MÜCAHİT KARLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MÜCAHİT KARLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Temmuz 2017 Cuma

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 12

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 12



3.4.3 Marshall Planı 

Truman doktrini, esas itibarıyla Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardımı öngörmüştür. Çünkü bu iki ülke Sovyetlerin doğrudan doğruya baskısı ve tehdidi altındadırlar.. 

Fakat bu sırada Avrupa’nın durumu iktisaden son derece kötüdür. Altı yıllık savaş bütün ülkelerin ekonomik kaynaklarını tüketmiştir. Savaş bütün ülkelerde ağır tahribat yapmıştır. Bir bakıma toplumlar açlıktan kıvranmaktadırlar ekonomileri harekete geçirecek kaynak yoktur.285. 

Amerikalılara göre İkinci Dünya Savaşının getirdiği büyük yıkım Avrupa da kaos yaratmış bu nedenle komünistler ve dolayısıyla SSCB yükselişe geçmiştir. SSCB 
yayılması karşısında Avrupa maddi ve manevi olarak güçlendirilmelidir. Avrupa ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilirse siyasal olarak da bağımsızlı ğını koruyabilirdi. ABD bu noktada İngiltere Almanya ve Fransa’yı ve sonra tüm Avrupa’yı artan bir biçimde siyasal ve ekonomik işbirliği içine sokmak böylece bütünleşmiş bir Avrupa yaratarak Sovyet ilerlemesini durdurmak istemektedir. Alım gücü sıfırlanan Avrupa ABD üretimini ve ekonomisini de olumsuz etkilemektedir. Amerikan mallarının alım bulabilmesi için öncelikle Avrupa’nın ekonomik olarak kalkındırılması gerekmektedir 286 

Amerika batı Avrupa’nın bu ekonomik sıkıntılarına yardımcı olmak için her şeyi yapmıştır. Amerika’nın 1945 Haziranı ile 1946 sonu arasında Batı Avrupa’ya 
yaptığı ekonomik yardım 15 milyar dolar olmuş, fakat bu yardım bütçe açıklarının kapanması, ithalat için kullanılması gibi, paranın verimli olmayan ve gidip de gelmeyeceği alanlara harcanmıştır. 287. 

O halde Avrupa’nın kalkınması için verimli bir formül bulmak gerekmektedir. Amerikanın arayıp bulduğu formül, Dışişleri Bakanı George Marshall’ın 5 Haziran 
1947 günü Harvard Üniversitesinde yaptığı bir konuşma ile ortaya atıldı. Marshall Planı denilen bu konuşma, 16 Nisan 1948’de Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’nın (OECD) kurulmasını sağlamıştır 288. 

ABD Dışişleri Bakam George Marshall Avrupa’nın içinde bulunduğu duruma kısaca değindikten sonra Avrupa uluslarını ortak bir imar planı içinde bir araya 
getirebileceğinin kararlılığını taşıdığını ifade etmiştir Marshall, SSCB de dahil olmak üzere tüm Avrupa ülkelerini bu plana katılmaya davet etmektedir. Marshall’a göre ABD dünyanın iktisadi sağlığına kavuşması için elinden gelen tüm yardımı yapmalıdır. Aksi takdirde siyasal istikrar ve devamlı bir barıştan söz etmek mümkün değildir. ABD, herhangi bir ülkeye ya da doktrine karşı değil açlığa yoksulluğa ve kaosa karşı yönelmiş politikalar yürütmelidir. 

Marshall’in önerisinde üç nokta göze çarpmaktaydı. Birincisi, Truman Doktrininden farklı olarak, ekonomik tamir üzerine vurgu yapılmaktadır. Yeni politika, açlık, yoksulluk ve kaosla mücadeleye yönelmiştir. Herhangi bir askeri yardım söz konusu edilmemektedir. İkincisi, ulusal düzeyden, bölgesel düzeye (tüm Avrupa latası) çıkılmıştır. Daha önce Türkiye ve Yunanistan örneğinde görüldüğü gibi tek tek ülkelerle yardım ilişkisine giren ABD, bu politikasını değiştiriyordu. Üçüncüsü, bu girişimi engellemeye kalkışacak olan hükümetler, siyasal partiler ya da grupların Amerika’nın direnişiyle karşılaşacağının ifade edilmesidir. Bu sözler SSCB’ye ve Batı Avrupa’daki komünist partilere yönelik açık bir ihtar niteliği taşımaktadır289. 

Bunun üzerine, İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde 16 Avrupa devleti, 12 Temmuz 1947 de Paris’te toplanarak, Avrupa devletlerinin ihtiyaçları konusunda 
ortak bir bir rapor hazırlamışlardır. 

Bu program üzerine ABD 2 Nisan 1948’de Dış Yardım Kanununu kabul ederek, bir yıldan beri Truman Doktrini gereği Türkiye ve Yunanistan’a yapılan yardımı 
bu kanun çerçevesine almıştır. Dış yardım Kanunundan sonra Avrupa’nın Kalkınma Programını tatbik etmek amacıyla İktisadi İşbirliği İdaresi 3 Nisan 1948’de Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı kurulmuştur. 

3.4.3.1 Marshall Planı ve Türkiye 


Marshall Planı adı verilen Avrupa Kalkınma Projesinin ilk hazırlığı 12 Temmuz 1947’de Paris’te toplan 16’lar konferansı çalışmaları ile başlamıştır. Avrupa 
Ekonomik İşbirliği Komitesi (OECD) halinde çalışan konferans, çalışma programı ve ABD’ne gönderilecek genel raporun kapsayacağı unsurlar hakkında bazı ilkesel kararlar vermiş ve raporun hazırlanmasına esas olacak bilgilerin derlenmesi için her devlete soru cetvelleri gönderilmiştir. Türk hükümeti de istenilen bilgileri bir rapor halinde komiteye vermiştir 290. 

Bu rapordaki istekleri inceleyen Amerikalı teknik ve siyasal uzmanlar, Marshall yardımlarının savaştan büyük zarar gören ülkelerin ekonomilerini canlandırmaya yönelik bir program olduğu düşüncesiyle Türkiye’ye yardım verilmesine karşı çıkmaktadırlar. Çünkü Türkiye’nin altın ve döviz stoklarıyla dış ticaret dengesi diğer 15 Avrupa ülkesine göre daha iyi durumda bulunmaktadır. Üstelik Türkiye, yardımı ortak bir Avrupa kalkınması için değil kendi kalkınma planının finansmanı için kullanacağını bildirmiştir. Ayrıca uzmanlarca hazırlanan ve daha sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Kongreye sunulan Türkiye ülke raporunda, ekonomisi nispeten iyi durumda olan Türkiye’ye, Marshall Planı çerçevesinde Avrupa ülkelerine hammadde ihraç etme görevi yüklenmiştir. Dolayısıyla Türkiye’ye sadece, kısa vadede Türk ekonomisinin mevcut düzeyini korumasına yardımcı olacak mamul maddeler gönderilebilirdi. Böylece programın ilk 15 aylık dönemi için, tarım ve madencilik sektörlerinde kullanılacak aletler elektrik malzemeleri nakliye kamyonları petrol ürünleri ve kereste biçiminde 58.900.000 dolarlık bir yardım yapılması öngörülmektedir. 

Amerikalı uzmanların bu tutumu Türk kamuoyunda büyük bir endişeyle karşılanmıştır 291. Dış işleri Bakanı Sadak, dış kredi gereksinmesini şöyle belirtmektedir: 

“Nispetsiz derecede çok insanın silah altında bulundurmasının memleket ekonomisinde husule getirdiği ağır yük, Türkiye ekonomik kaynaklarının tam ve 
muvazeneli gelişmesine başlıca engel teşkil etmektedir… Her ne kadar Türkiye ’nin döviz kaynakları normal ihtiyaçları karşılayacak miktarda görünüyor ise de, bu kaynaklar dış baskılar neticesi askeri teçhizat ithali icap ettiği taktirde bu ithalatı finanse edecek imkanları sağlayamayacaktır” demektedir. 

Ayrıca, Truman Doktrini ile gelen askeri malzemenin bakım masrafları ve yedek parça için dolar ödenmesi zorunluluğunun, Dışişleri bakanının açıkladığı duruma 
etkisini belirtmek gerekir 292. 

Bu arada, Ankara ’daki ABD Büyük elçiliği Washington ’a bir rapor yollayarak Türkiye’nin ekonomik durumu dolayısıyla yardım verilecek ülkeler listesine alınması gerektiğini belirtmiştir. 

ABD, Plan içine alınabilmesi için Türkiye’nin kalkınma planında, Marshall Planının ruhuna uygun bazı değişiklikler yapmasını istenmektedir. Verilecek yardım 
tarımsal üretimin artırılması, tarım aletlerinin modernizasyonu ve ulusal ulaşım sisteminin yenilenmesi için kullanılması amaçlanmıştır. Kalkınma planının bu şekilde yenilenmesiyle Türkiye, Avrupa ’nın Yeniden İmarı programına katılan diğer ülkeler için bir gıda ve ham madde deposu haline gelecektir. Sanayi alanındaysa, değerli madenlerin, özellikle ABD savunması için büyük önem taşıyan kromun çıkarılmasına önem verilmesi istenmiştir. Türkiye bu istekleri yerine getireceğini bildirmektedir. ABD böylece Türkiye’nin Marshall Planından yararlanabilmesini kabul etmiştir 293. 

Türkiye ’nin, Truman Doktrininden sonra Marshall Planına da dahil olması Türk kamuoyunda ülkenin, batı dünyasına girmesi ve bu dünyanın lideri durumuna 
yükselen ABD ile savunma münasebetlerine geçmesinde bir merhale olarak görülmüş ve batı dünyası sadece coğrafi alan değil, demokratik bir sembol olarak da değerlendirilmeye başlanmıştır 294. 

3.4.3.2 Marshall Planının Türkiye’de Yorumlanışı 


Truman doktrininde olduğu gibi, Marshall Planı da Türkiye’de Dışişleri Bakanı Sadak’ın deyimi ile basit bir iktisadi düzenleme olarak görülmüş, batı dünyasının içine girmede önemi bir aşama biçiminde yorumlamıştır. 

“”Marshall Planına dahil olmamak, Türkiye’yi siyasetten yalnızlık içine atacağı gibi iktisaden de büyük zorluklara uğratabilirdi. Marshall planı daha geniş ve 
ilerici devletler grubuna girmiş bulunmak memleketimiz için hayırlı olacaktır.” demiştir 

Bir ulus baş makalesinde de OECD çerçevesinde yapılan 16’lar Paris Konferansının asıl siyasal yönü üzerinde durulmakta ve şöyle denmektedir: “Gerçekten 

16’lar toplantısı… Yalnız bir iktisadi kalkınma değil, aynı zamanda bir siyasi savunma konferansı hüviyetini kazanmıştır… Bahis konusu olan yalnız Avrupa’nın değil, bütün dünyanın kader ve istikbalidir, Avrupa bu davada bir coğrafi mefhum değil, bir demokratik semboldür.” 

Truman Doktrininden sonra Marshall Planı da Türkiye’nin II Dünya Savaşı’ndan sonra giriştiği bir yandan Batılılaşma, öte yandan ve şimdi onun önderi 
durumuna geçmiş bunması ABD ile savunma ilişkilerine geçme çabalarında önemli bir aşama olarak kabul edilmiştir. Ayrıca batının coğrafi değil de demokratik bir simge biçiminde yorumlanması bundan böyle çok duyulacaktır. 

4 Temmuz 1948 de Türkiye ile ABD arasında imzalanan Ekonomik İşbirliği Anlaşmasıyla Marshall yardımlarının verilmesine başlanmıştır. Anlaşmanın giriş 
bölümünde, “Avrupa ülkelerinde bireysel özgürlük ilkelerini, özgür kurumları gerçek bağımsızlığı devam ettirmenin, sağlam iktisadi koşullar oluşturmaya istikrarlı uluslar arası iktisadi ilişkilere geniş ölçüde bağlı bulunduğu,” ifade edilmekte ve anlaşmanın Türkiye’nin 16 Nisan 1948 de Paris’te imzaladığı Avrupa Ekonomik İşbirliği Sözleşmesine dayandığı belirtilmektedir295. İkinci olarak, askeri yardım anlaşmasında olduğu gibi, ekonomik yardım da birtakım koşullara bağlı olarak verilecektir: Yardım, ABD ile üzerinde anlaşmaya varılmış bulunan genel amaçlara uygun olarak kullanılacaktır. Öte yandan, metinden de anlaşılacağı üzere, Türk Hükümeti, ABD tarafından tekelci olarak görülen ekonomik yapıyı liberalleştirmek yükümlülüğü altına da girmiştir. Üçüncü olarak, Türk hükümeti, yine askeri yardım anlaşmasında olduğu gibi ekonomik yardım konusunda da yurt içinde geniş propaganda yapacaktır 296. 

Sonuç olarak Marshall Planıyla Türkiye’nin beklediğinden daha az yardım gönderildi. Bu yardımların kullanım alanlarının ve genel olarak Türk ekonomisinin temel hedeflerinin Amerikalılarca belirlenmesi sonucunda, Truman Doktriniyle gelen yardımlar gibi Marshall yardımları da 1950’lerin başlangıcından itibaren Türkiye’nin her alanda, dışa bağımlı hale gelmesine doğru giden yolda önemli bir kilometre taşı olmuştur 297. 


SONUÇ 

Türkiye tarihine bakıldığında demokratikleşme sürecinin Osmanlı Devleti’nde Sened-i İttifak’la başlayan, Tanzimat Fermanı’yla hız kazanan ve Türkiye 
Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren de hala devam etmekte olan bir süreç olduğu görülmektedir. 

Demokrasinin gelişimi ve yerleşmesi süreci cumhuriyetten önce, ilk olarak Osmanlı Devletinde adım atılmış, Sened-i İttifak’la başlayan bu süreçte padişahın yetkilerini devretmesi anlamına gelen bir durumun ortaya çıkması, Türk siyasal yaşamında yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Osmanlının içinde bulunduğu düzenin batının etkisiyle çözülmesi, bu çözülüşün toplumun iktisadi yapısında yarattığı bunalım, merkezi iktidarın zayıflamasına neden olan gelişimleri beraberinde getirirken, batıdaki bağımsızlık, eşitlik, milliyetçilik gibi fikirlerin Osmanlı İmparatorluğundaki çeşitli azınlıklar arasında benimsenmesi, bu grupların devlete karşı yer yer ayaklanma girişimlerine yol açmıştır. Bu dönemde yayınlanan Tanzimat ve Islahat Fermanları İmparator luğun kurtuluşunda başarılı olamamış, çünkü bunların da dayandığı bir taban 
ve kadrolar olmadığı gibi yaptırım gücü de yoktur. Bütün eleştirilere rağmen Tanzimat döneminin, İmparatorluğun kurtarılması için yeni esaslar benimseyen, klasik devlet esasları yerine, batıda demokratik mücadelelerden geçerek kurulmuş olan meşruti sistemi amaçlayan bir neslin yetişmesini hazırlaması da yadsınamaz bir gerçektir. 

Osmanlı İmparatorluğunun kurtuluşunu meşruti sistemde gören “Genç Osmanlılar” cemiyeti bu dönemde karşımıza çıkmaktadır. 

Aslına bakılırsa, Osmanlı Devleti’ndeki yenileşme ve batılılaşma hareketlerinin hepsi, devletin gerilemesini önlemek, dağılmasını engellemek amacını gütmüş ve bu doğrultuda orduda ve devlet yapısında birtakım girişimler olarak kendini göstermiştir. 

1920’lere dek yapılmış olan yenilik ve batılılaşma çalışmaları, içerideki Osmanlı Aydını’ndan gelen baskıdan ziyade esas olarak, dış güdümlü ve dış baskılar 
sonucu ortaya çıkmıştır. Fakat özellikle gayrimüslimlerin özgürlüklerini hedef alan fermanlar, Türk halkını memnun etmemekle beraber, Padişahın yetkilerini ilk defa kendi eliyle sınırlandırması, yasama ve yürütme organlarının ve 1908’de parlamento tarzında bir yapının oluşması, siyasal demokrasinin gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır. 

II. Meşrutiyetin demokratik gelişim çizgisi içindeki önemli özelliklerinden birisi, ilk kez olarak açık ve özgür parti hayatını başlatmış olmasıdır. Fakat programları, amaç ve düşünleri farklı partiler olmakla birlikte, tüm bu partilerin ortak bir özelliği vardı ki, o da partilerin hiç bir şekilde ekonomik ve sosyal temele dayanmamasıydı. Bu partiler toplumun içerisindeki ekonomik ve toplumsal baskılar sonucu değil, idareci sınıfın kendi aralarındaki mücadeleleri sonucu oluşmuş partilerdi. Ayrıca, II. Meşrutiyetin en ilginç yönü Osmanlı tarihinde ilk defa düşünen bir toplum manzarası göstermesidir. Dönem içerisinde siyasal özgürlüklerin tanınması, kişi hak ve hürriyetlerinin anayasal belgelerde güvence altına alınmasının doğal bir sonucu olarak, göreli bir tartışma ortamının doğduğu görülmektedir. Devletin birlik ve bütünlüğünü temine çalışan küçük birer devlet doktrini olarak İslamcılık, Osmanlıcılık, Batıcılık, Türkçülük şeklinde sıralanabilir teorik görüşler ortaya atılmıştır. II. Meşrutiyet sonrası çok partili yaşam  deneme si çok kısa sürmekle birlikte, İttihat ve Terakki Fırkası 1913 ten itibaren 1918’e kadar tek başına ülkeyi yöneten siyasal güç halini almış, Türk demokrasi hayatı ilk defa kesintiye uğramıştır. Bundan sonraki Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan gelişmeler, devleti parçalanma sürecine sokmuştur. 

Kurtuluş savaşıyla birlikte kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin getirilme ve yerleştirilme çabalarının Mustafa Kemal Atatürk tarafından yapıldığı ve demokrasinin gelişme ortamının da yine onun gerçekleştirdiği devrimler sayesinde oluşturulduğu, tartışmasız bir gerçektir. Cumhuriyet kurulduktan sonra demokratik parlamenter yapı oluşturulmuş olmakla birlikte, başlanan çok partili siyasi yaşam kısa sürmüştür. 1924 yılında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının, özellikle devrimlerin yerleştirilmeye çalışıldığı bir dönemde, devrim karşıtları tarafından destekleniyor olması CHF yöneticileri tarafından hoş karşılanmaması, partinin kısa sürede kapatılmasında önemli bir etken olduğu kaçınılmazdır. Diğer bir açıdan bakılırsa Avrupa’da ortaya çıkmış olan demokrasi gerçeğine ulaşmak isteyen diğer toplumlar, batının çok uzun bir zaman diliminde gerçekleştirdiği dönüşümleri çok daha kısa bir sürede gerçekleştirmek zorundadırlar. Değişim sürecinin çok yavaş olduğu böyle 
toplumlarda birtakım müdahalelerde bulunulması kaçınılmaz bir gereğidir. Bu dönemde CHP otoritesinin iktidarı tek başına elinde tutması bu durumun kaçınılmaz bir gerçeğidir. 

Buna rağmen, Atatürk için çok partili yaşam hep bir ideal olarak kalmıştır. Dünyada otoriter rejimlerin şekillenmeye başladığı yıllarda, Türkiye’de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurulmasında herhangi bir engellemeyle karşılaşılmamıştır. Yine 1929 Dünya Ekonomik Bunalımının da etkisiyle güçlenen Faşizm ve Nasyonal Sosyalim dünyada çok büyük ilgi uyandırırken , ekonomik bunalımla birlikte İngiltere ve Amerika gibi demokratik ülkelerde devletçi önlemlere dönülmüştür. Bu dönemde Mustafa Kemal Atatürk, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdurarak bir kez daha çok partili yaşama yönelmiş, ama ülkenin içinde bulunduğu koşullar bu girişimin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştur. 

Fakat Devleti farklı temellere oturtma amacı nedeniyle uygulanan yöntemler devrim hareketine olan tepkiyi arttırmış, bu da otoriter yapının daha da sertleşmesine neden olmuştur. Dönemin tek partisinin başında bulunan Mustafa kemal Atatürk’ün değişmez başkanlığının kabul edilmesi, millet adına meclise seçilecek adayların, partinin genel başkanının iradesine bırakılması, TBMM’nin hem oluşumunun, hem de idaresinin bir tek kişinin iradesine bağlılığını ortaya koyar niteliktedir. 

Bununla birlikte iki çok partili deneme dışında, muhalefet hareketinin gözlenmediği bu dönemde, 1935 yılından sonra parti ve devlet kurumları birbirinin içine girerek, tek partiye hukuki bir nitelik kazandırıldığı gibi, 1937 yılında ise tek partinin ideolojiçerçevesine anayasal bir statü verilmek suretiyle, inkılapların yerleşmesi uğruna partisizleşme doğru giden bir yapı oluşturulmuştur. Türkiye’de tek parti yönetimi, Atatürk’ün ölümüyle birlikte büyük değişikliliklere uğrayarak belli bir aşamaya getirilmiş, kişi hak ve özgürlükleri, İkinci dünya savaşının oluşturmuş olduğu koşullarla birlikte iyice kısıtlanmıştır. Bu bilgilerin ışığında özellikle 1930’dan sonra Türkiye’de 
kontrolü elinde tutan CHP’nin tek parti yönetimine dönüşmesi, dünyada popüler hale gelmiş olan Faşizm ve Nasyonal sosyalizmden etkilenmiş olduğu apaçık görülmektedir. 

İkinci Dünya Savaşı sonrası demokrasi cephesinin savaştan galip ayrılması, totaliter rejimleri andıran siyasi yapıların müttefikler nezdinde tepki ile karşılanmasına neden olmuştur. Bu dönemde Türkiye’de otoriteyi elinde bulunduran tek parti yönetiminin, totaliter bir yapıya benzerlikler taşıdığı görülmektedir. 

İkinci dünya savaşının sonuna doğru, Almanya’nın yenileceğini anlayan Türkiye, Sovyetler Birliği’nin askeri olarak güçlenerek etki alanını genişletmesini de göz önünde bulundurarak tarafsızlığını müttefikler lehine bozmuş ve fiilen olmasa da resmen savaşa katılmıştır. Bu arada artık belirginleşmeye başlayan uluslar arası tabloda da kendine bir yer edinme çabasına girmiştir. 

İkinci dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardında Türkiye büyük bir yalnızlığa düşmüş, buna Sovyet tehdidinin şiddetini arttırarak sürdürmesi eklenince, ülkedeki olağanüstü koşullar ve savaş hali bir süre daha devam etmiştir. 

Bu bağlamda Türk Tek Parti politikasının yeni yönelişleri de biçimlenmeye başlamıştır. Sovyet tehdidinin artık açıkça ortaya çıktığını gören Türkiye, bu tehdidi dengelemek amacıyla ABD başta olmak üzere, batının desteğini sağlama gereğini duymuştur. Bu amaçla da batıya hoş görüneceğini umduğu demokratik düzene geçme sürecine başlamıştır. 

İlk başlarda, Türkiye’nin Sovyetler Birliği tehdidine karşın ABD ve İngiltere’nin desteğini sağlamak için gösterdiği çabalar istenilen sonucu vermemiştir. Fakat zamanla Sovyetler Birliği konusundaki görüşleri benzeşmeye başlayınca Türkiye’de bu ülkelerden beklediği desteği bir ölçüde sağlayabilmiştir. ABD’nin bu desteği askeri alanda Truman Doktrini ile ekonomik alanda ise Marshall Planı ile gerçeklik kazanmıştır. 

1945 Bütçe görüşmelerinde belirginleşen muhalefet, özellikle Çiftçiyi Toprak landırma Kanunu süresince sınırlarını çizerken, kanunun onayı ile birlikte Dörtlü Takrir veren milletvekilleriyle, CHP içinde muhalefet kendisini göstermiş tir. Uluslar arası ortamın gereği olarak, Demokratik süreç adına adım atmaya çalışan tek parti yönetimi, CHP içinden doğan muhalefet hareketini hizipçilik olarak değerlendirerek dışlamış ve CHP dışında oluşacak yeni partiyi de kendi içerisinden oluşturma yoluna gitmiştir. 

1946 yılında kurulan Demokrat Parti önceleri “muvazaa partisi” olarak nitelendirilmesine maruz kalsa da, uluslararası ortamın getirdiği koşullardan 
yararlanmasını bilmiş, ve CHP karşısında iktidara talip olma özelliği kazanmıştır. 

Osmanlı ile başlayan ve Cumhuriyet dönemiyle devam eden çok partili yaşam denemeleri, iktidarda bulunan parti otoritesi tarafından, muhalefet partilerinin ortadan kaldırılmasıyla tek parti iktidarlarına dönüşmüştür. Tek parti otoritesine yönelmede, uluslar arası ortamın bulunduğu durum göz ardı edilmemelidir. İttihat ve Terakki 

Fırkası’nın 1. Dünya savaşı ortamında iktidarını sağlamlaştırmış olması, CHP’nin TCF ve kendi eliyle kurduğu SCF’ nin kapatılması sürecinde de, totaliter rejimlerin dünyada gözde olduğu dönemlere rastladığını görmekteyiz 

Fakat İkinci Dünya savaşı sonrası hayata geçen çok partili yaşam süreci ile birlikte, CHP karşısında kurulmuş olan DP’yi, siyasi yaşamdaki devamlılığı adına, yukarıda belirttiğimiz diğer muhalefet partilerden ayıran bir özellik bulunmak tadır. Bu ise Sovyet baskısıyla bunalan tek parti iktidarının, ABD ve İngiltere’nin desteğini arkasına almak adına demokratikleşme yolunu seçmiş olmasıyla birlikte, artık tek parti yönetimine geri dönülemeyeceğinin, açıkça ortaya çıkmış olmasıdır. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;


285 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s.443 . 
286 Baskın, a.g.e., s.538
287 Armaoğlu,a.g.e, s.443
288 Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, s. 165 
289 Oran, a.g.e., s. 538. 
290 Sander, a.g.e., s.46 . 
291 Oran, a.g.e., s.539-540. 
292 Sander, a.g.e. s.47. 
293 Oran, a.g.e., s.540. 
294 Sarınay, a.g.e., s. 68. 
295 Oran, a.g.e., s. 541. 
296 Sander, a.g.e., s.49-50.
297 Oran, a.g.e., s. 542. 


KAYNAKÇA 

Abadan, Yavuz ve Bahri Savcı. Türkiye’de Anayasa Gelişmelerine Bir Bakış, Ankara: A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1959. 
Afetinan, Ayşe. Medeni Bilgiler ve M.kemal Atatürk’ün El Yazıları,2. Basım, Ankara:Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988. 
Afetinan, Ayşe. Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 3. basım., Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 1981. 
Ahmad, Ferroz. Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980,İstanbul:Hil yayınları, 1994. 
Akandere, Osman. Milli Şef Dönemi, Çok Partili Hayata Geçişte Rol Oynayan İç ve Dış Etkenler 1938-1945, İstanbul: iz Yayıncılık, 1998. 
Akşin, Sina. Yakınçağ Türkiye Tarihi , 1908-1980, İstanbul: Doğan Medya, Kelebek Matbaacılık. 
Armaoğlu, Fahir. Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri (Açıklamalı), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi,VII.Dizi, 1991. 
Armaoğlu, Fahir. İkinci Dünya Savaşı Yılları (1939-1946), Ankara : Dışişleri Bakanlığı Yayınları, 1973. 
Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyası Tarihi 1914-1980, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1983. 
Arsel, İlhan. T. İmge Kitapevi İmge Kitapevi Teokratik Devlet Anlayışından 
Demokratik Devlet Anlayışına, Ankara: A.Ü.Hukuk Fakültesi Yayınları,1975. 
Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk(1919-1920): Cilt 1. Haz. Zeynep Korkmaz. Ankara: 
Başbakanlık Basımevi, 1984. 
Avcıoğlu, Doğan. Türkiye’nin Düzeni, İstanbul: Tekin Yayınları,1987. 
Aybars, Ergün. İstiklal Mahkemeleri. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1975. 
Aybars, Ergün. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 3.basım,İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi 
Hukuk Fakültesi Döner Sermaye İşletmesi Yayınları no:43. 
Aydemir, Şevket Süreyya. İkinci Adam, 2. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1968. 
Aydemir, Şevket Süreyya. İnkilap ve Kadro, 2.baskı, bilgi yayınları., Ankara: 1968. 
Bayur, Yusuf Hikmet. Türk İnkılabı Tarihi, Ankara, c.2, s.10. 1964. 
Berkes, Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Doğu-Batı Yayınları, t.y. s. 
Bila, Hikmet. C.H.P. Tarihi 1919-1979, Ankara: Doruk Matbaacılık,1979. 
Bozdağ, İsmet. Bir Devrin Perde Arkası: Atatürk, İnönü, Bayar Çekişmeleri, İstanbul:Kervan Yayınları., 1972. 
Burçak, Rıfkı Salim. Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945-1950, Ankara: Olgaç Yayınları, 1979. 
Cillov, Haluk. Türk Ekonomisi, İstanbul:1970. 
Çavdar, Tevfik. Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1839- 1950), Ankara: İmge Kitapevi, 1995. 
Çeten, Anıl. Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1981. 
Çufalı, Mustafa. Türkiye’de Demokrasiye Geçiş dönemi (1945-1950), Ankara: Babil Yayınları, 2004. 
Dal, Kemal. Türk Anayasa Hukuku, Ankara:A.Ü. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, 1978. 
Dursun, Davut. Demokrasi Sorunu ve Türk Demokrasisi, İstanbul: Şehir Yayınları, 2001. 
Ekinci, Necdet. II. Dünya Savaşından Sonra Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, 1.basım, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları 1997. 
Erkin, Feridun Cemal. Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar, Yorumlar, Ankara : Cilt I, T.T.K.B., 1980. 
Erkin, Feridun Cemal. Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara: 1968. 
Erer, Tekin.Türkiye’de Parti Kavgaları, Ankara: Ticaret Postası Matbaası, 1963. 
Eroğlu, Cem. Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, 2. Basım Ankara: İmge Kitabevi, 1990. 
Eroğlu, Hamza. Milli Egemenlik İlkesi ve Anayasalarımız, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları sayı 1,cilt:1, kasım 1984. 
Eroğlu, Hamza. Türk İnkılap Tarihi, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. 1982. 
Eryılmaz, Bilal. Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, İstanbul: İşaret Yayınları, 1992. 
Esen, Bülent Nuri. Türk Anayasa Hukuku, 2.Basım, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1971. 
Gevgilili, Ali. Yükseliş ve Düşüş, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1987. 
Goloğlu, Mahmut. Demokrasiye Geçiş 1946-1950, İstanbul: kaynak yayınları, 1982. 
Goloğlu, Mahmut. Milli Şef Dönemi (1934-1945), Ankara: Kalite Matbaası, 1974. 
Gönlübol, Mehmet ve Haluk Ülman. Türk Dış Politikasının Yirmi Yılı, 1947-1965, 
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.XXI, No.1 1996. 
Gürün, Kamuran. Türk Sovyet İlişkileri (1920-1953), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991. 
Güvenir, O. Murat. 2. Dünya Savaşında Türk Basını, İstanbul: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1991. İnan, Süleyman. Muhalefet Yıllarında Adnan Menderes, 
İstanbul. 
Karpat, Kemal H. Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1967. 
Kindross, Lord. Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Ayhan Tezel (Çev.), İstanbul: Sander Yayınları, 1970. 
Koçak, Cemil. Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Cilt 2., Ankara: iletişim Yayınları, 1986. 
Kongar, Emre. İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal yapısı. 4. Basım, İstanbul: Remzi Kitapevi. 1981. 
Mardin, Şerif. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895 – 1908), 2: Basım, İstanbul: İletişim Yayınları, 1983. 
Oran, Baskın. Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar; Cilt 1. 1919-1980, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. 
Öz, Esat. Türkiye’de Tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım, 1.Basım Ankara: Gündoğdu Yayınları,1992. 
Özbudun, Ergun. Türkiye’de Sosyal Değişme ve Siyasal Katılma, Ankara: A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları,1975. 
Özdağ, Ümit. Ordu Siyaset İlişkileri,İstanbul: Bilge Oğuz yayınları, 1998. 
Özek, Çetin. Devlet ve Din, İstanbul: Ada Yayınları. 
Öztürk, Kazım. Türkiye Cumhuriyetleri Hükümetleri ve Programları, İstanbul: Ak Yayınları,1969. 
Sander, Oral. Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara: Ankara Ünv. Siyasal Bilgiler Fakültesi yayınları No.427, 1979. 
Sarınay, Yusuf. Türkiye’nin Batı İttifakına Yönelişi ve Nato’ya Girişi (1939-1952), Ankara : Nüve Matbaası ,Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 
Kültür Eserleri Dizisi:107. 
Sencer, Muzaffer. Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri.İstanbul: May Yayınları, 1974. 
Soysal, Mümtaz. Anayasaya Giriş 2. Baskı: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1969. 
Soysal, Mümtaz. 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 6.basım,İstanbul: Gerçek Yayınevi,1986. 
Tekelli,İlhan ve Gencay, Şaylan. “Türkiye’de Halkçılık İdeolojisinin Evrimi” Toplum ve Bilim Dergisi. Sayı: 6-7( Yaz – Güz), 1978. 
Tezel, Yahya Sezai. Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi 1923–1950, İstanbul: 
Tarih Vakfı Yurt Yayınları,2000. 
Truman, Harry s. Hatıralarım, Cihad Baban, Semih Tuğrul (Çev), Ankara: Ulusal Basımevi, 1968. 
Tunaya, Tarık Zafer. Türkiye’de Siyasal Partiler (1859-1952), İstanbul: Doğan Kardeş Yayınları, 1952. 
Tunaya, Tarık Zafer. Türkiye’de Siyasal Partiler, C,I, İkinci Meşrutiyet Dönemi, 2. Basım., İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1988. 
Teziç, Erdoğan. 100 Soruda Siyasal Partiler, İstanbul: Gerçek Yayınevi,1976. 
Timur, Taner. Çok Partili Hayata Geçiş, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991. 
Timur, Taner. Türk Devrimi ve Sonrası (1919–1946). Ankara: Doğan Yayınları, 1971 
Toker, Metin. Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları, Tek Partiden Çok Partiye Geçiş, 1944-1950, 3. basım Ankara: Bilgi Yayınları, 1990. 
Torun, Esma. II. Dünya Savaşı Sonrası Türkiye’de Kültürel Değişimler İç ve Dış Etkenler (1945-1960), İstanbul: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, 2002. 
Tuncay, Mete. T.C.’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması(1923-1931), İstanbul: Cem Yayınları, 1990. 
Tuncay, Mete. Siyasal Tarih (1908–1923), Türkiye Tarihi 4, Çağdaş Türkiye (1908–1980), İstanbul: Cem Yayınevi, 1990. 
Turgut, Nukhet. Siyasal Muhalefet Batı Demokrasileri, Sosyalist Ülkeler–Türkiye, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, 1984. 
Tokin, Hüsrev f. Türk Tarihinde Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi (1839 – 1965), İstanbul: Elif Yayınları, 1965. 
Us, Asım. 1930-1950 Atatürk, İnönü, İkinci Dünya Harbi ve Demokrasi Rejimine Giriş Devri Hatıraları, İstanbul: Vakit Matbaası, 1966. 
Ülman, A.Haluk. Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri, 1937-1947, Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış Münasebetler Enstitüsü Yayını, No.14, 1961. 
Ülman, A.Haluk. Türk-Sovyet Münasebetleri (1923-1960) İkinci Cihan Savaşı İçinde, Forum, Cilt WII, Sayı 153, 1960. 
Ünal, Oğuz. Türkiye’de Demokrasinin Doğuşu, Tek Parti Yönetimi’nden Çok Partili Rejime Geçiş Süreci, 1. Baskı, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1994. 
Yerasimos, Stefanos. Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Babür Kuzucu(Çev.) 6.Basım, İstanbul: Belge Yayınları, 1992. 
Yeşil, Ahmet. Türkiye’de Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş, TC Kültür Bakanlığı Yayınları 897, Kültür Eserleri Dizisi/114, Özyurt Matbaacılık, Ankara, 2001. 
Yetkin, Çetin. Türkiye’de Tek Parti yönetimi 1930 -1945, 1. Basım, Ankara: Altın Kitaplar Yayınları, 1983. 
Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin tarihi, Yasemin Saner Gönen (Çev.), İstanbul: İletişim Yayınları,1998. 


***

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 11

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 11


3.4 TÜRKİYE-ABD YAKINLAŞMASI 

İkinci Dünya Savaşı’nın müttefiklerin zaferi ile sonuçlanması, Türk devlet adamlarının gözünde demokratik sistemin üstünlüğünü açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. 
Böyle bir anlayışla hareket eden Türk Hükümeti, savaştan sonra Sovyet baskısı ile karşılaşınca, ülkenin güvenliğini sağlamak amacıyla Batı dünyasının 
desteğini aramak zorunda kalmıştır. Diplomatik desteğe rağmen üzerindeki Sovyet baskısının devam etmesi sebebiyle Türkiye, ordusunu savaş durumunda tutmak mecburiyetinde kalmıştır. Savaştan sonra ordusunu azaltarak, normal düzene geçip, milli ekonomisini kurmak ve geliştirmek istemesine rağmen, Sovyet baskısı buna imkan vermemiştir. Nitekim ABD’nin Ankara Büyükelçisi, 1946 yılı sonlarında Washington’a gönderdiği raporda, bu durumdan kaynaklanan yükün Türk ekonomisi için çok ağır olduğunu bildirmektedir 266. 

Ekonomik gücü büyük bir orduyu uzun süre silah atında tutmak için yeterli olmayan Türkiye için tek çıkar yol dış yardım olmuştur 267. Türkiye bu yardımı savaş yıllarında büyük ölçüde İngiltere ve ABD’den temin etmiştir. Fakat savaşın bitmesi ile birlikte ABD bu yardımı kesince, Türkiye sadece İngiltere’nin yardımı ile yetinmek zorunda kalmıştır 268 

Böylece Türkiye savaş sonunda ordusunu savaş mevcudu üzerinde tutmasından ve savaş sonu kalkınma planlarını gerçekleştirmekten kaynaklanan bazı ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kalmıştır. Savaş sonunda Türkiye 245 milyon dolarlık altın ve döviz stokuna sahip olmasına rağmen Sovyetler Birliği ile savaş ihtimalini düşünerek bu stoku kullanmak istememiş; iktisadi güçlükleri yenmek için bir taraftan uzun vadeli iç borçlanmalardan, diğer taraftan da dış kredilerden faydalanmaya karar vermiştir 269. 

Öte yandan 1946 başından itibaren SSCB’nin Türkiye’ye yönelik isteklerini açıkça dile getirmeye başlaması, İran’da Sovyetlerin girişimiyle Muhtar Azerbaycan 
Cumhuriyeti ve Mahabad Kürt Cumhuriyetinin kurulması, ABD’nin Boğazlar konusunda Türkiye’ye tam destek verme yönündeki kararını pekiştirmiştir. Çünkü Potsdam sonrasında SSCB ile çıkar ayrılığı iyice belirginleşen ABD, bu tür girişimleri SSCB’nin adım adım batı Avrupa’ya ilerleme projesi olarak değerlendirmektedir. ABD’ye göre önce İran’a müdahale eden, ardından Türkiye’yi tehdit eden SSCB, Amerikan çıkarlarına dünyanın heryerinde zarar verme planını uygulamaya koymuştur. 

ABD’ye göre, SSCB’nin savaş sonrası politikalarıyla bu ülkeyle ilişkileri kopma noktasına gelen Türkiye’nin, inşa edilmekte olan Batı Bloku içine çekilmesi 
gerekmektedir. Bunun en elverişli yolu Türkiye’de Sovyet karşıtlığının körüklenmesidir. Bu çerçevede, SSCB’nin Türkiye’den toprak talep etmesinin 
Ankara’da yarattığı şok atlatılmaya başlamışken, ABD ve İngiltere basınında bu konuyu gündeme getiren makaleler sık sık yer almaya başlamıştır. Sanki yeni bir Sovyet isteği varmış gibi sunulan haberler, Türkiye’de tansiyonun yüksek tutulmasını sağlamaktadır. 

   Türkiye’de yükselen SSCB karşıtlığı, solcu Tan gazetesinin yakılması olayıyla doruğa çıkmıştır. Bu ortam içinde ABD, simgesel önemi büyük bir adım atacak ve Türkiye’yi çekme harekatını başlatacaktır 270. 

3.4.1 Amerikan Gemilerinin İstanbul Ziyareti 

ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’ye vermeye başladığı önemi Ankara’ya gösterme fırsatı 1946 Martın da doğmuştur. Türkiye’nin yaklaşık 16 ay önce ölmüş Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün naşı Amerikan donanmasının en büyük zırhlılarından Missuouri ile Türkiye’ye yollanmıştır. ABD Missouri’yi Çanakkale Boğazından geçirip, 5 Nisan 1946’da İstanbul’da Dolmabahçe önüne demirleterek, SSCB’ye Türk Boğazlarının statüsünün kendi rızası alınmadan değiştirilemeyeceği mesajını vermektedir 271. 

Missouri ve Providence gemileri İstanbul limanına vardığı gün, yani 5 Nisan 1946’da ABD başkanı Truman, Ordu günü nedeniyle yaptığı konuşmasında 
Amerika’nın yakın ve Ortadoğu’daki çıkarlarından söz etmektedir: “… Nazarlarımızı Yakın ve Ortadoğu’ya çevirdiğimiz zaman, bu bölgenin vahim meseleler arz ettiğini görüyoruz. Bu bölgede muazzam tabii kaynaklar vardır ve en işlek kara, hava ve deniz yolları bu bölgeden geçmektedir. Bin netince bu bölgenin büyük iktisadi ve stratejik önemi vardır ve bu bölgeyi teşkil eden milletler, kuvvetli bir tecavüze mukavemet için, ne teker teker ne hep birlikte kafi derecede kuvetli değillerdir. 

Yakın Ortadoğunun bölge dışı büyük devletler arasında bir rekabet sahnesi teşkil ettiğini ve bu rekabetin birdenbire bir çatışma doğuracağını kestirmek kolaydır. 

Bununla beraber, eğer dünyanın bu mühim kısmında sulhu korumak ve kuvvetlendirmek istiyorsak, buranın yalnız muhtariyet ve istiklalini temin etmekle iktiva edemeyiz. Yakın ve Ortadoğu milletleri kaynaklarını geliştirmek, … Hayat seviyelerini yükseltmek istiyorlar. Amerika bu arzunun yerine getirilmesi için elinden geleni yapacaktır…” 

Başkan Truman’ın bu konuşması ve ABD zırhlılarının İstanbul’u ziyaret etmelerinden kasıt, Sovyet tehdidi karşısında değişen ABD’nin dış siyasasını dünyaya ve Türkiye’ye hissettirmektir. Gerçekten de ABD’nin 4,5 milyon dolarlık bölümünün ödenmesi durumunda Türkiye’den alacaklarından vazgeçmeyi kararlaştırdığını söylemesi üzerine Başbakan Saraçoğlu, minnet duygularını meclis kürsüsünden şöyle dile getirmiştir: 

“… Hepimiz kaniiz ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi olan kısmını ödüyoruz. Bir de manevi borcumuz vardır ki onu da hürriyet, adalet, istiklal ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız…” 272 

Missouri’nin ziyaretini izleyen günlerde Türk-Amerikan ilişkilerinin daha da sıcak bir döneme girmesini sağlayan gelişmelerden biri de 7 Mayıs 1946’da yapılan bir anlaşmayla ABD’nin, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında ödünç verme ve kiralama yasası yoluyla aldığı borçlarının tamamını silmesi dir. Böylece ABD tıpkı benzer anlaşmalar yaptığı Avrupa’daki müttefiklerine yaptığı gibi, savaş sonrasında ekonomik bir dar boğaz dan geçmekte olan Türkiye’nin sırtından da ağır bir yük kaldırmıştır 273. 

3.4.2 Truman Doktrini 


Savaştan sonraki barış düzeninde Amerika Sovyetlerle işbirliği yapamayacağını, vakit fazla gecikmeden anlamıştır. Komünizmin ortaya çıkardığı 
evrensel tehlike, Amerika’yı uluslararası düzeninin korunmasında sorumluluklar almaya yöneltmiştir. Geleneksel Amerikan dış politikasındaki bu radikal değişmenin başlangıcını da Truman Doktrini teşkil etmektedir.. 

1946 yılında Sovyet  Rusya ’nın üç ana istikamette yayılma çabalarına giriştiğini görmektedir. İran üzerinden Orta Doğu petrolleri ve Basra Körfezi ile Hint Okyanusu, Türkiye üzerinden Boğazlar, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz ve Yunanistan üzerinden de keza Doğu Akdeniz. Dikkat edilirse bu üç istikamet geleneksel olarak İngiltere’nin hayati alaka ve çıkar alanları olmaktadır. Her üç bölge de, İngiltere’nin Rusya’ya karşı 

19. yüzyılda en hassas noktaları olmuştur. Fakat II. Dünya Savaşı İngiltere üzerinde öyle bir tahribat yapmıştır ki, artık İngiltere’nin bu bölgeleri savunmak için Sovyet Rusya’nın karşısına çıkacak hali kalmamıştır. Ve İngiltere şunu da görmüştür ki, yeniden canlanan Rus emperyalizminin karşısına dikilebilecek tek kuvvet ABD dir. Bundan dolayı İngiltere 1947 Şubatında Amerikan Hükümetine, biri Türkiye ve diğeri de Yunanistan hakkında olmak üzere iki muhtıra vermiştir. Bu muhtıralarda, Türkiye’nin Batı savunması için ehemmiyeti belirtilerek Türkiye’ye hem ekonomik ve hem de askeri yardım yapılması gerektiği, İngiltere’nin bu yardımları yapamayacağı ve hatta Yunanistan’daki askerlerini dahi geri çekmek zorunda bulunduğu ve dolayısıyla sorumluluğun Amerika’ya düştüğü belirtilmiştir 274. 

İngiltere’nin muhtırası ABD yöneticilerinin bu müdahale kararını bir an önce almalarında etkili olmuştur. Böylece ABD sadece Ortadoğu’nun değil, aynı zamanda batı dünyasının da savunması bakımından çok önemli bir yerde bulunan Türkiye ve Yunanistan’a karşı güttüğü yayılma politikası artık açıkça anlaşılan Sovyetler Birliği karşısında, bu ülkeleri iktisadi ve askeri yönden desteklemeye karar vermiştir. Şu noktaya işaret etmek gerekir ki ABD yöneticilerinin bu kararı almalarında sadece Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu Sovyet baskısı değil, Sovyet davranışlarının ortaya çıkardığı yeni milletlerarası ortam da etkili olmuştur. 

Bu durum karşısında ABD başkanı Truman, 26 Şubatta dışişleri, harp ve donanma bakanları ile görüşerek, Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye ve Yunanistan’a yapılacak yardım hakkında, hükümetçe kongreye sunulacak teklifi hazırlamaya başlamıştır. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra Başkan Truman kongrede 12 Mart 1947 de daha sonra Truman doktrini adını alacak olan mesajını okumuştur275. 

Mesajda Türkiye ve Yunanistan’ın durumu ayrı ayrı ele alınmakta ve “Birleşik Devletler Politikası, dış baskıların ve silahlı azınlıkların köleleştirme teşebbüs lerine karşı direnen özgür halkları desteklemelidir. İnanıyorum ki, kaderlerini kendi ellerine almaları için özgür halklara yardım etmeliyiz. İnanıyorum ki yardımımız öncelikle siyasal hayatın düzenliliği ve iktisadi istikrar, için esas olan iktisadi mali yardım olmalıdır.” Diyerek kongreden Yunanistan ve Türkiye’ye yardım için yetki istemektedir.276 

Konuşmasının büyük bölümünü Yunanistan’a ayırdıktan sonra Truman, “Yunanistan’ın komşusu olan Türkiye’nin de ABD’nin ilgisini hakkettiğini ” 
söyleyerek, Türkiye’nin ABD ve Batı dünyası için taşıdığı önemin altını çizmiştir. Truman’a göre, “Bağımsız ve iktisadi açıdan istikrarlı bir devlet olarak Türkiye’nin geleceği dünyanın özgürlük-sever halkları için, Yunanistan’ın geleceğinden daha az önem (...)” taşımamaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartların Yunanistan’ınkinden farklı olduğuna ve savaş sırasında ABD ve İngiltere’nin Türkiye’ye malzeme yardımında bulunduğuna işaret eden Truman, “Yine de Türkiye bizim desteğimize ihtiyaç duymaktadır. Savaştan beri Türkiye ulusal bütünlüğünün sağlanması için elzem olan modernizasyonu gerçekleştir mek için ABD ve İngiltere’den ek yardımlar istemiştir. Bu bütünlük, Orta Doğuda düzenin korunması için gereklidir. İngiltere hükümeti, içinde bulunduğu güç durum nedeniyle Türkiye’ye daha fazla mali ve iktisadi yardım yapamayacağını bize bildirmiştir. Yunanistan gibi Türkiye de ihtiyaç duyduğu yardımı almalıdır. ABD bunu vermelidir. Bu yardımı sağlayabilecek tek ülke biziz...” sözleriyle ABD Kongresini Türkiye’ye de yardım yapılmasının gerekliliğine ikna etmeye çalışmıştır277. 

Yunanistan ve Türkiye’nin “Batı Dünyası” için taşıdıkları önemi böylece açıkladıktan sonra Truman, Kongreden üç istekte bulunmuştur: 

1) Yunanistan ve Türkiye’ye, 30 Haziran 1948’de sona erecek bir dönem için toplam 400.000.000 dolarlık yardımda bulunulması Bu miktardan Yunanistan’a ayrılacak payın 350.000.000 doları geçmemesi. 

2) Yunanistan ve Türkiye’de bulunan Amerikan sivil ve askeri personeline bu iki ülkenin talep etmesi durumunda yeniden inşa faaliyetlerinde verilecek mali ve ayni yardımın kullanımının denetlenmesinde ve bu ülkelerin personelinin eğitiminde görevlendirilmeleri için yetki verilmesi. 

3) İhtiyaç duyulan malzemenin en hızlı ve etkin bir biçimde ulaştırılmasını sağlayacak gerekli düzenlemelerin yapılması için gerekli yetkinin verilmesi278. 
Truman’ın isteklerine uygun olarak hazırlanan “Yunanistan ve Türkiye’ye Yardım Kanunu” Kongre tarafından kabul edildikten sonra 22 Mayıs 1947’de Başkan tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir279. 

Başkan Truman’ın konuşması bir yandan Yunanistan ve Türkiye’ye gündemine sokarken, diğer yandan, ABD’nin Sovyetler Birliğiyle yaşadığı balayının kesinkes sona erdiğini belgelemektedir280. 

3.4.2.1 Türkiye Açısından Nedenler 

Truman doktrini ile Türkiye ve Yunanistan’a yardıma iten asıl neden, Türkiye üzerindeki Sovyet tehdidinden çok, Sovyet davranışlarının ortaya çıkardığı yeni 
uluslararası ortamdır281. Stratejik bakımdan, Yunanistan’ı kontrolü altına alan Sovyetler Birliği, batıdan Boğazları sarar, Türkiye’yi de kontrolü altına aldıktan sonra Irak ve İran yoluyla petrol bakımından zengin Yakındoğu’ya girebilirdi. Böylece, Avrupa ile Asya ve Avrupa ile Afrika arasındaki «kara köprüsü» ne egemen olurdu. Ayrıca, bu stratejik bölgenin hava yollarını da eline geçirdikten sonra uygulayacağı kapalı ekonomi sistemleri ile bölgeyi Amerikan ticaret ve sermayesine kapatabilirdi. Genel olarak, Türkiye, Orta doğu’da ve Balkanlarda kara, deniz ve hava bağlantılarının kontrolünü sağlamakta, Sovyetler  Birliği’nin Akdeniz ve Ortadoğu’ya doğru genişlemesini engellemekte ve bir savaş durumunda Sovyet saldırısına bir set çekebileceği gibi, gerektiğinde Sovyetlere karşı girişilecek hareketlerde değerli bir harekat alanı sağlayabilmektedir 282. 

Dışişleri Bakan Yardımcısı Dean Acheson, Türkiye’ye yardım nedenini Temsilciler Meclisinde son derece açık olarak şöyle ortaya koymaktadır: “Ekonomik 
problemlerini özgürlük yolunu seçmek suretiyle çözmelerinde kendilerine elimizden geldiği kadar yardım etmek, çıkarımız için hayatidir. Türkiye ve Yunanistan’ın yıkılması ve iki ülkede totaliter rejimlerin kurulmasının Ortadoğu ülkeleri üzerinde etkisinin ne olacağını anlatmama gerek yok... Öte yandan, Yunanistan ve Türkiye’nin, özgürlük ilkelerini sıkı sıkıya bağladıkları ABD.’nden yardım gördükleri zaman bunun moralleri ve iç gelişmeleri üzerindeki etkisini bir düşünün. Türkiye ve Yunanistan’da elde edilecek sonucun Boğazlardan Çin Denizi’ne kadar olan geniş bölgede nasıl büyük bir ilgi ile izleneceğini söylemek çok abartmalı olmaz” demektedir. 

Trııman Doktrininin amaçları arasında sayılması gereken bir nokta da, ABD.’nin Türkiye’de iç durumun kötüleşmesini engellemek yoluyla mevcut hükümet 
biçiminin korunmasına yardım etmeyi de düşünmesidir. Başkan Truman da, Kongre’ye Türkiye ve Yunanistan’a yardım konusundaki özel demecinde bu noktayı şöyle açıklıyor: “Her iki ülkede görevimiz, ana amacımızı gerçekleştirme ye yönelmiştir 

Özgür halkların, çoğunluğun isteklerine uygun olarak, hükümetlerinin biçimini ve bileşimini koruma gayretlerine yardım etmek” demektedir. 

Doktrinin ana amacı Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesidir. Ancak, bunu gerçek leştirecek olan Truman Doktrininin başarıya ulaşması yardım alan ülkenin 
hükümet biçim ve bileşiminin korunma ‘sı ile sağlanabilirdi. Truman’ın yukarıdaki sözlerinin anlamı budur. 

Amerikan hükümeti için Türkiye’ye yapılan yardımın ana ilkesi güvenlik sorunu olduğundan, doktrine göre Türkiye askeri gücünü geliştirmek ve dış baskılar 
nedeniyle ordusunun mevcudunu aynı düzeyde tutabilmek için yardım alacak, kalkınmasını engellememek düşüncesiyle bu yardım hibe biçiminde verilecektir283. 

3.4.2.2 Truman Doktrininin Türkiye Açısından Sonuçları 

Türk Dış Politikası Açısından değerlendirildiğinde; Doktrin Türk dış politikasında devrim niteliğinde değişikliklere yol açtı. Başlangıçta Doktrini, Türkiye ve 
ABD arasında sıcak ilişkilerin gelişmesine ve Sovyet isteklerinin geri çevrilmesine yardımcı bir unsur olarak değerlendiren Türk devlet adamları, SSCB’nin Orta Doğu’da izlediği politikalar karşısında, İngiltere’nin de etkisiyle, bütünüyle Batı ve özellikle Amerikan yanlısı bir dış politika yürütmeye başarmışlardır. 

Amerikan asker yardımı çerçevesinde Türk ordusuna verilen malzemenin bakımı ve yedek parça ihtiyaçlarının ancak bu ülkeden sağlanabilmesi, kısa süre sonra 
yardımların astarının yüzünden pahalı hale gelmesine yol açmıştır. 

Askeri ve ekonomik bağımlılık, geleneksel bazı dış politika tercihlerinin de Amerikan tercihleri yönünde değiştirilmesine yol açtır. Bunun en çarpıcı örneği Filistin sorununda görülmektedir. Yıllarca sorunun çözümü konusunda Arap ülkelerine destek veren Türkiye, kuruluşundan 10 ay sonra İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. Ülkesindeki Musevilerin İsrail’e göç etmelerine izin vererek, Filistin’de Yahudi nüfusunun artmasına yardımcı olan Türkiye, bu politikası sonucunda Arap devletleriyle ilişkilerinde soğuk bir döneme girmiştir. 

Öte yandan, 1949’da toplanan Asya Devletleri Kongresine de, Asyalı değil Avrupa’lı bir devlet olduğu gerekçesiyle katılmayan Türkiye, yüzünü tamamen Batı’ya dönmüştür. Dış politika hedeflerini, Batının dış politika hedefleriyle uyumlaştırma çabası içine girmiştir. 1955’de Bağlantısızlar Hareketinin ortaya çıktığı Bandung Konferansında bu tutum daha da belirginleşecektir. 

Türk İç Politikası Açısından değerlendirildiğinde: Truman Doktriniyle başlayan Türk-Amerikan yakınlaşması süreci, Türk siyasal hayatını da etkilemiştir. 
Türk kamuoyu Amerikan tarzı demokrasiyi yakından tanıma imkanı bulmuştur. Uzun yıllar Tek Parti iktidarı dışında bir yönetim tarzını denememiş ve genellikle Avrupa ülkelerindeki yönetim biçimlerini tanıyan devlet adamları için, Amerikan demokrasisinin devrim niteliğinde değişiklikler yol açacak biçimde etkili olması 
beklenemezdi. Yine de, bunun Türk demokrasisi üzerine bazı yansımaları olmuştur. 

Temmuz 1947’de İsmet İnönü, cumhurbaşkanının tarafsız olması gerektiği düşüncesiyle Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığından ayrılmıştır. 

Askeri sistemde köklü değişiklikler yapılarak, ordu hükümetin tam yetkisi altına sokulmuştur. 1949 Haziranında TBMM, bütün ulusal güvenlik birimlerini 
(Genelkurmay dahil) Milli Savunma Bakanlığına bağlamıştır. Bu düzenlemenin ardında, askeri işlerin tek bir sorumlu hükümet organında birleşmesinde öngören Amerikan yardım anlaşmasının azımsanmayacak bir payı vardır. 

Öte yandan, ABD’yle iyi ilişkiler kurma havası içinde, resmi ideolojiye ters düşenler ve sol görüşlülere yönelik yasa dışı baskılar artmaya başlamıştır. Aralarında Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif Başoğlu ve Niyazi Berkes’in de bulunduğu öğretim üyeleri üniversiteden uzaklaştırılmış veya ayrılmak zorunda bırakılmışlardır. Ayrıca, özellikle gazeteciler ve öğrenciler arasında geniş tutuklamalar yapılmıştır. Kızıl tehlikenin yayılmasına hizmet ettiği düşünülen gazete ve dergiler kapatılmıştır. 

Truman Doktrini ile başlayan dönemde Türk toplumu da büyük bir değişim yaşamaktadır. Yerli girişimcilerin Amerikan firmalarının ticari mümessilliklerin 
almasıyla, buzdolabından otomobile kadar Amerikan malları ülkeye serbestçe girmeye başlamıştır. Halk Amerikan mallarını kullanmayı bir ayrıcalık sayıyor, buzdolabı olanlar salona, hatta misafir odasına koyuyor, Amerikan filmlerini izliyor, çocukla Amerikan çizgi roman kahramanlarını küçük yaşta tanıyorlardı. Tüm dünyayı etkisi altına alan Amerikan hayat tarzı, daha sanayi devriminin eşiğindeki Türkiye’yi kaplamaktadır. Truman Doktriniyle hemen hemen aynı zamanda başlayan Marshall Yardımları bu değişim sürecini daha da hızlandırmış 1950’ler Türkiye’de siyasal, ekonomik ve toplumsal anlamda Amerikan tarzını benimseyenlerin yükselişine sahne olmuştur 284. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

266 Haluk A. Ülman, Türk-Sovyet Münasebetleri (1923-1960) İkinci Cihan Savaşı İçinde, Forum, Cilt WII, Sayı 153, 1960, s.10-11. 
267 a.g.e., s.219. 
268 Sarınay, a.g.e., s.60. 
269 a.g.e., s.61. 
270 Oran, a.g.e., s.523-524. 
271 a.g.e., s. 524. 
272 Ekinci, a.g.e., s.336-337. 
273 Oran, a.g.e., s.525. 
274 A.Haluk Ülman, Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri, 1937-1947, Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış Münasebetler Enstitüsü Yayını, No.14, 1961, s.93-94. 
275 Armaoğlu, a.g.e., s.62-63. 
276 Timur, a.g.e., s.65-67.
277 Oran, a.g.e., s.529 
278 a.g.e., s.530 
279 Sander, a.g.e., s.20280 Oran, a.g.e., s.530. 
281 Mehmet Gönlübol ve Haluk Ülman, Türk Dış Politikasının Yirmi Yılı, 1947-1965, Siyasal Bilgiler Fkültesi Dergisi, C.XXI, No.1 1996, s.153. 
282 Oral Sander, Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara: Ankara Ünv. Siyasal Bilgiler Fakültesi yayınları No.427, 1979, s.16 
283 Sander, a.g.e., s.20-21. 
284 Oran, a.g.e., s.536-537. 

12 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***


İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 10


İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 10


3.3.5 12 Temmuz Beyannamesi 


İnönü bütün bu gelişmelerin ardından 12 Temmuz’da resmi bir bildiri yayınlamıştır. İnönü beyanname ile çok partili normal bir sistemin temellerini de atmış oluyordu. Beyannamede iki nokta üzerinde durulmaktadır. Birincisi, iktidar açısından artık önemli olan, muhalefetin yasadışı yollara sapmayacağının bilinmesi, İkincisi ise, muhalefetle iktidarın kendisini boğmak gibi bir amacı olmadığına inanmasıdır. 

İnönü, ihtilalci bir teşekkül olmayan, DP’nin iktidar partisi şartları içinde çalışmasını tesis etmek gerektiğini ilan etmektedir. İnönü, devlet başkanı olarak, kendisini “her iki partiye karşı eşit düzeyde görevli” saymaktadır.251. 

12 Temmuz Beyannamesi ile İnönü tarafsızmış gibi görünmekle beraber tarafını belli etmektedir. İktidara baskı yapılmadığını söylememekte DP’lileri tekzip 
etmemekte, iktidarın ihtilalci olmadığını söylemektedir; Peker’in iddialarını yalanlamaktadır. İnönü ile Peker’in yolları artık ayrılmaktadır. 

Beyanname özellikle DP’lileri rahatlatmıştır. Bayar, Beyanname için “tarihsel değeri olan iyi niyet ve ileri görüşlülük ifadesi” değerlendirmesini yapmaktadır. Daha sonraki demeçlerde İnönü tarihi ve milli kişilik olarak ilan edilmekte, basında da beyanname olumlu karşılanmaktadır252. Bu arada DP 22 Temmuz’da küçük bir danışma kongresi toplamış, sert bir bildiri yayınlanmıştır. Bildiride, Şekli muhalefetin bugünkü kötü rejimi güçlendirebileceği belirtilerek muhalefeti uyarmaktadır 253. 12 Temmuz Beyannamesi DP’nin parçalanmasını getirmiştir. 12 Temmuzun bir aldatmaca olduğunu ileri süren DP’lilere, yöneticileri sertleşmeye ve Hürriyet misakında ki tehdidi uygulamaya davet etmişlerdir. Yöneticiler buna yanaşmayınca yöneticiler “muvazaa” ile suçlanmış, parti içi muhalefet başlamıştır. Muhalefet parti içi muhalefet yöntemlerindeki ayrılıktan kaynaklanmıştır. İhraçlar, istifalar sonucu DP milletvekillerinin yarısını yitirmiştir. Bunlardan bir kısmı ikinci büyük kongreyi beklemiş mecliste “Müstakil Demokratlar Grubu”nu kurmuşlar bir kısmı Çakmak önderliğinde Millet Partisi’ni örgütlemişler dir. 254. 

Peker, beyannameyi aşırı çekişmeleri yatıştırmak ve vazifelerini anlayışla yerine getirmeleri için her iki partiye verilmiş bir öğüt olarak görmektedir. Hükümetin 
görevlerini ve meclise sorumluluğunu değiştirecek mahiyette veya tesiste bir belge olarak görmemektedir. Ömrü bu yüzden kısa olacaktır. Peker beklendiği gibi istifa etmemiştir. Zira beyannameyi anayasaya aykırı buluyor ve meclis çoğunluğunun arkasında olduğunu düşünmekte dir 255. 

12 Temmuz beyannamesi partilerarası ilişkileri belli oranda normalleştirmiştir. Bu arada DP’nin elindeki propaganda silahı da alınmış oluyordu. Bazılarına göre İnönü bu kararı bu silahı DP’nin elinden almak ve DP ile CHP arasında fark olmadığını göstermek amacıyla almıştı. Beyannamede DP’lilerin kışkırtıcı propagandalarına değiniliyordu. Beyannameyi DP’liler olumlu karşılaması bu gerçeği kabulü anlamına gelmektedir. Beyannamenin açıklanmasından kısa bir süre sonra İnönü, DP’yi eski politikalarda direnmekle suçlamıştır. 

12 Temmuz Beyannamesi, Türk Siyasal yaşamının en önemli belgelerindendir. Türkiye’de siyasi hayatın gelişmesine katkısı büyüktür256. 

3.3.6 Peker Hükümetinin Düşürülmesi 


12 Temmuzla birlikte tüm imkanlara rağmen İnönü ve Peker anlaşmalığı su yüzüne çıkmıştır. İnönü, CHP içinde eski egemen devletçi ideolojiyi tasfiyeye 
yönelirken, kendi dengesini kurarak yapının temellerini atmayı amaçlamaktadır ve kafasında Peker’e karşı genç dinamik bir kadro vardır. 

Bu dinamik kadronun başında Nihat Erim bulunmaktadır. Sorunlara liberal açıdan yaklaşan bu grup, yeni dünya düzeninin getirdiği koşullara uyum sağlayabilecek niteliktedir. Peker ve çevresindekiler durumdan rahatsızdır. Peker çekilme tasarısını İnönü’ye açar. İnönü kısa bir süre daha kalmasını ister. Bu arada İnönü, Erim aracılığıyla DP yönetimiyle ilişkilerini de sürdürür. İnönü, bir an önce tasfiye gerçekleştirmenin koşullarını hazırlamaya çalışmakta, yeni dünya ile eklemlenmeyi amaçlamak tadır. Türkiye’nin acelesi vardır. ABD Ankara’yı “küstah bir diktatörlük” olarak tanımlamaktadır. DP’de, atağa kalkmıştır. İnönü’ye methiyeler düzülürken, Peker’in istifası istenmektedir. Peker, olan bitenin az çok farkındadır. 13-14 Ağustos görüşmesi duygusal bir ortamda gelişir. Peker İnönü’den hükümet-muhalefet işlerine karışmasını ister257. 

Bu arada İnönü’nün çalışmaları devam etmektedir. Halkevlerinin özerkleştirilmesi isteği Peker tarafından reddedilir. Peker 26 Ağustos’ta CHP grubundan güvenoyu istemeye karar verir. Güvenoyu dengeleri netleştirecektir. Bu sayede Peker güvenoyuyla CHP’ye egemen olduğunu gösterecektir. İnönü ve takımının çabalarını boşuna çıkacaktır. İnönü güven oylaması isteğini olumlu karşılar. Erim aynı konuyla konuşmaya geldiğinde İnönü, Erim’in öne çıkmaması gerektiğine işaret eder. 

Güvenoyuyla beklendiği gibi her şey daha netleşmeye başlar. Peker yerden yere vurulur. Özellikle eleştirinin en ağırını Tanrıöver yapmaktadır. Olaylar Peker’in beklediği gibi gelişmemektedir. Peker İnönü’nün önüne çıkmayı mı tasarlamaktadır?258 

Güvenoyuna geçilir. Peker’e 34 red oyu çıkar. Oylamaya yetişemeyen M.Şevket Esendal da sonradan oyunu yazdırır. Böylece redçilerin sayısı 35’e ulaşır259. 

27 Ağustos 1947’de Erim, Köprülü ve Menderes görüşmesinde bir ilginçlik daha ortaya çıkar. Menderes, resmi ideolojinin temsilcisi Peker’in tasfiyesine İnönü’nün yardımcı olması halinde İnönü’ye destek olunacağı sözünü vermektedir. Güvenoyu alan Peker hükümette değişiklik yapılacağını İnönü’ye duyurunca, İnönü “meclise haber vermeden olmaz” yanıtını vermektedir. Bu arada İnönü, hizip çalışmalarını da hızlandırmaktadır. İnönü’yle Peker bir kez daha görüşürler. Değişiklikler bir daha konuşulur. İnönü görüşünde ısrarlıdır. Değişiklik mecliste olmalı ve önceden CHP grubundan geçirilmelidir. Erim ve diğer milletvekilleri CHP grubunun toplantıya çağırıldığını Ulus’tan öğrenirler. Peker başına gelecekleri sezinlediğinden bu isteğe direnmiştir. Bu arada 35’ler faaliyetlerini açıktan sürdürmeye başlamışlardır. İnönü bir lider seçmelerini istemektedir. Erim’in hizbi yürüttüğünü bilmesine rağmen onu öne çıkarmak istememektedir. İnönü altan alta mükemmelen hizipçilik yapmaktadır260. Gruptaki son toplantıda İnönü’nün direktifleriyle Peker yoğun eleştirilere maruz kalır. 
Peker konuyu İnönü’yle görüştükten sonra istifa etmek istediğini İnönü’ye bildirir. 

İnönü, Peker’i teselli ederek bu isteğe karşı çıkar. Peker ertesi gün İnönü’nün istifasını kabul etmediği söylentisini yayacak; yapılan oylamada kabine değiştirmek için 194 olumlu oy alırken 35’lerin sayı 47’ye çıkacaktır 261. 

Peker yeni kabineyi 5 Eylül’de Meclis’e sunar. Bu arada İnönü’nün DP ile flörtüde devam etmektedir. 8 Eylül’de Peker CHP Başkan Vekilliği sıfatının Başbakan 
olduğunda kendisinde birleştirilmesini ister. Erim, Peker’i otoriter ve totaliterlikle suçlayarak bu isteğe şiddetle karşı çıkar; partiyi ele geçirmesi halinin ne kadar tehlikeli olduğundan söz eder. CHP Parti divanında herkes aynı tepkiyi gösterir. Gerçek tepkinin kaynağı anlaşılmıştır. İstifasını İnönü’ye verir. Ertesi gün sağlık durumu bozulduğu için Peker’in görevden çekildiği duyurulur. Yerine H.Saka kabinesi kurulur 262. 

Peker geleneksel kadronun acımasız tasfiyesine zor katlanacak ve 3 Nisan 1950’de kırık, acılı ve umutsuz olarak yaşama sessizce veda edecektir263. Bu istifadan sonra muhalefet ve bütün demokrasi taraftarları derin bir nefes almışlardır 264. 12 Temmuz Beyannamesiyle birlikte Tek Parti iktidarına dönülmesinin imkansız olduğu artık belirginleşmiştir. İsmet İnönü’yü böyle davranmaya iten en önemli etken, SSCB karşısında ABD’ nin desteğinin gittikçe belirgin bir duruma gelmiş olmasıdır 265. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

251 Gevgilili, a.g.e., s.60. 
252 Karpat, a.g.e., s.170. 
253 Eroğlu, a.g.e., s.36. 
254 Timur, a.g.e., s.88-89. 
255 Eroğlu, a.g.e., s.171. 
256 a.g.e., s.172 
257 Gevgilili, a.g.e., s.62 
258 a.g.e., s.63 
259 Toker, a.g.e., s.200 
260 a.g.e., s.202 
261 Gevgilili, a.g.e., s.64 
262 a.g.e., s.65 
263 a.g.e, s 76 
264 Eroğlu, a.g.e., s.37 
265 Ekinci, a.g.e., s335. 


11.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR





***