28 Aralık 2020 Pazartesi

SÜRECE DEVAM, ÇÖZÜME AMA (?) VE ERDOĞAN SIKINTISI

 SÜRECE DEVAM, ÇÖZÜME AMA (?) VE ERDOĞAN SIKINTISI

Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 22.05.2014 "Çözüm Süreci"nin başladığı günden bu yana süreçteki en büyük sıkıntı Nisan ayında yaşandı. Nisan ayında Öcalan'la HDP heyetinin görüşmesi defalarca ertelendi. Nihayetinde geç de olsa Nisan ayının sonlarına doğru Öcalan-HDP görüşmesi sağlanmış oldu. Görüşmede yaşanan sıkıntının en önemli nedeni BDP'nin HDP'lileşirken hükümetin bundan duyduğu kaygıydı. Çünkü bu süreci, diğer süreçlerden ayıran en önemli özellik, sürecin BDP/HDP üzerinden yürütülmüş olması ve Öcalan'ın BDP/HDP heyetine olan güveniydi. Hükümet tarafı, yasal Kürt Siyasetinin Türkiye genel siyaseti anlayışında alacağı rolün ne olacağını kestiremiyordu. Türkiyelileşme tartışmasının,HDP'nin genel muhalefetin yanında yer alabileceği şeklinde yorumluyordu. Gezi, 17 Aralık Operasyonu ile büyük tehlike geçiren AKP ile BDP/HDP-Öcalan-Qandil arasında gelişen sürecin bu anlamda AKP'nin aleyhine dönmesi halinde AKP'nin "yalnızlaşmanın zirvesine" çıkması anlamına gelebilirdi. Sürecin iki tarafının attıkları adımların geri dönüşünün her iki tarafa da zarar vereceği hususuyla birlikte değerlendirildiğinde yara alsa da sürecin devam edeceğinin işaretleri daha fazla görülüyor. AKP, HDP ile ilgili endişelerinin doğru olmadığını anladı. Çünkü AKP'nin en büyük kaygısı, HDP'nin AKP Karşıtı kampta yer alacağı şeklindeydi. Öcalan'ın müdahalesiyle HDP tartışmasının Qandil'in gündemine gelmesi, HDP aracılığıyla bu kaygının yersiz bir kaygı olduğu anlaşıldı. Bu da sürecin önünün açılması anlamına geliyordu. Tüm bu gelişmeler olurken, Rojava üzerinden oluşan PKK-PDK gerginliği ne anlama geliyor? Her şeyden önce PKK-PDK arasında ideolojik-politik farklılık vardır. Bu farklılık dün vardı. Bundan sonra da olacaktır. Burada her iki partinin dikkat etmesi gereken husus, iki partinin çatışması halinde her iki partinin de Kürtler arasında itibar kaybedeceğidir. Ayrıca süreç devam ettikçe PKK-PDK çatışması da çıkmayacaktır. Çünkü, süreci devam ettiren HDP heyeti, Qandil'e giderken, Hewler üzerinden gitmeye devam ediyor. Türkiye'den çıkışta, Hewler'den Qandil'e giderken bir zorlukla karşılaşmıyor. Bu da Barzani'nin sürecin içinde yer almaya devam ettiğini gösteriyor. Bana göre sürecin en büyük sigortası da budur. Türkiye ve Suriye Kürt siyaseti de bunun farkındadır. Irak Kürdistan'ında KCK'ye yakın parti ve diğer kurumlara baskın düzenlenmiş olması, Rojava'daki etkinlik mücadelesiyle bağlantılıdır. Konuya demokratik hukuk çerçevesinden bakıldığında Irak Kürdistan'ında çoğulcu bir siyasal yapının olduğu, yönetimlerin özgür seçimler sonucunda belirlendiği, KCK dahil olmak üzere farklı kesimlerin serbestçe çalışma yaptığı bilinmektedir. Aynı şeyin Rojava için olduğunu söylemek mümkün değildir. Rojava'da köklü bir PDK geçmişi olduğu halde PDK/PYD ilişkileri Irak Kürdistan'ındaki gibi değildir. Mutlu Civiroğlu'nun haber/yorumunda dikkat çeken en önemli noktalardan biri de "Türkiye toprağı" sayılan Süleyman Şah Türbesi ile ilgili olarak TC/YPG arasındaki ilişkiler, türbeye giden Türk askerlerine YPG'nin refakat etmesi, yine Kobani Kantonundan gelen bir heyetin Türkiye'de temaslarda bulunmuş olmaları dikkate alındığında Türkiye/Rojava ilişkilerinin düşmanca olmadığını göstermektedir. YPG ile Esad güçleri arasında Haseke'da yaşanan büyük çatışmalar, öyle Barzani'nin iddia ettiği gibi PYD ile rejim arasında bir işbirliğinin olmadığının en önemli göstergesidir. Eğer şimdiye kadar rejimle PYD çatışmıyorsa bunun en önemli nedeni, Esad'ın cepheleri artırmak istememesinden dir. 3 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken, muhaliflerden bazı yerleri temizledikten sonra Esad'ın Kürtleri rahat bırakmayacağı beklenmelidir. HDP heyeti, İmralı'ya gidiyor, Qandil'e gidiyor. Siyasal yollar sonuna kadar açıktır. Özellikle Qandil dönüşünde HDP heyetinin çözüm süreciyle ilgili olarak üç bakanla toplantı yapılıyor. Bu durumda çözüm sürecine herkesin sarıldığını gösteriyor. Kaldı ki, bazı kalekolların yapımı sorunlara neden olsa da bir buçuk yıla yakın bir süreden beri TSK ile HPG arasında çatışmanın yaşanmamış olması da ateşkese her iki tarafın ciddi baktıklarının en önemli belirtisidir. Son olarak "Murat Karayılan'ın Newroz 2013 bildirisine bağlıyız, bu süreçte kazanımlarımız" var demiş olması da sürecin devamı için olumludur. Sonuç alıcı olur mu belli olmaz. Ancak sürecin yerini sertliğe bırakması Kürt hareketi için iyi sonuç doğuracağı da kuşkuludur. Her ateşkesin bitiminde olduğu gibi çatışmaların yeniden kısır döngü yaratacağını görmek gerekiyor. Bu sadece KSH açısından değil devlet için de aynıdır. Dönemin genelkurmay başkanı İlker Başbuğ'un 2009'da söylediği "PKK'yi yedi kez yendik, yine bitmedi" demiş olması çatışmalı sürecin devlet için de kısır döngüye yol açtığının itirafıdır. Aynı şekilde, Kürt tarafı şiddet yöntemini ne kadar devam ettirirse etsin, devleti bu yolla ikna etmenin de mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu açıdan çatışmalı süreç için can atanların geçmişi göz önünde bulundurması gerekiyor. Irak ve Suriye'de hiç bir zaman meşruiyeti olmayan rejimlerden sonra oluşan kargaşa da göstermiştir ki, dengeleri daha fazla sarsmak hiç kimse için iyi sonuçlar doğurmayacaktır.
Erdoğan, bir yandan Alevi ve Kürt sorununun dış güçler tarafından kaşındığını söylerken, Alevileri ve Kürtleri kendi içinde parçalamayı çatıştırmayı amaçladı. Alevileri, "Ali'siz" "Ali'li" şeklinde, Kürtleri de "kendisi yanında" "Kürt siyasal hareketi" yanında ikili ayırıma tabi tuttu. Çocukları PKK'ye katılan aileleri KSH'ne karşı kışkırtarak, KSH'ni bir bütün olarak çocukları dağa kaçırmakla suçladı. Çözüm sürecinin ne gibi şantajlarla, rehin tutmayla ilgili olduğunun örneklerini açıkça ortaya koydu. Dağa çıkışın koşullarını ortadan kaldırmak için siyasi/hukuki adım atamamanın sorumluluğunu BDP/HDP'nin üzerine attı. Onları tehdit ederek B ve C planları olduğunu söyleyiverdi. B planından anlaşılan KCK gibi operasyonlar, C planından anlaşılan da BDP/HDP'nin kapatılmasına kadar gider. Görüldüğü gibi KSH hareketi, değişik yönleriyle tehdit altında olduğu için kendisinden beklenen demokratik siyasi dönüşümü gerçekleştirmesi zorlaşmıştır. HPG'ye yoğun katılımların devam edişi, dağdan inmenin de o kadar kolay olmayacağını göstermektedir. Aslında, çözüm sürecini sonuca kavuşturmak Erdoğan'ın en önemli şansıydı. Erdoğan, çözüm süreci olarak ortaya koyduğu süreci çözümsüzlük sürecine çevirerek büyük bir şansı kaybetmiştir.

Öcalan'ın çözüm sürecindeki amacı "silahlı çatışmanın tamamen ortadan kalkması" ve "PKK varlığının yasal-siyasal zemine çekilerek demokratik sistemle bütünleşme"sidir. Öcalan, bunu 1993'ten beri durmadan dile getiriyor. Ne devlet bunu algılayabildi ne de PKK. Öcalan'ı zorlayan da hep bu oldu. Her defasında, yapılanlar bir tarafa bırakılıp sil baştan yapılmaya çalışıldıkça çözüm daha da zora gidiyordu. Devlet içinde olaya yargı-polis çerçevesinde yaklaşıp PKK'nin varlığının yasal-siyasal zeminine çekilmesini "paralel devlet kuruyorlar" denilerek bunu soruşturmaya konu etmiş olmasının verdiği zararın haddi hesabı yoktur. KSH'nin 1993 ateşkes sürecinin bitiminden sonraki sonuçları hiçbir zaman aklından çıkarmaması gerekir. 1993 ateşkesinden sonra çözüm yönünde adımlar atılsaydı belki bambaşka bir Türkiye olurdu. Bu dönemin heba edilmesine tek taraflı bakılmamalıdır. Bu dönemde devletin de ateşkese dair hazırlıkları vardı. Irak Kürdistan'ında KCK'ye yakın parti ve kuruluşlara yönelik baskın ve gözaltıları Türkiye'nin yaptığı KCK operasyonları arasında bir tür Güney'in KCK operasyonu gibi göstermek abartılıdır. Daha da ileri gidip bu operasyonların Türkiye güdümlü olduğunu söylemek manipülasyon amaçlıdır. Çünkü Türkiye Kürdistan'ında AKP ile KSH arasındaki ilişkilerde gerginlik yaşansa da PKK'nin ateşkesi bozmaması, devletin de operasyon yapmayışı dikkate alındığında bu şekilde oluşan yargının doğru olmadığını gösteriyor. Burada sorun, gerek devlet açısından gerek KSH açısından üzerinde düşünülmesi gereken husus devlet içinde de KSH içinde çözüm sürecini her an bitirebilecek yapılanmaların canlılığını korumasıdır. KSH açısından bazı medya organları ve gençlik, inisiyatif adı altında çalışma yapan oluşumlar ile devlet açısından ise muhalefetin de her zaman desteklemeye hazır oldukları güvenlik ve yargı içinde yer alan oluşumların varlığıdır. KCK'nin askeri biriminin başında bulunan Karayılan, sürecin arkasında olduğunu söyleyecek, Öcalan'la MİT adı altında da olsa görüşmeler devam edecek, HDP heyeti de mesaisini İmralı-Ankara-Hewler-Qandil arasındaki ilişki ve iletişime ayıracak öte yandan TC, Irak Kürdistan'ında KCK operasyonu yapacak. Eğer böyle bir şey varsa en azından HDP neden ilişki ve iletişime devam edebiliyorki. Çünkü, Irak Kürdistan'ında Türkiye güdümlü KCK operasyonu yapılıyorsa, bunun Türkiye ayağının hedefinde HDP'nin olacağı bilinmiyor mu? Kaldı ki, böyle bir şey varsa süreci yürüten HDP heyeti neden bir açıklama yapma gereği duymuyor. Bilgi kargaşası zirve yapmış durumdadır. KCK'nin Güney'de siyasal gücü var mıdır? En son seçimlerde çok düşük bir oy aldılar. Bu konu daha çok PDK ile PYD arasındaki politik güç çekişmesinin yansımalarından biridir. PYD'nin Rojava'da PDK-Suriye'ye yaptıklarına benzer faaliyetlerine karşı bir misilleme de olabilir. Türkiye'deki siyasal gelişmeler, AKP'yi HDP'ye, HDP'nin de AKP İle zorunluk dışında bir imkan bırakmamıştır. Muhalfetin başından beri HDP/BDP'ye yönelik olarak "bunlar kendi aralarında anlaştılar" propagandası gerçek olmadığı halde gerçekmiş şeklinde bir algı yarattı. Bu algıyı yıkmak mümkün gibi görünmüyor. Bu da AKP ve HDP'yi birbirine mahkumlarmış gibi bir izlenime neden oluyor. Bunun giderilmesi için her iki partinin çözüm süreci konusunda oynadıkları rollerini topluma açık ve net olarak deklare etmeleri gereklidir. Çözüm sürecine değişik kesimlerin dahil olmasının yollarını açmaları gereklidir. Her şeyden önce görüşmeler üzerindeki MİT örtüsü kaldırılmalı, siyaset etkili kılınmalıdır. MİT'in işlevi başka bir şekilde devam edebilir. Ancak siyasi boyutu açısından MİT'in varlığı sorunun önünde engel olarak duruyor. Kürt tarafında oluşan, "MİT iyi, Erdoğan" kötü argümanının bir geçerliliği yoktur. Bu olsa olsa geçmişte " Erdoğan iyi, cemaat engelliyor" şeklindeki söyleme benziyor. Oysa iyi de kötü de gidiyorsa bunun sorumlusu başbakandan başka birisi değildir. Başbakanı direkt görüşme makamı haline getirmeden bu soruna çözüm getirilemez. Erdoğan'ın gözünde Bekir Bozdağ, Efkan Ala, Beşir Atalay birer memurdurlar. Öz olarak da Hakan Fidan'dan farksızdırlar. Yaptıkları iş idari olmaktan öteye gitmez. Bu nedenle Erdoğan'ın kendisi baş müzakereci olmadıkça yapılanlar havanda su dökmekten başka bir anlama gelmeyecektir. Bunun tersini söyleyenler, Erdoğan'ın söylediklerine bakması yeterlidir. Çözüm süreci için yasal düzenleme yapmayacağız konuşmasını defalarca yaptı. Ancak Beşir Atalay'a göre süreç devam ediyor, birileri de "sürecin kıymetini bilelim" deyişi... Açıklık ve şeffaflık toplumun beklediği bu. Evet, devam eden bir süreç var, çözüme gider mi? Belli değil. Ya Erdoğan başsiyasi müzakereci olarak yerini alacak ya da Erdoğansız bir süreç başlayacaktır. ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder