Recai Kutan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Recai Kutan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2016 Cumartesi

Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları BÖLÜM - 2



Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları  BÖLÜM - 2



ASLAN BULUT
09.11.2010

Şevket Kazan, 'Milli Görüş Hareketi’nde meydana gelen ayrışmaların perde arkası'ndaki olayları anlatıyor...


Boyuna Amerika ile fakslaşıyorlar

Abdullah Gül’ün danışmanı Murat Mercan’ın sekreteri, Amerika ile yapılan Abdullah Gül ile ilgili fakslaşmayı, Şevket Kazan’a haber verince işinden kovuldu Gazeteci Yavuz Selim’in 'Milli Görüş Hareketindeki Ayrışmaların Perde Arkası: Yol Ayırımı' kitabında Şevket Kazan anlatıyor:


-Abdullah Gül, hiçbir zaman Refah Partisi için çalışmadı. Hep kendisi için çalıştı. Erbakan Hoca, Abdullah Gül’e Politik Araştırma Merkezi diye bir merkez kurdurmuştu. Dış ilişkilerden sorumluydu ya, Refah Partisi’ni Avrupa’ya, elçiliklere tanıtacağı yerde, sadece kendisini tanıttı. Danışmanı olan Murat Mercan, ki aynı zamanda Melih Gökçek’in danışmanıydı, Amerika’ya boyuna fakslar gönderiyormuş. Oradan da boyuna fakslar geliyormuş. Sekreteri de bir hanım kız. Bu hanım kızın annesi de benim hanımın arkadaşı. Annesine anlatmış, 'Böyle böyle, bunlar devamlı Amerika ile fakslaşıyorlar, hep Abdullah Gül’ün propagandasını yapıyorlar' demiş. Hanım da bana söyledi. Ben de 'Belki yanlış tespit etmiştir. Öyle bir şey varsa, bir gün o fakslardan bir tanesinin fotokopisini alsın, sana getirsin, ben de göreyim' dedim. Kızı yakalıyorlar ve işine son veriyorlar. Şimdi Amerika’da kendisini tanıtan bir kitap bastırmış...


Refahyol Hükümeti’nde, Türk Cumhuriyetleri’nden Sorumlu Devlet Bakanlığını biz almıştık. Gül, Türk Cumhuriyetlerine bir tek seyahat yapmıştır, o kadar. Aklı, fikri Amerika’daydı. Bir de Amerikan Elçiliği’nde ne vardı, bilmiyorum, oradan hiç çıkmazdı!

Bana 'Tayyip Erdoğan’ın bu gizli çalışmalarını daha önce hiç fark etmediniz mi!' diye sordular... Anlattım, 'Evet, fark ettim' dedim... Milli Selamet Partisi zamanında, Korkut Bey olayında Tayyip Bey, Korkut Bey ile birlikte hareket etmişti. Ama o zaman gençti!


Bülent Arınç da Erbakan Hoca’nın arkasından konuşmuş, iki şey söylemiş. Ben sadece birini söyleyeceğim, diğerini söylemeyeceğim. 'Lider dediğin Özal gibi olur. O şortla askeri teftiş etti. Hayatta olsa gider onun şortunu öperdim' demiş. Bir lider böyle mi değerlendirilir? Şu Irak’taki harekat sırasında Türkiye’yi İslâm dünyasına düşman haline getiren hareketlerin başındaki lider Özal değil miydi? Türkiye’yi bu faiz batağına sokan yolun buldozeri Turgut Özal değil miydi? Türkiye’yi IMF’ye teslim eden Turgut Özal değil miydi? Türkiye’yi bugün kalkınamaz hale getiren, bu yolları açan, bütün bunların müsebbibi Özal değil mi? Türkiye’yi batıran Özal değil mi?


Tayyip Erdoğan’ın eski bir konuşma kasedini getirmişlerdi, kasette konuşuyor, hanımla evde oturduk, dinliyoruz. Hanım şahittir, Allah da şahittir. Yerimden kalktım, 'Yahu, işte sen busun, Niçin ’Değiştim’diyorsun oğlum! Niye ’Ben buyum’demiyorsun?' diye haykırdım. Hayır hayır, bunun aklını Abdullah Gül çeldi. Tabii kendisine yol açmak için.

Lütfü Esengün anlatıyor:


-Biz hükümetteyken, İran, Afganistan ile ilgili bir konferans düzenlemişti Tahran’da, 29 Ekim 1996’da... Abdullah Bey, Velayeti’nin davetine rağmen, o konferansa gitmedi. Başbakanımız Erbakan Hoca, o konferansta Türkiye’yi temsilen beni görevlendirdi. İran ile Amerikan münasebetleri 1996’da çok gergindi. Dolayısıyla Amerika’nın gözünden düşmemek isteyen bir politikacının, herhalde İran’da bir konferansa katılmaması gerekirdi. Sebebini sonradan öğrendik; Abdullah Bey’in o konferansa katılmaktan imtina etmesi, Amerika ile olan münasebetlerine bir halel gelmemesi içinmiş. Abdullah Bey’de böyle endişeler eskiden beri vardı.


-Bu arkadaşların bizden ayrılmalarını ben 1978 kongresine, o kongre öncesi Korkut Özal’ın yaptığı faaliyete kadar götürüyorum, ki gerçek de budur. Bu arkadaşların büyük kısmı önce Korkut Bey’le başlayıp, sonra Turgut Özal ile devam eden Özalcılık cereyanına mensuptur Tayyip Bey ile de Abdullah Gül ile de İsmail Kahraman ile de Birlik Vakfı’nda beraber olduğu daha birçok isimle de Korkut Bey’in her zaman çok yakın münasebeti olmuştur.
Bu yenilikçi hareketin en önde gelen ismi, İsmail Kahraman’dır. Bu işi organize eden, başını çeken, ama hiçbir zaman önde görünmeyen, hep perde arkasında kalmayı beceren İsmail Kahraman’dır, Birlik Vakfı’dır, Birlik Vakfı mensuplarıdır, Azmi Ateş’tir. 

Süleyman Arif Emre anlatıyor: Tayyip Bey, böyle kişilerin etkisi altında, onlar tarafından tahrik edile edile bu noktaya itilmiştir. Bu aslında ne ideolojik bir harekettir ne başka bir şey. Bu, basit bir şahsi hizipçilik hareketidir. İnsanların doğuştan bir karakteri varsa, o kolay kolay değişmez, değiştirilemez. Mesela, Hz. Peygamber Efendimiz, Ebu Zerr Gıfari hazretlerine buyuruyor ki, 'Ya Ebu Zerr, sen sakın ha, iki üç kişi varsa bile lider olma, çünkü zayıf-ül kalpsin, tesir altında kalırsın.' Onun için değişmez... İyilere rast gelirse, iyilik üretilir; çevresini kötülerin alması  halinde, kriz veya bölünme üretilir.

Recai Kutan anlatıyor:


-AKP’deki arkadaşlarımız, teslimiyetçi bir anlayış içerisindedirler. IMF’cilerle, Dünya Bankası ile ilişki içinde olmak ayrı bir şeydir, onların telkinlerine ve empozelerine açık olmak ayrı şeydir...





Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi’nden fahri doktora ünvanını aldığı gün üniversitenin bahçesinde kızı ve eşiyle birlikte yukarıdaki hatıra fotoğrafını çektirmişti.

Gül, CFR’ye ev sahipliği yapıyor! 

Abdullah Gül, 2003 yılı Haziran ayında gizli dünya devletinin gizli hükümeti olarak bilinen CFR’nin Ankara toplantısına ev sahiplği yaptı. 

1921’de Yahudi finansör Cecile Rhodes’in kurduğu CFR’nin bugünkü 10 yöneticisinden ikisi Rockefeller ve Henry Kissinger... BM’yi, Dünya Bankası’nı, IMF’yi ve Dünya Ticaret Örgütü’nü de kuran CFR’nin asıl hedefi, dünyadaki bütün önemli kaynaklara sahip olarak tek dünya devletini kurmak. CFR, sadece Amerika’da değil bir çok ülkede kabineleri belirleyebilen bir güce sahip
Abdullah Gül, CFR üyelerine Ankara’da bir yemek verdi. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (SAM) ev sahipliğini yaptığı yemek, Ankara Palas Devlet Konukevi’nde gerçekleşti. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, gizli dünya devleti girişiminin beyin takımı olduğu ortaya çıkan Dış İlişkiler Konseyi CFR’nin toplantılarına 1997 yılında da katıldığı öğrenildi. 

Abdullah Gül’ün Refah Partisi üyesi, RP-DYP koalisyon hükümetinin Devlet Bakanı olarak, 26 Şubat 1997’de New York’ta CFR’nin 'Yuvarlak Masa Toplantısı'na katıldığı anlaşıldı. Abdullah Gül’ün katıldığı toplantının konusu 'Refah Partisi ve Türkiye’nin Dış Politikası' olarak belirlenmişti.  Bu toplantıyı, eski 'influence agent'lardan Matthew Nimitz yönetmişti! CFR (Council of Foreign Relations) I. Dünya Savaşı sonrası, 1921’de kuruldu. CFR bir Amerikan kurumu değildir. ’Güney Afrika Elmas Kraliçesi’olarak ünlenen Cecile Rhodes, Britanya İmparatorluğu’nun dünya egemenliğini sürdürmek için, 1910’larda 'Yuvarlak Masa' toplantıları düzenlemeye başladı. ABD ve İngiltere’nin üst tabakalarının dünya egemenliğini sürdürme çalışmaları böylece bir eşgüdüme kavuşmuştur.  Yuvarlak masa gruplarının düzenleyicisi Cecile Rhodes, çalışmaların sürdürülmesi için bir servet bırakmıştır. Clinton da Rhodes bursuna uygun görülenler arasındadır. Clinton’un yanısıra Türkiye’ye sık getirilip, 'demokrasi' ve 'ahlak' dersi verdirtilen Elliot Levitas ve NED yöneticilerinden Richard Lugar da Rhodes burslularındandır. CFR’ciler Türkiye’ye geldiler, gördüler, görüştüler, gittiler... Programı organize eden CFR’ci Ronald Asmus, 'Toplantılarımıza katılanlardan pek çok kişi şimdi ülkelerinde önemli görevler üstlenmiş durumda' dedi.
Nevzat Yalçıntaş Exeter Şatosu’nda beyin fırtınasına neden katıldı? 
İngiltere’de bir Exeter Üniversitesi vardır. İngiliz Üniversiteleri arasında 'Kürt Araştırmaları Enstitüsü' olan tek yüksek öğretim kurumudur. Exeter Üniversitesi’nde ayrıca Arap ve İslâmi Araştırmalar Enstitüsü de bulunuyor! Başında, Abdullah Gül’e fahri doktora unvanı veren Tim Niblock vardır. 
İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü Exeter Üniversitesi’nde eğitim görür. Ayrıca Arap ve İslâm Dünyası ile Kürtler hakkında uzmanlaşması gereken İngiliz ajanlar da bu üniversitenin hocaları tarafından eğitilir. Üniversite yayınlarında, Irak’ın kuzeyinden 'Irak Kürdistanı' diye söz edilir. Green Peace (Yeşil Barış) örgütü de Exeter Üniversitesi’nde bir laboratuvar sahibidir! 

Exeter Üniversitesi’nden mezun olan veya doktorasını burada yapan kişileri, daha sonra özellikle İslâm ülkelerinde önemli ekonomik ve siyasi kuruluşların başında veya devlet görevlerinde görmek mümkündür. Mesela İslâm Kalkınma Bankası’nın bütün önemli yöneticileri Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans veya doktora yapmıştır! Tabii buraya gönderilecek öğrencileri de kendi ülkelerindeki 'İslâmi kuruluşlar' seçer! 

İngiliz tarihinde kullanılan işkence aletlerinden biri 'Exeter Dükünün Kızı' olarak anılır.  
İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş  seneler önce İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın kendisini Londra’ya ve güneye Exeter Şatosuna davet ettiğini, burada medyanın demokrasiyi tahrip etmesi üzerine bir beyin fırtınasına katıldığını bir Meclis konuşmasında açıklamıştır.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi’nde iki yıl eğitim-öğretim görmüştür. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da Abdullah Gül’ün bu üniversiteden arkadaşıdır! 

Abdullah Gül’ün daha sonra siyasi hayatında kullanacağı özgeçmişe göre Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Sebahattin Zaim gibi hocalarının teşviki ve sağladıkları Milli Kültür Vakfı bursu ile 1976-1978 yıllarında Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe ile birlikte İngiltere’ye gönderilmiştir. Ancak bu bursun gerçekte Milli Kültür Vakfı Bursu değil, Amerikan Dışişleri Bakanlığı bursu olduğunu Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra biz ortaya çıkaracaktık. (Son bölümde bu konuyu tekrar ele alacağız.)
Gül, İngiltere’de İslâm ülkelerinde ileride görev alacak olan doktora öğrencileri ile sıkı bir arkadaşlık kurmuştur. Dönüşte Sebahattin Zaim’in daveti ile Sakarya Üniversitesi’nde görev almıştır. Doktora tezi, 'Türkiye ile İslâm Ülkeleri Arasındaki Ekonomik İlişkilerin Gelişimi' başlığını taşır. Tez hocası ise Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’tır! 

Abdullah Gül, 12 Eylül’den birkaç gün sonra evinden alınıp götürülür ve İstanbul’da Metris Askeri Cezaevi’ne kapatılır! 

Çıktıktan bir süre sonra merkezi Cidde’de olan ve 48 İslâm Ülkesinin üye olduğu İslâm Kalkınma Bankası’nda diğer Exeter mezunu arkadaşları ile birlikte ekonomi uzmanı olarak görev alır. 

İslâm Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğu, Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yapmıştır. Harry Potter serisinin yazarı Joanne Rowling, Exeter Üniversitesi’nde, Fransızca ve klasik edebiyatlar okumuştur! 

Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Tutulmaz Exeter Üniversitesi’nde kamu yönetimi yüksek lisansı yapmıştır.  
Exeter Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ian Markham’ın 'Said Nursî’nin başarısı: Hakikat ve Hoşgörü' başlıklı bir makalesi vardır! Yani bu üniversite 'dinlerarası diyalog'un kurgulanmasında da vardır. 

Markham, Exeter’de ilahiyat dalında öğretim görevlisidir. 

İçişleri Bakanlığı, birçok kaymakam adayını Milli Güvenlik Akademisi eğitiminden sonra Exeter Üniversitesi’ne göndermiş ve burada dil eğitimi almasını sağlamıştır. Halen Türkiye’de, özellikle Güneydoğu ilçelerinde görev yapan birçok kaymakam ve vali yardımcısı Exeter’de doktora yapmıştır! 
Yüksek yargı organlarından da tetkik hakimleri Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimine gönderilmektedir! 
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Abdullah Gül, görüldüğü gibi özellikle ABD ve İngiltere’nin derin devleti ile yakın ilişkiler içinde olan bir kişidir.





..

Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları BÖLÜM --1




Abdullah Gül'ün Şövalyelik Sırları  BÖLÜM -1



ASLAN BULUT
09.11.2010


Amerika ve İngiltere Abdullah Gül’den yana


İngiltere’nin Chatham House kuruluşu Çanakkale Boğazı’nın işgal edildiği gün Abdullah Gül’e ödül veriyor. CFR ise Tayyip Erdoğan’ı gözden çıkardı...
Bugün 9 Kasım 2010! İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “Chatham House” yani Kraliyet Uluslararası İlişkiler ödülü veriyor. Kraliçe 2008’de de Gül’e Büyük Şövalye nişanı vermişti. 

Ödülü veren kuruluşun, Sevr Antlaşması’nın hazırlanmasında katkısı olması bir tarafa, 9 Kasım tarihinin İngilizler için bir anlamı var. Kendi incelemelerimiz ve değerlendirmelerimize geçmeden, olayı izah eden ki önemli yazıdan bahsederek başlayalım...

Müyesser Yıldız, odatv.com.’daki yazısında bu konuyu incelerken şu bilgileri verdi: 

“Chatham House, nesmen 1920 yılında kuruldu. İlk yöneticileri de Paris Barış Konferansı, açıkçası Sevr’i hazırlayan ekipten şu iki isimdi; İngiliz Propaganda Bakanlığı’dan Robert Cecil ve siyasi-istihbarat bölümünden Orta Doğu uzmanı, halen Ermeni soykırım iftiralarına dayanak yapılan Mavi Kitap’ın editörü Arnold J. Toynbee...

Chatham House’dan 1 yıl sonra ABD’de de CFR-Dış İlişkiler Konseyi kurulur. CFR için, ‘Chatham House’ın kızkardeşi’ denir.. 

9 Kasım’ın İngilizler için ne anlamı var?

Chatham House ödülünün sponsorlarının, ‘İngiliz ve ABD petrol şirketleri, BAT (British-American Tobacco) ve bazı finans kuruluşları’ olduğunu da vurguladıktan sonra bir başka noktaya geçelim. 9 Kasım’ı mercek altına alalım. Ne tesadüf; Sevr’in çağdaş versiyonlarını, ‘demokrasi, hak ve özgürlükler’ kılıfıyla önümüze koyan AB’nin 2010 İlerleme Raporu da o gün açıklanacak!.. Bakalım hangi yeni dayatmalar, pardon ‘reformlar’ gelecek?!..

Ancak bugünün, neredeyse Chatham House’la yaşıt tarihi bir önemi daha var.
9 Kasım 1918, İngilizlerin Çanakkale Boğazı’nı işgali ve dahi İskenderun’la, Antakya’ya asker çıkardığı gündür!..” 

BM Genel Sekreterliği ve Cumhurbaşkanlığı

Açık İstihbarat sitesinde yayınlanan konu ile ilgili incelemede ise mesele İngiltere ve Amerika açısından ele alındı.

İngiliz devletinin Abdullah Gül’e yönelik özel teveccühü bilinir.
Kraliçe II Elizabeth, kendisini 2 yıl önce İstanbul Boğazı’nda demirlettiği İngiliz donanmasına ait HMS İllustrious savaş gemisinde “huzura” çağırmış, Abdullah Gül de “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” sıfatı ile bu davete anında icabet etmişti. (İstanbul’un işgali sırasında aynı yere demirleyen İngiliz gemisinin adı da HMS idi) 

Abdullah Gül, egemen bir ülkenin Cumhurbaşkanı olarak bu davetin sembolik değerini önemsemedi ve eşini yanına alarak Kraliçe Elizabeth’in huzuruna çıktı...
“Majestelerinin” mesajı bununla da kalmadı. 

İngiltere’ye önemli hizmetler yapmış, “adanmış kişilere” takılan “Knight Grand Cross of the Order of the Bath” nişanını Gül’ün yakasına kendi elleriyle taktı ki bu nişan, üç kraliyet tacı ve “Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk” ifadesini hatırlatan güneş sembollerinden oluşmaktadır.



‘Cumhurbaşkanlığından uzak dur’ mesajı...

İşte bu İngiliz devleti, bu Abdullah Gül’ü bugünlerde yine onore etmeye çalışmakla meşgûl.

(...)  2012 yılında yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı seçimi için Tayyip Erdoğan niyetini açıkça ortaya koymuşken, Abdullah Gül bu konuda nasıl bir tavır içinde olacağına ilişkin henüz renk vermedi. 

Ancak, gerek görev süresinin tartışmalı hale gelmesinden, gerek ‘Başkanlık sistemi’ tartışmalarından son derece rahatsız olduğunu değişik vesilelerle bildirdi. 

Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı konusundaki heveskârlığını açıkça belli ettiği sırada, birileri Abdullah Gül’ün ‘BM Genel Sekreterliğine getirileceği’ söylentisini ortaya attı. 
Vadedilen makam ne kadar prestijli olursa olsun, bu ‘görev dağılımı’ belli ki ne Abdullah Gül’ün, ne de kendisini Exeter Üniversitesi’nde yetiştirip şövalye nişanı takmış olan İngiltere’nin hoşuna gitti! Böyle bir görev önermesi ile Gül’e “Cumhurbaşkanlığı’ndan uzak dur” mesajı veriliyordu çünkü...

ABD ve İngiltere kimi istiyor?

İşte Chatham House bu gelişmeden sonra devreye girdi ve Irak, Kıbrıs, Ermenistan” gibi zorlama gerekçelerle (ki mutlaka Türk Milleti’nin bilmediği katkıları da olmuştur) Abdullah Gül’e ödül verilmesi kararlaştırıldı.  
Londra’da yaşanan bu gelişmeler, kuşkusuz Tayyip Erdoğan-Cemaat-Washington cephesinden de dikkatle izlendi. 
2 Kasım 2010 tarihli Zaman gazetesinde Abdülhamit Bilici, “Obama Erdoğan’a Küstü mü?”başlıklı bir yazı kaleme aldı. 
Washington’da Tayyip Erdoğan’a karşı bir hoşnutsuzluğun yükselmeye başladığına dikkat çeken Bilici, ‘İlk ikili ziyaretine Türkiye’den başlayarak önemli bir jest yapan Obama’nın hayal kırıklığı yaşadığını, hatta Başbakan Erdoğan’a kızgın olduğunu söyleyenler olduğu gibi, bugünlerde Washington’daki favori ismin Cumhurbaşkanı Gül olduğunu dillendirenler de var’” diye yazdı. 

Murat Yalçıntaş ve Ergenekon

Şu bir gerçek ki Washington ve Londra, 2012’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri ile sizlerden ve bizlerden daha yakın ilgileniyor...
Bir soru da şu:
Abdullah Gül’e yakınlığı ile bilinen Ankara Emniyet Müdürü’nün bir süre önce tutuklanmasının ve yine Gül’ün Exeter Üniversitesi’nden ‘ekol arkadaşı’ olan Nevzat Yalçıntaş’ın oğlu Murat Yalçıntaş’ın bir rüşvet olayı iddiasıyla tutuklanmasının...
Gül’ün uzun Ergenekon tutukluluklarına itiraz etmeye başlamasının...
Washington ve Londra merkezli bu süreçlerle ve de Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik güç savaşlarıyla ilişkisi var mıdır?” 

Milli Görüş hareketindeki ayrışmaların perde arkası

Gazeteci Yavuz Selim’in”Milli Görüş Hareketindeki Ayrışmaların Perde Arkası: Yol Ayırımı” kitabında ise ilginç bilgiler veriliyordu: 
Hani Tayyip Erdoğan, Bozüyük’teki köşkte Halis Toprak ile de görüşmüştü ya. Meğer ilişkiler çok eskilere dayanıyormuş... Halis Bey, Erbakan Hoca’ya da nüfuz etmiş birisiymiş... 

Bülent Arınç, Fazilet Partisi’ndeyken aday listelerinin nasıl hazırlandığını anlatıyor:
-Kimisi Halis Toprak’ı devreye soktu, Balgat kanalından listenin başına geçti. Kimisi Melih Gökçek kanalından geldi, listenin başına geçti!

Mehmet Bekaroğlu anlatıyor:

-Daha Refah Partisi kapanmadan Talat Halman, Fazilet Partisi kapanmadan da Güneri Civaoğlu, Milliyet gazetelerinde yazdıkları makalelerinde, Milli Görüş partilerinin kapatılmasının yetmeyeceğini, mutlaka bölünmesi gerektiğini söylediler; hatta nasıl bölüneceğini de ifade ettiler. Güneri Civaoğlu, 24 Eylül 1998 tarihli yazısında, bölünme konusunda Sayın Erdoğan’a bir misyon da yüklemektedir. Nitekim gelişmeler bu doğrultuda oldu. Bölünme, öngörüldüğü gibi bir proje olarak adım adım gerçekleşti.

SP Genel Başkanı

Recai Kutan anlatıyor:
-Abdullah Gül, FP döneminde Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısıydı. Dolayısıyla, özellikle dış ülkelerin temsilcilikleriyle, elçilikleriyle en yakın ilişkide olan bir arkadaş idi. Sonradan aldığımız intiba o ki, Gül’e karşı özel bir ilgileri ve sempatileri varmış. Bunu daha sonraları çeşitli vesilelerle gördük. Bizimle beraber çalıştığı dönemde bu durumdan herhangi bir gocunmamız da olmamıştır. Fakat sonradan Amerikalı makamların, “Acaba hangi isim bizimle en iyi uzlaşma halinde olabilir” diye özellikle seçim yaptıklarını ve Gül’e özel bir ilgi gösterdiklerini hissettik. 

G. Fuller  ile gizlice görüştü

Peki nereden geliyor Abdullah Gül’ün İngiltere ile bunca sıkı fıkılığı? Tarihçesine kendi incelemelerimizi hatırlatarak bir göz atalım. 
1995 yılında İstanbul’da bir Kafkaslar Toplantısı düzenlenmişti! Toplantıda gazeteci olarak bulunuyordum. Ünlü CIA görevlisi Graham Fuller de oradaydı. Kendisinden bir röportaj talebim oldu, kabul etmedi. 
Ertesi gün, Yenişafak gazetesinde Graham Fuller ile yapılmış bir röportaj çıktı! Bunun üzerine istihbarat servisleri ile diyaloğu iyi olan bir muhabire görev verdim. Graham Fuller, konferanstan ayrıldıktan sonra nereye gitmiş ve kimlerle görüşmüştü? Bunu araştırmasını istedim. Kısa bir süre sonra bilgi geldi: Graham Fuller, Topkapı’daki Yenişafak gazetesine gitmiş, röportajdan sonra o zaman gazetenin üst katında bulunan Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda Abdullah Gül ile görüşmüştü!  
Yıllar sonra bu durumu Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a “Neden böyle oldu? Bu kadrolar, nasıl böyle birdenbire değişim gösterdi? Siz, hepsinin hocası olarak onların bu değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorduğumda şu cevabı aldım: 
“Bu arada önemli husus şudur: Maya çok mühim bir şey. Mayasız ekmek olmaz. O cevher sizde yoksa, ekmeği yapamazsınız.” 
DSP’nin çökertilmesi sırasında Abdullah Gül ABD’de idi. İki kişiyle görüştü: CFR’nin beyni Morton Abramowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Mark Grossman!
Tayyip Erdoğan da daha RP Beyoğlu İlçe Başkanı iken, Morton Abramowitz ile görüşmüş ve CIA’nın önemli şeflerinden Graham Fuller ile temasa geçmişti. Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens ve CIA görevlisi Kenny Bob ile de görüşüyordu! 
312-2’den aldığı cezanın onanmasından bir gün sonra 28 Eylül 1998’de, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, Tayyip Erdoğan’ı makamında ziyaret ederek, “Bu tür gelişmeler, Türkiye demokrasisine olan güveni azaltır” demiş ve Erdoğan’a destek vermişti!  
Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan ile görüştüğü de basına yansıdı. Erdoğan’ın “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği de alenen yazıldı tekzip de edilmedi.   
Abdullah Gül de bir taraftan İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi veriyordu!  
Londra Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Türkiye Uzmanı Dr. Andrew Mango, Abdullah Gül’ün sık sık ABD ve İngiltere’ye giderek görüşmeler yaptığını açıklıyordu! 
CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda Türkiye’de artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve “ılımlı İslâm”a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürüyordu! Fuller, “Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağı ve Yenilikçi Hareketin ılımlı İslâma liderlik yapacağı”nı söylüyordu! 

Sonunda, dediği gibi de oldu. Tayyip Erdoğan gayrimeşru bir ara seçimle TBMM’ye sokuldu, AKP’nin başına getirildi. Bu arada kendisine Abdullah Gül vekalet etti. AKP’nin parti programı, yerel yönetimlere otonomi vermeyi öneren gizli bir CFR memorandumundan aynen kopyalanıp hazırlanmıştı. AKP, CFR’nin verdiği gizli programla kurulmuştu! Bunu yayınladığımız halde yargı organları harekete geçmedi! 




..

26 Eylül 2016 Pazartesi

Başbakan Erdoğan’ın üç büyük halifesi kimdi?




Başbakan Erdoğan’ın üç büyük halifesi kimdi? Cemaat bu işe çok şaşıracak…


22 Ocak 2014, 16:37
Başbakan Erdoğan’ın en büyük halifesi Mevlana Halid-i Bağdadi’dir.
Çünkü kendileri “Mevlana” mahlasını kullanan Halid-i Bağdadi’ye bağlı Türkiye’de dört büyük Nakşibendi tekkesinden biri olan Gümüşhanevi Tekkesi’ne bağlıdır.
Gümüşhanevi Tekkesi: Kurucusu Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi’dir. Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Recai Kutan, Ömer Dinçer, Bülent Arınç, Kemal Unakıtan, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül gibi onlarca siyasi isim bu tekkedendir.
Said-i Kürdi (Nursi) Van’da Nakşibendi Arvasi tekkesinde eğitim almıştır[1].
 Başbakan Erdoğan’ın diğer iki büyük halifesi ise Şeyh 1’nci Abdusselam Barzani ile Seyit Taha’dır…
Önce Nakşibendiliğe bir bakalım…
Nakşibendilik Türk. Kurucusu da Türk’tür:
“Nakşibendi, 1300’lü yıllarda Buhara kenti yakınlarındaki Kasrı Arifan’ın Nakşibent köyünden Mehmet Bahattin-ül-Üveys-ül Nakşibendi adlı bir Türk’ün öncülüğünde kurulan bir İslam tarikatıdır” [2].
 Konumuz açısından bizi de yakından ilgilendiren Nakşibendiliğin Halidiye koludur. 
Halidiye Cemaati Nakşibendi miydi?
 Bu soruya, Halidiye Risalesi bakınız nasıl bir cevap veriyor;
“Halid, Nakşibendi yolunun esaslarına sadık kalmış, icazet almış olduğu diğer Kadiriyye, Çiştiyye, Seühverdiyye ve Kübreviyye yolunun bir takım esasları ile Nakşibendi esaslarını birleştirerek Halidiye kolunun esaslarını belirlemiştir.”[3]
Bu çerçevede, Halidiye kolunun, başta kurulmuş ve Türkler arasında önemli bir yer almış olan Nakşibendi Tarikatı olduğunu söylemek çok zor, bu Nakşibendiliğin dışında ayrı bir dini yapılanma olarak görülebiliyor.
 Bu bilgileri bir yana koyalım, devam edelim…
Mevlana Halid Hindistan’a gider ve  Abdullah Dıhlevi’den icazet alır. Nakşibendiliğin Son Halifesi Abdullah Dıhlevi hazretleri der ki;
“Hz. Mevlana Halid, memleketinden yüce Nakşibendi tarikatı için, bu fakirin yanına geldi… Bundan sonra taliplerin terbiyesine seçilmiş biri olarak kendisine halifelik icazeti verdim. Yine Kadiriyye, Çiştiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye gibi tarikatlarından da icazet verdim. Bu tarikatlarda onun eli benim elimdir ve o benim vekilimdir. Benim pirlerimin halifesidir.”[4]
Süleymaniyeli Halid, beş tarikat bir yana, benzer inanç öğretilerinin de tek vekili tayin edilmiştir, üstelik on ayda…
 Araştırmacı yazar Soner Yalçın Halid’in tekkelerini sayıyor:
“Günümüzde, Mevlana Halid-i Bağdadi Nakşibendi’nin Türkiye’de dört büyük tekkesi var, bunlar; Gümüşhanevi, İsmet Efendi, Kelami ve Kaşgari tekkesidir 1925 isyanını çıkaran Şeyh Said, Said-i Kürdi( Nursi) Van’da, Nakşibendi Arvasi Tekkesi’nde eğitim almıştır. Bu ana dört kol dışında, Erzincan’daki Abdurrahim Reyhani’den, Adıyaman’daki Mehmet Raşit Erol’a kadar onlarca Halid-i Bağdadi tekkeleri vardır[5].
 Mevlana Halid-i Bağdadi’yi biraz olsun tanıdık yani Başbakan’ın en büyük halifesini…
Şimdi diğer iki Halife’ye bakalım…
Şeyh Halid’in ilk halifesi Şeyh 1’nci Abdusselam Barzani’dir yani Mesud Barzani’nin dedesi. Şeyh Barzani kuzey Irak’taki Barzan köyündendir.
İkinci Halifesi Seyit Taha’dır.
Seyit Taha, Hakkari Şemdinli ilçesi Nehri(Bağlar) köyündendir.
Seyit Taha Türk değildir, Kürt değildir. Peki kimdi?
 
1880 Kürt isyanını çıkartan Şeyh Ubeydullah Seyit Taha’nın oğludur. Ubeydullah’ın oğlu ise Seyit Abdulkadir. Ama oğlu diyor ki “Ben Kürt değilim”, işte belgesi;
 “Abdulgani Geylani ahvadındanım. Aslen Kürt değilim, Kürdistan’da yerleşmişim”[6]…
Oğlu Kürt değilse, demek ki babası da değil.Peki, Kürt olmayan biri nasıl olmuştu da Kürt isyanı çıkarmıştı?
 Bu soru aklımızda dursun, şimdi Tahazadelere bir bakalım…
Tahazade Ubeydullah 1880’de Osmanlı isyan etti. İsyan bastırıldı, Girit’e sürgün edildi.
Tahazade Ubeydullah oğlu Seyit Abdulkadir 1908-1918 arasında adının başında Kürt ve Kürtçe olan tüm örgütleri ya o kurdu ya da o yönetti.
 Abdulkadir, 1920 Koçgiri isyanını çıkardı, isyan bastırıldı.
Abdulkadir 1925 Şeyh Sait isyanını destekledi, yakalandı, yargılandı ve idama mahkum edildi.
Abdulkadir kardeşi Şeyh Abdullah 1925 Şemdinli isyanını çıkardı, isyan bastırıldı, o ise kaçtı.
İşte Başbakan Erdoğan’ın ikinci büyük halifesi olan Seyit Taha oğullarının yaptıkları bunlar…
 Geçelim Barzanilere…
Şeyh Abdusselam Mesud Barzani’nin dedesidir. Barzan tekkesini işletir.
Halid-i Nakşibendi’nin sadık bir kuludur, üstelik halifesidir.
Ailesi, bu Şeyh’i Mehdi ilan eder;
“Seyyid Taha’nın oğlu ve yeni şeyhi Ubeydullah, “Abdüsselâm ve müritlerinin delirdiklerini, şeytanın kurbanları olduğunu” ileri sürerek, ona savaş açtı. Şeyhlerinin yenilmesine rağmen Abdüsselâm’ın müritleri onu mehdi ilan ettiler.”[7]
 Mesud Barzani Seyit Taha-Şeyh 1’nci Abdusselam’ın halifeliklerini şöyle açıklıyor;
“Mevlana Halid Nakşibendi, tekkelere yaptığı ziyaretlerden birinde Barzan Tekkesi’ne uğrar ve Şeyh 1’nci Abdulselam’ı halifesi olarak atar.  Barzan medresesi bir Halid-i Bağdadi Nakşibendi okuluna dönüşür. Ve birlikte, daha sonra Mevlana Halid’in halifelerinden biri olacak Seyyid Taha’yı ziyaret ederler”[8].
 Devam edelim…
Şeyh Muhammed Şeyh 1’nci Abdusselam’ın oğludur yani Mesud Barzani’nin dedesi.
Tarihçi Ahmet Uçar’ın araştırmalarına göre, Şeyh Muhammed Barzanilerin ikinci mehdisiydi. Uçar,” İkinci Barzan Mehdisi” tezini Rus Kürdoloğ Bazil Nikin’e dayandırıyor. Rus Kürdolog  Nikin’e göre Barzaniler şudur;
“Bundan sonra o da babası 1’nci Abdüsselâm gibi mehdiliğini ilân etti. Mehdiliğini ilân etmekle kalmadı, Musul’a ve dolayısıyla Osmanlı’ya “cihad-ı mukaddes”(!) ilân etti. Mehdiliğini ve cihad çağrısını kabul etmeyenleri acı bir son, feci ölümler bekliyordu. Zibar aşireti liderlerinden Molla Perisey’in başına gelenler korkunç ve tüyler ürpertici idi. Molla parça-parça edilerek öldürülmüş, bu parçalar oyulmuş yaşlı bir ceviz ağacının gövdesine konarak yakılmıştı. 
Barzanîlere bağlı Becil Şeyhi Nehrili Şeyh Muhammed Sıddık’a yazdığı bir mektupta, “Burada adlarını bile ağza almak istemediğim bu rezil aşiretin ve bu kötü ruhlu ailenin bana ettikleri namussuzca işler, onur kırıcı işler de var ayrıca. Burada senin tarafsız kararını istiyorum. Bilirsin ki, onlar Kur’an-ı Kerim’e bile acımamış ve onun sayfalarını çöpe atmışlardır. Benim mescidimi kirletmişlerdir” diyordu.”[9]
Şeyh Ahmed, Şeyh Muhammed Barzani’nin beş oğlundan biridir. Bir diğer oğlu Molla Mustafa Barzani’dir yani Mesud Barzani’nin amcası…
 Tarihçi Ahmet Uçar da, Şeyh Ahmed’i yakından izliyor ve bu dönemi kalemine şöyle yansıtıyor; Şeyh Ahmed, 1961’den 1969’a kadar Şeyh Ahmed, Barzan köyünde oturarak Irak rejimine bağlı bir şekilde yaşadı. Şeyh Ahmed, ömrünün son yıllarında belki de gizli kitabın gereği olarak Peygamberliğini ilan etmiş, ibadeti yasaklamıştı. Kendine bağlı imamlara gönderdiği talimatta söyle diyordu: 
“Camiler kapansın! Kur’an-ı Kerim okumak, namaz kılmak yasak. Radyo dinlemek kâfir işidir. Bütün radyolar evden kalksın. Gök Tanrısı Allah, yer Tanrısı benim! Sizin manevî huzurunuzu ancak ben sağlarım. Gösterdiğim yoldan gidin. Benim için ağlayın. Emirlerim ilahî bir emirdir. Ben size emretmekle kutsal görevinizi yapmanız için ikazda bulunmuş oluyorum.” 
Peki bu Barzaniler ne yapmıştı?
Halid’in Halifesi Şeyh Abdusselam’ın torunu Küçük Abdusselam 1907’de Osmanlı’ya isyan etti, yakalandı, yargılandı, idama mahkum edildi.
Küçük Abdusselam’ın kardeşi Molla Mustafa Barzani yine Küçük Seyit Taha ile birlikte Hoybun Ermeni ittifakını 1927’de Lübnan’da kurdu.
1930’da, Ermenilerle işbirliğine giderek Ağrı isyanını çıkardı, 1930’da.
Yine 1930’da, Ermeni isyanına destek vermek için Hakkari bölgesinde ayaklanma çıkardı, Dağlıca’daki bölüğümüze saldırdı, dört askerimizi şehit etti.
1947-1958 arasında Rusya’da gerilla eğitimi aldı. Önce Irak’ı sonra Türkiye’yi karıştırdı, Devrimci Doğu Kültür Ocakları üzerinden PKK’yı yapılandırdı.
Türkiye hala bu Barzanilerle uğraşmaya devam etmektedir.
 İşte Başbakan’ın iki halifesi Seyit Taha ile Şeyh 1’nci Abdusselam’ın soy ağaçları bunlar…
 Türk tarihinin derinliklerinde yer alan bu gerçekleri artık hepimiz biliyoruz…
 Erdal Sarızeybek
 Kaynak: Cemaat ve Barzani
 KAYNAKÇA;
[1] Hürriyet Gazetesi, Türk Nakşi, Kürt Nakşi makalesi, Soner Yalçın, 4 Kasım 2007.
[2] Uğur Mumcu, Kürt-İslam ayaklanmaları, s. 45, UM;AG yayınları, 2010.
[3] Halidiye Risalesi, s. 42. Semerkand Yayınları, 2011.
[4] El-Hac Hasan Şükrü, Şemsü’ş Şumüs, s. 156, Semerkand Yayınları, 2011.
[5] Siz Kimi Kandırıyorsunuz, Soner Yalçın, s. 50, 59. Doğan Kitap, 2013.
[6] Uğur Mumcu, Kürt-İslam ayaklanması, s. 99, UM;AG yayınları, 2010.
[7] Ahmet Uçar, Tarih ve Düşünce Dergisi, Aralık 2002.
[8] Mesud Barzani, Barzaniler ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, s. 23.
[9] Ahmet Uçar, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, Tarih Düşünce Dergisi Aralık 2002.

..

30 Ağustos 2015 Pazar

TAYYİP ERDOĞAN, TUNCAY GÜNEY’LE GÖRÜŞTÜ MÜ?



TAYYİP ERDOĞAN, TUNCAY GÜNEY’LE GÖRÜŞTÜ MÜ?


25 OCAK 2011 SALI





“Ben Tayyip Erdoğan’la görüştüm, geçen sene. Hem de içinde bulunduğu parti aleyhine bir görüşmeydi. Hiç çıkıp da, basına bir açıklama yaptı mı?”
Bu sözler, Tuncay Güney’e ait. Konuşma, 1998 yılında, gazeteci Kemal Kaplan ile Tuncay Güney arasında geçiyor. Konu ilginç. Güney elindeki “Mesut Yılmaz - Abdullah Çatlı” fotoğrafının nasıl paraya çevrileceğinin peşinde…
Tuncay Güney, Vakit ve Yeni Şafak gazetelerinde çalıştıktan sonra, kendisiyle birlikte, Strateji dergisini ikinci kez çıkarmak üzere çalışmaya başlayan Kemal Kaplan’dan, fotoğrafları Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan’a satmasını ister.
Kaplan, her ne kadar yapacağı işin gazetecilik faaliyetiyle bağdaşmayacağını düşünse de Güney’in isteğine boyun eğer:
“Kendimi kanıtlamam için fırsat doğmuştu. Neden kendimi kanıtlamam gerektiğini ise bilmiyordum. Ya mesleğim, ya da Tuncay’la birlikte başlayan, adının ne olduğunu bilmediğim yeni kariyerim arasında karar vermem gerekiyordu. Ancak belki de işler sandığım gibi sarpa sarmazdı. Kimsenin haberi olmadan bunu çözebilirdim. Son düşünce, beni daha çok rahatlatıyordu. Buna tutunarak, Tuncay’a, ‘Olur, Recai Kutan’a bu fotoğrafı götürürüm’ dedim.
“- Harika… Korkuyorsun değil mi?
“- Evet.
“- Çok normal. Fakat korkacak bir şey yok. Öncelikle yasa dışı bir şey değil. İçinde bulunduğumuz dönemin fırsatlarını değerlendiriyoruz sadece.
“Haklı olabilirdi. Belki de haklıydı. Yasa dışı bir şey değildi. Fakat bana son derece yabancı ve ters bir durumdu.
“- Sen önce Recai Kutan’la görüşme fırsatı yakala, sonrası çorap söküşü gibi gelir.
“- Ya, basına deşifre ederse olayı?
“- Sen deli misin bunlar siyasetçi, siyaset için her şeyi yaparlar, kimsenin ruhu duymaz. Ben Tayyip Erdoğan’la görüştüm, geçen sene. Hem de içinde bulunduğu parti aleyhine bir görüşmeydi. Hiç çıkıp da, basına bir açıklama yaptı mı?
“- Hıı.. İlginç, Tayyip Erdoğan’la mı görüştün? Ne görüştün, diye sordum heyecanla. Tuncay hemen kapattı kendini.
“- Sonra anlatırım bunları, şimdi işimize bakalım.
“Artık bununla ilgi hiçbir şey öğrenemezdiniz Tuncay’dan. Bir anlık heyecanla gaflete kapılmış, olayın devamını sormuştum. Adam da bir savunma mekanizması devreye giriyor, hemen kendini kapıyordu. Öldürsen anlatmaz… Ben de meraktan çıldırırım…” (1) Kemal Kaplan, Köstebek – JİTEM-MİT ve MOSSAD Üçgeninde Tuncay Güney ile 240 gün, Stigma Yayınları, Mayıs 2010, sayfa 35,36
Sonuç olarak Kemal Kaplan Recai Kutan’la fotoğraf işini görüşür. Kutan Kaplan’ı, pazarlık için Nevzat Yalçıntaş’a yönlendirir. Yalçıntaş, Güney’in istediği 150 bin doları çok bulur…
Ergenekon soruşturması, 2001’deki Emniyet ifadesine dayandırılan Tuncay Güney, bu konuşmadan kısa bir süre sonra, Tayyip Erdoğan’ın arkadaşı Sarıyer Belediye Başkanı Yusuf Tülün ile de görüşür. Konu, bu kez Erdoğan’ın Yargıtay’da bekleyen cezasıdır…

GÜNEY: ERGENEKON DÜĞMESİNE ABD BASTI

Güney’in Emniyet ifadesinin, Ergenekon tertibi olduğunun en açık işaretlerinden biri de yine kitapta yer alıyor. Kemal Kaplan, soruşturmanın ilerleyen aşamalarında, Kanada’da bulunan Tuncay Güney’le Messenger üzerinden konuşmaktadır. 5 Mayıs 2009 tarihli bilgisayar kaydına göre Güney şöyle söyler:
“Benim ifadem olmadan, bu içerideki ne Perinçek kimse çıkamaz. Adam gibi ifade verirsem, kıçımı başımı oynatmazsam çıkarlar”. (2) Sayfa 223
Kaplan, Güney’le 17 Nisan 2010 tarihinde bir görüşme daha yapar. Konu, Ergenekon operasyonunun asıl sahibinin kim olduğudur. Bilgisayar kayıtlarına göre görüşme şöyledir:
“Kemal: Kim yapıyor peki ABD mi?
“Daniel: Kim olsa iktidarda, operasyon olacaktı.
“Daniel: ABD tek başına değil.
“Kemal: Düğmeye ABD mi bastı?
“Kemal: Kim var ABD’nin yanında?
“Daniel: Bir takım ülkeler de var.
“Daniel: Aslında her şey ortada.” (3) Sayfa 233
Gerçekten de aslında her şey ortadaydı. Güney’in ilişkileri başta olmak üzere…

TUNCAY GÜNEY’İN ABD BAĞLANTISI KİM?

Kemal Kaplan’ın Tuncay Güney’le 240 günlük anıları içinde, satır aralarında bu ilişkiler de ortaya çıkıyor. Örneğin, bir gece Prive isimli, seçkin eşcinsellerin takıldığı bir gece kulübüne giderler. Tuncay Güney’in masasına üç kişi oturur:
“Üç kişiden birincisi, ABD İstanbul Konsolosluğu’nda, diğeri Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nda görevliydi. Üçüncüsü ise bir diplomattı. Evet yanlış duymadığınız bir diplomat. Hem de bir Ortadoğu ülkesinin İstanbul Konsolosluğu’nda. Oldukça iyi Türkçe konuşuyordu”. (4) Sayfa 79
Tuncay Güney’in ABD bağlantısı olan “gay” arkadaşı ilerleyen sayfalarda da karşımıza çıkıyor:
“ 2001 yılındaki ifadesinden sonra, ABD’ye gitmiş olması çok tartışıldı. Fakat Tuncay daha önce de gitmişti. 10 yıllık vizeyi ifade vermeden önce 2000 yılında almıştı. İfade verdikten sonra ikinci kez gitmiş oluyordu. ABD İstanbul Konsolosluğu’nda kendi gibi gay arkadaşı olduğunu zaten biliyordum. Vize alması kolaydı”. (5) Sayfa 203

TUNCAY GÜNEY’DEN MİT’E DÜZENLİ RAPOR

Güney’in bir de MİT’ten iki kişiye düzenli rapor verdiği bilgisi yer alıyor kitapta:
“Şadi ve Nurullah isminde Tuncay’ın MİT ajanı olarak tanıttığı iki kişi vardı. Şadi uzun, Nurullah orta boylu, ikisi de yapılı adamlardı.
“Tuncay girip çıktığı yerlerde, duyduğu-öğrendiği bilgileri bu iki kişiye arada bir dosya yapıp verirdi”. (6) Sayfa 132

PERİNÇEK’E KOMPLO İTİRAFI

Kitaptaki en çarpıcı itiraf ise, Tuncay Güney ve Sami Demirkıran’ın Doğu Perinçek’e kurduğu komplo konusundaydı:
“Demirkıran enteresan biriydi. İlginç tavırları ve yaşama bakışı vardı. Uzun yıllar PKK’nın dağ kadrosunda yer almıştı. Televizyonlarda da o dönem boy gösteren Demirkıran, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e kafayı takmıştı. Sebebi neydi? Perinçek’ten ne alıp veremediği vardı? Bilmiyorum.
“Sami bir gün Doğu Perinçek aleyhine hazırladığı mektubu, bize getirdi. Mektup, PKK’nın sözde sorumlularından biri tarafından yazılmış ve Perinçek’in örgüte verdiği destekten dolayı teşekkürü içeriyordu. Altında bir de PKK’nın mührü vardı. Tuncay mektubu okuduktan sonra, ‘Harika, süper yazmışsın’ dedi.
“Demirkıran, ‘Mektubu Ankara’ya götüreceğim. Nuh Mete Yüksel’e vereceğim. Perinçek görsün bakalım’ dedi.
“Sami’nin anlattığına göre, dönemin Ankara DGM başsavcısı olan Nuh Mete Yüksel’le arası çok iyiydi. Perinçek’in mektup sayesinde tutuklanacağından emindi.
“Tuncay mektubu alıp bir kopya çıkardı. Sami ofisten ayrıldıktan sonra Tuncay’a, neden böyle bir olaya karıştığını, Aydınlık grubuyla aramızın iyi olduğunu, Adnan Akfırat’la sık sık görüşüp hatta onlara haber kaynaklığı bile yaptığımızı hatırlattığımda, bana gülerek şu cevabı verdi. ‘Kemal hocam çok irdeleme…’
“Nuh Mete Yüksel, Sami Demirkıran’ın verdiği mektuba istinaden, Perinçek’i tutuklatmış, 24 Eylül 1998 tarihinde cezaevine giren Doğu Perinçek, on ay cezaevinde yatmıştı”. (7) Sayfa 69-70-71
Kemal Kaplan, Perinçek’e kurulan komployla ilgili olarak yıllar sonra şöyle söylüyordu kitabında: “Ülkemde iftira kampanyaları çok kolay tutar. ‘Çamur at izi kalsın’ değil, ‘Çamur at, nasıl olsa yapışır, üzerinde kalır’ anlayışı hakim”. (8) Sayfa 71

Mehmet Ali Güller
25 Ocak 2011
http://maliguller.blogspot.com.tr/2011/01/tayyip-erdogan-tuncay-guneyle-gorustu.html

..