28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 25
4.6.5. 28 Şubat Kararlarının Analizi
28 Şubat 1997 MGK Kararlarının açıklanması üzerine Refah-Yol Hükümeti bu süreç içerisinde iktidarda kalma mücadelesi gösterirken Genelkurmay Başkanlığı ise, işi artık “Silahsız Kuvvetler Halletsin” şeklinde açıklamalar yaparak Refah-Yol Hükümeti’ni iktidardan uzaklaştırma çabası içerisine girmiştir. Tarihi MGK Toplantısı gündeminde irtica tehdidi ele alınmış ve hedef Başbakan Erbakan olarak gösterilmiştir.
Bu gündem sonrasında ise artık Başbakan Erbakan ve asker arasında sürecek olan uzun süreli bir tartışma gündeme gelmiş olmakla beraber Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan düşmesi ve kapatılmasına kadar uzanan geniş bir olgu gerçekleşecek idi. 28 Şubat Kararları, Başbakan Erbakan için sürpriz değildi. Kararlar öncesinde de YAŞ’ta emekliye sevk edilen askerler konusunda da komutanlarla bir çatışma yaşamış Başbakan Erbakan sonrasında boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bununla beraber askeri kanat tarihi MGK Toplantısında Başbakan Erbakan’ı adeta Cumhurbaşkanı Demirel’e şikâyet ediyorlardı (Ilıcak, 2013, s.117).
28 Şubat MGK Kararı sonrasında ülkede siyasi tansiyon daha da yükselmiştir. 28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısından sonra Başbakan Erbakan’ın MGK kararına
tepkisi sert olmuştur. Başbakan Erbakan, “Dinle uğraşan çarpılır, her MGK kararı uygulanmaz, MGK kararları emir değildir” şeklinde açıklamalar yapmış (TBMM,
2012, s.1047) ve ülkedeki yüksek olan siyasi tansiyon bu açıklama ile beraber daha da yükselmiştir. Başbakanın bu sözleri üzerine, Genelkurmay Başkanlığı tarafından 8 Mart 1997 tarihinde yapılan resmi açıklamada; MGK’ya yapılan eleştirileri sert bir şekilde cevaplandırılmıştır. Basında “İmza Krizi” şeklinde değerlendirilen bu olay sonrasında koalisyon ortağı DYP’li milletvekillerinden bazıları partilerinden istifa etmiş, erken seçim yapılmasını ve hükümetten çekilmeyi önermişlerdir (Birand-Yıldız, 2012, s.217). Başbakan Erbakan, ilerleyen günlerde bu sert üslubunu terk etmiş; MGK’nın 64’üncü Kuruluş Yıldönümü kutlaması için 31 Mayıs 1997 tarihinde MGK Genel Sekreterliği
hizmet binasında düzenlenen törene katılarak, askerlere ılımlı mesajlar vermiştir.
Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ise 28 Mart 1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığını ziyaret ederek, TSK’ya irtica tehdidi hakkında yapılan görüşmelerde güven telkin eden görüşler bildirmiştir. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, ziyaret sonrası yaptığı basın açıklamasında;
“8 yıllık eğitimle ilgili çalışmalar hassasiyetle sürmektedir. Kimileri MGK Kararlarını İmam Hatip Okullarının, Kuran Kurslarının ve camilerin kapatılması gibi yorumlamaktadır. MGK Kararlarının niteliği böyle değildir. MGK Anayasal bir kurumdur. Hükümetimiz de gereğini yapmakta kararlıdır” demiştir.
TBMM içerisinde bulunan muhalefet partilerinden CHP ve DSP ise hükümeti istifaya davet etmiş; CHP lideri Deniz Baykal, “Hükümetin istifa etmemesi halinde ülkede çatışma çıkacağını” öne sürmüş ve DSP Lideri Bülent Ecevit ise “Hiçbir devletin ordusu, kendine ve devlete karşı silahlı ayaklanma kışkırtıcılığı karşısında sessiz, tepkisiz kalamaz” demiştir (Komisyon, 2012, s.170-171).
28 Şubat 1997 MGK Toplantısı sonrasında siyasi tepkiler genel olarak yukarıda ki gibi gerçekleşmiş olmakla beraber özellikle sivil toplum kuruluşlarından da çeşitli tepkiler gelmiştir. MGK kararları toplumun bir kesimi tarafından memnuniyetle karşılanırken, diğer bir kesimi ise kararlara karşı büyük tepki göstermiştir.
İş dünyasında, DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak; “Ya asker gelecek, ya irtica. Ne 12 Mart’ta, ne 12 Eylül’de bu kadar açık görünmüyordu. Daha ne duruyorlar…
Bakın haftalardır hemen her gün asker medyada yer alıyor. 12 Eylül öncesinde bu kadar ses vermiyorlardı” demiştir. Sivil toplum örgütleri muhalefet partilerinden CHP ve DSP Milletvekillerinde desteğini alarak Refah-Yol Hükümeti’ne karşı muhalefet girişimlerine başlamışlardı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa çıkar birliği yerine siyasi birlik için bir araya gelen TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK 28 Şubat sürecinde yaşanan olayları kendi platformlarında gündeme getiriyor ve Refah-Yol Hükümeti’ni protesto ediyorlardı. Sivil toplum örgütlerinin bu faaliyetlerinin yanında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile de görüşerek, içinde bulunulan siyasi atmosfer hakkında duygu ve düşüncelerini anlatıyorlardı. Bunun yanında mecliste bulunan milletvekillerine mektuplar yazarak Anayasa’ya, laikliğe, demokrasiye ve Cumhuriyet’in temel ilkelerine olan bağlılıklarını ve yeminlerine sadık kalınmasını istiyorlardı. Bu gelişmelerin yanında özellikle Anadolu’nun çeşitli illerinde, özellikle Pazar günleri, İmam Hatipliler ve başörtülü kızlar tarafından 28 Şubat 1997 tarihi MGK kararları aleyhinde gösteriler düzenleniyordu (TBMM, 2012, s.1048).
28 Şubat 1997 MGK Toplantısı sonrası ülkenin girmiş olduğu süreç, sıkıntılı bir sürecin başlangıcı olmakla beraber uzun sürecek siyasi ve sosyal tartışmaları da
beraberinde getirecektir. Bu tarihten sonra MGK'dan geçirilen kararların uygulanmaması olasılığı, siyaset yaşamında kriz yaratacak mahiyettedir. Kabinenin RP kanadının MGK kararlarını imzalamayı reddetmesi, ardından kamuoyunda tartışmaya açması tedirginliğe yol açmıştır. 28 Şubat sonrası, aynı zamanda sivil toplum örgütlerinin de tepkilerini göstermeye başladıkları bir dönemdir. Odalar Birliği, DİSK, TÜRK-İŞ, TESK ve TİSK arasında hükümete karşı bir oluşum olarak bir dönüm noktasını ifade etmektedir (Özgan, 2008, s.85). 28 Şubat 1997 döneminde, İstanbul ve Ankara kulislerine yayılan hava, Refah-Yol Hükümeti’nin gitmesi yönündedir (Opçin, 2004, s.39). Bir başka ifade ile 28 Şubat 1997 MGK’sı; hükümetin gitmesini hedefleyen bir muhtıra şeklinde yorumlanmıştır.
28 Şubat Kararlarının analizini iyi yapabilmek için, MGK Toplantısında anılan kararların ve kararlara ilişkin bildirinin gözden geçirilmesi ve tahlil edilmesi elbette yerinde olacaktır. MGK’nın 28 Şubat 1997 Toplantısı sonucunda alınan kararların kamuoyuyla paylaşıldığı bildiri, Cumhuriyet tarihinin son Askeri müdahalesi olarak anılmış ve 28 Şubat sürecini başlatan belge olarak önem kazanmaktadır. Tarihi bildirinin yayınlanmasından önce, MGK’nın olağan toplantısıyla ilgili basın yoluyla oluşan gündem, bildirinin sunulmasından sonra da beklendiği gibi ülkeyi oldukça uzun bir süre meşgul etmiştir (Komisyon, 2012, s.313). 28 Şubat süreci “post-modern darbe” olma özelliğiyle şüphesiz önceki darbelerden birçok yönden farklıydı ve bu nedenle 28 Şubat sürecinin anlaşılması daha zor olmuş ve uzun zaman almıştır. Türkiye’de daha önce üç siyasi darbe yapılmıştı ve darbe sonucunda mevcut hükümetler gönderilmiş, yerini askeri cunta yönetimleri almış, partiler kapatılmış ve sorumlu görülen siyasiler cezalandırılmıştır. Bu ceza siyasi yasaklı olmaktan asılmaya kadar gitmiştir ve her seferinde hükümet tekrar sivil yönetime devredilse de devleti koruma amaçlı yaptırımlar ve yasalar artmıştır. Darbe sonralarında kurulan askeri hükümetler ülkeyi uzun yıllar geri götürmüş olmakla beraber ülkede istikrarsızlık ise darbe sonrasında da devam etmiştir. Darbe öncesinde toplum ve siyasi yaşamda bulunan özgürlükler darbe sonrası ile uzun süreli olarak askıya alınmıştır. Batılı demokrasilerde düşünülemez olan darbeler Türkiye’nin eğitimli kesimlerinden destek almış olmakla beraber; basın ise çoğu zaman askerlere övgüler yağdırmıştı. Demokrasiye yapılan bir darbenin meşrulaştırılması ve yoğun destek almasını anlamak için şüphesiz Cumhuriyet tarihine bakmak gerekir, zira kuruluşundan itibaren bazı kırmızı çizgiler konmuş ve bu çizgiler
iktidara sahip elit kesimden tarafından daima korunmuştur. Yaşanan askeri darbelere baktığımızda ise elit kesimin başını ordunun çektiği görülmektedir; ancak bürokrasi, akademik camia ve daha sonra bazı sivil toplum kuruluşları da buna dâhil olmuştur ve destek vermişlerdir (Akın, 2011, s.47).
28 Şubat süreci içerisinde hazırlanan bildiri metni ve açıklanan 18 maddelik tedbirlerin esas itibariyle askerler tarafından öncesinde hazırlanmış olduğu ve
toplantıdan önce hazırlanmış bu metne toplantı esnasında birkaç küçük revizyondan sonra son şeklinin verildiği bilinmektedir. Zaten 28 Şubat 1997 tarihli MGK Toplantısı gündeminin, Anayasa’nın emrettiği gibi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından değil, günler önceden askerlerce hazırlanmış olduğunu medyaya yansıyan bilgilerle gösterilmiştir. Özellikle bildiride dikkat çeken bir husus anayasal açıdan kurulun üyesi olmayan MGK Genel Sekreteri’nin toplantıya katılmış olduğunun resmi bildiride özellikle belirtilmiş olması (Gürses, 2009, s.173) 28 Şubat süreci ve bu süreçte askerin rolünün ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Bu dönem içerisinde özellikle Refah-Yol Hükümeti’ne adeta dayatırcasına verilen 18 maddelik bu kararlarda yer alan baskın dilin, demokratik seçimle gelen bir
hükümete karşı kullanılması Türkiye’de çok büyük bir tepkiyle karşılanmamıştır. Bu tepkinin zayıf kalmasında, kararların ve taleplerin medya organları tarafından halka yansıtılmasında ki üslup da etkili olmuştur. Murat Yetkin’e göre; “O günkü konjonktür de askeri darbe ihtimali de düşünülmüştür”. Yetkin’in ifadesine göre; “MGK’da kararlar iletildikten sonraki hedef olan Başbakan Erbakan’ın anayasal zeminden çıkmadan hükümetten düşürülmesi amacına ulaşmak için, her aşamasında Cumhurbaşkanı Demirel’in kontrolünde olan, eşi benzeri görülme miş, kitle örgütleri, yargı ve medya boyutunun olduğu bir operasyon yürütülmüştür”
Genel hatlarıyla bakıldığında tarihi MGK bildirisi, Türkiye Cumhuriyeti’nde görülen askeri müdahaleleri başlatan bildirilere oranla daha yumuşak bir dille yazılmış ve ifade yönünden baskın ve daha özenli seçilmiş bir dil kullanılmış bir bildiridir. Yayınlanan bildirinin en önemli özelliklerinden biri de, toplantıda alınan 18 maddelik kararlardan 10’uncu maddenin Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkarabileceği problemler dolayısıyla tam metninin yayınlanmamış olması, zaten bildirinin tamamı yerine toplantı görüşmesinin kısa bir özeti, basın yoluyla kamuoyuyla paylaşılmıştır (Komisyon, 2012, 313).
Bu durum karşında özellikle 28 Şubat öncesinde yapılan açık müdahalelerin yerine, askeri müdahalelerin artık bundan sonra sessiz ve daha temkinli olacağının ve siyaset yaşamının hemen hemen her alanında etkili olunacağının sinyalini vermesi açısından oldukça önemlidir. Yukarıda bildirinin 10’uncu maddesi hakkında bilgi verilmekle beraber özellikle asker ülkenin uluslararası ilişkilerini düşünülüp maddenin kısa bir özetini vermiş olsa da aslında askerin uluslararası ilişkilerde kendini daha ön plana çıkarmayı açıkça hedeflediği ve kendini baş aktör olarak gördüğünün bir işaretidir yani kendini ülkenin iç ve dış siyasetinde de etkin ve muktedir güç olarak gördüğünün bir kanıtıdır.
28 Şubat MGK Toplantısı sonucunda basınla paylaşılan bildiri dışında hükümete yönelik 18 maddelik uyarı ve yapılması gerekenler listesi, toplantı gündeminin asıl kısmını oluşturması açısından oldukça önemlidir. Basınla paylaşılan bildiriye bakıldığında “Çağdaş Medeniyet Yolu”, “Bölücü Terör”, “Devletin Bölünmez
Bütünlüğü”, “Tedbir”, “Huzur ve Güvenlik”, “Hukuk Devleti”, “İstenmeyen Davranışların Yol Açacağı Yaptırım” kavramlarının sıkça kullanıldığı, üzerine vurgu yapıldığı ve tekrarlandığı görülmektedir. Bu kavramların yükleneceği asıl anlam kendini; kamuoyunun başlangıçta bilmediği 18 maddelik listede göstermektedir. Giriş bölümü olarak nitelendirilebilecek olan basın bildirisi; oldukça vakur bir dille yazılmış ve hatta askeri bir müdahale için gayet demokratik ve kibar sayılacak bir dilde ifadelerden oluşmuştur. Aslında toplantıda alınan kararlar, çok örtülü bir şekilde paylaşılmış olmasına rağmen, MGK’nin çok paylaşımcı bir hava içinde basına özel bir bildiri hazırlamış ve göndermiş olması da askerin yeni manevralarından biridir. Böylece; ulaştırılmak istenen mesaj kısıtlı bir alanda amaçlanan yere ulaşmış olmakla birlikte, basınla iyi ilişkiler kurulduğuna yönelik kanaat de güçlenmiş olacaktır. Devamında halkın endişelerinin giderilmesi ya da askerin müdahil tavrının aklanması işlevini medya zaten kendiliğinden üstlenecektir (Komisyon, 2012, s.313). Başarılı bir şekilde uygulanan bu yöntem sonrasında Türkiye’de tarihin akışını ve seyrini değiştiren
köklü değişimler de beraberinde gelmiştir. Türk demokrasisinde derin yaralar açan askeri müdahaleler sonrasında ülkeyi on yıllarca gerilere götürmekle beraber istikrarsızlığı da beraberinde getirmiştir. Özellikle 28 Şubat sonrasında, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal zemininde sonuçları uzun sürecek ve tartışılacak kalıcı problemler ortaya çıkmıştır.
28 Şubat 1997 MGK kararlarının özünü oluşturan 18 maddede sıkça “Cumhuriyetin temel nitelikleri” vurgusu yapılmış olmakla beraber; birkaç kez “Laiklik ilkesinin korunması” konusunda özel bir hassasiyet olduğu dile getirilmiştir. Ayrıca, İslami hareketlerin özellikle irtica tehdidi ve şeriat akımlarının toplumda ciddi boyutlarda yayıldığı ve denetlenmediği; “Millet” yerine “Ümmet” kavramının oturtulmaya çalışıldığı ve “Mezhep” ayrılıklarının körüklendiği ne dikkat çekilmiştir (TBMM, 2012, s.1185).
Yayımlanan bildirinin genel havasını, söylem tarzını, üslubunu belirleyen temel kavramlarsa demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ve tedbir kavramlarıdır. Bu iki kavram üzerinden bakıldığında mesaj gayet açıktır: “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti tehlike altındadır.” Öyleyse yapılması gereken şey “tedbir” almaktır. Bu tedbiri almak da bu toplantı vesilesiyle MGK ve ilgili birimlere düşmektedir. Buraya kadarki değerlendirmeleri kısa bir şekilde özetlemek gerekirse; toplumsal huzursuzluk, İslami örgütlenme ve irticai kadrolaşma askeri oldukça rahatsız etmekte ve kendini Cumhuriyetin temel değerlerini korumakla görevli gördüğünden bir müdahale yolu aramakta; buna karşın Cumhuriyet tarihi boyunca daha önce yaşanmış üç askeri darbenin yarattığı kötü imaj da daha fazla pekiştirilmek istenmemektedir. Belki de bu yüzden bildiride hukuk devleti vurgusu dikkatle ve diğer kavramlara oranla daha baskın bir şekilde dile getirilmiştir. Bildirinin belirli bir yöntem örgüsüyle hazırlandığını varsayarsak; ortaya koyulan bildirinin amacı, hukuk devletinin devamlılığı için uygun ortamın sağlanmasıdır. Bu vurgunun askerin imajına yönelik bir çekinceyle yapıldığı,
amacın aslında bir müdahale değil, hukuk devleti ilkesinin ön plana çıkarılmaya çalışılıyor olduğu düşünülebilir olmakla birlikte; bildiride kullanılan, basında da önemli yer teşkil etmiş olan bir başka ifade, bu varsayımla çelişen bir durum yaratmaktadır. Basın bildirisinin 4. maddesinin son paragrafı ve kapanıştan önceki son cümlesinde geçen “açıklanan esaslar aksine davranışların toplumda huzur ve güveni bozarak yeni gerginlik ve yaptırımlara neden olacağı” cümlesindeki yaptırım sözcüğü, hukuk devletine yapılan vurgunun ve bu vesileyle verilen önemin samimiyeti konusunda MGK'yi sorgulanır bir duruma düşürmüştür. Zaten basında yer alan haberlerde bu bildirinin darbeye yönelik bir ihtar olduğuna dair söylemler de, kaynağını çoğunlukla yaptırım kelimesinden almaktadır (Öcal, 2009, s.24-25).
28 Şubat MGK bildirisiyle ilgili değinilmesi gereken önemli noktalardan biri ise Avrupa Birliği’ne girme konusundaki kararlılığa değinilmiş olunmasıdır. Bu önemli konu aslında MGK'nın bazı kavram ve söylemleri sarf ederken gösterdiği çekincenin nereye dayandığını açıkça ortaya koymaktadır (Öcal, 2009, s.25). Demokratik sistemlerde ülkelerin hak ve menfaatlerini koruyacak dış politika tedbirlerinin takdiri tamamen halkın demokratik temsilcileri olan TBMM ve Hükümete aittir (TBMM, 2012, s.1186). Bildiri, 28 Şubat 1997 tarihli toplantıya yansıyan iradenin sistemin gerçek patronu olduğunu ve bu iradenin bir bakıma anayasal-kurucu iradeyi yansıttığını alenen ilan etmektedir. Söz konusu bildiri, adeta anayasal düzenin dışında olduğumuzun kanıtı gibidir. Bunun en belirgin göstergesi ise, bildirinin birçok yerinde çeşitli konularda gerekli tedbirlerin Kurulca “uygun bulunduğu” belirtilmek suretiyle, hükümete herhangi bir takdir yetkisinin bırakılmadığının ima edilmiş olmasıdır (Gürses, 2012, s.85) Tavsiye niteliğinde olması gereken MGK Kararları, bildiride ilk defa yaptırım kelimesinin geçmesi de bildirinin arkasındaki iradenin niyetini açıkça gözler önüne
sermektedir.
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan'ın “28 Şubat Süreci” adlı kitabında, tarihi MGK bildirisinin analizini yapmış ve bildirinin arkasındaki iradeye hâkim olan kaygının anayasallık ve demokrasi ile ilgili olmadığını ortaya koyan birçok ifade ve ibareye rastlandığını (Komisyon, 2012, s.315) aşağıdaki şekilde ifade etmiştir:
“Birincisi, bildirinin müelliflerinin temel kaygısı Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk İlke ve İnkılapları, çağdaş medeniyet, rejim aleyhtarı, çağdışı uygulamalar, devleti
güçsüzleştirmeye yeltenmek gibi ibarelerde yansıyan devletçi-ideolojik bir kaygıdır. Gerçi metinde demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları terimlerine de rastlanmakla beraber, bunların bildirinin genel felsefesiyle pek uyumlu olmadıkları ve onun için birer yama gibi durdukları söylenebilir. İkincisi, laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ‘de güvencesi olduğunu ve bazı ilkelerin Anayasamızın ve Devletimizin teminatı altında olduğunu belirten ifadelerden, rejim ve devletin anayasallık ve demokrasiden ayrı ve öncelikli birer değer olarak görüldükleri anlaşılmaktadır. Üçüncüsü, çağdışılıktan ve çağdaş medeniyet ’ten ayrılma yönündeki eğilimleri yeren ibarelerle birlikte düşünüldüğünde, laikliğin bir yaşam tarzı olduğunun vurgulanması, devletin asıl kaygısının insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi olmayıp, belli bir dünya görüşü ve toplum projesini hâkim kılmak olduğunu göstermektedir. Dördüncüsü, bildirinin müelliflerine göre, herhangi bir çağdaş demokraside olduğu gibi rejim ’in tartışılması Türkiye'ye yarardan çok zarar vermektedir. Demek ki, MGK'nın temel güdüsü, insan haklarının özünü oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğünü muzır addeden cari rejimin son derece kısıtlayıcı çevresini bile yeterli görmeyen bir ruh halinden doğmaktadır. Gerçi bu, demokrat yurttaşlar için yeni bir bilgi olmamakla beraber, 28 Şubat muhtırasının gerçek motivasyonları konusunda yararlı bir ipucu teşkil etmesi bakımından yararlıdır” şeklinde ifade etmiştir (Erdoğan, 1999, s.23-24).
KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;
http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1
26 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder