8 Ağustos 2016 Pazartesi

12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 2






12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ  BÖLÜM 2



II. a Demokrat Parti’nin Kuruluşu (7 Ocak 1946) 


Ülkemizde çok partili siyasal hayata geçildikten sonra kurulan ilk parti, İstanbullu zengin işadamı olan Nuri Demirağ tarafından Milli Kalkınma Partisi (MKP)’dir. 18 Temmuz 1945 kurulan MKP’nin kurucuları arasında Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde muhalefet grubu olan İkinci grubun önderi Hüseyin Avni Ulaş ve Cevat Rifat Atilhan gibi kişiler vardır. 

Genel olarak liberal bir eğilimi yansıtan parti programında devletçilik uygulama ları eleştiriliyor, seçimlerin tek dereceli ve nispi temsil sistemine göre yapılması, iki meclisli yasama organı, cumhurbaşkanının yalnızca tek dönem için ve halk tarafından seçilmesi gibi yenilikler mevcuttur. Ancak bu partinin yeterli toplumsal tabanı ve siyasal kadrosu oluşamadığından MKP, 1946'daki belediye seçimlerinde ve 1950 genel seçimlerinde başarılı olamamıştır. 

Gerçek muhalefet partisi ise, çiftçiyi topraklandırma yasasıyla CHP içinde ilk kez somut olarak ortaya çıkan muhalif “ Dörtlü Takrir”i imzalayan Dörtler ” den Refik Koraltan’ın kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığına sunmasıyla kurulan Demokrat Parti (DP) olacaktır. Adnan Menderes, aynı gün DP’nin kuruluşu dolayısıyla tarihe geçen aşağıdaki açıklamayı yapar 14: 

Bugün Demokrat Parti resmen kuruldu. 

Şimdi Türk siyasî hayatında yepyeni bir sahife açılıyor. Bu tarih, gelecek kuşaklar için asla unutulmayacak bir kilometre taşı olacak. Artık tek parti-tek şef sisteminin egemenliği, yalnız devlet hayatımızın dar kalıpları arasından çıkmakla kalmayacak; aynı zamanda, milletimiz yıllarca özlemini çektiği demokrasinin en ufuklarından özgürce nasibini alacak. Ülkemizin kalkınmaya, ekonomik açıdan gelişmeye ihtiyacı var. 

Demokrasi ve kalkınma hamleleri Demokrat Parti’nin iki temel felsefesi olacak. Kurucusu olduğum bu partinin, politik hayatımızda sonsuza kadar devam 
edeceğini ümit etmek istiyorum. Bizden sonra bu partinin başına geçecek yöneticilerin, 1946 ruhunu daima hafızalarda canlı ve uyanık tutmaları en 
samimi dileğimdir. 

Aynı gün DP Genel Başkanı Celal Bayar Ankara’da gazetecilere DP’nin muvazaalı olup olmadığı konusunda şu cevabı verir15: 

Bu söylentileri ahlâk kaideleri ile telife (uygun görmeye) imkân yoktur. Ortada ne böyle bir muvazaayı (danışıklığı) kabul edecek ne de teklif edecek kimse 
yoktur. Böyle ciddi bir meselenin hafifliklere tahammülü yoktur. Biz, memleket menfaatine büyük bir hamle yaptığımıza kani bulunuyoruz. Samimi arzumuz 
şudur: Memlekette millî iradenin, millî hâkimiyetin tahakkuku (gerçekleşmesi) ve bunların kanuna uygun olarak tecellisi (gerekmektedir) “- Biz memleketin bütün icapları hakkında münakaşa etmek, memleket menfaatlerine göre hareket etmek davasındayız. 

Sonuç olarak, özellikle ulusal ve uluslararası koşulların kaçınılmaz etkisiyle kurulan DP’nin kuruluşuyla, Türk siyasal hayatında dördüncü kez (ilki 1908 sonrası olsa da) gerçek anlamda ikinci kez, çok partili siyasî hayat başlamış oluyordu. 


