TANSU ÇİLLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TANSU ÇİLLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Temmuz 2016 Çarşamba

28 ŞUBATA GİDEN YOL İLE 15 TEMMUZA GİDEN YOL AYNI OLSA GEREK BÖLÜM 1




28 ŞUBATA GİDEN YOL  İLE 15 TEMMUZA GİDEN YOL AYNI OLSA GEREK.. BÖLÜM 1




TÜRKİYE  CUMHURİYETİ SİYASİ TARİHİMİZDEKİ GELİŞMELERİ HATIRLAYALIM..


Türkiye'deki demokrasinin dördüncü kez asker tarafından sekteye uğradığı ve tarihe 'post-modern darbe' diye geçen sürecin öncesi ve sonrasında yaşananlar. 




Motorlu birliğin Sincan'dan geçişini askeri makamlar 'olağan bir tatbikat' olarak değerlendirmişti. [AA]
Türkiye'de son askeri müdahale, 1997'de Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller hükümetinin silahlı kuvvetler tarafından tarafından istifaya zorlanmasıyla yaşandı. Cumhuriyet siyasi tarihinde geçmiş üç örneğin aksine bu sefer askerler yönetime bizzat el koymadı. Bunun yerine medya üzerinden bir savaş verildi. Askerlerin hükümeti görevden zorla almaması 28 Şubat'ın "post-modern darbe" olarak anılmasına yol açtı. Askerlerin deyimiyle " Demokrasiye Balans ayarı " yapıldı.

Özellikle 1990'larda Türkiye'deki karmaşık sosyal ve siyasal atmosfer 28 Şubat'a giden yolu büyük ölçüde etkiledi.

Bu dönemde laik aydınlara yönelik suikastlar faili meçhul kalmış, 1993'te Alevi etkinliği sırasında düzenlenen ve 33 kişinin öldüğü Sivas Katliamı da eklenince, toplumun laik kesiminde 'irtica geliyor' tepkisi yükselmişti.

Ekonomideki zorluklar, 1994'ün başında krize dönüşmüştü. 26 Ocak 1994'de Türk Lirası yüzde 13,6 devalüe edilmiş, faizler aşırı yükselmiş, '5 Nisan Kararları' olarak bilinen ağır ekonomik tedbirler açıklanmıştı.

PKK'nın tırmandırdığı silahlı eylemlerde verilen kayıplar toplumda rahatsızlık yaratıyordu.

Siyasi tabloda ise, merkez sağ parti Doğru Yol Partisi (DYP) ve iktidar ortağı Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) yolsuzluk skandallarıyla hızla yıpranıyordu. Dönemin başbakanı Tansu Çiller'in ABD'deki malvarlığı, SHP'nin de İstanbul Belediyesi'nin klor ihalelerindeki yolsuzlukla ortaya çıkan İSKİ skandalı ile başı dertteydi. Devlet iştiraki Emlakbank Genel Müdürü Engin Civan'ın silahlı saldırıya uğramasıyla sonuçlanan rüşvet skandalı da, toplumun siyasi partilere güvenini sarsmaya devam ediyordu.

Bu ortamda Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi (RP), farklı bir söylemle istikrarlı bir yükseliş içindeydi. Bu yükselişin sonucu ise, 1994 yerel seçimlerinde ortaya çıktı.
1994
27 Mart
Refah Partisi, bir önceki yerel seçime kıyasla oy oranını yüzde 19,14'e çıkarırken, 15 büyükşehir belediyesinin 5'ini kazandı. Bunlar arasında İstanbul ve Ankara da vardı. Dini motifli muhafazakar sağın cumhuriyet tarihinde ilk defa bu denli oy alması beklenen bir gelişme değildi. Refah Partisi'nin özellikle büyük şehirlerdeki başarılı seçim çalışmasını takip edenler içinse sonuç son derece normaldi.
13 Nisan
RP Genel Başkanı, yerel seçimden iki hafta sonra meclisteki grup toplantısında partisine yönelik tepkileri ve laiklik yürüyüşlerini eleştirirken çok tartışılacak cümleler kurdu: " Refah Partisi iktidara gelecek, Adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, tatlı mı olacak, kanlı mı olacak? " sözleri, partisi hakkında 1997'de açılan davanın iddianamesinde de yer aldı.
1995
12 Mart
Türkiye 1994 yılını, PKK saldırıları, irtica tartışmaları ve ekonomik krizin ağır tahribatıyla geçirdi. Irak'ın kuzeyindeki PKK hedeflerine yönelik sınır ötesi harekat da bu yılın önemli dönüm noktalarından biri oldu. 
27 Aralık
Genel seçimler, 28 Şubat sürecinin hedefindeki Refah Partisi'nin başarısıyla sonuçlandı. Parti, oyların yüzde 21,37'sini kazanarak sandıktan birinci çıktı. Türk siyasi tarihinde 1969'dan bu yana var olan Milli Görüş hareketi, ilk kez hükümeti kurma hakkı elde etti.
Ancak sonuç, hükümet krizini de beraberinde getirdi. Hükümeti kurma görevini alan Necmettin Erbakan, koalisyon için görüştüğü partilerden destek bulamadı ve görevi iade etti. Siyasi kulislerde, bir yanda pazarlıkların dönüşümlü başbakanlıkta tıkandığı, diğer yanda ise askerlerin parti liderlerine Erbakan ile hükümet kurmamaları yönünde baskı yaptığı iddiaları konuşuldu.
Cumhurbaşkanı, hükümeti kurmak için seçimlerden ikinci sırada çıkan DYP'nin lideri Tansu Çiller'i görevlendirdi. Çiller'in de başarısız olması sonucu görev Mesut Yılmaz'a verildi. Ordu, hükümet görüşmelerinde RP'yi dışarda tutmak istiyordu.
Hükümet krizi sürerken, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Meclis Başkanı Mustafa Kalemli'yi telefonla aradı. Refah Partisi'nin olası koalisyonunundan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi: "Bu koalisyon kurulursa, çok üzüleceğimiz olaylardan endişelenirim. Bunu önlemenin bir yolu varsa üstünüze düşeni yapın" dedi. Karadayı, bu görüşlerini Tansu Çiller'e de bizzat iletti. Seçim öncesi birbirleri ile sert polemiklere giren Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz bu baskılar üzerine hükümet üzerinde uzlaştı.

Mesut Yılmaz başbakanlığındaki 53. Hükümet 6 Mart 1996'da güvenoyu aldı. Ancak sadece 3 ay iktidarda kalabildi. Refah Partisi'nin iki parti liderleri hakkında verdiği Yüce Divan önergeleri, Çiller ve Yılmaz'ı karşı karşıya getirdi. Refah Partisi'nin Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvuru kabul edildi ve hükümetin almış olduğu güvenoyu geçersiz kaldı. 

1996

28 Haziran 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini bir kez daha Necmettin Erbakan'a verdi. DYP ile masaya oturan Erbakan, uzun pazarlıklar sonucu kendi başbakanlığında, Refah-Yol hükümeti olarak bilinen, RP-DYP koalisyonu kuruldu. 8 Temmuz'da güvenoyu alan hükümette liderler ikişer yıllığına dönüşümlü başbakanlık yapacaktı.

DYP'nin içinde de gerilime yol açan Refah-Yol koalisyonundan en çok askerler rahatsız oldu. Bu konudaki rahatsızlıklarını, diyalogları olan siyasetçilerle bir araya geldikleri vakit açıkça dile getiriyorlardı.

2-7 Ekim

28 Şubat sürecinde Erbakan hükümetini eleştirilerin odağına yerleştiren konulardan biri, Başbakan Erbakan'ın Mısır, Libya ve Nijerya'yı kapsayan dış ziyaretleriydi. Libya ziyaretindeki amaç, Türk müteahhitlerin bir türlü alamadığı ödemeleri Libya'dan tahsil etmekti.

Ziyarette, dönemin Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi'nin Türkiye hakkında söylediği cümleler, Türkiye'de fırtınalar kopardı. Tepkinin hedefinde, o sözler üzerine 'çadır bedevisi' yakıştırması yapılan Kaddafi'den çok, gerekli cevabı verememekle suçlanan Erbakan vardı.

Kaddafi, bir çadırda ağırladığı Necmettin Erbakan'ın yanında Türkiye'nin Kürtlere soykırım yaptığını ima eden suçlamalar dile getirdi. "Ortadoğu'daki güneşin altında Kürt milleti de yerini almalıdır. Kürdistan kurulmalıdır. Ayrıca Türkiye'nin uyguladığı dış politikadan genel olarak memnun değiliz. Çünkü düşmanımız olan siyonist İsrail'le ilişki içindesiniz. Türkiye iradesini kaybetmiştir, işgal altındadır" sözlerini sarf etti.









Erbakan'ın Libya ziyaretinde Kaddafi'nin söylediği sözler Türkiye'de büyük bir tepkiyle karşılanmıştı. [AA]

Türk basınında " Kaddafi'den fırça " başlığıyla duyurulan sözlere karşılık Erbakan, "Libya ile Türkiye kardeş ülkedir. Teröristler bilhassa Kürt kardeşlerimizi katlediyor. Bunların temel zihniyeti ateist ve komünist zihniyettir. Kökleri dış kaynaklıdır" yanıtı verdi.

Ancak bu yanıt yeterli bulunmadı ve koalisyon ortağı dahil bütün siyasi liderler Erbakan'a sert eleştiriler yöneltti. 

22 Ekim

Erbakan, tepkilere rağmen İslam dünyası ile işbirliği projelerini gündemde tutmayı sürdürdü. İslam ortak pazarı için G-7'ye karşı, D-8'ler grubunu kurma projesini için harekete geçti, İslam dinarı, İslam NATO gücü gibi öneriler gündeme getirdi.

Bülent Arınç yıllar sonra Erbakan'ın bu tavrı için "Yani eline bir madeni para alıp, İslam Dinarı diye göstermesi, İslam Ortak Pazarı, İslam NATO Gücü, İslam Barış Kuvvetleri, D-8'leri bir başkasına alternatif olarak ortaya koyması, belki ilerde kendince doğru sayılabilecek çalışmalardı. Ama bunları duydukça insanların tüyleri diken diken oluyordu. Biz kendi meselelerimizi anlatamaz oluyorduk" dedi.

3 Kasım: Susurluk Kazası

Balıkesir'in Susurluk ilçesinde meydana gelen trafik kazası, Türkiye'de derin devlet yapılanmasını ortaya çıkardı. Bir kamyonun altına giren Mercedes marka otomobilin içinde DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, 'Mehmet Özbay' sahte kimliğini taşıyan devletin yıllardır kırmızı bültenle aradığı 'Reis' lakaplı Abdullah Çatlı ve polis okulu müdürü Hüseyin Kocadağ vardı. Kazada ölen Çatlı'nın kullandığı Bucak'a ait aracın bagajından çok sayıda silah ve sahte pasaport ile kimlikler çıktı.
"Devlet-Mafya Kolkola" başlığıyla manşetlere taşınan olay Türkiye'nin en büyük skandallarından biri olarak tarihteki yerini aldı.
Skandal, koalisyonun ortağı DYP'ye uzanmıştı. Ancak Başbakan Erbakan, art arda çıkan devlet-mafya-siyaset ilişkileriyle ilgili suçlamaları, 'fasa fiso' diye tanımladı. Karanlık ilişkilerin aydınlatılması amacıyla Türkiye çapında başlatılan 'sürekli aydınlık için bir dakika karanlık' eylemi için de dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan "Mum söndü oynuyorlar" dedi.
Refah Partisi, kamuoyundaki rahatsızlığı dikkate almazken, Meclis'te oluşturulan Susurluk Komisyonu, kirli ilişkilerin orduya kadar uzandığı iddiasını araştırıyordu. Komisyon, Jandarma Komutanı ve eski MİT Müsteşarı Teoman Koman ve eski Genel Kurmay Başkanı Necdet Üruğ'un da dinlenmesini istedi. Ancak, Koman ve Üruğ çağrıyı reddetti. 
Genelkurmay'dan da, "Susurluk çetesinin TSK ile ilgisi yoktur" yanıtı geldi.
Batı Çalışma Grubu
Asker, 1996'nın ikinci yarısında Refah Partisi iktidarına karşı büyük bir psikolojik savaş başlattı. Batı Çalışma Grubu (BÇG) adı altında bir oluşumla, Refah Partisi'nin tüm faaliyetleri izlemeye alındı. Askeri ve sivil bürokraside fişlemeler başladı. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları geri planda görünürken, iki isim, Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ve Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak süreci bizzat yürüttü. BÇG'nin beyni ise, Erbakan'ın Yüksek Askeri Şura toplantısı komutanlara verdiği ve içki servisinin olmadığı yemekte, rakı isteyerek uygulamayı protesto eden Deniz Kuvvetleri komutanı Güven Erkaya'ydı. 
10 Kasım
Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yıldönümündeki etkinlikler, askerle Refah Partisi arasında yeni bir krizi başlattı. Kayseri'nin RP'li Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, Refah Partisi İl Divan Toplantısı'ndaki konuşmasında, Türkiye'de henüz gerçek demokrasinin olmadığını, hakim güçlerin herkesi kendi görüşleri doğrultusunda hareket etmeye zorladığını söyledi.
Karatepe, "Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. Belki başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur" dedi. Karatepe bu konuşması nedeniyle 1 yıl hapis ve 420.000 lira ağır para cezasına mahkum edildi, belediyedeki makamından oldu.

10 Kasım'da tartışma yaratan olaylardan biri de, İstanbul Sultanbeyli'de, 2. Zırlı Tugay Komutanı Doğu Silahçıoğlu'nun, RP'li belediye başkanı ile girdiği heykel polemiği sonrası, caddeye bir Atatürk büstü koydurması oldu.
1997

7 Ocak

Koalisyon hükümetini zorlayan konulardan biri de, Doğru Yol Partisi'nden istifalardı. Refah Partisi ile koalisyona devam edilmemesini isteyen bazı vekiller partilerinden istifa etti. İstifacılar Demokrat Türkiye Partisi adı altında birleştiler. 

9 Ocak

Hükümet ortaklarının imzaladığı bir genelge ile, Başbakanlık Kriz Masası Kuruldu. Yönetmeliğe göre, herhangi bir kriz durumunda, başbakanın yetkileri MGK genel sekreterine devredilecekti. Kriz tanımı içinse, "terör olayları, kanunsuz grev lokavt ve işi bırakma eylemlerinden, doğal afetlere" kadar geniş bir alan bırakılmıştı.

Yönetmelikle, askerler kamu kurumları ile doğrudan temas kurmaya başladı.
Askerler bir yandan ana akım medyayı brifinglerle ve doğrudan temaslarla yönlendiriyor. Televizyon kanallarına, Refah Partili bazı isimlerin, laiklik ve cumhuriyet aleyhine ifadelerini içeren konuşmaları servis ediliyordu. Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, Hasan Mezarcı gibi isimlerin konuşmaları, toplumdaki laiklik hassasiyetini iyice artırmıştı. 




11 Ocak: Tarikat liderlerine iftar


Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık resmi konutunda, çeşitli din adamlarına iftar yemeği verdi. Yemeğe, bazı dini cemaat liderleri de davetliydi. Sarıkları ve cübbeleriyle yemeğe gelen isimler medyada geniş yer buldu. "Tarikat liderlerine başbakanlıkta iftar" başlıklarıyla basına yansıyan yemek, askerle hükümet arasındaki ilişkilerin iyice gerilemesine neden oldu.

Erbakan'ın Başbakanlık resmi konutunda din adamlarına verdiği yemek büyük tepki toplamıştı. [AA]
16 Ocak 

CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve 33 milletvekili, Başbakan Erbakan'ın Başbakanlık Konutu'nda çeşitli tarikat liderlerine verdiği yemek hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu.
17 Ocak 

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Genelkurmay Başkanlığı'nda askerlerden brifing aldı. Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan açıklamada, Demirel'in Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'dan "Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili çeşitli konularda bilgi aldığı" belirtildi. 
26 Ocak 
Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanları, Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'nda, 3 gün süren olağanüstü şûrâda bir araya geldi. 
28 Ocak 
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısından sonra yapılan açıklamada, "bölücü ve yıkıcı akımlara karşı mücadele" kararlılığı vurgulandı. 
28 Ocak 
Danıştay 12. Dairesi, Bakanlar Kurulu'nun, memurların çalışma saatlerinin Ramazan ayına göre düzenlenmesini öngören kararnamesini durdurdu. Danıştay, kararnameyi anayasanın laikliği düzenleyen maddelerine aykırı buldu.

31 Ocak 

Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Sönmez Köksal, Süleyman Demirel'i ziyaret ederek, Taksim Meydanı'na cami yapılmasından, başörtüsü meselesine, Ramazan mesaisinden, kurban derilerinin nereye bağışlanacağına kadar gündemi oluşturan konuları görüştü.








****





4 Mayıs 2015 Pazartesi

DP’NİN SORUNLARI VE TARİHİ SORUMLULUKLARI,




DP’NİN SORUNLARI VE TARİHİ SORUMLULUKLARI

30 NISAN 2012 PAZARTESI

D(y)P'ye uyarı ve armağan!..

DEMOKRAT PARTİ’NİN SORUNLARI VE TARİHİ SORUMLULUKLARI
Mustafa Nevruz SINACI



          









  7 Ocak 1946’da kurulan, 14 Mayıs 1950 “Beyaz İhtilâl ve Milli Demokrasi Bayramı” ile muktedir olarak; Necip Türk Milleti tarafından “bütün engel, hile ve hain tuzaklara rağmen” devlet idaresine millet iradesini taşıdığı için; 27 Mayıs 1960 günü kanlı, kalleş ve hain bir tertiple arkadan vurularak, hiddetle ve şeametle iktidarı gasp ve irtikap edilen, tarihi ve kadim Demokrat Parti; 52 yıldır zımnen iktidar, hükümet ve hikmetin gerçek hak sahibidir.
            Bu tarihi, hakiki ve fiili duruma rağmen; günümüzde adeta bir şov, örtülü şaibe simsarlığı ve furyaya dönüşmüş “sözde darbe, cunta ve sultaların sorgulanıp, yargılanması” sürecinde henüz 27 Mayıs gündeme bile gelmemiştir. Oysa 27 Mayıs, darbelerin anası, yarım asırdır artarak sürüp gelen anarşi, terör-tedhiş, yolsuzluk, yalan-talan, soygun ve vurgunun ağa babasıdır. Bu hıyanet, hain suç ve şeamet sorgulanmadan, yargılanmadan ve maşeri vicdan müsterih kılınmadan; Vaki ve kain bilumum sorgulama ve yargılamalar sonuçsuz kalmaya mahkumdur.    
            Ancak, bu süreci başlatmakla sorumlu, mağdur ve müdahil D(y)P suskun, pasif, korkak; Adeta onursuz ve sorumsuz bir haldedir. Halbuki, şu an için terkip ettiği DP+AP+DYP+ANAP = Demokrat Parti sentezinde mutlak mes’uliyet vardır. Zira bahusus dört “gelenek” partisini toplam hükümet dönemi 30 yılı mücavir olup; Bunun farkında, fevkinde ve idrakinde olmayan öz’de değil, sözde DP’liler mutlaka cahil, gafil, aptal ve yahut siyaset simsarı, misyon taciridir.             
BİLMEYENLER İÇİN BİLDİREYİM:
Yeniden açıldıktan sonra, pek çok badire, dahili-harici müdahale, darp, vesayet, cunta ve sulta kıskacına rağmen ruhlanan, istikamet tutturan tarihi, hakiki ve kadim DP’nin 19. sıra sayılı (pazara düşürülmeden önceki) son 10.uncu olağanüstü Büyük Kongresi 08 Mayıs 2005 tarihinde, Ankara,  Balgat Ziyabey Caddesindeki Genel Merkez salonunda ifa ve icra edildi. Pazarlamacı ve peşkeşçi ‘siyaset simsarı-misyon taciri’ sözde başkan Yaşar Aydın ve Ömer Yıldırım; alıcı ANAP adına simsar Erkan Mumcu ile şeriki Mehmet Ağar!..
            Yani, Demokrat Parti’nin DYP tarafından gasp ve ANAP tarafından ikinci kez, (hukuk ve ahlâka) aykırı pazarlanmasını müteakip aldığı (bize göre D(y)P olduğu) ad ile vaki ilk olağanüstü kongre: 11., sonraki dönem ilk olağan kongre ise: 10. olmak zorundadır. Çünkü son olağan DP kongresinin sıra sayısı 9’dur. 25 Kasım 2001’de yapılmış olup; Truva atlarının dahliyle İ. Melih Gökçek’e kapıların açıldığı meş’um kongrenin divan başkanı ise arkadaş Musa Çomoğlu’dur.
            Lâkin bakın şu samimiyetsizliğe ki; Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar şürekası ile başlayan süreçte silsile-i meratibe asla uyulmamış; Orijinal Tüzük ve Program çöpe atılmış, 46 ruh, dava ve misyonunun ilzamı olan “başparmağı açık ‘Yeter!.. Söz Milletindir..anlamına gelen’ Sağ El” amblem olmaktan çıkartılmıştır. Vakıa, tarihi ve kadim Demokrat Parti şimdi işgal, intihal, gasp ve tasallut altındadır. Hakiki, samimi mensupları cebren ve hile ile kapı dışarı edilmiştir. Partinin manevi şahsiyeti, değer ve potansiyeli sömürülmekte, tarihi dava istismar edilmektedir.   
   
DİKKAT ETMEK, SAMİMİ VE SADIK OLMAK GEREK!..











            
Demokrat Parti; 1923 kurucu Cumhuriyet, Türk İnkılâbı ve Atatürk İlkeleri’nin en hakiki siyasi mabedi; TBMM’nin mana ve misyonu anlamına gelen ve varlık nedeni: “millet iradesinin, devlet idaresinde ‘kayıtsız – şartsız’ hâkimiyet” ideali; Kadim DP’nin vücut bulma sebebidir. DP bizatihi gelenek, siyasette faziletin gerçek yolu, adı, ayinesi, izi ve çizgisidir. Bunu idrakten azade olanlar asla Demokrat Partili olamazlar… 
          DAHASI VAR!..
            Demokrat Parti, Atatürk’ün 1936 -1937 programını hayat vermiştir. Başarıları Atatürk’ün zamanı ile eştir. Her iki dönem de Türkiye, tüm dünyayı şaşırtan muazzam başarılara imza atmış, sürekli ilerlemiş; Demokrasi, eşitlik-adalet ve hukukta çağdaş medeniyet düzeyini aşmış; Sanayi-ticaret, bilim-teknoloji, endüstri ve milli kalkınmada çok büyük merhaleler kat etmiştir.
Atatürk ve Menderes zamanları, Türkiye’nin Asr-ı Saadet dönemleridir.  
Türkiye, O’nların zamanında dünya devletleri arasında ileri ve üstün yerlerdedir.
            Oysa Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı 1938 ve 27 Mayıs kalkışmasının vuku bulduğu 1960’dan sonra; Türk Milleti ve Cumhuriyetin birikimleri kısa sürede, onursuzca, hovardaca ve sorumsuzca peşkeş çekilmiş;. Adalet, hukuk ve ahlâka aykırı olarak hunharca harcanmış; çok kısa bir sürede ülkemiz ile dönem itibarıyla kısmen refahı yakalamış halkımız, tekrar fakirlik, yokluk, yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk ve pahalılığın pençesine atılmıştır.   


   
           










SEBEBİ VAR!...
            Bunun başta gelen sebebi: Demokrat Parti’nin yokluğu ve Demokrat Partililerin namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu, demokrat vatandaşlardan mürekkep olması nedeniyle (1946 -50) tam bir azim, irade, fazilet ve kararlılıkla yürüttükleri; Milli değer ve devletin ilkelerine sahip çıkma anlamı taşıyan fazilet mücadelesidir. Birinci Cumhuriyet dönemi nasıl ak ve berrak ise Demokrat Parti dönemi de, aynı şekilde billur gibi parlak, şeffaf ve temizdir.
Kaldı ki; Tarihi ve kadim Demokrat Parti, demokrasi uğruna şehit vermiş; Millete halel gelmesin, vatandaş helâk olmasın, memleket tarumar edilmesin diye kerhen rıza gösterdiği isyan ve mel’un isyancılar tarafından organize çadır tiyatrolarında bile hesap vermekten kaçınmamıştır. Her ne kadar bu rezilliğe duçar oldu iseler de; 1960 sonrası kamu meclisince aklanmış ve iade-i itibara mazhar olmuşlardır. O’nların mâşeri vicdandaki müstesna yerleri, aziz hatıraları, eser ve hizmetleri ise, ebediyen hürmetle, şükran ve muhabbetle anılacak kadar eşsizdir.
Başta Aziz Atatürk olmak üzere, hepsinin mübarek ve muazzez ruhları şâd olsun…   

      
            BU NEDENLE!..








  









          Eğer memlekette hırsızlık, yolsuzluk, terör-tedhiş, işsizlik ve pahalılık varsa; Hükümetler ülkeyi bir vergi/sömürü cehennemi ve suçlu cenneti haline getirebilmişlerse: Orada, 1923 – 1938 dönemi kadim Halk Partili ve hakiki Demokrat Partili (namuslu, dürüst, demokrat, ilkeli, onurlu ve sorumlu vatandaş) yok veya kalmamış, kökleri kurutulmuş ve bitirilmiş demektir. Özellikle ve bihassa; Her kim olursa olsun, “gelenek” çizgisinde yer alan Demokrat Parti’de görev almışsa ve “Demokrat Parti” çizgisinden bir siyasi-hukuki teşekkül varsa!..

Mezkür, müesses ve  munzam Demokrat Parti:  















Tarihi, kadim Demokrat Parti’nin bütün değer, esas ve ilkelerini yaşatmanın yanı sıra:  
            1. Her kademe ve her derece teşkilâtında bir “izleme komitesi” ve genel merkezde “gölge kabine” kurmak, icraatı saniyen takip etmek; Zuhuru halinde bütün haksızlık, yalan-talan, görevi kötüye kullanma, yolsuzluk, kanunsuzluk, ihmal ve suiistimalleri Cumhuriyet Savcılıkları, Yargı ve halka taşımak;, Özenle takip etmek, sonuçlandırmak, milletin ve devletin namusunu, mülkünü, tapusunu, Cumhuriyetin eser, birikim ve hizmetlerini korumak, kollamak;...  
            2. Sadece yaşayan “malûl ve maznun” prostatlı insan müsveddelerini değil; Bütün sebep- sonuç ilişkisi içinde yol açtığı felâketler, maddi-manevi zararlar dâhil olmak üzere 27 Mayıs’ın tüm ayrıntılarıyla sorgulanması, Kamu Vicdanı, Yüce Türk Mahkemeleri, Hak ve Adalet önünde yargılanmasını sağlamak; Cebren ve hile ile gasp ve irtikap edilmiş iktidarını geri almak;..
            3. Velev ki, Türk Milleti’nin maruz, duçar ve muhatap kaldığı işsizlik, yolsuzluk, haksız ve hukuksuz muamelât; Hakkaniyet ve adalet sınırlarını aşan vergi; Haddini, hududunu tecavüz eden “hayati mal ve hizmet” fiyatları; Devlet, siyaset ve matbuat ricalinin haksız gasp, irtikap ve istimalini;, Milli ve milletlerarası siyasette (varsa) vaki onursuzluk, sorumsuzluk, milli değerleme ve mütekabiliyete aykırılıkların tespiti, teyakkuzla takibi ve millet lehine tertibi;
            4. Demokrat Parti için ‘TBMM içi’ veya ‘TBMM dışı’ diye bir mefhum tanımamak;. Her ahval ve şeraitte sadece millet için var olmak, bizatihi millet olmak;, Varlığında asla ve kesinlikle sulta-cunta, emanet-vesayet gibi insanlık dışı, alçakça, haince, şerefsizce oluşum, iddia, ilzam ve despotluk-diktatörlük, şeflik, liderlik gibi hafifmeşrepliklere asla müsaade etmemek; Vicdanı hür, irfanı hür, özgür bilim ve adalet şiarından asla taviz vermemek;
            5. Ve nihayet, (6 Mayıs 2012 tarihli Kongrede) meşum Truva atı’nı ebediyen defederek; “Yeter!.. Söz Milletindir.” anlamına gelen “başparmağı açık sağ el” i baştan beri olması gereken yere yükselterek, büyük Türk Milleti’ne “Baba Ocağına dön” ve aslına rücu et daveti çıkarmak.
            6. Nihayet; Yeter Söz Milletindir!...Diyerek, “tek ve yegâne muhalefet partisi” sıfatını üstlenip, siyasette fazilet mücadelesine başlamak; Derhal bir gölge kabine kurup “Türk Milleti Adına” hükümetin bütün icraat ve faaliyetlerini takip etmek” zorunda ve durumundadır.
            7. Aksi takdirde malum ve mahut D(y)P sıfatını haiz marjinal at, insanlık dışı eşgüdüm ve tamah ile malul, aciz ve mukallit, şahsiyetsiz siyasi mevta durumuna düşecektir..
            "Evet, YETER!... SÖZ MİLLETİNDİR.." Biline!.   

http://mns06.blogspot.com.tr/2012/07/dpnin-sorunlari-ve-tarihi.html?showComment=1430729783683#c5924609129788232759

..