Murat Belge etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murat Belge etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2018 Salı

BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 1


 BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 1



ABD-İNGİLTERE-RUSYA GİRDABINDA KIBRIS, İSMAİL KÖSE,

GENELDE AKDENİZ HAVZASI, ÖZELDE KIBRIS ADASI ÜZERİNDEKİ  ÇIKAR ÇATIŞMALARININ VE GÜVENLİK KAYGILARININ FOTOĞRAFI
ÇEKİLMEK İSTENİRSE, UÇ BÜYÜK AKTÖRDEN HİÇ BİRİNİN, ADANIN TEK
BİR DEVLET TARAFINDAN YÖNETİLMESİNE TARAFTAR OLMAYACAĞI GÖRÜLÜR


Bilindiği gibi dünya politikasındaki değişimler, hele ki çıkarları yoğunlaşıyor ya da çatışıyorsa, Çoğunlukla büyük aktörlere bağımlı olarak gelişir ve şekillenir. Stratejistler tarafından Doğu Akdeniz'de yüzen bir savaş gemisi olarak tanımla nan Kıbrıs adası nın  havzası, bu havzaya komşu bölgelerle beraber göz önünde bulundurulduğun da ancak anlaşılabilir.
Adanın, büyük güçlerin stratejik planlarındaki konumunu belirleyen ' Savaş gemisi ' tanımlaması, bu stratejilerin çatışması kadar uyumunu da belirtmekte dir.
Bu havzaya komşu bölgelerle beraber göz önünde bulundurulduğunda ancak anlaşılabilir.
Adanın, büyük güçlerin stratejik planlarındaki konumunu belirleyen 'Savaş gemisi' tanımlaması, bu stratejilerin Çatışması kadar uyumunu da belirtmekte dir. Bu tanımlama, uluslararası ilişkilerde realist perspektiften Resim Çizmemizi kolaylaştırmaktadır.

Bunun için önce şu sorulan cevaplamalıyız:

Savaş gemisi nerede durmakta, bulunduğu coğrafyadan hangi bölgeleri etkilemekte veya tehdit etmekte? Güney Anadolu, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika bölgelerine komşu Doğu Akdeniz havzasına zengin enerji kaynaklarına sahip Körfez Bölgesi ile Kafkasya ve hinterlandı eklendiğinde ortaya çıkan coğrafi tablo, adanın jeo stratejik güç dağılım ve jeo ekonomik kaynak paylaşımında bulunduğu yere işaret etmektedir.
Coğrafya, bir bölgenin kaderini şekillendiren en önemli etkenlerden biridir. Soğuk Savaş döneminde özellikle İngiltere'nin, Ortadoğu'ya yönelik politikaları ve iki süper gücün bölgeye müdahil olma istekleri, zaman zaman Kıbrıs üzerinden gerçekleşmiştir. ikinci Dünya Savaşı sonrasında artan dekolonizasyon hareketlerine paralel olarak Rum ve Yunanlılar, ada için self-determinasyon talebinde bulunmuşlardı. İngiltere'nin, Süveyş Kanal’ına ve Ortadogu'ya yönelik siyasi angajmanları için askeri üs durumunda olan ada, vazgeçilmez önemdeydi. Soğuk Savaşın başladığı yıllarda İngiltere için diğer önemli korku, adada nüfusun Çoğunluğunu oluşturan Rumların, Rusya ile olan yakın dini bağlar dolayısıyla Ruslara adada askeri üs vermeleriydi. Zamanın İngiltere Dışişleri Bakanları Ernest Bevin ve Anthony Eden'in, Rumların self determinasyon taleplerinin Enosis anlamına geldiğini belirtmeleri ve bu talepleri reddetmeleri, İngiltere'nin, etkileri bugüne yansıyan Doğu Akdeniz stratejisi hakkında İp uçları vermektedir. İngiltere'nin korkusu, Yunan/Rum-Rus Ortodoks din kardeşliğinin siyasi platformda olası bir ittifaka dönüşmesi ve sonucunda Rusya'nın, Avro-Avrasya ana kıtasının birleştiği Doğu Akdeniz'de üs kazanarak İngiliz çıkarlarına darbe vurmasıdır. Bu gibi nedenlerle adanın sadece Rum egemenliğine girmesine karşı olan İngiltere, 1955'te Ankara'nın soruna müdahil olmasına karşı çıkmamış , Türk-Yunan-İngiliz diplomatlarının katıldığı müzakereler sonucu self-determinasyon kararı, siyasal olarak eşit kabul edilen iki topluma bırakılmıştır.
1963'te başlayan Kanlı Noel ile fiilen yıkılan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yeniden tesis etmek için adaya müdahale etmek isteyen Ankara, Soğuk Savaş Şartları içinde büyük güçlerin stratejilerine uygun hareket etmek zorunda kalmıştı. İngiltere'nin dünya politikalarında giderek zayıflayan konumunu güçlendirmek için seçtiği en önemli iki strateji, ABD ile yakınlaşmak ve Avrupa bütünleşme sürecine dahil olmaktır. Doğu Akdeniz'deki çıkarları nı, 1956 Süveyş Krizi'nden sonra ABD Çıkarlarıyla birleştirmek zorunda olduğunu anlayan Londra, Avrupa içinde ABD'nin kolu vazifesini üstlenmiştir. 1973 petrol krizi, bölgenin Avrupa açısından Önemini ortaya koymuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde Önem kazanan enerji güvenliği ve ekonomik kaynakların dünya pazarlarına güvenli şekilde ulaştırılması gibi konular, adanın konumunun yeniden yorumlanması na yol açmıştır. Kıbrıs'ın Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynakları nın  dünya pazarlarına en ucuz ve kısa yoldan nakliyesinde söz konusu bölgelerin kapısı durumunda olması, Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD'nin adaya olan ilgisini artırmıştır. Lobilerin ABD dış politikasındaki etkinliği yadsınamaz bir gerçektir. Bu nedenle ABD'nin bölge politikaları, içte ve dışta ağırlık sahibi lobilerden oldukça etkilenmektedir. Diğer taraftan ABD'nin küresel stratejik çıkarlarının hayatiyet kazandığı zaman ve noktalarda lobilerin gücü, bu çıkarlarla birleştiği oranda etkisini göstermektedir.

ABD'deki güçlü Yunan lobisi, ABD'nin adaya yönelik politikalarında belirgin bir rol oynamıştır: Örneğin 1974 Barış Harekatı sonrasında Yunan lobisi, Washington'un Türkiye'ye silah ambargosu uygulaması  için harekete geçmiş ve bunda başarılı olmuştur. ABD, Rusya'nın dünya enerji piyasasındaki etkisini azaltmak ve kırmak, gerek Kafkasya gerekse Orta Asya üzerindeki gücünü sınırlamak, iran'ı çevrelemek için, Kafkaslar ve Orta Asya doğal gaz ve petrollerinin
Güney Anadolu'ya boru hatlarıyla bağlanmasını desteklemiştir. ABD'nin bölgedeki çıkarlan ile Türkiye'nin çıkarları zaman içinde birleşmiş ve uzun zaman sürüncemede kalan Bakü-Ceyhan petrol boru hattı projesi böylelikle hayata geçmiştir. Bakü-Ceyhan boru hattının, ABD'den yeterli destek bulamayıp sürüncemede kalmasının nedenlerinden biri de, hattın Ermenistan'ı bypass etmiş olmasının ABD'deki Ermeni lobisinde rahatsızlık uyandırmasıdır. Sonuçta bazı uluslararası gelişmeler, ABD'yi bölgede yeni arayışlara sürükledi: 

Rusya'nın giderek dünya enerji piyasalarında ağırlığını hissettirmeye başlaması; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin tüm ada adına AB'ye tam üye olmasının kesinleşmesi; 11 Eylül saldırıları; Ortadoğu barış sürecindeki savaş ve Saddam Hüseyin'i yönetimden indirmek için ABD'nin Irak'ı işgal etmesi. Kıbrıs bu noktada, önemli jeostratejik konumu ile uluslararası gündeme oturdu. 2002'de, ABD destekli Birleşmiş Milletler plan gündeme geldi. BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın adıyla anılan plan, bir anlamda Soğuk Savaşın yapılmamış antlaşmasıydı.

Bilindiği gibi Soğuk Savaş'ın sona erdiği ilan edildikten sonra herhangi bir antlaşma imzalanmamış  ortaya çıkan sorunlar ateşkeslerle soğutulma yoluna gidilmişti. Bu anlamda Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk antlaşması, Annan Planı yoluyla Kıbrıs'ta yapılacaktı. BM temelinde çözüme kavuşturulması düşünülen sorunun geleceği AB'ye endeksleniyordu. 

Annan Planı'nın ortaya konduğu konjonktür göz önüne alındığında, plan adada inisiyatifin ve söz hakkının sadece Avrupa Birliği'ne geçmesine ABD'nin verdiği tepkidir. Plan, bir bakıma adada İnisiyatifin bir kısmının BM üzerinden ABD'ye transfer etme çabasıdır. Plan, aynı zamanda ABD'ye,  Ortadoğu 'nun kapısı ve enerji kaynaklarının dağıtımında stratejik konuma sahip bu ' Savaş Gemisinin' kumanda ulaşımda yer almanın yolunu açtı. Bu nedenle, 24 Nisan 2004'te yapılan referandum sonrasında, Yeşil Hat KKTC/AB sınırı olduğu kadar ABDI AB sınırı olarak da görüldü. Peki, Rusya bu resimde nerede duruyor?  

Rusya ile GKRY arasındaki kültürel bağların her an siyasi platforma taşınabildiği ve stratejik zaman aralıklarında ortaya çıkan hemen her karar alma sürecinde Rusya'nın GKRY'nin yanında yer aldığı görülmüştür. Rusya, Annan Planının referanduma sunulmadan önce, BM Güvenlik Konseyi'nde planın uygulamasının Konsey'in güvencesinde olmasıyla ilgili karar tasarısı Rumların isteği doğrultusunda veto etmiştir. Burada hatırlanması gereken önemli bir nokta da, hem İngiltere ve ABD hem de  Rusya'nın veto hakkına sahip BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi ülkeler olduğu dur.

Bugün İngiltere, ABD'nin Avrupa içindeki kolu gibi hareket etmekte ve adada artan Avrupa etkisinden rahatsızlık duymaktadır.

Bölge üzerindeki stratejik çıkarların diğer Avrupa ülkeleri ile paylaşmak zorunda kalmaktansa, çıkarların daha çok örtüştüğü Türkiye ve ABD ile işbirliğine gitmektedir. Güney Kıbrıs Rumlar ise AB'ye Yunanistan üzerinden, BM'ye Rusya üzerinden yaklaşmaktadırlar. İngiltere bölgeye, Adada bulunan iki Askeri Üssünü ( Dikelya ve Aktoria) koruma penceresinden bakmaktadır. Rusya, dini / kültürel açıdan yakın olduğu Rumların yanında yer alarak bölgeye müdahil olmanın yollarını aramaktadır.

ABD'nin pozisyonu, belki de İçlerinde en karışık olanıdır. Bölgede ki küresel çıkarlarıyla zaman zaman çatışan Yunan/Rum çıkarlarını koruyan ABD İçindeki güçlü Yunan lobisinin sistemdeki nispi ağılığına göre söylem geliştiren Washington, BM gibi küresel araçlar yoluyla da bölgede etkinliğini artırma çabasındadır.

Genelde Akdeniz havzası, özelde Kıbrıs Adası Üzerindeki çıkar çatışmalarının ve güvenlik kaygılanın fotoğraf ı çekilmek istenirse, Üç büyük aktörden hiçbirinin, adanın tek bir devlet tarafından yönetilmesine taraftar olmayacağı görülür. Taksim, bir anlamda tercih edilebilir bir durum dur. Çünkü tek elden yönetilen  Kıbrıs'ın herhangi bir devlet tarafından kontrol edilebilmesi ki bu Soğuk Savaş yıllarında ABD ve SSCB arasında Kıbrıs üzerinde med-cezire neden olmuştur  ihtimali oldukça fazladır
   
Bu Nedenlerle, Adadaki Mevcut bölünmüşlüğün Uygun korunması şu anda büyük aktörlerin işine gelmektedir. 


Kıbrıs Çözümsüzlüğü,

Murat Belge
27 Şubat 2017

Bir Süredir Kıbrıs’taki gelişmeler burada “çözüm” bekleyenlere umut veriyordu. “Kıbrıs’ta barışa hiç bu kadar yaklaşılmamıştı” deniyordu.

“Kıbrıs uzmanı” falan kesinlikle değilim. Zaten yıllardır bu konuda söylenenleri, yapılanları izlemek, insanı, hayatta başka hiçbir şeyle uğraşamayacak kadar meşgul edebilir. Kıbrıs’ı iyi bilen biri başka herhangi bir konuyu öğrenecek vakit bulamayabilir.

Ama sıradan bir “sağduyu” çerçevesinde son verilere bakan biri, gelinen noktanın Türkiye açısından, Annan Planı’nın da ötesine geçen avantajlar içerdiğini görebilirdi.

Ben de böyle görüyordum ama umutlanmıyordum. Umutlanmamamın nedeni doğrudan doğruya buradaki iktidar. Bu iktidar şimdiye kadar bu kategorilere giren hiçbir sorunda bir şey çözmüş değil.

Ama bu iktidar şimdi iyiden iyiye “gerilim politikası”nı angaje olmuş durumda. Baş sorun “Başkanlık sistemi”ne geçiş, dolayısıyla “referandum”, dolayısıyla “Evet/Hayır” oranları. Ulusal ya da uluslararası, varolan bütün sorunlar bu temel sorunun gölgesinde, oradan beklenen sonuca yapacağı olumlu ya da olumsuz (olacağı düşünülen) etkiye göre hesaba katılıyor. Bu iktidarın gerilime ihtiyacı var.

“Kıbrıs çözümsüzlüğü” diye adlandırabileceğimiz bu kördüğümde Rum tarafının sabıkaları da sözkonusu elbette. Bunların arasında, Annan Planı’na “hayır” demek de hatırı sayılır bir yer tutuyor. Böyle olunca, “çözümü zorlaştıran” rolünü hevesle üstlenmemek, akla yakın bir politikaydı ve Türkiye de böyle davranmaya karar vermiş gibi görünüyordu. Ama dizginleri büsbütün boşlamak da olmayacağı için asıl stratejik konularda bir “direnç hattı” kurmanın yararı olacağı belliydi. “Garantör” konumundan vazgeçmemek ve adadan askerî varlığını çekmeye yanaşmak bu hattın belli başlı ögeleriydi.
Türkiye, daha doğrusu milliyetçi-yayılmacı bir zihniyetle hareket etme konusunda kararlı Türkiye 1974 müdahalesinde kazanacağı avantajı kazandı ve bunu koruyor. Adada askerî güç bulundurmak “garantörlük” statüsünün türevi. Böyle bir işleve sahip olmak da, bu ada halkının kendi sorununu kendisinin çözemeyeceğini varsaymaktan geçiyor. Onun için, bu perspektiften bakanlara göre en iyi çözüm çözümsüzlük – ya da “Samson darbesi” ile başlamış “geçici” durumun fiilen “kalıcı durum” olması. Askerî güç, bu “geçici durum” gereği, “geçici” olarak orada, kâğıt üstünde. Kâğıt üstünde öyle olabilir, ama “adanın üstünde” bu geçicilik bir kalıcılık olarak kalmalı.
Olay böyle çalkalanır ve müzakere masasında mesafe alınır gibi görünürken Rum tarafı –gene– yapacağını yaptı! Bu “Enosis Bayramı” için herhangi bir anlaşılır gerekçe düşünemiyorum. Kıbrıs’ta birlik sağlamak yolunda adım atılırken (yani, genel kanı, “Kıbrıs’ın birliği”nin gerçekleştirildiği yolunda biçimlenmişken), çözümsüzlük etkenlerinin en belli başlı olanlarından birini bu şekilde gündeme getirmenin mantığını göremiyorum. Bunu becerdikten sonra da kapıyı vurup çıkma gibi “gösterişler” yapmanın basiretini de anlayamıyorum.
Kıbrıs Rumları’nın baş destekçisi doğal olarak Yunanistan’dır. Ancak, Annan Planı’nı reddetmeleri bu ülkenin bazı aydınlarının ve politikacılarının da sabrını zorlamıştı. Şimdi bu Enosis hikâyesi de ortalığa bir duman çöktürdü. Geri kalan dünya açısından pek önemsenmeyecek bir ayrıntı gibi görünebilir ama sorunu yakından bilenler simgenin anlamlarını daha iyi tartabilirler. “Kıbrıs’ta çözüm” rüyası böylece belirsiz bir tarihe ertelenmiş oldu sanıyorum.

http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8187/kibris-cozumsuzlugu#.WoLcISXFIdU

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

29 Aralık 2015 Salı

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 6




SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 6




Soner Yalçın'ın Arkasında Olmayan Var mı



Ali Özsoy

Güldürmeyin bizi

2000’e Doğru

























2000’e Doğru





























Soner’deki bu Apo sevgisi çok eskilere gidiyor. 
Bu konuda da hocası Perinçek. 
2000’e Doğru dergisi ve Aydınlık gazetesi 80’lerin sonu 1990’ların başında kelimenin tam anlamıyla PKK yayın organı gibi çalışmaktadır. 

“ Gerilla ordu kurdu ”, “ Kürdün ateşle imtihanı ” gibi manşetler… 

Bu sırada Soner Yalçın bu çevrenin en aktif muhabiri ve en “ Belgeli ” istihbarat kaynağıdır. 
2000’e Doğru’nun Ankara Bürosunun şefi Soner’dir. 
O zamanlar yine bol bol imzasız yazılar yazmış Soner. 
1996-2001 yılları arasında Soner’in boşalttığı koltukta Tuncay Güney oturuyordu. İşleri aynı. 
Biri sonra haham oldu, diğeri araştırmacı gazeteci.


Soner Yalçın’ın Masa (Oda) tv’si gecikmeli olarak TÜRKSOLU’yla ilgili bir yazı yayınladı. Yazının girişi çok ilginç... Hikâye yazmışlar. Masa tv’nin kapısına TÜRKSOLU militanları gelmiş ve gazete satmış. Onlar da güya ilk kez TÜRKSOLU’na rastlamışlar. Bu ne biçim bir gazete diye merak etmişler. A, meğersem neymiş? TÜRKSOLU “ırkçıymış”, “karanlıkmış”, “bölücüymüş” bu yüzden “TÜRKSOLU’nun arkasında kim var” diye bir yazı yazmışlar.
Yazı imzasız. Masa tv’de imzasız olan yazılar genellikle polemik yazıları, Ertuğrul Özkök, Aydın Doğan, Perinçek veya Apo övgüleri…
Ancak polemik yazılarına imza bekleriz açıkçası. Çünkü bilindiği gibi eğer imza varsa kaçak dövüşmek zorlaşır. Ama Soner Yalçın gazetecilik mi yapıyor yoksa istihbaratçılık mı belli değil. Bundan olacak Masa tv’deki yazıların yarısı imzasız. İnsanın tabii sorası geliyor. Acaba TÜRKSOLU’yla ilgili bu şablon yazı kapılarına kadar gazetemiz geldiği için mi çıktı? Yoksa Soner Yalçın ile ilgili bir yazımız çıktığı için mi? Çünkü“TÜRKSOLU’nu hiç tanımıyorduk, gördük bir yazalım dedik” iddiası çok komik kaçıyor. Nedeni bizzat Masa tv’nin TÜRKSOLU’nun karalamak için daha önce yayınlar yapmış olması. Bunun yanı sıra İstanbul’da TÜRKSOLU’nun kapısını çalmadığı ev yoktur. Açıkçası Masa tv’nin adresini bilmiyorduk. Öğrenmiş olduk. Yarın öbür gün evine de gelebiliriz. Sakın yanlış bir anlam yükleme. Bölge bölge dolaşıyoruz. Örgütlenme tarzımız bu. Masada komploculuk yapmak sizin işiniz, sokakta devrimcilik bizim. Çaldığımız on binlerce kapının arasında elbette işbirlikçiler de çıkıyor. Ama ne yapalım? O kadar “rahatsızlık” vereceğiz.

Soner arkana bak

TÜRKSOLU’na yönelik yazı zayıf bir yazı olmuş. Polemik gücü düşük. Hatta her şeyden önce polemikten yan çiziyor.
Örneğin Soner kendisine sorduğumuz soruların hiçbirine yanıt vermemiş. Oysa Soner’e, Aydın Doğan’a ve Aydınlıkçılara çok ciddi ithamlarda bulunmuştuk. Soner, bu işler öyle imzasız kaçak yazılarla olmaz. Ringe gel.
İmzasız Soner, konuyu kendinden uzaklara kaçırmış. Kürt meselesine falan getirmiş. Bugüne kadar TÜRKSOLU’na Zaman, Aksiyon, Vakit, Taraf, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde saldıran yazıların bir kopyası daha ortaya çıkmış. Biliyoruz işte o yazıyı. Polis şablonu. Bir aralar o kadar abartmışlardı ki, bırakın ortak kelimeleri Radikal gazetesindeki imla hatalarıyla Zaman gazetesindekiler bile birebir aynı çıkıyordu. Polisten aldığınız bültene tashih yapacak kadar bile irade yoktur sizde. Bu son yazı da aynı metin… TÜRKSOLU “Ordu Göreve” demiş, “Kürtten alışveriş yapmayın” demiş, üniversitede Kürtleri dövmüş vesaire…
“Kürtten Alışveriş Yapmayın” lafını ilk uyduran da zaten bu Masa tv’ciler. Bildiğiniz gibi kampanyamızın adı tamı tamına “Alışverişimi Türk’ten Yapıyorum, Param PKK’ya gitmiyor” idi. Ne bir eksik ne bir fazla. Kendini Türk görmeyen rahatsız olabilir. Ama Türk’üm diyeni kökeni ne olursa olsun niye boykot edelim ki? Türkiye’de de Türk yaşar. Yanlış bilmiyorsak. Daha kampanyanın başladığı ilk gün Masa tv’ciler ne hikmetse kampanyanın rozetlerini ve malzemelerini ele geçirmişlerdi. “Kürtten alışveriş yapmayın diyorlar” diye ortalığı ayağa kaldırdılar. Tabii Masa tv’yi kimse takip etmez. Ancak Doğan Medya hemen “masa”sından gelen bu haberin üstüne atladı. “Büyük provokasyon” diye duyurdu. Fakat Milliyet’in internet gazetesindeki habere giden yüzlerce mesajın yüzde doksanı kampanyayı canı gönülden destekliyordu. Bunun üzerine alelacele haberi kaldırdılar. TÜRKSOLU’na karşı bu provokasyon toplam birkaç saat sürdü. Ertesi gün günlük gazetede bile yazmadılar. Herhalde kampanyanın tutacağından korktular. Masa tv’de TÜRKSOLU’na karşı yazılan yazı ise pek okunmamış anlaşılan. Bir haftadır yazıyı bir başa koyuyorlar, bir ortaya, bir yana… Ama toplam altı mesaj gelmiş. Bunlardan üçü de TÜRKSOLU’nu destekliyor. Masa tv’nin tirajı düşük. Dedik ya orası gazete falan değil, Aydın Doğan’ın ulusalcılık masası…
Bir de utanmadan “TÜRKSOLU’nun arkasında kim var” diye soruyor. Türkiye’nin bir numaralı MİT’çisi bunu soran… Aydın Doğan’ın kadrolu, maaşlı elemanı. İnsaf derler adama önce kendi arkana bak. Devrimcilerin arkasında halk vardır merak etme!

MİT’in “ Efsanesini ” Yazan adam

Soner Yalçın’dan mı solculuk, devrimcilik öğreneceğiz. Sen değil misin MOSSAD ile birlikte Mahir’lerin kanını döken MİT’çi Hiram Abas’tan bir “efsane” yaratan. Ona “Bay Pipo” diyen, “karizmatik istihbaratçıyı” yerlere göklere koyamayan.
Sen ne zamandan beri solcu, devrimci oldun. Sen “MİT’in gayriresmi tarihini” yaz. Sabetayistlerden bahset. Devrimciliği kirletmeye kalkma.
Bir de utanmadan TÜRKSOLU için “sözde Kemalist” demiş. Sen Yüce Önder Atatürk için Sabetayist-Yahudi yakıştırmasını yapan birisin. Biraz köşeye sıkışınca da ben öyle demedim ama isteyen araştırsın diye kıvırırsın. Sen Kemalist misin ki, bizi beğenmiyorsun?
Senin yazdığın her kitap bir operasyon… Yalçın Küçük ve senin sayende kelli felli adamlar Atatürkçülüğü, devrimciliği ve antiemperyalizmi bıraktı, isimlerdeki harfleri toplayıp çıkarmaya, mezar hırsızı gibi mezarlık dolaşmaya, en ilkelinden bir Yahudi karşıtlığına başladı.
Ne güzel iş değil mi? Millet beş on bin Sabetayist ile uğraşırken, ABD ve İsrail bu ülkede her istediğini yapsın. Bu ülkenin ilericileri de isimlerin içindeki harflerle, mezar taşlarıyla uğraşsın. Bu işi kışkırtan adam da Türkiye’de siyonizmin ve Amerikancılığın en sağlam kalesi Hürriyet gazetesinde çalışsın.
Soner Bey sen hâlâ “TÜRKSOLU’nun arkasında kim var” diye sor. Bizim Soner’in arkasında kim var diye sormamıza pek gerek yok. Kitapların MİT’ten, maaşın ve sigorta primlerin Aydın Doğan’dan… Soner, TÜRKSOLU’nu İkinci Cumhuriyetçilerle ortak olmakla suçlamış. İyi de Masa tv’yi sen ilk kurduğunda ortağın zaten İkinci Cumhuriyetçi Cüneyt Özdemir’di. Sonra Ergenekon rüzgârı Aydın Doğan’ın etrafında esmeye başlayınca, eski yeni ne kadar döküntü Aydınlıkçı varsa hepsini Masa’ya topladın. Şimdi ise daha bir yıl önce sana MİT ajanı dediği için kanlı bıçaklı olduğun Perinçek’e methiyeler düzüyorsun. E, tabii masa faaliyeti bunu gerektiriyor değil mi?