II. b. 1946 Genel Seçimleri 


7 Ocak 1946 yılında DP’nin de kurulmasıyla başlayacak çok partili siyasal hayattan sonra normal olarak 1947 yılında yapılması planlanan genel seçimler, bir yıl erkene alınarak, 21 Temmuz 1946 yılında yapılmıştır. Seçim kararının alınmasından hemen sonra da, 5 Haziran 1946’da kabul edilen 4918 
Sayılı Yasa’ya göre, iki dereceli seçim sistemi, dünya siyasî tarihinde ender görülen açık oy, gizli sayım ve sayımdan hemen sonra seçmen pusulalarının 
yakılması şeklinde karar alınmıştır. 

CHP, yeni yasalar uyarınca DP’nin seçimlere katılmayı reddetmesi halinde de partinin kapatılması tehdidinde bulunmuştur16. Böylece seçim süresini bir yıl erkene alan İnönü ve CHP’nin, erken bir zafer kazanmak istediği belli olmaktadır. 
Çünkü 27 yıllık tek parti olan CHP bütün ülke sathında, hatta köylere kadar teşkilatlanmışken, seçimlere iki-üç hafta kala dahi DP, Türkiye’nin ancak 41 ilinde ve 200 ilçesinde örgütlenebilmiş tir 17. 
DP, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Çoruh, Diyarbakır, Gümüşhane, Hakkâri, Kars, Kırşehir, Malatya, Mardin, Muş, Niğde, Rize, Siirt ve Van’da örgütlenemediği gerekçesiyle bu illerde seçimlere dahi katılamamıştır 18. 

Bu duruma tepki gösteren DP lideri Celal Bayar seçim öncesinde DP’nin yarış ortamını şöyle özetlemiştir 19: 

1. İdare amirlerinin halk üzerindeki tazyiki hemen her tarafta son haddine varmıştır. 
2. Bazı yerlerde Demokrat Parti’ye rey (oy) vereceklerin şiddetle cezalandırılacakları resmi ağızlardan ifade olunmuştur. 
3. Muhtelif yerlerde partimiz mensuplarından birçok zevat tevkif olunmuş, bütün bu hareketlerin memleketin muhtelif yerlerinde aynı şekilde ve aynı 
zamanda vukua gelmesini bunların bir sistem dâhilinde yapıldığını ve aynı kaynağa dayandığını göstermektedir. 
4. Bu şartlar altında serbest bir seçim olması bahis mevzuu olamazsa da millî iradeye tercüman olması ve millî vazifesini yapmak maksadıyla yukarda 
arz edilen ağır şartlar altında dahi seçime gireceğiz. 


Bu koşullarda yapılan ve 24 Temmuz’da açıklanan seçim sonuçlarına göre, seçimlere katılma oranının % 85’tir. 465 milletvekilinden 395’ini CHP 
kazanırken; DP 271 adaydan 64 milletvekili kazanmış ve 6 da bağımsız milletvekili meclise girmeyi başarmıştır. İstanbul’daki 27 milletvekilliğinden 
18’ini alan DP, daha çok büyük şehirlerde kazanmış, CHP ise kırsal kesimde daha fazla oy almıştır. 20 

DP’nin kudretli ve Menderes’in yakın adamlarından olan Mükerrem Sarol’a göre “ Tarihin hafızasına kezzapla yazılan ” bir seçim olan, 21 Temmuz 1946 seçimlerinin nasıl bir havada cereyan ettiğinin en çarpıcı örneklerinden biri İstanbul’daki seçim sonuçlarıdır. CHP’nin alışılmış seçim hilelerine karşı 
meraklı bir yönetici olmayan dönemin İstanbul valisi Dr. Lütfü Kırdar, seçim sonuçlarını Ahmet Emin Yalman’a şöyle açıklamıştır 21: 

İstanbul’da seçimi DP büyük farkla kazandı. Nitekim daha sayım tamamlanmadan, farkın kapanması ihtimali olmadığı için, durumu basına 
duyurdum. Ancak olaylar bundan sonra gelişti ve beni çok güç bir noktaya getirdi. Halk Partisi Merkezi, Recep Peker Grubu gibi ağır topların İstanbul 
listesinde olduğunu, bunların seçimi kaybetmelerinin partiyi çok vahim bir çizgiye getireceğini ve ne yapıp yapıp beş altı milletvekilinin kurtarılması 
gerektiğini bana bildirdi. Partinin tutumu kesin! İstanbul Parti Müfettişi de seçim sonuçları üzerinde direniyor! Yapacağım iki şey var: Biri, partinin teklifini 
reddetmek, diğeri partinin teklifini yumuşatarak hem halk partisinin hem DP’nin 16 milletvekilliğinin yok edilmesini önlemek. Çünkü dirensem, halk partisi 
benim yerime hemen bir vali tayin yapacak ve seçimleri istediği biçime sokacaktı. Yerimde kalmak suretiyle seçime müdahalenin büyümesine engel 
oldum ve DP’nin 6 milletvekilliği kaybıyla bilânço kapandı. 

Seçimden sonra DP taraftarları birçok yerde gösteri düzenleyerek durumu protesto ederken; CHP, seçim sonuçlarını eleştiren gazetelere savaş açmış, İstanbul merkezli gazeteler bizzat İsmet Paşa’nın emriyle susturulmuş tur 22. Seçimlerin sonucuna fesat karıştırıldığı iddiasıyla çok sert tavır gösteren Bayar, şu açıklamayı yapar23: Seçmenlerin verdikleri reylerin kaydına mahsus olan ve her sandığın seçim neticesini gösteren mazbatalar birçok yerlerde boş olarak seçim heyetlerine imza ettirilmiştir. Bunlar sonradan ve arzuya göre doldurularak  vatandaşların reyleri üzerinde oynanmıştır. Bu suretle muhalif ve müstakil milletvekili namzetlerinin talihi, merkezin emrine tabi olan vali ve kaymakamların elinde oyuncak olmuştur. Bazı yerlerde resmi ve yarı resmi ağızlardan yapılan kötü propagandalarla, isnat ve iftiraları, faillerinin düşkün seviyesine bırakıyorum. 

Vatandaşlar siyasî kanaatlerinden dolayı birçok yerlerde bilhassa köylerde tecavüze uğramışlar, tehdit edilmişler, dövülmüşler, yaralanmışlar ve 
hapsedilmişlerdir. 

Son Ege Bölgesi ile Balıkesir ve Bursa seyahatimde gözleri yaşlı birçok vatandaşların şikâyet mercii aradıklarını gördüm. 

Ankara kaza köylerinden yüzü gözü bereli arkadaşlarımızın Demokrat Parti merkezine gelip dertlerini acı acı anlattıklarını hepimiz biliyoruz. 

Memleketimizde seçim emniyet altına alınmamıştır. Biz evvelce bu husustaki fikrimizi bir beyannamemizde açıklamış bulunuyorduk. Demokrat Parti şunu arz etmek ister ki, seçimlere girip girmemek hususunda karar verirken, elinde tuttuğu ölçü, parti menfaati ölçüsü değil, yalnız ve yalnız, memleket menfaati ölçüsü takip etti ki, tek gaye de yurtta, millî irade ve hâkimiyetin birden fazla partilerin varlığı ile teyit olunması ve yurttaş hak ve hürriyetlerinin daha esaslı teminat altına alınmasıdır demiştik. Biz böyle düşündük, böyle hareket ettik. Hâlbuki milletin gözü önünde cereyan eden seçimler böyle mi olmuştur? Bizzat Ankara’da ilan edilen netice nasıl elde edilmiştir; bunu bilmeyen, anlamayan kimse kalmamıştır. İşte ben iddia ediyorum, hatta itham ediyorum, seçim işlerine fesat karıştırılmıştır. Seçimler milletin hakikî iradesini göstermekten uzaktır. 

Seçimler İstanbul ve Ankara gibi yerlerde CHP’nin inisiyatifinde yapılmıştır. Ancak taşrada Anadolu’nun inadı tutmuş, halk, Ankara veya İstanbul olduğu gibi haksızlığı sadece alkışlarla protesto etmemiştir. Mersin’in Arslanköy köyünde muhtarlık seçimlerinde (Ankara Çubuk ve Isparta Senirkent’te de), CHP’li eski muhtara karşı köy halkı, muhtarın seçimlere hile karıştırdığı gerekçesiyle ayaklanmış ve seçim sandığına el koymuşlardır. Halk, jandarma’nın gelmesine rağmen sandıkları vermeyince jandarma ile köylüler arasında arbede yaşanmıştır. Sonuçta bütün köy, 92’si sanık ve 100’u şahit olmak üzere, davalık olur24. 

Dava, Mersin yerine Konya mahkemelerine taşınırken; Konya halkı da gelenleri evlerinde misafir eder. Davayı, başta DP İstanbul İl Başkanı “ İhtiyar Kaplan ” lakaplı Prof. Dr. Kenan Öner olmak üzere, DP’li avukatlar üstlenir ve gündemin en önemli meselesi olarak tarihe geçer. Bundan sonraki ikinci Anadolu fırtınası ise, DP’nin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950 seçimlerinde yaşanır. 14 Mayıs seçimlerinin yapılacağı gün, Zonguldak’ta binlerce işçi yalnızca oy vermek için işlerine gitmeyecek ve bu olay Cumhuriyet Türkiye’sindeki “ilk siyasi sivil itaatsizlik” olarak görülecektir. 

Eroğul’a göre bu seçim sonucunda oluşan güvensizlik nedeniyle, CHP ve DP arasındaki ilişkiler geleceğe dönük olarak zehirlenmiştir25. Seçim sonuçları nın gizli sayımdan sonra hemen yakılması, bu iddiaları doğruladığı gibi ilerde olabilecek yasal sorumluluktan kurtulmayı hatırlatmaktadır ki; bugün bile 1946 yılının seçim sonuçlarına sağlıklı bir şekilde ulaşılamamaktadır. Bu Türk siyasal hayatı için 1912 yılında yapılan sopalı seçimler gibi yüz karası olarak görülmektedir. 

Bu tarihten bir yıl sonra 12 Temmuz Beyannamesine kadar artık iktidar muhalefet ilişkileri güvensizliğe, çatışmaya dönüşecektir. 

Özetle, bu seçim sonuçlarında CHP’nin kontrollü, muvazaalı bir muhalefet istediği ve çok partili hayat sürecinin de Batı’ya karşı göz boyama olduğu açıkça anlaşılmıştır. 


III. 12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASAL HAYATINA ETKİSİ 


Bu seçim sonuçlarından sonra artık iktidar ve muhalefet ilişkileri kopmak ve son çok partili siyasal hayat da sona ermek üzeredir. Öyle ki CHP’nin güçlü adamların dan Nihat Erim demokrasinin üzerini şal ile örtmekten bahsetmiştir. Tam bu süreçte 12 Temmuz Beyannamesi imdada yetişir. 

12 Temmuz Beyannamesi hiç şüphesiz Türk siyasal hayatında olumlu ve çok önemli yönde izler bırakan tarihi bir belgedir. Bu belgenin yayımlanmasında ise iç şartların yanında dış şartların daha çok etkili olduğu düşünülmektedir. 

Bu açıdan konuya dış şartların etkisiyle başlanacaktır. 


III. a. 12 Temmuz Beyannamesi Öncesi Ulusal ve Uluslar arası Siyasi Durum 


      II. Dünya Savaşında SSCB’nin bir süper güç olarak doğması hiç şüphesiz, yakın komşusu ve yayılma alanı üzerinde en büyük engel olan Türkiye’yi rahatsız etmiştir. SSCB’nin savaştan hemen sonra bu bağlamda Türkiye’den toprak talep etmesi ve Türk Boğazlarını kontrol etmek istemesi ise o güne kadar bir denge politikası takip eden Türkiye’yi Batı’ya yönelmeye mecbur bırakmıştır. Bu durum Stanford J. SHAW ve Ezel Kural SHAW tarafından şöyle tanımlanmıştır 26: 

Türkiye savaş boyunca huzursuz tarafsızlığını korurken, savaş nedeniyle ekonomik durumu daha da kötüleşmişti. Önce Rusya, ardından Alman 
işgali tehdidinden dolayı bir milyon asker silahlandırılmış, bütçede ordunun payı iki katına çıkarılmıştı. Zaten başlangıçta güçlü olmayan bir ekonomi için seferberlik çok ağır bir yüktü. Binlerce insanın iş alanlarından çekilmesiyle tarımsal ve sınai üretim düşmüş, savaş ve Akdeniz'deki ablukalar dolayısıyla ithalat ve ihracat önemli ölçüde azalmış, büyük bir mal ve yedek parça darlığı ortaya çıkmış, Türkiye dış pazarlarından çoğunu kaybetmişti. Silahlı kuvvetler pazarda yeni bir rekabet kaynağı yaratmış, sivillerin ihtiyacı olan mallar bu alana kaymaya başlamıştı. Sonuç olarak enflasyon baş göstermiş, İstanbul'da genel fiyat endeksi 1939'da 101.4'ten, 1942'de 232,5, 1945'de 354.4'e 
çıkmış, gıda maddeleri fiyat endeksi de 1938'de 100'den 1944'de 1113'e çıkmış, savaşın son yıllarında Akdeniz'in açılmasıyla 1945'te 568.8'e düşmüştür. 

Yine savaş sırasında toplam milli hasıla 7690.3 milyon Türk lirasından 5941.6 milyon liraya düşmüş, kişi başına düşen net gelir aynı yıllarda 431.53 liradan 316.22 liraya düşürmüştür. Bu nedenle Türkiye Batı yardımına muhtaç görülüyordu. 

Durum böyleyken ABD Başkanı Harry S. Truman 12 Mart 1947'de Türkiye ile Yunanistan'ın Ruslara karşı savunmasına yardım için Kongre'ye bir askeri ve ekonomik yardım tasarısı sunar. Tasarı, Amerika'nın güvenliğini sağlamak için Sovyet emperyalizmine karşı direnmeyi sağlamak üzere oluşturulan Truman Doktrini'nin bir parçasıdır. Amerikan Kongresi'nin istenen yardımı onaylama kararı Amerika'nın Türk güvenliği ve ekonomik gelişmesine müdahalesinin başlangıcı olur ve bundan sonraki otuz yıl içinde iki ülkenin politikalarında temel unsur haline gelir. Ankara'ya gelen Amerikan askeri uzmanlarıyla görüşmeler sonunda, 1 Eylül 1947'de, Ankara tarafından onaylanan Türk-Amerikan askeri yardım ve işbirliği anlaşması hazırlanır. 

5 Haziran 1947'de ilan edilen Marshall Planı ile iki ülkenin arasında imzalanan ekonomik anlaşma (8 Temmuz 1948) Türk-Amerikan ilişkilerinin dayandığı ikinci destek olur.27 

14- Taşkın TUNA, Adnan Menderes’in Günlüğü, Şule Yayınları, İstanbul, 2002, s.15. 
15- Son Posta, 08 Ocak 1946. 
16- Feroz AHMAD, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 153. 
17- Kemal KARPAT, Türk Demokrasi Tarihi Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller, Afa Yayınları, İstanbul, 1996, s.143. 
18- Metin TOKER, Tek Parti’den Çok Partiye, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970, s.169. 
19- Celal BAYAR, (Der. Özer ŞAHİNGİRAY), Celal Bayar'ın Söylev ve Demeçleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, Kasım 1999. s.60. 
20- KARPAT, s.251. 
21 Mükerrem SAROL, Bilinmeyen Menderes I, Kervan Yayınları, İstanbul, 1983, s. 224. 
22- Mahmut GOLOĞLU, Demokrasiye Geçiş (1946–1950), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1982, s. 69. 
23- BAYAR, s. 61–62. 
24- Cumhuriyet Gazetesi, 04 Eylül 1947. 
25- AHMAD, s. 153. 
26- Stanford J. SHAW- Ezel Kural SHAW, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye Cilt 2, E Yayınları, İstanbul, 2006, s. 469. 
27- SHAW, s. 471. 



3.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder