KADDAFİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KADDAFİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Eylül 2018 Çarşamba

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler

  2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                         
İş Geliştirme ve Stratejik Yönetim Araştırmaları Merkezi
05 Şubat 2013 Salı

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler













Ümit Özdağ tarafından yazıldı.


     2013 yılı küresel politik ve jeopolitik gerilimler açısından ne dünya ne de bölgemiz için sakin bir yıl olmayacak. Büyük bir kısmı tarihin 2012'ye taşıdığı 
ve çözülemeyen sorunları geliştirerek yaşamaya devam edeceğiz. CNN International bu sene dünyanın ve tabii Türkiye'nin gündeminde önemle yer alacak konuları bu konuda iyi bir çalışma yapmış. Bu çalışmayı da değerlendirerek ve genişleterek, bu sene dünyanın, bölgemizin ve Türkiye'nin konuşacağı konuları aşağıdaki 
başlıklar altında toplamadık. 


 1) PKK ile Müzakereden Mütarekeye: Hiç şüphesiz bir yandan İmralı'daAbdullah Öcalan ile yeniden başlayan öte yandan Avrupa'da PKK ile gizli olarak da olsa 
düşük seviyede yürümeye devam eden müzakere süreci, artık mütareke evrilerek devam edecek bir zemine doğru yaklaşıyor. AKP'nin son Kongresi'den sonra "AKP'nin Kürt Açılımı En Radikal Aşamasında" başlıklı yazımda,(Yeniçağ, Ekim 2013) Hükümetin "Kürt Sorunu" diye nitelendirdiği PKK sorununu çözmek amacı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli ve üniter devlet karakterini değiştirecek, bir dizi önlemi alacağını kaydetmiştim. 


Büyükşehir yasası ile idari federalizmin zeminin hazırlanması, Kürtçe'nin ikinci resmi dile götürecek adımların kararının açıklanması anılan Kongre sonrasındaki 
gelişmelerdir. Başbakan Yardımcısı ve Müzakere sürecinin yönetici olan ….'da İmralı ile ikinci görüşme sürecinin başlamasından sonra, sürecin AKP Kongresi 
sonrasında başladığını açıklamıştır. Öcalan ve PKK ile müzakereler 2013 senesinde Türkiye'nin olduğu gibi ilgili dünyanın ve bölgenin en önemli gündem 
maddelerinden birisini oluşturacak. Ancak bu görüşmelerin 2013 senesi içinde sona ereceği anlamına gelmiyor. Çünkü PKK için görüşmelerin kabul edilebilir bir sonuca varması demek, 

1) Öcalan'ı da kapsayacak bir genel af, 
2) PKK'nın Türkiye'de legal bir parti olması, 
3) Büyük şehir yasasına valilerin de seçimle gelmesi maddesinin eklenmesi, 
4) Kürtçe eğitimin kabul edilmesi, 
5) Anayasaya Türkiye Cumhuriyeti' nin Türkler ve Kürtlerden oluştuğu hükümlerinin yerleştirilmesi gerekiyor. 

  Aksi takdirde PKK bugün olmaz ise yarın diyerek çatışmalara devam edecektir. AKP ise cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu taleplere "evet" diyemeyecek tir. Özetle, 2013 içinde de artık mütarekeye doğru giden ve geri dönülemez süreç devam edecektir. Mütarekenin halkta yaratacağı tepkiyi eritmek için KCK operasyonları, dağda PKK alt yapısına yönelik askeri operasyonlar devam edecektir. 

 2) PKK'nın Hakkari ve Van'da etkinliğini artırma çabaları: PKK, İmralı'da ve Avrupa'da yapılan görüşmelerin 2013 ilkbaharına kadar sonuç üretmemesi durumunda PKK, Hakkari'de 2009'dan itibaren uyguladığı ve "kurtarılmış bölge", "demokratik özerklik" ve en son "gazzeleştirme" diye anılan stratejiyi, Van'a da taşıyarak yaygınlaştırmaya çalışacaktır. PKK'nın izleyeceği bu politika, 2013 ilkbahar ve yazı Hakkari ve Van'da kırsal ve kentsel alanlarında PKK ile güvenlik güçleri arasında sert çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. Örgüt, 2013 içinde 2012'de denediği ancak başaramadığı kent ayaklanmaları girişimini tekrar deneyecek ve TSK'yı "meskun mahal çatışmasına" zorlamak isteyecektir. 

 3) Suriye İç Savaşı ve Savaşın Irak-Ürdün-Lübnan ve Türkiye'ye Etkileri: Suriye iç savaşı Esad "bugün düştü, yarın düşüyor" psikolojik propagandasına rağmen 
devam edecektir. Suriye'de iktidar 2013 içinde güç kaybetse de muhalefete dışarıdan büyük bir askeri destek gelmediği sürece, muhalif unsurlar Şam 
rejimini deviremeyeceklerdir. Üstelik, iç savaş Şam'da iktidarın el değiştirmesi ile bitmeyecektir. Şam'da iktidar isyancıların eline geçer ise Lazkiye'den 
başlayıp Akdeniz boyunca Suriye sahillerine yayılan Nüsayristan'da Esad'ın yeni savaşı başlayacaktır. Muhtemelen, Esad bu aşamada Suriye Kürtlerinin 
bağımsızlığını destekleyerek, hem isyancıları hem Türkiye'yi baskı altına almak isteyecektir. Öte yandan Suriye'deki parçalanma, diğer bir ifade ile Suriye'nin 
"Somalileşmesi", Irak'ın da parçalanmasına giden yolu açacaktır.

 4) Kerkük, Kuzey Irak ve Irak: 2012'de Irak ve Kuzey Irak savaşmanın eşiğine gelmişlerdir. 2013'de Barzani ile Maliki arasındaki çatışma, Suriye'deki 
gelişmelerin de etkisi daha da sertleşecektir. Suriye'de rejimin devrilmesi ve Esadın savaşı Lazkiye'den sürdürmek istemesini Barzani, Kuzey Irak'ta Suriye'nin Kuzey bölgelerini de kapsayacak bağımsız bir Kürdistan'ın kurulması için kullanabilecektir.Kerkük başta olmak üzere diğer Türkmen bölgelerinin 
Barzani'nin eline geçmesi Irak'ın Osmanlı döneminde Musul Vilayeti diye anılan bölgesinde ve Suriye'nin kuzeyinde Halep'e kadar uzanan alanda bağımsız 
Kürdistan'ın kurulmasına yol açacaktır. Şii Maliki Hükümetinin Irak'ın bölünmesini engelleyememesi, Sunni Arapçılığın ayrılmak için dışarıdan da tahrik ile harekete geçmesine neden olabilir. Kuzey Irak'ın bağımsızlığı Arap milliyetçiliğini geliştirip, sunni-şii geriliminin aşılmasına da neden olabilir. 

Barzani, Kerkük ve diğer Türkmen bölgeleri üzerindeki fiili hakimiyetini hukuki hakimiyete dönüştürmek için Irak Ordusunu yenmek veya en azından savaştan 
caydırmak zorunda olduğunu biliyor. Bu noktada son günlerde uluslar arası basında gittikçe sık yer alan bir haber/yorum, Başbakan Erdoğan'ın Barzani'ye 
bir Kuzey Irak-Irak savaşında, Türkiye'nin Kuzey Irak'ı destekleyeceğine dair söz verdiği hususudur. Irak başbakanı Maliki, Ankara'yı Türkmenlere, Kerkük ile 
birlikte Barzani'ye katılın telkininde bulunmak ile suçlamaktadır. Kerkük konusunda Ankara'dan da karışık sinyaller gelmektedir.

 5) İran ve Nükleer Silah: İran, İsrail'in saldırı çağrılarına, ABD'nin başını çektiği Batının ekonomik ambargosuna rağmen hızla nükleer santrallerini inşa 
etmeye devam etmektedir. İran, bir askeri saldırıya da boyun eğmeyeceğini gösterecek şekilde konvansiyonel silahlanmaya devam etmekte ve sürekli yeni füze tipleri üreterek denemektedir. Öte yandan İran'a yapılacak bir İsrail ve/veya ABD saldırısı ilk kez çalışmakta olan nükleer tesislerin bombalanması gibi bir sonuç ortaya çıkaracak. Böyle bir bombardımanın ortaya çıkaracağı nükleer kirlilik muhtemelen Çernobil'den kat ve kat fazla olacak. İsrail İran'a 
saldıracak mı? ABD böyle bir saldırıya katılacak mı yoksa aktif destek vermekle yetinecek mi? 2013 yılında da İran dünya gündeminin önemli meselelerinden birisi olmaya devam edecektir.


 6) Sallanan ve Etnikleşen Avrupa Birliği: 2013 senesi içinde AB ekonomik ve politik krizi yaşamaya devam edecek. Bu ekonomik kriz, eğer dağılmak istemiyor ise AB'nin yeni bir şekil almasına neden olacak. Ayrıca, başka faktörlerin yanında Brüksel bürokrasinin etnikçi politikalarının sonunda Belçika parçalanma süreci devam edecek. Katalonya ve Bask'ın İspanya'dan ayrılma süreçleri güçlenecektir. İtalya ekonomik krizinde etkisi ile milli bilincin daha da zayıfladığı, zengin Kuzey Ligi'nin, fakir güneyden ayrılmak isteğinin güçlendiği bir dönemden geçecek. 2013'de AB'nin sorunlarını ve geleceğini konuşmaya devam edeceğiz. 2013'de Türkiye'de AB'ciler biraz daha mahcup, "Ama AB standartları ..." demeye devam edecekler. Ankara'da artık AB dışında seçenekler üzerinde arayışlar başlayacak. 

 7) Çin'in Ekonomik ve Politik Yükselişi-ABD'nin Pasifik'e Dönüşü: Çin ekonomik yükselişi devam ediyor. ABD'nin Ortadoğu savaşına angaje olduğu bir dönemi çok akıllıca değerlendirip, Afrika ve Latin Amerika pazarlarına uzanan Çin, düşük profilli bir dış politika sürdürmeye devam ediyor. Ekonomik ve politik 
gelişmesine uygun bir askeri yapılanma içinde olmasına rağmen, Pekin düşük profilli bir dış politika izleyerek Washington'u kışkırtmamaya çalışıyor. 
2013'de Çin'in yükselişinin konuşulmaya ve ABD'nin muhtemel cevapları konuşulmaya devam ediliyor.

8) Müslüman Kardeşlerin Yükselişi ve Mısır: 2012 Mısır'da ilk demokratik seçimlerin ve Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesinin yılı oldu. Müslüman 
Kardeşler demokratik seçimle iktidara geldiler ancak daha ilk hamlelerinde demokrasiden çok hoşlanmadıklarını gösterdiler. Müslüman Kardeşler ve muhalifler arasındaki gerilim 2013 senesinde de sürmeye devam edecek. Müslüman Kardeşlerin iktidarı uzun bir iktidar mı olacak yoksa bir yaz yağmuru mu olacak? 2013 bunun büyük ölçüde anlaşılacağı sene olacak. 

9) Libya'nın Afganistanlaşması Süreci: Libya'da Kaddafi yönetimin devrilmesin den sonra bir hükümet oluştu ancak bir iktidar oluşmadı. Ülke değişik radikal gruplar ve aşiretler arasında parçalanmış durumda. Bugünlerde uluslar arası basında çok bahsedilmese de Libya'nın parçalanması büyük bir ihtimal. Radikal İslamcı gruplar, bu ülkede Kaddafi'nin cephaneliği üzerinde oturmuş, ülkeyi Afganistanlaşıyorlar. Libya'da otoritenin çöküşü ve cihadist gruplar, Mali'nin Kuzeyinde yönetimi ele geçirmiş durumdalar. 2013'de Libya Kuzey Afrika'ya istikrarsızlık ihraç etmeye devam ederken, kendi parçalanması sürecinin dinamiklerini de geliştirecek.

10) Afganistan ve Pakistan dağılacak mı?: 2012'ye kadar Afganistan'da bir devlet yapısının nasıl kurulacağı üzerinde duruldu. Ancak 2012'den itibaren 
Afganistan'ın bir devlet olarak geleceğinden gittikçe ümit kesildiği görülüyor. Amerikan strateji yazınında 2012 içinde "acaba Afganistan'ı kuzey ve günye 
olarak bölmek daha mı faydalı olur?" tartışmasının yapılmaya başlandığı görülüyor. Bu tartışmanın 2012 sonundan itibaren daha belirgin bir şekilde 
"ABD'nin düşmanı olarak Pakistan ve Pakistan bölünmeli mi?" sorusunun eklendiği görülüyor. 2013 senesi içinde Afganistan ve artan oranda Pakistan konusunu tartışmaya devam edeceğiz. 

11) Chavez Sonrasında Latin Amerika: Latin Amerika'nın Sempatik Anti-Amerikan Lideri Hugo Chavez'in kanser hastalığı ilerliyor. Yerine yardımcısının geçmesi için gereken hazırlıkları yaptı. Eğer süreç bu şekilde devam eder ise Chavez, 2014 senesinde iktidarda ve hatta dünya da olmayabilir. Chavez'in ölümü Latin Amerika'da gelişen anti-Amerikancı dalganın ağır bir darbe almasına, liderine kaybetmesine ve yeni bir lider üretememesi durumunda da erimesine yol açabilir. Türk medyasının ve üniversitelerin "radarları" dışındaki Latin Amerika ve ABD bu sene Chavez sonrası Venezuella'yı ve Latin Amerika'daki gelişmeleri çok konuşacak. 

12) Kuzey Kore kendi roketi ile kendi uydusunu yörüngeye oturttu: Türkiye, toplama bir yapı olan (bu işler böyle başlar ve bu da önemlidir) Göktürk-2'yi 
Çin'den yörüngeye yollarken, Batı medyasında geri kalmış, insanları açlıktan ölen olarak gösterilen Kuzey Kore kendi yaptığı uyduyu kendi füzesi ile uzaya 
yolladı ve dünyanın yörüngesine oturttu. Bu noktada ABD'yi ilgilendiren husus,olması. Türkiye'de çok ilgilenilmeyen bu ülke 2013'de de dünyanın 
gündeminde olmaya devam edecek.

13) Hegemonyanın Zayıflaması Tartışmalarının Yoğunlaşması: ABD hala dünyanın en güçlü ülkesi. Daha bir süre öyle olmaya da devam edecek. Ancak artık Amerikan hegemonyasının kırıldığı Washington'da kabul ediliyor. Bush döneminde yapılan son büyük atak, hegemonyanın ömrünü uzatacağı yerde kısalttı. Ancak henüz çok kutuplu bir dünya sisteminin kuralları da oluşmadığı için sahte bir hegemoni ile dengesiz bir süreç uluslar arası ilişkilere egemen olmuş durumda. 2013 senesinde de hegemonyanın zayıflaması tartışmaları uluslar arası ilişkiler gündeminin önemli parçalarından birisi olmaya devam edecek.

14) Küresel ekonomik kriz: Devam ediyor
15) Küresel Isınma: Konuşmaya devam edeceğiz. 


Uzman Hakkında

Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  AKP’nin PARTİ ORDUSU GİRİŞİMİ 
  Özdağ'dan Başkanlığa Karşı Mektup 
  2015’te Batı Erdoğan İlişkilerinde Muhtemel İki Yol 
  Askeri Sağlık Sistemi Neden Gerekli? 
  Kesnizani Tarikatı: Irak’ın FETÖ’sü 
  Gülenci Darbe ve Bir Kitabın Önsözü 
  Türkiye’ye Vatandaş İthalinin Felaket Niteliğindeki Sonuçları 
  Göçler ve Güvenlik 
  Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit 
  Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor 
  400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı? 
  Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı 
  1 Kasım Seçimleri Yaklaşırken Neden MHP? 
  Seçime Giderken PKK Ayaklanması 
  Savaş Başlıyor ve Seçimler 
  Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması  
  MHP’nin Yükselen Oyları- Erdoğan ve Öcalan 
  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu     Şekillendirme Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 



Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA        alsancak escort
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 

***

31 Temmuz 2017 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 25


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 25

4.6.5. 28 Şubat Kararlarının Analizi 

28 Şubat 1997 MGK Kararlarının açıklanması üzerine Refah-Yol Hükümeti bu süreç içerisinde iktidarda kalma mücadelesi gösterirken Genelkurmay Başkanlığı ise, işi artık “Silahsız Kuvvetler Halletsin” şeklinde açıklamalar yaparak Refah-Yol Hükümeti’ni iktidardan uzaklaştırma çabası içerisine girmiştir. Tarihi MGK Toplantısı gündeminde irtica tehdidi ele alınmış ve hedef Başbakan Erbakan olarak gösterilmiştir. 
Bu gündem sonrasında ise artık Başbakan Erbakan ve asker arasında sürecek olan uzun süreli bir tartışma gündeme gelmiş olmakla beraber Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan düşmesi ve kapatılmasına kadar uzanan geniş bir olgu gerçekleşecek idi. 28 Şubat Kararları, Başbakan Erbakan için sürpriz değildi. Kararlar öncesinde de YAŞ’ta emekliye sevk edilen askerler konusunda da komutanlarla bir çatışma yaşamış Başbakan Erbakan sonrasında boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bununla beraber askeri kanat tarihi MGK Toplantısında Başbakan Erbakan’ı adeta Cumhurbaşkanı Demirel’e şikâyet ediyorlardı (Ilıcak, 2013, s.117). 

