YARGININ '' YARGILANMASI ''
“Yargı Hep Böyle Hoyrattı, Siz şimdi Farkettiniz...”
Murad Salih
Mehmet Ali Birand, profesyonel gazetecilik kriterleri açısından bakıldığında Türkiyenin en iyi habercilik yapan gazetecilerinden biridir...
Televizyon gazetecilliğine 32. gün gibi nitelikli bir haber programı formatı kazandıran bu adamın en büyük eksiği, her hangi bir din veya ideolojiye aidiyet hissinin olmaması... Hedonist bir “yaşam tarzı”nın gereklerini hayatının ana gayesi/varoluşunun temel prensipleri olarak olarak görmesi... Veya bunlara dair aksine herhangi bir belirti/emare vermemesi sebebebiyle bizim onu böyle anlamamız...
12 Eylül dönemi darbecilerinin onu solcu zannedip üzerini çizdiklerinde, darbecilerin önünde diz çökerek “kullanın beni paşam” diye yalvar yakar olmasının sebebi de; işssiz kalması sebebiyle azalacak gelirinin, hedonist “yaşam biçimi”nin standartlarını düşüreeceği ve bazı hazlardan mahrum halabileceği endişesinin doğurduğu panik olmalı...
Belki de o endişedir ki, Birand’ı hep “güçlüler/iktidar sahipleri”nin yanında/yamacında bir yerlerde durmaya zorladı...
Kısaca Birand, sahip olduğu iyi gazetecilik formasyonunu “güçlüler/iktidar sahipleri”ni kızdırmayacak, fincancı katırlarını ürkütmeyecek bir biçimde kullandı hep...
Yani en haklı olanın yanında durduğu zamanlarda bile en haksıza da bir “hak” vermeyi, selâm çakmayı ihmal etmedi...
Yine de kendi kulvarındaki diğer iki gazeteci Ali Kırca ve Uğur Dündar ile kıyaslandığında; Kırca’nın çok ince ve çok sinsice yaptığı; Dündar’ınsa gizlemeye bile gerek görmeden, gayet üst perdeden “herşeyi ben bilirim, benim her söylediğim doğrudur ve hepiniz buna inanmaya mecbursunuz ulan , yoksa size de takarım görürsünüz hanyayı konyayı..” üslubundaki pervasız dezanformatörlüğünün yanında, Birand’ın “benden bunu doğru olarak sizlere kakalamamı istiyorlar ama, işin bir de şu yanı da olabilir” tarzında sorgulayıcı/mahçup dezanformatörlüğü zemzemle yıkanmış gibi kalmaktadır.
Köşe yazıları ise bana fazlaca tatsız tutsuz ve renksiz geldiğinden bugüne kadar okumaya başladığım hiç bir yazısını bitirmek kısmet olmadı...
Bu yazıya başlık yaptığım “Yargı hep böyle hoyrattı, siz şimdi farkettiniz...” başlıklı yazısı hariç...
Meslek hayatı boyunca “İBDA-C propagandası yapmak”la suçlanmak dahil bir çok defa “yüce Türk adaletinin şaşmaz terazisi”nde tartılmak zorunda kalması sebebiyle elde ettiği tecrübesinin sonucu olarak mı, yoksa o teraziye çıkanların akıbetlerini bizzat gördüğünden mi, bilemem ama...
Birand’ın, diğer ihtimale hiç bir açık kapı bırakmadan ve kendi doğrusunun yanında dobra dobra durduğu bir yazı yazdığına ilk defa şahid olduğuma eminim.
İşte Birand’ın 14 Ocak 2009 tarihinde Posta gazetesinde yayınlanan o yazısı :
Yargı hep böyle hoyrattı, siz şimdi farkettiniz...
Ülkemizin en sık tekrarlanan, en büyük yalanlarından bazıları, “Adaletin şefkatli kollarına kendimizi teslim etmemiz” gerektiği sloganıdır...” Polise güvenin, o sizi kanatları altında korur” de bir başka klişedir...Hele bir de “ Yargı mutlaka doğruyu bulur ve kimin haklı, kimin haksız olduğunu saptar” var ki, harikadır...
Ergenekon çerçevesinde yaşanan olaylar, bütün bu sloganların tamamen yanlış olduğunu gösterdi. Aslında gerçeği bilenler, zaten bu klişelere hiç inanmazlardı.
Hiç değişmeyeceğini bildiklerinden dolayı da, bu tip muameleleri normal karşılarlar.
Diğer bir bölüm daha var ki, onlar , zanlılara kötü ve hoyratça muamele edilmesinden hiç rahatsız olmaz. Aksine ,karakollarda dayak atılmasını savunurlar.
Bir sanığın, hatta bir katilin de bazı hakları olduğuna inanmazlar.
Ben toplumun, polis ve yargıya işi düşmemiş bölümündeki hayret dolu tepkilere değinmek istiyorum. Onlara “saflar kesimi” de diyebilirsiniz.
Polise şikayete veya sorgulanmaya hiç gitmemiş, karakola uğramamış, savcıların önünden geçmemiş, mahkemeye hayatından uğramamış olan çoğunluktan söz ediyorum.
Normal olarak davet edildiği taktirde ifade vermeye gelebilecek olan kişilerin dahi, sabaha karşı evlerine baskınlar...Saatlerce ev ve bürolarındaki araştırma sırasında özel hayatlarıyla ilgili bilgilerin alınıp götürülmesi...Telefonlarının dinlenmesi.Özel hayatların iğfal edilmesi...TV kameralarının yeterince görüntü alabilmelerini sağlamak ister gibi, evlerinden adeta sürüklenerek götürülmeler veya soruşturmaya giriş çıkışların afişe edilmesi...Başına bastırarak arabalara tıkmaları...
İlgisiz bilgilerin basına sızdırılması ...Sonunda suçsuz oldukları kesinleşse bile, insanların daha ilk anda suçlu oldukları damgasını yemelerini sağlayan bir mekanizma...
Dava süreci ise, daha içler acısı.
Dosyalardaki muğlak suçlamalar...Delil olup olmadığı bilinmeyen veriler...Vs...vs...
Saflar kesimi yaşananları dehşet içinde izliyorlar.
Ben de “Olur mu kardeşim, suçu kesinleşmemiş insanlara böyle muamele edilir mi ? Hakkında suçlama yapılmadan insanlar aylarca gözaltında tutulur mu ?
Böyle iddianame olur mu?” diyenleri ilgiyle izliyorum.
Yaşananların hiç sıra dışı olmadığını bilmiyorlar. Oysa, gazetelerin birinci sayfalarında gördüklerinizin hepsi yıllardır bu ülke insanının çektiği bir eziyeti yansıtıyor.
Yargı rezaletini ortaya koyuyor.
Tanınmış isimlerin başına geldiğinden dolayı şimdi geniş kesimlerin dikkatini çeken bu İnsan Haklarına aykırı uygulamalar, Türk adaletinin doğal işleyişinden başka birşey değildir. Hatta, bu uygulamalar VIP, yani tanınmış isimlere yönelik olduğundan dolayı çok daha nezaket içinde ve daha dikkatli gerçekleştiriliyor.
Bir de normal vatandaş olun da görün...
Aman Allah...
Gözaltına alınıp hayatınızın sönmesi işten bile değildir. Haklı olsanız dahi, derdinizi anlatana kadar yok olup gidersiniz.
Hiç bunlar yetmiyormuş gibi, bir de hakaret işitir, dayak yersiniz.
Türk emniyet ve adalet sisteminin ne kadar düzelmeye ihtiyacı olduğu apaçık ortadadır.
Ne gerçek bir adaletten söz edilebilir, ne de “ adaletin şefkatli ellerinden.”
Canını kurtarmak, masum iken lekelenmeden bir davayı bitirmek veya kötü , aşağılayıcı muamele görmeden emniyetin elinden kurtulmak ya bir mucize veya büyük bir şanstır.
Avrupa Birliği “ Adalet reformu şarttır” diye boş yere tepinmiyor.
Savcıların, rüzgar nereden eserse oraya göre davranıp, önlerine gelen her dosyayı “Yargıç reddetsin” diye mahkemeye sevketmelerinin önüne geçilmediği, iyice inceleme yapmadan mahkeme kapısını çalmalarının önüne geçilmeden, savcılara sağlıklı bir çalışma zemini ve maddi olanaklar sağlanmadan, yargı sistemi baştan aşağı elden geçirilmeden, polise insan ile ilişkilerin ne olduğunu anlatılmadan, bu işin yönü değişmez.
İnsanımızı hor gördüğümüz sürece, bu ülkede yargı ve polise güven duyamayız. Önce, hem polisimizin, hem de yargımızın, İnsana önem vermesini sağlamamız gerekir.
Bunu yapamayacaksak, boş yere yaşananlara sinirlenmeyelim. ]
***
Bu ülkede çok küçük bir “mutlu azınlık” dışında, herkes gibi ben de, kendi müşahade/gözlemlerine dayanarak, Birand’ın yazdıklarının doğru olduğunu görüyorum/biliyorum.
Üstelik de bugünlerde, sadece evlerinin mahkeme kararıyla arandığı, sadece gözaltına alındıkları veya sadece tutuklandıkları için “mağdur ve mazlum”u oynayan bazıları var ki, sanki içinde hiçbir hukukî yan ve yön bulunmayan 28 Şubat zorbalığını planlayıp uygulayanlar/ yardım ve yatak edenler/ alkışlayanlar/hukuku bu ülkenin insanları için gereksiz ve can sıkıcı bir unsur olarak görenler onlar değilmiş gibi, ağızlarından hak/hukuktan başka bir söz duyulmuyor...
“Misal” mi?
Al sana baştan başa bir hukuksuzluk örneği olan Mirzabeyoğlu davası...
Bu ülkeye 50 üstün nitelikli eser armağan etmiş bir fikir adamını, kızını eve götürmek üzere eşiyle birlikte beklediği ilkokulun önünde, yanındaki eşiyle birlikte yakapaça kelepçeleyip gözaltına aldıktan ve hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen derhal hakim önüne çıkarmak yerine, günlerce yasadışı olarak nezarette tutup sorguladıktan sonra tutuklayıp cezaevine konmasında “hukuk ve yargı” dışında hangi etkenler olduğunu bugün mağdur ve mazlumu oynayanların hemen hepsi bilmiyor muydu? Mirzabeyoğlunun cezaevinden zorla getirildiği ilk duruşmada gördüğü işkence sebebiyle ayakta bile durmakta zorlandığını keyifle yazan o medya ile bugün bazı ergenekon davası sanıkları için mağdyriyet ve mazlumiyet edabiyatı yapan aynı medya değilmiydi? O davanın -o şartlarda elinden ne kadarı gelirse o kadar hak hukuk gözetmeye çalışan- mahkeme başkanı Sedat Karagül’ün -sırf bu tutumu sebebiyle- görevden alınarak, paraşütle yerine tayin edilen ve delilsiz mesnetsiz idam cezası veren mahkeme başkanı Metin Çetinbaş, şimdi avukatlığını yaptığı dava arkadaşı, halk düşmanı sabık rektör için, yasal olarak üçgün gözaltına alındı diye
“ Hak, Hukuk, Adalet, İnsaf, Merhamet ” nutukları atıyor...
Al Sana Müslüm Gündüz davası...
Dün, Aczimendilerin lideri Müslüm Gündüz’e belden aşağı iğrenç bir tezgâh kurarak yatak odasına televizyon kameraları eşliğinde pervasızca dalanlar, bugün koro halende
'' İnsan hakları, özel hayatın gizliliği, mesken masuniyetini ve masumiyet karinesini ihlal ” den sözediyor...
Al sana halkın seçtiği Erbakan hükûmetinin binbir kumpasla alaşağı edip, halkın seçtiği TBMM’nin iradesine ipotek koyanların o günden bugüne hiç bir soruşturmaya tabi tutulmadan paşa paşa yaşayıp gitmelerini sessiz sedasız seyredenler...
Al sana sadece “ Deprem ilahî bir ikazdır ” dediği için hapse mahkûm edilip, apar topar cezaevine tıkılan Yeni Asya gazetesi sahibi Mehmet Kutlular’ı hiç duymamış gibi yapanlar ...
Al sana Sosyal demokrat bir hukuk profesörü olan dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk nezaretinde yapılan ve onlarca tutuklu ve hükümlünün katledildiği “ Hayata dönüş operasyon ” larına, “ Devlet dediğin gücünü gösterecek kardeşim ”. diye fetva veren, alkış tutan hukuk allâmeleri..
Daha neler neler...
***
Ha, bütün bunlardan “onlar geçmişte haksızlık yapmıştı ya, oh olsun! Şimdi de onlara da bu kadarcık haksızlık yapılıversin” diye düşünerek sevindiğim sanılmasın...
“Adamlar hazır düşmüşler bir tekme de ben sallayayım, nasılsa arada kaynar gider” diye düşünmek hem acizlik, hem korkaklık, hem de ahlâksızlıktır...
Ergenekon Davası sebebiyle bazı kişilere haksızlık ve hukuksuzluk yapılıyorsa, bu haksızlık ve hukuksuzlukları savunuyor veya alkışlıyor da değilim...
Sadece, yakın geçmişte bazı insanlara zincirleme haksızlık ve hukuksuzluklar yaparlarken “hukuksuzluk yapmayın, yapanlara yardım ve yataklık etmeyin, hukuksuzluğu alkışlayarak veya görmemezlikten gelerek teşvik etmeyin. Hukuk bir gün size de lâzım olabilir.” diye feryat edenlere, bıyık altından gülerek “ne hukuku birader?” diye gırgır geçenlere, o zamanki davranışlarının ne kadar yanlış olduğunu göstermeye çalışıyorum..
***
“ Hukuk ” aynı “ Hukuk ”...
Dün ne ise o...
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğanı, MEB kitaplarında yayınlanmış bir şiiri okuduğu için yaka paça kodese tıktırdığınız zamanki gibi yani...
Ve hatta bugün AB terbiyesinden geçmiş olarak, sanıklar lehine bazı iyileştirmeler de yapılmış...
Değişen tek şey iktidardakiler...
Dün siz iktidarda idiniz bugünse onlar...
Bari Şunu Anlayın:
Bu ülkede yargı, iktidar sahipleri dışında herkese karşı hep böyle hoyrattı... Bunu “Yüce Türk adaleti” sizleri de “şaşmaz terazisi”nde tartmak için, bir sabah vakti kapınızı –önceki dönemlere nisbetle gerçekten çok kibarca- çalarak “güvenlik güçlerinin şefkatli kollarına” aldığında farkettiniz... Ve kendinize farklı muamele yapılıyor sandınız. Yok öyle bir şey... Size yapılanlar sizin başkalarına yaptıklarınızdan daha fazla veya daha farklı değil... Bunları yanlış / haksız / hukuksuz sayıyorsanız kendi yaptıklarınızı da öyle saymanız gerekmez mi?
***
Son sözüm bugünkü iktidar sahiplerine...
İktidar tahterevalli gibidir, birileri inerken diğerleri çıkar... Misâl: Ergenekon Davası...
“Men dakka dukka/çalma kapımı çarlar kapını” demişler ya... İktidar sahiplerinin bu sözü kulaklarına küpe yapması lâzım...
Gün olur “hukuk” sizlere de yeniden lâzım olabilir...
Kaynak Baran
Aczimendi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aczimendi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Ekim 2017 Cuma
YARGININ '' YARGILANMASI ''
POLİTİKACI,SİYASET,
Aczimendi,
Murad Salih,
Müslüm Gündüz,
YARGILANMASI,
YARGININ
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
6 Temmuz 2017 Perşembe
28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA BÖLÜM 10
28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA BÖLÜM 10
- Memur sınavına türbanlılar alınmadı.
- İHL öğrencilerinin türbanla derslere girmesi yönünde karar veren Bursa 2. İdare Mahkemesi Başkanı Sabrı Ünal, görevinden alınarak Aydın Bölge İdare
Mahkemesi’ne üye olarak atandı.
29 Ekim : MGK’nın önceki günkü toplantısında asker kanadı, RTÜK’ü de gündeme getirdi. Bölücü ve irticai televizyon ve radyo yayınlarının arttığına dikkat çeken askerler, denetim için RTÜK yasasında gerekli değişikliğin yapılmasını ve yaptırımların artmasını istediler.
10 Aralık : Danıştay oy birliğiyle aldığı kararda: “Laik eğitime, yüksek öğretim düzenine aykırı eylemler, demokratik olamaz. Rektör üniversitede huzur bozan
eylemleri, laiklik ilkesini de gözeterek önleyebilir.” dedi.
5. Rakamlarla 28 Şubat 400 28 Şubat sürecinde Genelkurmay karargâhında “irtica” brifingine katılan yüksek yargı organları üyesi hâkim-savcı sayısı
28 Şubat’ta kamu bankalarından kartel medyası 3.000.000.000.-TL şirketlerine kullandırılan kredi miktarı 1635 1990-2011 yılları arasında “irtica” suçlamasıyla
YAŞ kararlarıyla TSK’dan atılan personel sayısı 11000 1997-2001 yılları arasında istifa eden öğretmen sayısı (yaklaşık) %11
1996-1999 yılları arasında istifa eden öğretmenlerin o dönemdeki öğretmen açığına oranı (yaklaşık) %2,65
1996-1999 yılları arasında istifa eden öğretmenlerin o dönemdeki toplam öğretmen sayısına (414.774) oranı
1997-2001 tarihleri arasında görevine son verilen öğretmen sayısı 3527 11890
1997-2001 tarihleri arasında kılık-kıyafet / fişlemeler nedeniyle disiplin cezası alan öğretmen sayısı (memurluktan çıkarma hariç) 33271
1997-2001 tarihleri arasında kılık-kıyafet / fişlemeler nedeniyle disiplin soruşturmasına uğrayan öğretmen sayısı 4625
28 Şubat sürecinde fişlenen Milli Eğitim Bakanlığı personeli sayısı 2639
MİT tarafından irticayla ilişkili görülen kamu personeli sayısı 418
MİT tarafından irticacı olarak fişlenen öğretim görevlisi sayısı 949
MİT tarafından irticacı olarak fişlenen öğretmen sayısı 210
İrtica gerekçesiyle hakkında rapor tanzim edilen vali / kaymakam sayısı 71
Kaymakamlıktan el çektirilen kaymakam sayısı 331
Hakkında inceleme başlatılan emniyet mensubu sayısı 53
İdari cezaya uğrayan emniyet mensubu sayısı 396
İrtica gerekçesiyle disiplin cezası verilen
Diyanet personeli sayısı 128
İrtica gerekçesiyle meslekten atılan
Diyanet personeli sayısı 139
Kılık-kıyafet yasağı nedeniyle kamu görevinden çıkarılan yükseköğretim kurumları personeli sayısı
28 Şubat sürecinde el konulan bankaların devlete getirdiği yük 17.300.000.000.-$
28 Şubat ve sonrasındaki 2001 krizinin oluşturduğu kara deliği kapatmak için ödenen toplam meblağ (iç borçlar)
251.563.000.000.-TL
28 Şubat sürecinin sebep olduğu toplam ekonomik zarar
381.000.000.000.-$
2001-2007 döneminde yüksek faiz ödemelerinin ekonomiye maliyeti
78.000.000.000.-$
187
İrticai faaliyette bulunduğu gerekçesiyle kapatılan vakıfların el konulan taşınmazlarının sayısı 21
İrticai faaliyette bulunduğu gerekçesiyle kapatılan vakıf sayısı Bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat süreci ne mutlu ki halkın, iradesini siyasal sisteme yansıtmakta gösterdiği inanç ve direnç sayesinde kısa sürede son buldu.
Ancak sürece yön veren derin yapıların ve onların gerek kamu gerekse sivil kesim içindeki uzantılarının son bulmadığı, sadece biraz daha derine ve geriye
çekildiği bugün çok daha net görünmektedir.
Süreç başarısızlığa uğramaya mahkûmdu. Zira tarihin insanlığa öğrettiği en önemli derslerden birisi de toplumun hilafına hiçbir sistemin, düşüncenin uzun
bir süre hüküm süremeyeceği, er veya geç yatağını arayan nehir misali toplumun düşünce ve inançlarının üstün geleceğidir. Toplumun düşünce ve inanışlarını dikkate almaksızın ortaya konulan, toplum mühendisliği ürünü her türlü projenin hüsrana uğramaya mahkûm olduğu tecrübeyle sabit olsa da 28 Şubat sürecinin aktörleri, bir psikolojik harp atmosferinde kendi yanlışlarına inanmakta ısrarcı olduklarından gerçeğin önündeki sis perdesini görmediler, göremediler, belli ki görmek de istemediler.
28 Şubat sürecinde üretilen Batı Çalışma Grubu raporları hep temelsiz ve dayanaksız çıktı.
Bu durum ya paranoyadır ya da tasarlanmış planlanmış bir Psikolojik Savaş projesidir, özetle o dönem komutanlarının kullanıldıklarının acı bir göstergesidir.
Türkiye’de İran tipi rejim isteyen var diyenler ispatlamak zorundaydılar. Hukukun temel ilkesi “İddia sahibi iddiasını ispatla mükelleftir”. Ülkemizde İran tipi bir rejimi kabule hazır toplum yoktu. Sonuç olarak 28 Şubat’ın kanıtları çürük çıktı.
TSK’dan savunma hakkı bile verilmeden YAŞ kararı ile uzaklaştırılan 1635 subay astsubay yasa dışı bir eyleme karışmadılar. Demek ki kanıtlar çürükmüş ve
tehdit algısı yanlışmış.
Siyasal İslam olarak tanımlanan İmam Hatip Liseliler ve Kuran Kursu öğrencileri yasadışı bir eyleme karışmadılar. Demek ki EMASYA planları temelsiz bir
korkudan kaynaklanıyormuş.
Sosyolojik bir yapı olan tarikat ve cemaatlerin yasadışı siyasi ve devlet talepleri yokmuş ki bir adet sonuçlanmış yargı kararı verilemedi. Tam tersi Ergenekon,
Kafes, Balyoz, askeri casusluk gibi darbeci ideoloji taraftarlarının oluşturduğu derin yapıların devlete karşı işlenen suçları yargı sürecine girdi.
Demek ki 28 Şubat süreci dost ve düşmanını karıştırma süreci imiş.
Askeri bürokrasinin başarılı psikolojik harekât operasyonu ile düşürülen dünya görüşünün temsilcileri 11 yıldır iktidarda ve Türkiye, İran gibi olmadı.
Bugün Kuzey Afrika’da Tunus, Mısır, Libya halk hareketlerinde Türkiye Modelinin kesin etkisini bütün bağımsız siyaset bilimciler açıkça beyan ettiler.
Demek 28 Şubat Postmodern darbesi yanlışmış.
6. Sonuç ve Öneriler
28 Şubat 1997’de toplumun eğilimleri üzerinde hiç bir bilimsel çalışma yapılmadı. Hatta Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in gazeteci Taha Akyol’a söylediği gibi “Bilimsel çalışmalar bizim kararlılığımıza zarar verir” cahilane önyargısı genel kabul gördü ki kasten bilimsel alan çalışması yapılmamıştı.
28 Şubatta söz sahibi darbe ideolojisi ve stratejistleri, Türkiye toplumunu ve değerlerini doğru okuyamadıkları için orta vadede başarısız oldular.
2010 yılında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi yani kırmızı kitap değişti. Artık irtica Genelkurmay tarafından da iç tehdit olarak algılanmıyor. Demek ki 28 Şubat
temelsiz ve dayanaksız bir süreçmiş.
Gelinen noktada Türkiye yakın tarihinin bu sancılı süreciyle yüzleşti. Ancak bu dönem zarfında en temel insan hakları ihlal edilen, mesleğine son verilen,
kamu görevinden çıkartılan, hayatını idame ettirmesi dahi esirgenen pek çok binlerce mağdurun, uğradıkları hak kayıpları telafi edilmeye çalışılsa da adaletin
yerini bulduğunu söylemek mümkün değildir.
Biz burada adalet tarifini, Amerikalar Arası İnsan Hakları Mahkemesi’nin (Inter American Court For Human Rights) Velasquez Rodriguez davasında verdiği bir
dönüm noktası niteliğindeki kararında ifade bulan kavramsallaştırmaya dayandırmaktayız. Mahkeme bu kararında, devletin, geçmişte ağır ve açık hak ihlalleri işlemiş olması durumunda, şu yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiğine hükmetmiştir;
1. Mağdurların maruz kaldıkları ihlallere ilişkin hakikatin belirlenmesi amacıyla bir soruşturma yürütmek – ki biz buna, mağdurlar için hakikat diyeceğiz.
2. İhlalleri gerçekleştiren failleri tespit etmeye yönelik bir soruşturma yürütmek – ki biz buna, failler hakkındaki hakikat diyeceğiz.
3. İhlallerden sorumlu olanları yargılamak – ki biz buna yargılama diyeceğiz.
4. İhlallerden mağdur olanlara tazminat vermek ya da uğradıkları zararı telafi etmek – ki biz buna tazminat diyeceğiz.
5. Hak ihlallerinin tekrarlanmaması için gerekli adımları atmak – ki biz buna kurumsal reform diyeceğiz.
Amerikalar Arası Mahkeme’nin ağır ve açık hak ihlalleri karşısında devletin yükümlülüklerinin ne olduğuna ilişkin bu açıklaması “ Adaleti ” oluşturan unsurları, bütünsel bir şekilde tarif etmektedir.
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonunun raporu, 28 Şubat sürecinde kişilerin maruz kaldıkları hak ihlallerinin tespitinde önemli bir kaynak niteliğinde olsa da
o dönem mağduriyet yaşamış yüzlerce insanın ne ismi ne de uğradıkları ihlaller ve hak kayıpları konusunda bütüncül bir çalışma halen gerçekleştirilmiş değildir.
Kısacası mağdurlar için hakikat ortaya çıkarılmayı beklemektedir.
28 Şubat davası, 28 Şubat 1997 MGK kararları sonrası, zamanın meşru hükümetini istifaya zorlamak suretiyle post-modern darbeyle deviren TSK mensubu üst düzey subaylarının yargılanmasını sağlasa da davanın gidişatı (savunmalar devam ederken verilen tahliye kararları, sanıklara usul hükümleriyle izah edilemeyecek nitelikte gösterilen müsamaha vb) suçun tespiti ve faillerin cezalandırılması noktasında pek de ümit vermemektedir.
Tüm dünyanın gözü önünde apaçık işlenen bir fiilde bile böyle bir yargılama varken 28 Şubat sürecinin ticaret-ekonomi, medya, bürokrasi ve (sözde) STK
ayaklarının yargı önüne çıkarılması konusunda umutlar azalmaya başlamıştır. Kısacası failler hakkındaki hakikat örtbas edilmek istenilmekte, yargılama içi
boş bir gösteriye dönüştürülmek istenilmektedir.
28 Şubat sürecinin hukuka ve kanuna aykırı uygulamaları nedeniyle mağdur olan başta kamu görevlisi olmak üzere çok sayıda kişinin mağduriyetleri halen
giderilmeyi beklemektedir.
28 Şubat sürecinde gerek kılık kıyafetleri gerekse tutum ve inançları nedeniyle pek çok devlet memuru hakkında 657 sayılı Kanunun 125/E-a maddesinde
tanımlı “İdeolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükün ve çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal, kamu hizmetlerinin yürütülmesini engelleme,
işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda bulunmak”
ya da başörtüsü gibi nedenlerle sürekli almış oldukları disiplin cezalarından hareketle disiplin cezası gerektirir fiillerin işlenmesinde ısrarcı olunduğu
iddiasıyla 125/E-g maddesinde tanımlı “Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak” fiilini
işledikleri gerekçesiyle devlet memurluğundan çıkarılma cezası verilmiş idi.
2006 yılında çıkartılan 5525 sayılı Kanunla getirilen disiplin affı sayesinde, bu türden disiplin cezaları bütün hukuki sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmış olsa
da 5525 sayılı Kanunun bir disiplin affı Kanunu olduğu, bu itibarla devlet memurluğundan çıkarılma cezasıyla memuriyetine son verilen memurlar hakkında başkaca bir işleme gerek kalmaksızın devlet memurluğuna dönüş imkânı tanımadığı açıktır. Bu kişiler ancak açıktan atama yoluyla tekrar memur olabilme hakkını elde etseler de gerek eski görevlerine geri dönmeleri gerekse memurluktan ayrı kaldıkları zaman zarfı için kademe ve derece ilerlemesi alamadıkları, memuriyetten ayrı bırakıldıkları dönemlerdeki mali haklarının telafisi noktasında hiçbir tazminat ödemesi alamadıkları bilinen bir gerçektir. 5525 sayılı Kanuna bağlı olarak disiplin cezaları bütün hukuki sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkan memurlara ve adaylık sürecinde kılık-kıyafet nedeniyle adaylıkları sona erdirilenlere 6495 sayılı Kanunla tekrar memuriyete dönüş hakkı getirilmiş olsa da istifa etmek zorunda bırakılan memurların geri dönüşleri idarelerin takdirlerine bırakılmış bulunmaktadır. Yine memurluklarına son verildikten sonra SSK veya Bağ-Kur sigortalısı olarak çalışarak emekli aylığı almaya başlamakla sosyal güvenlik mevzuatı yönünden emekli sayılanlar memurların geri dönüşleri 5335 sayılı Kanuna göre mümkün değildir.
Öte yandan 6353 sayılı Kanun, memuriyetlerine son verildiği tarih ile 2006 yılına kadarki dönem için sosyal güvenlik primlerinin kurumlarınca karşılanmasına
imkân verse de bu dönem zarfında görevden atılan memurların isteğe bağlı prim ödemelerinin, çalışmaya bağlı sosyal güvenlik primlerinin veya borçlanma
suretiyle ödedikleri primlerin iadesi noktasında hiçbir düzenleme mevcut değildir. Aynı şekilde, memuriyetlerine son verilen tarih ile tekrar atandıkları ya da disiplin cezalarının affa uğradığı tarihe kadarki dönem için mali haklarının karşılığı olarak herhangi bir tazminat ödemesi ve bugün için mümkün bulunmamaktadır.
Sorunun bir diğer boyutu sözde irticai örgüt üyesi olmaktan dönemin DGM ve ağır ceza mahkemelerinde yargılanan ve bu yargılamaları sebebiyle kesinleşmiş
bir mahkûmiyeti bulunmamasına rağmen memurluktan atılanların geri dönüşlerinin halen sağlanamamış olmasıdır.
Yine 28 Şubat sürecinde irticai faaliyette bulundukları gerekçesiyle kapatılan vakıfların el konulan taşınır ve taşınmaz mallarının iadesi için yasal düzenleme
gerekmekte olup halen çözüm beklemektedir.
Konunun bir diğer boyutu o dönem zarfında maruz kaldıkları hukuka ve kanuna alenen aykırı uygulamalara rağmen haklarını aramak için yargı mercilerine
koşanların, bunlardan özellikle kamu personelin, idari ve adli yargı organlarında taraflı kararlarla karşılaşmaları neticesi, mağduriyetlerine bir de adil yargılama
ve hak arama hakkının ihlal edilmesinin eklenmiş olmasıdır. Brifinglerle şekillendirilen yargıya hangi tür davalarda ne tür kararlar verecekleri zaten dikte edilmiş durumdaydı. Bu itibarla özellikle o dönemde irticai örgüt üyesi oldukları iddia edilenler için maktan DGM ve ağır ceza mahkemelerinde yapılan yargılamalar ile haklarında verilen meslekten çıkarma, devlet memurluğundan çıkarma ve muhtelif disiplin cezaları ile sürgün niteliğinde görev yeri değişikliği kararlarına karşı açılan davalardan aleyhe sonuçlananların yeniden yargılama konusu edilmesi gerekmektedir.
Yine bu meydanda (5525 sayılı Kanunla affa uğramış iseler de) 1997-2003 tarihleri arasında kamu kurum ve kuruluşlarının Yüksek Disiplin Kurullarının irtica, kılık-kıyafet vb nedenlerle verdikleri meslekten çıkarma, memurluktan çıkarma gibi disiplin cezalarına yeniden görüşülme imkânı tanınması gereklidir.
Adaletin tesisinin son ayağı kurumsal reform adını verdiğimiz, bir daha post-modern olsun olmasın yeni bir darbe veya darbe girişimi yaşanmaması, toplumun ve yargının gözü önünde hak ihlalleri yaşanmaması için gerekli toplumsal, siyasi, idari ve hukuki ortamın oluşturulması ve toplum tarafından sahiplenilmesini sağlayacak reform niteliğindeki yapının tesisidir. Bu amaçla yapılması gerekenler 28 Şubat sürecinin sonrasında farklı kesimlerce farklı şekillerde dile getirilmiş durumdadır. Darbe ürünü 1982 anayasasının yerine toplumun çoğunluğunun kabulü ile toplumun her kesiminin asgari müştereklerde buluştuğu bir anayasa, MGK’nın anayasal bir kurum olmaktan çıkarılması, laiklik ilkesinin anayasadan çıkartılması, vatandaşların din, inanç ve ibadet hürriyetinin özel yaşamlarında, kamusal alanda ve kamu hizmetinde hiçbir sınırlama olmaksızın kullanılabilmesinin açık hükümlerle anayasada yer alması, genelkurmay başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, TSK, kolluk kuvvetleri ve istihbarat kurumlarının şeffaflığını, idari ve mali denetimini kesinkes sağlayacak denetim ve gözetim imkânının sağlanması, idarenin takdir yetkisi adı altında keyfi kararlar vermesinin önlenmesi babında “Genel İdari Usul Kanunu”nun kanunlaştırılması, Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilen Avrupa Doğru İdari Davranış Kanununun iç hukuk sistemine dâhil edilmesi, 657 ve özel kanunlardaki disiplin hükümlerinin yoruma imkân vermeyecek şekilde açık ve net olması, disiplin soruşturmasının usul ve esaslarının CMK gibi açık ve net yetki ve usul kurallarına bağlanması, askeri okulların Milli Eğitim Bakanlığı denetim ve gözetimine açılması, İl İdaresi Kanununun 11/D maddesinin tüm yetkinin kolluk kuvvetlerine insiyatif bırakmayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gibi reformlar bu başlık altında sayılabilir.
İdeolojiler sistemlerini devam ettirmek için, kendi üstlerinde bağımsız sivil frenlerin olmasını istemezler. Belirli bir grubun tikel çıkarlarını, evrensel çıkarlar
gibi göstererek haklılaştırmaya çalışırlar. Gerçekleri perdelemek için ise her zaman geçerli birçok mazeretleri icat ederler ya da asılsız iddiaların karışıklığı
içinde, hiç kimseyi ikna etme endişesi taşımadan süslü püslü örtülerle olayları kamufle etmeye çalışırlar. Ülkemizde 28 Şubat sürecinin öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmelerde, olayları perdelemek için en fazla kullanılan “irtica” ile “dini siyasete alet” iddialarını bu pencereden değerlendirmekte fayda vardır.
“İrtica” fobisiyle, son yüz yıl içinde birçok defalar, toplumun talepleri baskı altında tutularak sessizleştirilmiştir. Her ne zaman ki, toplumun arzuları iktidar
mevkilerinde makes bulmuşsa, daima nevrotik tepkilerle bastırılarak geri adım atmaya zorlanılmıştır.
Şu an gelinen nokta ise, devletin ve ideolojisinin fetişleştirildiği müstebit idarenin hâkimiyeti ile sivil toplum anlayışını benimseyen demokratik, hürriyetçi
bir sistem tercihinin yapılmasına dayanmıştır. Bireyi devlet gücü karşısında koruyacak sivil bir toplumun bulunmadığı sistemlerde, devlet kutsallaşmış ve
halkıyla arasında uzun bir mesafe meydana gelmiştir. Bu sebeple acilen, devletin halkını yönetilecek bir sürü olarak görme alışkanlığının değişime uğraması
gerekmektedir. Bunun yolu ise, sivil toplum anlayışının benimsenmesiyle devletin kolayca müdahale edemeyeceği bir kamu alanı oluşturmaktan ve demokratik sistemi de toplumun diğer kesimleri için baskı aracı olarak kullanılmasını engellemekten geçmektedir.
Bugün, milyonlarca insanın askeri bir darbeye bile sevinmesini sağlayacak bir kaos ortamının yaratılmasının, darbe ortamından beslenen güçlerin uzun soluklu
çabaları sonucu oluştuğunu biliyoruz. Üstelik bu güçler hiçbir şekilde bu çabalarından vazgeçmiş de değiller; son birkaç yıldır Ergenekon davası ile 12 Eylül’ün zemininin nasıl hazırlandığını, aynı planların bugün için de mevcut olduğunu, her an uygulamaya konulmak üzere hazır bekletildiklerini, hatta zaman zaman
uygulamaya konulduklarını da biliyoruz. Kimi zaman kaos çıkarmak için laiklik elden gidiyor görüntüleri verdiler, kimi zaman ülke parçalanıyor diye bağırdılar,
kimi zaman misyonerler gençlerimizi kandırıyor diye yırtındılar, kimi zaman da “şeriat geliyor” diye harekete geçtiler, 28 Şubat 1997’de olduğu gibi...
Darbe heveslisi generallerin bir kısmının bugün hapiste olması bizi aldatmasın; darbelere karşı verdiğimiz mücadelede bir adım geri çekildiğimiz anda, onların
ileri doğru on adım atacaklarına emin olalım. Onları bulundukları ve ait oldukları yerden kurtarmak isteyenlerin hızla harekete geçeceğinden emin olalım.
7. Dipnotlar
1 28 Şubat sürecinde tesettür mağazalarında peruk da satılmaya başlanmıştı. Türban veya başörtüsü yasağının genellikle laiklik ve irtica tartışmaları
çerçevesinde ele alındığı ve bu süreçte kadın haklarının -en azından birçok boyutuyla- yeterince tartışılmadığı görülmektedir.
Özellikle kadın hakları konusunda seçici davranan ve daha çok gelenekten ve bu yöndeki yasadan kaynaklanan ihlallerle ilgilenen birçok kadın derneğinin,
bu yasak dolayısıyla gerçekleşen taciz ve kadın bedenine saldırı anlamına gelecek ihlaller karşısında dramatik bir suskunluk arz ettikleri görüldü.
Oysa bu yasak pek çok kamu görevlisinin erkeksi güdülerini taciz yoluyla tatmin etmelerine fırsat veren biçimlerde de uygulanıyordu ve uygulanmaktadır.
Başını açmak zorunda kalan İmam-Hatip lisesi öğretmeni bir kadın, kendisine en fazla dokunan uygulamalardan birinin, okula yapılan ani baskınlarda sıraya
dizildiklerinde, bir görevlinin tek tek bütün kadınların saçlarını çekerek, başındakinin peruk mu, yoksa kendi saçı mı olduğunu “kontrol etmesi” olduğunu ifade etmişti.
2 Cumhuriyet Türkiye’sinde ilk sıkıyönetim, o zamanki adıyla örfî idare uygulaması, 1925 yılında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan Şeyh Sait isyanından sonra başlatılmış ve 1950 yılına kadar sürmüştür. Ardından, Aralık 1978 ayında, Kahramanmaraş’ta meydana gelen olaylar nedeniyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki 13 ili kapsayan sıkıyönetim uygulaması başlatılmış; 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle, sıkıyönetim tüm yurda yayılmıştır. Sıkıyönetim uygulaması, 19 Mart 1984 tarihinden itibaren kademeli olarak kaldırılmış ancak, terör örgütü PKK’nın silahlı eylemleri üzerine,
19 Temmuz 1987 tarihinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bazı illeri (Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van) kapsayacak
şekilde olağanüstü hal uygulamasına geçilmiştir. Bu maksatla kurulan Olağanüstü Hal Bölge Valiliği sorumluluk alanındaki il sayısı 1990 yılında 13’e yükselmiştir. Olağanüstü hal uygulaması, 30 Kasım 2002
tarihinde tamamen sona erdirilmiştir.
3 Türkiye, 27 Mayıs 1960 darbesinde 1 yıl 4 ay, 12 Mart darbesinde 2 yıl 8 ay, 12 Eylül darbesinde ise 3 yıl 2 ay süreyle askeri yönetimler tarafından idare
edilmiştir.
4 Türkiye’de Cumhuriyetin ilanından bugüne kadar geçen sürede, ülkenin çeşitli yerlerinde uygulanan sıkıyönetimin süresi 25 yıl, 9 ay, 18 gündür.
5 Harbiyeli subaylar ve İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları tarafından, 1800’lerin sonunda Sultan Abdülaziz’ suikast tertip edildiği, 1900’lerin
başında ise Sultan Abdülhamid’e karşı çeşitli suikast ve darbe girişimlerinde bulunulduğu bilinmektedir.
6 Marx’ın Hegel’den ödünç aldığı “kendi için şey” kavramının sınıf bilinci gelişmiş işçi sınıfını tanımlamak üzere kullanılan hali. Marx’a göre,
sınıf bilinci gelişmemiş proletarya, sınıf çıkarlarının ve dolayısıyla sınıfının bilincine sahip olmadığı için “kendinde sınıf”tır. “Kendi için sınıf”
olabilmesi, bilinçlenmesine ve bunu fark etmesine bağlıdır.
7 Her imparatorluk gibi, yüzyıllar boyunca “ordu millet” anlayışının hüküm sürdüğü Osmanlı Devletinde, 1800’lü yılların sonlarından itibaren
özellikle ordu ve Harbiye Nezareti üzerinde Almanya’nın etkisi belirleyici olmuştur. Uzun yıllar boyunca Osmanlı ordusuna danışmanlık yapan
Alman General Goltz özellikle zikredilmelidir. Zira Goltz’un, Türkiye’ye etkisi askeri alanda kalmamış; Türkçeye “Millet-i Müsellaha (“silahlanmış
halk/yurttaş ordusu/milli ordu)” adıyla tercüme edilen eseri, Harp Akademilerinde yıllarca okunması tavsiye edilen kitaplar arasında yer
almıştır. Goltz’un sözkonusu askeri-politik anlayışı sadece orduyu değil, Jön Türkleri ve daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti ve devamı
olarak cumhuriyetin kurucu kadrosunu etkilemiştir. Şerif Mardin, Jön Türk hareketinin ilk önderlerinden olan Ahmet Rıza’nın “askeri erkanın
milleti uyaran bir elit görevini görmesi ve bununla beraber gelen halkın en çok sürekli bir seferberlik halinde bulundurulması fikrini” Millet-i
Müsellaha’dan aldığını belirtmektedir.
8 13.07.2013 tarihli ve 6496 sayılı Kanunun 18’inci maddesiyle TSK İç Hizmet Kanununun 35’inci maddesi; “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi;
yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve
güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına
yardımcı olmaktır” şeklinde değiştirilmiştir. Ancak TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin 85’inci maddesi halen yürürlüğünü korumaktadır.
9 Mesela (E) Korg. BÖLÜGİRAY, 1999 yılında çıkardığı “28 Şubat Süreci 1” adlı kitabının 167’inci sayfasında, “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”nin,
içerik olarak, Türk gençliğine “durumdan görev çıkarması” yönünde verilen bir direktif olduğunu öne sürerek; kitabını 166’ncı sayfasında
“durumdan vazife çıkarma” konusunda şunları söylemektedir. “Bu konu, Harp Akademisi’nin temel eğitim programları içinde önde gelen
bir konudur. Öyle ki, üç yıllık Akdemi eğitimi süresince, hemen hemen her gün Akademi öğrencilerine verilen çeşitli taktik ve stratejik harp
meselelerinde, öğrencinin meselede verilen savaş durumuna bakarak, “yeni bir görev çıkarması” ve bu göreve göre de bir “karar vermesi”
istenir.” demektedir. BÖLÜGİRAY, kitabının 158’nci sayfasında ise “Asıl olan iç cephedir” sözünün Atatürk’e ait olduğunu iddia etmektedir.
10 Manşetlerdeki 28 Şubat/Darbeye Giden Yolda Medyanın Rolü, SDE, 28.02.2013
11 Fazıl Hüsnü Erdem, “Türkiye’de ‘İdeolojik Devlet’ Gölgesinde Yargı Bağımsızlığı Sorunu”, Demokrasi Platformu, sayı 2, s. 53 vd.
12 Görevden alınan bürokratların yanında Ankara dışına sürülen bürokratların çokluğu dikkat çekerken, bürokrat atamalarında ilk sırayı
Başbakanlık, Tarım, Orman, Çevre, Kültür, Turizm, Sanayi ve Ticaret bakanlıkları aldı. Milliyetçi-muhafazakâr kıyımına giden hükümetin görevden
aldığı bürokratların dörtte biri bir yıl iktidarda kalan Refahyol zamanında göreve gelmişti. 500’e yakın emniyet görevlisi bir üst rütbeye terfi
ederken, 400 müdürün de görev yeri değişti. DSP il ve ilçe örgütleri, 49 ilde milli eğitim müdürünün değişmesi için başvuruda bulundu.
Kadrolaşmada siyasi parti teşkilatlarının ve belirli odakların yanı sıra bazı sendikalar bile devreye girmişti. Hatta Türk-İş Konfederasyonu ve
Yol-İş Sendikası Başkanı Bayram Meral bile şubelerine faks geçerek, kendilerine yakın bürokratların tespit edilmesi emrini vermişti.
13 Hatta Turist Rehberleri Vakfı ve İstanbul Turist Rehberi Esnaf Odası yazılı açıklama yaparak; “Dünyaya, Müslümanların çoğunlukta bulunduğu
tek laik ülke olma özelliği bulunan ülkemizde devlet eliyle demokrasi ve laiklik düşmanı milyonlarca insan yetiştirildiğini açıklayamıyoruz.
Yarım milyon gencimizi, nasıl oluyor da sadece din adamı yetiştirmekle sınırlandırılması gereken din okullarından, üst düzey kamu yöneticisi
olarak çıkardığımızı anlatamıyoruz. Cami sayısının okul sayısının önüne geçmesine izin veren bir devlet anlayışını izah edemiyoruz” diyordu.
(Cumhuriyet 11 Mart 1997)
8. Son Notlar
[I] 28 Şubat ve İslamcılar, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-İslamcılık içinde, Bekir Berat Özipek, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005
[II] Militarist Modernleşme, Murat BELGE, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011
[III] Modern Mahrem, Nilüfer GÖLE, Metis Yayınları, 2001
[IV] Militarist Modernleşme, Murat BELGE, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011
[V] Nevzat BÖLÜGİRAY, 28 Şubat Süreci 1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1999.
[VI] “Adalet Biraz Es Geçiliyor…”, Demokratikleşme Sürecinde Hâkimler ve Savcılar, TESEV Yayınları, Mayıs 2009
[VII] TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu
[VIII] 28 Şubat’ın ekonomiye faturası 250 milyar, Aksiyon, Şubat 2012
[IX] 28 Şubat tezgâhından ekonomik örnekler, Okan Müderrisoğlu, Sabah, 30.04.2012
***
POLİTİKACI,SİYASET,
28 Şubat Kronolojisi,
ABDULLAH ÇATLI,
Aczimendi,
AHMET GÜNDOĞDU,
GONCA US,
Hasan Hüseyin Ceylan,
HÜSEYİN KOCADAĞ,
MEHMET AĞAR,
NECMETTİN ERBAKAN,
SEDAT BUCAK,
SUSURLUK KAZASI,
Şükrü Karatepe
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA BÖLÜM 9
28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA BÖLÜM 9
14 Mart : 28 Şubat kararlan Meclis’ten geçti.
23 Mart : Erbakan 8 yıllık eğitimin uygulanamayacağı konusunda MGK’yı ikna için bir rapor hazırladı, ortağı DYP’den de destek geldi.
25 Mart : MGK kararlarıyla ilgili olarak ilk kez konuşan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, RP’nin ısrarlarına sert tepki gösterdi.
Orgeneral Karadayı, MGK’nın anayasal bir kuruluş olduğunu belirterek, “Burada alınan kararlar, herkesin riayet etmesi gereken kararlardır.” dedi.
26 Mart : Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna tüm illere türban yasağı genelgesi gönderdi.
31 Mart : Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam, 8 yıllık kesintisiz eğitim başlarken, imam hatipler dahil bütün orta okulların kapatılacağını söyledi.
13 Nisan : Tüm valiler Laiklik Zirvesi için Ankara’ya çağrıldı.
24 Nisan : RP’yi eleştiren, Erbakan’a söven Özbek Paşa, Refahyol’u böldü. Erbakan, Paşa’ya ceza istedi, Adalet Bakanı Kazan soruşturma açtırdı,
DYP’li Milli Savunma Bakanı Turan Tayan ise “Paşa’ya dokunamazlar” mesajını verdi.
26 Nisan : Genelkurmay Başkanlığı, Atatürk ve laiklik karşıtı gelişmelerin yoğunlaşması üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı fabrikalarında biri asker diğeri sivil giyimli Atatürk büstü yaptırarak askeri kuruluş ve okullara gönderme kararı aldı.
30 Nisan : Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni savunma konseptini açıkladı: “İç tehdit, dış tehdidin önüne geçti. İrticanın yok edilmesi hayati önemi haizdir.
- Genelkurmay, medya mensuplarına 3.5 saat brifing verdi. 8 Yıllık kesintisiz eğitime RP kanadı direnirken DYP yöneticileri ve Çiller, 8 yıllık kesintisiz
eğitimin uygulanması gerektiğini kamuoyuna açıkladı.
10 Mayıs : DYP lideri Çiller, partisinin Sultanahmet Meydanı’nda düzenlediği mitingde Sabah grubunun 200.4 milyon dolar, Doğan grubunun ise 424.8 milyon dolar devlet desteği aldığını açıkladı.
14 Mayıs : Genelkurmay Başkanı Org. Karadayı, Türkiye’de “ Or ” rütbesi bulunan 15 Generali 26 Mayıs’ta Toplantıya çağırdı. Olağanüstü Yüksek Askeri Şura niteliğindeki toplantıya Erbakan ve Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan da davet edildi.
- “Sarık Operasyonu” başlatıldı.
22 Mayıs : Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, “Türkiye’yi iç savaşa sürüklüyor” gerekçesiyle RP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
11 Haziran : Genelkurmay’dan hakim ve savcılara brifing verildi.
12 Haziran : Genelkurmay’dan medyaya irtica brifingi verildi.
13 Haziran : Genelkurmay, yargı mensuplarına ikinci kez brifing verdi.
18 Haziran : Erbakan, Başbakanlıktan istifa etti.
20 Haziran : Demirel 55. Hükümeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a verdi.
11 Temmuz : Batı Çalışma Grubu, subayların eş ve çocuklarına istihbarat toplama görevi verildi.
2 Ağustos : Y. Günaydın Gazetesi, birinci sayfadan yaptığı “İrticaya Karşı Zırhlı Kolordu” başlıklı haberde, Genelkurmay Başkanlığı’nın
hazırladığı yeni bir talimatnamede irticai ayaklanmalara anında müdahale edecek zırhlı kolorduların yurdun her yanında konuşlandırılacağı belirtiliyor.
3 Ağustos : Emniyette irticai kadrolaşma(!) yakın takibe alındı.
- BÇG’nin gizli emri 55, Hükümet tarafından uygulamaya konuldu. Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan muhafazakar insanlar fişleniyor.
17 Ağustos : 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası Meclis’ten geçti.
30 Ağustos : Jandarma Gen. Kom. görevini devreden Teoman Koman: “Esas önemli tehlike, PKK’dan bile daha tehlikeli olan irticadır.” dedi.
10 Eylül : BÇG: “Sabah namazları çıkışında yapılan gösteriler devam ederse ve irtica tehlikesi sürerse Atatürk ne yaptıysa onu yaparız.”
12 Eylül : Onbaşı Kadir Sarmusak, BÇG’ye ait gizli belgeleri sızdırdığı gerekçesiyle yargılandığı davada, “ Bülent Orakoğlu, Hanefi Avcı ve kendisini yargılayan
askeri savcı dahil 3800 telefonun dinlendiğini” aktararak, “ Askerler herkesi dinledi. 55. Hükümet’in Kuruluşunu anlatırsam çok kişi zorda kalır.” dedi.
7 Ekim : İstanbul Üniversitesi’nde başörtülü öğrencilerin kayıtları yapılmadı.
10 Ekim : Meral Akşener: “Genelkurmay, kanunlara aykırı olarak bir casusluk masası kurmuştur. Genelkurmay 65 milyon insanı fişliyor.
Valiyi, kaymakamı, öğretmeni, doktoru fişliyor. Asıl insanları bölen bunlar.”
16 Ekim : “ Kudüs Gecesi ” davasında yargılanan Sincan eski Belediye Başkanı Bekir Yıldız’a 3 yıl 9 ay, Nurettin Şirin’e 17.5 yıl hapis cezası verildi.
19 Kasım : RP’nin kapatılması davasına başlandı.
25 Aralık : MGK’nın İslamcı sermayeyi önleme kararı üzerine hükümet harekete geçti.
26 Aralık : MGK, 9 aydır Susurluk Araştırma Komisyonu’na bilgi vermiyor.
1998
16 Ocak : Türkiye’nin birinci partisi RP, “laik cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu” iddiasıyla kapatıldı.
2 Şubat : Diyanet’in 5. sınıftan sonra Kur’an kurslarına gidilebileceğini öngören yönetmeliği, Danıştay tarafından 8 yıllık kesintisiz eğitime uygun olmadığı
gerekçesiyle bozuldu.
6 Mart : Tansu Çiller, 28 Şubat sürecinde aktif rol üstlenen bir bürokrat tarafından Tehdit edildiğini açıkladı. Mesaj aynen şöyle:
“ Siyaseti hemen bırak ve hatta Türkiye’yi terk et, yoksa hiç de iyi şeyler olmayacak.”
24 Mart : Hükümet, “irtica ile mücadele” yasa tasarısını Meclis’e sevk etti. Hürriyet Gazetesi bu haber için “İrticaya karşı topyekün savaş” başlığını kullandı.
25 Mart : “5’li çete” olarak adlandırılan TOBB, TİSK, DİSK, Türk-İş ve TESK, azınlık hükümetine tam destek verdi.
27 Mart : İçişleri Bakanlığı 80 ilin valisine bölücü ve irticai faaliyetlerle mücadele için yeni ve sert talimatlar gönderdi.
2 Nisan : İçişleri Bakanı Başeskioğlu, 300 belediye başkanı hakkında soruşturma başlattı.
18 Nisan : Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir’e bağlı olarak çalışan Psikolojik Harekat Dairesi’nde yapılan bir toplantıda, “İrticanın birinci tehdit olmasıyla
birlikte daire, plan ve uygulamalarını bu yöne kaydırdı.” denildi.
21 Nisan : İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanı R. Tayyip Erdoğan, Diyarbakır DGM tarafından şiir okuduğu için 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
24 Mayıs : Vakıf yöneticilerinin evlerine seri baskınlar düzenlendi. Akabe Vakfı yöneticileri gece yarısı ev baskınları ile Emniyet’e götürülerek sorgulandı.
31 Mayıs : ABD’deki Yahudi Lobisi’nin etkili kurumu JİNSA, Erbakan hükümetini kendilerinin düşürdüğünü itiraf etti.
9 Haziran : İÜ Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu’nda sınava giren başörtülü öğrenciler, çevik kuvvet ekiplerince zorla dışarı çıkarıldılar.
10 Haziran : İÜ Fen Fakültesi’nden 11 başörtülü öğrenci mezuniyetlerine bir hafta kala okuldan atıldı.
11 Haziran : İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin değişik alanlarında eğitim gören öğrenciler sınavlara alınmadı.
12 Haziran : Anadolu ve fen liseleri sınavlarına başörtülü öğrenciler alınmadı.
17 Haziran : Uludağ Üniversitesi’nde dönem birincisi başörtülü. Hatice Topçu yerine birinci ilan edilen Nihat Karabek ödülünü reddetti.
24 Haziran : YAŞ’zede Astsubay Bilgehan Özcan’ın eşi: “ Eşime, başımı açmam için uyarıda bulunuldu. Eğlencelere katılmam istendi.”
9 Temmuz : MASK yine değişti: Milli Askeri Stratejik Konsept’in yeni hedefi: “İslami sermaye”
2 Ağustos : Cami yapımını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi.
9 Ağustos : İÜ Rektörü Alemdaroğlu, üniversitelerde kılık kıyafet yasağını serbest bırakan 2547 sayılı kanunun ek 17. maddesini üniversitenin mevzuat
kitabından çıkarttırdı.
11 Ekim : Yurdun dört bir yanında başörtüsü yasağına karşı “Özgürlük İçin El Ele” eylemi gerçekleştirildi. Yüz binlerce insanın el ele verdiği eyleme, birçok
yerde polis müdahalesi oldu ve 600’den fazla kişi gözaltına alındı.
26 Kasım : Başörtüsü yasağı, İÜ İlahiyat Fakültesi’ne de sıçradı.
6 Aralık : 3 yılda 626 TSK mensubu ordudan ihraç edildi. Büyük çoğunluğunun gerekçesi “irtica”.
1999
9 Ocak : Harp Akademileri Komutanlığınca hazırlanan kitapta “İrticaya karşı yeni bir Kurtuluş Savaşı” başlatılması gerektiği iddia edildi.
11 Şubat : İrticai faaliyetleri izlemek için emniyet müdürlerinden 20’şer kişilik izleme birimleri kuruldu.
23 Mart : Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel: Siyasi Partiler Yasası’na aykırı hareket ettiği gerekçesiyle FP hakkında yasal işlem yapılması için Yargıtay
Başsavcılığı’na başvurdu.
3 Mayıs : Merve Kavakçı’nın Meclis’te başörtülü olarak yemin etmesi engellendi.
5 Mayıs : Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel: “Kavakçı için, ajan-provokatör sözünü ben kullandım.”
8 Mayıs : FP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne dava açan Yargıtay Başsavcısı Savaş, iddianamede şöyle dedi: “FP Genel Başkanı, yöneticileri,
belediye başkanları ve milletvekilleri kan içen vampirler gibi dinsel inançları sömürüyorlar.”
10 Mayıs : İstanbul Valisi Erol Çakır, Emniyet Müdürü Hasan Özdemir ve 1. Ordu Komutanı Org. Çevik Bir, Medya patronu Aydın Doğan’ın Çamlıca’daki
villasında dört saat görüştüler.
31 Mayıs : Malatya’da başörtüsü davasında başörtülüler hakkında idam istendi.
23 Haziran : F. Gülen özür diledi: “Ordusuna, milletine laf ettirmeyen cephedeyim. Atatürk’ü hedef alan sözlerim sürçü lisan.”
24 Haziran : MGK toplantısında, irticayla mücadele konusunda “Milli Eylem Strateji” saptanmasına karar verildi. MGK, 163. maddenin yerini dolduracak yeni yasal düzenleme istedi.
23 Temmuz : Kur’an-ı Kerim’in 12 yaşından önce öğrenilmesi DSP, ANAP ve MHP oylarıyla yasaklandı.
26 Temmuz : Açık Öğretim Fakültesi sınavına giren başörtülü öğrencilerin kağıtlarına sıfır notu verildi.
29 Temmuz : Danıştay, sarı basın kartlarında “türbanlı fotoğraf kullanılamayacağına” dair görüş bildirdi.
25 Ağustos : İstanbul Valiliği, deprem mağdurlarına yardım eden Mazlum-Der ve İHH gibi sivil kuruluşların hesaplarına el koydu.
4 Eylül : Org. Kıvrıkoğlu’ndan mesajlar: “28 Şubat, bin yıl sürecek.”
10 Eylül : Milli Eğitim Bakanlığı özel okullarda da kız ve erkek öğrencilerin karma eğitim yapmasını kararlaştırdı ve türban yasağı koydu.
23 Eylül : Marmara Üniversitesi, kayıt yaptırmak için gelen başörtülü öğrencileri içeri bile sokmadı.
28 Eylül : Tuğgeneral Yalçın Işımer, GATA’nın açılışında öğrencilerine ilk dersi verdi: “Arap kafalı adamları, Atatürk’e dil uzatanları belleyeceğiz.
Türkçe ninnilerle büyüdük, dualarımız da Türkçe olacak.” Işımer, Hz. Peygamber ve ashabına da “bedevi” diyerek hakaret etti.
17 Ekim : Uludağ Üniversitesi Rektörü Ayhan Kızıl, Bursa 2. İdare Mahkemesi kararına rağmen başörtülülerin okula alınamayacağını açıkladı.
10.CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
POLİTİKACI,SİYASET,
28 Şubat Kronolojisi,
ABDULLAH ÇATLI,
Aczimendi,
AHMET GÜNDOĞDU,
GONCA US,
Hasan Hüseyin Ceylan,
HÜSEYİN KOCADAĞ,
MEHMET AĞAR,
NECMETTİN ERBAKAN,
SEDAT BUCAK,
SUSURLUK KAZASI,
Şükrü Karatepe
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA BÖLÜM 8
28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA BÖLÜM 8
3.9. Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim
28 Şubat 1997’de alınan18 maddelik Millî Güvenlik Kurulu bildirisindeki kararların üçü doğrudan doğruya eğitimi ve Millî Eğitim Bakanlığı’nı ilgilendiriyordu. Bunlar;
1) Eğitim politikalarında yeniden Tevhidi Tedrisat Kanununun ruhuna uygun bir çizgiye gelinmesi,
2) Temel Eğitimin 8 yıla çıkarılması,
3) İmam-Hatip okullarından ihtiyaç fazlasının meslek okullarına dönüştürülmesi; kökten dinci grupların kontrolünde olan Kuran Kurslarının kapatılarak,
Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda düzenlenmesi.
28 Şubat kararları ve 8 yıllık kesintisiz eğitim ile başlayan tartışmaya, uzmanlık alanı ve iştigali eğitim olmayan hemen herkes dâhil olmuştu. Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneğinden, Türk Kadınlar Birliğine, TOBB’dan Ziraat Odaları Birliğine kadar herkes 8 yıllık kesintisiz eğitimin uygulanması ve Kur’an kurslarının kapatılmasını istiyordu.13 Aylarca tartışılan 8 yıllık kesintisiz eğitim Meclis Genel Kurulunun sabahlara kadar süren 37 saatlik çalışması sonunda 277
milletvekilinin oyuyla 16 Ağustos 1997’de kanunlaştı. Hiçbir bilimsel altyapı ve pedagojik formasyon gözetilmeden siyasî ve ideolojik beklentilerle hasımları alt
etmek için eğitim yağlı bir kırbaç gibi kullanılmıştır. O dönemde sekiz yıllık kesintisiz eğitim projesinin, üniversitelerdeki eğitim bilimciler ve eğitim
bakanlığındaki ilgili uzmanları tarafından tartışılması ve konu hakkında kararların alınması beklenirken, bu tartışmanın bütünüyle siyasî kulislerde ele alınması
ve alınan kararların uygulanması noktasında sert önlemlerin getirilmesi, aslında yapılmak istenenlerin çok farklı niyetler içerdiğine delalet etmektedir.
28 Şubat sürecinde “sekiz yıllık kesintisiz eğitimin” kanunlaşmasında, eğitim konusunda en son söz alacak kişiler aktör haline gelmiştir. 28 Şubat sürecinde
devlet, ordu, eğitim ve ideoloji ilişkilerini açık bir şekilde görmek için dönemin basınına bir göz gezdirmek yeterli olacaktır. Atılan bütün manşetler ve hazırlanan haberler büyük bir korku, yaranma ve çıkar ilişkisiyle servis edilmiş ve eğitim bu kirli ilişkilerin pespaye piyonu haline getirilmiştir. İmam Hatip Liselerinin önünün kesilmesi mantığıyla geçilen 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması ile birlikte süreç tüm meslek liselerini olumsuz etkilemiş, mesleki ve teknik eğitim-öğretim bitme noktasına gelmiştir.
Buna paralel uygulanan katsayı adaletsizliği bu gelişmeyi hızlandırmıştır. Bugün Türkiye’de varlığı halen devam eden ve ülkeyi orta-gelir tuzağına hapsetme
riskini doğuran nitelikli işgücünün bulunamayışında mesleki ve teknik öğretimi neredeyse sona erdiren sekiz yıllık kesintisiz eğitim başat rol oynamıştır.
Bu uygulama köylerdeki okulların kapanmasını hızlandırmış bir uygulamadır. Bu uygulama ile “taşımalı eğitim” gibi kendi içerisinde önemli sorunları barındıran
bir uygulamayı da gündeme getirmiştir. 4+4+4 eğitim sistemi olan bilinen 6287 sayılı Kanunla sekiz yıllık kesintisiz eğitimin olumsuz sonuçları nispeten
giderilse de özellikle mesleki eğitime vurulan darbenin uzun vadeli etkileri halen devam etmektedir.
1995
24 Aralık : Seçmen sandık başına gitti.
25 Aralık : Kesin olmayan ilk sonuçlar açıklandığında Refah Partisi’nin sandıktan birinci parti çıktığı görüldü.
- İstanbullu iş adamlarının gönlünde ANAYOL formülü ön plana çıktı. TÜSİAD, gazete ilanlarıyla bu formüle destek verdi.
- Güneydoğu’daki görevini tamamlayan Kayseri 1. Komando Tugayı’nı ziyaret eden Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı burada yaptığı açıklamada,
silahlı kuvvetlerin, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatı olduğunu belirterek, “Her türlü bağnazlık ve gericiliğin karşısındayız.” dedi.
1996
27 Haziran : Çiller ve Erbakan, RP-DYP koalisyonu konusunda kesin olarak anlaşmaya vardı.
28 Haziran : Necmettin Erbakan Başbakan oldu.
24 Temmuz : Yüksek Askeri Şura toplantısında 600 civarında dindar subayın ordudan atılmasının gündeme geleceği ifade edildi.
10 Ağustos : Başbakan Necmettin Erbakan İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’ya yapacağı 10 günlük geziye çıktı.
11 Ağustos : İran ile ilk etapta doğalgaz, petrol ve enerji işbirliği konularında anlaşmaya varıldı.
1 Eylül : Sabah Gazetesi’nin sürmanşetinde yer alan haberde Karadayı, İran devriminden sonra Türkiye’ye kaçan bir İranlı kuvvet komutanının devrimle ilgili
anılarını anlatarak, Komutanın, “ İran’da Generaller, Humeyni Hareketinin irticanın ta kendisi olduğunu fark ettiklerinde, iş işten geçmişti ” diye konuşuyordu.
4. 28 Şubat Kronolojisi
1 Ekim : Karadayı, RP’nin, ordudan atılan subaylara mahkeme hakkı tanıma girişimine sert tepki gösterdi.
Başbakan Erbakan, Afrika gezisine çıkma hazırlıklarını sürdürürken, ordu, medya ve bürokrasideki RP’ye yönelik baskılar gittikçe artmaya başladı.
RP iktidarına karşı mücadele veren güçler darbe dahil her türlü seçeneği çekinmeden gündeme getirmeye başladılar.
24 Ekim : D-8’ler olarak adlandırılan ve Türkiye, İran, Pakistan, Malezya, Endonezya, Mısır, Nijerya ve Bangladeş’ten oluşan grubun temeli atıldı.
3 Kasım : Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında, İstanbul Emniyet Müdürü eski Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, katliam sanığı ülkücü Abdullah Çatlı ve Gonca Us hayatını kaybetti. Bucak Aşireti Reisi DYP Milletvekili Sedat Bucak ise kazadan ağır yaralı olarak kurtuldu.
8 Kasım : İçişleri Bakanı Mehmet Ağar görevinden istifa etti.
10 Kasım : Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin bir toplantıda “içim kan ağlayarak törenlere katıldım” şeklindeki sözleri yeni bir krize neden oldu.
6 Aralık : Ankara DGM, RP lideri Erbakan’ın hac konuşması ve Hasan Hüseyin Ceylan’ın konuşmaları nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na suç
duyurusunda bulundu.
24 Aralık : Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı: Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenler var.
28 Aralık : Aczimendi lideri Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin bir evde yakalandı. Olay, basında günlerce gündemde tutuldu.
1997
5 Ocak : Türk-İş öncülüğünde hükümete uyarı mitingi yapıldı.
9 Ocak : Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
11 Ocak : Genelkurmay, Sultanbeyli’de Belediye Başkanı’na rağmen
10 Kasım’da Atatürk heykeli diktiren 2. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgenaral Doğu Silahçıoğlu’na sert tepki gösteren Necati Çelik hakkında suç duyurusunda
bulundu. Başbakan Necmettin Erbakan tarikat ve cemaat liderlerine iftar yemeği verdi.
17 Ocak : Cumhurbaşkanı S. Demirel, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına Yargıtay Birinci Ceza Dairesi üyesi
Vural Savaş’ı atadı.
21 Ocak : Atatürkçü Düşünce Derneği, Başbakan hakkında, konutta verdiği yemek daveti nedeniyle suç duyusunda bulundu.
26 Ocak : Komutanlar, Gölcük’te 72 saat süren olağanüstü Şura’da bir araya geldiler. Komutanların değerlendirmeleri şunlardı:
1- Org. Koman’ın sürekli Susurluk Komisyonu’na çağrılması “şova” yöneliktir.
2- Bir generalin, bir semte Atatürk heykeli dikilmesindeki tutumu için söylenenler üzüntü vericidir.
3- Ramazan nedeniyle mesainin iftar saatine ayarlanması doğru değildir.
4- TSK iç ve dış tehdide karşı ülkeyi korumakla görevlidir. Orduyu iç politikaya çekme gayretleri üzüntü vericidir.
30 Ocak : Sincan’ın RP’li Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Kudüs’ü anma toplantısı düzenledi.
1 Şubat : Başbakan Erbakan, kamuoyundan gelen tepkiler ve DYP’deki bazı bakanların “imza koymayız” direnişlerine rağmen üniversitelerde başörtüsünü
serbest bırakan kararnameyi, Bakanlar Kurulu’nda imzaya açtı.
3 Şubat : Sincan’daki Kudüs gecesine DGM inceleme başlattı.
4 Şubat : Sincan halkı güne tank sesleriyle uyandı.
7 Şubat : İstanbul’daki üniversitelerin öğretim üyeleri; iktidarın üniversitelerden elini çekmesini istediler ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyenlerle mücadele
edeceklerini söylediler.
14 Şubat : DGM, Sincan davasında Bekir Yıldız ve Nurettin Şirin’le birlikte 9 kişiye daha tutuklama kararı verdi. Başbakan Yardımcısı Çiller, DYP’li bakanların
üniversitelerde türban serbestisi kararnamesini imzalamayacaklarını açıkladı.
15 Şubat : Şeriata karşı kadın yürüyüşü yapıldı.
21 Şubat : “İran terörist devlet muamelesi görmeli.” diyen Org. Çevik Bir, Sincan’dan geçen tanklarla ilgili olarak da; “ Demokrasiye balans ayarı yaptık ” dedi.
24 Şubat : S. Demirel: “Kim ki, dini siyaset malzemesi yapıp, istismar edip, rejimin karakterini değiştirmeye kalkarsa, karşısında Cumhuriyet Savcısı’nı bulur.
Cumhuriyet’in temel niteliklerini değiştirmek için yola çıkacak hiçbir heyetin ömrü uzun olmaz. Savcılar, hakimler görevlerini yapmaktadırlar, yapacaklardır.
Medya görevini yapmaktadır, yapacaktır. Cumhuriyetin kazanımlarını koruyacak kadar Türk vatandaşı vardır.”
25 Şubat : Oramiral Güven Erkaya: “Aşırı dinci akımlar bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi.”
26 Şubat : Türk-İş, DİSK ve TESK’ten rejime yönelik tehditlere karşı güç birliği kararı. İstanbul kadın kuruluşları birliği, laiklik için eylem başlattı.
28 Şubat : MGK, Cumhurbaşkanı Demirel başkanlığında toplandı. Türkiye’de 1997’den sonraki dönemde meydana gelen siyasal ve sosyal gelişmeleri belirleyen bu tarihi toplantı, dokuz saat sürdü. MGK’da Atatürk ilke ve inkılaplarının ödünsüz uygulanması kararı alındı. Temel eğitimin sekiz yıla çıkarılması, imam hatip okullarının meslek okullarına dönüştürülmesi, irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerlerin belediyelerde istihdam edilmelerinin önüne geçilmesi istendi. Bildirinin sonunda “tavsiye edilir” kelimelerinin yerine “yaptırım” kelimesinin kullanılması “muhtıra” şeklinde değerlendirildi ve bu tarihten sonra yaşanılan gelişmeler, bu değerlendirmenin bir anlamda doğruluğunu ortaya koydu.
2 Mart : Erbakan hükümete bildirilmek üzere MGK’da alınan yirmi maddelik kararlar listesinde bazı ifadelerin çok sert olduğunu öne sürerek kararları imzalamadı.
- Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, “ Ordu ile uyum içindeyiz ” diyen Erbakan’a “ Ordu, Atatürk’e inananlarla uyum içindedir ” yanıtını verdi.
3 Mart : Başbakan Erbakan, “ Demokratik sisteme destek için ” Parti liderlerini ziyaret etti. Ancak Erbakan umduğunu bulamadı. Erbakan “ Hükümet, TBMM’de
kurulur. MGK ’da kurulmaz ” dedi.
4 Mart : Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu Başkanı Derviş Günday, Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral ve DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak MGK
kararlarına tam destek verdiklerini açıkladılar.
7 Mart : Cumhurbaşkanı Demirel, MGK kararlarının uygulanmaması halinde devletin yürümeyeceğini, uygulamayanların sorumlu olacağını söyledi.
9 Mart : MGK kararlarının uygulanmasıyla ilgili ilk çatlak, 8 yıllık kesintisiz eğitimde çıktı, MGK, 8 yıllık temel eğitimin kesintisiz olmasını isterken; RP,
İmam hatiplerin orta kısımlarının zorunlu eğitim kapsamında kalmasını sağlayacak 5+3 modelinde ısrarlı olduklarını bildirdi.
9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
POLİTİKACI,SİYASET,
28 Şubat Kronolojisi,
ABDULLAH ÇATLI,
Aczimendi,
AHMET GÜNDOĞDU,
GONCA US,
Hasan Hüseyin Ceylan,
HÜSEYİN KOCADAĞ,
MEHMET AĞAR,
NECMETTİN ERBAKAN,
SEDAT BUCAK,
SUSURLUK KAZASI,
Şükrü Karatepe
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)