TÜPRAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜPRAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2019 Salı

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 7

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,   BÖLÜM 7



YENİDEN  ULUSLAŞMA  PROGRAMI
                                                                          


Prof.Dr.ANIL ÇEÇEN 

      Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak dünyaya gelmiş ve yüzüncü yılına girerken  bugün de gene bir ulus devlet olarak varlığını sürdürmektedir . 
Tarihin kesişme noktasında bir ulus devlet yapılanması ile dünya sahnesine çıkan Türk devleti  aradan geçen yüz yıllık zaman dilimi sonrasında ortaya çıkan  yeni koşullar ve değişim süreci içerisinde öne geçen  hegemonya iradeleri  aracılığı ile dıştan güdümlü bazı planlar doğrultusunda köklü bir dönüşüme uğratılmak istenmekte ve bu çizgide tarihten gelen Türk ulus devlet modeli ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır . 
Tarihin her döneminde öne geçen güçler ya da yeni oluşan büyük devletler, hem kendi hegemonya alanlarını olabildiğince genişletmek hem de bu doğrultuda yeni bir dünya düzeni kurarak merkeze kendileri oturmak isterler .
Millattan önceki dönemlerde başlayan  evrensel hegemonya kavgası  çeşitli aşamalardan geçerek bugüne kadar gelmiş ve ortaya çıkan yeni güçler tarihin her döneminde  hem kendi siyasal yapılanmalarını öncelikli olarak oluşturmaya çalışmışlar ,hem de bu doğrultuda merkezinde kendilerinin bulunduğu bir yeni dünya düzeni arayışını ,sahip oldukları büyük güç ile dışarıdan baskı yolları  uygulayarak kurmaya çalışmışlardır .  
Her çağın kendine özgü koşulları bu tip arayışları canlı tutarak var olan siyasal devlet düzenlerini önce tehdit etmiş, sonrada bunların ortadan kalkarak yerine yeni düzenlerin kurulmasına öncülük etmişlerdir .
Türkiye Cumhuriyeti  kendisinden önce merkezi coğrafya da devlet olma şansını elde etmiş olan iki büyük imparatorluğun çöküşü sonrasında ,onlardan arda kalan birikimi örgütleyerek  geniş topraklarda kurulmuş olan bir ulus devlettir . 
Yirminci yüzyılın başlarına gelindiğinde ortaya çıkan birinci cihan savaşı sırasında imparatorlukların tarih sahnesinden çekilmek zorunda kaldıkları bir aşamada , ulus devletlerin beşiği olan Avrupa kıtasının yanı başında ve ona sınırdaş bir komşu olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, ulus devlet modeli seçilmiş ve bu doğrultuda önceden hazırlanarak uygulama alanına getirilen bir uluslaşma programı ile  de, zaman içerisinde  ulusçuluk akımı  Türkçülük çizgisinde örgütlenerek , Anadolu da bir Türk devleti ulus devlet modeline uygun bir biçimde kurulmuştur . 
İmparatorluklar çökerken , tarihin kırılma noktasında ulus devletler onların yerine öne çıkmış ve onların toprakları üzerinde kendi ulusal sınırlarını çizerek  zamanın ruhunu temsil eden ulus devlet modeli  benimsenmiş ve  Türkiye Cumhuriyeti bir yeni siyasal oluşum olarak dünya haritasındaki yerini almıştır . 
Tarihin sürekliliği sürecinde  olaylar hızlı gelişmiş ve Osmanlı İmparatorluğunu çökerten  batının emperyalist devletlerine karşı bir  var olma savaşı  ulusal çizgide verilmiştir. Böylece ortaya çıkan ulusal kurtuluş savaşı zafere ulaşınca ,Türkler tam bağımsız yeni ulus devletlerine kavuşmuşlardır İmparatorluklar çökmese ve onların yerini ulus devletler almasa Türkiye Cumhuriyeti de yirminci yüzyılın başlarında bir ulus devlet olarak dünya sahnesine çıkamayabilirdi .
Ulus devletlerin kuruluşu ve yapılanmaları ile ilgili olarak dünyanın siyasal konjonktürü olumlu koşullar yaratmıştır . On beşinci yüzyıldan sonra küresel bir yönlenmeye giden  yerkürenin  içine girdiği her dönemde ya yeni siyasal oluşumlar gündeme gelmiş ,ya da bunların sonucunda birbirinden farklı devlet modelleri tarih sahnesinde  boy göstermeye başlamışlardır . İnsanlığın doğuşu , dünyaya yayılması  ve uzun bir süre sonrasında  önce Orta Doğu, sonra da Avrupa merkezli olarak  yönlendirilmesi  bugünkü tarihi hazırlayan oluşumlar zincirinin ilk halkasıdır . 
Avrupa devletleri sömürgecilik yaparak dünyaya egemen olurlarken aynı zamanda  uzun süre birlikte yaşama şansını elde ederek uluslaşma olgusunu  da yaşamaya başlamışlardır . Avrupa’nın sömürge imparatorlukları kendi aralarında uluslaşma oluşumu içine girdikleri  yeni  aşamada , devlet yapıları ulusal topluma dayalı bir biçimde gelişmeler göstermiştir . 
Bu sürecin patlama noktası Fransa’da on sekizinci yüzyılın sonlarında ortaya çıkınca , Fransız devrimi gerçekleşmiş ve bütün Avrupa ülkelerini  uluslaşma çizgisinde yönlendirmiştir . 
Büyük Fransız devrimi sonrasında Avrupa ülkelerinde derin  sarsıntı ve çalkalanmalar yaşanmış ve bu durum üç yüzyıl boyunca  sürerek uluslaşma olgusuyla birlikte ulus devletlerin oluşumunu da hazırlamıştır .
Bugünün Avrupa haritasında yer alan bütün ulus devletlerin oluşumları, yüzyıllar geride kalırken tamamlanmış ve bugüne yönelik siyasal yapılanmalarını bu doğrultuda tamamlamışlardır .
Başta Fransız ulusu olmak üzere  , batının gelişmiş zengin ülkelerinde  ortaya çıkan uluslaşma olgusu ile birlikte bugünün modern  ulus devletleri günümüz dünyasında yerlerini almışlardır . Avrupa kıtasında başlayan uluslaşma olgusunun zamanla diğer kıtalara da yayıldığı görülmüştür .
Türkiye Cumhuriyeti bu nedenle, uluslaşma olgusunu Avrupa kıtasından sonra Orta Doğu bölgesine taşıyan tek  köprü devlet olmuştur . Ulusları hayali cemaatlar konumundan kurtararak, toplumsal gerçeklik olmalarını sağlayan üç yüzyıllık Avrupa’daki uluslaşma sürecidir .
Avrupa kıtasının yanı başında imparatorluklar sonrası dönemde bir ulus devlet olarak  Türk devleti  kurulurken , bu kıtada yaşanmış olan üç yüzyıllık uluslaşma olgusu çevre ülkeler ile birlikte Türkiye’yi de yakından etkilemiş ve birinci cihan savaşı sonrasında var olma mücadelesini kazanan Türkler, kendi ulus devletlerini üç kıtanın ortasında yer alan merkezi coğrafya da  kurmuşlardır . Bugün hala Orta Doğu’da tek ulus devlet olarak hareket eden Türk devletinin bu coğrafyada etkili olarak kendi devlet modelini çevre ülkelerine  taşımak gibi bir misyonu geçen yüzyıldan bugüne gelerek devam etmiştir .Ne var ki , bu coğrafyayı bölgesel olarak kontrol etmek isteyen emperyalizm ve Siyonizm gibi hegemonyacı akımlar,  bölgeye ulus devlet modelinin girmesini istemedikleri için bu alandaki tek ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırabilmenin arayışı içinde olmuşlardır .Eski Osmanlı hinterlandında yaşayan Arap kökenli toplulukların  bir araya gelerek kendi ulus devletleri olarak bir  büyük Arap Birliği devleti kurmalarının önlendiği  bu  aşamada, emperyalistler aynı doğrultuda Türk ulus devletini  de ortadan kaldırarak , oluşturulacak küçük etnik ya da tarikatçı eyaletler aracılığı ile bir bölgesel  konfederasyon  ortaya çıkarabilmenin peşinde koşmaktadırlar . Onların bu tür olumsuz girişimleri yüzünden Arap ülkeleri bir araya gelerek kendi ulus devletlerini kuramamakta , aynı biçimde de  Türklerin bir ulusal kurtuluş savaşı vererek tarih sahnesine çıkarmış oldukları  Türk ulus devletinin , gelecekte  varlığını sürdürmesi iyice tehlike altına girmektedir . Bugün hala kıtasal birlik baskıları altında kalan Avrupa devletleri  ulus devlet modellerini  bir ölçüde  koruyarak çağdaş dünyada ulus devlet olabilmenin getirdiği haklardan yararlanmaktadırlar .

Yirmi birinci yüzyıla doğru dünya giderken , soğuk savaş  döneminde ikinci siyasal kutbu oluşturan sosyalist sistemin dağılması ve eski sosyalist halk cumhuriyetlerinin  ortaya yeni ulus devletler  olarak çıkmasıyla birlikte,  yeni kuşak bir uluslaşma olgusu  ikinci kez yaşanmış ve  Birleşmiş Milletler örgütü içinde üye olarak yer alan ulus devlet sayısı iki yüzü geçmiştir . Devletlerin statüsü Birleşmiş Milletler aracılığı ile ulusal bir çizgide devam ederken, batı kapitalizmi küresel bir yapılanmaya yönelmiş ve ortaya çıkan evrensel  emperyalizm döneminde büyük devletlerin eyaletler üzerinden parçalanmaya sürüklenmeleri , terör ve savaş konjonktürleri ile beslenmiştir .Küresel sermayenin  ekonomi üzerinden dünyaya egemen olabilmenin çabası içine girdiği  bu nokta da  , ulus devletlere savaş açılmış ve terör eylemleri ile  küçük ulus devletçikler yaratılarak büyük ulus devletlerin tekelci şirketlere direnmelerinin önü kesilmeye çalışılmıştır . İnsan hakları ve demokrasi görünümünde kişilerin alt kimlikleri kışkırtılarak ve alt kimlik devletçikleri eyaletler halinde geliştirilerek , var olan ulus devletlerin dağılma ve parçalanmaya giden  yola sürüklenmeleri açıkça desteklenmiştir . Bu aşamaya geçilmesiyle birlikte uluslaşma süreçleri kesilerek alt kimlikler üzerinden çok kültürlü kozmopolit toplumlar yaratabilmenin arayışları  öne çıkmıştır .Dünya çapındaki siyasal oluşumların perde arkasında yer alan  küresel şirketler dünya egemenliğine sahip olabilmek ve bunu büyük devletler ile paylaşmamak  üzere ulus  devletleri küçültebilmenin  yollarını aramışlar ve ekonomiyi bir silah gibi kullanarak ulus devletlerin tasfiyesini gündeme getirmişlerdir . Tasfiye girişimleri ciddi boyutlarda  var olan hukuk düzenleri açısından  devlet yıkıcılığı misyonunu öne çıkarmış ve yüz yıl önce imparatorlukların çöküşü üzerine gündeme gelen ulus devletler, bu kez  eski imparatorluklar gibi parçalanarak yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır .

     Ulus devletler hem bir tarihsel sürecin içinde  gerçekleşen bir dönüşüm ile ortaya çıkmışlar hem de tarihin bu aşamasında çeşitli ülkelerde ortaya çıkan ulusal hareketlerin  hazırladığı uluslaşma programlarının uygulama alanlarına aktarılmasıyla gerçeklik kazanmışlardır .Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı devletinin çöküşü aşamasında cumhuriyetçi toplum kesimlerinin hazırladığı uluslaşma  programının devreye sokulmasıyla  siyasal alanda gerçeklik kazanmıştır . Türk devletinin kurucu önderi Atatürk,  gönlünde bir büyük sır olarak sakladığı cumhuriyet projesini yavaş yavaş  uygulama alanına getirirken, tarihin derinliklerinden gelen Türklerin modern anlamda uluslaşmaları için yeni bir program hazırlayarak  yola çıkıyordu . Ulusal kurtuluş savaşı için Samsun’a ayak basmadan önce  İstanbul’da altı ay ikamet ederek ulusal kurtuluş savaşının hazırlıklarını tamamlıyor ve aynı çalışma içinde savaşın kazanılmasından sonra uygulama alanına getirilecek cumhuriyet devleti ile birlikte  Türk ulusuna bağımsızlık kazandırma düşüncesi detaylandırılarak belirli  bir uluslaşma programına bağlanıyordu .Daha önceleri tarihin her döneminde imparatorluklar kurarak ayakta kalan Türkler, batı emperyalizmi tarafından tarih sahnesinden silinmeye çalışılırken , ulusal kurtuluş savaşı ile yeniden varlıklarını kazanarak kurdukları cumhuriyet devletinin çatısı altında sonsuza kadar  ulusal bağımsızlık  statüsü içinde geleceğe dönük yaşamlarını güvence altına alıyorlardı . Cumhuriyet devleti  Atatürk’ün  gizli bir sırrı  olmaktan çıkarak kurulurken , Türk ulusu da diğer çağdaş uluslar gibi tarih sahnesinde yeniden doğma şansını elde ediyordu . Burada kurucu önder Atatürk’ün cumhuriyet devleti projesi ile birlikte ,uygulama alanına getirdiği uluslaşma programının , Türklüğün var olarak geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşabilmesinin  önde gelen  dayanak noktası olduğu görülmektedir .

Atatürk savaşı kazanıp devleti kurduktan sonra yeniden yapılanmaya yöneldiği aşamada  cumhuriyet devletinin toplumsal taban kazanabilmesi amacıyla öncelikle Millet Mektepleri’ni kuruyordu .  Milli bir devlet kurmak üzere yola çıkmış olan ulusalcıların devleti temellendirirken  Millet Mektepleri gibi bir örgütlenmeye öncelik vermeleri , gerçekçi bir girişim olarak kısa zamanda sonuç vermiş ve eski Osmanlı ahalisinden  gelen Türk halkı  bu okullar üzerinden  Türk milleti kavramını benimseme aşamasına gelmiştir . Atatürk milli bir devlet kurulabilmesi için dayanak noktası olacak toplumun ,uluslaşması gerektiğini iyi biliyordu . Bu yüzden  Millet Mektepleri’ne  öncelik vererek ülke düzeyinde bir ulusallaşma heyecanının örgütlenmesine dikkat ediyordu .Devletin ilk aşamasında yurdun her köşesinde kurulan  bu mektepler aracılığı ile halk kitleleri ulus gerçeği ile karşılaşıyordu. Millet olabilmenin derslerinin verildiği bu çatıların altında, zamanla Türk milletinin tarih sahnesine çıkacağı bir oluşumun örgütlenmesi tamamlanmaya çalışılıyordu . Toplumların uluslaşmasında ana unsur olarak kurucu bir misyon üstlenen ulusal dil  Türkçe,bu mektepler aracılığı ile halk kitlelerine öğretiliyordu . Ayrıca , cumhuriyetin kuruluş aşamasında   toplumsal ve siyasal devrimler sırası ile uygulama alanına getirilirken , Millet Mektepleri Arap alfabesinden Latin alfabesine geçişin ana merkezleri  konumuna gelerek , Türklerin ulusal dili olan Türkçe’nin çağdaş uygarlığın bir parçası olmasının önü açılıyordu . Millet Mektepleri , uluslaşma programının ilk maddelerinden birisi olarak cumhuriyet devleti tarafından kararlı bir biçimde  çalıştırılmıştır .

Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan Türk Ocakları örgütü de  Türkleşme olgusunun gerçeklik kazanmasına katkıda bulunarak uluslaşma olgusuna destek sağladığı için  Türkiye’nin  uluslaşarak bir ulus devlete dönüşmesinde önemli ölçüde etkin olmuştur .Yeni kurulan devletin Türklük yapılanması ile bağdaşmayan diğer toplum kesimlerinin farklı ulus devletlere yönelmesini önlemek üzere de, daha sonraları Halkevleri adı altında geniş bir tabana yayılan halkçılık uygulaması ile, milliyetçilik oluşumu dengelenerek farklı kökenlerden gelen halk kitlesi üzerinde bir  devlet  millet kaynaşması yaratılmaya çalışılmıştır .Irkçı olmayan bir ulus devlet kurulurken milliyetçilik ilkesi  Rus devriminde olduğu gibi halkçılık anlayışı ile dengelenmeye çalışılmıştır . Rusya’da bölücü milliyetçiliğe karşı bir baskıcı bir  devlet halkçılığı uygulaması ile denge arayışına girilirken , Türkiye’de de toplum içinde  baskıcı bir milliyetçiliğe karşı çıkışlar geniş bir halkçılık uygulaması ile dengelenerek bölünme ya da dağılmaya giden yolların önü  kesilmeye çalışılmıştır . Türkçe’nin yaygın olduğu topraklardan gelerek Türk devletinin çatısı altına giren Türk toplulukları ve diğer gruplar halkçılık özüne dayanan bir ulusalcılık anlayışı ile kucaklanmaya  çalışılıyordu .Halkçı girişimler ile etnik farklılıkların aşılmak istenmesi ,  oluşturulmakta olan millet yapısının  parçalanmasına  giden yolları kapatıyordu . Etnik ve kültürel farklılıklar bir zenginlik olarak görülürken uluslaşma programı ile de uyum sağlanıyordu .

Atatürk savaşı kazanıp devleti kurduktan sonra  yaşamının son döneminde  kurmuş olduğu yeni devlet düzenini geleceğe dönük olarak kurumlaştırmaya çaba gösterirken , Çankaya köşküne çekilerek bu doğrultuda önemli çalışmalar yapmıştır .İçe dönük bir milliyetçilik uygulaması sorun çıkartmaya başlayınca, halkçılık uygulamaları yeni dengelerin oluşturulabilmesi için devreye sokulmuştur . Ayrıca , uluslaşmanın ana gövdesini oluşturan Türklüğü çeşitli yönleri ile incelemek  üzere Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu  gibi iki önemli kurumu ulusal varlığın temel direkleri olarak kurmuş ve bu kurumların her sene düzenledikleri bilimsel çalışmalara katılarak , Türk ulusunun bilimsel açıdan da  uluslaşabilmesi   için elinden gelen her çabayı göstermiştir . Daha sonraki yıllarda  bu doğrultuda oluşturulan , Türk Folklor Kurumu , Türk Coğrafya Kurumu  ,Türk Kooperatifcilik Kurumu ve Türk Hukuk Kurumu gibi örgütsel yapılar kurulmakta olan devlete paralel kamu kurumları olarak öne çıkarılarak ,bunların devlet ile millet arasında toplumsal  bağlantıyı sağlayan köprüler olarak devreye girmeleri sağlanıyordu . Kemalist rejim bir ulus devlet kurarken , toplumun uluslaştırılmasına  öncelik veriyor ve bu doğrultuda atılan  her adımı planlı bir biçimde örgütleyerek  kısa zamanda devleti ve ulusu ile bütünleşmiş  bir Türkiye Cumhuriyeti ‘nin öne çıkması için her yolu deniyordu. Toplumsal yaşamın her alanında başında “Türk” adı ile yer alan kurumsal yapıların öne çıkarılmasıyla ,Türkleşme üzerinden uluslaşma olgusunun tamamlanmasına öncelik veriliyordu . Türklük ,bir uluslaşma planı çizgisinde cumhuriyet devletinin toplumsal  yapısının adı olarak öne çıkartılıyordu .Batının önde gelen ulus devletlerine benzer bir ulusal yapının siyasallaşması doğrultusunda devlet eli ile uygulanan uluslaşma planının kısa zamanda sonuç verdiği görülüyordu .

                Türkiye Cumhuriyeti böylesine planlı  bir merkezi oluşum ile dünya sahnesine bir ulus devlet olarak çıkmış ve devlet organlarının bu plan doğrultusunda bir çalışma düzenine kavuşturulması ile yüz yıla yakın bir dönemi başarıyla geride bırakarak, bugünkü  koşullarda dünyanın önde gelen devletleri arasında hak ettiği yeri  elde etmiştir . Ne var ki , sosyalist sistemin dağılması üzerine dünya küreselleşme adı altında farklı bir yöne doğru değişirken , tekelci küresel şirketler var olan ulus devletlere karşı planlı saldırılara geçerek ve  şirketlerin egemenliğinde bir yeni dünya düzenini kurmak amacıyla ulus devletleri ortadan kaldırarak, kapitalist sistemin tekelinde bir küresel dünya düzeni peşinde koşmaya başlamışlardır . Bu nedenle , dünya haritasında yer alan bütün ulus devletlerin böylesine bir küresel saldırıya karşı ayakta kalabilmek için öncelikle kendilerini korumak zorunluluğu  bir hak olarak vardır .Tehditler karşısında her ulus devletin  varlığını  ve haklarını koruyabilmek amacıyla ikinci bir uluslaşma planını devreye koymak  zorunluluğu vardır . İkinci olarak da  küresel saldırılara karşı ulus devletlerin bir araya gelerek bölgesel ve küresel korunmalarını sağlayacak yeni  uluslararası örgütlenmelerin çatısı altında hareket etmeleri ,bölünme ya da parçalanma gibi olumsuz sonuçlara gidebilecek  sürüklenmelerin önünü kesebilecektir . Özellikle bugün Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelmiş olan ulus devletlerin gene bu örgütün aracılığı ile, ulus devletlerin  yarım kalmış uluslaşma süreçlerini tamamlayacak ,ikinci uluslaşma  programlarını, uluslararası konjonktür oluşturarak  desteklemesi olumlu sonuç almak açısından zorunlu görülmektedir . Bu doğrultuda da her ulus devlet kendi siyasal gerçekliği içinde kendi  toplumlarının uluslaşmasını tamamlayabilecek  yeni uluslaşma programlarını devreye sokmaları   mümkün olabilecektir .Bütün ulus devletlerin parçalanma ya da dağılma noktasına getirildiği küreselleşme aşamasından istikrarlı bir biçimde çıkabilmenin yolu olarak da ikinci uluslaşma programları  etkin bir biçimde yararlı olacaklardır .

                Türkiye Cumhuriyeti  kuruluş yıllarında devlet olarak örgütlenirken, adları milli kavramı ile bütünleşen Milli Savunma Bakanlığı  ve Milli Eğitim Bakanlıkları kurularak hükümetler içinde yer almış ve böylece ulus devlete saldırı sürecinde uygulanan milli politikalar ile devletin devamlılığı sağlanabilmiştir . Bugün ise ulus devletin korunabilmesi için benzeri bir yaklaşımın kültür ve ekonomi alanlarında gündeme getirilmesi gerekmekte ve kurulacak Milli Kültür bakanlığı aracılığı ile yarım bırakılan uluslaşma sürecinin hızlanarak devam etmesi sağlanacak ve benzeri bir yapılanmanın ekonomi alanında gerçekleştirilmesini sağlayacak  Milli Ekonomi  Bakanlığının da bir an önce kurulmasıyla ,  emperyalist ülkelerin ekonomik saldırılarına karşı Türk ekonomisinin  korunması  söz konusu olabilecektir . Bu arada ekonomide dışa açılmayı yönlendirecek bir Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı gibi  farklı bir örgütlenmeye daha önceki dönemlerde olduğu gibi  gidilebilir . İç ve dış ekonomik ilişkiler yeniden düzenlenirken milli ekonominin yönetiminin devletin elinde bulunması , kitlelerin acil   gereksinmelerinin yeterli düzeyde karşılanabilmesi açısından yararlı katkılar sağlayabilecektir . Belirli bakanlıkların adına milli kavramının eklenmesi, o alanlardaki bütün kamu hizmetlerinin ulusal çıkarlar doğrultusunda ele alınmasını ve geleceğe dönük  ulusun yararına olabilecek bir düzeyde  yönetiminin başarılmasını sağlayabilecektir . Ulus devletlerin ekonomi üzerinden piyasalar kullanılarak çökertildiği dikkate alınırsa  , ekonomi alanında  bir milli ekonomi  yapılanmasına yönelmek için bir milli ekonomi bakanlığı başkent merkezli olarak öncelikli bir biçimde kurulacaktır . Ülkenin var olan ekonomik potansiyelinin bütünüyle ülke yararına kullanılabilmesi için milli ekonomi bakanlığına var olangereksinme ,sömürgeci baskılar nedeniyle aciliyet kazanmaktadır .

                Ulus devletlerin varlığı ve geleceğe dönük olarak devamlılığı açısından zorunlu bir  dayanak olarak milli kültürün  , Milli Kültür Bakanlığı aracılığı ile örgütlenmesi  amaca hizmet açısından önem taşımaktadır . Türkiye Cumhuriyetinin bütün dünya ülkelerinde bir milli devlet olarak tanınmasını sağlayacak bir  örgütlenme son yıllarda milli kültür ile hiç  bir yakınlığı bulunmayan  Yunus Emre adına örgütlenmesi , kültürel alanda Türkiye’nin milli çizginin uzağında kalmasına neden olmuştur . Yunus Emre  iyi bir şair ve de kültür adamı olmasına rağmen , bir ulus devletin taşıması gereken milliliğe uzak kalmış bir kişiliktir . Türk devleti denilince akla milli kültürün gelebilmesi için milliyetçi kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyetinin bir ulus devlet olarak kurulabilmesine öncülük yapmış olan  Atatürk ,Yusuf Akçura ya da Ziya Gökalp gibi  ağırlıklı isimlerin altında uluslararası kültür merkezleri ağı kurulabilirdi ve ancak o zaman Türk kültürünün bir milli kültür olarak diğer ülkelerin milli kültürleri ile rekabet edebilmeleri sağlanabilirdi . İkinci uluslaşma programı döneminde hem bakanlığın hem de  kültür merkezlerinin milli çizgide değiştirilmesi ,yeni bir kültürel atılımın  göstergesi olarak , Türkiye’nin yarım kalmış olan uluslaşma sürecinin tamamlanmasına  önemli ölçüde katkılar  sağlayacaktır .
                İkinci uluslaşma programının ana amacı  yarım kalmış uluslaşma sürecinin her türlü olumsuz koşula yada etkiye rağmen  tamamlamaktır .Atatürk’ün getirmiş olduğu milli yapılanmayı bugün devam ettirecek yeni bir kitlesel örgütlenme  tıpkı Halkevleri gibi  devlet eliyle kurularak devreye sokulabilir . Nitekim bu doğrultuda daha sonraları  Millet Kıraathaneleri gibi  Osmanlı döneminden gelen geçmişi güncelleştirecek yeni bir çıkış sergilenmiş ama bunun devamı getirilememiştir . Türk milleti çoktan ortaçağ uzantısı kıraathaneleri geride bırakmış ama giderek modernleşen şehir yapılanmaları içinde ana unsur çağdaş kafeler uygulaması olmuştur . Avrupa kıtası Rönesans dönemi kafeleri ile ortaçağdan çıkarak çağdaşlaşma sürecine girerken  , Türkiye’nin  Osmanlı dönemi özlemini yansıtan kıraathaneler ile orta çağ dönemine yönelmesi düşünülmemesi gereken bir konudur . Ne var ki siyaset alanının çelişkileri bu gibi konuları zamanla sorun haline getirerek  çağdaş uygarlık  yoluna yönelen  yeniliklerin önünü kesebilmekte ve geride kalması gereken bazı  demode olmuş  oluşumları yeniden gündeme getirerek emperyal güçlerin yeni  hegemonya planları doğrultusunda ortaya çıkarabilmektedir . Ulus devlet milli çıkarlar doğrultusunda kurulduğuna göre  milletin korunması ve yeni milliyetçilik atılımları ile gelişebilmesi için tıpkı Halkevleri gibi Millet Evleri kurulabilir ama , bir kıraathane arayışı çerçevesinde millet kıraathaneleri gibi bir uygulamaya  gidilmemesi gerekir . Yeni kafeler çağdaş uygarlığın simgesi olarak kent merkezlerinde yerlerini alırken  kıraathane arayışı fazlasıyla bir geriye dönüş olarak tartışma alanına getirilmektedir .

                Kentsel dönüşüm programları ile Türk şehirleri modernleşirken , Millet Kıraathaneleri girişimi Türk kamuoyundan yeterince destek alamayınca ,bu kez  Millet Bahçeleri gibi yeni bir  yeşil alan projesi öne çıkarılmıştır .  Gelişmiş batı ülkelerinde milli park olarak uygulanmakta olan kent merkezi yeşil alan projesi  ,bu kez Türkiye’de Millet Bahçesi olarak adlandırılarak uygulama alanına getirilmek istenmiştir . Son yıllarda küreselleşme eğilimleri kentlerin ortasına büyük çarşılar ve alış veriş merkezleri  ile girerek var olan yapıları alt üst ederken , yerel yönetimler bunları dengelemek üzere merkezi alanlarda yeşil alan uygulamalarını öne çıkarmaktadırlar . Batı dünyasının önde gelen büyük kentlerinde , büyük kent ormanları ya da  milli parkların daha geniş ve büyük projeler olarak  devreye sokulmaya çalışıldığı görülmektedir . Büyük devletler giderek artan nüfusun gereksinmelerini karşılayabilmek  için büyük yeşil alanlar yaratırken , Türkiye’nin bu konuda geride kalması ve adam başına düşen yeşil alan araştırmalarında  sürekli  olarak geride kalması  üzerinde düşünülmesi gereken milli parklar konusunu gündeme getirmektedir . Türkiye’nin bu sorunu Millet Bahçeleri adıyla geliştirilmekte olan yeni proje doğrultusunda çözebilmesi için ,bütün Türkiye’yi kapsayacak düzeyde geniş plan ve projeler ile hareket edilmesi gerekmektedir . Ülkenin su kaynakları , doğal yapısı ,fiziki coğrafyanın konumu gibi öncelikli konular incelenmeden böylesine bir proje gerçekleştirilemez . Su kaynaklarını emperyalizmin kendi çıkarları için oluşturduğu bölgesel projelerden  kurtaramayan  Türk devletinin  yurt düzeyinde Millet Bahçelerini hizmete sokması  hayal gibi görünmektedir .Ayrıca ,Millet Bahçesi yapılacağı gerekçesi ile bir çok tarihi eserin de ortadan kaldırılması ya da yeni alış veriş merkezleri kurulması gibi olumsuz adımlar , Millet bahçelerinin faydalarını azaltmaktadır .Bu tür yeşil alanların bütün halk kesimlerinin özgürce gelerek yaşayacağı ve diğer insanlarla kaynaşarak  millet olmanın heyecanı ve gururunu hissedeceği  kamusal alanlar olması gerekmektedir .

                İkinci uluslaşma projesi doğrultusunda öncelikli olarak ele alınarak yeniden yapılanması sağlanacak alan eğitim sektörüdür . Her devletin kendi vatandaşını ulusunun bir parçası olarak yetiştireceği  ve dünyadaki gelişmeler doğrultusunda yenilenmiş bir ulusal yapının oluşturulması için ele alınarak düzeltilmesi gerekli olan alan eğitim sektörüdür .Devletin  kurucu önderi Atatürk ile birlikte  milli kültürü ve yönetimi temsil eden bütün büyük adamların , Türk ulusunun gelecekteki yöneticileri olarak yetiştirilmeleri gereken genç kuşaklara tanıtılması ve öğretilmesine öncelik verilmelidir . İlk öğretim de Türk tarihinin büyük  temsilcileri  ve olaylarının yeterince çocuklara anlatılacağı bir müfredat programına gereksinme vardır . Orta öğretim de geleceğin yurttaşları olarak Türklüğü temsil edecek yeni kuşaklara  geniş bir bakış açısıyla yurttaşlık bilgileri dersi tam olarak okutulmalıdır . Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti devletinin dayandığı temel ilkeleri öğreten  bir Atatürk İlkeleri dersinin  hem orta hem de yüksek öğretimde anlatılması  gerekmektedir . Özellikle  uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için tarihten gelen bilgiler ile, var olan dünyanın gerçeklikleri bir araya getirilerek orta ve yüksek öğretim derslerinde  geleceğin vatandaşlarına anlatılmalıdır . Böylece genel kültürü yüksek düzeyde yetiştirilecek Türk gençlerinden  geleceğin yöneticileri ve önderlerinin çıkması mümkün olacaktır .Milli devletin devamını sağlayacak ve uluslaşma sürecini tamamlayacak  her türlü eğitimin sistemli bir biçimde  Türk gençlerine anlatılabilmesi için,  Milli Eğitim Bakanlığının yenilenen eğitim programlarını hazırlayarak bir an önce uygulamaya başlaması gerekmektedir .Türk milletinin geleceği  ikinci uluslaşma programı ile tamamlanacak  yeni bir eğitim reformundan geçmektedir .

                Ulus devletlerde bir devlet merkezi olarak başkent konumunda  şehir bulunur .O kentteki devlet yapılanmasının da  gene başkentte yer alacak bir biçimde milli merkezi bulunur . Milli merkezi bulunmayan ülkelerde her kamu kurumundan farklı seslerin çıkması ile birlikte tam bir kafa karışıklığı ortamı ortaya çıkmaktadır .Demokrasi adına her düşüncenin özgürce örgütlendiği ülkelerde , farklı yöndeki partiler halk çoğunluğunun oy desteği ile iktidara gelebilir .Milliyetçiliğe karşı çıkan liberal , demokrat ,şeriatçı ya da komünist  gibi ideolojik partiler iktidara gelebilirler ya da koalisyonlara katılarak devlet yönetiminde söz sahibi olabilirler . Bu gibi partilerin ya da iktidarların kendi çizgilerinde geliştirdikleri politikalar, zaman içerisinde devletin milli kimliğini olduğu kadar  toplumların ulusal yapılarını da bozabilir . Ulus devletlerin böylesine karşıt ideolojik partilerin yönetimi altına girdiği aşamalarda büyük siyasal bunalım dönemleri ile karşılaşılmaktadır . İdeolojik partiler devleti kendi çizgilerini çekmeye çalışırken , devletin ulusal yapıdaki kurumlarının kendi alanları  ile ilgili olarak devreye girdikleri aşamalarda ,gene siyasal sürtüşme dönemlerine düşülmekte ve bu gibi durumlarda ulusal yapılar sarsıntı geçirdiği gibi, devletler de ya yönetilemez durumlara düşmekte ya da çökme aşamasına gelerek gelecekte yok olma gibi  olumsuz bir gelişme ile karşı karşıya gelinmektedir . Her milli  devleti  bu gibi durumlardan kurtaracak bir doğrultuda  yeni  uluslaşma programlarına yeniden kaçınılmaz bir biçimde ileri ülkelerde gereksinme duyulmaktadır .

