Marshall Planı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marshall Planı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Temmuz 2017 Cuma

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 12

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 12



3.4.3 Marshall Planı 

Truman doktrini, esas itibarıyla Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardımı öngörmüştür. Çünkü bu iki ülke Sovyetlerin doğrudan doğruya baskısı ve tehdidi altındadırlar.. 

Fakat bu sırada Avrupa’nın durumu iktisaden son derece kötüdür. Altı yıllık savaş bütün ülkelerin ekonomik kaynaklarını tüketmiştir. Savaş bütün ülkelerde ağır tahribat yapmıştır. Bir bakıma toplumlar açlıktan kıvranmaktadırlar ekonomileri harekete geçirecek kaynak yoktur.285. 

Amerikalılara göre İkinci Dünya Savaşının getirdiği büyük yıkım Avrupa da kaos yaratmış bu nedenle komünistler ve dolayısıyla SSCB yükselişe geçmiştir. SSCB 
yayılması karşısında Avrupa maddi ve manevi olarak güçlendirilmelidir. Avrupa ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilirse siyasal olarak da bağımsızlı ğını koruyabilirdi. ABD bu noktada İngiltere Almanya ve Fransa’yı ve sonra tüm Avrupa’yı artan bir biçimde siyasal ve ekonomik işbirliği içine sokmak böylece bütünleşmiş bir Avrupa yaratarak Sovyet ilerlemesini durdurmak istemektedir. Alım gücü sıfırlanan Avrupa ABD üretimini ve ekonomisini de olumsuz etkilemektedir. Amerikan mallarının alım bulabilmesi için öncelikle Avrupa’nın ekonomik olarak kalkındırılması gerekmektedir 286 

Amerika batı Avrupa’nın bu ekonomik sıkıntılarına yardımcı olmak için her şeyi yapmıştır. Amerika’nın 1945 Haziranı ile 1946 sonu arasında Batı Avrupa’ya 
yaptığı ekonomik yardım 15 milyar dolar olmuş, fakat bu yardım bütçe açıklarının kapanması, ithalat için kullanılması gibi, paranın verimli olmayan ve gidip de gelmeyeceği alanlara harcanmıştır. 287. 

O halde Avrupa’nın kalkınması için verimli bir formül bulmak gerekmektedir. Amerikanın arayıp bulduğu formül, Dışişleri Bakanı George Marshall’ın 5 Haziran 
1947 günü Harvard Üniversitesinde yaptığı bir konuşma ile ortaya atıldı. Marshall Planı denilen bu konuşma, 16 Nisan 1948’de Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’nın (OECD) kurulmasını sağlamıştır 288. 

ABD Dışişleri Bakam George Marshall Avrupa’nın içinde bulunduğu duruma kısaca değindikten sonra Avrupa uluslarını ortak bir imar planı içinde bir araya 
getirebileceğinin kararlılığını taşıdığını ifade etmiştir Marshall, SSCB de dahil olmak üzere tüm Avrupa ülkelerini bu plana katılmaya davet etmektedir. Marshall’a göre ABD dünyanın iktisadi sağlığına kavuşması için elinden gelen tüm yardımı yapmalıdır. Aksi takdirde siyasal istikrar ve devamlı bir barıştan söz etmek mümkün değildir. ABD, herhangi bir ülkeye ya da doktrine karşı değil açlığa yoksulluğa ve kaosa karşı yönelmiş politikalar yürütmelidir. 

Marshall’in önerisinde üç nokta göze çarpmaktaydı. Birincisi, Truman Doktrininden farklı olarak, ekonomik tamir üzerine vurgu yapılmaktadır. Yeni politika, açlık, yoksulluk ve kaosla mücadeleye yönelmiştir. Herhangi bir askeri yardım söz konusu edilmemektedir. İkincisi, ulusal düzeyden, bölgesel düzeye (tüm Avrupa latası) çıkılmıştır. Daha önce Türkiye ve Yunanistan örneğinde görüldüğü gibi tek tek ülkelerle yardım ilişkisine giren ABD, bu politikasını değiştiriyordu. Üçüncüsü, bu girişimi engellemeye kalkışacak olan hükümetler, siyasal partiler ya da grupların Amerika’nın direnişiyle karşılaşacağının ifade edilmesidir. Bu sözler SSCB’ye ve Batı Avrupa’daki komünist partilere yönelik açık bir ihtar niteliği taşımaktadır289. 

Bunun üzerine, İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde 16 Avrupa devleti, 12 Temmuz 1947 de Paris’te toplanarak, Avrupa devletlerinin ihtiyaçları konusunda 
ortak bir bir rapor hazırlamışlardır. 

Bu program üzerine ABD 2 Nisan 1948’de Dış Yardım Kanununu kabul ederek, bir yıldan beri Truman Doktrini gereği Türkiye ve Yunanistan’a yapılan yardımı 
bu kanun çerçevesine almıştır. Dış yardım Kanunundan sonra Avrupa’nın Kalkınma Programını tatbik etmek amacıyla İktisadi İşbirliği İdaresi 3 Nisan 1948’de Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı kurulmuştur. 

3.4.3.1 Marshall Planı ve Türkiye 


Marshall Planı adı verilen Avrupa Kalkınma Projesinin ilk hazırlığı 12 Temmuz 1947’de Paris’te toplan 16’lar konferansı çalışmaları ile başlamıştır. Avrupa 
Ekonomik İşbirliği Komitesi (OECD) halinde çalışan konferans, çalışma programı ve ABD’ne gönderilecek genel raporun kapsayacağı unsurlar hakkında bazı ilkesel kararlar vermiş ve raporun hazırlanmasına esas olacak bilgilerin derlenmesi için her devlete soru cetvelleri gönderilmiştir. Türk hükümeti de istenilen bilgileri bir rapor halinde komiteye vermiştir 290. 

Bu rapordaki istekleri inceleyen Amerikalı teknik ve siyasal uzmanlar, Marshall yardımlarının savaştan büyük zarar gören ülkelerin ekonomilerini canlandırmaya yönelik bir program olduğu düşüncesiyle Türkiye’ye yardım verilmesine karşı çıkmaktadırlar. Çünkü Türkiye’nin altın ve döviz stoklarıyla dış ticaret dengesi diğer 15 Avrupa ülkesine göre daha iyi durumda bulunmaktadır. Üstelik Türkiye, yardımı ortak bir Avrupa kalkınması için değil kendi kalkınma planının finansmanı için kullanacağını bildirmiştir. Ayrıca uzmanlarca hazırlanan ve daha sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Kongreye sunulan Türkiye ülke raporunda, ekonomisi nispeten iyi durumda olan Türkiye’ye, Marshall Planı çerçevesinde Avrupa ülkelerine hammadde ihraç etme görevi yüklenmiştir. Dolayısıyla Türkiye’ye sadece, kısa vadede Türk ekonomisinin mevcut düzeyini korumasına yardımcı olacak mamul maddeler gönderilebilirdi. Böylece programın ilk 15 aylık dönemi için, tarım ve madencilik sektörlerinde kullanılacak aletler elektrik malzemeleri nakliye kamyonları petrol ürünleri ve kereste biçiminde 58.900.000 dolarlık bir yardım yapılması öngörülmektedir. 

Amerikalı uzmanların bu tutumu Türk kamuoyunda büyük bir endişeyle karşılanmıştır 291. Dış işleri Bakanı Sadak, dış kredi gereksinmesini şöyle belirtmektedir: 

“Nispetsiz derecede çok insanın silah altında bulundurmasının memleket ekonomisinde husule getirdiği ağır yük, Türkiye ekonomik kaynaklarının tam ve 
muvazeneli gelişmesine başlıca engel teşkil etmektedir… Her ne kadar Türkiye ’nin döviz kaynakları normal ihtiyaçları karşılayacak miktarda görünüyor ise de, bu kaynaklar dış baskılar neticesi askeri teçhizat ithali icap ettiği taktirde bu ithalatı finanse edecek imkanları sağlayamayacaktır” demektedir. 

Ayrıca, Truman Doktrini ile gelen askeri malzemenin bakım masrafları ve yedek parça için dolar ödenmesi zorunluluğunun, Dışişleri bakanının açıkladığı duruma 
etkisini belirtmek gerekir 292. 

Bu arada, Ankara ’daki ABD Büyük elçiliği Washington ’a bir rapor yollayarak Türkiye’nin ekonomik durumu dolayısıyla yardım verilecek ülkeler listesine alınması gerektiğini belirtmiştir. 

ABD, Plan içine alınabilmesi için Türkiye’nin kalkınma planında, Marshall Planının ruhuna uygun bazı değişiklikler yapmasını istenmektedir. Verilecek yardım 
tarımsal üretimin artırılması, tarım aletlerinin modernizasyonu ve ulusal ulaşım sisteminin yenilenmesi için kullanılması amaçlanmıştır. Kalkınma planının bu şekilde yenilenmesiyle Türkiye, Avrupa ’nın Yeniden İmarı programına katılan diğer ülkeler için bir gıda ve ham madde deposu haline gelecektir. Sanayi alanındaysa, değerli madenlerin, özellikle ABD savunması için büyük önem taşıyan kromun çıkarılmasına önem verilmesi istenmiştir. Türkiye bu istekleri yerine getireceğini bildirmektedir. ABD böylece Türkiye’nin Marshall Planından yararlanabilmesini kabul etmiştir 293. 

Türkiye ’nin, Truman Doktrininden sonra Marshall Planına da dahil olması Türk kamuoyunda ülkenin, batı dünyasına girmesi ve bu dünyanın lideri durumuna 
yükselen ABD ile savunma münasebetlerine geçmesinde bir merhale olarak görülmüş ve batı dünyası sadece coğrafi alan değil, demokratik bir sembol olarak da değerlendirilmeye başlanmıştır 294. 

3.4.3.2 Marshall Planının Türkiye’de Yorumlanışı 


Truman doktrininde olduğu gibi, Marshall Planı da Türkiye’de Dışişleri Bakanı Sadak’ın deyimi ile basit bir iktisadi düzenleme olarak görülmüş, batı dünyasının içine girmede önemi bir aşama biçiminde yorumlamıştır. 

“”Marshall Planına dahil olmamak, Türkiye’yi siyasetten yalnızlık içine atacağı gibi iktisaden de büyük zorluklara uğratabilirdi. Marshall planı daha geniş ve 
ilerici devletler grubuna girmiş bulunmak memleketimiz için hayırlı olacaktır.” demiştir 

Bir ulus baş makalesinde de OECD çerçevesinde yapılan 16’lar Paris Konferansının asıl siyasal yönü üzerinde durulmakta ve şöyle denmektedir: “Gerçekten 

16’lar toplantısı… Yalnız bir iktisadi kalkınma değil, aynı zamanda bir siyasi savunma konferansı hüviyetini kazanmıştır… Bahis konusu olan yalnız Avrupa’nın değil, bütün dünyanın kader ve istikbalidir, Avrupa bu davada bir coğrafi mefhum değil, bir demokratik semboldür.” 

Truman Doktrininden sonra Marshall Planı da Türkiye’nin II Dünya Savaşı’ndan sonra giriştiği bir yandan Batılılaşma, öte yandan ve şimdi onun önderi 
durumuna geçmiş bunması ABD ile savunma ilişkilerine geçme çabalarında önemli bir aşama olarak kabul edilmiştir. Ayrıca batının coğrafi değil de demokratik bir simge biçiminde yorumlanması bundan böyle çok duyulacaktır. 

4 Temmuz 1948 de Türkiye ile ABD arasında imzalanan Ekonomik İşbirliği Anlaşmasıyla Marshall yardımlarının verilmesine başlanmıştır. Anlaşmanın giriş 
bölümünde, “Avrupa ülkelerinde bireysel özgürlük ilkelerini, özgür kurumları gerçek bağımsızlığı devam ettirmenin, sağlam iktisadi koşullar oluşturmaya istikrarlı uluslar arası iktisadi ilişkilere geniş ölçüde bağlı bulunduğu,” ifade edilmekte ve anlaşmanın Türkiye’nin 16 Nisan 1948 de Paris’te imzaladığı Avrupa Ekonomik İşbirliği Sözleşmesine dayandığı belirtilmektedir295. İkinci olarak, askeri yardım anlaşmasında olduğu gibi, ekonomik yardım da birtakım koşullara bağlı olarak verilecektir: Yardım, ABD ile üzerinde anlaşmaya varılmış bulunan genel amaçlara uygun olarak kullanılacaktır. Öte yandan, metinden de anlaşılacağı üzere, Türk Hükümeti, ABD tarafından tekelci olarak görülen ekonomik yapıyı liberalleştirmek yükümlülüğü altına da girmiştir. Üçüncü olarak, Türk hükümeti, yine askeri yardım anlaşmasında olduğu gibi ekonomik yardım konusunda da yurt içinde geniş propaganda yapacaktır 296. 

Sonuç olarak Marshall Planıyla Türkiye’nin beklediğinden daha az yardım gönderildi. Bu yardımların kullanım alanlarının ve genel olarak Türk ekonomisinin temel hedeflerinin Amerikalılarca belirlenmesi sonucunda, Truman Doktriniyle gelen yardımlar gibi Marshall yardımları da 1950’lerin başlangıcından itibaren Türkiye’nin her alanda, dışa bağımlı hale gelmesine doğru giden yolda önemli bir kilometre taşı olmuştur 297. 


SONUÇ 

Türkiye tarihine bakıldığında demokratikleşme sürecinin Osmanlı Devleti’nde Sened-i İttifak’la başlayan, Tanzimat Fermanı’yla hız kazanan ve Türkiye 
Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren de hala devam etmekte olan bir süreç olduğu görülmektedir. 

Demokrasinin gelişimi ve yerleşmesi süreci cumhuriyetten önce, ilk olarak Osmanlı Devletinde adım atılmış, Sened-i İttifak’la başlayan bu süreçte padişahın yetkilerini devretmesi anlamına gelen bir durumun ortaya çıkması, Türk siyasal yaşamında yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Osmanlının içinde bulunduğu düzenin batının etkisiyle çözülmesi, bu çözülüşün toplumun iktisadi yapısında yarattığı bunalım, merkezi iktidarın zayıflamasına neden olan gelişimleri beraberinde getirirken, batıdaki bağımsızlık, eşitlik, milliyetçilik gibi fikirlerin Osmanlı İmparatorluğundaki çeşitli azınlıklar arasında benimsenmesi, bu grupların devlete karşı yer yer ayaklanma girişimlerine yol açmıştır. Bu dönemde yayınlanan Tanzimat ve Islahat Fermanları İmparator luğun kurtuluşunda başarılı olamamış, çünkü bunların da dayandığı bir taban 
ve kadrolar olmadığı gibi yaptırım gücü de yoktur. Bütün eleştirilere rağmen Tanzimat döneminin, İmparatorluğun kurtarılması için yeni esaslar benimseyen, klasik devlet esasları yerine, batıda demokratik mücadelelerden geçerek kurulmuş olan meşruti sistemi amaçlayan bir neslin yetişmesini hazırlaması da yadsınamaz bir gerçektir. 

Osmanlı İmparatorluğunun kurtuluşunu meşruti sistemde gören “Genç Osmanlılar” cemiyeti bu dönemde karşımıza çıkmaktadır. 

Aslına bakılırsa, Osmanlı Devleti’ndeki yenileşme ve batılılaşma hareketlerinin hepsi, devletin gerilemesini önlemek, dağılmasını engellemek amacını gütmüş ve bu doğrultuda orduda ve devlet yapısında birtakım girişimler olarak kendini göstermiştir. 

1920’lere dek yapılmış olan yenilik ve batılılaşma çalışmaları, içerideki Osmanlı Aydını’ndan gelen baskıdan ziyade esas olarak, dış güdümlü ve dış baskılar 
sonucu ortaya çıkmıştır. Fakat özellikle gayrimüslimlerin özgürlüklerini hedef alan fermanlar, Türk halkını memnun etmemekle beraber, Padişahın yetkilerini ilk defa kendi eliyle sınırlandırması, yasama ve yürütme organlarının ve 1908’de parlamento tarzında bir yapının oluşması, siyasal demokrasinin gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır. 

II. Meşrutiyetin demokratik gelişim çizgisi içindeki önemli özelliklerinden birisi, ilk kez olarak açık ve özgür parti hayatını başlatmış olmasıdır. Fakat programları, amaç ve düşünleri farklı partiler olmakla birlikte, tüm bu partilerin ortak bir özelliği vardı ki, o da partilerin hiç bir şekilde ekonomik ve sosyal temele dayanmamasıydı. Bu partiler toplumun içerisindeki ekonomik ve toplumsal baskılar sonucu değil, idareci sınıfın kendi aralarındaki mücadeleleri sonucu oluşmuş partilerdi. Ayrıca, II. Meşrutiyetin en ilginç yönü Osmanlı tarihinde ilk defa düşünen bir toplum manzarası göstermesidir. Dönem içerisinde siyasal özgürlüklerin tanınması, kişi hak ve hürriyetlerinin anayasal belgelerde güvence altına alınmasının doğal bir sonucu olarak, göreli bir tartışma ortamının doğduğu görülmektedir. Devletin birlik ve bütünlüğünü temine çalışan küçük birer devlet doktrini olarak İslamcılık, Osmanlıcılık, Batıcılık, Türkçülük şeklinde sıralanabilir teorik görüşler ortaya atılmıştır. II. Meşrutiyet sonrası çok partili yaşam  deneme si çok kısa sürmekle birlikte, İttihat ve Terakki Fırkası 1913 ten itibaren 1918’e kadar tek başına ülkeyi yöneten siyasal güç halini almış, Türk demokrasi hayatı ilk defa kesintiye uğramıştır. Bundan sonraki Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan gelişmeler, devleti parçalanma sürecine sokmuştur. 

Kurtuluş savaşıyla birlikte kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin getirilme ve yerleştirilme çabalarının Mustafa Kemal Atatürk tarafından yapıldığı ve demokrasinin gelişme ortamının da yine onun gerçekleştirdiği devrimler sayesinde oluşturulduğu, tartışmasız bir gerçektir. Cumhuriyet kurulduktan sonra demokratik parlamenter yapı oluşturulmuş olmakla birlikte, başlanan çok partili siyasi yaşam kısa sürmüştür. 1924 yılında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının, özellikle devrimlerin yerleştirilmeye çalışıldığı bir dönemde, devrim karşıtları tarafından destekleniyor olması CHF yöneticileri tarafından hoş karşılanmaması, partinin kısa sürede kapatılmasında önemli bir etken olduğu kaçınılmazdır. Diğer bir açıdan bakılırsa Avrupa’da ortaya çıkmış olan demokrasi gerçeğine ulaşmak isteyen diğer toplumlar, batının çok uzun bir zaman diliminde gerçekleştirdiği dönüşümleri çok daha kısa bir sürede gerçekleştirmek zorundadırlar. Değişim sürecinin çok yavaş olduğu böyle 
toplumlarda birtakım müdahalelerde bulunulması kaçınılmaz bir gereğidir. Bu dönemde CHP otoritesinin iktidarı tek başına elinde tutması bu durumun kaçınılmaz bir gerçeğidir. 

Buna rağmen, Atatürk için çok partili yaşam hep bir ideal olarak kalmıştır. Dünyada otoriter rejimlerin şekillenmeye başladığı yıllarda, Türkiye’de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurulmasında herhangi bir engellemeyle karşılaşılmamıştır. Yine 1929 Dünya Ekonomik Bunalımının da etkisiyle güçlenen Faşizm ve Nasyonal Sosyalim dünyada çok büyük ilgi uyandırırken , ekonomik bunalımla birlikte İngiltere ve Amerika gibi demokratik ülkelerde devletçi önlemlere dönülmüştür. Bu dönemde Mustafa Kemal Atatürk, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdurarak bir kez daha çok partili yaşama yönelmiş, ama ülkenin içinde bulunduğu koşullar bu girişimin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştur. 

Fakat Devleti farklı temellere oturtma amacı nedeniyle uygulanan yöntemler devrim hareketine olan tepkiyi arttırmış, bu da otoriter yapının daha da sertleşmesine neden olmuştur. Dönemin tek partisinin başında bulunan Mustafa kemal Atatürk’ün değişmez başkanlığının kabul edilmesi, millet adına meclise seçilecek adayların, partinin genel başkanının iradesine bırakılması, TBMM’nin hem oluşumunun, hem de idaresinin bir tek kişinin iradesine bağlılığını ortaya koyar niteliktedir. 

Bununla birlikte iki çok partili deneme dışında, muhalefet hareketinin gözlenmediği bu dönemde, 1935 yılından sonra parti ve devlet kurumları birbirinin içine girerek, tek partiye hukuki bir nitelik kazandırıldığı gibi, 1937 yılında ise tek partinin ideolojiçerçevesine anayasal bir statü verilmek suretiyle, inkılapların yerleşmesi uğruna partisizleşme doğru giden bir yapı oluşturulmuştur. Türkiye’de tek parti yönetimi, Atatürk’ün ölümüyle birlikte büyük değişikliliklere uğrayarak belli bir aşamaya getirilmiş, kişi hak ve özgürlükleri, İkinci dünya savaşının oluşturmuş olduğu koşullarla birlikte iyice kısıtlanmıştır. Bu bilgilerin ışığında özellikle 1930’dan sonra Türkiye’de 
kontrolü elinde tutan CHP’nin tek parti yönetimine dönüşmesi, dünyada popüler hale gelmiş olan Faşizm ve Nasyonal sosyalizmden etkilenmiş olduğu apaçık görülmektedir. 

İkinci Dünya Savaşı sonrası demokrasi cephesinin savaştan galip ayrılması, totaliter rejimleri andıran siyasi yapıların müttefikler nezdinde tepki ile karşılanmasına neden olmuştur. Bu dönemde Türkiye’de otoriteyi elinde bulunduran tek parti yönetiminin, totaliter bir yapıya benzerlikler taşıdığı görülmektedir. 

İkinci dünya savaşının sonuna doğru, Almanya’nın yenileceğini anlayan Türkiye, Sovyetler Birliği’nin askeri olarak güçlenerek etki alanını genişletmesini de göz önünde bulundurarak tarafsızlığını müttefikler lehine bozmuş ve fiilen olmasa da resmen savaşa katılmıştır. Bu arada artık belirginleşmeye başlayan uluslar arası tabloda da kendine bir yer edinme çabasına girmiştir. 

İkinci dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardında Türkiye büyük bir yalnızlığa düşmüş, buna Sovyet tehdidinin şiddetini arttırarak sürdürmesi eklenince, ülkedeki olağanüstü koşullar ve savaş hali bir süre daha devam etmiştir. 

Bu bağlamda Türk Tek Parti politikasının yeni yönelişleri de biçimlenmeye başlamıştır. Sovyet tehdidinin artık açıkça ortaya çıktığını gören Türkiye, bu tehdidi dengelemek amacıyla ABD başta olmak üzere, batının desteğini sağlama gereğini duymuştur. Bu amaçla da batıya hoş görüneceğini umduğu demokratik düzene geçme sürecine başlamıştır. 

İlk başlarda, Türkiye’nin Sovyetler Birliği tehdidine karşın ABD ve İngiltere’nin desteğini sağlamak için gösterdiği çabalar istenilen sonucu vermemiştir. Fakat zamanla Sovyetler Birliği konusundaki görüşleri benzeşmeye başlayınca Türkiye’de bu ülkelerden beklediği desteği bir ölçüde sağlayabilmiştir. ABD’nin bu desteği askeri alanda Truman Doktrini ile ekonomik alanda ise Marshall Planı ile gerçeklik kazanmıştır. 

1945 Bütçe görüşmelerinde belirginleşen muhalefet, özellikle Çiftçiyi Toprak landırma Kanunu süresince sınırlarını çizerken, kanunun onayı ile birlikte Dörtlü Takrir veren milletvekilleriyle, CHP içinde muhalefet kendisini göstermiş tir. Uluslar arası ortamın gereği olarak, Demokratik süreç adına adım atmaya çalışan tek parti yönetimi, CHP içinden doğan muhalefet hareketini hizipçilik olarak değerlendirerek dışlamış ve CHP dışında oluşacak yeni partiyi de kendi içerisinden oluşturma yoluna gitmiştir. 

1946 yılında kurulan Demokrat Parti önceleri “muvazaa partisi” olarak nitelendirilmesine maruz kalsa da, uluslararası ortamın getirdiği koşullardan 
yararlanmasını bilmiş, ve CHP karşısında iktidara talip olma özelliği kazanmıştır. 

Osmanlı ile başlayan ve Cumhuriyet dönemiyle devam eden çok partili yaşam denemeleri, iktidarda bulunan parti otoritesi tarafından, muhalefet partilerinin ortadan kaldırılmasıyla tek parti iktidarlarına dönüşmüştür. Tek parti otoritesine yönelmede, uluslar arası ortamın bulunduğu durum göz ardı edilmemelidir. İttihat ve Terakki 

Fırkası’nın 1. Dünya savaşı ortamında iktidarını sağlamlaştırmış olması, CHP’nin TCF ve kendi eliyle kurduğu SCF’ nin kapatılması sürecinde de, totaliter rejimlerin dünyada gözde olduğu dönemlere rastladığını görmekteyiz 

Fakat İkinci Dünya savaşı sonrası hayata geçen çok partili yaşam süreci ile birlikte, CHP karşısında kurulmuş olan DP’yi, siyasi yaşamdaki devamlılığı adına, yukarıda belirttiğimiz diğer muhalefet partilerden ayıran bir özellik bulunmak tadır. Bu ise Sovyet baskısıyla bunalan tek parti iktidarının, ABD ve İngiltere’nin desteğini arkasına almak adına demokratikleşme yolunu seçmiş olmasıyla birlikte, artık tek parti yönetimine geri dönülemeyeceğinin, açıkça ortaya çıkmış olmasıdır. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;


285 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s.443 . 
286 Baskın, a.g.e., s.538
287 Armaoğlu,a.g.e, s.443
288 Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, s. 165 
289 Oran, a.g.e., s. 538. 
290 Sander, a.g.e., s.46 . 
291 Oran, a.g.e., s.539-540. 
292 Sander, a.g.e. s.47. 
293 Oran, a.g.e., s.540. 
294 Sarınay, a.g.e., s. 68. 
295 Oran, a.g.e., s. 541. 
296 Sander, a.g.e., s.49-50.
297 Oran, a.g.e., s. 542. 


KAYNAKÇA 

Abadan, Yavuz ve Bahri Savcı. Türkiye’de Anayasa Gelişmelerine Bir Bakış, Ankara: A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1959. 
Afetinan, Ayşe. Medeni Bilgiler ve M.kemal Atatürk’ün El Yazıları,2. Basım, Ankara:Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988. 
Afetinan, Ayşe. Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 3. basım., Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 1981. 
Ahmad, Ferroz. Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980,İstanbul:Hil yayınları, 1994. 
Akandere, Osman. Milli Şef Dönemi, Çok Partili Hayata Geçişte Rol Oynayan İç ve Dış Etkenler 1938-1945, İstanbul: iz Yayıncılık, 1998. 
Akşin, Sina. Yakınçağ Türkiye Tarihi , 1908-1980, İstanbul: Doğan Medya, Kelebek Matbaacılık. 
Armaoğlu, Fahir. Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri (Açıklamalı), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi,VII.Dizi, 1991. 
Armaoğlu, Fahir. İkinci Dünya Savaşı Yılları (1939-1946), Ankara : Dışişleri Bakanlığı Yayınları, 1973. 
Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyası Tarihi 1914-1980, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1983. 
Arsel, İlhan. T. İmge Kitapevi İmge Kitapevi Teokratik Devlet Anlayışından 
Demokratik Devlet Anlayışına, Ankara: A.Ü.Hukuk Fakültesi Yayınları,1975. 
Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk(1919-1920): Cilt 1. Haz. Zeynep Korkmaz. Ankara: 
Başbakanlık Basımevi, 1984. 
Avcıoğlu, Doğan. Türkiye’nin Düzeni, İstanbul: Tekin Yayınları,1987. 
Aybars, Ergün. İstiklal Mahkemeleri. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1975. 
Aybars, Ergün. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 3.basım,İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi 
Hukuk Fakültesi Döner Sermaye İşletmesi Yayınları no:43. 
Aydemir, Şevket Süreyya. İkinci Adam, 2. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1968. 
Aydemir, Şevket Süreyya. İnkilap ve Kadro, 2.baskı, bilgi yayınları., Ankara: 1968. 
Bayur, Yusuf Hikmet. Türk İnkılabı Tarihi, Ankara, c.2, s.10. 1964. 
Berkes, Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Doğu-Batı Yayınları, t.y. s. 
Bila, Hikmet. C.H.P. Tarihi 1919-1979, Ankara: Doruk Matbaacılık,1979. 
Bozdağ, İsmet. Bir Devrin Perde Arkası: Atatürk, İnönü, Bayar Çekişmeleri, İstanbul:Kervan Yayınları., 1972. 
Burçak, Rıfkı Salim. Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945-1950, Ankara: Olgaç Yayınları, 1979. 
Cillov, Haluk. Türk Ekonomisi, İstanbul:1970. 
Çavdar, Tevfik. Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1839- 1950), Ankara: İmge Kitapevi, 1995. 
Çeten, Anıl. Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1981. 
Çufalı, Mustafa. Türkiye’de Demokrasiye Geçiş dönemi (1945-1950), Ankara: Babil Yayınları, 2004. 
Dal, Kemal. Türk Anayasa Hukuku, Ankara:A.Ü. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, 1978. 
Dursun, Davut. Demokrasi Sorunu ve Türk Demokrasisi, İstanbul: Şehir Yayınları, 2001. 
Ekinci, Necdet. II. Dünya Savaşından Sonra Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, 1.basım, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları 1997. 
Erkin, Feridun Cemal. Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar, Yorumlar, Ankara : Cilt I, T.T.K.B., 1980. 
Erkin, Feridun Cemal. Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara: 1968. 
Erer, Tekin.Türkiye’de Parti Kavgaları, Ankara: Ticaret Postası Matbaası, 1963. 
Eroğlu, Cem. Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, 2. Basım Ankara: İmge Kitabevi, 1990. 
Eroğlu, Hamza. Milli Egemenlik İlkesi ve Anayasalarımız, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları sayı 1,cilt:1, kasım 1984. 
Eroğlu, Hamza. Türk İnkılap Tarihi, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. 1982. 
Eryılmaz, Bilal. Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, İstanbul: İşaret Yayınları, 1992. 
Esen, Bülent Nuri. Türk Anayasa Hukuku, 2.Basım, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1971. 
Gevgilili, Ali. Yükseliş ve Düşüş, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1987. 
Goloğlu, Mahmut. Demokrasiye Geçiş 1946-1950, İstanbul: kaynak yayınları, 1982. 
Goloğlu, Mahmut. Milli Şef Dönemi (1934-1945), Ankara: Kalite Matbaası, 1974. 
Gönlübol, Mehmet ve Haluk Ülman. Türk Dış Politikasının Yirmi Yılı, 1947-1965, 
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.XXI, No.1 1996. 
Gürün, Kamuran. Türk Sovyet İlişkileri (1920-1953), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991. 
Güvenir, O. Murat. 2. Dünya Savaşında Türk Basını, İstanbul: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1991. İnan, Süleyman. Muhalefet Yıllarında Adnan Menderes, 
İstanbul. 
Karpat, Kemal H. Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1967. 
Kindross, Lord. Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Ayhan Tezel (Çev.), İstanbul: Sander Yayınları, 1970. 
Koçak, Cemil. Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Cilt 2., Ankara: iletişim Yayınları, 1986. 
Kongar, Emre. İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal yapısı. 4. Basım, İstanbul: Remzi Kitapevi. 1981. 
Mardin, Şerif. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895 – 1908), 2: Basım, İstanbul: İletişim Yayınları, 1983. 
Oran, Baskın. Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar; Cilt 1. 1919-1980, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. 
Öz, Esat. Türkiye’de Tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım, 1.Basım Ankara: Gündoğdu Yayınları,1992. 
Özbudun, Ergun. Türkiye’de Sosyal Değişme ve Siyasal Katılma, Ankara: A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları,1975. 
Özdağ, Ümit. Ordu Siyaset İlişkileri,İstanbul: Bilge Oğuz yayınları, 1998. 
Özek, Çetin. Devlet ve Din, İstanbul: Ada Yayınları. 
Öztürk, Kazım. Türkiye Cumhuriyetleri Hükümetleri ve Programları, İstanbul: Ak Yayınları,1969. 
Sander, Oral. Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara: Ankara Ünv. Siyasal Bilgiler Fakültesi yayınları No.427, 1979. 
Sarınay, Yusuf. Türkiye’nin Batı İttifakına Yönelişi ve Nato’ya Girişi (1939-1952), Ankara : Nüve Matbaası ,Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 
Kültür Eserleri Dizisi:107. 
Sencer, Muzaffer. Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri.İstanbul: May Yayınları, 1974. 
Soysal, Mümtaz. Anayasaya Giriş 2. Baskı: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1969. 
Soysal, Mümtaz. 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 6.basım,İstanbul: Gerçek Yayınevi,1986. 
Tekelli,İlhan ve Gencay, Şaylan. “Türkiye’de Halkçılık İdeolojisinin Evrimi” Toplum ve Bilim Dergisi. Sayı: 6-7( Yaz – Güz), 1978. 
Tezel, Yahya Sezai. Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi 1923–1950, İstanbul: 
Tarih Vakfı Yurt Yayınları,2000. 
Truman, Harry s. Hatıralarım, Cihad Baban, Semih Tuğrul (Çev), Ankara: Ulusal Basımevi, 1968. 
Tunaya, Tarık Zafer. Türkiye’de Siyasal Partiler (1859-1952), İstanbul: Doğan Kardeş Yayınları, 1952. 
Tunaya, Tarık Zafer. Türkiye’de Siyasal Partiler, C,I, İkinci Meşrutiyet Dönemi, 2. Basım., İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1988. 
Teziç, Erdoğan. 100 Soruda Siyasal Partiler, İstanbul: Gerçek Yayınevi,1976. 
Timur, Taner. Çok Partili Hayata Geçiş, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991. 
Timur, Taner. Türk Devrimi ve Sonrası (1919–1946). Ankara: Doğan Yayınları, 1971 
Toker, Metin. Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları, Tek Partiden Çok Partiye Geçiş, 1944-1950, 3. basım Ankara: Bilgi Yayınları, 1990. 
Torun, Esma. II. Dünya Savaşı Sonrası Türkiye’de Kültürel Değişimler İç ve Dış Etkenler (1945-1960), İstanbul: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, 2002. 
Tuncay, Mete. T.C.’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması(1923-1931), İstanbul: Cem Yayınları, 1990. 
Tuncay, Mete. Siyasal Tarih (1908–1923), Türkiye Tarihi 4, Çağdaş Türkiye (1908–1980), İstanbul: Cem Yayınevi, 1990. 
Turgut, Nukhet. Siyasal Muhalefet Batı Demokrasileri, Sosyalist Ülkeler–Türkiye, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, 1984. 
Tokin, Hüsrev f. Türk Tarihinde Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi (1839 – 1965), İstanbul: Elif Yayınları, 1965. 
Us, Asım. 1930-1950 Atatürk, İnönü, İkinci Dünya Harbi ve Demokrasi Rejimine Giriş Devri Hatıraları, İstanbul: Vakit Matbaası, 1966. 
Ülman, A.Haluk. Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri, 1937-1947, Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış Münasebetler Enstitüsü Yayını, No.14, 1961. 
Ülman, A.Haluk. Türk-Sovyet Münasebetleri (1923-1960) İkinci Cihan Savaşı İçinde, Forum, Cilt WII, Sayı 153, 1960. 
Ünal, Oğuz. Türkiye’de Demokrasinin Doğuşu, Tek Parti Yönetimi’nden Çok Partili Rejime Geçiş Süreci, 1. Baskı, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1994. 
Yerasimos, Stefanos. Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Babür Kuzucu(Çev.) 6.Basım, İstanbul: Belge Yayınları, 1992. 
Yeşil, Ahmet. Türkiye’de Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş, TC Kültür Bakanlığı Yayınları 897, Kültür Eserleri Dizisi/114, Özyurt Matbaacılık, Ankara, 2001. 
Yetkin, Çetin. Türkiye’de Tek Parti yönetimi 1930 -1945, 1. Basım, Ankara: Altın Kitaplar Yayınları, 1983. 
Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin tarihi, Yasemin Saner Gönen (Çev.), İstanbul: İletişim Yayınları,1998. 


***

8 Ağustos 2016 Pazartesi

12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 2






12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ  BÖLÜM 2



II. a Demokrat Parti’nin Kuruluşu (7 Ocak 1946) 


Ülkemizde çok partili siyasal hayata geçildikten sonra kurulan ilk parti, İstanbullu zengin işadamı olan Nuri Demirağ tarafından Milli Kalkınma Partisi (MKP)’dir. 18 Temmuz 1945 kurulan MKP’nin kurucuları arasında Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde muhalefet grubu olan İkinci grubun önderi Hüseyin Avni Ulaş ve Cevat Rifat Atilhan gibi kişiler vardır. 

Genel olarak liberal bir eğilimi yansıtan parti programında devletçilik uygulama ları eleştiriliyor, seçimlerin tek dereceli ve nispi temsil sistemine göre yapılması, iki meclisli yasama organı, cumhurbaşkanının yalnızca tek dönem için ve halk tarafından seçilmesi gibi yenilikler mevcuttur. Ancak bu partinin yeterli toplumsal tabanı ve siyasal kadrosu oluşamadığından MKP, 1946'daki belediye seçimlerinde ve 1950 genel seçimlerinde başarılı olamamıştır. 

Gerçek muhalefet partisi ise, çiftçiyi topraklandırma yasasıyla CHP içinde ilk kez somut olarak ortaya çıkan muhalif “ Dörtlü Takrir”i imzalayan Dörtler ” den Refik Koraltan’ın kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığına sunmasıyla kurulan Demokrat Parti (DP) olacaktır. Adnan Menderes, aynı gün DP’nin kuruluşu dolayısıyla tarihe geçen aşağıdaki açıklamayı yapar 14: 

Bugün Demokrat Parti resmen kuruldu. 

Şimdi Türk siyasî hayatında yepyeni bir sahife açılıyor. Bu tarih, gelecek kuşaklar için asla unutulmayacak bir kilometre taşı olacak. Artık tek parti-tek şef sisteminin egemenliği, yalnız devlet hayatımızın dar kalıpları arasından çıkmakla kalmayacak; aynı zamanda, milletimiz yıllarca özlemini çektiği demokrasinin en ufuklarından özgürce nasibini alacak. Ülkemizin kalkınmaya, ekonomik açıdan gelişmeye ihtiyacı var. 

Demokrasi ve kalkınma hamleleri Demokrat Parti’nin iki temel felsefesi olacak. Kurucusu olduğum bu partinin, politik hayatımızda sonsuza kadar devam 
edeceğini ümit etmek istiyorum. Bizden sonra bu partinin başına geçecek yöneticilerin, 1946 ruhunu daima hafızalarda canlı ve uyanık tutmaları en 
samimi dileğimdir. 

Aynı gün DP Genel Başkanı Celal Bayar Ankara’da gazetecilere DP’nin muvazaalı olup olmadığı konusunda şu cevabı verir15: 

Bu söylentileri ahlâk kaideleri ile telife (uygun görmeye) imkân yoktur. Ortada ne böyle bir muvazaayı (danışıklığı) kabul edecek ne de teklif edecek kimse 
yoktur. Böyle ciddi bir meselenin hafifliklere tahammülü yoktur. Biz, memleket menfaatine büyük bir hamle yaptığımıza kani bulunuyoruz. Samimi arzumuz 
şudur: Memlekette millî iradenin, millî hâkimiyetin tahakkuku (gerçekleşmesi) ve bunların kanuna uygun olarak tecellisi (gerekmektedir) “- Biz memleketin bütün icapları hakkında münakaşa etmek, memleket menfaatlerine göre hareket etmek davasındayız. 

Sonuç olarak, özellikle ulusal ve uluslararası koşulların kaçınılmaz etkisiyle kurulan DP’nin kuruluşuyla, Türk siyasal hayatında dördüncü kez (ilki 1908 sonrası olsa da) gerçek anlamda ikinci kez, çok partili siyasî hayat başlamış oluyordu. 


II. b. 1946 Genel Seçimleri 


7 Ocak 1946 yılında DP’nin de kurulmasıyla başlayacak çok partili siyasal hayattan sonra normal olarak 1947 yılında yapılması planlanan genel seçimler, bir yıl erkene alınarak, 21 Temmuz 1946 yılında yapılmıştır. Seçim kararının alınmasından hemen sonra da, 5 Haziran 1946’da kabul edilen 4918 
Sayılı Yasa’ya göre, iki dereceli seçim sistemi, dünya siyasî tarihinde ender görülen açık oy, gizli sayım ve sayımdan hemen sonra seçmen pusulalarının 
yakılması şeklinde karar alınmıştır. 

CHP, yeni yasalar uyarınca DP’nin seçimlere katılmayı reddetmesi halinde de partinin kapatılması tehdidinde bulunmuştur16. Böylece seçim süresini bir yıl erkene alan İnönü ve CHP’nin, erken bir zafer kazanmak istediği belli olmaktadır. 
Çünkü 27 yıllık tek parti olan CHP bütün ülke sathında, hatta köylere kadar teşkilatlanmışken, seçimlere iki-üç hafta kala dahi DP, Türkiye’nin ancak 41 ilinde ve 200 ilçesinde örgütlenebilmiş tir 17. 
DP, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Çoruh, Diyarbakır, Gümüşhane, Hakkâri, Kars, Kırşehir, Malatya, Mardin, Muş, Niğde, Rize, Siirt ve Van’da örgütlenemediği gerekçesiyle bu illerde seçimlere dahi katılamamıştır 18. 

Bu duruma tepki gösteren DP lideri Celal Bayar seçim öncesinde DP’nin yarış ortamını şöyle özetlemiştir 19: 

1. İdare amirlerinin halk üzerindeki tazyiki hemen her tarafta son haddine varmıştır. 
2. Bazı yerlerde Demokrat Parti’ye rey (oy) vereceklerin şiddetle cezalandırılacakları resmi ağızlardan ifade olunmuştur. 
3. Muhtelif yerlerde partimiz mensuplarından birçok zevat tevkif olunmuş, bütün bu hareketlerin memleketin muhtelif yerlerinde aynı şekilde ve aynı 
zamanda vukua gelmesini bunların bir sistem dâhilinde yapıldığını ve aynı kaynağa dayandığını göstermektedir. 
4. Bu şartlar altında serbest bir seçim olması bahis mevzuu olamazsa da millî iradeye tercüman olması ve millî vazifesini yapmak maksadıyla yukarda 
arz edilen ağır şartlar altında dahi seçime gireceğiz. 


Bu koşullarda yapılan ve 24 Temmuz’da açıklanan seçim sonuçlarına göre, seçimlere katılma oranının % 85’tir. 465 milletvekilinden 395’ini CHP 
kazanırken; DP 271 adaydan 64 milletvekili kazanmış ve 6 da bağımsız milletvekili meclise girmeyi başarmıştır. İstanbul’daki 27 milletvekilliğinden 
18’ini alan DP, daha çok büyük şehirlerde kazanmış, CHP ise kırsal kesimde daha fazla oy almıştır. 20 

DP’nin kudretli ve Menderes’in yakın adamlarından olan Mükerrem Sarol’a göre “ Tarihin hafızasına kezzapla yazılan ” bir seçim olan, 21 Temmuz 1946 seçimlerinin nasıl bir havada cereyan ettiğinin en çarpıcı örneklerinden biri İstanbul’daki seçim sonuçlarıdır. CHP’nin alışılmış seçim hilelerine karşı 
meraklı bir yönetici olmayan dönemin İstanbul valisi Dr. Lütfü Kırdar, seçim sonuçlarını Ahmet Emin Yalman’a şöyle açıklamıştır 21: 

İstanbul’da seçimi DP büyük farkla kazandı. Nitekim daha sayım tamamlanmadan, farkın kapanması ihtimali olmadığı için, durumu basına 
duyurdum. Ancak olaylar bundan sonra gelişti ve beni çok güç bir noktaya getirdi. Halk Partisi Merkezi, Recep Peker Grubu gibi ağır topların İstanbul 
listesinde olduğunu, bunların seçimi kaybetmelerinin partiyi çok vahim bir çizgiye getireceğini ve ne yapıp yapıp beş altı milletvekilinin kurtarılması 
gerektiğini bana bildirdi. Partinin tutumu kesin! İstanbul Parti Müfettişi de seçim sonuçları üzerinde direniyor! Yapacağım iki şey var: Biri, partinin teklifini 
reddetmek, diğeri partinin teklifini yumuşatarak hem halk partisinin hem DP’nin 16 milletvekilliğinin yok edilmesini önlemek. Çünkü dirensem, halk partisi 
benim yerime hemen bir vali tayin yapacak ve seçimleri istediği biçime sokacaktı. Yerimde kalmak suretiyle seçime müdahalenin büyümesine engel 
oldum ve DP’nin 6 milletvekilliği kaybıyla bilânço kapandı. 

Seçimden sonra DP taraftarları birçok yerde gösteri düzenleyerek durumu protesto ederken; CHP, seçim sonuçlarını eleştiren gazetelere savaş açmış, İstanbul merkezli gazeteler bizzat İsmet Paşa’nın emriyle susturulmuş tur 22. Seçimlerin sonucuna fesat karıştırıldığı iddiasıyla çok sert tavır gösteren Bayar, şu açıklamayı yapar23: Seçmenlerin verdikleri reylerin kaydına mahsus olan ve her sandığın seçim neticesini gösteren mazbatalar birçok yerlerde boş olarak seçim heyetlerine imza ettirilmiştir. Bunlar sonradan ve arzuya göre doldurularak  vatandaşların reyleri üzerinde oynanmıştır. Bu suretle muhalif ve müstakil milletvekili namzetlerinin talihi, merkezin emrine tabi olan vali ve kaymakamların elinde oyuncak olmuştur. Bazı yerlerde resmi ve yarı resmi ağızlardan yapılan kötü propagandalarla, isnat ve iftiraları, faillerinin düşkün seviyesine bırakıyorum. 

Vatandaşlar siyasî kanaatlerinden dolayı birçok yerlerde bilhassa köylerde tecavüze uğramışlar, tehdit edilmişler, dövülmüşler, yaralanmışlar ve 
hapsedilmişlerdir. 

Son Ege Bölgesi ile Balıkesir ve Bursa seyahatimde gözleri yaşlı birçok vatandaşların şikâyet mercii aradıklarını gördüm. 

Ankara kaza köylerinden yüzü gözü bereli arkadaşlarımızın Demokrat Parti merkezine gelip dertlerini acı acı anlattıklarını hepimiz biliyoruz. 

Memleketimizde seçim emniyet altına alınmamıştır. Biz evvelce bu husustaki fikrimizi bir beyannamemizde açıklamış bulunuyorduk. Demokrat Parti şunu arz etmek ister ki, seçimlere girip girmemek hususunda karar verirken, elinde tuttuğu ölçü, parti menfaati ölçüsü değil, yalnız ve yalnız, memleket menfaati ölçüsü takip etti ki, tek gaye de yurtta, millî irade ve hâkimiyetin birden fazla partilerin varlığı ile teyit olunması ve yurttaş hak ve hürriyetlerinin daha esaslı teminat altına alınmasıdır demiştik. Biz böyle düşündük, böyle hareket ettik. Hâlbuki milletin gözü önünde cereyan eden seçimler böyle mi olmuştur? Bizzat Ankara’da ilan edilen netice nasıl elde edilmiştir; bunu bilmeyen, anlamayan kimse kalmamıştır. İşte ben iddia ediyorum, hatta itham ediyorum, seçim işlerine fesat karıştırılmıştır. Seçimler milletin hakikî iradesini göstermekten uzaktır. 

Seçimler İstanbul ve Ankara gibi yerlerde CHP’nin inisiyatifinde yapılmıştır. Ancak taşrada Anadolu’nun inadı tutmuş, halk, Ankara veya İstanbul olduğu gibi haksızlığı sadece alkışlarla protesto etmemiştir. Mersin’in Arslanköy köyünde muhtarlık seçimlerinde (Ankara Çubuk ve Isparta Senirkent’te de), CHP’li eski muhtara karşı köy halkı, muhtarın seçimlere hile karıştırdığı gerekçesiyle ayaklanmış ve seçim sandığına el koymuşlardır. Halk, jandarma’nın gelmesine rağmen sandıkları vermeyince jandarma ile köylüler arasında arbede yaşanmıştır. Sonuçta bütün köy, 92’si sanık ve 100’u şahit olmak üzere, davalık olur24. 

Dava, Mersin yerine Konya mahkemelerine taşınırken; Konya halkı da gelenleri evlerinde misafir eder. Davayı, başta DP İstanbul İl Başkanı “ İhtiyar Kaplan ” lakaplı Prof. Dr. Kenan Öner olmak üzere, DP’li avukatlar üstlenir ve gündemin en önemli meselesi olarak tarihe geçer. Bundan sonraki ikinci Anadolu fırtınası ise, DP’nin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950 seçimlerinde yaşanır. 14 Mayıs seçimlerinin yapılacağı gün, Zonguldak’ta binlerce işçi yalnızca oy vermek için işlerine gitmeyecek ve bu olay Cumhuriyet Türkiye’sindeki “ilk siyasi sivil itaatsizlik” olarak görülecektir. 

Eroğul’a göre bu seçim sonucunda oluşan güvensizlik nedeniyle, CHP ve DP arasındaki ilişkiler geleceğe dönük olarak zehirlenmiştir25. Seçim sonuçları nın gizli sayımdan sonra hemen yakılması, bu iddiaları doğruladığı gibi ilerde olabilecek yasal sorumluluktan kurtulmayı hatırlatmaktadır ki; bugün bile 1946 yılının seçim sonuçlarına sağlıklı bir şekilde ulaşılamamaktadır. Bu Türk siyasal hayatı için 1912 yılında yapılan sopalı seçimler gibi yüz karası olarak görülmektedir. 

Bu tarihten bir yıl sonra 12 Temmuz Beyannamesine kadar artık iktidar muhalefet ilişkileri güvensizliğe, çatışmaya dönüşecektir. 

Özetle, bu seçim sonuçlarında CHP’nin kontrollü, muvazaalı bir muhalefet istediği ve çok partili hayat sürecinin de Batı’ya karşı göz boyama olduğu açıkça anlaşılmıştır. 


III. 12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASAL HAYATINA ETKİSİ 


Bu seçim sonuçlarından sonra artık iktidar ve muhalefet ilişkileri kopmak ve son çok partili siyasal hayat da sona ermek üzeredir. Öyle ki CHP’nin güçlü adamların dan Nihat Erim demokrasinin üzerini şal ile örtmekten bahsetmiştir. Tam bu süreçte 12 Temmuz Beyannamesi imdada yetişir. 

12 Temmuz Beyannamesi hiç şüphesiz Türk siyasal hayatında olumlu ve çok önemli yönde izler bırakan tarihi bir belgedir. Bu belgenin yayımlanmasında ise iç şartların yanında dış şartların daha çok etkili olduğu düşünülmektedir. 

Bu açıdan konuya dış şartların etkisiyle başlanacaktır. 


III. a. 12 Temmuz Beyannamesi Öncesi Ulusal ve Uluslar arası Siyasi Durum 


      II. Dünya Savaşında SSCB’nin bir süper güç olarak doğması hiç şüphesiz, yakın komşusu ve yayılma alanı üzerinde en büyük engel olan Türkiye’yi rahatsız etmiştir. SSCB’nin savaştan hemen sonra bu bağlamda Türkiye’den toprak talep etmesi ve Türk Boğazlarını kontrol etmek istemesi ise o güne kadar bir denge politikası takip eden Türkiye’yi Batı’ya yönelmeye mecbur bırakmıştır. Bu durum Stanford J. SHAW ve Ezel Kural SHAW tarafından şöyle tanımlanmıştır 26: 

Türkiye savaş boyunca huzursuz tarafsızlığını korurken, savaş nedeniyle ekonomik durumu daha da kötüleşmişti. Önce Rusya, ardından Alman 
işgali tehdidinden dolayı bir milyon asker silahlandırılmış, bütçede ordunun payı iki katına çıkarılmıştı. Zaten başlangıçta güçlü olmayan bir ekonomi için seferberlik çok ağır bir yüktü. Binlerce insanın iş alanlarından çekilmesiyle tarımsal ve sınai üretim düşmüş, savaş ve Akdeniz'deki ablukalar dolayısıyla ithalat ve ihracat önemli ölçüde azalmış, büyük bir mal ve yedek parça darlığı ortaya çıkmış, Türkiye dış pazarlarından çoğunu kaybetmişti. Silahlı kuvvetler pazarda yeni bir rekabet kaynağı yaratmış, sivillerin ihtiyacı olan mallar bu alana kaymaya başlamıştı. Sonuç olarak enflasyon baş göstermiş, İstanbul'da genel fiyat endeksi 1939'da 101.4'ten, 1942'de 232,5, 1945'de 354.4'e 
çıkmış, gıda maddeleri fiyat endeksi de 1938'de 100'den 1944'de 1113'e çıkmış, savaşın son yıllarında Akdeniz'in açılmasıyla 1945'te 568.8'e düşmüştür. 

Yine savaş sırasında toplam milli hasıla 7690.3 milyon Türk lirasından 5941.6 milyon liraya düşmüş, kişi başına düşen net gelir aynı yıllarda 431.53 liradan 316.22 liraya düşürmüştür. Bu nedenle Türkiye Batı yardımına muhtaç görülüyordu. 

Durum böyleyken ABD Başkanı Harry S. Truman 12 Mart 1947'de Türkiye ile Yunanistan'ın Ruslara karşı savunmasına yardım için Kongre'ye bir askeri ve ekonomik yardım tasarısı sunar. Tasarı, Amerika'nın güvenliğini sağlamak için Sovyet emperyalizmine karşı direnmeyi sağlamak üzere oluşturulan Truman Doktrini'nin bir parçasıdır. Amerikan Kongresi'nin istenen yardımı onaylama kararı Amerika'nın Türk güvenliği ve ekonomik gelişmesine müdahalesinin başlangıcı olur ve bundan sonraki otuz yıl içinde iki ülkenin politikalarında temel unsur haline gelir. Ankara'ya gelen Amerikan askeri uzmanlarıyla görüşmeler sonunda, 1 Eylül 1947'de, Ankara tarafından onaylanan Türk-Amerikan askeri yardım ve işbirliği anlaşması hazırlanır. 

5 Haziran 1947'de ilan edilen Marshall Planı ile iki ülkenin arasında imzalanan ekonomik anlaşma (8 Temmuz 1948) Türk-Amerikan ilişkilerinin dayandığı ikinci destek olur.27 

14- Taşkın TUNA, Adnan Menderes’in Günlüğü, Şule Yayınları, İstanbul, 2002, s.15. 
15- Son Posta, 08 Ocak 1946. 
16- Feroz AHMAD, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 153. 
17- Kemal KARPAT, Türk Demokrasi Tarihi Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller, Afa Yayınları, İstanbul, 1996, s.143. 
18- Metin TOKER, Tek Parti’den Çok Partiye, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970, s.169. 
19- Celal BAYAR, (Der. Özer ŞAHİNGİRAY), Celal Bayar'ın Söylev ve Demeçleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, Kasım 1999. s.60. 
20- KARPAT, s.251. 
21 Mükerrem SAROL, Bilinmeyen Menderes I, Kervan Yayınları, İstanbul, 1983, s. 224. 
22- Mahmut GOLOĞLU, Demokrasiye Geçiş (1946–1950), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1982, s. 69. 
23- BAYAR, s. 61–62. 
24- Cumhuriyet Gazetesi, 04 Eylül 1947. 
25- AHMAD, s. 153. 
26- Stanford J. SHAW- Ezel Kural SHAW, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye Cilt 2, E Yayınları, İstanbul, 2006, s. 469. 
27- SHAW, s. 471. 



3.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


...

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 35






TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI   
BÖLÜM 35



1970 SONRASI SENDİKALAR VE GİRİŞİMLERİ ..,  15 - 16  HAZIRAN 1970  OLAYLARI GREVLER VE TÜRK EKONOMİSİNE ZARARLARI



ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

Aziz ÇELİK*


ABD yönetimi ve sendikacılığının Türkiye sendikal hareketine yönelik ilgisi ve etkisi çalışma ilişkileri yazınının çok tartışılan ancak ayrıntıları az bilinen bir alanıdır. Özellikle Türk-İş’in kuruluşunda ABD etkisi ve 1960’lı yıllarda sendikacıların ABD destekli eğitim programlarına yoğun katılımı çokça tartışılan konulardır. Ancak bu konudaki değerlendirmelerin genellikle ikincil kaynaklara dayalı olduğu bilinmektedir.
Bu çalışmada ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyonları (Ankara Büyükelçiliği, İstanbul, Başkonsolosluğu, İzmir ve Adana Konsoloslukları) ile ABD Dışişleri Bakanlığı arasında 1973-1976 dönemini kapsayan Türkiye’deki sendikal gelişmelere ilişkin yazışmalar irdelenecektir. Belgeler ABD Ulusal Arşivler ve Kayıtlar İdaresi (The National Archives and Records Administration-NARA) tarafından kullanıma açılan diplomatik yazışmalardan derlenmiştir.

İncelenen diplomatik yazışmalar işçi eylemleri ve grevlerden, sendikal faaliyetlere, Türk-İş ve DİSK’te yaşanan gelişmelere, sendika-siyaset
ilişkisinden, kişisel değerlendirmelere kadar geniş bir alana yayılmaktadır. Yazışmalar Türkiye sendikal hareketinin ABD hükümeti tarafından nasıl algılandığı ve değerlendirildiği konusunda dikkate değer ipuçları içermektedir.

Anahtar Kelimeler: Sendikacılık, ABD Sendikacılığı, 12 Mart, Sendikacılık ve Siyaset, İşçi Eylemleri, Türk-İş, DİSK


 Kocaeli Üniversitesi İİBF ÇEEİ Bölümü

Çalışma ve Toplum, 2012/2 
ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

Giriş

ABD yönetimi ve sendikacılığının Türkiye sendikal hareketine yönelik ilgisi ve etkisi emek tarihi yazınının çok tartışılan ancak ayrıntıları az bilinen bir alanıdır.
Özellikle Türk-İş’in kuruluşunda ABD etkisi ve 1960’lı yıllarda Türk-İş’li sendikacıların ABD hükümeti destekli eğitim programlarına yoğun katılımı çalışma ilişkileri yazınında sıkça ele alınmıştır. Ancak çalışma ilişkileri yazınında bu konudaki değerlendirmelerin genellikle ikincil kaynaklara dayalı olduğu
bilinmektedir. Bu nedenle yapılan değerlendirmeler önemli eksikler ve zaaflar içermektedir. Dönemin sendikal belgelerinin korunmamış olması ve özellikle
diplomatik yazışmaların belirli bir dönem sonra erişime açılması konunun bütün boyutlarıyla ele alınmasını zorlaştırmıştır. Özellikle diplomatik yazışmalara ilişkin
süre kısıtlarının sona ermesiyle birlikte yeni bilgilere ulaşmak mümkün olmaktadır.

Ancak diplomatik yazışmalar son derece önemli olmalarına karşın, yoğun politik içerikleri ve yanlılıkları nedeniyle, başka kaynaklarla birlikte ele alınmalarına dikkat edilmelidir. Bu çalışmada ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyonları (Ankara Büyükelçiliği, İstanbul Başkonsolosluğu, İzmir ve Adana Başkonsolosluk ları) ile ABD Dışişleri Bakanlığı arasında 1973-1976 yılları boyunca yapılan ve Türkiye’deki sendikal gelişmeler ile çalışma hayatına ilişkin yazışmalar irdelenecektir. Belgeler ABD Ulusal Arşivler ve Kayıtlar İdaresi (The National Archives and Records Administration-NARA) tarafından kullanıma açılan diplomatik yazışmalardan derlenmiştir. 12 Mart sonrası ile 1976 arasında geçen dört yıl Türkiye işçi hareketi açısından yeni bir yükselişin başladığı; 12 Mart’ın yarattığı baskı ve suskunluğun ardından işçi hareketinin yeniden canlanma yıllarıdır. Dönem sadece işçi hareketinin değil CHP’nin ve solun da yükseliş yıllarıdır. Bu yıllar sendika-siyaset  ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976) ilişkisi açısından da oldukça önemlidir. DİSK-CHP ilişkilerinin yoğunlaşması ile Türk-İş’in CHP ve AP arasında bir denge arayışı dönemin belirgin özellikleridir.
Ele alınan ABD diplomatik yazışmaları işçi eylemleri ve grevlerden, sendikal faaliyetlere, Türk-İş ve DİSK’te yaşanan gelişmelere, sendika-siyaset ilişkisinden, kişisel değerlendirmelere kadar geniş bir alana yayılmaktadır. Yazışmalar Türkiye sendikal hareketinin ABD hükümeti tarafından nasıl algılandığı ve değerlendirildiği konusunda dikkate değer ipuçları içermektedir. Yazışmalarda öne çıkan konular, kullanılan söylem, dikkat edilen ayrıntılar ve Türkiye sendikal hareketine ilişkin gözlemler emek tarihi yazını açısından yeni değerlendirmelere imkân sağlayabilecek yönler taşımaktadır. Çalışmada ABD diplomatik yazışmaları dönemin sendikal ve toplumsal gelişmeleri ile birlikte, dönemin ulusal ve uluslararası toplumsal-siyasal bağlamı dikkate alınarak irdelenmeye çalışılacaktır.

12 Mart Sonrasında Sendikal Hareket

12 Mart 1971 askeri muhtırası ile başlayan ve 14 Ekim 1973 seçimlerine kadar süren dönem “12 Mart dönemi” olarak bilinmektedir. 12 Mart dönemi klasik bir askeri darbe dönemi olmasa da teknokrat hükümetlerin işbaşında olduğu sıkıyönetim altında bir dönemdir. Baskıcı-otoriter bir rejim karakteri taşıyan 12 Mart dönemi işçi hareketi açısından da bir suskunluk dönemidir. 12 Mart öncesinde Türk-İş içinde sosyal demokrat muhalefetin öne çıktığı bilinmektedir. Ancak sosyal demokrat muhalefet 1973 yılında yapılan Türk-İş Genel Kurulunda etkili olamayacaktır. 12 Mart’tan çıkarken Türk-İş Genel Başkanı Seyfi Demirsoy vefat etmiştir. Demirsoy’un ölümü 1961 yılından bu yana Türk-İş’te egemen olan Demirsoy-Tunç mihverinin/ekseninin değişmesi ihtimalini gündeme getirmiştir. Ancak Halil Tunç’un Genel Başkan seçilmesiyle sosyal demokrat muhalefet hedefine ulaşamamıştır. 

Tunç bir yandan Ecevit ve sosyal demokrasiye yakın kişiliği öte yandan Türk-İş içindeki sosyal demokratlara uzaklığı ve Türk-İş’in sağ kanat sendikacılarının da desteğini almasıyla Türk-İş’te büyük bir sarsıntı yaşanmasını önlemiştir.
DİSK, 12 Mart öncesinde ilk ciddi sınavını 15-16 Haziran 1970 olayları sırasında yaşamıştır. Fiilen DİSK’i yok etmeyi amaçlayan 1317 sayılı yasanın çıkmasını önlemek amacıyla DİSK, 15-16 Haziran’da kitlesel işçi eylemleri düzenlemiştir. Olaylar üzerine sıkıyönetim ilan edilmiş, DİSK yöneticileri tutuklanmış ve çok sayıda DİSK kadrosu işten atılmıştır (Koç, 2010; Arınır ve Öztürk, 1976). Ancak yasanın DİSK’i yok etmeye yönelik hükümleri Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. DİSK’i etkileyen bir diğer gelişme ise TİP’in 1971 yılında kapatılması olmuştur.
Böylece DİSK CHP’ye yakınlaşmış ve 1973 seçimlerinde CHP’yi desteklemiştir.

1973 sonrası yıllar CHP’nin DİSK üzerinde etkinliğinin arttığı ve sosyalist solla CHP arasında DİSK üzerinden önemli gerilimlerin yaşandığı yıllardır. Öte yandan
DİSK’in etkili bir güç olması da 12 Mart sonrasında, özellikle 1975 sonrasında mümkün olmuştur.  ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

ABD’nin Türkiye Sendikal Hareketine İlgisi ve Etkisi

ABD’nin Türkiye sendikal hareketine yönelik ilgisi ve etkisi emek tarihi yazınının ilgi çekici konularından biridir. Bu ilgi ve etkinin düzeyi konusunda oldukça farklı
değerlendirmelere rastlanmaktadır. Zaman zaman bu etkinin özellikle DP dönemi açısından abartıldığı ve öne plana çıkarıldığı görülmektedir Türkiye sendikacılığı
üzerinde ABD etkisinin yerli yerine konması emek tarihimizin önemli sorun alanlarından biridir. Türkiye emek tarihinde, tıpkı “işçi hakları verildi mi-alındı mı” tartışmasında olduğu gibi, “Türkiye sendikacılığı içeriden mi-dışarıdan mı belirlendi” gibi uçlaşmış tartışmalar ve saptamalar gözlenmektedir (Çelik, 2010).
Oysa bu uçların tek başlarına asıl belirleyici olmaları mümkün değildir. Çoğu kez iç içe geçmişlik söz konusudur. Bir ülkenin iç dinamiklerine rağmen bir sosyal veya siyasal olgunun tek başına dışarıdan belirlenmesi mümkün olmadığı gibi, toplumsal nesnellik, talep ve beklenti olmaksızın hakların yukarıdan tanınması da mümkün değildir.

ABD sendikacılığının Türk-İş’li sendikacılar ve Türk-İş politikaları üzerindeki asıl etkisi 1950’li değil 1960’lı yıllara özgüdür. Bu etki özel olarak Marshall Planı kapsamında yürütülen eğitim projeleri ile aktarılan ayni ve nakdi kaynaklarla gerçekleşmiştir. ABD’nin Marshall Planı kapsamında çeşitli alanlardan
ve kurumlardan katılımcıları ABD’ye götürmesi ve eğitilmesine ilişkin programlar 1949 yılında başlamış ve 1970 sonuna kadar devam etmiştir. 1970’lerin ortasında doğrudan ABD hükümetinin AID (Uluslararası Kalkınma Ajansı) gibi doğrudan finanse ettiği programlar yerini AAFLI (Asya Amerika Hür Çalışma Enstitüsü) gibi dolaylı destek programlarına bırakmıştır.

Marshall Planı çerçevesinde ECA, MSA ve ICA ve AID gibi kurumlar aracılığıyla yürütülen bu programlar daha çok AID programları olarak
bilinmektedir.1

 Çalışma hayatı konusundaki programlar 1963-1970 döneminde özel bir ağırlık taşımıştır. Çalışma hayatı ile ilgili programlara 776 kişi katılmıştır (USAID, 1971). Bunların büyük çoğunluğu sendikacıdır. DP döneminde Türkiye’de işçi-sendikacı eğitimi Marshall Planının yürütümüyle görevli ABD Türkiye heyeti tarafından yürütüldü. 1954 yılında başlayan bu program bir ülkede yürütülen en geniş program idi. Daha sonra AID tarafından hazırlanan bir raporda Menderes döneminde yabancı sendikacıların ülkeye girmesine Türk sendikacıların ülkeden ayrılmasına da izin verilmezken, sadece ABD heyetinin çalışma hayatı uzmanları nın dokunulmazlığa/ayrıcalığa sahip olduğu belirtilmektedir (GMMA, 1963; RG18-001 Box 6 Folder 16). 

1954 yılında başlayan ve İş ve İşçi Bulma Kurumu kanalıyla uygulanan Marshall Planını kapsamındaki faaliyetleri yürüten kuruluşlar (AID ve öncülü kuruluşlar) ile ilişkiler (ayni ve nakdi yardım ile eğitim çalışmaları) 1 Ocak 1962 tarihinde hükümet tarafından Türk-İş’e devredildi. Bu tarihten itibaren AID yardımları doğrudan Türk-İş’e yapılmaya başlandı. Eğitim programları ve ABD gezileri Türk-İş ve AID tarafından ortaklaşa gerçekleştirildi (USAID, 1964).

DİPNOT;
1 _ AID Marshall Planı’nın yürütümüyle ilgili ABD Dışişleri Bakanlığı kuruluşudur. Marshall Planı (1948-1951) yılları arasında Economic Cooperation Administration (ECA), 1951-1953 yılları arasında Mutual Security Agency (MSA), 1953-1955 yılları arasında Foreing Operations Administration (FOA) ve 1955-1961 yılları arasında International Cooperation Administration (ICA) tarafından yürütüldü. (Boel, 2003) 

ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)

AID programları Marshall Planına uygun olarak siyasal bir amaç taşımaktaydı. Yön, AID programı yetkililerinden Podol’un şu çarpıcı değerlendirmesini aktarmaktadır: “On yıldan fazla zamandır Türkiye’de faaliyette bulunan ABD yardım programı, bir zamandan beri meyvalarını vermeye başlamıştır. Önemli
mevkilerinde, Amerikan eğitimi görmüş bir Türkün bulunmadığı bir bakanlık, ya da iktisadi devlet teşebbüsü hemen hemen kalmamıştır.” Bu kimselerin kısa zamanda genel müdürlük veya müsteşarlık mevkilerine geçmelerinin beklendiğini belirten Podol, AID’nin bütün gayretlerini bu yola tevcih etmesini istemektedir (Avcıoğlu, 1966). AID’nin Türkiye’de işçi/emek kimliğinin oluşmasında önemli bir etkisinin olduğu bizzat AID uzmanları tarafından da açık biçimde dile getirilmektedir. AID Türkiye İşçi Şubesi Müdürü McGonagle, “Emek Türkiye’de dinamik bir yapı kazanırken –şimdi hızlı biçimde kendi başına bir kimlik olarak gelişiyor- USAID’nin bu gelişmede oynadığı ve oynamaya devam ettiği rolün önemini giderek daha açık biçimde görmek mümkündür” görüşünü ileri sürmektedir. McGonagle bu görüşünü kanıtlamak için AID programına katılan bir sendikacının ABD’yi öven izlenimlerini aktarmakta ve “komünizme karşı mücadelenin her Türkün görevi olduğunu”  yönünde bir bildiri yayınlayan Türk-İş Yönetim Kurulunun beş üyesinin ve Genel Sekreter Halil Tunç’un AID işçi eğitimi programları çerçevesinde ABD’yi ziyaret ettiklerini vurgulamaktadır. McGonagle, Türkiye’deki önemli sendikaların liderlerinin Türkiye’deki ve ABD’deki AID eğitimlerine katıldığını, ayrıca Türkiye’de yüzlerce seminere binlerce işçi ve yerel sendika liderine eğitim verildiğinin altını çizmektedir.

McGonagle, bu seminerlerde hür demokratik ve sorumlu sendikacılığı tartışan AID İşçi Programı katılımcılarının bunu uygulamaya koymak konusunda hevesli
olduklarını ve 300 bin üyeli bir örgütü tamamen pragmatik bir çizgide örgütleyip geliştirdiklerini yazmaktadır (Gonagle, 1964). ABD sendikacılarıyla sıkı ilişkilerin ve AID tarafından gerçekleştirilen ve Türk-İş’li sendikacıları kapsayan ABD ziyaret ve eğitim programlarının da ABD kültürü ve sendikacılık anlayışına yönelik bir sempati ve ABD’li sendikacılara hayranlık yarattığı görülmektedir. 1950’li yıllarda da var olan hayranlık ve etki 1960’lı yıllarda da sürdürmüştür.

AID’den alınan yardımlar ve AID’nin etkisi konusunda yapılan eleştiriler karşısında Demirsoy: “Hiç bir tesirleri yoktur. Anlaşmamız bu şekildedir. Biz isteyeceğiz onlar yapacaklar” demektedir (Türk-İş, 5. Dönem). Ancak AID yardımlarının hiç bir etkisi olmadığı iddiası gerçekçi ve inandırıcı değildir. Nitekim bizzat ABD’li yetkililer bunun tersini yazmaktadır. Ankara’da 1960’lı yıllarda ABD Çalışma Ataşesi olarak çalışmış olan ABD Çalışma Bakanlığı Uzmanı Millen, Türk 
ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)
sendikacılığının gelişmesinde oldukça yüklü olan ABD etkisi ve parasının hesaba katılması gerektiğini yazmaktadır (TNA LAB 13/2169, 1969).2

AID yardımlarıyla Türk-İş bütçesine doğrudan yardım yapıldığını, bölge temsilciliklerinin eğitimcilerin maaş ve yolluklarının, Türk-İş merkezindeki kadrolarının maaş ve yolluklarının karşılandığını belirten Millen, AID’nin Türk-İş’in eğitim programına öğretmenler gönderdiğini ve yüzlerce sendikacıyı ABD’ye götürdüğünü; bu sendikacıların çoğunun Amerikan sendikacılığı konusunda hayli bilgi edindiğini ve bunu kısa zamanda kendi şartlarına uyguladıklarını vurgulayarak, ABD’nin, taktik, teknik ve hatta felsefe katkılarının sadece Türk-İş’in değil, DİSK’in politikaları üzerinde de etkisini sürdüreceği beklentisini dile getirmektedir (Millen, 1969). AID ile Türk-İş ilişkilerinin yoğunlaşmasıyla birlikte Türk-İş’in 1960’ların ilk yıllarında sendika-siyaset-siyasi parti ilişkileri konusunda yaşadığı bocalama eğiliminden uzaklaştığı ve “tarafsızlık” siyasetine yöneldiği görülmektedir. AFL-CIO, Türk-İş’e “tarafsızlık” konusunda açık telkinlerde bulunmuştur (GMMA, 1963 RG18-001 Box 6 Folder 16)

Türk-İş ile yoğun ilişkileri olan ABD sendikacılarının CIA ile ilişkisi olduğu Yön dergisi tarafından 1966 yılında yoğun bir biçimde dile getirildi. Yön, Nation
dergisi ile Washington Post’ta bu yönde çıkan haberleri “Sendikacılarımıza sunulur” başlığı ile yayınladı. Bu haberler AFL-CIO ve Jay Lovestone’un CIA ile yakın ilişkilerini anlatmaktaydı. Bu yazılarda Birleşik Otomobil İşçileri Sendikası (UAW) Başkanı Victor Reuther, AFL-CIO’nun CIA ile birlikte yabancı ülkelerin politika işlerine ve özellikle de sendikal hareketlerine müdahale ettiğini dile getiriyordu (Yön, 1966, Sayı 170).3

 ABD sendikaları ile Türk-İş ilişkilerinin yoğunlaşması nedeniyle bu ilişkilere getirilen eleştiriler dikkate alınmıyor ve hafifseniyordu. Ancak 1960’lı yıllarda ABD sendikalarının ve AID programlarının CIA ile ilişkisi üzerine ortaya atılan iddialar, dönemin Türk-İş yönetimi tarafından kabul edilmek istenmese de ABD hükümetinin CIA aracılığı ile çeşitli ülkelerdeki sendikalar üzerinde “kirli oyunlar” oynadığı ve büyük miktarda fonlar aktardığı bizzat bir dönem CIA Başkanlığı yapan Stansfield Turner tarafından açıklanmıştır (Turner, 1965; 76-77):

 “1967 itibariyle okyanus aşırı yararlı ve dost gruplar için CIA desteğinin maliyeti yılda 10 milyon dolara ulaştı. Bu paranın çoğu yurtdışındaki benzer kuruluşlara aktarmaları için ABD sendikalarına, öğrenci kuruluşlarına ve özel vakıflara veriliyordu. Bu sendika, öğrenci örgütü ve vakıflar CIA ile yabancı


Dipnot;
2 _Millen daha sonra ABD Çalışma Bakanlığı Politika Planlama ve Araştırma Bürosu üyesi olarak çalışmıştır.
3 _Yön, Birleşik Otomobil İşçileri Sendikası’nın (UAW) kongresine katılan Maden-İş Başkanı Kemal Türkler’i kongrede ele alınan bu önemli konu hakkında basına hiç bir bilgi vermediğini için eleştirmektedir. Yön dergisinin 12 Ağustos 1966 tarihli 176. Sayısının kapağı “Türk sendikacılığında Amerikan entrikaları” başlığını taşıyordu. Dergi AFLCIO’nun CIA ile ilişkili olarak yürüttüğü uluslararası faaliyetleri The New Republic dergisine dayanarak anlatıyordu. 


ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976)
kuruluşlar [sendika, vakıf] arasında perdeleyici ve arabulucu olarak rol oynuyordu. Bu [yöntem] yardım alan yabancı sendika, örgüt ve vakıfları CIA
ile işbirliği ve ABD kuklası olma suçlamalarından koruyordu. Bu teknik zaman zaman, yardıma ihtiyaç duyan gruplara yardımın kaynağının CIA olduğunu bilmeksizin CIA tarafından kaynak aktarılmasına olanak verdi. Amerikan örgütleri [sendika, vakıf ve öğrenci örgütleri] aynı zamanda öğrenci ve sendikacı değiş tokuş programları gerçekleştirdiler. (...) Öğrenci, sendika ve kültürel organizasyonlara yardım sağlamanın yanında CIA [bazı] ülkeleri batı politik yönelimine çekmek için başka araçlar da kullandı.”

ABD yönetimin AFL-CIO’yu uluslararası politikasının aracı olarak kullandığı bir dönemde, ABD devletinden AID aracığı ile alınan mali yardımların
ve sendikacıların yoğun ABD ziyaretlerinin, Türkiye sendikacılığında ABD’nin kültürel-ideolojik hegemonyasını artırması, Avrupa sendikacığından ve sınıf
ekseninden uzaklaşılması şaşırtıcı değildir. DİSK’in kuruluşu, Türkiye sendikalarıyla yoğun ilişkileri olan ABD sendikaları arasında da önemli yankı ve tartışmalar yaratmıştır. DİSK’in kuruluşunun ardından ABD’nin ve ABD’li sendikacıların tutum saptamakta bir tereddüt yaşadığı gözlenmektedir. Lovestone ve Kirsch DİSK’e karşı kesin tutum alınmasını savunurken Millen’in DİSK ile ilişkileri sürdürmekten yana olduğu gözlenmektedir (Çelik, 2010).

ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi 1973-1976 dönemin de ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyonları ile ABD Dışişleri Bakanlığı arasındaki yazışmalarda çalışma hayatı ve sendikacılıkla ilgili yazışmalar oldukça farklı konuları kapsamaktadır. İşçi eylemleri, grev, yürüyüş ve direnişlerle ilgili yazışmalar, sendikalar ve sendika-siyaset ilişkisine dair yazışmalar, sendikaların uluslararası ilişkileri ve sendikacılara ilişkin kişisel değerlendirmeler ve yazışmalar diplomatik yazışmalarda yer alan belli başlı konulardır.

Grevler ve İşçi Eylemlerine İlişkin Yazışmalar

12 Mart döneminden çıkışla birlikte işçi hareketinde de yeniden bir kıpırdanma yaşanmaya başlamıştır. ABD diplomatik yazışmalarında tek tek işçi eylemleri ve
grevlerle ilgili ayrıntılara ve yorumlara rastlamak mümkündür. Bu yazışmalardan ABD diplomatik misyonunun işçi hareketinin nabzını tuttuğu ve işçi hareketi
açısından kritik öneme sahip konulara hâkim olduğu görülmektedir. Diplomatik misyonun doğrudan ABD çıkarlarıyla ilgili işyeri ve sorunlarla özel olarak ilgilendiği de anlaşılmaktadır. ABD üslerine lojistik destek sağlayan ABD şirketlerinde örgütlü sendikaların faaliyetleri ve buralarda meydana gelen işçi eylemleri dikkatle ve ayrıntılı biçimde takip edilmiştir. 

Türk-İş’in Genel Grevi, İzmir (16 Haziran 1975)

Türk-İş’in İzmir genel grevi diplomatik yazışmalara birkaç kez konu oldu. Bazılarında ayrıntılı bilgilere yer verildi. Türk-İş, Ege bölgesinde özelikle tekstil,
toprak, taş, seramik sektörlerindeki işverenlerin sendikalara yönelik sert tutumlarını ve işten çıkarmaları protesto etmek amacıyla 16 Haziran 1975 günü saat 06.00 ile 14.00 arasında genel grev çağrısı yaptı. Konsolosluk Türk-İş açıklamasına atfen, 4300 işçinin işten çıkartıldığını belirtmektedir. Konsolosluk, genel grev kararının konuşulduğu Türk-İş Başkanlar Kurulu toplantısında, kararın sadece söz konusu sorunlarla sınırlanmasının genel grevin başarısını gölgeleyeceği eleştirilerinin dile getirildiği vurgulamaktadır. Bazı sendikacıların genel grevin hedefleri arasında kıdem tazminatı, emekli aylıkları ve memurların grev hakları gibi hedeflerin de yer alması gerektiğini söyledikleri aktarılmaktadır. Örneğin Harb-İş Başkanının konsolosluk yetkililerine böylesi sınırlı hedefleri olan bir genel greve Amerikan işyerlerinden katılımın sınırlı olacağını anlattığı bildirilmektedir (Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 11 Haziran 1975, Belge No: 04541). Konsolosluk mesajında yer alan yorumda Başbakan Demirel’in Adalet Partisine yakın bazı muhafazakâr sendikacılar ile bazı sosyal demokrat sendika liderlerinin bölgesel genel greve katılım konusunda gönülsüz olduğunu ve greve zayıf katılımın Türk-İş Başkanı Tunç’u mahcup edebileceği belirtilmektedir. Yazıda genel grevin amacı konusunda ilginç bir saptamaya da yer verilmektedir. Tunç’un, Türk-İş’in işverenler ve hükümetle yakın ilişki içinde algılanıyor olmaktan rahatsız olduğunu göstermek ihtiyacı hissettiği belirtilmekte dir (Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 11 Haziran 1975, Belge No: 04541). Bu ayrıntılar ABD diplomatik misyonunun Türkiye işçi hareketinin iç sorunlarına detaylarıyla vakıf olduğu göstermektedir.

İzmir ABD Konsolosluğu genel grev sonrası mesajında Türk-İş’in 8 saatlik genel grev çağrısının küçük bir kaç olay dışında tamamlandığı grevin saat 06:00 ile
14:00 arasında gerçekleştiği, sadece Türk-İş üyesi sendikaların katıldığı ve DİSK üyesi sendikaların katılmadığı belirtilmektedir. Grevin daha çok belediye hizmetleri üzerinde etkili olduğu vurgulanmaktadır (ABD İzmir Konsolosluğundan Ankara Büyükelçiliğine, 16 Temmuz 1975, Belge No: 00126). Türk-İş’in bir başka genel grev girişimi ise Senato Başkanı seçilememesi nedeniyle 24 Kasım 1975 tarihinde yapmayı planladığı genel grevdir. Ancak siyasi liderlerin senato başkanı seçileceği yolunda güvence vermeleri üzerine genel grev Türk-İş Başkanı Halil Tunç tarafından ertelenmiştir. Konuyla ilgili Ankara Büyükelçiliğin den ABD Dışişleri Bakanlığına gönderilen ve Türk-İş kaynaklarına dayandırılan değerlendirmelerde Tunç’un bu kararının Türk-İş içindeki daha aktif sosyal demokratlardan bazılarını hayal kırıklığına uğrattığı vurgulanmaktadır (Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığına, 24 Aralık 1975, Belge
Numarası 0986). 

YAZIYA ARA VERMEK ZORUNDA KALDIM SABIRINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDERİM.. 
36 BÖLÜM AŞAGIDA TIKLAYIN VE OKUMAYA DEVAM EDİN..)



...