden, Irak'ın işgali ve Guantanamo gibi yerlerdeki insan hakları ihlalleriyle ve Arap Baharı'nın getirdiği yeni dinamiklerle yumuşak gücü sarsılmış bir Amerika Çin, Brezilya, Hindistan gibi alternatif güç odaklarının ortaya çıktığı bir Dünyada Süper güç olarak kalmaya devam edebilir mi?


https://www.aksam.com.tr/yazarlar/amerika-super-guc-olarak-kalabilir-mi/haber-168969


***

A.B.D. SÜPER GÜÇ OLARAK KALABİLİR Mİ? BÖLÜM 2

A.B.D. SÜPER GÜÇ OLARAK KALABİLİR Mİ?  BÖLÜM 2












     İkinci Dünya Savaşı’nın son aşamasında, Normandiya çıkartması ile beraber Amerikan askerinin Avrupa kıtasına ayak basmasından sonra ortaya çıkan tabloda, ikinci Amerikan İmparatorluğu kurulmuştur. Avrupa kıtasına ayak basan Amerikan askeri günümüze kadar bir daha bu kıtadan çıkmamıştır. ABD askeri gücü ile ikinci dünya savaşını sona erdirdikten sonra, Avrupa kıtasının doğusunda yer alan Sosyalist Blok’a karşı bir Hür Dünya dayanışması kurmuş ve bunu daha sonra bir askeri örgüt biçimine dönüştürerek, kendi egemenliğindeki NATO Askeri İttifakı ile bütün Avrupa ülkelerini denetimi altına almıştır. 

Nato ittifakı, soğuk savaş yıllarında Avrupa Kıtasının tümü ile ABD’nin denetimine girmesini sağlamış ve bu sayede Amerika Birleşik Devletleri, ikinci imparatorluğunu Avrupa Kıtasında oluşturmuştur. Soğuk savaşın sona 
ermesine kadar devam eden bu yeni düzen sayesinde, ABD tümü ile Avrupa Kıtasına nüfuz etmiş ve Avrupa’nın yönetimini eline almıştır. 

Askeri düzen ile Avrupa’nın büyük ülkelerini kendisine bağlayan ABD, dünya savaşı sonrasında örgütlediği Marshall yardımı ile bu ülkelere ekonomik canlanma getirmiştir. Bu canlanma sayesinde ticaretinin ağırlığını Avrupa’ya kaydıran ABD, kısa zamanda dünyanın ikinci büyük ekonomik gücünü Avrupa kıtasında meydana getirmiştir. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, dünyanın en büyük ekonomik gücü olan ABD’ye karşı durabilecek hiç bir karşı güç yoktu. Dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü de Avrupa’daki Amerikan sermayesi idi.3 

Böylece ABD hem askeri hem de ekonomik varlığı ile kendisine bağlı ikinci imparatorluğunu Avrupa kıtası üzerinde kurmuş oluyordu. İşte bu durum,  
Avrupa ülkelerini uyandırıyor ve dünya savaşı ile içine sürüklendikleri Amerikan hegemonyasından kurtulmak üzere, Avrupa Birliği’ne giden yolun temellerini yirminci yüzyılın ortalarında atmaya başlıyorlardı. 

ABD’nin ikili imparatorluğu soğuk savaş yıllarında devam ediyor ve yirminci yüzyılın sonlarına kadar sürüyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile beraber, Balkanlar, Orta Doğu, Kafkasya, Karadeniz ve Orta Asya bölgelerindeki sosyalist düzenler yıkılıyor ve ortaya büyük bir otorite boşluğu çıkıyordu. Böyle bir otorite boşluğu alanına ABD’nin ilgisiz kalması düşünülemezdi, çünkü jeopolitik teorilere göre, dünyanın merkezi alanını oluşturan bu bölgelerin başka bir siyasal gücün denetimi altına girmesi, ABD’nin dünya üstünlüğünü tehlikeye sokar ve 
ABD’nin süper güç olmasına son verirdi. Amerika ve Avrupa kıtalarında kendine bağlı iki ayrı imparatorluk oluşturarak dünyanın tek egemen süper gücü düzeyine gelen ABD’nin, dünyanın merkez bölgelerini görmezden gelmesi düşünülemezdi. Nitekim, bu doğrultuda bazı adımlar soğuk savaşın son yıllarında atılmış ve Post-Sovyet dönemi için hazırlık yapılmıştır. Özellikle Türkiye gibi bu bölgelerin merkezinde yeralan bir ülkede gündeme gelen son askeri dönemde, önemli yapısal değişiklikler gerçekleştirilmiş ve bu ülke ABD’nin Avrasya bölgesindeki yeni dönem stratejileri için hazırlanmıştır. Ülkede sola karşı ciddi bir kampanya açılırken, ülkenin geleneksel laik rejimini sarsıntıya uğratacak 
derecede ülke halkının islami kimliği gündeme getirilmiş ve buradan Avrasya bölgesinin müslüman halklarına yönelinmek istenmiştir. 

Sovyetler Birliği sonrasında, dünyanın önde gelen büyük ülkelerinin yoğun siyasal baskıları nedeniyle bir satranç tahtasına dönüşen Avrasya bölgesi, ABD’nin üçüncü imparatorluğu doğrultusunda gündeme gelmiştir. Birinci ve ikinci imparatorluklarını korumak için ABD’nin, dünyanın jeopolitik merkezinde ortaya çıkan otorite boşluğu alanında yeni bir imparatorluk kurması zorunluluğu doğmuştur. İlk iki imparatorluk ile süper güç konumuna gelen ABD, bu statüsünü koruyabilmek için, dünyanın merkez bölgesindeki alanda benzeri bir siyasal yapılanma gereksinmesi duymuştur. New York Times gazetesinde yayınlanan bir makalesinde Amerikalı bir yazar, yeni Amerikan İmparatorluğu’ nun sınırlarının Balkanlar’da başlayacağını ve Orta Doğu ile Kafkasların bu imparatorluğun içeresinde yer alacağına açıkça ilan etmiştir.4 Vietnam savaşındaki Amerikan yenilgisinin ABD’nin Asya bölgelerinde etkili olması gerektiğini vurgulayan yazar, Amerika ve Avrupa kıtalarının güvenliğinin Orta Doğu ve Asya bölgesine bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Bu nedenle, batının güvenliği nedeniyle ABD’nin üçüncü imparatorluğunu Avrasya bölgesinde kurmasının gerekli olduğu tartışması böylece ortaya çıkmıştır. Dünyanın büyük ülkeleri olan 

    Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya’nın dengelenmesi için de ABD’nin Avrasya bölgesinde kendisine bağlı bir üçüncü imparatorluk kurması gerektiği savunulmuştur. ABD’nin dünyanın süper gücü düzeyine gelmesi, Avrupa’nın eski sömürgeci ülkelerini Nato ile kendisine bağlaması sayesinde mümkün olabilmiştir. Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya’nın da benzeri biçimde dengelenebilmesi için Avrasya’da üçüncü Amerikan İmparatorluğu’nun gerekliliği tezi açıkça dile getirilmektedir. 

    Amerikan “Time” dergisi yirmibirinci yüzyılın süper gücü kim olacak başlığını taşıyan sayısında, ABD’ye rakip olabilecek süper gücün ancak Avrasya bölgesinden çıkabileceğini ileri sürmüştür.5 Adı geçen dergiye göre, gelecekte insanlığın gereksinmesi olan tüm enerji kaynakları ve yeraltı zenginlikleri bu bölgede yer almaktadır ve kim bu bölgeye sahip olursa bu zenginlikler ile beraber güçleneceği için dünyanın yeni süper gücü haline gelebilecektir. “Time” dergisine göre, Avrasya bölgesinin merkezinde yer alan üç önemli ülke; gelecekte Avrasya’nın egemen gücü olmağa adaydır. Bu ülkeler de Türkiye, İran ve İsrail’dir. Avrasya bölgesi önderliği için bu üç ülke arasında büyük bir rekabet bulunmaktadır, aradaki yarışı hangi ülke kazanırsa, Avrasya kıtasının süper gücü haline gelecektir. Tam bu aşamada Türkiye ile İran’ı savaştırmağa yönelik senaryoların gündeme gelmesi de bu rekabet düzeninin varolduğunu ve kimler tarafından ne amaçla düzenlendiğini açıkça göstermektedir. Kendi haline bırakılırsa Avrasya’nın bu üç ülkesi, Avrasya kıtasal oluşumu için önderlik ve hegemonya mücadelesi içine gireceklerdir. Ne var ki, bölge dışı güçler ve Asya’nın önde gelen büyük ülkeleri, buna izin vermek istememektedirler. Rusya, Çin, Hindistan gibi ülkeler Avrasya kıtasının yanıbaşında yeralmaktalar ve kendi kontrolleri altında bir Avrasya oluşumu için sahip oldukları büyük güçlerini 
bu alan üzerinde genişleterek kullanmaktadırlar. 

Dünya anakarasının ortasında yeralan Avrasya bölgesinin, Asya’nın büyük ülkelerinin denetimine geçmesi, ya da Avrasya bölgesinde rekabet için de olan güçlü ülkelerin önderliğinde bağımsız bir kıtasal devlete dönüşmesi, Avrupa ile beraber ABD’nin de geleceği açısından önemli güvenlik sorunları çıkartabilecek tir. Bunu farkeden başta Almanya olmak üzere, tüm büyük Avrupa ülkeleri ile beraber Avrupa Birliğide kendi çıkarları doğrultusunda bir Avrasya politikasını gündeme getirmişlerdir. Avrasya bölgesinde meydana gelebilecek bir Asya ülkesi egemenliği ya da bağımsız bir büyük siyasal oluşum, tüm Batıyı tehdit edebileceği gibi, bu bölgenin Almanya ya da Avrupa’nın hegemonyası 
altına sürüklenmesi de, ABD’yi tehdit edebilecek ve ABD’nin Avrupa’daki ikinci imparatorluğuna son verecektir. İkinci imparatorluğunu koruyamayan ABD ise, Avrasya bölgesinde üçüncü bir imparatorluk hiç bir zaman kuramayacak ve bu durumda da Avrasya bölgesini kontrol altında tutamayan ABD’nin süper güç olarak hegemonyasını sürdürmesi artık mümkün olamayacaktır. Jeopolitik teorilere göre Avrasya’ya egemen olanın dünyaya egemen olabileceği görüşü, ABD’nin süper güç konumunu koruması açısından son derece önem 
taşımaktadır. 

ABD, ilk iki imparatorluğunu koruyabilmek için, yeni dünya koşullarında Avrasya’da da bir üçüncü imparatorluk kurmak zorundadır. Bunu kurabilirse, süper güç olarak kendisinin merkezde yer aldığı bir yeni dünya düzeni kurabilir, kuramazsa o zaman Avrasya’ya egemen olacak güç, yeni süper güç olarak ABD’nin bugünkü konumuna gelebilir. Günümüz koşullarında ABD dış politikası bu duruma öncelik vermektedir, ve Avrasya bölgesinde Post-sovyet dönemde yeni bir büyük siyasal otoritenin öne geçmesini önlemeğe çalışmaktadır. 

Balkanlar’dan başlayarak, Karadeniz, Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerindeki tüm siyasal gelişmelerde ABD’nin sürekli olarak öne çıkması ve başa güreşmesi, ABD’nin süper güç konumunu koruyabilmek için zorunlu olduğu, üçüncü imparatorluk alanında hegemonya kurma ve başka bir hegemon gücün bu bölgede ortaya çıkmasını önleyebilme çabasının yansımalarıdır. 

ABD’nin Avrasya politikasının, Osmanlı İmparatorluğu alanını merkez alan bir yaklaşımı gündeme getirdiği görülmektedir. ABD bir anlamda, İstanbul’un merkez olduğu Ankara’nın ikinci plana itildiği yeni bir Osmanlı hinterlandı yapılanması istemektedir. Ne var ki, ABD’nin bu yaklaşımı Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmaya başladığı ondokuzuncu yüzyılın ortalarında dünyanın egemeni olan İngiliz İmparatorluğu’nun geliştirdiği eski bir plana dayanmaktadır. Bu da, dörtlü konfederasyon planıdır. Anglosakson bakış açısı ile hazırlanmış olan Benjamin Disraelli planına göre, Osmanlının yıkılmasından sonra bu bölgede yeni bir Türk ya da İslam İmpataroluğu’na izin verilmeyecek, 
Almanya ya da Rusya’nın Osmanlı topraklarına girmesine karşı çıkılacak ve İngiliz İmparatorluğu’na bağlı bir biçimde, yani İngiliz mandası altında dörtlü bir konfederasyon kurulacaktır. İngiltere’nin dünya egemeni olduğu dönemde hazırlanan Osmanlının yerini alacak yeni siyasal yapı planının, olduğu gibi daha sonra onun yerini alan ABD tarafından benimsendiği görülmektedir. Dünyadaki Anglosakson egemenliği İngiliz İmparatorluğunun çöküşünden sonra ABD’ye geçmiş ve Amerika Birleşik Devletleri bir Anggosakson güç olarak İngiliz İmparatorluğu’nun hegemonyasını sürdürmüştür. Birçok eski İngiliz sömürgesi ABD egemenliğine geçerken, Anglosakson dünya egemenliği planları da ABD’ye devredilmiştir. Günümüzde İngiltere’nin yerini alan ABD aynı planları ya da benzeri projeleri sürdürerek dünyayı yönetmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda, eski Osmanlı imparatorluğu alanındaki Balkan, Kafkas, Orta Doğu ve Anadolu’da oluşturulacak federasyonların daha sonra bir Yakın Doğu Konfederasyonu olarak biraraya getirilmeleri planlanmaktadır. Anadolu’da yeniden Sevr haritaları bu yüzden gündeme gelmiştir. 

    Sosyalist Sistemin geri çekilmesinden sonra Balkanlardaki büyük güç olan Yugoslavya yıkılmıştır. Balkanlar kendi haline bırakılırsa giderek Almanya ya da Avrupa egemenliğine girmektedir. Orta Doğu ve Kafkaslar ile beraber Orta Asya’da büyük bir hegemonya çekişmesi vardır. Bütün bunların önlenebilmesi için, ABD Türkiye’yi merkezi alan olarak ele alan ama Türkiye’nin siyasal yapısını da tıpkı Disraelli planında ya da Sevr planında olduğu gibi değiştiren bir yapılanmayı dolaylı olarak gündeme getirmektedir. Kurulacak olan dörtlü konfederasyonda Balkan ülkeleri, Kafkas ülkeleri ve Orta Doğu ülkeleri ayrı federasyonlar halinde yer alacaktır. Ama bugün Türkiye’nin yer aldığı 
Anadolu’nun bir bütün olarak değil, Sevr haritasında olduğu gibi eyaletlere bölünen ve daha sonra federasyona dönüşen bir yapıda yeralması düşünülmektedir. ABD’nin üçüncü imparatorluğu dörtlü konfederasyon olarak bir Yakın Doğu devleti biçiminde gündeme gelirken; Türkiye, Suriye, İran ve Irak gibi devletlerin üniter yapıdan çıkarak eyaletlerden oluşan federatif yapılara dönüşmesini de beraberinde getirmektedir. İşte bu nedenle, yeni dünya düzeni isteyen ABD; Avrasya’da üçüncü imparatorluğunu kurarken, Avrasya’nın çeşitli bölgelerinde yeni sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Kendi jeopolitik stratejisi doğrultusunda, sıcak sorunlara yaklaşan ABD, bölgede egemen olmak isteyen İsrail, Almanya, ve Rusya gibi diğer güçlerin politikaları ile karşı karşıya kalmakta bazen de Türkiye gibi yakın müttefikleri ile politik sürtüşme süreçlerine sürüklenmektedir. ABD’nin, kendine bağlı bir üçüncü imparatorluk oluşturma stratejisi, İngiltere’nin eski dörtlü konfederasyon tezi ile beraber Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ni de biraraya getirmeyi öngörmekte, bütün bu bölgeleri 
bir alt örgütlenme merkezi olarak kendine bağlı bir alt merkez olarak İstanbul’dan yönetmeyi hedeflemektedir.7 

ABD’nin Avrasya stratejisi, bölge dışı ülkelerin bu bölgeye egemen olmalarını önlemeyi hedeflediği kadar, bölge ülkelerinin önderliğinde kendisinden bağımsız bir siyasal yapının ortaya çıkmasını da engellemeye dayanmaktadır. Bunu sağlamak için bölgenin liderliğine aday olan Türkiye ve İran gibi ülkelerin bölünmesi, zaman içinde ABD açısından kabul edilebilir. ABD’nin Avrasya’da üçüncü bir imparatorluk ile dünya hegemonyasını sürdürme stratejisi, Türkiye’nin bölgedeki oluşum ile ilgili ulusal stratejisi ile çelişmektedir. Ulusal birlik ve bütünlüğünü koruyarak, Avrasya’nın yeniden yapılanmasında Kemalist bir model olarak ayakta kalmak isteyen Türkiye modeli, ABD’nin Avrasya 
İmparatorluğu stratejisi içinde eriyip gitmektedir. ABD; üçüncü imparatorluk oluşumu için kendisinin kumandasında çok modern bir askeri yapılanmayı bu bölgede gündeme getirmek istemektedir. Bu yaklaşım da Nato üyesi olan Türkiye’nin ulusal stratejisi ile açıkça çelişmektedir.6 Türkiye’yi merkez alan yeni bir strateji ile Avrasya’ya bakan ABD; Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya gibi bölgelerin savunmasını merkezi bölgeden yaparken, uluslararası nitelikte bir profesyonel ordu istemektedir. Bu da Türkiye Cumhuriyetinin ulusal devlet yapısının dayandığı ulusal ordu yapılanması ile çelişmektedir. Türk ordusu ulusal kaldığı sürece Türkiye Cumhuriyeti de ulusal devlet olarak varlığını koruyabilecektir. Türk Ordusunun ulusal yapıdan uzaklaşması, beraberinde yeni bir bölge ordusuna giden profesyonelleşme sürecini getirecektir. NATO çerçevesinde gündeme getirilecek profesyonel ordu, ABD’nin istediği yönde bölge savunmasına yönelirken, ulusal sınırların ötesine taşacak ve yeni bir bölge devletine giden yolda bölgenin jandarması konumuna gelebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti ABD’nin müttefiki olmasına rağmen, böylesine bir yeni yapılanma, Türkiye’nin siyasal yapısını zorlayacağı için iki ülke arasında bazı sorunların 
çıkması kaçınılmazdır. ABD, kendi egemenliğini sürdürmek için yeni bir imparatorluk örgütlenmesine girdiği Avrasya bölgesinde, müttefikleri 
ile ters düşerek değil ama karşılıklı konuşarak, asgari ortak politikalar belirleyerek hareket ederse daha gerçekçi bir yapılanma gündeme gelebilir. ABD’nin Türkiye gibi yakın müttefikleri ile anlaşma ve dayanışma içerisinde gündeme getireceği bir Avrasya yapılanması daha gerçekçi olacak ve dünya dengelerini fazla sarsmayacaktır. 

ABD’nin Amerika ve Avrupa Kıtalarından sonra Avrasya Kıtasındaki üçüncü impatorluğu, varolan çoklu dengelerde büyük gerginliklere yol açmadan gerçekleşebilirse o zaman dünyanın ortasında; Balkanlar, Karadeniz, Kafkaslar Orta Doğu ve Orta Asya gibi beş önemli bölgeyi içine alan bir büyük bölge devleti konfederasyon biçiminde gerçekleşebilir. ABD, burada kendi merkezli bir politika yerine bölgede yer alan müttefikleri ile işbirliği yaparak daha hızlı ve fazla yol alabilir. Kendisinin süper güç olarak ayakta kalabilmesi için, bir üçüncü imparatorluğa gereksinme duyan ABD, bu imparatorluğun kurulacağı büyük alandaki nüfus çoğunluğunun Türk ve müslüman asıllı insanlardan geldiğini ve bunların gerçek merkezlerinin de Türkiye Cumhuriyeti olduğunu dikkate almak durumundadır. Bu durumu dikkate almayan ya da bu doğrultuda Atatürk’ün Türkiye’sini kendisine ortak almayan bir ABD’nin, Türkiye’ye rağmen bir Avrasya yapılanmasını gerçekleştirebilmesi son derece zor görünmektedir. Zira kendisinden binlerce kilometre ötede bulunan bir alanda, yeni bir siyasal yapılanmaya gidebilmek için güçlü bir merkezin oluşturulması gerekmektedir. Bu çerçevede, Atatürk’ün Cumhuriyetinin yaşamını sürdürdüğü bir Türkiye 
devletinde, ülkenin ulusal çıkarlarına ters düşen ya da bağdaşmayan bir yeni bir siyasal yapılanmayı gerçekleştirmek düşünülemez. Bunu Türkiye’yi karşısına alan ABD gibi bir süper güç bile gerçekleştiremez. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***