Aydın Doğan’dan maaş alanlar

Perinçek kısa süre önce “Soner’i aramıza MİT soktu” diyordu. Soner de ona dava açıyordu. Ancak şimdi kurulan ortaklıktan memnun görünüyorlar. Buna siyasette döneklik denir. Ama fırıldaklıkta rekor ve ekol sahibi bu Aydınlıkçılara biz dönek demiyoruz. Çünkü bahsettiğimiz ilişkiler ağı siyasi değil istihbarat temelli. İstihbarat dünyasında da taraf değiştirmek, ikili oynamak ve yeni patron bulmak son derece doğaldır.
Aydın Doğan ile Perinçek arasında çok ilginç bir ilişki var. Türkiye’nin en Amerikancı patronu ne hikmetse “Solcu” Perinçek ne açıklama yaparsa hemen gazetelerinde yayınlıyor. Perinçek’in Kaynak Yayınları diye bir yayınevi var. Ama oğlu ve veliahdı Mehmet PERİNÇEK  Rusya’dan aşırdığı Ermeni belgelerini Doğan Yayıncılık’tan basıyor.

Niye?

Herhalde sosyalist (!) tavır bunu gerektiriyor. Tabii merak ediyoruz Aydın Doğan, Mehmet’e ince kitabı için ne kadar telif ödedi.

Ayrıca daha geçtiğimiz yıllarda Aydınlık ve Ulusal Kanal’da çalışan bir sürü tip Soner’in Masa tv’sine doluşmuş durumda. Bunların maaşları ve sigorta primlerini de Aydın Doğan mı ödüyor? Soner’in az okunan Masa tv’sinin reklam geliri yok.
Onca Aydınlıkçı’yı nasıl besliyor? Bir şekilde Aydın Doğan Aydınlıkçılara para mı aktarıyor?

Apocu ama bölücü değilmiş

Bizi en çok güldüren şey ise TÜRKSOLU’na yönelik “bölücü” suçlaması oldu. Hatta TÜRKSOLU’nun Kürt konusundaki teşhisleri ile Mehmet Altan ve Murat Belge’ninkiler örtüşüyormuş.
Çok ilginç. Klasik bir PKK söylemi… Perinçek de bu söylemi hep sahiplenir. Türk milliyetçilerine bölücü derler. Hatta Türkiye’deki tek bölücü güç Atatürkçü ve milliyetçi çevrelerdir. Çünkü esas bölücülüğü Kürtleri üzerek güya biz yapmaktaymışız.
Örneğin Atatürk “Türkiye Türklerindir” veya “Ne Mutlu Türküm Diyene” dediğinde Apo’ya göre bölücülük yapmış, sözde 1921’de verdiği sözleri unutmuş oluyor.
Soner’in bu klasik PKK söylemini savunmasını yadırgamıyoruz. Çünkü hemen hemen her hafta Apo ile ilgili övgü dolu bir haber çıkıyor Masa tv’de. Adam bizi Kürt konusunda İkinci Cumhuriyetçilerle ortak fikirlere sahip olmakla suçluyor. Buna herkes vücudunun her yeriyle güler.
Türk-Kürt kardeşliğini, hatta Apo’nun konfederalizm çözümünü siz savunmuyor musunuz? 

Apo’yla masaya oturalım diyen siz değil misiniz? 

Çok eleştirdiğiniz Taraf gazetesinden, Murat Belge, Mehmet ve Ahmet Altan’dan en küçük bir farkınız var mı?
Bir insan hem Apocu olup hem de utanmadan nasıl bizi bölücülükle suçlayabilir? Bunun için “Aydınlık okulunun” yüzsüzlük müfredatından geçmek gerek herhalde.
Nitekim bu söylem Perinçek’te de asla değişmez. Apo’nun ulusalcı hatta Kuvayı Milliyeci olduğunu, devletin asla onu idam etmemesi gerektiğini, Apo’nun “Türkiyeci” bir çözüm istediğini sürekli vurgular. Koşullar ne olursa olsun Apo’yu savunmaktan vazgeçemiyor Aydınlıkçılar. Yoksa Apo’nun Perinçek’in ilk gazetelerinden Şafak gazetesine militanlık yaptığı günlere mi dayanıyor bu muhabbet. Belli ki yine bir “masa” ortaklığı var.
Soner Yalçın sürekli Apo’yu göklere çıkarıyor. Bakın Ertuğrul Özkök’e yağcılık olsun diye çıkan en az 20 yazısından birinde ne diyor Soner? Bu iki idolünü, Ertuğrul ve Apo’yu nasıl yüceltiyor:
“Ertuğrul Özkök’ün 17 Mart tarihli Hürriyet’teki makalesi Kürt sorununun çözümü konusunda bugüne kadar yazılmış en cesur yazılardan biridir. Bir dönemeçtir bu yazı. Özkök, Kürt sorunu çözümü konusunda PKK’sız bir çözümü dayatanların bugüne kadar başarısız olduğunu ve artık bu tavrın bırakılmasını yazdı. Çoğu kişi bu yazıya genellikle askerlerin karşı çıkacağını düşünebilir. Biz sanmıyoruz…
İkinci soru önemlidir; çünkü Barzanici Kürtler, “Öcalan askerlerle anlaştı, Kemalist oldu” propagandası yapmaktadır. Onlara göre, Öcalan Türkiye’nin üniter yapısının bozulmaması konusunda askerlerle anlaştı. Yani Öcalan, Türkiyeli bir çözümden yana...
Dönelim ABD’li diplomatların Türkiye’ye gelip Kürt sorununu çözümü konusunda kimlerle görüştüklerine: Şerafettin Elçi, Esat Canan ve Orhan Miroğlu. Bunun saklısı gizlisi yok; bu üç isim KDP’lidir, Barzanicidir. Bunlar Taraf Gazetesi yazarıdır. Erbil toplantısına methiyeler düzmektedirler. Bunların PKK ile hiçbir ilişkisi yoktur. O halde... Kürt sorunun çözümü konusunda Türkiye’de iki önemli siyasal gelişme yaşanmaktadır. Birincisi Barzani-Cemaat-ABD-İsrail ittifakıdır. İkincisi Ertuğrul Özkök’ün PKK’yı dışlamayan Türkiyeli bir çözüm arayışıdır. Umarız DTP bunun farkındadır...”

Soner’deki Apo sevgisi

Nasıl? Bizi bölücülük ile suçlayan adam Apo’yla asker masaya otursun diyor. Neden? Çünkü Apo “Türkiyeli”ymiş. Türkiye’nin birliğini düşünüyormuş. Hatta ABD’ye karşıymış.
İnsaf derler adama. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ihanetinin ve en kanlı Kürt terörünün sorumlusu Apo, Türkiyeli… Tarihimizin gördüğü en işbirlikçi, bölücü hareketin lideri aslında ABD’ye karşıymış. Bitti mi? Hayır. Bir de Soner’den Apo’nun aslında Atatürkçü olduğunu öğreniyoruz:
“Abdullah Öcalan son olarak duyanları şaşırtacak bir açıklamada da bulundu. Mustafa Kemal’i sahiplendiklerini ve Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine karşı olmadıklarını söyledi. Öcalan şunları ifade etti: ‘Ben burada Sayın Erdoğan ve Sayın Baykal’a açık çağrımı yapıyorum. Biz Cumhuriyetin başlangıç ilkelerine karşı değiliz. Mustafa Kemal’e de karşı değiliz. Mustafa Kemal bu Cumhuriyetin kurucusudur. Mustafa Kemal, Kürtlere kendi vilayetlerinde seçime dayalı geniş bir muhtariyet istiyordu. 1921 Anayasası bunu ele alıyor. Bunu isteyen Mustafa Kemal’dir. Biz onun için Cumhuriyetin başlangıç ilkelerini önemsiyoruz.’ Herkesin Kürt sorununu konuştuğu bir dönemde Öcalan’ın açıklamaları oldukça tartışılacak gibi görünüyor.”
Soner Bey buyurmuş: “TÜRKSOLU Kemalist değil…” Evet, gerçekten de eğer Apo ve Soner Yalçın Kemalist ise TÜRKSOLU Kemalist değil.
Ve çok ilginç bir detay. Adeta İmralı bülteni gibi çalışan Masa tv’de bir kere evet bir kere bile Apo için “terörist” denmiyor. Masa tv’ye göre Apo muhatap alınması gereken saygın bir siyasi lider. Hatta Apo konfederalizm ile “büyük Türkiye tezlerini anımsatan birlik önerisinde” bulunuyor ve Musul ile Kerkük’ü bile Türkiye’ye kazandırmak istiyormuş.
Bakın bu Apocu ve doğrudan PKK yanlısı tezler Masa tv’de nasıl aklanıyor? Güya Fethullahçılar, liberaller ve Barzaniciler Apo’ya düşmanmış. Çünkü onlar Apo’yu Kemalist görüyorlarmış. Bu yüzden asker Apo’yu muhatap almalıymış. İyi de bahsettiği Fethullahçılar ve liberaller de aynısını savunuyor. Asker PKK’yla masaya otursun diyorlar. Apoculukta yarış mı başlattınız?
Soner’deki bu Apo sevgisi çok eskilere gidiyor. Bu konuda da hocası Perinçek. 2000’e Doğru dergisi ve Aydınlık gazetesi 80’lerin sonu 1990’ların başında kelimenin tam anlamıyla PKK yayın organı gibi çalışmaktadır. “Gerilla ordu kurdu”, “Kürdün ateşle imtihanı” gibi manşetler… Bu sırada Soner Yalçın bu çevrenin en aktif muhabiri ve en “belgeli” istihbarat kaynağıdır. 2000’e Doğru her hafta başka bir PKK kampını tanıtırken, derginin Ankara Bürosunun şefi Soner’dir. O zamanlar yine bol bol imzasız yazılar yazmış Soner. Genellikle Hiram Abas, MİT, Mehmet Eymür üzerine. Ancak sıradan bir muhabirin asla bilemeyeceği detaylar, hatta devlet sırları. Hiram Abas ve MİT hayranlığı o günlerde başlamış. Anlayacağınız bir nevi Tuncay Güney’dir kendisi. 1996-2001 yılları arasında Soner’in boşalttığı koltukta Tuncay oturuyordu. İşleri aynı. Biri sonra haham oldu, diğeri araştırmacı gazeteci.
Elbette ki Türkiye’nin terörle kavrulduğu o günlerde böyle bir yayın çizgisine izin verilmiş olması ilginçtir. Hatta MİT raporları ve Ahmet Cem Ersever gibi JİTEM kurucuları bile Perinçek ve Soner’e ulaştırılmaktadır. Nitekim yıllar sonra Perinçek Bekaa Vadisi’ndeki PKK kamplarına meşhur ziyaretini ve Apo’ya “sevgi gülü” sunmasını “devlet görevi” olarak adlandırmıştır. Belli ki birileri onların böyle bir yayın izlemesine izin vermiş hatta teşvik etmişti. Sonra da ne hikmetse birdenbire Perinçek ve Soner ulusalcı oldu. Perinçek’in meşhur bir lafı vardır. “MİT’in ulusal kanadı…” Ne demekse? Her şeyi, her türlü işbirlikçiliği ve provokasyonu böyle aklar bu adamlar. “MİT’in ulusal kanadı”nın altında tünemiş bu isimlerde Apo sevgisi ne hikmetse hiç bitmiyor. Dediğimiz gibi kesinlikle bir “masa” arkadaşlığı söz konusu. Sakın o “masa” MİT’in değil CIA’nın olmasın…

Artık TÜRKSOLU var

Soner, işler eskiden böyle yürürmüş. İstediğin zaman istediğin kılığa girilebilirmiş. O zamanlar senin gibiler için iyi zamanlarmış. “TÜRKSOLU’nun arkasında kim var” diyen Soner 1990’larda bu cevizleri kırarken, TÜRKSOLU’nu kuran devrimci gençler daha o yıllarda ortaokula gidiyordu. Ama artık senin gibilerin Atatürkçü veya ulusalcı maske takmasına izin vermeyecek TÜRKSOLU var. Eğer TÜRKSOLU hakkında bir yazı yazacaksan da dikkat et. Çünkü çağımız internet çağı. Senin saçmalıklarını okuyan biri her an bir de şu TÜRKSOLU’na bakayım bunlar Soner hakkında ne demiş diye bizim sitemize girebilir. Bu yüzden bizce sus. Zararlı çıkarsın. Zaten sen de bunu düşünmüş olacaksın ki “TÜRKSOLU Soner Yalçın’ı eleştirdi” dememişsin. Bunu söylemeye bile cesaret edememişsin ama “TÜRKSOLU Halil Berktay’ı savundu” diye yazmışsın.
İnternette küçük araştırma yapan, bizim Halil Berktay’ı “yılın faşistleri” arasında saydığımızı bilir. Baskın Oran, gibileri bu kampanyadan dolayı bize dava bile açtılar. O yazıyı nerenle okudun?
Demişsin ki, TÜRKSOLU Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’ndaki şehit sayılarını nereden bulmuş. İnsanların kafası çalışıyor. Örneğin bu sayıları gerçekten merak eden biri rahatlıkla bizim sitemize girebilir bu rakamların Genelkurmay’ın resmi rakamları olduğunu rahatlıkla görebilir.
Elbette ki Genelkurmay kayıtlarında bile eksik olabilir. Şehit sayısı daha da fazla olabilir. Ama oranlar değişmez. Biraz kafası çalışan herkes de bunu akıl edebilir. Kısacası TÜRKSOLU’yla uğraşma! Ters teper. Geçen sefer sayende alışveriş kampanyamızı destekleyen pek çok Milliyet okurlarıyla tanıştık. Bu sefer de üç beş tane Masa tv okuru varsa, onları TÜRKSOLU okuru yaparsın.
(Sayı 243, 06/07/2009)



http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeulusal6.htm

.