28 Şubat MGK Kararı sonrasında ülkede siyasi tansiyon daha da yükselmiştir. 28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısından sonra Başbakan Erbakan’ın MGK kararına 
tepkisi sert olmuştur. Başbakan Erbakan, “Dinle uğraşan çarpılır, her MGK kararı uygulanmaz, MGK kararları emir değildir” şeklinde açıklamalar yapmış (TBMM, 
2012, s.1047) ve ülkedeki yüksek olan siyasi tansiyon bu açıklama ile beraber daha da yükselmiştir. Başbakanın bu sözleri üzerine, Genelkurmay Başkanlığı tarafından 8 Mart 1997 tarihinde yapılan resmi açıklamada; MGK’ya yapılan eleştirileri sert bir şekilde cevaplandırılmıştır. Basında “İmza Krizi” şeklinde değerlendirilen bu olay sonrasında koalisyon ortağı DYP’li milletvekillerinden bazıları partilerinden istifa etmiş, erken seçim yapılmasını ve hükümetten çekilmeyi önermişlerdir (Birand-Yıldız, 2012, s.217). Başbakan Erbakan, ilerleyen günlerde bu sert üslubunu terk etmiş; MGK’nın 64’üncü Kuruluş Yıldönümü kutlaması için 31 Mayıs 1997 tarihinde MGK Genel Sekreterliği 
hizmet binasında düzenlenen törene katılarak, askerlere ılımlı mesajlar vermiştir. 

Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ise 28 Mart 1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığını ziyaret ederek, TSK’ya irtica tehdidi hakkında yapılan görüşmelerde güven telkin eden görüşler bildirmiştir. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, ziyaret sonrası yaptığı basın açıklamasında; 

“8 yıllık eğitimle ilgili çalışmalar hassasiyetle sürmektedir. Kimileri MGK Kararlarını İmam Hatip Okullarının, Kuran Kurslarının ve camilerin kapatılması gibi yorumlamaktadır. MGK Kararlarının niteliği böyle değildir. MGK Anayasal bir kurumdur. Hükümetimiz de gereğini yapmakta kararlıdır” demiştir. 

TBMM içerisinde bulunan muhalefet partilerinden CHP ve DSP ise hükümeti istifaya davet etmiş; CHP lideri Deniz Baykal, “Hükümetin istifa etmemesi halinde ülkede çatışma çıkacağını” öne sürmüş ve DSP Lideri Bülent Ecevit ise “Hiçbir devletin ordusu, kendine ve devlete karşı silahlı ayaklanma kışkırtıcılığı karşısında sessiz, tepkisiz kalamaz” demiştir (Komisyon, 2012, s.170-171). 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısı sonrasında siyasi tepkiler genel olarak yukarıda ki gibi gerçekleşmiş olmakla beraber özellikle sivil toplum kuruluşlarından da çeşitli tepkiler gelmiştir. MGK kararları toplumun bir kesimi tarafından memnuniyetle karşılanırken, diğer bir kesimi ise kararlara karşı büyük tepki göstermiştir. 

İş dünyasında, DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak; “Ya asker gelecek, ya irtica. Ne 12 Mart’ta, ne 12 Eylül’de bu kadar açık görünmüyordu. Daha ne duruyorlar… 
Bakın haftalardır hemen her gün asker medyada yer alıyor. 12 Eylül öncesinde bu kadar ses vermiyorlardı” demiştir. Sivil toplum örgütleri muhalefet partilerinden CHP ve DSP Milletvekillerinde desteğini alarak Refah-Yol Hükümeti’ne karşı muhalefet girişimlerine başlamışlardı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa çıkar birliği yerine siyasi birlik için bir araya gelen TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK 28 Şubat sürecinde yaşanan olayları kendi platformlarında gündeme getiriyor ve Refah-Yol Hükümeti’ni protesto ediyorlardı. Sivil toplum örgütlerinin bu faaliyetlerinin yanında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile de görüşerek, içinde bulunulan siyasi atmosfer hakkında duygu ve düşüncelerini anlatıyorlardı. Bunun yanında mecliste bulunan milletvekillerine mektuplar yazarak Anayasa’ya, laikliğe, demokrasiye ve Cumhuriyet’in temel ilkelerine olan bağlılıklarını ve yeminlerine sadık kalınmasını istiyorlardı. Bu gelişmelerin yanında özellikle Anadolu’nun çeşitli illerinde, özellikle Pazar günleri, İmam Hatipliler ve başörtülü kızlar tarafından 28 Şubat 1997 tarihi MGK kararları aleyhinde gösteriler düzenleniyordu (TBMM, 2012, s.1048). 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısı sonrası ülkenin girmiş olduğu süreç, sıkıntılı bir sürecin başlangıcı olmakla beraber uzun sürecek siyasi ve sosyal tartışmaları da 
beraberinde getirecektir. Bu tarihten sonra MGK'dan geçirilen kararların uygulanmaması olasılığı, siyaset yaşamında kriz yaratacak mahiyettedir. Kabinenin RP kanadının MGK kararlarını imzalamayı reddetmesi, ardından kamuoyunda tartışmaya açması tedirginliğe yol açmıştır. 28 Şubat sonrası, aynı zamanda sivil toplum örgütlerinin de tepkilerini göstermeye başladıkları bir dönemdir. Odalar Birliği, DİSK, TÜRK-İŞ, TESK ve TİSK arasında hükümete karşı bir oluşum olarak bir dönüm noktasını ifade etmektedir (Özgan, 2008, s.85). 28 Şubat 1997 döneminde, İstanbul ve Ankara kulislerine yayılan hava, Refah-Yol Hükümeti’nin gitmesi yönündedir (Opçin, 2004, s.39). Bir başka ifade ile 28 Şubat 1997 MGK’sı; hükümetin gitmesini hedefleyen bir muhtıra şeklinde yorumlanmıştır. 

28 Şubat Kararlarının analizini iyi yapabilmek için, MGK Toplantısında anılan kararların ve kararlara ilişkin bildirinin gözden geçirilmesi ve tahlil edilmesi elbette yerinde olacaktır. MGK’nın 28 Şubat 1997 Toplantısı sonucunda alınan kararların kamuoyuyla paylaşıldığı bildiri, Cumhuriyet tarihinin son Askeri müdahalesi olarak anılmış ve 28 Şubat sürecini başlatan belge olarak önem kazanmaktadır. Tarihi bildirinin yayınlanmasından önce, MGK’nın olağan toplantısıyla ilgili basın yoluyla oluşan gündem, bildirinin sunulmasından sonra da beklendiği gibi ülkeyi oldukça uzun bir süre meşgul etmiştir (Komisyon, 2012, s.313). 28 Şubat süreci “post-modern darbe” olma özelliğiyle şüphesiz önceki darbelerden birçok yönden farklıydı ve bu nedenle 28 Şubat sürecinin anlaşılması daha zor olmuş ve uzun zaman almıştır. Türkiye’de daha önce üç siyasi darbe yapılmıştı ve darbe sonucunda mevcut hükümetler gönderilmiş, yerini askeri cunta yönetimleri almış, partiler kapatılmış ve sorumlu görülen siyasiler cezalandırılmıştır. Bu ceza siyasi yasaklı olmaktan asılmaya kadar gitmiştir ve her seferinde hükümet tekrar sivil yönetime devredilse de devleti koruma amaçlı yaptırımlar ve yasalar artmıştır. Darbe sonralarında kurulan askeri hükümetler ülkeyi uzun yıllar geri götürmüş olmakla beraber ülkede istikrarsızlık ise darbe sonrasında da devam etmiştir. Darbe öncesinde toplum ve siyasi yaşamda bulunan özgürlükler darbe sonrası ile uzun süreli olarak askıya alınmıştır. Batılı demokrasilerde düşünülemez olan darbeler Türkiye’nin eğitimli kesimlerinden destek almış olmakla beraber; basın ise çoğu zaman askerlere övgüler yağdırmıştı. Demokrasiye yapılan bir darbenin meşrulaştırılması ve yoğun destek almasını anlamak için şüphesiz Cumhuriyet tarihine bakmak gerekir, zira kuruluşundan itibaren bazı kırmızı çizgiler konmuş ve bu çizgiler 
iktidara sahip elit kesimden tarafından daima korunmuştur. Yaşanan askeri darbelere baktığımızda ise elit kesimin başını ordunun çektiği görülmektedir; ancak bürokrasi, akademik camia ve daha sonra bazı sivil toplum kuruluşları da buna dâhil olmuştur ve destek vermişlerdir (Akın, 2011, s.47). 

28 Şubat süreci içerisinde hazırlanan bildiri metni ve açıklanan 18 maddelik tedbirlerin esas itibariyle askerler tarafından öncesinde hazırlanmış olduğu ve 
toplantıdan önce hazırlanmış bu metne toplantı esnasında birkaç küçük revizyondan sonra son şeklinin verildiği bilinmektedir. Zaten 28 Şubat 1997 tarihli MGK Toplantısı gündeminin, Anayasa’nın emrettiği gibi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından değil, günler önceden askerlerce hazırlanmış olduğunu medyaya yansıyan bilgilerle gösterilmiştir. Özellikle bildiride dikkat çeken bir husus anayasal açıdan kurulun üyesi olmayan MGK Genel Sekreteri’nin toplantıya katılmış olduğunun resmi bildiride özellikle belirtilmiş olması (Gürses, 2009, s.173) 28 Şubat süreci ve bu süreçte askerin rolünün ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. 

Bu dönem içerisinde özellikle Refah-Yol Hükümeti’ne adeta dayatırcasına verilen 18 maddelik bu kararlarda yer alan baskın dilin, demokratik seçimle gelen bir 
hükümete karşı kullanılması Türkiye’de çok büyük bir tepkiyle karşılanmamıştır. Bu tepkinin zayıf kalmasında, kararların ve taleplerin medya organları tarafından halka yansıtılmasında ki üslup da etkili olmuştur. Murat Yetkin’e göre; “O günkü konjonktür de askeri darbe ihtimali de düşünülmüştür”. Yetkin’in ifadesine göre; “MGK’da kararlar iletildikten sonraki hedef olan Başbakan Erbakan’ın anayasal zeminden çıkmadan hükümetten düşürülmesi amacına ulaşmak için, her aşamasında Cumhurbaşkanı Demirel’in kontrolünde olan, eşi benzeri görülme miş, kitle örgütleri, yargı ve medya boyutunun olduğu bir operasyon yürütülmüştür” 

Genel hatlarıyla bakıldığında tarihi MGK bildirisi, Türkiye Cumhuriyeti’nde görülen askeri müdahaleleri başlatan bildirilere oranla daha yumuşak bir dille yazılmış ve ifade yönünden baskın ve daha özenli seçilmiş bir dil kullanılmış bir bildiridir. Yayınlanan bildirinin en önemli özelliklerinden biri de, toplantıda alınan 18 maddelik kararlardan 10’uncu maddenin Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkarabileceği problemler dolayısıyla tam metninin yayınlanmamış olması, zaten bildirinin tamamı yerine toplantı görüşmesinin kısa bir özeti, basın yoluyla kamuoyuyla paylaşılmıştır (Komisyon, 2012, 313). 

Bu durum karşında özellikle 28 Şubat öncesinde yapılan açık müdahalelerin yerine, askeri müdahalelerin artık bundan sonra sessiz ve daha temkinli olacağının ve siyaset yaşamının hemen hemen her alanında etkili olunacağının sinyalini vermesi açısından oldukça önemlidir. Yukarıda bildirinin 10’uncu maddesi hakkında bilgi verilmekle beraber özellikle asker ülkenin uluslararası ilişkilerini düşünülüp maddenin kısa bir özetini vermiş olsa da aslında askerin uluslararası ilişkilerde kendini daha ön plana çıkarmayı açıkça hedeflediği ve kendini baş aktör olarak gördüğünün bir işaretidir yani kendini ülkenin iç ve dış siyasetinde de etkin ve muktedir güç olarak gördüğünün bir kanıtıdır. 

28 Şubat MGK Toplantısı sonucunda basınla paylaşılan bildiri dışında hükümete yönelik 18 maddelik uyarı ve yapılması gerekenler listesi, toplantı gündeminin asıl kısmını oluşturması açısından oldukça önemlidir. Basınla paylaşılan bildiriye bakıldığında “Çağdaş Medeniyet Yolu”, “Bölücü Terör”, “Devletin Bölünmez 
Bütünlüğü”, “Tedbir”, “Huzur ve Güvenlik”, “Hukuk Devleti”, “İstenmeyen Davranışların Yol Açacağı Yaptırım” kavramlarının sıkça kullanıldığı, üzerine vurgu yapıldığı ve tekrarlandığı görülmektedir. Bu kavramların yükleneceği asıl anlam kendini; kamuoyunun başlangıçta bilmediği 18 maddelik listede göstermektedir. Giriş bölümü olarak nitelendirilebilecek olan basın bildirisi; oldukça vakur bir dille yazılmış ve hatta askeri bir müdahale için gayet demokratik ve kibar sayılacak bir dilde ifadelerden oluşmuştur. Aslında toplantıda alınan kararlar, çok örtülü bir şekilde paylaşılmış olmasına rağmen, MGK’nin çok paylaşımcı bir hava içinde basına özel bir bildiri hazırlamış ve göndermiş olması da askerin yeni manevralarından biridir. Böylece; ulaştırılmak istenen mesaj kısıtlı bir alanda amaçlanan yere ulaşmış olmakla birlikte, basınla iyi ilişkiler kurulduğuna yönelik kanaat de güçlenmiş olacaktır. Devamında halkın endişelerinin giderilmesi ya da askerin müdahil tavrının aklanması işlevini medya zaten kendiliğinden üstlenecektir (Komisyon, 2012, s.313). Başarılı bir şekilde uygulanan bu yöntem sonrasında Türkiye’de tarihin akışını ve seyrini değiştiren 
köklü değişimler de beraberinde gelmiştir. Türk demokrasisinde derin yaralar açan askeri müdahaleler sonrasında ülkeyi on yıllarca gerilere götürmekle beraber istikrarsızlığı da beraberinde getirmiştir. Özellikle 28 Şubat sonrasında, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal zemininde sonuçları uzun sürecek ve tartışılacak kalıcı problemler ortaya çıkmıştır. 

28 Şubat 1997 MGK kararlarının özünü oluşturan 18 maddede sıkça “Cumhuriyetin temel nitelikleri” vurgusu yapılmış olmakla beraber; birkaç kez “Laiklik ilkesinin korunması” konusunda özel bir hassasiyet olduğu dile getirilmiştir. Ayrıca, İslami hareketlerin özellikle irtica tehdidi ve şeriat akımlarının toplumda ciddi boyutlarda yayıldığı ve denetlenmediği; “Millet” yerine “Ümmet” kavramının oturtulmaya çalışıldığı ve “Mezhep” ayrılıklarının körüklendiği ne dikkat çekilmiştir (TBMM, 2012, s.1185). 

Yayımlanan bildirinin genel havasını, söylem tarzını, üslubunu belirleyen temel kavramlarsa demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ve tedbir kavramlarıdır. Bu iki kavram üzerinden bakıldığında mesaj gayet açıktır: “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti tehlike altındadır.” Öyleyse yapılması gereken şey “tedbir” almaktır. Bu tedbiri almak da bu toplantı vesilesiyle MGK ve ilgili birimlere düşmektedir. Buraya kadarki değerlendirmeleri kısa bir şekilde özetlemek gerekirse; toplumsal huzursuzluk, İslami örgütlenme ve irticai kadrolaşma askeri oldukça rahatsız etmekte ve kendini Cumhuriyetin temel değerlerini korumakla görevli gördüğünden bir müdahale yolu aramakta; buna karşın Cumhuriyet tarihi boyunca daha önce yaşanmış üç askeri darbenin yarattığı kötü imaj da daha fazla pekiştirilmek istenmemektedir. Belki de bu yüzden bildiride hukuk devleti vurgusu dikkatle ve diğer kavramlara oranla daha baskın bir şekilde dile getirilmiştir. Bildirinin belirli bir yöntem örgüsüyle hazırlandığını varsayarsak; ortaya koyulan bildirinin amacı, hukuk devletinin devamlılığı için uygun ortamın sağlanmasıdır. Bu vurgunun askerin imajına yönelik bir çekinceyle yapıldığı, 
amacın aslında bir müdahale değil, hukuk devleti ilkesinin ön plana çıkarılmaya çalışılıyor olduğu düşünülebilir olmakla birlikte; bildiride kullanılan, basında da önemli yer teşkil etmiş olan bir başka ifade, bu varsayımla çelişen bir durum yaratmaktadır. Basın bildirisinin 4. maddesinin son paragrafı ve kapanıştan önceki son cümlesinde geçen “açıklanan esaslar aksine davranışların toplumda huzur ve güveni bozarak yeni gerginlik ve yaptırımlara neden olacağı” cümlesindeki yaptırım sözcüğü, hukuk devletine yapılan vurgunun ve bu vesileyle verilen önemin samimiyeti konusunda MGK'yi sorgulanır bir duruma düşürmüştür. Zaten basında yer alan haberlerde bu bildirinin darbeye yönelik bir ihtar olduğuna dair söylemler de, kaynağını çoğunlukla yaptırım kelimesinden almaktadır (Öcal, 2009, s.24-25). 

28 Şubat MGK bildirisiyle ilgili değinilmesi gereken önemli noktalardan biri ise Avrupa Birliği’ne girme konusundaki kararlılığa değinilmiş olunmasıdır. Bu önemli konu aslında MGK'nın bazı kavram ve söylemleri sarf ederken gösterdiği çekincenin nereye dayandığını açıkça ortaya koymaktadır (Öcal, 2009, s.25). Demokratik sistemlerde ülkelerin hak ve menfaatlerini koruyacak dış politika tedbirlerinin takdiri tamamen halkın demokratik temsilcileri olan TBMM ve Hükümete aittir (TBMM, 2012, s.1186). Bildiri, 28 Şubat 1997 tarihli toplantıya yansıyan iradenin sistemin gerçek patronu olduğunu ve bu iradenin bir bakıma anayasal-kurucu iradeyi yansıttığını alenen ilan etmektedir. Söz konusu bildiri, adeta anayasal düzenin dışında olduğumuzun kanıtı gibidir. Bunun en belirgin göstergesi ise, bildirinin birçok yerinde çeşitli konularda gerekli tedbirlerin Kurulca “uygun bulunduğu” belirtilmek suretiyle, hükümete herhangi bir takdir yetkisinin bırakılmadığının ima edilmiş olmasıdır (Gürses, 2012, s.85) Tavsiye niteliğinde olması gereken MGK Kararları, bildiride ilk defa yaptırım kelimesinin geçmesi de bildirinin arkasındaki iradenin niyetini açıkça gözler önüne 
sermektedir. 

Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan'ın “28 Şubat Süreci” adlı kitabında, tarihi MGK bildirisinin analizini yapmış ve bildirinin arkasındaki iradeye hâkim olan kaygının anayasallık ve demokrasi ile ilgili olmadığını ortaya koyan birçok ifade ve ibareye rastlandığını (Komisyon, 2012, s.315) aşağıdaki şekilde ifade etmiştir: 

“Birincisi, bildirinin müelliflerinin temel kaygısı Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk İlke ve İnkılapları, çağdaş medeniyet, rejim aleyhtarı, çağdışı uygulamalar, devleti 
güçsüzleştirmeye yeltenmek gibi ibarelerde yansıyan devletçi-ideolojik bir kaygıdır. Gerçi metinde demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları terimlerine de rastlanmakla beraber, bunların bildirinin genel felsefesiyle pek uyumlu olmadıkları ve onun için birer yama gibi durdukları söylenebilir. İkincisi, laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ‘de güvencesi olduğunu ve bazı ilkelerin Anayasamızın ve Devletimizin teminatı altında olduğunu belirten ifadelerden, rejim ve devletin anayasallık ve demokrasiden ayrı ve öncelikli birer değer olarak görüldükleri anlaşılmaktadır. Üçüncüsü, çağdışılıktan ve çağdaş medeniyet ’ten ayrılma yönündeki eğilimleri yeren ibarelerle birlikte düşünüldüğünde, laikliğin bir yaşam tarzı olduğunun vurgulanması, devletin asıl kaygısının insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi olmayıp, belli bir dünya görüşü ve toplum projesini hâkim kılmak olduğunu göstermektedir. Dördüncüsü, bildirinin müelliflerine göre, herhangi bir çağdaş demokraside olduğu gibi rejim ’in tartışılması Türkiye'ye yarardan çok zarar vermektedir. Demek ki, MGK'nın temel güdüsü, insan haklarının özünü oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğünü muzır addeden cari rejimin son derece kısıtlayıcı çevresini bile yeterli görmeyen bir ruh halinden doğmaktadır. Gerçi bu, demokrat yurttaşlar için yeni bir bilgi olmamakla beraber, 28 Şubat muhtırasının gerçek motivasyonları konusunda yararlı bir ipucu teşkil etmesi bakımından yararlıdır” şeklinde ifade etmiştir (Erdoğan, 1999, s.23-24). 

KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1

26 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 24

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 24

4.6.4. Tarihi 28 Şubat Kararları 

 Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasının ardından Hükümet ve Genelkurmay Başkanlığı arasında ki siyasi tansiyon her geçen gün artarak devam etmekteydi. 
Yaşanan bu gerginlik ve huzursuzluk atmosferi, 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında zirveye çıktı. Tarihi MGK ile Başbakan Necmettin Erbakan'ın 
Başbakanlığındaki 54. Hükümet arasında yapılan toplantının sonrasında alınan kararlar Türk siyaset tarihine "28 Şubat Kararları" olarak geçmiştir. Radikal dinci faaliyetlere ve irtica tehdidine ilişkin MİT raporunun ele alındığı toplantıdan sonra alınan kararlar için bir çeşit "Sivil Muhtıra" yorumu yapılmıştır. 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında “İrticayla Mücadele” konusu gündeme alınmış ve uzun süre tartışılmıştır. MGK sonrasında alınan 18 tedbirden oluşan 406 sayılı Karar’ın alınması öncesinde ve sonrasında gelişen (TBMM, 2012, s.927) olaylar uzun süreli bir olgunun ürünü olarak hala bugünde tartışılmaktadır. 28 Şubat 1997’de toplanan MGK, Refah-Yol Hükümeti’ne 18 maddelik bir muhtıra vermiş olmakla beraber MGK irticayı düzene karşı en önemli tehdit olarak değerlen dirmiş, bir dizi önlem alınmasını istemiştir (Özgan, 2008, s.76). 

“MGK’nın 28 Şubat 1997 Tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A (Rejim Aleyhtarı İrticai Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler) 

1. Anayasamızda Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine Anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan “Laiklik ilkesi” büyük bir 
titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz 
görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır. 
2. Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhidi Tedrisat Kanunu gereği MEB’e devri 
sağlanmalıdır. 
3. Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle Cumhuriyet, Atatürk, Vatan ve Millet sevgisi, Türk Milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı 
doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından; 
a. 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı. 
b. Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği kuran kurslarının MEB sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet 
göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 
4. Cumhuriyet rejimine ve Atatürk İlke ve İnkılaplarına sadık aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, Milli Eğitim kuruluşlarımız, Tevhidi Tedrisat Kanununun 
özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır. 
5. Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere 
ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı'nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir. 

6. Mevcudiyetleri 677 Sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, 
siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir. 
7. İrticai faaliyetleri nedeniyle YAŞ Kararları ile TSK’dan ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yı dine karşıymış gibi göstermeye çalışan 
bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır. 
8. İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasa dışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve 
kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkân verilmemelidir. 
9. TSK aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer 
eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır. 
10. Ülkemizi çağdışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan korumak için, İran İslam Cumhuriyeti’nin ülkemizdeki rejim 
aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranışlarına mani olunmalı, bu maksatla İran’a karşı komşuluk münasebetlerimizi ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak, fakat 
yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek bir tedbirler paketi hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır. 
11. Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca 
kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir. 
12. T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasasına ve bilhassa Belediyeler yasasına aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında 
gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır. 
13. Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye'yi çağ dışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve 
Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır. 
14. Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda 
kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir. 
15. Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır. 
16. Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasa dışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır. 
17. Ülke sorunlarının çözümünü "Millet Kavramı Yerine Ümmet Kavramı" bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda 
yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir. 
18. Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat 
verilmemelidir.” 

406 sayılı Karar’ın eki olan bu yazı, toplantının ertesi günü basın-yayın organlarında da yayımlanmıştır (TBMM, 2012, s.1042-1044). 

MGK toplantısından çıkan maddeler Refah-Yol Hükümeti üzerinde soğuk duş etkisi yaratmıştı. Bu kati ve uygulanması zorunlu maddeler bir nevi Refah-Yol 
hükümeti için sonun başlangıcıydı. Nitekim bu toplantıdan sonra çıkan kararların iyi bir şekilde uygulanmaması, Refah-Yol Hükümeti etrafındaki çemberin daha da daralmasına neden olacaktı (Özer, 2011, s.84). 

Başbakan Erbakan, 1 Mart 1997 tarihinde partisini İl Başkanları toplantısında 8,5-9 saat süren tarihi MGK Toplantısını değerlendirdi. Başbakan Erbakan, 
değerlendirmesinde: 

“Dün, anayasal kuruluşundan bu yana MGK ilk kez 9 saatlik bir çalışma yapmıştır. Bu bir rekordur. Dünkü çalışmamızdan memnuniyetimizi ifade etmek 
istiyorum. Bütün meselelerde görüş birliğinde olduğumuzu gördük. Böylece bir kısım medya balonlarının da nasıl söndüğünü gördük. Son günlerde suni olarak gündeme getirilmiş olan bölücü faaliyetler de, MGK’da enine boyuna görüşülmüştür. Yazılmış olan bildirilerdeki açıklamalar çok dikkat çekicidir. Önce bir defa güvenlik, huzur ve toplumsal barış her şeyden önemlidir. Bundan dolayıdır ki, Cumhuriyet aleyhtarı yıkıcı ve bölücü gruplar, ülkeyi laik ve anti laik ayrımlarıyla demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye matuf son günlerde yapılmış olan faaliyetlerin hepsinin yersiz olduğuna, bu suni faaliyetlerle ülkemize hizmet edilmediğini, bu huzursuzluğu meydana getiren ayrımcı, bölücü faaliyetlere derhal son verilmesi lazım geldiği üzerinde durulmuştur ve bilhassa şu bulunmuş olduğumuz Türkiye’de ki demokrasiye 
gölge düşürecek beyanlar, izanlar ve görüntüler verilmesinin fevkalade yanlış olduğu konusunda kurul üyeleri tam bir görüş birliği içindedir” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. 

MGK’nın temel gündemi ve alınan kararların birçoğu irtica tehdidi ve şeriat ile ilgiliyken Başbakan Erbakan konuşmasında, MGK Kararlarının değerlendirmesinde daha çok terör olayları üzerinde durmuş ve toplantının bu konu üzerinde yoğunlaştığı gibi bir imaj oluşturmuştur. Tabi kapalı kapılar ardında kendi partisinin üyelerini uyarmayı unutmamıştır. Onlara “Olanı biteni biliyorsunuz, artık bir şey söylememe gerek yok. Yaptığınız çalışmalarınızda lütfen daha dikkatli olun. Giyiminize kuşamınıza dikkat edin. Her doğru her yerde söylenmez. İçinizde bir şey varsa tek başınıza ıssız bir yere, ormana gidin ve ağaçlara bağırın” ikazında bulunmuştur (Aksoy, 2000, s.206-207). 

Bütün bu yaşanan gelişmeler siyasetteki tansiyonu daha da yükseltmekle beraber Hükümet ve TSK arasındaki gerilim iyice artmış ve post-modern darbe söylemleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Yaşanan bütün bu gelişmeler ile beraber, bu olayda TSK mektup ve silah kullanmamıştı onun yerine basını kullanmıştı. Bu yaşananlar askeri müdahalenin yeni bir şekliydi (Bayramoğlu, 2001, s.114). Tabi askerler ve askeriyeye yakın kesimler bunun kesinlikle bir post-modern darbe olmadığını öne sürüyorlardı örneğin Hulki Cevizoğlu’nun; Org. Salim Derviş ile yaptığı konuşmada, Org. Salim Derviş; “Bu hareketin yasal bir formla gerçekleştiğini ve bunun kesinlikle post-modern bir darbe olmadığını belirtmektedir. Ama kim nasıl nitelendirirse nitelendirsin artık ok yaydan çıkmıştı, geri dönüş yoktu, silahlar çekilmişti” şeklinde ifade etmiştir (Özer, 
2011, s.86). 

Tarihi 28 Şubat 1997 MGK Toplantısından 2 hafta sonra Bakanlar Kurulu toplandı. Başbakan Erbakan ve Tansu Çiller yaklaşık 45 dakikalık bir toplantının 
ardından Başbakan Erbakan, bakanlarına almış olduğu kararları açıkladı: 

“İki Genel Başkan olarak mutabakata vardık, Milli Güvenlik Kurulu’nun basın açıklaması ve kararları üyelere okunacak ayrıca müzakere yapılmayacak” sonrasında ise toplantı şöyle devam etti; Devlet Bakanı Lütfü Esengül MGK Toplantısında alınan 18 maddelik kararları tek tek anlattıktan sonra sözü Tansu Çiller aldı: 

“Biraz önce okunan MGK, Anayasal bir kuruluştur. Onun için MGK’da alınan kararların gereğinin yapılması şarttır. İlgili bakanlıklar MGK kararlarını uygulama 
konusunda gerekli hassasiyeti gösterecektir. Buna inanıyorum. Alınacak tedbirler kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşünülmektedir. Kısa vadeli olanlar yasal düzenleme gerektirmeyen, hemen uygulamaya geçirilecek kararlardır. Orta ve uzun vadeli olanlar yasal düzenleme ve ek kaynak gerektirdiği için gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra Bakanlar Kurulu’nda yeniden ele alınacaktır. Bu çalışmaların ciddiyetle yürütülmesi ve kamuoyuna bu meselelerin üzerine ciddiyetle gidileceği mesajının verilmesi gerekmektedir. Şunun iyi bilinmesini istiyorum. Hiç kimse kendinde suç aramasın. Bugün karşılaştığımız olaylar, önümüze getirilen irtica dosyaları şimdiki hükümetle ilgili değildir. Hükümetin irticai faaliyetlere yol açan bir tek kararı olmamıştır. Onun için herkesin gönlünü ferah tutmasını diliyorum.” 

Tansu Çiller’in bu konuşmasının ardından sözü tekrardan Başbakan Erbakan almış ve hep konuşmakta çekimser kalmış olduğu irtica tehdidi konusunu gündemine almış ve konuşmasında irtica tehdidi ile ilgili olarak şu açıklamalarda bulunmuştur: 

“İrtica ve kaba softalık bir nevi hastalıktır. Bu sadece Türkiye’ye has bir konu değildir. Mesela, İsrail’de bu hastalık Türkiye’ye göre çok daha yaygındır. Bugün 
Avrupa’da dini taassup vardır. Gerilere gidersek Ortaçağ’da bütün şiddetiyle yaşanmış bir hastalıktır. Dolayısıyla bu hastalık küreseldir. Türkiye’de ise bugünün konusu değildir. Bu hastalığın 200 yıllık mazisi vardır.” Olay toplumsal bir gelişmedir. Bu konuyu bu hükümete izafe etmeye çalışmak medyanın bir oyunudur. 10 sene evvel MGK’nın bu 22 maddelik listesini hiç kimse 20 tane canlı yayınla takip etmedi. Esas maksat irtica ile mücadele değil, bu hükümeti yıkmaktır. Bu hükümetin alternatifi yoktur. Herkes de bunu çok iyi biliyor. Dolaysıyla olay gayet açık; oyuna gelmeyeceğiz. Hükümet bu irticayı önlemek için kesinlikle kararlı ve inançlıdır. MGK’da herkesin bu konuda birlik ve beraberlik içinde olduğunu müşahede ettim. Olayı daha fazla büyütmeye gerek yoktur. Medeni bir şekilde irtica ve laikliğin ne olduğuna bakılsa ortada ciddi hiç bir şey olmadığı görülür. Körü körüne birtakım insanlar dogmatik hareketlerde bulunabilirler. Bunlar bir avuç insandır”(Aksoy, 2000, s.208-209). 

Başbakan Necmettin Erbakan bu şekildeki sert açıklamalarından sonra diğer açıklamalarında da sert üslubunu sürdürmüştür. Başbakan Erbakan konuşmasında; 
“Askerle ilgili olarak aralarında hiçbir problemlerinin olmadığını, aramızda saygı ve sevgi hukukunun devam ettiğine dair olumlu cümleler kurmasının yanı sıra asıl hedef aldığı kitle medya organları idi. Başbakan Erbakan’a göre krizi yaratan medyaydı, medyanın orduyu rahatsız ettiğini ve harekete geçmeye zorladığını dile getiren Erbakan, medyanın iktidar ile ordunun arasını açmak için bir sürü uydurma haber yaptığını” da dile getiren Necmettin Erbakan bu medyayı “Yobaz Solcular” ve “Bir Kısım Medya” olarak nitelendirmekteydi. Başbakan Erbakan’a göre; “Ortada krizde yoktu, Askeri darbede bunlar sadece medyanın uydurmasıydı.” (Özer, 2011, s.87). 

28 Şubat sonrası hükümetin filen bittiği ancak şeklen var olduğu bir gerçekti(Aksoy, 2000, s.215). Koalisyon hükümetinin eli kolu bağlanmış olmakla beraber adeta bir çıkmazın içeresinde bulunuyordu. Özellikle 28 Şubat 1997 tarihli MGK Toplantısında alınan ve koalisyon ortaklarının imzasına sunulan kararlar âdete koalisyonun ölüm fermanı niteliğinde idi. 

KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1

25 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



**********************

30 Temmuz 2017 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 23


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 23


5.6.2. 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu Basın Bildirisi 

Toplantı sonucunda ortaya çıkan aşağıdaki Basın Bildirisi, MGK Genel Sekreterliği tarafından basın kuruluşlarına fakslanmıştır. 

 Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinden Bildirilmiştir; 

1. MGK, 28 Şubat 1997 günü Sayın Cumhurbaşkanı başkanlığında; 
Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan 
Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları, 
Jandarma Genel Komutanı ve MGK Sekreteri’nin iştirakleriyle Çankaya 
Cumhurbaşkanlığı Köşkünde aylık olağan toplantısını yapmıştır. 

2. Kurul’un bu toplantısında; bölücü terörle mücadelede şimdiye kadar 
alınan tedbirler ve elde edilen sonuçların genel bir değerlendirmesi 
yapılmış, bu mücadelenin devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez 
bütünlüğüne gönülden inanmış, bu inancı sonsuza dek sürdürmeye azimli 
halkımızın, basınımızın, devletin bütün kurum ve kuruluşları ve milli 
iradenin sembolü olan yüce parlamentonun destekleriyle çok olumlu bir 
noktaya ulaştığı müşahede edilmiştir. Elde edilen bu sonuçların bundan 
sonra halkımızın huzur ve güvenliğine ekonomik, sosyal, kültürel ve 
siyasal yaşamına olumlu olarak yansıması için bu konuda alınacak 
tedbirlerin bir plan dâhilinde süratle yürürlüğe konulması hususunda 
görüş birliğine varılmıştır. Alınacak olan bu tedbirlerin güvenlik içinde 
gerçekleştirilebilmesi bakımından halen 9 ilde devam etmekte olan 
Olağanüstü Hal uygulamasının 30 Mart 1997 tarihinden itibaren 4 ay 
daha uzatılması uygun bulunmuş ve bu görüşün Bakanlar Kurulu’na 
bildirilmesine karar verilmiştir. 

3. Toplantıda, Kıbrıs Sorunu ve Yunanistan'la ilişkilerle ilgili durum 
değerlendirilmesi yapılmış, bu konuda Türkiye'nin ve KKTC'nin hak ve 
menfaatlerini korumayı amaçlayan siyasi, ekonomik ve askeri tedbirler 
uygun bulunarak Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine karar verilmiştir. 

4. Toplantıda bilhassa, Anayasa ile Atatürk Milliyetçiliğine bağlı 
demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olarak belirlenen Türkiye 
Cumhuriyeti Devleti’ne karşı, çağ dışı bir kisve altında zemin 
oluşturmaya yönelik rejim aleyhtarı faaliyetler de gözden geçirilmiş; 
. “Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, Atatürk İlke ve İnkılapları 
doğrultusunda çağdaş medeniyet yolunda, demokratik sistem içerisinde 
ilerlemesini teminat altına alan Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının 
uygulanmasından asla taviz verilmemesi gerektiği, 
. Anayasa’nın tanımladığı, Cumhuriyetin Demokratik, Laik ve sosyal 
hukuk devleti ilkelerinin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesine imkân 
sağlayacak güvenlik, huzur ve toplumsal barışın önem ve öncelik taşıdığı, 

. Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri, 
. Türkiye'de laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu, 
. Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalarla belirlenmiş kuralların göz 
ardı edilerek yapılan çağdışı uygulamaların da hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı, 
. Türkiye'nin 1997 yılı içinde, AB’ne tam üye olacak ülkeler listesine girmeyi öncelikli bir hedef olarak sürdürdüğü böyle bir dönemde resmi 
ve sivil kurum ve kuruluşlar bu sürece katkıda bulunmasının gerekli olduğu, bu sebeple; Demokrasimiz hakkında kuşkulara yol açacak, 
Türkiye'nin yurt dışındaki imajını ve itibarını zedeleyecek, her türlü spekülasyona son vermek gerektiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, 
demokratik, insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olduğu yönündeki temel ilkelerinin Anayasamızın ve Devletimizin teminatı 
altında olduğu, rejimin; kendisine ve geleceğine yönelik tartışmaların, içinde bulunduğumuz ortamda Türkiye'ye yarardan çok zarar verdiği, 
. Açıklanan bu esaslar aksine davranışların, toplumumuzda huzur ve güveni bozarak yeni gerginliklere ve yaptırımlara neden olacağı 
değerlendirilmiş, Bu konularda alınacak ve alınması gereken tedbirler uygun bulunarak bu tedbirlerin Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine karar 
verilmiştir.” (TBMM, 2012, s.1039-1041). 

Basın Bildirisinde yer alan “Açıklanan bu esaslar aksine davranışların, 
toplumumuzda huzur ve güveni bozarak yeni gerginliklere ve yaptırımlara neden olacağı değerlendirilmiş” ifadesi kamuoyunun en fazla üzerinde durduğu konu olmuştur. Her ne kadar bu yaptırımların ne olacağı yayımlanan Basın Bildirisi’nde açıkça belirtilmemişse de, bu ifade, basın-yayın organlarında Refah-Yol Hükümeti’ne yönelik bir tehdit olarak değerlendirilmiştir. 

Başbakan Erbakan'ın MGK’da kabul ettiği irtica ile mücadele programını 
hükümetten geçirmesi geciktikçe ülkedeki yüksek olan siyasi atmosfer daha da 
gerginleşmiştir. Başbakan Erbakan’ın Meclis desteği arayışı istediği gibi 
sonuçlanmamış, ANAP'tan destek alması söz konusu olmamıştır. DSP lideri Bülent Ecevit ve CHP lideri Deniz Baykal ise ortak bir açıklamayla, “Ya İmza, Ya İstifa” demişlerdir. Tansu Çiller, 5 Mart'ta Başbakan Erbakan'a giderek konunun hassasiyetine dikkat çekmiş, netice itibariyle Başbakan Erbakan, tarihi MGK kararlarını imzalamıştır. İrtica ile mücadele için Başbakanlık Takip Kurulu Başbakan Erbakan ve bakanlarının imzasıyla kurulmuştur (Özgan, 2008, s.78). 

MGK toplantısından çıkan kararlar ve sonrasında yapılan açıklamalar yeterli 
görülmemiş olmakla beraber, Bu durum toplantıyı hemen izleyen günlerde ordunun ve askerlerin görüş ve düşüncelerinin, altında Başbakan Erbakan’ın imzasının yer alacağı bir MGK Genel Sekreterliği yazısı ile yürütmeye ve yönetime yansıtılması girişimine neden olmuştur (Öztürk, 2006, s.53). 

Basın-yayın organlarına ulaştırılan söz konusu Basın Bildirisi ekinde, MGK 
toplantısında alınan 406 sayılı kararın EK-A’sı yer almıştır. Böylece, MGK toplantıları tarihinde ilk kez olmak üzere, 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu’na göre açıklanması mümkün olmayan “Gizli” “Gizlilik Dereceli” bir MGK kararı kamuoyuna duyurulmuştur (Komisyon, 2012, 163).

4.6.3. 406 Sayılı MGK Kararı ve Yaşanan İmza Krizi 

Başbakan Necmettin Erbakan, 18 maddelik bildiriyi hemen imzalamadı. “Biraz 
daha üstünde çalışalım” dedi ve toplantı salonundan çıktı. Buna rağmen MGK Basın bildirisi medyada dağıldı ve adeta kıyamet koptu (Birand-Yıldız, 2012, s.214). Tarihi MGK Toplantısı’ndan bir gün sonra, henüz imzalanmamış olan MGK tavsiye kararlarının yazılmasında da, Hükümet ile MGK askeri kanadı arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Hükümet cephesi bazı ifadelerin yumuşatılması ve bazılarının ise tavsiye kararlarından çıkarılması için çaba gösterirken (Kazan, 2013, s.272) basın ve medya organları da boş durmuyor, zaten tansiyonu yüksek olan siyaset ve kamuoyu atmosferini daha da gergin hale getiriyorlardı. 

. “Erbakan 20 Maddeyi Onaylamadı.” (1 Mart 1997 Basın ) 
. “Çiller, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç ve Askeri Kanadın Hazırladığı 20 Maddelik Tavsiye Taslağını Görüştü.” (1 Mart 1997 Basın) 
. “Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Gn. Sekr. Org. İlhan Kılıç ile Görüşerek 20 Maddelik Tedbirler Paketine İtirazlarının İletti.” ( 3 Mart 1997 Basın) 
. “MGK Gn. Sekr. Org. İlhan Kılıç, Başbakan Erbakan’ın İtirazları Üzerine Tedbirler Paketini Çankaya Köşkü’ne Götürerek Demirel’le Görüştü.” (5 Mart 1997 Sabah) 
. “Askeri Yetkililer: “Barajı Kapağı Açıldı, Sular Akıyor, Geriye Dönüş Yok” dedi. (5 Mart 1997 Gözcü). 

Bütün bu tartışmalı ve gergin siyaset atmosferi devam ederken basın ve medya 
kuruluşları da boş durmuyor idi. Artık bütün gözler Başbakan Erbakan’ın üzerine 
çevrilmişti. Akıllarda ki tek soru Başbakan Erbakan’ın bildiriyi imzalayıp 
imzalamayacağıydı? Necmettin Erbakan, MGK Toplantısı hakkında ki görüşlerinin bildirmiş ve toplantıyı yorumlamıştı. Ancak Başbakan Erbakan’ın açıklamaları siyaset ortamını tatmin etmemiş olmakla beraber siyaset ortamının gergin havası ve yüksek tansiyonunu da düşürmemişti. Siyaset boşluk kaldırmazdı. Bütün bu gelişmeler sonucunda artık iyice zor durumda kalan Başbakan Erbakan, zaman kazanmak istiyordu. Siyaset ortamı bu şekilde ilerlerken MGK Genel Sekreterliği beklenmedik bir açıklama yaptı; “Kararlar uygulanmaz ise yaptırımlar gelir” dedi. Bu açıklama açık bir uyarı niteliğinde olmakla beraber askeri kanat hükümete adeta meydan okuyordu. 
Bildiriyi imzalamamakta ısrar eden Başbakan Erbakan, diğer parti liderlerinden yardım istedi. Demokrasi adına MGK Kararlarına birlikte karşı çıkmayı önerdi. Ne de olsa demokrasilerde asker, seçmenin oyu ile işbaşına gelmiş sivil bir hükümete dikta edemezdi. Ancak Başbakan Erbakan, aradığı desteği bulamadı (Birand-Yıldız, 2012, s.216). 

ANAP Lideri Mesut Yılmaz, Başbakan Erbakan’ın kendisini ziyareti sonrasında 
gazetecilere: “Kendisine aynen şöyle söyledim, eğer hakikaten böyle düşünüyorsanız bunu söyleyeceğiniz yer üyesi olduğunuz MGK idi. Orada mutabık olmadığınız görüşleri gelip benimle paylaşmanızın fazla anlamı yoktur” dedim. 

Başbakan Erbakan’ın ziyaret ettiği ikinci lider ise DSP Genel Başkanı Bülent 
Ecevit’ti. Oda Başbakanla yaptığı görüşme sonrasında Erbakan’a “Ya bu devleti temel unsurlarıyla başta laiklik olmak üzere, demokrasi olmak üzere, temel unsurlarıyla içinize sindirmeniz gerekir ya da şu aşamada bunu yapmayacak durumdaysanız bir süre hükümetten uzaklaşmayı göze almanız gerekir” dedi (Birand-Yıldız, 2012, s.216). 

MGK Bildirisi artık bu ziyaretler sonrasında imza bekliyordu. Askerde sinirler 
iyice gerilmeye başlamıştı. Genelkurmaydan yapılan açıklama ise “Erbakan’la uyum içerisinde değiliz! Şeklinde ki açıklaması ortamın daha da gerginleşmesini sağlamıştı. Bütün gelişmeleri iyice değerlendiren Başbakan Erbakan, artık zor durumda idi. Ancak rantiyeci medya yine gerçeği saptırarak, Erbakan’ın kararı, sanki askerlerin önerdiği 20 maddelik haliyle imzaladığı şeklinde haberleri yayınlıyorlardı. Hürriyet: “Aynen İmzaladı”, Milliyet: “Hoca İmzaladı”, Sabah: “Paşa Paşa İmzaladı” (Kazan, 2013, s.273) vb. haber başlıkları ile adeta Başbakan Erbakan üzerinde psikolojik baskı oluşturuyorlardı. Bu durum karşısında Başbakan Erbakan, ortada böyle bir durum yok, medya olayları yanlış yansıtıyor şeklinde açıklamalar yapıyordu. Bu yaşanan olaylar karşısında Başbakan Erbakan zor durumdaydı ve beklenen haber gelmişti; 

“MGK Kararları, yumuşatılmadan imzalamam diyen Erbakan’ın inadı üç gün 
sürdü. Başbakan Erbakan, muhalefetten umduğunu bulamayınca, kararı imzalamak zorunda kaldı. İmzalan karar 20 maddelik askeri önerinin aynısı.” (6 Mart 1997 Sabah) Bu olay karşısında, hem RP’ye oy veren 6 milyon seçmen, hem RP birçok milletvekili, basında çıkan bu haberler yüzünden büyük bir tedirginlik içerisinde idi. 
Ancak Refah camiası imzalanan metnin aslını öğrenince, Erbakan Hoca’nın dirayetini bir defa daha takdirden kendilerini alamıyorlardı (Kazan, 2013, s.273). 

28 Şubat'taki MGK zirvesinde alınan, 5 gün süreli imza sıkıntısına yol açan ve 
sonunda Başbakan Necmettin Erbakan'ın imzalamasıyla sonuçlanan 406 sayılı MGK Kararı'nın tam metni şu şekildedir (Özgan, 2008, s.79). 

28 Şubat 1997 Tarihli ve 406 Sayılı MGK Tavsiye Karar Metni: 

1. MGK, 28 Şubat 1997 günü Sayın Cumhurbaşkanı Başkanlığında Başbakan, 
Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Milli Savunma 
Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve MGK 
Genel Sekreteri'nin iştirakleri ile aylık olağan toplantısını yapmıştır, 

2. Kurul'un bu toplantısında, esasları ve nitelikleri Anayasada belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimizi ve Cumhuriyet rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal dini düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlar ile bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek değerlendirilmiştir. 

3. Yapılan bu değerlendirmeler sonucunda; 

a. Ülkemizde şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen 
grupların, Anayasanın tanımladığı demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimize 
karşı çok yönlü bir tehdit oluşturduğu, 
b. Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı aşırı dinci grupların lâik ve anti lâik ayırımı ile 
demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri, 
c. Türkiye'de lâikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu, 
d. Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri 
anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalar göz ardı edilerek yapılan çağ dışı 
uygulamaların takipsiz kalmasının hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı 
hususlarında görüş birliğine varılmıştır. 

4. Bu görüş ve değerlendirmeler sonucunda; 

a. Türkiye'de Şeriat hukukuna dayalı bir İslam Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan 
aşırı dinci grupların, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan 
Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla; 
EK-A'daki tedbirlerin kısa, orta ve uzun vade içerisinde alınmasının Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine, 
b. 2945 Sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanununun 9’ncu maddesine 
uygun olarak, MGK Genel Sekreterliği tarafından; EK'te belirtilen tedbirlere 
ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı haline 
getirilmeyen uygulamaların, sonuçları hakkında belli süreler içerisinde 

Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK'na bilgi verilmesi kararlaştırılmıştır (TBMM, 2012, s.1041). 

KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1

24 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***