                Milli devletlerin  milliyetçilik karşıtı siyasal iktidarların iş başına gelmeleri ya da emperyalist güçlerin baskıları altına sürüklenmeleri gibi  kendilerini yok edebilecek  tahditlere karşı devleti ve toplumu ulusal çizgide ayakta tutacak  milli durum merkezlerine son yıllarda gerek duyulmaktadır . Önceleri her devletin kendi istihbarat örgütleri aracılığı ile tehditlere karşı  mücadele ettiği  dönem artık geride kalmıştır . İstihbarat örgütlerinin getirdiği bilgilerin ele alınarak değerlendirildiği  ve bu gibi durumlarda aciliyet sıralarının belirlendiği , düşünce kuruluşları ya da batılı dillerdeki adıyla” thinktank”ların devlet güvencesi  altında kurularak etkin bir biçimde çalıştırılmaları gerekmektedir . Ulus devletlerin ve ulusal toplumların ayakta kalabilmeleri ve yollarına devam edebilmeleri açısından , ülkeyi yükseltecek bir çizgide milli durum merkezi oluşumunun etkin bir biçimde kurulması gereklidir . Her kafadan çıkacak sese yanıt verecek ,her türlü ideoloji ya da emperyal saldırıya karşı  milli duruşu güvence altına alacak ,siyasal gelişmeleri  milliyetçilik açısından değerlendirecek  bir milli durum merkezinin fazla gecikmeden kurulmasıyla, devletlerin küresel şirketlerin saldırılarına karşı kendilerini korumalarını sağlayacak bir siyasal denge düzeni  merkezde oluşturulabilecektir. Devletlerin başkentlerdeki  örgütsel varlığının sistemli bir biçimde korunabilmesi için ülkede var olan ulusal insiyatifi ve refleksi temsil ederek , gerektiğinde devreye girebilecek biçimde bir milli durum merkezinin kurulması zorunlu görülmektedir . Ulusal yapıyı  ancak milli durum merkezi koruyacaktır .


***

Tamam mı Sayın Başbakan ?


Serkan Kapancı Yazdı;

"Yılmaz ARSLAN" 
<y.arslan57@gmail.com>: 
Jun 04 04:12AM +0300

 - Tamam mı Sayın Başbakan ?

" Bunlara Kalsa 16 yılda AKP nin yaptığı dev eserleri balyozla yıkacaklar " demiş
  Kim ?

Türkiye Cumhuriyetinin Sayın Son Başbakan'ı. (Tekrar Parlementer sisteme dönmeden evvelki son) Devletin, Milletin olan Kamu Mallarını ortak değerlerimiz dir.
Onlara zarar vermek hiçbir Türk'ün aklının ucundan geçmez. Aksine keşke devlet mallarını daha çok sahiplenebilmemize katkı sağlayacak kamu spotları yapılsa.

***

Bakın Sayın Başbakan, kimse size bu ülkeye eserler kazandırmadınız demiyor. 16 yıl mührün sahibi olup ta, ardında hizmetleri bulunmayan bir iktidar eşyanın 
tabiatına aykırıdır zaten.

Sorun Ne yaptığınızda değil. Nasıl yaptığınızda...

2003'ten Bugüne :

Telekom, Petkim, Tüpraş, Tekel, Seka, Limanlar, Çimento Fabrikaları, Maden İşletmeleri, Emekli Sandığı Otelleri, Elektrik Dağıtım Şirketleri, Termik Santraller en son olarak ta Şeker Fabrikaları gibi Cumhuriyetimizin ürettiği nice katmadeğeri sattınız.

130 milyar usd olarak devraldığınız dış borcumuzu 450 milyar usd seviyelerine çıkardınız.

Yani bırakın üretmeyi, hem var olanı sattınız, hem de borcumuzu katladınız.
Eskiden devletimiz köprüsünü, tünelini kendi yapıyorken şimdi "Geçiş Garantili" projelerle, bu işlerin normal maliyetin iki katından fazlasının cebimizden çıkmasına sebep oluyorsunuz.

Hastane yapıyorsunuz "hasta garantili". Hadi hastalanmadık ne olacak ?
Evet ihracat rakamlarımızı yükselttiniz. Ama toplamın %3 ü seviyesinde olan Yüksek Teknoloji Gerektiren Ürün ihracatımızı bir türlü yükseltemediniz ve bizi montaja, tekstile, Allah'ın bize lütfu olan madenlerimize ve tarım ürünlerine sıkıştırıp bıraktınız.

16 yılda kaç tane dünya çapında Türk Markası yarattınız ?
Dur bi düşüneyiiiim, sıfır.

Yerli Uçak Göklerde dediniz göremedik, yerli otomobil yollarda olacak dediniz binemedik.

Devlet Kurumları büyük bir kira yükünün altında, Ankara'da bir yer yapalım, Bakanlıkları kiradan kurtaralım dediniz, sonradan fikir değiştirip orayı Saraya çevirdiniz, aynı kiraları ödemeye devam ettiniz.

Devlette israf var, makam arabalarını azaltacağız dediniz. Hem artırdınız, hem lüksleştirdiniz. Kendinizi savunmak için de "Ne var canım çerez parası" dediniz.

16 yıldır bu ülkeyi babasından kalan itibarla borç bulabilen, miras kalan malı mülkü satan, kendinin olmayan parasıyla varlık içinde yaşayan ama yarınını düşünmeyen bir mirasyedi gibi yönettiniz. 

Ve Denizi Bitirdiniz.

Bu ülkenin "üretime" dayalı bir ekonomiye, bilime dayalı bir eğitim sistemine, şiddetli bir tasarrufa, markalaşmaya, yerli yüksek teknoloji ürünlerine, vatandaşının kayıtsız şartsız güveneceği adalet kurumlarına kısacası çok çalışmaya, çok üretmeye, acilen normalleşmeye ihtiyacı var.
TAMAM mı ?
İsrail Suriye'ye saldırdığında sevinen, Filistin'e saldırdığında siyaseten üzülen kişiye " Siyasal İslamcı" denir.


https://www.habererk.com/tamam-mi-sayin-basbakan-makale,5614.html


**************


Şahidim; İnce’nin İcazet Yalanı.,


Hüseyin GÜLERCE
hgulerce@stargazete.com
05 Haziran 2018 Salı


Hüseyin GÜLERCE 

Muharrem İnce, adaylık kampanyasını yalanlar zinciri ile sürdürüyor. En büyük yalanı da Balıkesir’de dillendirdi, Erdoğan’a şöyle seslendi: 
“Sana bir soru; sen 2001’de partiyi kurarken icazet almak için Pensilvanya’ya gittin mi gitmedin mi? Cumhurbaşkanı seçildiğinde icazet almak için gittiğini 
günü saati ile birlikte açıklayacağım.” 

Cumhurbaşkanı Erdoğan “açıklamazsan namertsin” deyince devam etti: 

“İspatlamazsam namerdim. Kiminle gittiğini biliyorum. Bana bunu söyleyen kişi seninle birlikte giden kişi. Beraber gittiniz. Şimdi aranız bozuk.” 

Karşımızda gayet rahat yalan söyleyen değişik bir karakter var. “Seni arayan Amerikalı kim?” diyorsun, söylemiyor. Canlı yayında, “Büyükelçiler bana ‘Erdoğan’ı  yargılayacak mısınız?’ diye sordular” diyor, ertesi gün tweet atıyor; ben öyle bir şey demedim” diyor. 

İnce’nin, AK Parti kurulurken Erdoğan’ın Gülen’den icazet almak için Pensilvanya’ya gittiği iddiası kuyruklu bir yalandır. 

Ben şahidim; Erdoğan ile Gülen arasında öyle icazet almayı icap ettiren bir hukuk, yakınlık hiç olmadı. Çünkü Erdoğan en baştan itibaren, özellikle de 
İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminden itibaren, Gülen’in kendisine olan hasmane tavrını biliyordu. 
1994’teki belediye seçiminde Gülen’in, O dönemin İstanbul İmamı Ahmet Kara’yı görevlendirerek, Erdoğan’ın seçilmemesi için bütün adamlarını seferber 
ettiğini biliyorum. 

Gülen’in bu düşmanlığının, Erdoğan elbette farkındaydı ve bunu hiç unutmadı. 

Gülen’in Erdoğan’ı sevmesi, desteklemesi mümkün değildi. Çünkü kendisini “seçilmiş kurtarıcı”, “Beklenen Salih Zat” olarak görüyor ve yolundaki en büyük 
engelin Erdoğan olduğuna inanıyordu. Bu yüzden Erdoğan’a karşı büyük hazımsızlığı vardı. 

3 Kasım 2002 seçimlerinden bir-iki ay önceydi. Pensilvanya’da bana seçim havasının nasıl olduğunu sordu. Ben, AK Parti’nin tek başına iktidara geleceğini söyledim.  Bozuldu, yüzü gerildi ve elini dizine vurarak; “Yanılıyorsun, yüzde 60 oy alsalar bile iktidarı ona vermezler” dedi... 

Erdoğan’a da, Melih Gökçek’e de takıntısı vardı. Bir defasında “Erdoğan, Gökçek, ikisi de Türkiye’nin cins kafaları” dedi. 

Erdoğan, Gülen’in kendisine olan kin ve nefretini daha sonraları açıkça gördü. Gülen Pensilvanya’da hastaneye kaldırılmıştı. Geçmiş olsun telefonunda Gülen, 
Erdoğan’a çok övücü sözler söylemişti. Ama Erdoğan daha sonra şunu öğrendi. Gülen telefonu kapatır kapatmaz yanındakilere Erdoğan’ın aleyhinde ağır sözler 
söylemişti... (Bunun şahitlerini bana ilk elden söyleyen oldu) 

Gördük ki; 7 Şubat 2012 MİT krizi, Gezi olayları, 17/25 Aralık isyanı, MİT tırlarının durdurulması ihanetlerindeki hamlelerin hepsi Erdoğan düşmanlığının sonucuydu. 

Ancak bunlardan çok önce, 2009 yılından itibaren elebaşı Gülen, bütün FETÖ tabanına Erdoğan kin ve nefreti aşılamaya başladı. 

Erdoğan’ı ve yakın çevresini, başta MİT Müsteşarı Hakan Fidan olmak üzere İran ajanlığı ile suçlama hususunda geniş bir algı operasyonu yürütüldü. 

Tabandakilere en çok söylenen de şuydu: 

“ Hocaefendi Seçilmiş kurtarıcı. Peygamberimiz Medine-i Münevvere’de kendisine, ‘ Biz bu işi Türkiye’de Fetullah’a verdik ’ dedi. 
Herkes Hocaefendi’ye danışıyor, onu dinliyor. Obama bile Amerika’da kendisiyle istişare ediyor. Erdoğan kim oluyor ki Hocafendi’ye danışmadan, 
onunla istişare etmeden kendi kafasına göre Türkiye’yi yönetmeye kalkıyor?” 

Muharrem İnce’nin iddiası, İşte bu gerçekler ışığında kuyruklu bir yalandır. 

Erdoğan nezdinde Gülen, Hiçbir zaman fikri sorulacak, İcazet alınacak biri olmadı.

http://www.star.com.tr/yazar/sahidim-3b-incenin-icazet-yalani-yazi-1350405/#


***

31 Ekim 2017 Salı

İyi’leşme Umudu

 İyi’leşme Umudu 


Yeliz KORAY

15 yılda hazine dış borcu 4, belediyelerin bankalara borçları 10 kat arttı.
İşsizlik Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı; yüzde 40,
özel kurumların kredi borçları da 20 kat arttı!
 
Cari açık 10, kamu borcu 4, Türkiye’nin toplam borcu 8 kat arttı.
Bilal’e anlatır gibi anlatırsak 15 yıl önce 370 milyar olan borcunuz 2. 960 milyar oldu.
 
TELEKOM satıldı
TÜPRAŞ satıldı
PETKİM satıldı
TCDD Limanları satıldı
TEKEL satıldı.
 
Madenler, ormanlar, yaylalar, santraller, bankalar,nehirler…
 
15 yılda özelleştirmeden 60, kamu malları satışından 102 milyar aldılar ama o borç da açık da hiiiç kapanmadı!
 
Biz babayı alırken..
 
Kendilerine resmi araçlar aldılar
Eşlerine hastane aldılar
Çocuklarına gemicikler aldılar
Fabrika aldılar
Villalar aldılar
Gazete aldılar
Televizyon aldılar…
 
Barış diye geldiler
 
Şehit sayısı bir yıl 20, bir yıl 25 iken
bir günde 40, bir ayda 90, bir yılda 400’e çıkarttılar.
Şehitler arttı
Terör arttı
Örgütler arttı
 
Ülkede huzur, evlerde mutluluk, cebimizdeki para azaldı…
 
Kalkınma diye geldiler
 
Ticareti kendi adamlarına eğitimi tarikatlara sağlığı Allah’a  ülkeyi cemaatlere havale ettiler.
 
Güçlü Türkiye diye geldiler
Kadınların kimliğini, Gençlerin hayallerini, Cumhuriyet’in değerlerini bitirdiler.
 
3 Y ile geldiler.
 Biz sandık Yoksulluk, Yolsuzluk, Yasaklar
 Onlar demiş Yeriz, Yutarız, karışanı Yargılarız!
 Yasamanın daaa Yürütmenin deee Yargının daaa
 
*
Hal böyleyken bir umuda, hayale, birlik olmaya öyle ihtiyacı vardı ki ülkenin.
Kim ne derse desin iyi’ki geldin Meral Abla.

***

27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 8





 28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 8




28 ŞUBAT SÜRECİ - BÜLENT ECEVİT-MESUT YILMAZ-KEMÂL DERVİŞ SAFHASI / 2 



Bir kere daha tekrarlıyalım: 28 Şubat 1997 Muhtırası ile ile başlayan dönem, TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na, ATATÜRK'e ve MÜSLÜMANLAR'a ihanet dönemidir! 

Yine şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat darbesi asla TÜRK ORDUSU'nun giriştiği bir hareket değildir. TÜRK ORDUSU içine sızmış, ta tepelere yükselmiş olan mason, Yahudi dönmesi, Ermeni ve Rum kökenli hain kişilerin işidir. Başını mason-dönme Orgeneral ÇEVİK BİR'in çektiği, bilhassa Deniz Kuvvetleri'nden monşer tipli mason-dönme amirallerin desteklediği 28 ŞUBAT darbesi, SİLAHLI KUVVETLER içindeki gerçek ATATÜRKÇÜ ve MİLLİYETÇİ TÜRK subayların kendini " BATI ÇALIŞMA GRUBU " diye adlandıran İSRAİL yanlısı ekip tarafından ayıklanması, MİLLÎ SİYASET'e yönelmiş olan DEVLET'in tekrar A.B.D., İSRAİL ve A.B. güdümüne sokulması, TÜRK ORDUSU'nun PEYGAMBER OCAĞI niteliğinden çıkarılması, TÜRK MİLLETİ'nin İSLÂM'dan uzaklaşması için yapılmıştır! 


https://www.youtube.com/watch?v=-p9qcQ_GxME


 28 Şubat " postmodern " darbesi sözümona irticaya karşı yapılmış, ancak Necmettin Erbakan'dan daha çok dini istismar eden Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidara gelmesini sağlamıştır. Recep Tayyip Erdoğan da müslüman görüntüsü altında Hıristiyan Batı'ya, AB ve ABD'ye uşaklık eden, Kıbrıs'tan ve Güneydoğu Anadolu'dan, Türklük'ten. hatta İslam'dan vazgeçen, "darbecileri temizliyorum" derken TÜRK ORDUSU'nu zaafa uğratan bir politikayla Türkiye'yi uçuruma sürüklemiştir... Hepsini bir bir, kronolojik olarak anlatacağız. 

Bir kere daha söyleyelim ki, 28 Şubat darbesini TÜRK ORDUSU'na ve TÜRK SUBAYLAR'a mâletmek, son derece büyük bir hatadır ve bizi tam da 28 Şubatçılar'ın istediği noktaya götürür, ORDUMUZ, ASKERİMİZ kötülenmiş olur! 

Kaldığımız yerden, 28 Şubat sürecinde cereyan eden olaylar ve 2001 Ekonomik Krizi ve 11 Eylül saldırısı ile kronolojimize devam ediyoruz. 

11 Eylül 2001'de ABD'de New York Ticaret Merkezi olan ikiz kulelere iki uçak çarpması, Pentegon'a bir uçak düşmesi şeklinde "terörist saldırılar" gerçekleşti. 4 bine yakın insan öldü. Ancak sonradan bunların ABD derin devleti tarafından içerden yapıldığı, hatta kulelere çarpan uçakların yolcu uçağı olmadığı, binaların yangından değil, patlayıcılarla yıkıldığı, Pentegon'a da bir kamyonun veya bir füzenin çarptığı, çünkü uçak enkazı bulunmadığı öne sürüldü. Başkan Oğul Bush ile şaibeli Bakanları'nın sürekli yalan-dolan işler çevirdiği, tarafsız araştırmacılarca dile getirildi. İçten yapılan bu saldırının, çökmekte olan Amerikan ekonomisini bir kaç savaş ile kurtarmayı amaçladığı, bunun bahanesini hazırladığı belirtildi. 

Pek çok soru cevapsız kaldı: 


1- Aschroff şirketi neden Temmuz 2001'de âniden "tanımlanmayan tehdit" bahanesiyle ticarî uçuşlarını durdurdu? 
2- Pentagon'a çarpan uçağın neden hiçbir görüntüsü yok? Acaba kamyon mu çarptı, füze mi? 
3- 11 Eylül'de yapılması gereken güvenlik toplantısı, 10 Eylül'de neden ertelendi? 
4- Suçlular nasıl bu kadar çabuk bulundu? 
5- FBI niçin 1999'da Laden'in Washington'daki akrabalarını incelediği dosyayı kapattı? 
6- 2001'de Bush niçin Laden ailesinin terörist bağlantısıyla ilgili inlemeyi durdurdu? 
7- 19 korsanın adı neden hiçbirisi yolcu listesinde yok? 
8- Bu kadar dinci olan korsanlar 10 Eylül gecesi niçin barlarda içki içip, İncil okuyup, porno film seyretti? 
9- Uçakta yolcu olması gereken Muhammed Atta'nın cebinde olması icabeden pasaportu, cesedinin tozu bile yokken enkazın altında 
nasıl olup ta hiç zarar görmemiş halde bulundu? 
10- Muhammed Atta'nın vizesi dolmasına rağmen, askerî üstte çalışmasına nasıl izin verildi? 
11- Kâğıt pasaportun bulunduğu enkazda, demir karakutular neden hiçbir zaman bulunamadı? 
12- İlk uçağın çarpma görüntülerini videoya kim kaydetti, ve bu görüntüler niçin sonra kayboldu? 
13- 19 korsanın da hepsinin birden fotoğrafları nasıl hemen bulundu? 
14- Yolcu listesinde olmayan korsanların listesi, nasıl CNN'e aynı günde ulaşabildi? 
15- Korsanlar nasıl oldu da savunma sistemlerini devre dışı bırakabildi? 
16- Korsan olduğu iddia edilen kişilerin saldırıda ölmesi gerekirken, nasıl hâlâ yaşadıkları tesbit edilebildi? Hiç birinin de o uçaklarda olmadığı anlaşıldı. 
17- Bayer'in şarbon olaylarının arkasında olduğunu iddia eden mektuba ne oldu? 
18- Bush "yeni hedefimiz Malezya olabilir" dedikten hemen sonra, neden Malezya'dan şarbonlu bir mektup geliverdi? 
29- Aynı ay içerisinde ölen 3 mikrobiyoloğun ölümü nasıl açıklanabilir? 
20- Mikrobiyologların ölümünün önce intihar, daha sonra da kaza olduğunu açıklayan FBI'ın amacı neydi? 
21- Hükümet niçin 1998 yılında antişarbon aşısının üretilmesi yönünde çalışmalara başladı? 

11 Eylül Terörist Saldırı Aldatmacası  
https://www.youtube.com/watch?v=VZDldrkw_IU

11 Eylül Terörist Saldırı Aldatmacası - 2 
https://www.youtube.com/watch?v=oc3s3QWAqio

 11 Eylül Terörist Saldırı Aldatmacası - 3  
https://www.youtube.com/watch?v=sCQUp8DwAsg


 11 Eylül Terörist Saldırı Aldatmacası - 4  
https://www.youtube.com/watch?v=l3T3JLt1Prc

 11 Eylül Terörist Saldırı Aldatmacası -5 İngilizce vidyo 

https://www.youtube.com/watch?v=yyaaLKLh7aQ

https://www.youtube.com/watch?v=9S3yLxxU9Fs


 11 Eylül Terörist Saldırı Aldatmacası - 6  İngilizce vidyo 
https://www.youtube.com/watch?v=ZqOvlxiHABc


11 Eylül Terörist Saldırı Aldatmacası - 7 İngilizce makaleler ve viidyolar listesi 

https://www.youtube.com/watch?v=BdGWgLe2qC8



12 Eylül'de Başbakan Ecevit, ''Devlet kuruluşları olarak sürekli teyakkuz halinde olayları izleyeceğiz'' dedi. Aynı gün Fas, Türkiye'nin Ayşegül Tecimer'in iadesi için yaptığı başvuruyu reddetti. İstanbul Organize Suçlar Müdürlüğü, Büyükşehir Belediyesi'nden Metro, ulaşım ve inşaat konularında Albayraklar şirketler Grubuna verilen ihalelerle ilgili soruşturmayı sürdüren İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla operasyon başlattı. Gözetim altına alınanların sayısı 27'ye yükseldi. 

Yine 12 Eylül'de NATO Daimi Konseyi, "bir ittifak ülkesinin saldırıya uğradığı anda, tüm üyelerin saldırıya uğradığı" ilkesini içeren 5. maddenin uygulanmasına karar verdi. ABD hazırlandığı işgal için NATO ülkelerini kendine ortak yaptı. 

15 Eylül'de ABD Temsilciler Meclisi, Amerikan topraklarında saldırı düzenleyenlere karşı kuvvet kullanımı için başkana izin veren yasa tasarısını kabul etti. 

16 Eylül'de Taliban, bütün yabancılardan ülkeyi terk etmelerini istedi. Aynı gün İsrail ordusu; hava, kara ve denizden saldırıya geçerek Gazze şeridinde Filistin hedeflerini vurdu. 

17 Eylül'de ABD'nin Afganistan'a müdahale edeceği açıklandı. Saldırıların ardından 3 gün boyunca kapalı kalan New York Borsası'nda Dow-Jones endeksi yüzde 7.12 düştü. Aynı gün Bakan Derviş, IMF'den 5 milyar dolarlık borç ödemesinde erteleme istediklerini açıkladı. IMF kabul etti. 

19 Eylül'de BM Güvenlik Konseyi, Taliban'dan Usame Bin Ladin'in derhal ve koşulsuz teslim edilmesini istedi, Taliban bunu reddetti. Daha önce > "Haçlı Seferi"  demiş olan Bush müslüman ülkelerin tepkisinden korktuğu için tükürdüğünü yaladı! 

20 Eylül'de Kabil'de toplanan "ulema", ABD'ye cihat ilan etti. 

23 Eylül'de Koç Grubu; banka, leasing, finans, sigorta, factoring ve menkul kıymetler şirketlerini tek çatı altında toplayacağını açıkladı. 

Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, gıda alanından çekileceklerini açıkladı. Herhalde babalar üretim ve tüketim piyasalarını paylaşıyordu 

25 Eylül'de TEKEL'in Küba ile ortak olarak kurduğu TEKA Puro fabrikası açıldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, enerji tüketiminin 1970'den bu yana ilk kez gerilediğini bildirdi. Sigorta şirketlerinin teminat tutarlarını aşağı çekmesiyle sıkıntıya giren THY'nin teminatının, Hazine tarafından karşılanacağı duyuruldu. 

Yine 25 Eylül'de Başkan Bush, 27 kişi ve örgütü, terörle mücadelenin ilk hedefleri arasında saydı. Riyad, Taliban'la ilişkilerini kesti. 

Aslında Bush "Ya teröre karşı bizimlesiniz, ya da bize karşısınız," diyerek, Türkiye'nin eline terör ile mücadele için çok önemli bir koz vermişti. O zaman, "Tamam, biz varız!.. Terörle, PKK ile, DHKP-C ile TİKKO ile sonuna kadar mücadele edeceğiz. Bizde sizin gibi 'Vatanseverlik Yasası' (Patriot Act) çıkaracağız," deyip yurt içinde ve dışındaki silahlı teröristler imha etmeye, onlara yardım ve yataklık eden işadamları, medya mensupları, memurları hapse tıkmaya başlayabilirdik. Kimseye ağız açtırmazdık. Ama bunu kim yapacak?.. Pimpirik bir ihtiyar haline gelmiş Ecevit mi, Amerikan hayranı ve pasif Devlet Bahçeli mi? Ne idüğü belirsiz, "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer," diyen şaibeli Mesut Yılmaz mı? 

26 Eylül'de Devlet Bakanı Hasan Gemici, Dünya Bankası ile başlatılan "sosyal riski azaltma" projesi çerçevesinde 400 bin aileye 40 trilyon tutarında yakacak, 1 milyon 50 bin öğrenciye de 50'şer milyon lira para yardımında bulunulacağını açıkladı... Böyle "sosyal risk" falan gibi cafcaflı lâflar, gerçek maksadı gizlemek için kullanılır. Burada "sosyal risk"ten kastedilen halkın ayaklanıp, dükkânları yağmalaması, zenginleri ve politikacıları paralamasıdır. 

28 Eylül'de Merkez Bankası verilerine göre, krizde Türkiye'den çıkan sermaye miktarı 10.4 milyar doları buldu. Ankara Ticaret Odası, "TL'ye itibar" kampanyasından vazgeçti. ama kampanya tutmuştu bir kere. Zaman içinde dolara, dövize ilgi azaldı. 

Yine 28 Eylül'de Suudi Arabistan, topraklarında konuşlandırılmış Amerikan kuvvetlerine Bin Ladin'e karşı girişilecek operasyona katılma izni verdi. Dünya, koca Amerika'yı, Afganistan dağlarında bedevî gibi yaşayan Bin Ladin'in tehdit ettiğine inandırılmıştı! 

1 Ekim'de üç ayrı şirkete bölünen Türkiye Elektrik Üretim İletim Şirketi TEAŞ, tarihe karıştı. Aynı gün ''Türk Ticaret Bankası'nın resmi ihalesine fesat karıştırmak'' ve ''çete üyesi olmak'' suçlarından aranan Mustafa Kefeli, ABD dönüşü Atatürk Havalimanı'nda yakalandı. 

2 Ekim'de 11 Eylül saldırısından sonra sıkıntıya düşen Swissair tüm uçuşlarını durdurdu. Aynı gün Ankara DGM Başsavcılığı, Bağ-Kur'a yönelik operasyon başlattı. Operasyonda, hayali prim yatırarak çok sayıda kişinin emekli olmasını sağlayan 3'ü memur 6 kişilik bir şebeke ortaya çıkarıldı. Yolsuzluğun bini bir para!.. 

Yine 2 Ekim'de Pakistan'da düzenlenen intihar saldırısında 29 kişi öldü, 40 kişi yaralandı. Kim, neden saldırdı, anlaşılamadı. Gene Taliban'ın üzerine yıkıldı. Böylece Pakistan ABD'nin müttefiki olmaya zorlandı. Aslında Bush; Müşerref'i arayarak, "Eğer bizimle birlikte hareket etmezsen, Pakistan'ı taş devrine döndürürüm," diye atom bombası ile tehdit etmişti! 

3 Ekim'de ''Sonsuz Özgürlük'' operasyonu çerçevesinde, 30 bin Amerikan askeri Asya'nın güneybatısına konuşlandırıldı. Patavatsız Bush bir ara ağzından "Bu bir Haçlı Seferi'dir," ifadesini kaçırmış, sonra müslümanların tepkisini çekeceğini anlayınca, tevile çalışmıştı! 11 Eylül ile başlayan harekât gerçekten bir  Haçlı Seferi idi ve o tarihten sonra nice müslüman ülke saldırıya uğradı. 

4 Ekim'de Sabancı, Toyotasa'daki hisselerini 49.2 milyon dolara Toyota Motor Corp'a sattı.Aynı gün çiftçilere Ziraat Bankası borçlarını ödeme kolaylığı getirildi. Man, Neoplan'ı satın aldı. 

5 Ekim'de Belçika Havayolları Sabena konkordato ilan etti. 11 Eylül komplosunun dünya ekonomisini fena etkilediği görülmeye başladı. Aynı gün İsrail'den kalkan Rus uçağı, Karadeniz üzerinde Ukrayna füzesiyle vurularak sulara gömüldü. 78 kişi öldü. Uçak niye vuruldu, anlaşılamadı. 

7 Ekim'de saldırgan, zalim, kapitalist, emperyalist ABD'nin hiç bir şeyden haberi olmayan Afganistan'a yönelik harekatı başladı. Amerika Ortaasya petrol ve doğalgaz yataklarının kontrolünü ele geçirme operasyonunu başlatmış oldu. Bin Ladin, El Cezire TV'since yayınlanan mesajında, ABD'ye ''rahat yüzü göstermeyeceği'' tehdidini savurdu... Bu "El Cezire" televizyonu aslında bir aldatmacadır, Arap telvizyonu gibi görünür ama, CNN gibi Amerikan malıdır. Haberleri de çarpıtmadır. Daha sonra CNN'e rakip Ruslar'ın "Russia Today" ve İranlılar'ın "Press TV"si çıktı, ve Amerikan yalanlarını birer birer ortaya dökmeye başladı. 

9 Ekim'de FBI, nereden geldiği belli olmayan, ancak amacı Amerikalıları korkutup Bush'u desteklemeleri için kullanılan "şarbonlu mektup" vakalarını soruşturmaya başladı. 

10 Ekim'de TBMM Genel Kurulu, yurtdışına asker gönderme ve yurtdışından asker kabul etme konusunda hükümete yetki verilmesini öngören tezkereyi, kabul etti. Aynı gün Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ile 5 polis memurunun şehit edilmesi eylemine katıldığı belirtilen 3 tetikçinin aralarında bulunduğu 13 Hizbullah terör örgütü üyesi yakalandı. 

12 Ekim'de Nobel Edebiyat ödülü Hint kökenli İngiliz Vidiadhar Surajprasad Naipaul'e, barış ödülü BM ve genel sekreter Annan'a verildi...Bu ödüller hep siyasîdir. Hep Soljenitsin gibi ülkesine ihanet edenlere, veya reklamı yapılmak istenenlere verilir. Bir kaç yıl sonra da bizim "1,5 milyon Ermeni öldürüldü" diyen Orhan Pamuk'a verilecektir. 

14 Ekim'de Küçükçekmece İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Bürosu'na bağlı sivil polis ekibine Sefaköy'de yapılan silahlı saldırıda 2 polis memuru öldü, 1 polis memuru yaralandı. 

16 Ekim'de Tokat'ın Almus ilçesi Kadıvakfı Köyü kırsalında DHKP-C'li teröristlerle çıkan çatışmada biri astsubay 2 asker öldü. 

17 Ekim'de Nobel ekonomi ödülü, George Akerlot, Michael Spence ve  Joseph Stiglitz 'e verildi. Türkiye'yi de ziyaret etmiş olan Stiglitz, "Dünya Bankası ve IMF'nin geri kalmış ülkelerin daha da batmasına yol açtığını" dile getiren iktisatçı idi. 

Yine 17 Ekim'de İsrail Turizm Bakanı Rehavam Zeevi Kudüs'te öldürüldü. 

18 Ekim'de Garanti ile Osmanlı Bankası'nın birleşeceği açıklandı. Aynı gün işsizlik sigorta primlerinde 2002'den itibaren 1'er puanlık indirime gidildi. 

19 Ekim'de BDDK, Bankekspres ünvanının Tekfenbank olarak değiştirilmesini onayladı. Aynı gün İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Gaz Dağıtım Şirketi'nde (İGDAŞ) başlattığı operasyonda, aralarında şirket yöneticilerinin de bulunduğu 6 kişiyi gözaltına aldı. 

20 Ekim'de 17. İSEDAK toplantısı İstanbul'da gerçekleştirildi. 

21 Ekim'de Amerikan komandoları Afganistan'ın güneyine inerek işgali başlattı. 

23 Ekim'de TMSF'ye ait Türk Nippon Sigorta, Kanadalı işadamı Hussein Nuaman Soutraki'ye satıldı. Aynı gün İsrail ordusu, Zeevi'nin öldürülmesine misilleme olarak 6 Filistin kentini vurdu. 

24 Ekim'de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan ve Dönme Bakan Derviş, yaptıkları ortak açıklamada, 29 Yap-İşlet-Devret projesine (YİD) 2002 yılı sonuna kadar faaliyete geçmesi koşuluyla garanti verme şartlarını açıkladılar. Merkez Bankası süper döviz hesapları ve kredi mektuplu döviz tevdiat hesaplarında değişikliğe gitti. Devlet tahvili ve Hazine bonosu faiz gelirlerinden 50 milyar lirası vergiden istisna edildi. Böylece faizcilere gün doğdu... O tarihte Türkiye'de acaba kaç kişi faizden 50 milyar lira kazanıyordu acaba? 

Yine 24 Ekim'de Meclis'te bir konuşma yapan Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz,  Türkiye'yi dışlayan bir Avrupa, ortaçağa dönüşü simgeleyen yolda bir Hıristiyan kulübü olarak emin adımlarla ilerleyecektir." '"dedi. Bu kişi ve Hükûmet sürekli AB'nin iflâh olmaz bir HIRISTİYAN KLUBÜ olduğu intibaını ediniyorlar, ama bir türlü de Avrupa kapısından ayrılamıyorlardı. Ne zavallılık!.. 50 yıllık bir hükûmetten diğerine bulaşan bir zavallılık!.. 

Aynı gün Yargıtay, Susurluk Davası'nda eski Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ile eski MİT görevlisi Korkut Eken'in 6'şar yıl, diğer 12 sanığın da 4 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmasına ilişkin hükmü "eksik soruşturma" gerekçesiyle bozdu. 

26 Ekim'de Romanya'nın Başkenti Bükreş'te ''Meriç Operasyonu'' kapsamında yakalanan Hüseyin Saral, yargılanmak üzere Türkiye'ye getirildi. Aynı gün Eximbank kredilerini usulsüz kullandıkları gerekçesiyle Emniyet Genel Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı ile Maliye müfettişleri ''Örümcek Ağı Operasyonu'' başlattı. Operasyon kapsamında İstanbul, Gaziantep ve İçel'de yakalanan 25 kişi, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nce gözaltına alındı. 

Yine 26 Ekim'de ABD'de 11 Eylül saldırılarından sonra terör faaliyetlerine karıştıklarından şüphelenilen 952 kişi tutuklandı. Artık herkesin "burası özgür ülke" dediği Amerika'da ağzını açan kendini hapishanede bulur oldu. 

30 Ekim'de Demirbank, HSCB'ye devredildi. Dışbank, KKTC'de bulunan Kıbrıs Dış Ticaret Bankası Offshore unvanlı iştirakinin tasfiyesine karar verdi. 

31 Ekim'de Türk Telekom'un özelleştirilmesi için, Arthur Andersen danışman olarak seçildi... O tarihten bu yana bütün "danışmanlık" hizmetlerimizi gavurlar yapıyor. Onlara yüz milyonlarca dolar ücret ödeniyor. TÜRK uzmanlar işsiz geziyor. 

1 Kasım'da Çin'in Ukrayna'dan satın aldığı, ve Boğazlar'dan geçişine izin verilmediği için yaklaşık 19 ay Karadeniz'de bekleyen yüzerkütle Varyag, 5 saat 55 dakikada İstanbul Boğazı'ndan geçti. 

3 Kasım'da yıllık enfilasyon toptan eşyada yüzde 81,4, tüketici fiyatlarında da yüzde 66,5 olarak açıklandı. 

4 Kasım'da İngiltere ve ABD, terörist ilan ettikleri 25 örgütün malvarlıklarını dondurdu. 

5 Kasım'da 20 milyon liralık banknot tedavüle girdi. Aynı gün Merkez Bankası, kamu bankaları ile fon bünyesindeki bankaların gecelik borçlanma ihtiyaçlarının azaltılması çerçevesinde, 15.8 katrilyon lira tutarındaki iç borçlanma senedini 18.8 katrilyon liralık uzun vadeli senetle değiştirdi. Maliye Bakanlığı bazı ürünlerde yıl sonuna kadar KDV oranlarını yüzde 26'dan yüzde 18'e çekti. Merkez Bankası yasa gereği, bugünden itibaren, Hazine'ye kredi açmama ve avans vermeme uygulamasına geçti. Yani TÜRK Merkez Bankası, TÜRK Devleti'ne ve TÜRK Milleti'ne "yardım etmeme" kararı aldı!.. Özerklik, yani başına buyruk oluş hali işte böyle bir şeydir. Evlâdı babaya düşman eder! Haa, o yasayı kimler çıkarttı? Meclis çıkarttı ama o Meclis artık Millet'in değil, Dönme Derviş'in ve onun arkasında AB ve ABD'nin Meclisi idi. 

Yine aynı gün F tipi cezaevlerini protesto için sürdürülen ölüm oruçlarına dışarıdan destekleyenlerin kaldığı Sarıyer Küçükarmutlu'daki iki eve emniyet güçleri müdahale etti. Operasyonda 4 kişi öldü, 10 kişi de yaralandı. Zorla aç bırakılanlar kurtarıldı. 

7 Kasım'da Barmek Holding, Bakü elektrik dağıtımını 25 yıllığına aldı. Özelleştirme Asya'daki TÜRK Cumhuriyetleri'ne de bulaşmıştı. "Biz aldık," diye sevinmeyin, çoğu işletmeyi Hıristiyan Batılılar alıyordu. 

Aynı gün Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesi, eski TBMM Başkanı Mustafa Kalemli'nin de aralarında bulunduğu 23 kişi hakkında, ''Genel Kurul Salonu'nun yenilenmesi sırasında görevlerini kötüye kullandıkları'' iddiasıyla açılan davayı, Rahşah Affı uyarınca erteledi. Gördünüz mü "dürüst" Ecevit'in çıkardığı gayrıdürüst kanunlar ne işe yarıyormuş??? 

Yine 7 Kasım'da Belçika havayolları şirketi Sabena iflâsını açıkladı. 

9 Kasım'da ABD'li Textron ile Hema Endüstri arasında 50 milyon dolarlık ortaklık anlaşması imzalandı.Aynı gün TAI, tamamıyla yerli üretim olan 15 adet uzaktan kumandalı hedef uçağı Türk Silahlı Kuvvetleri'ne teslim etti. 

10 Kasım'da Afganistan'da ABD'nin desteklediği, Mesut Şah'sız Kuzey İttifakı, Taliban hâkimiyetindeki Mezar-ı Şerif kentini ele geçirdi. Aynı gün Dünya Ticaret Örgütü, Çin'i üye almayı kabul etti... Bu örgüt aslında kapitalist Hıristiyan Batı ülkelerinin bir hegemonyasıdır. Üye olmak isteyen her ülke, ilk kurucular ile karşılıklı anlaşmalar yapmak, daha doğrusu onların dikte ettiği hususları kabul etmek zorundadır. Şöyle düşünün: Beşiktaş Klubü'ne müracaat ediyorsunuz. Size diyorlar ki, "Hiç bir Beşiktaş maçını kaçırmayacksın. (Tamam) Bize şu kadar aidat vereceksin. (Tamam) Maçlara Beşiktaş forması giyerek geleceksin. (Tamam) Dükkânında Beşiktaşlılara indirim yapacaksın. (Tamam) Hiç bir Fenerbahçeli, Galatasaraylı arkadaşın olmayacak! (???) Karın Trabzonlu. O mutlak Trabzon Spor'u tutuyordur, onu boşayacaksın! (Eee, yeter be!) ... dersin de, iş Dünya Ticaret Örgütü'ne (WTO) gelince diyemiyorsun, adamın iflâhını ve de ticaretini kesiyorlar! 

11 Kasım'da kürtçü Sosyalist İktidar Partisi'nin (SİP) 6. Olağanüstü Kongresi'nde, SİP ile kürtçü Komünist Partisi birleşerek, kürtçü Türkiye Komünist Partisi'ni (TKP) kurdular. TKP Genel Başkanlığı'na Aydemir Güler getirildi. 

12 Kasım'da Aselsan Stinger füzesi üretimi için Savunma Sanayii Müsteşarlığı ile 265 milyon dolarlık sözleşme imzaladı. 

13 Kasım'da yaklaşık 7 katrilyon lira tutarındaki tasarruf için, Türkiye ile IMF arasında tedbirler paketi konusunda anlaşmaya varıldı. Kimbilir ne tavizler verildi. 

Yine 13 Kasım'da Afganistan'ın başkenti Kabil ve Herat, Amerikan operasyonunun 38. gününde düştü. 

16 Kasım'da IMF, Türkiye'ye 2002 yılında 10 milyar dolarlık ek kaynak vereceğini duyurdu. Aynı gün kamuda alınacak tasarruf önlemleri açıklandı. 

17 Kasım'da Dünya Bankası uzmanı Chibber, Ecevit'in 1970'lerden beri gevelediği Köy-kent projelerine mâlî destek vereceklerini bildirdi. Ancak bir tek Köy-Kent projesinin temeli atılabildi. Hayata geçti mi, geçmedi mi, ALLAH bilir. 

19 Kasım'da darda olan Philips Petroleum ve Conoco şirketleri birleşti. 

21 Kasım'da Anayasa'nın milletvekillerinin özlük haklarını düzenleyen 86. maddesinde değişiklik öngören yasa teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi. Böylece milletin vekili olması gerekenler, kendilerinin vekili olarak kıyak maaş, kıyak özlük hakları ve kıyak emeklilik kazanmış oldular. 

Aynı gün ABD, Bin Ladin'in kellesine 25 milyon dolar mükâfat koydu. 

22 Kasım'da Vatikan, Avustralya ve Okyanusya yerlilerinden geçmişteki hatalar için (yani yaptığı zulüm ve katliam için) özür diledi... Daha çok özür dileyeceği husus var. Hem Vatikan'ın, hem Batı Avrupa'nın, hem Amerika'nın!.. Dilemekle bitmez! 

25 Kasım'da Afganistan'da Kunduz düştü. Düşen şehirlerde halk aç ve perişan kaldı. 

26 Kasım'da TÜSİAD, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin Denktaş'ın ''uzlaşmaz'' tavrını desteklemesini doğru bulmadığını açıkladı.. Bu "türk" işadamları, TÜRK'ten çok yabancıya arka çıkarlar. Uzlaşmaz olanın Rumlar ve Yunanistan olduğunu unutup, rahmetli Denktaş'a çatarlar! Erdoğan da Başbakan olunca öyle yapmış, Denktaş'ı düşürmüş, Annan Planı ile Türkiye'yi neredeyse Kıbrıs'ı kaybetme noktasına getirmişti. Ne diyelim???.. "Rumlar seninle gurur duyuyor!.. Yunanistan seninle gurur duyuyor!" 

Aynı gün Konya'nın Karapınar ilçesi yakınlarında 4 yıl önce meydana gelen ve 49 kişinin ölmesiyle sonuçlanan trafik kazasının ardından Mercedes Benz Türk hakkında açılan dava sonuçlandı. Mahkeme, yakıt tankı tasarımının hatalı olduğu ve yangına sebebiyet verdiği gerekçesiyle 1995, 1996, 1997 ve 1998 model O 403 Mercedes otobüslerinin toplatılmasına karar verdi. Kazazede yakınları hiç bir tazminat alamadı. Mercedes'in yabancı uyruklu yöneticileri hakkındaki dava ise Rahşan Affı gereği ertelendi. Gördünüz mü "dürüst" Ecevit bilerek veya bilmeyerek kimlere hizmet etmiş, kimlerin hakkını yemiş??? 

27 Kasım'da Yağma Hasan'ın Böreği Hazine arazilerinin satışında, 92.2 trilyon lira bedelle satışa çıkarılan 12 gayrimenkulün sadece 1'i satılabildi. 

Aynı gün TBMM İdare Amiri, MHP İstanbul Milletvekili Ahmet Çakar, Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan Türk Devleti'nin Yahudiler'e zulmettiği "Salkım Hanım'ın Taneleri" filminin TRT'de yayımlanmasını eleştirerek, ''Filmin TRT'de yayınlanması tam bir skandaldır'' dedi. Ama TRT yöneticileri hakkında hiç bir işlem yapılmadı. 

Yine 27 Kasım'da Afgan aşiretlerini temsil eden delegeler, Bonn'da toplanarak Afganistan'ın siyasal geleceğini görüşmeye başladı. Delegeler, Amerikan baskı ile yeni yönetim konusunda "anlaştı". 

28 Kasım'da IMF, 3.1 milyar dolarlık kredi dilimi onayladı. Aynı gün Mason Demirel'in has yeğeni Yahya Murat Demirel, şirketlerine Halk Bankası'ndan usulsüz kredi verilmesiyle ilgili 7 sanıkla birlikte yargılandığı İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davada beraat etti. Yeğen "sütten çıkmış ak kaşık" kadar temiz ve beyazdı. 

Yine 28 Kasım'da Vietnam parlamentosu, ABD'yle ticaret anlaşmasını kabul etti. 

29 Kasım'da IMF, kamu sektöründe çalışanların sayısının azaltılması ve maaşlarda kısıntıya gidilmesi uyarısında bulundu. "Bırakın açlıktan ölsünler, sizde adam çok," dedi. 

30 Kasım'da Hükümet ile TOBB, reel sektöre destek paketi konusunda anlaştı ve paket açıklandı. Reel Sektör"ün ne olduğunu belirtmiştik. Bu şu demekti: "Şimdiye kadar hep hayalî sektör desteklendi. Biraz da gerçekten çalışıp üretenlere destek verelim." Aynı gün Toprakbank TMSF'ye devredildi. 

Yine 30 Kasım'da İsrail'de kanlı gün: İki intihar saldırısında yedi kişi öldü. İsrail, misillemeye başladı. 

1 Aralık'ta gayrımenkullerin yeniden değerleme oranı yüzde 53,2 olarak belirlendi. Yani bir ev bir önceki yıla göre yüzde 53 daha pahalı hale geldi. Aynı gün işçi ve memur sendikaları ile sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu ''Emek Platformu'' tarafından, ''uygulanan ekonomik politikayı protesto'' için Türkiye genelinde mitingler düzenlendi. 

Yine 1 Aralık'ta İsrail'de 1 ve 2 Aralık'ta 26 kişinin ölümüne yol açan intihar saldırıları düzenlendi. Filistin polisi, radikal İslamî militanlara karşı geniş çapta tutuklama başlattı. 

2 Aralık'ta TMSF, EGS Bank ve İktisat Bankası'nın mevduatını diğer bankalara devretti. 

3 Aralık'ta Başbakan Bülent Ecevit imzasıyla yayınlanan genelgede, emeklilik hakkını elde etmiş ve 50 yaşın üzerinde bulunan işçilerin her türlü yasal hakları ödenerek iş akitlerinin fesh edileceği belirtildi. 

Yine 3 Aralık'ta İsrail Başbakanı Ariel Şaron, terörizme karşı savaş açtığını açıkladı ve İsrail'e düzenlenen saldırılardan Filistin lideri Arafat'ı sorumlu tuttu. Yani bizim yapamadığımızı yaptı, Bush'un "terör" politikasından yararlandı. Aynı gün Filistin polisi, radikal İslami militanlara karşı geniş çapta tutuklama başlattı. 

4 Aralık'ta ABD, İsrail'deki 1-2 Aralık saldırılarının sorumluluğunu üstlenen Hamas'la bağlantılı örgütlerin malvarlığını dondurdu. İsrail, saldırılara misillemede bulundu. 3 füze, Arafat'ın bürosunun yakınına düştü. 

5 Aralık'ta Almanya'da yapılan Afganistan görüşmelerinde bir başbakan ve bakanlar kurulunu içeren geçici yönetim onaylandı. Afganistan yönetimi, Afganistan dışında işbaşına getirildi!.. Aynı gün Filistin polisi, Hamas'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'i ev hapsine aldı. 

6 Aralık'ta emekli olacakların sayısının hedeflenen rakamın üzerinde olmasından dolayı, resen emeklilik uygulamasına gerek kalmayacağı görüşüne varıldı. 

7 Aralık'ta BDDK, İktisat Bankası'nın kapatılması kararına vardı. Aynı gün Cumhurbaşkanı Sezer, aile hayatında köklü değişiklikler içeren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'u onayladı. Geçen yıl ''Çevik Kuvvet Yürüyüşü''ne katılan 30 polise verilen ''Meslekten ihraç'' cezası, daha önce suç işlemedikleri için, ''24 ay kıdem durdurma'' cezasına çevrildi 

Yine 7 Aralık'ta Afganistan'daki Taliban güçleri, direndikleri son yer olan Kahdahar'ı kaybetti. Artık ülke zalim Amerikalıların insafına kalmıştı. 

10 Aralık'ta Sanayi üretiminin Ekim ayında yüzde 13.5 oranında gerilediği açıklandı. 

11 Aralık'ta FIAT, 5 yıllık CEO'su Roberto Testore'yi başarısız sayarak görevden aldı. Dünyadaki 18 fabrikasını kapatacağını açıkladı. Aynı gün Hazine ihalesinde faiz yüzde 74'ün altına indi. Doğuş Grubu, Tansaş ve Makro Market'i birleştirme kararı aldı. Aynı gün Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun, Susurluk Davası'nda 8. Ceza Dairesi'nin, ''eksik soruşturma'' gerekçesiyle verdiği bozma kararına yaptığı itirazı kabul etti. Böylece İbrahim Şahin ile Korkut Eken'in 6'şar yıl, diğer 12 sanığın da 4 yıl ağır hapis cezası kesinleşti. 

12 Aralık'ta Almanya, ''kara ses'' olarak bilinen Cemalettin Kaplan'ın cezaevinde bulunan oğlu Metin Kaplan tarafından yönetilen İslami Cemaat ve Cemiyetleri Birliği (İCCB) ile derneğin 19 yan kuruluşunun faaliyetlerini yasakladı. Türkiye'de de kısa bir süre sonra  kokoreç, işkembe, kelle paça  gibi yiyecekler satılamayacağı açıklandı. Çünkü Avrupa Birliği ülkelerinde sakatatın insan sağlığına zararlı olduğu gerekçesiyle satılması ve yenilmesi yasak. TÜRKİYE'yi de her ne olursa olsun, AB'ye sokmaya çalıştıklarına göre, bu kuralı uygulaması gerekiyor... 

Bu gavurlar sakatat yemezler de, onca sakatatı, öldürdükleri hayvanın iç organlarını ve kanını ne yaparlar, biliyor musunuz?.. Hayvan yemine katarlar!.. Tavuklara kan yedirirler! İneğin sakatatını yine ineğe yedirirlerdi!.. İşte bu yüzden yamyamlaşan ineklerde "deli dana" hastalığı görüldü ve bu uygulamadan vazgeçildi. Şimdi onca sakatatı ne yaptıkları bilinmiyor! 

13 Aralık'ta Hazine Akdeniz Sigorta'nın sözleşme yetkisini kaldırdı. Akbank, Akhayat'ın yüzde 70,52'sine ortak oldu. Aynı gün BDDK, Demirbank'ın HSCB ile, Osmanlı Bankası'nın da Garanti Bankası ile birleşmesini onayladı. TMSF, McKinsey ile danışmanlık hizmeti sözleşmesi imzaladı. 

13 Aralık'ta İsrail, Filistin lideri Arafat'la tüm ilişkileri kestiğini açıkladı. ABD, 11 Eylül saldırılarıyla ilgili olarak kanıt olduğunu açıkladığı Usame Bin Ladin'in konuşmalarının yer aldığı video kaseti kamuoyuna açıkladı.Böylece Afganistan işgaline sözümona meşruiyet kazandırmış oldu. Aynı gün ABD Başkanı Bush, Anti Balistik Füze Anlaşması'ndan (ABM) çekildiğini açıkladı. Yani istediği gibi nükleer füze ve bomba üretebilecek. Yine aynı gün Hindistan parlamentosuna saldırı düzenlendi, 5'i saldırgan 12 kişi öldü. Kim saldırdı, niye saldırdı, anlaşılamadı. Amaç Hindistan'ı da Bush'un terör harekatına katmak idi. 

14 Aralık'ta Yeni ekonomik program ve ek kaynak konusunda IMF ile uzlaşmaya varıldı. Aynı gün Amerikan deniz piyadeleri, Kandahar havaalanının kontrolünü ele geçirdi. 

15 Aralık'ta Çimentaş, 227 milyon dolara İtalyanlara satıldı. 

16 Aralık'ta Amerikan baskısı altındaki Afgan aşiret liderleri, 9 haftalık kuşatmanın ardından El Kaide militanlarına karşı zaferlerini ilan ettiler, ancak Usame Bin Ladin'in nerede olduğu belirlenemedi. Aynı gün Filistin lideri Arafat, yelkenleri suya indirdi. İsrail'e yönelik intihar saldırılarının ve diğer eylemlerin durdurulması çağrısında bulundu, saldırıyı gerçekleştiren militanların tutuklanacağını açıkladı. 

17 Aralık'ta yoksul Haiti'de darbe girişimi oldu. Silahlı kişilerin başarısız eyleminde 8 kişi öldü. 

19 Aralık'ta Kabil'e en az 3 bin kişiden oluşacak uluslararası güç konuşlandırılması için BM Güvenlik Konseyi onay verdi. "Domuzlar Diktatoryası" diye bilinen Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve Güvenlik Konseyi hep ABD hegemonyası altındadır. Bilhassa Sosyalist Blok'un yıkılmasından sonra (1991) artık ona karşı çıkacak güç kalmamıştır. Bu bakımdan isteyen de, onaylayan da ABD'nin kendisidir. 

Aynı gün Arjantin'de isyan çıktı: Başta başkent olmak üzere birçok kentte ekonomik bunalım yüzünden patlayan olaylarda 20 kişi öldü. 

20 Aralık'ta Savcı Kadri Söğütlüoğlu, DYP Şanlıurfa Milletvekili Fevzi Şıhanlıoğlu'nun ölümüyle ilgili olarak ''kastın aşılması suretiyle adam öldürme'' suçlamasıyla yargılanan MHP milletvekilleri Mehmet Kundakçı ve Cahit Tekelioğlu'nun beraatlerini istedi. Şıhanoğlu TBMM'de itiş-kakış sınasında ölmüştü. Söğütlüoğlu, esas hakkındaki mütalaasında, ''Şıhanlıoğlu'nun kalp rahatsızlığı nedeniyle öldüğünün anlaşıldığını'' belirtti. 

Aynı gün Arjantin Devlet Başkanı Fernando de la Rua istifa etti. 

22 Aralık'ta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu, Kubilay'ın şehit edilişinin 71. yılı dolayısıyla yayınladığı mesajda, geçmişte olduğu gibi bugün de din istismarcılarının varlıklarını ve bozgunculuklarını devam ettirdiklerini belirterek, ''Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki; Türk Silahlı Kuvvetleri laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal düzenini irticai, bölücü ve yıkıcı her türlü tehdide karşı korumaya kararlıdır'' dedi. 28 Şubat süreci sürüyordu. Bu süreç başa din istirmarcısı Tayyip Erdoğan ile ipartisi AKP'yi iktidara taşıyacaktı! 

28 Aralık'ta BDDK, Kentbank ve Etibank'ı kapattı. Bankaların maceralarını yukarıda anlatmıştık. 

9 CU  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,


...