Müslüm Gündüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müslüm Gündüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Eylül 2020 Salı

MÜSLÜM GÜNDÜZ FADİME ŞAHİN - 28 ŞUBAT ve TUNCAY GÜNEY’İN 28 ŞUBAT’TAKİ ROLÜ

  MÜSLÜM GÜNDÜZ FADİME ŞAHİN - 28 ŞUBAT ve TUNCAY GÜNEY’İN 28 ŞUBAT’TAKİ ROLÜ



Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan , MİT elemanı Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin “tertibinde” baş roldeydi. Fadime Şahin tertibini hazırlayanlar ve televizyonda kanal kanal dolaştıranlar o dönemde gazetecilik yapan Tuncay Güney, Ümit Oğuztan ve travesti Sisi idi. Bunların her ikisi homoseksüeldi; hatta Ümit Oğuztan’ın “Kraliçe Sisi” isimli bir kitabı bile mevcuttur.
Güney’in görevi, Küçük ile irtibatı sağlamak ve medyaya yapılacak servislerde kurye olarak çalışmaktı. Ümit Oğuztan Ergenekon operasyonundan dolayı tutukludur. “Sisi” lakaplı Seyhan Soylu’nun gözaltına alınması, dikkatleri 28 Şubat sürecinde, irtica karşıtı yayınlar yapan, Strateji dergisine yöneltti. 28 Şubat döneminde irtica karşıtı yayınlar yapan Strateji dergisinin, imtiyaz sahibi Büyükdağ ile yayın yönetmeni Oğuztan tutuklu, kamuoyunun ’haham’ olarak tanıdığı haber koordinatörü Tuncay Güney de itirafçı olarak anılacaktı. Asıl finans ise, Veli Küçük’ten geldi. Dergi için çalışıp Fadime Şahin olayını ortaya çıkardığını söyleyen Sisi ise, en son gözaltına alınan isimlerdendi. Turgut Büyükdağ, 1997-98 yılları arasında çıkan derginin, imtiyaz sahibi; Ümit Oğuztan ise genel yayın yönetmeniydi. Ergenekon davasının gizli tanıklarından birinin ifadesine göre, Turgut Büyükdağ, 28 Şubat sürecinin finansörü ve Turgut Gıda Sanayi isimli sıvı yağ fabrikasının eski sahibi bir işadamı olarak tutuklandı. Derginin genel yayın yönetmeni Ümit Oğuztan, Ergenekon operasyonuna, 28 Şubat sürecinde ünlü travesti Sisi (Seyhan Soylu) ile birlikte Ali Kalkancı dosyasını hazırlayıp, Emine Kalkancı’yı televizyona çıkmaya ikna eden ekibin içinde yer aldığı iddiasıyla, Ergenekon kapsamında cezaevine giren ikinci isim oldu. Haber koordinatörü olan Tuncay Güney, kimilerine göre “itirafçı”, kimilerine göre “iftiracı”, televizyonlara çıkıp böyle bir örgütün var olduğunu dile getiren isim oldu. 1990’lı yıllar boyunca “Travestiler Kraliçesi” olarak anılan Sisi ise, Zaman gazetesinden Nuriye Akman’a verdiği röportajda, Strateji dergisi için istihbarat çalışmaları yaptığını söylemiş ve “28 Şubat’ın gizli kahramanıyım” demişti: “JİTEM’in yayın organı olan Strateji dergisi bünyesinde, 8 ay boyunca istihbarat çalışmaları yaptım. Ali Kalkancı tarikatı için tesettüre girdim. O tarihte Refah Partisi’nin oyu yüzde 38’di. Ali Kalkancı ve Emire Kalkancı olayını yakaladık. Aczimendi liderinin yakalanmasını, Fadime Şahin ile Emire Kalkancı’nın ekrana çıkarılmasını sağladık. Tarikat içerisinde yaşanan çarpık ilişkileri deşifre etmek, dini insanları sömürme aracı olarak kullananların maskelerini düşürmek için böyle bir şey hazırladık” şeklinde bir mantık örgüsü sunacaktı kamuoyuna. Yeni Şafak gazetesine konuşan,
Ergenekon davasının gizli tanıklarından biri, 28 Şubat döneminde patlak veren Fadime Şahin ve Ali Kalkancı skandallarının, inançlı insanları rencide etmek için hazırlanan senaryolar olduğunu anlatacaktı. Gizli tanığın iddiasına göre, şeyh olarak lanse edilen Ali Kalkancı da alkolikti. Gizli tanık şu bilgileri vermişti:
“Skandalların talimatı Veli Küçük'ten geldi. Organizasyonu, Turgut Büyükdağ'ın sahibi olduğu Strateji dergisinin genel yayın yönetmeni Ümit Oğuztan ve Sisi yaptı. Sisi, Aksaray'da bir müzikholde çalışan Fadime Şahin'i, tesettür kıyafetleri giydirerek Çarşamba'da cemaatlerin içine sokup staj yaptırdı. Ali Kalkancı da umreye gönderildi. Aczmendi şeyhi Müslüm Gündüz'ün etrafına, sahte müritler ayarlandı”. Taraf gazetesine 13 Ekim’de konuşan Büyükdağ’ın anlattıklarını Güney’de doğruluyor. Büyükdağ’ın şu açıklaması dudak uçuklattı:
‘’Ben gözaltına alındıktan sonra plana göre İstanbul'a getirilip cezaevine konulacaktım ve burada işimi bitireceklerdi. Tuncay Güney'e benim bir minnet borcum var. Oradan çıkma şansım yoktu. Tuncay hakikaten Genelkurmay'dan bir binbaşıya emniyeti arattırdı ve beni bıraktılar. Şimdi diyorlar ki Veli Küçük bu işlerde. Gerçekten kafam allak bulak oldu. Anladım ki bunların hepsi tezgahmış. Tuncay Güney bana dedi ki 'Veli Paşa senin durumu
Çevik Bir ile konuştu. Çevik Bir fabrikayı bu sefer geriye verelim hesabı kapatalım' dedi. 'Borcu da üzerine alsın' dedi. Bunun üzerine Veli Paşa demiş ki 'ben onun muhasebecisi değilim ne işiniz varsa halledin.' Ümit Oğuztan bana, 'bu işlerden çok zarar gördün ama biz bu paraları kazanabiliriz' dedi. Ben dergi çıkarırım dedi. O arada Ümit Oğuztan, Tuncay Güney'i getirdi haber müdürü olarak. Ondan sonra üzerimize mafya geldi. TYT Bank battı ben borcumu ödediğim halde senetler mafyanın eline geçmiş bunlar da benden parayı istiyorlar. Tucay Güney devreye girdi, Veli Küçük'ü arayalım dedi. Tuncay Güney, 'sizin başınızda bu kadar olay, Veli Küçük Paşa'yla sizi tanıştırayım yardım etsin' dedi. Paşa'yla tanıştım. Mafya Çevik Bir'in adını kullanarak üstümüze geliyor. Mehmet Ağar'ın adı kullanılıyor. İstanbul Emniyet Müdürü sıkıştırıyor. Gözaltındayken bırakılması için Genelkurmay'dan telefon gelmesini sağlayan Güney ve Küçük ikilisi’’. Güney’e teşekkür eden Büyükdağ, Güney ile Küçük arasındaki ilişkinin ne kadar derin olduğunu şöyle vurguluyor: ‘’Tuncay, Genelkurmay'dan haberleri getiriyor, Ümit Oğuztan'la beraber basıyorlar. Para ve kağıt bitince dergiyi bıraktılar. 28 Şubat sürecinin aktörlerinden Ali Kalkancı'ya da iki fabrika satan Turgut Büyükdağ, Kalkancı'nın tutuklanmasından sonra eşi Emire Ersoy'u gazeteci Uğur Dündar'ın Arena Programı'na çıkarttı. 28 Şubat sürecinde fabrikaları gaspedilen ve tehditle mal varlığı elinden alınan Büyükdağ, hukuk savaşı başlattı ama Cumhuriyet Gazetesi'nin yayımladığı bir manşet yüzünden bu savaşı kaybetti ve gözaltına alındı. Dört gün gözaltında kalan ve ölüme götürüldüğünü söyleyen Büyükdağ, Genelkurmay'dan gelen bir telefonla serbest bırakıldı. Veli Küçük'ün kendisini kurtardığını söyleyen Büyükdağ, Korkut Eken'in fabrikasını gaspettiğini ve bir yıl çalıştırdığını anlatarak o gün yapılan bu işlerin arkasında Çevik Bir, Mehmet Ağar gibi isimlerin olduğunu ama bir şey yapamadığını ileri sürdü. Büyükdağ, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz'e giderek ifade verdi. İfadesinde Çevik Bir (Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı), Korkut Eken, Mehmet Ağar (Dönemin İçişleri ve Adalet Bakanı), Hasan Özdemir (Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü) ve İsmail Özmen'den şikayetçi olduğunu söyledi. Ergenekon için resmi devlet mafyası nitelendirmesinde bulunan Caferi kökenli işadamı bir çok tehdit aldığını buna karşın konuşmaktan korkmadığını belirterek, "Olanları aklım almıyor" diyor. Salat marka yağlarıyla tekrar piyasaya dönen Büyükdağ, Ergenekon'dan 16 yılın hesabını soruyor...
Güney’in bu olaydaki rolü, Küçük’ün verdiği Güney’i ‘tanımam, bir kaç defa görüşmüşüzdür’ ifadesini yalanlıyor. Güney’in ‘yüzlerce defa’ beyanı daha gerçekçi.
Polise verdiği ifadelerde, Güney’in STV’deki gazeteci konumundan yararlanarak, cemaatin bazı önemli isimlerini de tanıma imkânını elde ettiğine de işaret ediliyor. Daha sonra Güney, ifadesinde Veli Küçük’ün Kuzey Irak’ta okul açılması için yardım ettiğini de söyleyecekti.
Güney’in ifadelerine göre, Erbil’de açılacak Özel Erbil Işık Koleji’nin kurulması aşamasında
Kuzey Irak’a giderken Diyarbakır’a uğradılar. Burada kendilerini Veli Küçük’ün telefonla arayarak haber verdiği, Jandarma Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu karşıladı. Hatipoğlu, Güney ve yanındakileri askeri helikopterle Silopi’ye gönderdi. Grup, buradan da Kuzey Irak’a geçerek Nehciban (Neçirvan demek istiyor) Barzani ve Talabani ile görüştü. Güney, Veli Küçük’ün hocası, Albay Necabettin Ergenekon hakkında da açıklamalarda bulunacaktı. Güney’in iddialarına göre, Necabettin Ergenekon, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde görüşüyordu. Ergenekon bu görüşmelerden birinde Erdoğan’ın yakasından tutarak silkeledi. Güney’in ifadelerine göre, Erdoğan, Tepebaşı’ndaki RP İl Başkanlığı binasında, Necabettin Ergenekon’la “ümmetçilik” tartışmasına girdi. Bunun üzerine sinirlenen Ergenekon, Erdoğan’ın yakasından tutarak,
“Bırak Tayyip bu işleri, Türkçülük olmazsa Ümmetçilik olmaz” diyecekti. Güney, kendisini Küçük’le tanıştıran kişinin de Ergenekon olduğunu söyleyerek, “İzmit’teki Albay (Veli Küçük) benim öğrencimdi, seni ona götüreceğim, tanıştıracağım” dediğini anlattı. Küçük’ün Ergenekon örgütünün adını, hocasının soyadından etkilenerek koyduğu iddia edilmişti.
Güney ifadesinde, cemaat içindeyken, MİT yöneticisi Mehmet Eymür’ün gönderdiği adamlara düzenli olarak cemaatle ilgili bilgiler verdiğini de söylüyordu. Güney, “Bu bilgileri ben o dönem orda çalışırken periyodik olarak Mehmet Eymür’ün adamları gelir alırdı (...) Böyle bilgileri cemaaat içinden başka sorular da sıcağı sıcağına o dönem sıcak olan bazı şeyleri sorarlardı zaten” dedi. (Milliyet, 2008)
Güney’in sadece bana söylediği gerçek ise, Küçük’ün Gülen’in vaaz kasetlerini temin etmesini kendisinden istediğidir. İddialara göre 1999 Haziran’ı kaset fırtınası hazırlayanlar Küçük’ün ekibiydi.
FARUK ASLAN ( KARA KUTU TUNCAY GÜNEY KİTABINDAN ALINTI)

***

8 Kasım 2017 Çarşamba

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 8

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE  BÖLÜM 8



2. OTURUM

YOLSUZLUKLA SAVAŞTA DÜNYADAKİ UYGULAMALAR VE TÜRKİYE İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

OTURUM BAŞKANI    -  ŞÜKRÜ KIZILOT
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi

KATILIMCILAR - Prof. Dr. OĞUZ OYAN
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi
- RECEP YAZICIOĞLU
Merkez Valisi
- KEMAL KILIÇDAROĞLU
Vavek Bakam
- ŞEVKET TAŞDELEN
Emniyet Gnl. Md. Kaçakçılık ve
Org. Suçlarla Müc. Daire Başkan Yrd.
- Doç. Dr. MAHMUT ARSLAN
Hacettepe Üniversitesi İşletme Bölümü


- ŞÜKRÜ KIZILOT (Oturum Başkanı)

Efendim, hepinize tekrar hoş geldiniz diyoruz. Panelimizin öğleden önceki oturumunda ağırlıklı olarak siyasetçilerden ve iki değerli basın mensubundan konulan, değişik açılardan dinlediniz. Şimdi biraz daha farklı, her biri kendi alanında uzman durumunda olan konuşmacılarımızdan olayı dinleyeceksiniz. 
Özellikle son zamanlarda Türkiye'nin gündeminde neredeyse her gün bu yolsuzluk konusu yer almaya başladı. Bir kaç ay önce ortaya çıkan Balina, Atmaca ve benzeri operasyonlar ve buradan ortaya çıkan sonuçları, hemen ardından bankalarla ilgili durumlar, olayın önemini biraz daha artırdı. Şimdi her gün gazeteyi aldığımızda bakıyoruz; bir bankayla veya yöneticisi ile ilgili ilginç bazı durumlar. Tabi hep beraber şunun beklentisi içerisindeyiz; böyle hareketli bir şekilde başlayan bu olay aynı hızıyla devam etsin ve belli bir sonuca gitsin diye bekliyoruz. Çünkü kamuoyunda yer yer bir takım endişeler de ortaya çıkabiliyor. 
Yavaş yavaş geçmişe bakılarak "bu güne kadar yakalananlara hiç bir şey olmadı bundan sonrakiler de yine bu şekilde çıkabilecekler" şeklinde endişeler var. 
Biz burada olayı tartışırken bir de olayın hukuki yönünün de üzerinde durmak istiyoruz. Özellikle 4422 sayılı çıkar amaçlı suç örgütü ile ilgili yasa geçtiğimiz yıl 
yayınlanmış bir yasaydı. Çoğumuz belki de adım görünce bunu farklı bir şey olarak algıladık. Yasada zor veya tehdit uygulanmak suretiyle yıldırma ve 
korkutma veya sindirme gücünü kullanarak suç işlemek için örgüt kuranlara, örgütü yönetenlere veya örgüte üye olanları kapsadığını söylüyor. Acaba özellikle bu bankalarla ilgili uygulama, bu çıkar amaçlı suç örgütü yasasının kapsamına girebilir mi? Çünkü olay daha çok bu açıdan takip ediliyor. Aynı şekilde bu bankaların değişik kişilere verdikleri krediler var. Bu kredilerin takibi sürecinde bir yönetmelik yayınlandı, 26.08.200 tarihli. Bu yönetmelikle, "bankalara olan borcu eğer şirketler ödeyemezlerse limited şirketlerin ortakları hisseleri oranında, anonim şirketlerde ise yönetim kurulu üyeleri tüm mal varlıkları ile şirketin bankaya olan borcundan sorumlu olacaktır" şeklinde bir açıklamaya yer verildi. Burada da şu tartışmanın gündeme gelmesi söz konusu; bizde limited şirket ortaklarının hissesi oranında, anonim şirketlerde ise yönetim kurulu üyelerinin tüm mal varlıkları ile sorumlu olmaları ile ilgili olay vergi borçlarında ve SSK primi borçlarında var. Vergi Usûl Yasasının kanun temsilcilerinin sorumluluğu başlığı altındaki 10. maddesi ile de bağlantılı. Burada yönetmelikle getirilen bu düzenleme başlı başına bir tartışma konusu olacağa benziyor. Ben sözü daha fazla uzatmadan değerli konuşmacılara bırakmak istiyorum. Öncelikle sağ tarafımda oturan Sayın Prof. Dr. Oğuz OYAN 
kendisi Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde Öğretim Üyesi aynı zamanda Türk-İş'de uzun bir süre eğitim müdürlüğü görevini yapmış, yayınlanmış çok sayıda kitabı bildiğim kadarıyla bir kaç yüz tane de makalesi olan bir bilim adamı. Kendisinden özellikle bir üniversite mensubu olarak üniversiteler acaba bu yolsuzluklarla ilgili olarak üzerlerine düşeni belli bir ölçüde de olsa yerine getirdiler mi? O yönünde üzerinde durarak konuşmasını 
rica edeceğim. Konuşmacıların süresi on beşer dakika ile sınırlı. Duruma göre tekrar ikinci bir konuşma süresi tanıyabileceğiz. Buyurun Sayın OYAN.

- PROF. DR. OĞUZ OYAN (Öğretim Üyesi)

Teşekkür ederim Sayın Başkan. Efendim şimdi galiba ilk konuşmacı olarak olayı bir genel boyutlarıyla koymak gibi bir sorumluluğumda var gözüküyor. 
Ben izninizle bir kere bu yolsuzluk meselesinin Türkiye'de bu kadar gündeme çıktığı bir dönemeçte acaba, bunun Türkiye'yi aşan bir takım nedenleri var mı? 
Bu sadece Türkiye'ye özgü olmaktan öte bir olay mı? Biraz oradan başlamak istiyorum. Şimdi bir kere yolsuzluk, bunu Cor-ruption anlamında kullanıyorum, 
yani, bir dejenerasyon yada yozlaşma anlamında değil. O başka bir şey. Onun içinde yolsuzluk dediğimiz olgunun aslında küresel bir olgu olmak gibi bir de 
özelliği de var. Bunun bence çok genel iki nedeni var. Bunun bir tanesi; insanın doğasına özgü nedenlerdir. İnsanlık, bu gün ulaştığı olgunlaşma düzeyinde 
ne yazık ki henüz bu tür kişilik çarpılmalarını aşabilecek bir noktada değildir. O nedenle de zaten denetimin çok önemli bir rolü var; birazdan da değineceğim. 
Yani, hiç kimsenin sadece dürüst göründüğü için, ellerine her şeyin emanet edilemeyeceğidir. İnsan doğası henüz bu tür çarpılmaların dışına çıkabilecek bir 
olgunluğa erişmiş değildir. Dolayısıyla, yolsuzluk meselesinde, bu mesele öncelikle rol alır. İkincisi; aslında içinde bulunduğumuz sistemin kendine özgü doğasına özgü nedenlerdir. Buradan da gelen bir takım önemli etkiler vardır. Şimdi, bu birinci nedeni çok fazla açmayacağım. Ama şunu söyleyeyim; genellikle yolsuzluğa bulaşmış insanlar bunu içselleştirirler. Bunun gerekçelerini bulurlar. Kendilerine göre meşrulaştınrlar. Eğer bunu toplumsal olarak hoş gören ortamlar oluşmuşsa bu tür yolsuzlukları yapanların sadece yanına kar kalmıyor tam tersine, bir de onların yanında bir takım müritler oluşmaya başlıyor. Devletin yanında bir takım alternatif güç odakları doğduğu sürece, bu parasal güç odakları özellikle de illegal yollardan oluşmuş parasal güç odaklan, giderek kendi taraftarları da oluşmaya başlıyor. Özellikle de gelir dağılımının çok bozuk olduğu toplumlarda... O nedenle bu her iki noktayı da çok ciddi olarak ele almak lazım. Çok genel nedenler anlamında. Son 20-30 yıla baktığımız zaman yolsuzlukların arttığını görüyoruz. "Acaba niye artıyor" gibi sorular aklımıza gelebilir. Şimdi niye artıyor, kuşkusuz çok karmaşık süreçler sonucunda artıyor, dünya çapında artıyor. Bunun niye arttığının arkasında, eşitsiz gelişme yasasının getirdiği bazı nedenler var. Yani, aslında dünyadaki rekabet giderek çok vahşi bir rekabet ortamına gelmiştir. Bazı ülkeler kendi şirketlerini desteklemek için örneğin; rüşveti yasal bir gider olarak yazılmasını kural haline getirebilmişlerdir. Bu aslında çok uluslu şirketler bağlamında çalışan bir sistemdir ve bugün bir çok gelişmiş ülke, rüşvetin belirli sınırlar dahilinde gider olarak yazılmasını eğer mümkün hale getiriyorsa o zaman, burada "yolsuzluğun ve rüşvetin ulus-lararasılaşması" dediğimiz bir olaydan da bahsetmemiz gerekir. Yani, burada ilk bakışta sanki gelişmiş ülkeler yolsuzluğa daha az bulaşıyor, gelişmekte olan ülkeler daha çok bulaşıyor gibi ilk yargıdan biraz uzaklaşmak gerekiyor. Kuşkusuz şu doğrudur; gelişmiş ülkelerde yolsuzluğun yaygınlaşma derecesi en azından sayısal işlem anlamında bizden daha az olabilir. Yani, çok küçük 
yolsuzluklar, çok küçük rüşvet alıp vermeler, çok küçük haraç alıp vermeler gelişmekte olan ülkelere kıyasla biraz daha azdır, sayı olarak. Bir dosyayı öne aldırmak için on milyon lira rüşvet vermek gibi çok küçük şeyler olmaz. Çünkü, burada bir toplumsal denetimi vardır işin. Bu kadara düşmez. Ama şu çok açık, çok büyük rüşvetler söz konusu olur, çok büyük yolsuzluklar söz konusu olduğunda gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerden daha masum olduklarını gösteren hiç bir kanıt yoktur. Hatta gelişmekte olan ülkelerdeki yolsuzluklara bulaşma dereceleri de oldukça yüksektir. Lockheed ile ilgili yolsuzlukları hatırlayın. Japonya'da başbakanın istifasına kadar giden bir olaydı. Bu çok uluslu şirketler aslında bu tür dolaysız yatırımlar için olsun, pazar kapma yarışı için olsun, bu tür çarpıklıklara başvurma hakkını kendinde görebilmekte dirler. Tabi bunun sadece verici tarafı yok yolsuzluğu başlatan ya da sürdüren taraf olarak bir ayırım yapmak her zaman doğru olmayabilir. Her iki açıdan da bunun savaşılması gereken bir hastalık olduğunu düşünmek lazım. Ancak, galiba bir başka şeye daha dikkat çekmek lazım; yolsuzlukları bizim gibi ülkelere giderek yaygınlaştıran olgu şudur; gelir ve servet dağılımı çok hızlı bir şekilde bozulmaktadır. Dolayısıyla bir üst yaşam tarzına ulaşmanın en kestirme yolu olarak, eğer piyango kültürü dışında bir başka şey arıyorsanız, bu sizi kestirme yollardan zenginleştirecek bir takım kaynaklardır. 
Dolayısıyla, bizim gibi ülkelerde bu daha hızlı yaygınlaşıyor. Hele medyanın giderek zıtlaşan yaşam tarzlarını günü birlik önümüze getirdiği bir ortamda, insanların ekmek kuyruklarında bir taraftan sıraya girerken öbür taraftan çok küçük işlemlerle çok büyük imkanlara kavuşma olanakları bir araya geldiğinde ve bunun giderek de belli bir dönemde milli konjoktürde yaygınlaşma eğilimi gösterdiği ortamlarda, giderek benim memurum işini bilire kadar giden bir yaygınlık, bir salgın haline gelebilmekte. Şu kadarını söyleyeyim; dünya çapında küreselleşmenin getirdiği eşitsizlik aslında tek tek ülkelerin içinde olandan daha fazladır. Dünyada gelir dağılımı en bozuk ülke Brezilya'dır. Şu örneği vereyim; %20'si en zengin dünya ülkelerinde en varlıklı %20'lik kesimin dünya milli gelirdeki payı 1960'larda %70 iken şimdi 1990'larda %85'i aşmıştır. Bu Brezilya da dahil bu noktada değildir. Orada %67'lerdedir. İşte bu tür bozukluklar giderek aslında kabul edilebilir sınırların ötesine geçmekte ve dolayısıyla yolsuzlukların temel nedenlerinden biri olmaktadır. Şimdi isterseniz biraz daha farklı nedenlere de girelim. Örneğin, vergi cennetlerinin dünya çapında oynadığı rol yolsuzlukların bir diğer aracı olarak ortaya çıkmaktadır. OECD Kaynaklarına göre; dünyada elli beş kadar sayılmış vergi cenneti bulunmaktadır. Bunlar çok büyük fonların transit merkezleri olarak çalışmakta ya da kaydi merkezleri olarak çalışmaktadır. Örneğin; CAYMAN adalarında, nüfusundan fazla banka merkezi bulunmakta ve dünyanın beşinci büyük banka merkezi olma özelliği taşımakta. Bu sadece vergiden kaçış olarak algılanmamalıdır. Aslında fonların ve kara para aklamanın mekanizmaları olarak çalışmaktadır. Peki kara para nereden çıkıyor? Sadece mafya tipi ekonomik suç örgütlerinden mi çıkıyor kara para yoksa bunun aslında bazen legal versiyonları da var mı? veya hatta belki de mafyanın kendisi acaba sadece yer altı ekonomisinden mi kazanç sağlar yoksa mafyada giderek legal işlemlere doğru fonlarını aktarmaya mı başlamıştır? Aslında Birleşmiş Milletler raporlarına bakarsanız, bugün mafyanın sadece yer altı ekonomisinden, yani illegal faaliyetlerinden yaptığı işlem hacmi, uluslararası suç örgütlerinin, salt yasa dışı faaliyetlerden yaptığı işlem hacmi, bir trilyon dolar mertebesine varmıştır. Bir trilyon doların ne anlama geldiğini anlamak için Türkiye milli gelirinden yola çıkılabilir. Türkiye milli gelirinin beş katı. Bu sadece yer altı. Bir de giderek bu ekonomik suç örgütleri artık bu fonlarını aklamak için legal yani doğrudan yatırım faaliyetlerine de girişmişlerdir. 

Onları hiç hesaba katmıyoruz. Muhtemelen bunun daha üzerinde bir rakamla karşı karşıyayız. Dünya Bankasının bir uzmanının sunduğu bir rapordan bahsedeyim. Yolsuzluk yükü diye tanımladıkları yani, bir şirketin bir ülkede yatırım yaptığı zaman vergi dışında ne kadarlık bir yolsuzluk yüküyle karşı karşıya olduğu, yani ne kadar rüşvet veriyor, haraç veriyor ve bunlar, yatırımlarının ne kadarım tutuyor diye. Bu konuda yapılan araştırma, OECD ülkelerinde yolsuzluk yükünün ya da yolsuzluk vergisinin en düşük oranda olduğunu gösteriyor. Yani, o ülkeler içinde Türkiye'yi dışarıda tutmak lazım, OECD ülkelerinin marjinal bir ülkesi olmak bakımından... 

Gelişmiş zengin OECD ülkeleri açısından bakarsak, en düşük gözüküyor. En yüksek oranlar Latin Amerika ve Afrika'da ortaya çıkıyor. Bu, dediğim gibi gelir 
dağılımı bozulmalarıyla çok yakından ilişkili. Bu arada, eski Sovyetler Birliği coğrafyası Doğu Avrupa, Baltık Ülkeleri bunları izliyor. Asya'da daha iyi gözükmekle birlikte gene de OECD ülkelerinin epey altında kalıyor. Aslında Türkiye, OECD ortalamalarının genellikle çok üzerinde yer alan bir ülke. Dünyanın çeşitli ülkelerinde iş yapan firmaların beyanına göre, yolsuzluk vergisinin sıklığı açısından bakıldığında Türkiye'yi orta sıralarda gösteriyorlar %40 ile, %1997 yılı ve¬rileridir. Ancak, en düşük yolsuzluk ülkeleri bu gelişmekte olan ülkeler arasında örneğin; Hongkong ve Singapur çok yüksek fark var. Yani, en düşük yolsuzluk ülkelerinde yolsuzluk sıklığı beş iken, en yüksek de yetmişi aşıyor. Dolayısıyla çok ciddi farklar var. Türkiye'de bankacılık sektörü ile ilgili yargıda şudur; Türkiye'de bürokratik yolsuzlukların, 
yargı yolsuzluklarının daha fazla olduğu varılan sonuçlardan biridir ama, bankacılık sektöründeki sıralamada Türkiye; henüz 97'de daha bu olaylar ortaya çıkmadan yolsuzluk-larda yüksek noktalarda yer almakta. Bu aslında hiç kimsenin bugün keşfettiği bir olay değildir. 1997 oldukça yakın gözükmekle birlikte bugün ortaya çıkan son dalganın epey öncesinde yer alan bir yıldır. Aslında, Türkiye'de bankacılık sektöründeki krizin 94 sonrasında yatışmadığını ve bunun yeni krizlere yol açacağını bilmemek için herhalde çok fazla bürokrat olmak gerekirdi. Şimdi şunu da söyleyeyim; Türkiye'ye şöyle bir hızla gelirsek; bugünkü mali sistemde ortaya çıkan ve bence henüz buzdağının sadece bir bölümü olarak çıkmış olan bu yolsuzluklar, kuşkusuz Türkiye'deki seçilen ekonomik ve siyasal yönelişlerle de ilişkilidir. Türkiye, 1983-84 sonrasında bir çok şeyden birden vazgeçti. Bir, denetimden vazgeçti. Denetçiler hor görüldü Türkiye'de. İki, Türkiye 1984'ten itibaren yarattığı fon ekonomisiyle bütçe dışına sadece kaçışı değil, mali mevzuatın dışına kaçışı resmileştirdi ve yasallaştırdı. O noktaya geldi ki; Türkiye'de fonların bütçe gelirlerine oranı, 1991-92'de %55'e çıkmıştı. Türkiye'de Sayıştay denetiminin dolayısıyla, Meclis denetiminin, Türkiye'de ihale kanununun ve Türkiye'de genel muhasebe ilkelerinin dışında yönetilen fonlar hepsinin kanununda bunlar yazılmıştır. Fonların temsil ettiği kaynaklar, bütçenin temsil ettiği kaynakların %55'ine varacak noktaya gelmiştir. 1980'lerde bu fon ekonomisi üzerine yazarken bizi çok aykırı görüyorlardı. Sistemin böylesine esnekleştirilmeye çalışıldığı bir noktada bizi; çok katı eski bürokrat dinazor olarak niteliyorlardı. Şimdi IMF'nin zorlamasıyla, fonlar bütçe içine alınıyor. Bütün bunlar zamanında söylendiğinde ne yazık ki basında yer bile bulamıyordu. Dolayısıyla, burada bütün bir toplumun paylaştığı, en azından bu toplumun düşünen insanlarının da paylaştığı bir kolaycılıktan, bir denetim dışına kaçıştan bahsetmemiz lazım. Aslında bu denetim dısına kaçış bir anlamda Türkiye'de siyaset erkinin bireyselleştirilmesi hareketinin de içinde oldu. 

Hazinenin koparılmasından tutun, Maliye Bakanlığında bir takım üst kurullarla, devlet yönetimi alışkanlığına geçiş bir takım bürokratların, bakanları bile atlayarak Başbakan ve Cumhurbaşkanına iş kotarmaları...

Karayollarında bunun yargıda kanıtlanmış ve hükme bağlanmış sonuçlan olmuştur. Bütün bunlar aslında hepimizin gözleri önünde oldu. Ama acaba biz de muhalefet görevini ne kadar yerine getirdi? Yani o dönemlerde, Özal iktidarı aleyhine bir şeyler söylendiğinde ne kadar yankı bulabiliyordu. 

Türkiye bu noktalardan geldi. Biz, şimdi her şeyi terse çevirmeye başladık. Şimdi, yeniden denetimin önemi Türkiye'de en azından anlaşılmaya başlandı. 
Tam anlaşıldı demiyorum. Bu nereye kadar gider, bunu tahmin etmek çok zor. Çünkü, Türkiye'de güçler dengesi öylesine bozuldu ki sonuçta acaba biz gerçekten yeniden mali disiplinin çalıştığı bir toplum hali¬ne gelebilecek miyiz? Bu ilişkiler zinciri nereye kadar gidecek, bu ilişkiler zinciri herkesi rahatsız ettiği zaman artık yeter! demeyecek mi belli kesimler? Bütün bunların yanıtının çok açık verilmesi lazım. Çünkü bu bir kaç tane öne çıkmış bürokratın sonuna kadar 
götürebileceği ilişkiler değildir. Efendim, şimdi IMF de, Türkiye de mali saydamlık istiyor. Yani yolsuzluktan önlemenin yollarından bir tanesi kuşkusuz 
"mali saydamlık". Yani devletin şeffaf olmasıdır. Bu devletin şeffaflığı kuşkusuz bir kere her şeyin bütçeden ve parlamento denetiminden geçmesinden başlıyor. 
Bu parlamentoyu beğenin, beğenmeyin. Parlamentoyu Türkiye'de insanlar seçiyorlar, Türkiye'nin parlamentosunu oluşturuyorlar. Siz bunu oluşturduktan sonra parlamentonun dışında işler kolaylaşsın diye bir takım harcamaları çıkarıyorsanız, bunda bir tuhaflık var demektir. Aslında burada, parlamentonun kendisi kendi haklarına sahip çıkmadığı için sorumludur aynı zamanda, onu da söyleyeyim. Çünkü Türkiye'de parlamento kendi hakları elinden alındığı zaman, on beş yıldır buna ses çıkarmamıştır. Dolayısıyla, sorumluluklar zincirinin önemli parça¬sı, parlamentonun kendisidir. Bu günde bakın hâlâ Türkiye'de borçlanma hakkı yine bütçe kanunu içerisinde yapılıyor. Hayır, parlamenterler borçlanma yetkisini hükümete vermekte bu kadar cömert olmamalıdırlar. Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, bugün kamu kesimi hizmet üretemez noktadadır. Bu hizmet üretemeyen kamu kesimiyle yolsuzlukların üzerine ne kadar gideceğiz meselesi çok ciddi bir tartışmadır. 

En temel sorunları, gelir dağılımı, bölgesel dağılım bütün bunları nasıl gidereceksiniz? Siz vergilerinizin %89'unu bu yılın ilk dokuz ayında faize aktarmışken, yolsuzlukla mücadeleyi hangi programla yapacaksınız gibi, çok temel sorunlarınızı çözmek zorundasınız. IMF gibi kuruluşlar, Türkiye gibi ülkelerde mali saydamlık istiyorlar. Niye istiyorlar? Çünkü aslında uluslararası fınans kuruluşları kendi açılarından haklı olarak fon verdikleri, fonlarını yönettiklerini ya da istikrar programını yönlendirdikleri ülkelerin ya da kendilerine üye ülkelerin ekonomik mali durumunu çok net görmek istiyorlar. Tıpkı bir HOLDING'in kendilerine bağlı şirketleri çok iyi görmek istemesi gibi. Ben IMF istedi diye buna karşı mı çıkmalıyım, hayır. Çünkü saydamlık talebini biz IMF'den çok önce istedik. Biz 1980'lerde saydamlık talebinde üniversite hocalan olarak bulunduğumuzda, IMF'nin böyle bir gündemi yoktu. Türkiye'nin gündeminde yoktu. Ama şimdi var. Şimdi var diye karşı mı çıkmalıyız? 

Hayır. Türkiye'de gerçekten saydamlık felsefesini savunmalıyız. Ama bu saydamlığın Türkiye'de çalışabilmesi sadece birilerinin talep etmesi ile olacak bir şey değil. Sadece bir kaç kişinin, sınırlı sayıda kesimin talebi ile olmaz. Bu mali saydamlık meselesi aslında hem siyasetçilerin, hem bürokratların, hem de toplumun temel meselesi olmalı. Yani toplum verdiği verginin nereye gittiğini görmek isteyecektir ve buna hakkı vardır. Türkiye'de bu sistem çalışmıyor. Bunun çalışması açık söyleyeyim, şu yanılgıdan da gitmeyelim, devleti küçültmekten geçmiyor. Bugün dünyada mali saydamlığın en iyi çalıştığı, yolsuzlukların en az olduğu ülkeler OECD'nin gelişmiş ülkeleridir. Bu ülkelerdeki devletin boyutu, bizimkinden daha büyüktür. Kamu harcamalarını milli gelire olarak aldığınızda bizden daha büyüktür. Dolayısıyla "devleti küçültelim, yolsuzluklar biter", bu yanlış bir algılamadır. Çünkü bir kere, devletin iktisadi alandan çekilmesini sağlayan mali rant, yani gayri nakti haklar dağıtması engellenmez. Yani imar haklan ile yapacağımız bir kanun değişikliği ya da bir yönetmelik uygulaması değişikliği ile siz çok fazla rant dağıtabilirsiniz. Dolayısıyla, buradaki meseleyi de yanlış algılamamak gerekiyor. Burada bütün mesele toplumsal denetimin ortaya çıkışının koşullarını sağlamak. 

Toplumsal denetim ortaya nasıl çıkar? Bu çok kapsamlı sorundur. Projedir. Eğitimle çıkar. İnsanlar eğitimli olduğu zaman daha çok toplumsal denetime talip olurlar. 
Çünkü insanların eğitim düzeyleri düşük ise zaten böyle birşeyin farkına bile varmazlar. Peki eğitim nasıl olur? Eğitim daha çok eğitime kaynak ayırmakla olur. 
Bu bütçelerle olmaz. Bu bütçe ile siz, faize kaynak ayırıyorsunuz. Eğitimden, sağlıktan herşeyden kısıyorsunuz. Dolayısıyla, Türkiye'nin bütün meselesi 
15 yıldır bozulan mali yapıyı ayaklan üzerine tekrar kaldırmaktan geçiyor ve aslında bu bir seferberlik olmaksızın, Türkiye'de herkesin de bu seferber-liğe 
inanmaksızın, bu yolsuzlukların üzerinden gelinebileceği kanısında olmadığımı söylemek isterim. Teşekkür ederim.


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

13 Ekim 2017 Cuma

YARGININ '' YARGILANMASI ''

YARGININ  '' YARGILANMASI  '' 


“Yargı Hep Böyle Hoyrattı, Siz şimdi Farkettiniz...” 

Murad Salih 

Mehmet Ali Birand, profesyonel gazetecilik kriterleri açısından bakıldığında Türkiyenin en iyi habercilik yapan gazetecilerinden biridir... 

Televizyon gazetecilliğine 32. gün gibi nitelikli bir haber programı formatı kazandıran bu adamın en büyük eksiği, her hangi bir din veya ideolojiye aidiyet hissinin olmaması... Hedonist bir “yaşam tarzı”nın gereklerini hayatının ana gayesi/varoluşunun temel prensipleri olarak olarak görmesi... Veya bunlara dair aksine herhangi bir belirti/emare vermemesi sebebebiyle bizim onu böyle anlamamız... 

12 Eylül dönemi darbecilerinin onu solcu zannedip üzerini çizdiklerinde, darbecilerin önünde diz çökerek “kullanın beni paşam” diye yalvar yakar olmasının sebebi de; işssiz kalması sebebiyle azalacak gelirinin, hedonist “yaşam biçimi”nin standartlarını düşüreeceği ve bazı hazlardan mahrum halabileceği endişesinin doğurduğu panik olmalı... 

Belki de o endişedir ki, Birand’ı hep “güçlüler/iktidar sahipleri”nin yanında/yamacında bir yerlerde durmaya zorladı... 

Kısaca Birand, sahip olduğu iyi gazetecilik formasyonunu “güçlüler/iktidar sahipleri”ni kızdırmayacak, fincancı katırlarını ürkütmeyecek bir biçimde kullandı hep... 

Yani en haklı olanın yanında durduğu zamanlarda bile en haksıza da bir “hak” vermeyi, selâm çakmayı ihmal etmedi... 

Yine de kendi kulvarındaki diğer iki gazeteci Ali Kırca ve Uğur Dündar ile kıyaslandığında; Kırca’nın çok ince ve çok sinsice yaptığı; Dündar’ınsa gizlemeye bile gerek görmeden, gayet üst perdeden “herşeyi ben bilirim, benim her söylediğim doğrudur ve hepiniz buna inanmaya mecbursunuz ulan , yoksa size de takarım görürsünüz hanyayı konyayı..” üslubundaki pervasız dezanformatörlüğünün yanında, Birand’ın “benden bunu doğru olarak sizlere kakalamamı istiyorlar ama, işin bir de şu yanı da olabilir” tarzında sorgulayıcı/mahçup dezanformatörlüğü zemzemle yıkanmış gibi kalmaktadır. 

Köşe yazıları ise bana fazlaca tatsız tutsuz ve renksiz geldiğinden bugüne kadar okumaya başladığım hiç bir yazısını bitirmek kısmet olmadı... 

Bu yazıya başlık yaptığım “Yargı hep böyle hoyrattı, siz şimdi farkettiniz...” başlıklı yazısı hariç... 

Meslek hayatı boyunca “İBDA-C propagandası yapmak”la suçlanmak dahil bir çok defa “yüce Türk adaletinin şaşmaz terazisi”nde tartılmak zorunda kalması sebebiyle elde ettiği tecrübesinin sonucu olarak mı, yoksa o teraziye çıkanların akıbetlerini bizzat gördüğünden mi, bilemem ama... 

Birand’ın, diğer ihtimale hiç bir açık kapı bırakmadan ve kendi doğrusunun yanında dobra dobra durduğu bir yazı yazdığına ilk defa şahid olduğuma eminim. 

İşte Birand’ın 14 Ocak 2009 tarihinde Posta gazetesinde yayınlanan o yazısı : 

Yargı hep böyle hoyrattı, siz şimdi farkettiniz... 

Ülkemizin en sık tekrarlanan, en büyük yalanlarından bazıları, “Adaletin şefkatli kollarına kendimizi teslim etmemiz” gerektiği sloganıdır...” Polise güvenin, o sizi kanatları altında korur” de bir başka klişedir...Hele bir de “ Yargı mutlaka doğruyu bulur ve kimin haklı, kimin haksız olduğunu saptar” var ki, harikadır... 
Ergenekon çerçevesinde yaşanan olaylar, bütün bu sloganların tamamen yanlış olduğunu gösterdi. Aslında gerçeği bilenler, zaten bu klişelere hiç inanmazlardı. 
Hiç değişmeyeceğini bildiklerinden dolayı da, bu tip muameleleri normal karşılarlar. 
Diğer bir bölüm daha var ki, onlar , zanlılara kötü ve hoyratça muamele edilmesinden hiç rahatsız olmaz. Aksine ,karakollarda dayak atılmasını savunurlar. 
Bir sanığın, hatta bir katilin de bazı hakları olduğuna inanmazlar. 
Ben toplumun, polis ve yargıya işi düşmemiş bölümündeki hayret dolu tepkilere değinmek istiyorum. Onlara “saflar kesimi” de diyebilirsiniz. 
Polise şikayete veya sorgulanmaya hiç gitmemiş, karakola uğramamış, savcıların önünden geçmemiş, mahkemeye hayatından uğramamış olan çoğunluktan söz ediyorum. 

Normal olarak davet edildiği taktirde ifade vermeye gelebilecek olan kişilerin dahi, sabaha karşı evlerine baskınlar...Saatlerce ev ve bürolarındaki araştırma sırasında özel hayatlarıyla ilgili bilgilerin alınıp götürülmesi...Telefonlarının dinlenmesi.Özel hayatların iğfal edilmesi...TV kameralarının yeterince görüntü alabilmelerini sağlamak ister gibi, evlerinden adeta sürüklenerek götürülmeler veya soruşturmaya giriş çıkışların afişe edilmesi...Başına bastırarak arabalara tıkmaları...

İlgisiz bilgilerin basına sızdırılması ...Sonunda suçsuz oldukları kesinleşse bile, insanların daha ilk anda suçlu oldukları damgasını yemelerini sağlayan bir mekanizma... 
Dava süreci ise, daha içler acısı. 
Dosyalardaki muğlak suçlamalar...Delil olup olmadığı bilinmeyen veriler...Vs...vs... 
Saflar kesimi yaşananları dehşet içinde izliyorlar. 
Ben de “Olur mu kardeşim, suçu kesinleşmemiş insanlara böyle muamele edilir mi ? Hakkında suçlama yapılmadan insanlar aylarca gözaltında tutulur mu ? 
Böyle iddianame olur mu?” diyenleri ilgiyle izliyorum. 
Yaşananların hiç sıra dışı olmadığını bilmiyorlar. Oysa, gazetelerin birinci sayfalarında gördüklerinizin hepsi yıllardır bu ülke insanının çektiği bir eziyeti yansıtıyor. 
Yargı rezaletini ortaya koyuyor. 
Tanınmış isimlerin başına geldiğinden dolayı şimdi geniş kesimlerin dikkatini çeken bu İnsan Haklarına aykırı uygulamalar, Türk adaletinin doğal işleyişinden başka birşey değildir. Hatta, bu uygulamalar VIP, yani tanınmış isimlere yönelik olduğundan dolayı çok daha nezaket içinde ve daha dikkatli gerçekleştiriliyor. 
Bir de normal vatandaş olun da görün... 

Aman Allah... 

Gözaltına alınıp hayatınızın sönmesi işten bile değildir. Haklı olsanız dahi, derdinizi anlatana kadar yok olup gidersiniz. 
Hiç bunlar yetmiyormuş gibi, bir de hakaret işitir, dayak yersiniz. 
Türk emniyet ve adalet sisteminin ne kadar düzelmeye ihtiyacı olduğu apaçık ortadadır. 
Ne gerçek bir adaletten söz edilebilir, ne de “ adaletin şefkatli ellerinden.” 
Canını kurtarmak, masum iken lekelenmeden bir davayı bitirmek veya kötü , aşağılayıcı muamele görmeden emniyetin elinden kurtulmak ya bir mucize veya büyük bir şanstır. 
Avrupa Birliği “ Adalet reformu şarttır” diye boş yere tepinmiyor. 
Savcıların, rüzgar nereden eserse oraya göre davranıp, önlerine gelen her dosyayı “Yargıç reddetsin” diye mahkemeye sevketmelerinin önüne geçilmediği, iyice inceleme yapmadan mahkeme kapısını çalmalarının önüne geçilmeden, savcılara sağlıklı bir çalışma zemini ve maddi olanaklar sağlanmadan, yargı sistemi baştan aşağı elden geçirilmeden, polise insan ile ilişkilerin ne olduğunu anlatılmadan, bu işin yönü değişmez. 
İnsanımızı hor gördüğümüz sürece, bu ülkede yargı ve polise güven duyamayız. Önce, hem polisimizin, hem de yargımızın, İnsana önem vermesini sağlamamız gerekir. 
Bunu yapamayacaksak, boş yere yaşananlara sinirlenmeyelim. ] 

*** 

Bu ülkede çok küçük bir “mutlu azınlık” dışında, herkes gibi ben de, kendi müşahade/gözlemlerine dayanarak, Birand’ın yazdıklarının doğru olduğunu görüyorum/biliyorum. 

Üstelik de bugünlerde, sadece evlerinin mahkeme kararıyla arandığı, sadece gözaltına alındıkları veya sadece tutuklandıkları için “mağdur ve mazlum”u oynayan bazıları var ki, sanki içinde hiçbir hukukî yan ve yön bulunmayan 28 Şubat zorbalığını planlayıp uygulayanlar/ yardım ve yatak edenler/ alkışlayanlar/hukuku bu ülkenin insanları için gereksiz ve can sıkıcı bir unsur olarak görenler onlar değilmiş gibi, ağızlarından hak/hukuktan başka bir söz duyulmuyor... 

“Misal” mi? 

Al sana baştan başa bir hukuksuzluk örneği olan Mirzabeyoğlu davası... 

Bu ülkeye 50 üstün nitelikli eser armağan etmiş bir fikir adamını, kızını eve götürmek üzere eşiyle birlikte beklediği ilkokulun önünde, yanındaki eşiyle birlikte yakapaça kelepçeleyip gözaltına aldıktan ve hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen derhal hakim önüne çıkarmak yerine, günlerce yasadışı olarak nezarette tutup sorguladıktan sonra tutuklayıp cezaevine konmasında “hukuk ve yargı” dışında hangi etkenler olduğunu bugün mağdur ve mazlumu oynayanların hemen hepsi bilmiyor muydu? Mirzabeyoğlunun cezaevinden zorla getirildiği ilk duruşmada gördüğü işkence sebebiyle ayakta bile durmakta zorlandığını keyifle yazan o medya ile bugün bazı ergenekon davası sanıkları için mağdyriyet ve mazlumiyet edabiyatı yapan aynı medya değilmiydi? O davanın -o şartlarda elinden ne kadarı gelirse o kadar hak hukuk gözetmeye çalışan- mahkeme başkanı Sedat Karagül’ün -sırf bu tutumu sebebiyle- görevden alınarak, paraşütle yerine tayin edilen ve delilsiz mesnetsiz idam cezası veren mahkeme başkanı Metin Çetinbaş, şimdi avukatlığını yaptığı dava arkadaşı, halk düşmanı sabık rektör için, yasal olarak üçgün gözaltına alındı diye
 “ Hak, Hukuk, Adalet, İnsaf, Merhamet ” nutukları atıyor... 

Al Sana Müslüm Gündüz davası... 

Dün, Aczimendilerin lideri Müslüm Gündüz’e belden aşağı iğrenç bir tezgâh kurarak yatak odasına televizyon kameraları eşliğinde pervasızca dalanlar, bugün koro halende 

 '' İnsan hakları, özel hayatın gizliliği, mesken masuniyetini ve masumiyet karinesini ihlal ” den sözediyor... 


Al sana halkın seçtiği Erbakan hükûmetinin binbir kumpasla alaşağı edip, halkın seçtiği TBMM’nin iradesine ipotek koyanların o günden bugüne hiç bir soruşturmaya tabi tutulmadan paşa paşa yaşayıp gitmelerini sessiz sedasız seyredenler... 

Al sana sadece “ Deprem ilahî bir ikazdır ” dediği için hapse mahkûm edilip, apar topar cezaevine tıkılan Yeni Asya gazetesi sahibi Mehmet Kutlular’ı hiç duymamış gibi yapanlar ... 

Al sana Sosyal demokrat bir hukuk profesörü olan dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk nezaretinde yapılan ve onlarca tutuklu ve hükümlünün katledildiği “ Hayata dönüş operasyon ” larına, “ Devlet dediğin gücünü gösterecek kardeşim ”. diye fetva veren, alkış tutan hukuk allâmeleri.. 

Daha neler neler... 

*** 

Ha, bütün bunlardan “onlar geçmişte haksızlık yapmıştı ya, oh olsun! Şimdi de onlara da bu kadarcık haksızlık yapılıversin” diye düşünerek sevindiğim sanılmasın... 

“Adamlar hazır düşmüşler bir tekme de ben sallayayım, nasılsa arada kaynar gider” diye düşünmek hem acizlik, hem korkaklık, hem de ahlâksızlıktır... 

Ergenekon Davası sebebiyle bazı kişilere haksızlık ve hukuksuzluk yapılıyorsa, bu haksızlık ve hukuksuzlukları savunuyor veya alkışlıyor da değilim... 

Sadece, yakın geçmişte bazı insanlara zincirleme haksızlık ve hukuksuzluklar yaparlarken “hukuksuzluk yapmayın, yapanlara yardım ve yataklık etmeyin, hukuksuzluğu alkışlayarak veya görmemezlikten gelerek teşvik etmeyin. Hukuk bir gün size de lâzım olabilir.” diye feryat edenlere, bıyık altından gülerek “ne hukuku birader?” diye gırgır geçenlere, o zamanki davranışlarının ne kadar yanlış olduğunu göstermeye çalışıyorum.. 

*** 

“ Hukuk ” aynı “ Hukuk ”... 

Dün ne ise o... 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğanı, MEB kitaplarında yayınlanmış bir şiiri okuduğu için yaka paça kodese tıktırdığınız zamanki gibi yani... 

Ve hatta bugün AB terbiyesinden geçmiş olarak, sanıklar lehine bazı iyileştirmeler de yapılmış... 

Değişen tek şey iktidardakiler... 

Dün siz iktidarda idiniz bugünse onlar... 

Bari Şunu Anlayın: 

Bu ülkede yargı, iktidar sahipleri dışında herkese karşı hep böyle hoyrattı... Bunu “Yüce Türk adaleti” sizleri de “şaşmaz terazisi”nde tartmak için, bir sabah vakti kapınızı –önceki dönemlere nisbetle gerçekten çok kibarca- çalarak “güvenlik güçlerinin şefkatli kollarına” aldığında farkettiniz... Ve kendinize farklı muamele yapılıyor sandınız. Yok öyle bir şey... Size yapılanlar sizin başkalarına yaptıklarınızdan daha fazla veya daha farklı değil... Bunları yanlış / haksız / hukuksuz sayıyorsanız kendi yaptıklarınızı da öyle saymanız gerekmez mi? 

*** 

Son sözüm bugünkü iktidar sahiplerine... 

İktidar tahterevalli gibidir, birileri inerken diğerleri çıkar... Misâl: Ergenekon Davası... 

“Men dakka dukka/çalma kapımı çarlar kapını” demişler ya... İktidar sahiplerinin bu sözü kulaklarına küpe yapması lâzım... 

Gün olur “hukuk” sizlere de yeniden lâzım olabilir... 

Kaynak Baran 



27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 20


28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 20



2003 Irak Savaşı Görüntüleri  (43) 
2003 Irak Savaşı Görüntüleri   (44) 

Yine 30 Mart'ta Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt, Amerika'yı, '' Çok Tehlikeli bir Süper Güç '' olarak nitelendirdi. Verhofstadt, basına yaptığı açıklamada, '' ABD, 11 Eylül'de derinden yaralanmış bir güç, bu nedenle çok tehlikeli bir hal aldı ve bütün Arap dünyasını kendine mal etmek istiyor,'' dedi. Amerika'nın kudurmuş köpek gibi etrafa saldırdığını imâ etti. Kuzey Irak'a paraşütle indirilen Amerikan askerlerinin desteğinde Musul ve Kerkük'e doğru yürüyen peşmergeler, Irak askerlerinin döşediği 340 mayını bir araya toplayarak imha etti. Böylece düşmana hizmetle, ülkelerine ihanet etmiş oldular.

31 Mart'ta DİE, Türkiye ekonomisinin 2002 yılında yüzde 7,8 büyüdüğünü açıkladı. 2001 yılında küçülen ekonomi AKP iktidarından önce düzelmiş, büyümeye başlamıştı. Küçülmelerden sonraki rakamlar hep böyle yüksek çıkar. Bunu hükûmetin bir başarısı saymak pek doğru olmaz...

"  Şok ve dehşet bombardımanı  " ve " Yıldırım Harekât Stratejileri" savaş meydanına uymayan ABD, savaş planlarını gözden geçirmeye başladı. ABD'nin 1'inci Körfez Savaşı'ndaki gibi, daha yoğun bir askerî güçle, daha yavaş, ancak daha düzenli hareket edeceği geleneksel savaş stratejisine geri döneceği belirtildi. Rus uzmanlar, ‘‘ Tomahawklar niye yön şaşırıp komşu ülkelere düşüyor’’ sorusuna şu yanıtı verdiler: (45)  " Tıpkı cep telefonlarının uçaklara zarar vermesi gibi, bölgedeki elektronik sinyal kirliliği füzeleri etkileyebilir. Füzeler, depolarda beklerken halk diliyle ‘ Bayatlamış ’ olabilirler." ... 1'inci Körfez Savaşı'nın yıldız muhabiri Peter Arnett, Irak Televizyonu'na ‘‘ABD’nin savaş planları başarısız oldu’’ yorumu yapınca, NBC televizyonundaki işinden oldu... Yani sanılmasın, emperyalist Batı ülkelerinde sansür, baskı yok!.. Ne ABD medyasında, ne İngiliz medyasında devlet politikasına aykırı haber yayınlayamazsınız!

1 Nisan'da Elektrikte 150 kwh'i aşan, her kwh için yüzde 50 zamlı tarife uygulamasına son verildi. bu tarz uygulamalar " Orta Direk " edebiyatı yaparak sözde orta sınıf halkı koruduğunu iddia eden Turgut Özal'ın getirdiği insafsız kurallardan biri idi. Bir diğeri de ( Peşin Geçici Vergi dir = ALTTA  DİPNOTTA  ( 1 ) < Peşin Geçici Vergi > VERGİ İÇERİĞİNİ OKUYUNUZ  ).   (46)  
Yani esnaftan daha kazanmadan yeni yılın vergisi alınırdı. Hâlâ bu uygulama sürmektedir. Vazgeçemiyorlar, çünkü vazgeçmek demek, bu yılın vergisi peşin alındığı için bir yıl vergi almamak demektir!

2 Nisan 2003 TÜRK TARİHİ ve AKP iktidarı için kara bir gündür. O gün Başbakan Abdullah Gül,  ABD Dışişleri Bakanı Powell ile gizli 2 sayfa, 9 maddelilk anlaşmayı imzalamış, TÜRKİYE'yi ABD boyunduruğuna sokmuştur. Sırf bu anlaşma için Gül'ün Divan-ı Harp'te yargılanıp idam edilmesi gerekir.

Abdullah Gül utanmadan bu anlaşmayı nasıl imzaladığını Vatan gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu’na şöyle anlatmıştır:

“ Şimdi Senin Oturduğun koltukta (eliyle koltuğa vurdu) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu. Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki.. Powell Suriye’ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var.” (Vatan, 24 Mayıs 2003).

Bu 9 MADDE şunlardır:

1. Irak'ın kuzeyinde bulunan bütün TÜRK birlikleri ve TÜRK ordusuna baglı özel kuvvetler, Türkiye sınırları içine çekilecek! TÜRK ordusu bundan boyle hangi gerekçeyle olursa olsun, sınır ötesi harekâtta bulunmayacak ve PKK'ya askerî harekât için ABD'den izin alınacak. PKK/KADEK'in TÜRKİYE egemenlik alanı dışında takip ve bastırılması harekâtlarına son verilecek. Ayrıca PKK/KADEK'e karşı TÜRK DEVLETİ'nin egemenlik alanı içinde yapılacak askerî harekât için ABD askerî makamlarına bilgi verilecek.

2. Eğer TÜRK Silahli Kuvvetleri, PKK/KADEK'e karşı ABD askerî makamlarına bilgi vermeden ve izin almadan harekât yapacak olursa, ABD hukûmeti, Kürt halkına karşı şiddet kullanıldığı ve soykırım uygulandığı çerçevesi içinde uyarıda bulunma hakkını kullanabilecek. Bu durumda ABD gerekli gördüğü ambargo ve silahlı mudahale gibi siyasal ve askerî yaptırımları saklı tutacak.

3. TÜRKİYE, ABD'nin İran'a ve diğer Ortadoğu ülkelerine karşı uygulayacağı sınırlı askerî harekâtlara, ABD'nin talep etmesi halinde şartsız olarak üs ve taşıma kolaylıkları sağlayacak, askerî birlik verecek. TÜRK birliklerinin üst komuta yetkisi, ABD komutanlığında olacak.

4. TÜRK ordusunun asker sayısı ve silah kuvveti, ABD'nin uygun buldugu sayı ve kabiliyete indirilecek! Özellikle tank ve ağır silahlarin miktarı düşürülecek, savaş uçağı sayısı sınırlanacak. Bütün silah ve cephane bundan sonra ağırlıklı olarak kısa menzilli taktik savunma kavramına (belgede 'konsept' deniyor) göre ayarlanacak. TÜRKİYE'de bulunan ABD ve NATO irtibat subaylarının gorev alanları ve yetkileri genişletilecek.

5. Irak'ın kuzeyinde kurulmuş olan ve sözümona 'Kürdistan' adı verilen kukla devlet, resmen ilan edildikten sonra, TÜRKİYE tarafından da resmen tanınacak! TÜRK devletinin kukla devletin kuruluşunu 'savaş nedeni' sayan Millî Guvenlik Siyaset Belgesi ve bu yöndeki politika ve kararları kaldırılacak. (Kuzey Irak-'Kürdistan' sınırları içinde kalacak olan ve özellikle Kerkük, Musul ve Süleymaniye'deki TÜRKMENLER, ABD tarafından güvenli bir şekilde başta Bağdat ve diğer Güney Irak şehirlerine nakledilecek. ABD yetkilileri göç edecek olan tüm TÜRKMENLER'e iş olanakları sağlayacak.)

6. Abdullah Öcalan ve diğer dört lideri dışında, bütün PKK/KADEK yonetici ve elemanlarına geniş kapsamlı af çıkarılacak. Etnik grupların yasal siyasete katılmaları önündeki bütün yasal kısıtlamalar ve engeller kaldırılacak. Af yasasıyla bağlantılı olarak PKK/KADEK'e yasal siyaset düzleminde yer alma olanağı sağlanacak. hapiste veya dağda bulunan yöneticilerin siyasal mücadeleye katılmalari için gerekli hukukî ve siyasî önlemler alınacak ve uygulanacak.

7. "Kamu Reformu Yasası" ve yeni "Yerel Yonetim Yasası" hızla çıkartılarak, TÜRKİYE'deki Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehir ve kasabaların belediyelerinin özerkleşmesi süreci kararlı olarak yürütülecek! TÜRKİYE, dört yıl içinde uygulanacak bir planla, "üniter devlet" yapısını terk ederek, "federasyon"a gececek!

8. KIBRIS'ta KKTC Cumhurbaşkanı RAUF DENKTAŞ, "Arafat modeli" denen uygulamayla devredışı bırakılacak! "Annan Planı" küçük değişikliklerle uygulanacak! EGE kıta sahanlığı konusunda TÜRKİYE,Yunanistan'ın taleplerine esnek tavır alınacak! TÜRK jetlerinin uçus alanı daraltılacak! Sık sık ortaya çıkan "it dalaşı" sorunu, Yunanistan rahatsız edilmeden çözülecek.

9. TÜRKİYE'nin Ermenistan ile ilişkileri normalleştirilecek ve iyileştirilecek. Sınır ticaretinde Ermeniler lehine düzenlemeler yapılacak. Ermeniler'in TÜRKİYE'ye gezilerindeki bazı kısıtlamalar kaldırılacak.

Şimdi bir düşünün... Uzun süre Irak'ın kuzeyine harekât yapılabildi mi?.. Başbakan Potamyalı Erdoğan Barzani'yi Diyarbakır'a davet edip, Kürt türkücülerle birlikte "Kürdistan" diyerek ağırlamadı mı?.. Belediyelere il İdare meclislerinin yetkileri devredilip, bir de çevre ilçe ve köyler "mahalle" olarak büyük şehir belediyesine bağlanmadı mı?.. Rahmetli Rauf Denktaş binbir iftira ile Kıbrıs Türk halkının başından uzaklaştırılmadı mı?.. Ege denizindeki 152 adamız Yunan'a sessiz sedâsız devredilmedi mi?.. Yunan askerinin burnumuzun dibindeki adalara bayrak dikmesine göz yumulmadı mı?.. E, bunları yapanları, İtfaiye Meydanı'nda asıp, leşlerini ibret için günlerce ortada bırakmak gerekmez mi?..

Utanmazlık ve yüzsüzlük devam etmiş, 17 Temmuz 2003’te Filistin Dışişleri Bakanı Nebil Şaat ile görüşen Abdullah Gül, Amerika ziyaretini açıklamaya çalışırken, 2 Nisan 2003’te Powell ile yaptığı anlaşmaya ilişkin önemli bir ayrıntıyı da itiraf etmiştir. Açıklama şöyledir:

“Tezkerenin reddinden sonra Powell’in Türkiye’ye yaptığı ziyarette bölgede yapılması gerekenleri beraber kararlaştırdık.”

13 Mart 2006 günü AKP’nin Kızılcahamam toplantısında milletvekillerine verilen brifingde konuşan Abdullah Gül;

“Biz İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak BOP kapsamında ABD ile birlikte hareket edeceğiz. Amacımız İslâm ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek” demiştir.

ABD tarafından NATO toplantılarında duvarlara yansıtılan ve Türkiye’yi bölünmüş olarak gösteren bu BOP haritasının oluşturulmasında ABD ile birlikte hareket ettiklerini şöyle açıklamıştır:

“ABD ile ilişkilerimiz önemlidir. Dünyanın süper gücünün gündem maddeleri bizim de gündem maddelerimizdir. Aramızdaki işbirliğinin stratejik boyutta olmasının anlamı, bu meselelerde ulaşılması gereken hedeflere ilişkin görüşlerimizin örtüşmesidir” (19 Ocak 2007).

Şimdi yıl 2014!.. Potamyalı Erdoğan ve AKP'deki yakın çevresi münafıklık edip, bu 9 MADDE'yi, hâşâ, KUR'AN ayetleri gibi kutsal sayıp, birer birer uygulamışlardır!.. Bunlara ek olarak ne haltlar yemişlerdir, bir bilseniz!.. ATATÜRK döneminde binbir zorlukla millileştirdiğimiz kuruluşlar, inşa ettiğimiz limanlar, havalanları ile MİLLET'in anasütü gibi ak ve helâl parasıyla kurduğu tesisleri gavurlara satılmıştır!.. Bankacılık, sigorta, enerji, telekomünikasyon, sağlık, eğitim, adalet gibi hizmetlerin gavur eline geçmesini sağlamışlartır!.. Tarım ve hayvancılık politikaları gavurların istediği gibi yürütülmüş, yerli tohum alış-verişi, bazı ürünlerin ekimi yasaklanmış, çiftçimiz ve köylümüz perişan edilmiştir. Bu da yetmezmiş gibi gavurlara toprak, hatta sularımızı satılmıştır!.. Bu bir "anayasa suçu" falan değil; düpedüz VATANA İHANET'tir! Hepsinin dediğimiz gibi YÜCE DİVAN'da yargılanıp İtfaiye Meydanı'nda asılması, ibret-i âlem için 3 gün sehpada sallandırılması gerekir!



DİPNOTLAR ;
(01)     TÜRKİYEDEKİ AMERİKAN ÜSLERİ,
***

(02)   ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’e gönderdiği 4 Kasım 2002 Tarihli Mektubunda, " Genelkurmay Başkanı ile gizli ve özel bir görüşme yapmak istediğini" belirtiyor,
          2002 DARBESİNE GİDEN YOLDA  Özkök’ün gizli ABD buluşmaları,


***

(03)   AKP Başbakanı Abdullah Gül, Colin Powell ile yaptığı 2 sayfa, 9 maddelik ihaneti anlaşması ile belirlendi!,
       

         İHANET ANLAŞMALARI ; 1996'dan beri onu ERBAKAN'ın yerine hazırlayanlar mı yaptı, bilinmez!..
       
***

(04)    28 Kasım'da Abdullah Gül başkanlığında kurulan 58. Hükümet, 170 ret oyuna karşı 346 oyla güvenoyu aldı.


***
(05)   10 Aralık'ta parti başkanlığından başka hiç bir sıfatı olmayan Potamyalı Tayyip Erdoğan, Beyaz Saray’da ABD Başkanı George Bush tarafından ağırlandı... 
         Kendisine ne talimat verildi, bilmiyoruz. 
         Aynı gün '' Jet Fazıl " diye bilinen, Siirt`teki seçimin İptaliyle milletvekilliği düşen Fadıl Akgündüz, OLAYI VE ARA SEÇİMLE  TAYYİP ERDOĞANIN SİİRTTEN  MİLLETVEKİLİ SEÇİLMESİ..
      A_   MÜSLÜM GÜNDÜZ,FADİME ŞAHİN, FADIL AKGÜNDÜZ,  HABER  TRAFİĞİ;  

      B_ FADIL akgündüz haKKINDa;
/***

(06)    YUGOSLAVYA  DEVLETİNİN  SONU; 

          Yine 17 Aralık'ta Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Parlamentosu, Bosna-Hersek'te 43 ay süren savaşa son veren Dayton Barış Anlaşması'nı yedi yıl sonra onayladı.
           Dayton Barış Anlaşması;

***

(07)   18 Aralık'ta radyo ve televizyonda, Türk vatandaşlarının " Günlük yaşamlarında kullandıkları farklı dil ve lehçeler" de yayın yapılmasına ilişkin usûl ve esasları düzenleyen yönetmelik, Resmî Gazete`de yayınlanarak yürürlüğe girdi. 
         Yani TRT'de Kürtçe, Zazaca, Boşnakça, Lazca yayınlara ve dolayısiyle bölücülüğe kapı açıldı.
         ( PDF  FORMATINDA  BİLĞİSAYARINIZA İNDİRİP  OKUYABİLİRSİNİZ)

***

(08)   Ankara Üniversitesi öğretim görevlilerinden Dr. Necip Hablemitoğlu, Çankaya`da evinin önünde silahlı saldırıya uğradı ve öldü. Hablemitoğlu, 
         Alman Vakıfları ile " Siyanürlü altın " , " Bergama Köylüleri " olaylarının içyüzünü ortaya dökmüştü.


***

(09)   20 Aralık'ta İstanbul Belediye BaşkanıAli Talip Özdemir, ANAP'ın 11-12 Ocak günlerinde yapacağı olağanüstü kongrede genel başkan adayı olacağını açıkladı... 
         Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı'ndan parti başkanlığına geçmesi, seçim kazanması Talip Özdemir'in ve Melih Gökçek'in ağzını sulandırmıştı. 
         Ama Potamyalı Tayyip koltuğunu kaptırmak niyetinde değildi, kısa zamanda Özdemir'i ekarte etti, Gökçek'i de hevesinden vazgeçirdi.


***

(10)   Türkiye Tarihinde af Yasaları,


***

(11)   26 Aralık'ta Meclis, Anayasa Mahkemesi'nin iptal gerekçelerine uygun düzenlemeler getiren " Şartla Salıverme" yasasını kabul etti. 
         Bu yasa 80 yıllık Cumhuriyet tarihinin 53. Af Yasası oldu. 1999'daki 51.si ( Rahşan Affı diye bilinir)  SSK Genel Müdürlüğü'nden CHP Genel Başkanlığı'na terfi eden 
         Kemâl Kılıçdaroğlu'nun 5 milyar dolarlık yolsuzluğu bu af ile ört-bas edilmiştir... Bu adam kendini "kürt alevisi" ve de " Seyyit " diye yutturur ama, geçmişin 
         Ermenisi bol Dersim'den olması beni hep kuşkulandırmıştır. Hiç " TÜRK " dememesi, ATATÜRK'e çamur atması, " Yeni CHP " diye tutturup, geçmişi inkâr etmesi kuşkularımı güçlendiriyor.

RAHŞAN AFFI REZALETİ;


KEMAL KILIÇDAROĞLU NASIL AF EDİLDİ..;



***

(12) TOBB, " 2001 Ekonomik krizinde kapanan şirket ve firma sayısının önceki yıla göre yüzde 17,4 artarak 26 bin 990'a ulaştığını, yeni kurulanların sayısının ise yüzde 10,4 azalarak 49 bin 69'a düştüğünü" bildirdi...

Krizin 2001 bilançosu;


***

(13)   31 Aralık'ta 2002 tarihinde Swissotel'i basan Muhammed Tokcan 11 yıl 10 ay hapis cezasına mahkum oldu,

Mahkeme 'çete'yi bulamadı

Swissotel'i basan Muhammed Tokcan 11 yıl 10 ay hapis cezasına mahkum oldu. Mahkeme 'çete' suçunun oluşmadığına karar verdi

RUSYA'NIN Çeçenistan'a yönelik müdahalesini protesto amacıyla İstanbul Swissotel'i basan13 sanık, 3 yıl 10 ay 20 gün ile 11 yıl 10 ay 6 gün arasında çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Olayda çete suçunun oluşmadığına karar veren mahkeme heyeti, eylemin planlayıcısı Muhammed Emin Tokçan dışındaki sanıkları tahliye etti.

Swissotel'e 2001 Nisan ayında düzenlenen silahlı baskınla ilgili davanın İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki karar duruşması dün yapıldı. Duruşmaya tutuklu sanıklar Muhammed Emin Tokcan, Emin Taş, Ali Tokcan, Ramazan Karabulut, Yüksel Özdemir, Yalçın Şahin, Atilla Kivik, Bahri Demir, Bünyamin Kivik, Hayati Ak, Mehmet Yapıcı, Serdal Seferoğlu ve Hayri Kadı katıldı. Duruşmada savunmasını yapan Tokçan, "Adalete güveniyorum" dedi. Bunun ardından duruşmaya ara veren mahkeme heyeti, tüm sanıkların üzerlerine atılı "siyasi görüşten kaynaklanan amaçla silahlı teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülün yöneticiliğini yapmaktan" açılan kamu davasında, "atılı suçun yasal unsurları oluşmadığı" gerekçesiyle beraatlerine karar verdi.

TAHLİYE OLDULAR

Davayı karara bağlayan mahkeme heyeti, '' Hürriyeti tahdit '' ve '' Meskun mahalde ateş etmek '' suçundan Tokcan'a 11 yıl 10 ay 6 gün, Emin Taş'a 8 yıl 20 gün, diğer 11 sanığa da 3 yıl 10 ay 20'şer gün hapis cezası verdi. Tüm sanıkların ''Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak'' suçundan beraatlerini kararlaştıran mahkeme heyeti, Muhammed Tokcan dışındaki 12 sanığı tutuklu kaldıkları sürenin aldıkları cezayı karşıladığı gerekçesiyle tahliye etti. Mahkemenin kararını bildirmesinden sonra sanıkların ve sanık yakınlarının sevinçle birbirlerine sarıldığı görüldü.

Muhammed Emin Tokcan, 6 Ocak 1996'da da sekiz arkadaşıyla birlikte Trabzon-Soçi seferini yapmaya hazırlanan Avrasya Feribotu'nu kaçırmıştı. Feribotu, 211 yolcu ve mürettebatıyla İstanbul'a getiren Tokcan, 72 saat sonunda eyleme İstanbul Boğazı girişinde son verdi. Muhammed Emin Tokcan ve arkadaşları bu eylem nedeniyle 30 Ocak 1996'da çıkartıldıkları İstanbul DGM tarafından tutuklandı. Çete suçundan yargılanan Tokcan, 8 yıl 10 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak Tokcan, 3 Ekim 1997'de Dalaman Cezaevi'den firar etti. 29 Nisan 1999'da Atatürk Havalimanı'da sahte pasaportla yeniden yakalandı.

3 YIL SONRA ÇIKACAK

Af yasasından yararlanan Tokcan, infaz yasası uyarınca 22 Aralık 2000 tarihinde Eskişehir Cezaevi'nden tahliye edildi. Tahliyenin ardından 23 Nisan 2001 tarihinde Tokcan bu defa da 12 arkadaşıyla birlikte Swiss Otel'i bastı. Bu suçtan da 11 yıl 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Avrasya Feribotu'ndan toplam sekiz yıl 10 ay 20 gün ceza alan Tokcan, bu cezanın 37 ayını cezaevinde geçirerek tahliye olmuştu. Son aldığı ceza ile Avrasya Feribotu'ndan aldığı cezanın infazı yanan Tokcan, Avrasya Feribotu için 11 ay daha cezaevinde kalacak. Bu durumda Tokçan, toplam üç yıl sekiz ay daha yatacak.

Nejdet ÇOKAN (SHA)


TESCİLLİ EYLEMCİ

Muhammed Emin Tokcan, daha önce de Trabzon-Soçi seferini yapan Avrasya Feribotu'nu 211 yolcusuyla birlikte kaçırmıştı.



***

(14)  6 Ocak'ta Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'nın " Neşter Operasyonu " çerçevesinde SSK'ya 1992 yılından itibaren iyileştirici tıbbî malzeme alımlarında yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla, İstanbul'da 15 kişi gözaltına alındı. 
Aslında bunların arasında kendini Alevi-Kürt-Seyyit olarak tanıtıp ta Ermeni Asıllı olan Kemâl Kılıçdaroğlu'nun da olması gerekirdi
        AMA.!!!!   RAHŞAN AFFI  DEVREDE..




***

(15)   09 Ocak 2003 IRAKA GİRMEK İÇİN HAZIRLIK YAPAN AKP  NİN KIBRISTA Kİ SİYASETİ ; '' AKP Hükûmeti'nin Kıbrıs'ı Rumlar'a Yeni Yıl hediyesi" " Olarak sunduğu öne sürüldü.

KIBRISTA RUMLARA KARŞI TESLİMİYET;


***

(16)   13 Ocak'ta Başbakan Yardımcısı Aldüllatif Şener, 2003 yılı özelleştirme hedefini şimdiye kadar yapılanların yarısı kadar (4 milyar dolar) olarak açıkladı... Abdüllatif Şener nâdir dürüst politikacılardan biridir. Hatta ona "devlet adamı" bile denilebilir. İlerde dayanamayıp AKP'den istifa edecek, parti kuracaktır.


***

(17)   17 Ocak'ta Erdoğan, Çin'e yaptığı gezi de, bu ülkeye hayran kaldığını belirterek, "Tanıdığım komünizmi ben burada görmedim. Liberal bir anlayış var. Türkiye'de komünizmi anlayanlara, gelin buradaki havayı teneffüs edin demek lâzım" dedi


***

(18)  " Çocuklarına Sünnet Düğününde yapılan Takılar " MAL VARLIĞI BEYANINDAKİ İLĞİNÇ İDDİALAR..,




***

(19)  7 kişi Hakkında Mavi Akım Projesi'nde  USULSÜZLÜK  SORUŞTURMASI..,

Erdoğan’ın malvarlığı davası ertelendi
AKP lideri Erdoğan’ın 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde süren “malvarlığı davası”, bilirkişi heyetinden gelecek raporun beklenmesi için 21 Ocak 2003 tarihine ertelendi.



***

(20)   23 Ocak'ta A.B.D.'nin, AKP iktidarının ne yapmaya çalıştığını anlamadığı ortaya çıktı. 07 OCAK 2003


***

(21)   27 Ocak'ta, daha önce elkonulmuş olan Pamukbank'ın ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi, eski sahiplerine devredildi.


***

(22)  Condoleezza Rice'ın, ‘‘Türkler iyi niyetimizi cömertçe harcıyor,'' dedi  31 OCAK 2003


***
(23)  1 Şubat'ta uzay mekiği Columbia, atmosfere girerken, 62 km irtifada parçalandı, mekikteki 7 astronot öldü.



***
(24)  Yine 5 Şubat'ta ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, B.M. Güvenlik Konseyi'nde Irak ile ilgili yaptığı sert konuşmada,

Powell BM Güvenlik Konseyi'nde Kanıtları Açıklayacak;

30 Ocak 2003 - 10:55:33


ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın 5 Şubat'ta BM Güvenlik Konseyi'nin yapacağı toplantıda Irak ile ilgili hangi gizli kanıt ve belgeleri açıklayacağı ABD yönetiminin önde gelen isimleri arasında ayrıntılı şekilde tartışıldı.

New York Times gazetesine bilgi veren yönetime yakın kaynaklar, açıklanacak belgeler arasında Irak'a ait şüpheli silah depolarının uzaydan çekilmiş uydu fotoğrafları, dinlenen telefon konuşmalarının kayıtları ve rejim aleyhtarlarıyla yapılan mülakatların yer alabileceğini söylediler.

Powell'ın Güvenlik Konseyi toplantısında yapacağı açıklamaları dinlemek üzere Konsey üyesi ülkelerden bazılarının dışişleri bakanlarının New York'a gelecekleri bildiriliyor. Powell'ın açıklamalarının ardından Konsey'in kapalı kapılar ardında ikinci bir oturum daha yapması öngörülüyor.

Gazetede yer alan habere göre, Powell 5 Şubat Çarşamba günü ''Irak'ın denetlemeleri engellediğini'' ve ''El Kaide terör örgütüyle aktif bağları bulunduğunu'' da ispata çalışacak. Powell, engellemelereörnek olarak Irak'ın U-2 casus uçaklarının uçuşuna izin vermemesini gösterecek.
   
BİLİM ADAMLARI AJAN MI?
  
Uydu fotoğraflarının, Iraklıların, BM denetçileri gelmeden önce teftiş edilecek yerleri ''temizledikleri''ni gözler önüne serdiği öne sürülüyor. Powell ayrıca, BM denetçilerinin mülakata aldığı bazı Iraklı uzmanların aslında istihbarat ajanı olduklarını da kanıtlamaya çalışacak.

Powell, Iraklı yetkililere ait olduğu öne sürülen telefon kayıtları ile rejim aleyhtarlarının yaptıkları açıklamaları da Konsey'e sunacak. Bu belgelerin ne oranda ikna edici olacakları tartışma yaratırken, Powell'ın en güvenilir belgelerinin bunlar olduğuifade edildi.
   
IRAK SİLAHLARI SURİYE'YE Mİ KAÇIRDI?
   
Bush yönetiminin, Noel döneminde Irak'ın kitle imha silahlarının  bir kısmını konvoylarla Suriye'ye kaçırdığına dair elde edilen istihbaratın ne derecede güvenilir olduğunu tartıştığı da haberde belirtildi. Söz konusu silahların Suriye'ye kaçırılarak BM denetimi dışına çıkartıldığı ileri sürülüyor.

Amerikan kaynakları, konvoyun sıkı koruma altında olduğunu, ancak taşıdığı malın niteliğini saptamanın mümkün olmadığını belirttiler.

Amerikan Merkezi Haberalma teşkilatının (CIA) ise Irak ile Suriye arasında sürekli kamyon trafiği olduğunu, dolayısıyla söz konusu konvoyun özel bir anlam taşımadığını yönetime rapor ettiği de gazetedeki yazıda kaydedildi.



***

(25)   6 Şubat'ta TBMM, kapalı oturumda, "Türkiye'deki ABD'ye mensup teknik ve askeri personelin üç ay süreyle Türkiye'de bulundurulmasına, bununla ilgili gerekli düzenlemelerin hükümet tarafından yapılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi"ni kabul etti.


***

(26)  Beyaz enerjı'de 2. Raund,


***

(27)   Beyaz Enerji Operasyonu


***

(28)    BARZANİ AİLESİ’NİN YAHUDİ OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI RESMİ  KOY


***

(29)   1 MART 2003  AKP Hükûmeti Yeni bir Vergi Affı çıkardı.



      3 Yılda 1 Vergi Affı 



Türkiye’de son yıllarda aflar peşpeşe geldi. 2000 ve 2001 krizlerinin ardından ilk olarak bir tebliğ çıkarıldı  


Türkiye’de son yıllarda aflar peşpeşe geldi. 2000 ve 2001 krizlerinin ardından ilk olarak bir tebliğ çıkarıldı.

Hürriyet'ten Neşe Karanfil'in haberine göre bu tebliğle tahsilat kolaylığı getirildi. Daha sonra 2003 yılında kapsamlı bir vergi barışı gündeme geldi. 25 
Şubat 2003 tarihinde çıkarılan 4811 sayılı vergi barışı yasasında mevcut borçların silinmesi, naylon fatura kullananlar gibi vergi kaçakçılığı içine 
girenler de af paketinde yer aldı. Getirilen affa 7.9 milyar liralık borç için 3 milyon 415 bin 144 başvuru yapıldı. Tahsilat ise 4.7 milyar lira oldu. Tahsilat 
oranı yüzde 60’ta kaldı.

2008’DE VARLIK BARIŞI

Vergi barışının ardından 2008 yılında yaşanan küresel kriz nedeniyle bu sefer yurtdışındaki Türkler’in parasının yurda getirilmesi için 5811 sayılı varlık 
barışı düzenlemesi gündeme geldi. Varlık barışı için 2009’da uzatıldı. Paketle yurtdışından TL, döviz, altın gibi varlıkların getirilmesi imkanı sağlandı. 
Paket sadece yurtdışı ile sınırlı kalmadı ve yurtiçindeki mükellefler için de çeşitli avantajlar sağlandı. Yurtiçinde de yüzde 5 vergiyle varlık barışından 
yararlanma imkanı getirildi. Yurtiçinden 20.4 milyar lira ve yurtdışından da 27.8 milyar lira olmak üzere toplam 48.2 milyar lira varlık beyan edildi. Bu 
beyanlar için 1.6 milyar liralık vergi tahakkuk etmişti. Ancak beyan edilen varlıklar için 1 milyar 69 milyon liralık vergi ödenmişti. Yani yaklaşık 600 
milyon vergi ödenmemişti. Getirilmeyen varlıkların ne kadar olduğu ancak tahmin ediliyor. Bunun 15-20 milyar lira aralığında olabileceği ifade ediliyor.

12 Soruda Af Paketi


2011’DE VERGİ BARIŞI

2011 yılında bu sefer yeni bir vergi affı düzenlemesi gündeme geldi. 18 taksit uygulaması getiren düzenleme 2 ayda bir taksit ödemesi sağladığı için aslında 
vade 36 aya kadar çıktı. 6111 sayılı yasa, hem vergi hem de sosyal güvenlik prim borçlarını yeniden yapılandırdı. Bu pakette yaklaşık 300 kalemde af sağlandı. 
Elektrik, su borcu da dahil birçok borç için yeniden yapılandırma imkanı getirildi. Şirketlere matrah artırımı ve stok affı da sağlandı. Son taksidi 30 
Mart 2014’de ödendi. Ödenmeyen taksitler için de son tarih 30 Nisan 2014’dü.

2013’TE YENİ VARLIK BARIŞI

Yeni bir varlık barışı gündeme geldi. Türkler’in yurtdışında 130 milyar dolarlık parası olduğu ve bu paranın yurtiçine getirilmesi için getirildiği söylenen 
varlık barışına başvuru 31 Ekim 2013 tarihinde sona erdi. 69.8 milyar lira beyan edildi. 1.4 milyar lira vergi tahakkuk ettirildi ve bu tutarın 209.2 milyon 
lirası tahsil edildi. Beyan edilip, Türkiye’ye getirilip vergisi ödenen tutar 10.5 milyar lira oldu. 

YORUM;
‎05‎.‎06‎.‎2014‎ ‎10‎:‎37‎:‎51 

Zamanında vergi borcunu ödeyenlerin sucu nedir? Calisanlarin brut maaslarindan duzenli kesiliyor Ya bunlarin sucu nedir? Bu sekilde af cikararak vatandasa 
" Af  cikar" nasil olsa diye telkin yapilmis oluyor. Odeyecek sahisda odemiyor. Duzenli odeyenlere vatandasa indirim yapilmasi lazim hic olmaz sa... Bu kadar 
sık Af bence adil degil ! 


***


***

(30)   Yabancı Asker Kabulüne ilişkin '' Başbakanlık Tezkeresi '' Meclis'te Reddedildi. ( 1 MART TEZKERESİ BAKINIZ )





















Yandaki manşetler, köklü bir medya kuruluşunun 01 Mart 2003 tarihinde TBMM’de, Irak’la ilgili hükümet tezkeresinin oylaması neticesinde çıkan kararı ile ilgili.

Görüldüğü gibi manşetin birinde tezkerenin kabul edildiği belirtilirken, dakikalar sonra ikinci manşette tezkerenin reddedildiği söyleniyor.

Uzaktan bakıldığında Türkiye’nin durumu da bu manşetler kadar ciddiyetsiz ve zıtlıklar ile dolu gözüküyor.

Önce hükümete sormak lazım: 

Madem az da olsa meclisten geçmeme ihtimali vardı, neden ilk başta ABD’ye askeri üslerde inceleme izni verdiniz? Neden ABD’nin, Türk üs ve havaalanları ile limanlarını kullanılması ve Türk topraklarına 50 bin kadar asker sokması konularındaki “Mutabakat Zaptını” imzaladınız. Neden ABD’nin Mersin ve İskenderun limanlarını kullanmasına ve bu limanlara gemiler yükü askeri malzeme yığmasına peki dediniz? 

TBMM’nin sayın üyeleri. 22 gün kadar önce, 06 Şubat 2003’de, kapalı oturumda 308 kabul, 193 ret ve 9 çekimser oyla Irak konusunda askeri üs ve limanların modernizasyonu ile ilgili Hükümet'e yetki veren tezkereyi kabul eden sizler değil miydiniz? O gün kabul oyu veren 308 üyeden 44’ünün bugün ret veya çekimser oy vermesinin nedeni ne olabilir ki? 

Sayın bakanlar, sayın milletvekilleri. Bu kararları verirken, bunun Türkiye’nin savaşa katılması ile ilgili ilk adımlar olduğunu bilmiyor muydunuz? Bu kadar görüşme ve pazarlık yaptıktan, adamlara bu kadar malzemeyi yığdırtıp bu kadar hazırlık yaptırdıktan sonra gelinen noktayı devlet olmanın ciddiyeti ile bağdaştırıyor musunuz?

Öyle bir düzenleme yaptınız ki, sadece Amerikan askerine değil, kendi askerimize de tahdit koydunuz...

Bizi biraz ferahlatan bir husus var. 

Türkiye’nin ABD ile görüşmelerinde isteklerini elde edemediği, Kuzey Irak’taki “Muhalefet” yönetiminde Türkmenlere yer verilmeyişin de Türkiye’de hayal kırıklığı yarattığı ve TBMM’de tezkerenin bu sebeple geçmediğine dair kulağımıza gelen bir söylenti var ki, temennimiz bu duyumun doğru olduğudur.

İster “at pazarlığı”, isterlerse de “koyun pazarlığı” desinler hiç önemli değil. Devletlerin önce kendini ve kendi vatandaşlarının çıkarlarını kollamalarından daha doğal bir şey olamaz. Bunun onur kırıcı hiç bir yönü yok. Ayrıca pazarlığın sadece para konusunda olmadığı da malum...

Bu duyum doğru değilse, milli müesseseleri arasında ve hatta bunların kendi içinde aykırılıkları bariz bir şekilde hissedilen, taşın altına ellerini sokmamak için taktikler üreterek pası birbirlerine atan kurumları ile Türkiye’nin hali uzaktan çok çirkin bir manzara veriyor.

Savaşa katılalım veya katılmayalım, içimizdeki hesaplar ne olursa olsun, milli meselelerde bütünleşmeli ve tek vücut halinde hareket etmeliyiz. Büyük devlet olmanın gereği bu bütünlükten geçer.



















Manşetlerle Gelişmeler: (Hürriyet Gazetesi'nden)

10 Ocak 2003
Başbakan Abdullah Gül, üslerde keşif incelemesine izin verdiklerini açıkladı. Gül, 150 kişilik ABD'li bir ekibin, 13 Ocak tarihinden itibaren Türkiye'ye gelerek inceleme yapacağı bildirildi. 







15 Ocak 2003
Türkiye'deki üs ve limanları inceleyen 150 kişilik Amerikalı uzman heyet, dün, Mardin Havaalanı ile Mersin ve Silifke limanlarını, bugün de Sabiha Gökçen Havaalanını inceledi. 










17 Ocak 2003
20 ABD'li uzman, dün sürpriz bir kararla Mersin'in Tarsus İlçesi'nde stratejik noktadaki Yenice İstasyonu'nda "saha çalışması" yaptı. Fotoğraf ve film çeken uzmanlar, konteyner sahasını da inceledi. 








31 Ocak 2003
Milli Güvenlik Kurulu toplantısından, Irak operasyonunda ulusal çıkarların korunması için, TBMM'ce gerekli görülen askeri önlemlere işlerlik kazandırmaya yönelik kararların alınmasını tavsiye kararı çıktı. 











05 Şubat 2003
Başbakan Gül, "Artık stratejik ortağımız ABD ile beraber hareket etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Günah bizden gitti" dedi.








06 Şubat 2003
Meclis'te Irak konusunda askeri üs ve limanların modernizasyonu ile ilgili Hükümet'e yetki veren tezkere kapalı oturumda 308 kabul, 193 ret ve 9 çekimser oyla kabul edildi. 










08 Şubat 2003
Türkiye ve ABD 6 üssün kullanılması ve Türk topraklarına 50 binden fazla asker sokulmaması konularında anlaştı. Anlaşma TBMM'nin onayından sonra yürürlüğe girecek. 









21 Şubat 2003
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Anayasa'nın yabancı silahlı kuvvetlerin ülkeye kabulü konusunda TBMM'nin karar alabilmesi için, uluslararası yasallık koşulunun yerine getirilmesi gereğinin altını çizdi.











23 Şubat 2003
Limanın kuşbakışı görüntüsü askeri karargáhı andırıyor. İncirlik Üssü'nde görevli 290 ABD askerinin de sevk edildiği limandaki durumun görünmemesi için konteynerlerle perdeleme yapıldı.








24 Şubat 2003
Bakanlar Kurulu, Başbakan Abdullah Gül'ün başkanlığında toplandı. Toplantıda, Türkiye'de yabancı asker bulundurulması ve yurtdışına asker gönderilmesine ilişkin tezkerenin görüşülmesi bekleniyor.












28 Şubat 2003
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in başkanlığındaki MGK toplantısında, Irak ve Kıbrıs sorunu ele alındı. 4.5 saat süren toplantıda hükümete tavsiye kararı 
çıkmadı. 









01 Mart 2003
TBMM olağanüstü toplantısında Türk askerinin yurtdışına gönderilmesi ve yabancı ülke askerlerinin Türk topraklarında bulunmasına ilişkin tezkere reddedildi.









***

(31)   " 1 Mart Tezkeresi "


***

(32)  TURGUT ÖZALIN DAVET ETTİĞİ  " Çekiç Güç "ü başımızdan defedememiştik.,

A)  NECMETTİN ERBAKAN KONUŞMASI ; 


B) MUHSİN YAZICIOĞLU KONUŞMASI ;


C) ERBAKAN ÇEKİÇ GÜCÜ KOVDU/ERDOĞAN NATO'YLA ORTADOĞUYU İŞGAL ETTİ.
   

D) ERDOĞAN’IN ‘ÇEKİÇ GÜÇ’ YALANI


***

(33)  Annan Planı;

PDF ; FORMATINDA  PC  NİZE (  BİLĞİSAYARINIZA İNDİREREK İNTERNET ORTAMI  DIŞINDA İÇERİĞİ OKUYUNUZ..,)


***

(34)  Abdullah Gül başkanlığındaki 58. Hükümet istifa etti.


***

(35)  59. Türkiye Hükûmet NASIL KURULDU;


***


(36)   Amerika Erdoğan'ı Erbakan'ın yerine o tarihten bu yana hazırlamıştı. !

Amerika’nın Türkiye büyükelçisi ve CIA’nın ünlü darbe uzmanı Morton Abramowitz, Tayyip Erdoğan ile 15 ekim 1996’da görüştü. 
Abramowitz, Tayyip Erdoğan’ı “Türkiye çapında liderliğe teşvik” ediyordu. 
Yıllar öncesinden bu bilgiye ulaşmış olan Aydınlık Gazetesi’de temiz bir kaynak olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur. 
Zira böyle gizli bilgiler nasıl, kimin aracılığıyla bu veya buna benzer gazetelerin eline geçmektedir.



"CİA ' nin tayyip erdoğan hazirliği
Tayyip Erdoğan, 27 Mart 1994 seçimlerinde istanbul büyükşehir belediye başkanı oldu. amerika'nın türkiye büyükelçisi ve cia'nın ünlü darbe uzmanı morton abramowitz, tayyip erdoğan ile 15 ekim 1996'da görüştü. abramowitz, tayyip erdoğan'ı "türkiye çapında liderliğe teşvik" ediyordu

 ( RTE 'nin BOP 'un eşbaşkanı olduğunu itiraf etmesi)


***
(36)   Amerikan-İngiliz koalisyonu ;


***

(37)   1991 Körfez Savaşı ;


***

(38)   " Embedded Journalists " yani ordu ile birlikte hareket eden, 

İliştirilmiş gazetecilik (embedded journalism) nedir?
embedded_journalism

CEMAL TUNÇDEMİR

6 Ocak 2014

İliştirilmiş gazetecilik (Embedded Journalism), savaş ve sıcak çatışma alanlarında, çatışmanın bir tarafındaki askerlerle beraber hareket eden ve savaşı onların açısından görüp yansıtan muhabirler için kullanılan bir deyim. Uygulaması çok daha eski olsa da en pervasız, en tartışmalı kullanımı 2003 yılında başlayan Irak Savaşı’nda oldu. Değişik zamanlarda toplam 775 gazeteci ve fotoğrafçı ABD ordusuna ‘iliştirilmiş’ olarak savaş bölgesine götürülerek, ‘zırhlı araçlar içinden gördükleri savaşı’ ABD kamuoyuna ‘’yansıttılar’’. Neden böyle bir uygulamaya gittikleri sorulan Deniz piyade yarbayı Rick Long, ‘’Açık söyleyeyim, savaşı kazanmak istiyoruz. Ve enformasyon da bu savaşın önemli bir parçası. Biz de enformasyon alanını domine etmek istiyoruz’’ yanıtını verecekti. Haksız çıkmayacaktı. Bu gazeteciler olan biten her şeyi tam da Bush yönetiminin istediği haberlerle yansıttılar. Bu yüzden de Amerikan kamuoyu ve hatta Amerikan devleti, Irak’ta nasıl bir bataklığa saplanmakta olduğunu yıllarca göremedi.

Savaş hattının kendine özgü risk ve tehlikeleri nedeniyle ‘embedded journalism’i kaçınılmaz gören gazetecilik otoriteleri de var buna rağmen şiddetle karşı çıkanlar da… İliştirilmiş gazeteciliği eleştiren medya otoriteleri, bu tür gazetecilere yaptıkları işi ima ettiğine inandıkları şekilde “inbedded journalist (yatağa girmiş gazeteciler)” diyorlar. Reuters adına 2. Dünya Savaşını takip eden ‘iliştirilmiş gazeteci’lerden Charles Lynch, yıllar sonra bir itirafında o yıllardaki gazeteciliğini şöyle anlatacaktı:

Hükümetin propaganda kolu olmuştuk. Başlangıçta hükümetin sensorları bizi yönlendiriyordu. Kısa süre sonra biz kendimiz sensora dönüşmüştük. Hepimiz birer tribün amigosuyduk artık.
Washington Post köşe yazarı David Ignatius ise 2 Mayıs 2010 tarihli köşe yazısında, ‘iliştirilmiş gazeteci’ olarak Irak ve Afganistan’da yaşadıklarını anlattıktan sonra şöyle yakınacaktı: ‘’İliştirilmiş olmanın bir bedeli var. Savaşı bir bütün olarak değil sadece tek bir perspektiften görüyorduk.’’

Ama Ignatius’u asıl endişelendiren günümüzde iliştirilmiş gazeteciliğin savaş haberlerinin ötesinde politik ve kültürel habercilikte bile bir ‘norm’ haline gelmeye başlaması:

‘’Politik ve kültürel tartışmalarda bile gazeteciler bindikleri karavandan görünen kısmı aktarıyor sadece. Sürekli olarak bir politikacının, bir partinin ya da bir sosyal grubun karavanında bulunmanın, savaşta bir tarafın tankında bulunmaktan farkı yok. Elbette, ‘bir parti otobüsüne’ veya ‘bir önemli uçağa’ binen gazeteciler haber kaynağına doğrudan irtibat kazanıyorlar ama bu aynı zamanda da gazetecilikte tarafgirliği besleyip, serbest rekabeti yok ediyor’’.
Ignatius’un bir tecrübesini daha önemsiyorum. Irak işgali başladıktan sadece 2 gün sonra bir grup gazeteciyle kendi kiraladıkları bir arabayla güneyden Irak’a girmişler. Hiç bir askeri koruma altında olmadıkları için oldukça riskli ve tehlikeli bir yolculuk yapmışlar. Ancak o kısacak yolculuk bile ‘iliştirilmiş gazetecilerin’ görmedikleri şeyi görmelerine yetmiş: Yerel halkın ABD güçlerine karşı silahlı isyan hazırlığı içinde olduğunu…

Ignatius ve arkadaşlarının bu yolculuğundan haftalar, savaşın başlamasındansa 2 ay sonra, 1 Mayıs 2003 günü Bush, uçak gemisinin üzerinden ‘zafer kazanıldı savaş bitti’ konuşması yaparken ‘iliştirilmiş gazeteciler’ bu zaferi manşetlerinden coşkuyla taşıdı. Oysa ki ABD’nin küresel itibarını sarsacak ve tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birine sürükleyecek Irak Savaşı daha yeni başlıyordu. Irak’ta ‘gerçek’lerden çok ulusal gururu okşayacak ‘zafer‘in peşine düşen iliştirilmiş gazeteciler doğal olarak bunu göremezdi, gösteremezdi. ‘Nefes’ filminin ünlü cümlesini uyarlayacak olursam, ‘gazeteci uyursa herkes uyur’du.

Bir devlet yönetimi için en büyük yanılgı, oluşturduğu paralel gazetecilik ile akıbetine hükmedebileceğini sanmasıdır. İliştirilmiş gazetecilikle sadece toplumun değil, kendi gözlerini de bağladığını farkettiğinde genelde artık çok geçtir. Vizyoner ve bilge bir yönetim ise, kendisinin ve ülkenin gerçek dostlarının durmaksızın soru sorup, eleştiren gerçek gazetecilik olduğunu bilir.


***

(39)   TRT Logosunun değiştirilmesi,

YENİ TRT  LOGOLARI ;


***

(40)  Cumhuriyet treni yola çıkıyor..,

Cumhuriyet treni yola çıkıyor
Son güncelleme : 13 Ocak 1999 00:00
TRT Çocuk ve Gençlik Vakfı ile Devlet Demiryolları ortak bir projeye imza atıyor. "Cumhuriyet Treni" adlı proje uyarınca demiryolunun geçtiği kasaba ve ilçelerde Atatürk'ün kurduğu çağdaş Türkiye'nin tanıtımı amacıyla 8 etaplık bir tren gezisi…
TRT Çocuk ve Gençlik Vakfı ile Devlet Demiryolları ortak bir projeye imza atıyor. "Cumhuriyet Treni" adlı proje uyarınca demiryolunun geçtiği kasaba ve ilçelerde Atatürk'ün kurduğu çağdaş Türkiye'nin tanıtımı amacıyla 8 etaplık bir tren gezisi programı düzenlendi. 

TRT Genel Müdürü ve TRT Çocuk ve Gençlik Vakfı Başkanı Yücel Yener, konuyla ilgili olarak düzenlediği basın toplantısında, projenin Türkiye Cumhuriyeti açısından çok önemli olduğunu vurgulayarak, "Türkiye'de bugüne kadar hayata geçilmemiş bir olay. Büyük ve güzel bir proje. Kamuoyunun desteğine ihtiyacımız var. Cumhuriyet Treni Ankara'da sefere hazırlanıyor. Bu proje ile cumhuriyetin önemini içte ve dışta layıkıyla tanıtmaya çalışacağız. Bu trende Atatürk dönemini yaşamış, Atatürk'ü tanıyan insanları da bulundurmaya çalışacağız. Ayrıca Cumhuriyet Tren'inde TRT arşivinden sağlanacak görsel malzeme ile o zorlu günleri trenin yolucularına anlatmaya çalışacağız" dedi. Yener ayrıca, TRT tarafından 12 dizilik bir Keloğlan animasyonunun da tamamlanmak üzere olduğunu söyledi. TRT misafirhanesinde düzenlenen TRT Çocuk ve Gençlik Vakfı Yönetim kurulu toplantısına Başkan Yücel Yener'in yanısıra yönetim kurulu üyeleri İbrahim Arıkan, Latif Mutlu , Abdullah Tüzel, Şener Tokcan ve Hülya Ay da katıldılar.

GÜZERGAH

Cumhuriyet Treni buharlı lokomotifi Atatürk'ün yurt gezilerini yaptığı ve içinde özel eşyalarının bulunduğu sahanlı vagonun bir kopyasından oluşuyor. Vagonda kurtuluş savaşı sırasında demiryollarını anlatan bir fotograf sergisi, yine kurtuluş savaşını anlatan video gösterilerinin sunulacağı bir de sinema vagonu bulunuyor. Mart-23 Nisan 1999 tarihleri arasında birinci etap için yola çıkacak olan Cumhuiyet Treni sekizinci etabını 25-31 Aralık tarihleri arasında tamamlayacak. Edirne-Karaağaç-Mandıra-Kırklareli-İstanbul-Eskişehir-Ankara güzergahı ile Cumhuriyet turuna başlayacak olan Cumhuriyet Treni Kırıkkale-Ankara etabı ile turunu sona erdirecek.


***

(41)  ADALI HÜSEYİN ( YAPARIZ )  İÇERİĞİ NE BAKALIM ;

ADALI HÜSEYİN

Aşağıdak naklettiğimiz olay tamamen gerçektir. İşgal yıllarında Antalya'da cereyan etmiş, günlerce mahalli basında, İstanbul gazetelerinde yer almış, pek çok ümitsiz gönle heyecan vermiştir. Biz başka bir siteden aldık, aynen yayımlıyoruz:

EFENDİM, ADALI HÜSEYİN, ANTALYA’DA YAŞIYAN, 2 METREYE YAKIN BOYU, DEV CÜSSESİ İLE ETRAFA DEHŞET SAÇAN BİR KÜLHANBEYİDİR. OKUMASI-YAZMASI YOKTUR. DÜZENLİ BİR İŞİ YOKTUR... ATADAN, ANADAN KALMA GELİRİ DE YOKTUR... NEREDE AKŞAM, ORADA SABAH YAŞIYAN BİRİDİR.

GÜNÜN BİRİNDE ŞEYTANA UYUP, MÜNAKAŞA ETTİĞİ ADAMI ÖLDÜRÜR... ZAPTİYE ONU YAKALAR, MAHKEMEYE ÇIKARIRLAR... ADALI HÜSEYİN MERT ADAMDIR, ÖYLE ÇAMURA YATMAZ... SUÇUNU İTİRAF EDER... MAHKEME DE ONU İDAMA MAHKÛM EDER!..

DEVİR MİLLÎ MÜCADELE DEVRİDİR... ANTALYA İTALYANLAR'IN İŞGÂLİ ALTINDADIR.

TAM ADALI HÜSEYİN’İN İDAM EDİLECEĞİ GÜNÜN GECESİNDE, KAYMAKAMIN YANINA ÜÇ KİŞİ GELİR... BUNLARDAN BİRİSİ İHTİYAR KENDİ HALİNDE BİR ADAMDIR... İDAM SAATİNE KADAR ORADA BEKLEMEK İÇİN KAYMAKAMA YALVARIR...

DİĞER İKİSİ, İTALYAN İŞGÂL KUVVETLERİ KUMANDANI GENERALİN YAVERİ İLE, ONUN TERCÜMANIDIR... YAVER, TERCÜMANIN AĞZINDAN KAYMAKAMA ADALI HÜSEYİN’İ İDAM EDEMİYECEKLERİNİ SÖYLER!..

KAYMAKAM SORAR:

- "NEDEN EDEMİYELİM?.. ADALI HÜSEYİN ADAM ÖLDÜRDÜ, MAHKEMEDE ÂDİL BİR ŞEKİLDE YARGILANDI VE İDAMA MAHKÛM EDİLDİ... SABAHA KARŞI ASILACAK!.."

YAVER CEVAP VERİR:

- "ASAMAZSINIZ, ÇÜNKÜ ADALI HÜSEYİN DOĞUM YERİ İTİBARİYLE BİZİM VATANDAŞIMIZDIR!.. ONU ALIP GÖTÜRMEYE GELDİK!"

ÜLKE İŞGÂL ALTINDADIR... ÜSTELİK, İŞGÂL OLMASA DA, LÂNET OLASI TANZİMAT YASALARI GAVURLARA BU TÜR HAKLAR TANIMIŞTIR. ADAMIN ELİNDE İSTANBUL'DAN ALINMIŞ AF BERATI VARDIR... KAYMAKAM ÇARESİZ., İÇİNDEN LÂNET OKUYARAK NÖBETÇİLERE ADALI HÜSEYİN’İ YANINA GETİRMELERİNİ EMREDER...

ADALI HÜSEYİN ELLERİNDE AYAKLARINDA ZİNCİRLER, DEV CÜSSESİYLE HEPSİNE TEPEDEN BAKARAK GÜLER:

- "NE O, SEYRE Mİ GELDİNİZ?"

KAYMAKAM SİNİRLİ BİR SESLE:

- "ÇÖZÜN ŞU İTİN ZİNCİRLERİNİ!" DİYE EMİR VERİR... ADALI HÜSEYİN‘E DE TERS TERS BAKARAK:

- "ARTIK SERBESTSİN!" DER… ADALI HÜSEYİN İNANAMAZ:

- "AMAN KAYMAKAM BEY, ALAY ETME BENİMLE!"

AMA ZİNCİRLERİ GERÇEKTEN ÇÖZÜLÜNCE, GÖZLERİ IŞILDAR.

- "KAYMAKAM BEY, ALLAH SENDEN RAZI OLSUN... ALLAH DEVLETE ZEVAL VERMESİN,"

DİYE DUA EDER... KAYMAKAM DAHA DA SİNİRLENİR:

- "SEN BİZİM DEVLET DEĞİL, KENDİ DEVLETİNE TEŞEKKÜR ET... BİZİM DEVLETE KALSAYDI, SENİ ŞİMDİ ÇOKTAN ASMIŞTIK!."

ADALI HÜSEYİN ŞAŞIRIR:

- "KİMMİŞ BENİM DEVLETİM?"

- "SEN NERDE DOĞDUN?"

- "ANAM BENİ TERME ADASINDA DOĞURMUŞ..."

- "İYİ... TERME ADASININ ŞİMDİKİ SAHİBİ İTALYA, SENİN ŞİMDİKİ DEVLETİN... BU İTALYANLAR DA SENİ ALIP GÖTÜRMEYE GELMİŞLER!"

BU SÖZ ÜZERİNE TERCÜMAN YILIŞIR:

- "TERME’DEKİ KARDEŞİNİZ RÜSTEM, SİZİN KURTARILMANIZ İÇİN İŞGÂL KUVVETLERİ KUMANDAN HAZRETLERİNE BAŞVURDU... KUMANDAN HAZRETLERİ DE SİZİN SERBEST BIRAKILMANIZ GEREKTİĞİ KARARINA VARDI... SİZ, HER NE KADAR ŞİMDİ GENERAL HAZRETLERİNİN DİLİNİ BİLMİYORSANIZ DA, ZARARI YOK... YAKINDA TERME ADASINA GİDECEK, YILLARDIR HABER ALMADIĞINIZ AKRABALARINIZI GÖRECEKSİNİZ... KISA ZAMANDA DİLİMİZİ ÖĞRENECEKSİNİZ... O ZAMAN KENDİSİNE TEŞEKKÜR EDERSİNİZ,"

DER... VE ADALI HÜSEYİN’İ KOLUN TUTUP ODADAN ÇIKARMAYA YELTENİR... KÖŞEDE BİR SÜREDİR SAKİN BEKLEMEKTE OLAN İHTİYAR, ELİNİ KOYNUNA SOKAR, VE AYAĞA KALKAR...

ANCAK ADALI HÜSEYİN, ŞÖYLE BİR SİLKİNİP KOLUNU İTALYAN’IN ELİNDEN KURTARIR VE KÜKRER:

- "SEN O GENERALE SÖYLE... BEN AŞAĞILIK BİR SERSERİYİM!.. ALLAH’IN BİLDİĞİNİ KULDAN NE SAKLIYAYIM!.. YAPMADIĞIM KÖTÜLÜK KALMAMIŞ, ÜSTELİK SON OLARAK DA ELİMİ BİR DİN KARDEŞİMİN KANINA BULAMIŞIMDIR. İSTEMEZDİM, AMA OLDU... KADER İŞTE!"

- "ANCAK TAHAMMÜL ETMİYECEĞİM ŞEY, BENİM DEVLETİMİN İŞLERİNE ECNEBİLERİN BURNUNU SOKMASIDIR!.. BENİM DEVLETİM, BENİ İDAMA MAHKÛM ETMİŞ!.. HAKSIZ BİLE OLSA, BENİM DEVLETİMİN KANUNU, BENİM DEVLETİMİN KARARI!.. "

- "SEN BU DEDİKLERİMİ BİR BİR GENERALİNE SÖYLE... TERME’DEKİ NAMUSSUZ KARDEŞİME DE SÖYLE!... BENİM OKUMAM YAZMAM YOKTUR, LUGATLİ DE KONUŞAMAM!.. AMA BİR KELİMEYİ İYİ BİLİRİM: İSTİKLÂL!"

- "SÖYLE ONLARA!.. DE Kİ, ADALI HÜSEYİN, KENDİ DEVLETİNİN İDAM CEZASINI, ÜLKESİNİN İSTİKLÂLİNİ YOKETMEYE GELMİŞ İŞGÂLCİ GAVURLARIN SAĞLADIĞI SÖZDE HÜRRİYETE TERCİH ETTİ!"

SONRA KAYMAKAM’A DÖNÜP,

- "HADİ, BU DENSİZLER GELİP BÖYLE BİR TALEPTE BULUNDU... SİZLER, SİZİN GİBİ OKUMUŞ, BU RÜTBEYE, BU MEVKİE GELMİŞ İNSANLAR, NASIL BUNA EVET DER?.. NASIL KENDİ DEVLETİNİN KANUNLARINI, YABANCILAR İSTEDİ DİYE ÇİĞNER DE, HAYSİYETİNİ AYAKLAR ALTINA ALIR?."

ARKASINDAN :

- "BU MU BENİM AF FERMANIM?"

DİYEREK KAYMAKAMIN ELİNDEKİ AF KÂĞIDINI ALIR, YIRTAR, YERE ATAR!.. SONRA :

- "NE BEKLİYORSUNUZ KAYMAKAM BEY?.. GÖREVİNİZİ YAPIN!"

DİYEREK ELLERİNİ TEKRAR ZİNCİRLERE UZATIR... ODADAKİ TÜRKLER GÖZYAŞLERINI TUTAMAZKEN, KÖŞEDE DURAN İHTİYAR YAKLAŞIR, KOYNUNDA GİZLEDİĞİ HANÇERİ ÇIKARIR VE DER Kİ:

- "ADALI HÜSEYİN!.. BEN O ÖLDÜRDÜĞÜN DELİKANLININ BABASIYIM... BURAYA İDAMINI GÖRMEYE, EĞER EZKAZA KURTULURSAN SENİ ÖLDÜRMEYE GELMİŞTİM!.. BU HERİFLER SENİ SERBEST BIRAKTIRDIKLARI ANDA KALKIP HANÇERİ GÖĞSÜNE SAPLIYACAKTIM... ÇÜNKÜ SEN BENİM ÇİĞERİMİ DAĞLADIN. GÖZÜM GİBİ SEVDİĞİM OĞLUMU ELİMDEN ALDIN!.."

- "NE VAR Kİ, AZ ÖNCE SÖYLEDİKLERİN YÜREĞİMDEKİ BÜTÜN KİNİ SİLDİ GÖTÜRDÜ... BİR OĞUL KAYBETMİŞTİM, ŞİMDİ BİR OĞUL KAZANDIM. GEL, SENİ BAĞRIMA BASAYIM!"

ARTIK KİMSE GÖZYAŞLARINI TUTAMAZ... İTALYANLAR BİLE BU DUYGULU SAHNE KARŞISINDA SÖYLİYECEK SÖZ BULAMAZLAR... BİR KAÇ DAKİKA SONRA ADALI HÜSEYİN, KENDİNİ DERTLİ BABANIN KOLLARINDAN SIYIRARAK ŞÖYLE DER:

- "HADİ BEYLER, İŞİMİZE BAKALIM!"

VE GİTTİKÇE DEVLEŞEREK, BULUNDUKLARI ODANIN KARŞISINDA, HAPİSHANENİN BAHÇESİNDE KURULU DARAĞACINA DOĞRU YÜRÜR!..

***
TRT bu muhteşem olayı film yaptı, "İSTİKLÂL" adıyla yayınladı. TANJU KOREL, rahmetli ADALI HÜSEYİN'i çok güzel canlandırmıştı.

ALLAH, ADALI HÜSEYİN gibilerinin tüm günahlarını affetsin!.. Gani gani mahmet eylesin!.. Meçhul mezarına nur yağsın!

ALLAH, gavurdan medet umanlara da dünyada ve ahırette gün yüzü göstermesin!


***

(42)  KEMAL UNAKITAN DÖNEMİ ; 


***
(43)  2003 Irak Savaşı Görüntüleri 1


***
(44)  2003 Irak Savaşı Görüntüleri 2


***

(45)  Tomahawk Füzesi ve İLĞİNÇ GELİŞMELERİ ;



Viranşehir'e Tomahawk düştü,

28 Mart 2003 

Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesine bağlı Dağyağı Köyü Büyükmedres Mezrası yakınlarına bir Tomahawk füzesi düştü. Daha önce de Urfa'nın Birecik ilçesine yakınlarına yolunu şaşıran iki Tomahawk düşmüş, bunun üzerine Türk hava sahası füzelere kapatılmıştı.

Şanlıurfa'nın Viranşehir İlçesi'ne bağlı Dağyağı Köyü Büyükmedres Mezrası yakınlarına saat 03.00 sıralarında Tomahawk füzesi düştü. Olayda ölen ve yaralanan olmadı.

4 PARÇA PATLAMAMIŞ FÜZE

Şanlıurfa Valiliği, bölgede dört ana parça halinde patlamamış füzeye ait olduğu tahmin edilen parçalar düştüğünü bildirdi.

Sabah saatlerinde merkeze bağlı Dağyanı Köyü'ne bağlı Büyükmedres Mezrası'ndaki vatandaşlar ''Alo 156 Jandarma''yı arayarak, mezralarına füze düştüğü yolunda ihbarda bulundular.

Bunun üzerine olay yerine giden jandarma ekipleri, mezranın 300 metre batısında ekili araziye, yaklaşık 1 kilometre çapında bir alana yayılmış 4 ana parça halinde patlamamış füzeye ait olduğu tahmin edilen parçalar düştüğünü belirledi.

Jandarma ekiplerinin, çevrede güvenlik şeridi oluşturduğu, olay yerine kimsenin yaklaştırılmadığı ve uzman ekip beklendiği bildirildi.

Bilindiği gibi 23 Mart günü de Akdeniz'deki Amerikan gemisinden atılan, ancak hedef şaşıran iki Tomahawk füzesi, Şanlıurfa'nın Birecik İlçesi'ne bağlı Özveren Köyü ile Viranşehir İlçesi'ne bağlı Ayaklı Köyü yakınlarına düşmüştü.

RADYOAKTİF  MADDE İÇERİP İÇERMEDİĞİ ARAŞTIRILIYOR

Şanlıurfa'nın Viranşehir İlçesi'ne bağlı Ayaklı köyü yakınlarına düşen güdümlü merminin ''radyoaktif'' madde içerip içermediği inceleniyor.

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na (TAEK) bir yazı yazarak, Ayaklı köyü yakınlarına düşen güdümlü merminin ''radyoaktif'' olma ihtimali bulunduğunu belirterek, konunun incelenmesini istedi.

Bölgede radyoaktivite ölçümlerine başlayan TAEK, sonuçları yaklaşık 1 hafta içinde Sağlık Bakanlığı'na bildirecek.

Sağlık Bakanlığı, çevre kirlenmesinin boyutunun ve bölgede radyoaktif madde bulunup bulunmadığının araştırılmasının ardından bölgedeki ve civar köylerdeki kanser vakalarını incelemeye alacak.

Bakanlık, 10 yıl içinde Ayaklı köyü ve civar köylerdeki kanser vakalarında orantısal bir artış tespit ederse ABD'ye tazminat davası açacak.

Radyoaktif maddeler uzun vadede, kan, cilt, kemik, troid, lenf, akciğer, beyin, testis kanserlerine yol açıyor.

Ayaklı köyüne 1 metre 30 santim uzunluğunda bir güdümlü mermi düşmüş, gövdesi parçalanmış, çekirdek kısmı ise yaklaşık 3 metre genişliğinde bir çukur açmıştı.


***


 (46) Geçici Vergi Nedir ? Geçici Vergi Uygulaması Nasıl Yapılmalıdır ?

- 01/01/2015 - 

Geçici Vergi, Maliye Bakanlığının iş dünyasından almış olduğu kazanç vergileridir. Kazançların vergilendirilmesiyle ilgili süreçlerden birini oluşturmaktadır. Devlet, bir takvim yılı boyunca işletmelerin elde etmiş oldukları kazançlardan bir yıl sonra vergi alacağını tahsil eder.

Geçici vergi, kamunun dolaysız vergi gelirlerinde en önemli kalem olan gelir ve kurumlar vergisini, öncelikle enflasyona karşı korumaya yönelik ve üç ayda bir talep ettiği, süresinde ödenmeyen vergi tutarına aylık  gecikme zammı işletilen,  1999 yılında ekonomik gerçeklere uygun hale getirilerek temel hükümleri bu günkü halini almış, niteliği itibari ile nihai vergileme özelliği taşımayan endirekt vergi bir çeşididir. Gelir Vergisi Kanunu’nun mükerrer 120. maddesinde düzenlenmiştir.  Kurumların ödeyecekleri  Geçici  Vergi’nin hesabında da Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 25/2 maddesinin açık atfı dolayısıyla Gelir Vergisi Kanunu’nda yazılı düzenleme uygulama alanı bulmaktadır. Geçici Vergi’nin oranı, Gelir Vergisi mükellefleri için yüzde 15, Kurumlar Vergisi mükellefleri için yüzde 20 dir.

Mevcut geçici vergi uygulaması, 01.01.1999 tarihinden itibaren başlamış, gerçek usulde vergilendirilen gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin, gelir ve kurumlar vergisine mahsuben (Ocak, Şubat, Mart), (Nisan, Mayıs, Haziran), (Temmuz, Ağustos, Eylül), (Ekim, Kasım, Aralık)  üçer aylık kazançları üzerinden hesaplanan bir vergi türüdür. Her ne kadar üçer aylık denilmesine rağmen, geçici vergi matrahları Mart, Haziran, Eylül ve Aralık ayları sonunda hazırlanan gelir tablosu üzerinden, Ocak ayından başlamak üzere  hesaplanır ve beyan edilir.

Geçici Vergi Kapsamına Giren Kazançlar

* Gelir vergisi mükelleflerinden geçici vergi kapsamında yer alanlar;

Gerçek usulde vergilendirilen bilanço veya işletme hesabı esasına göre defter tutan ticari kazanç sahipleri, serbest meslek erbabı, kollektif şirket ortakları, Adi komandit şirketlerin komandite ortakları, ticari veya serbest meslek kazancı sahibi adi ortaklığın ortakları.

* Kurumlar vergisi mükelleflerinden geçici vergi kapsamında yer alanlar;

– Sermaye şirketleri (Anonim, Limited ve Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler ile benzer nitelikteki yabancı kurumlar) ,  Kooperatifler,

– İktisadî kamu kuruluşları, Devlete, il özel idarelerine, belediyelere, diğer kamu idarelerine ve kuruluşlarına ait veya bağlı olup, faaliyetleri devamlı bulunan ve birinci ve ikinci fıkralar dışında kalan ticarî, sınaî ve ziraî işletmeler iktisadî kamu kuruluşudur,

–  İktisadî kamu kuruluşları ile dernek veya vakıflara ait iktisadî işletmelerin kazanç amacı gütmemeleri, faaliyetlerinin kanunla verilmiş görevler arasında bulunması, tüzel kişiliklerinin olmaması, bağımsız muhasebelerinin ve kendilerine ayrılmış sermayelerinin veya iş yerlerinin bulunmaması mükellefiyetlerini etkilemez. Mal veya hizmet bedelinin sadece maliyeti karşılayacak kadar olması, kâr edilmemesi veya kârın kuruluş amaçlarına tahsis edilmesi bunların iktisadî niteliğini değiştirmez.

– Yabancı devletlere, yabancı kamu idare ve kuruluşlarına ait veya bağlı olup, yukarıdaki ilk fıkra dışında kalan ticarî, sınaî ve ziraî işletmeler, iktisadî kamu kuruluşu gibi değerlendirilir.

– Dernek veya vakıflara ait iktisadî işletmeler (sendikalar dernek; cemaatler ise vakıf sayılır),

–  İş ortaklıkları: Yukarıdaki fıkralarda yazılı kurumların kendi aralarında veya şahıs ortaklıkları ya da gerçek kişilerle, belli bir işin birlikte yapılmasını ortaklaşa yüklenmek ve kazancını paylaşmak amacıyla kurdukları ortaklıklardan bu şekilde mükellefiyet tesis edilmesini talep edenler iş ortaklıklarıdır. Bunların tüzel kişiliklerinin olmaması mükellefiyetlerini etkilemez.

Adi ortaklıklar,  kollektif şirketler ve adi komandit şirketler, ortaklık olarak gelir veya kurumlar vergisi  mükellefi olmadıklarından geçici vergi mükellefi değillerdir.

Ancak adi ortaklıklar ile kollektif şirketlerde ortakların, komandit şirketlerde komandite ortakların elde ettikleri kazançlar geçici verginin konusuna girmektedir.

Kimler Geçici Vergi Ödemez ?

Tasfiye halindeki kurumlar vergisi mükellefleri tasfiye dönemlerinde,
 Basit usulde vergilendirilen gelir vergisi mükellefleri,
Yıllara sari inşaat  ve onarma işi yapanlar,
Ücret geliri elde edenler, menkul ve gayrimenkul sermaye iradı sahipleri,
Zirai kazanç sahipleri, diğer kazanç ve irat elde edenler,
Kazançları vergiden istisna edilen serbest meslek erbabı,
Noter bulunmayan  yerlerde Adalet Bakanlığı’nca geçici yetkili noter  yardımcısı olarak görevlendirilenler geçici vergi ödemezler.
Ancak yıllara sari inşaat onarma işi yapanlar ile geçici noterlik görevini ifa edenler, bu işlerinden elde ettikleri kazançları dışında kalan ticari veya mesleki kazançları  nedeniyle geçici vergi ödemek zorundadırlar.

İşi bırakma veya tasfiye hallerinde işin bırakıldığı veya tasfiyeye girildiği tarihin içinde bulunduğu geçici vergi dönemin sonuna kadar olan sürede son geçici vergi beyannamesi verilir.

Geçici Verginin Eksik Beyan Edilmesi Durumunda Ne Yapılması Gerekir?

Geçmiş dönemlere ilişkin geçici verginin % 10’nu aşan tutarda eksik beyan edilmesi durumunda eksik beyan edilen kısım için, yapılacak re’sen veya ikmalen tarhiyat sonucunda vergi ziyaı cezası ile gecikme faizi uygulanır. % 10’luk yanılma payının beyan edilmesi gereken (beyan edilmiş olan değil) geçici vergi matrahı üzerinden hesaplanması gerekir.

Geçici Verginin Dönemleri, Beyan Tarihleri ve Ödeme Zamanları

Dönemler Beyan Tarihi Ödeme Zamanı


1.Dönem (Ocak, Şubat, Mart) 14 Mayıs akşamına kadar 17 Mayıs akşamına kadar
2.Dönem (Nisan, Mayıs, Haz.) 14 Ağustos akşamına kadar 17 Ağustos akşamına kadar
3.Dönem (Temmuz,Ağus.Eylül) 14 Kasım akşamına kadar 17 Kasım akşamına kadar
4.Dönem (Ekim, Kasım, Aralık) 14 Şubat akşamına kadar 17 Şubat akşamına kadar
İşe başlama, işi bırakma veya hesap döneminin değişmesi gibi durumlarda
i) İşe başlamada, işe başlanılan tarihin içinde bulunduğu geçici vergi dönemin sonuna kadar olan sürede ilk geçici vergi beyannamesi verilir.
ii) İşi bırakma veya tasfiye hallerinde işin bırakıldığı veya tasfiyeye girildiği tarihin içinde bulunduğu geçici vergi dönemin sonuna kadar olan sürede son geçici vergi beyannamesi verilir.
iii) Hesap döneminin değişmesi halinde yeni hesap döneminin başladığı tarihe kadar olan süre, ara dönem geçici beyan süresi olarak kabul edilir ve bu şekilde ki dönem ayarlamaları vergi dairelerinin sicil servisleri tarafından gerekli şekilde Vedop sisteminde kayda alınır.

Ödenmeyen Geçici Verginin Mahsubu Hakkında Açıklamalar

Yukarıda yer verilen ilk üç dönemde tahakkuk eden geçici vergiler ödenmese bile, sonraki dönemlerde hesaplanan geçici vergiden mahsup edilebilir. Fakat ödenmeyen geçici vergilerin, yıllık beyanname üzerinden hesaplanan kurum ya da gelir vergisinden mahsup imkanı bulunmamaktadır.

Ödenmeyen geçici vergi yıl sonunda hesaplanan gelir veya kurumlar vergisinden mahsup edilemez. Mahsup edilemeyen ve terkin edilen geçici vergi tutarına, vade tarihinden terkin edilmesi gereken tarihe  (gelir vergisi mükellefleri için 1 Mart, kurumlar vergisi mükellefleri için 1 Nisan) kadar gecikme zammı uygulanır. (Gecikme zammı oranı aylık % 1,95)

Ödenmeyen geçici verginin muhasebe kaydında ortaya çıkan sorunların bir çoğunun temelinde, geçici vergiye ait tahakkuk kaydının yapıl-a-madan, verginin ödenmesi ile beraber “193.Peşin Ödenen Vergiler ve Fonlar” hesabının kullanılmasının sebep olduğu görülmektedir.

Ödenmeyen Geçici Verginin Sehven Kurum veya Gelir Vergisinden Mahsup Edilmesi

Üçer aylık kazançlar üzerinden tahakkuk ettirilmiş ancak tahsil edilmemesi dolayısıyla yıllık beyanname üzerinden hesaplanan gelir veya kurumlar vergilerinden mahsup imkanı bulunmayan geçici vergi tutarları terkin edilecektir. Terkin edilen geçici vergi tutarına, vade tarihinden terkin edilmesi gereken tarihe kadar gecikme zammı uygulanacaktır. Terkin edilmesi gereken tarihler; gelir vergisi mükellefleri için takip eden yılın 1 Mart günü, kurumlar vergisi mükellefleri için ise takip eden yılın 1 Nisan günüdür.

Takvim yılı içerisinde tahakkuk eden geçici vergilerin, vadelerinde ve yukarıda detayına yer verilen terkin tarihlerine kadar ödenmemiş olmasına rağmen, gelir veya kurumlar vergisinden sehven mahsup edilmesi durumunda;

a) Eğer yapılan hata gelir veya kurumlar vergisinin beyan döneminin sonuna kadar fark edilerek düzeltme beyannamesi verilirse herhangi bir sorun olmayacaktır.

b) Ancak yapılan hata vergi dairesi tarafından fark edilerek, mükellefe vergi/ceza ihbarnamesi tebliğ edilirse, Vergi Usul Kanunu’nun 341.maddesinde yazılı hallerle vergi ziyaına sebebiyet verildiğinden dolayı sehven indirilen geçici vergi tutarının bir katı kadar vergi ziyaı cezası ayrıca kesilecektir.

ba) Bu durumda mükellef, vergi/ceza ihbarnamesinin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde ilgili vergi dairesine başvurarak vadesinde veya 6183 sayılı kanunda belirtilen türden teminat göstererek vadenin bitmesinden itibaren üç ay içinde ödeyeceğini beyan ederse, vergi ziyaı cezasının ilk seferde yarısı, müteakiben kesilen cezalarda üçte biri indirilir.(VUK.Md.376)

bb) Ayrıca sehven yapılan bir hata nedeniyle vergi ziyaı cezası ile karşılaşan mükelleflerin ihbarnamenin tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde uzlaşma hakkı bulunmakla beraber,

Her türlü vergi / ceza ihbarnamesine mükelleflerin dava açma hakkı da bulunmaktadır.



****