Hizbullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hizbullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2020 Pazartesi

İşbirlikçi Terör ile Antiemperyalist Başkaldırıyı Karıştıranlar

İşbirlikçi Terör ile Antiemperyalist Başkaldırıyı Karıştıranlar  



EROL MANİSALI

ABD ve AB için terör, Ortadoğu'da yeniden yapılanmanın en önemli araçlarından birisi olarak kullanılmaktadır. ABD ve AB, ''PKK'yi terör örgütü olarak tanımlamalarına rağmen'' onu Türkiye'ye karşı Ortadoğu'nun yeni sömürgeciliğinde en önemli silah olarak görüyorlar.

- PKK, ABD ve AB'nin terör listesinde ise Türkiye'nin bu örgüte karşı her türlü önlemi alma ve operasyon yapmasına destek vermeleri gerekmez mi?
- Aksine, Ankara üzerinde baskı yaparak, bu terörün Türkiye ve bölgeyi yıpratmasına destek veriyorlar. Eşref Bitlis , ''onların bu baskısına rağmen terörü ortadan kaldırmak istediği için'' hedef alındı.

- Kuzey Irak'taki Kürtçü oluşum ABD, İngiltere ve İsrail tarafından 1990'dan beri planlı bir biçimde hazırlandı.

- ABD ve AB, ''onlar benim teröristim'' diyorlar. Silah ve para yardımı yanında her türlü siyasal desteği veriyorlar. Avrupa Parlamentosu'nun 1993 yılından başlayarak aldığı kararlara bakarsak bu siyasi desteği görürüz. 

Bugün Güneydoğu'daki bazı belediyeler Washington ve Brüksel'in maşaları durumuna gelmişlerdir.

Ortadoğu'da terörün en büyük kaynağı ABD ve Avrupa'nın bu bölgedeki sömürgeci ve baskıcı politikalarıdır. Demokrasiyi son 60 yılda sürekli engellediler.
Bunun sonucunda bölgede iki çeşit terör ortaya çıkmıştır; ya PKK gibi ABD ve AB'nin destekleyerek ürettiği bir terör örgütü vardır; ya ABD (ve AB) sömürgeciliğine karşı başkaldıran Hizbullah, Hamas, FKÖ gibi Batı'nın terör örgütü adını verdiği örgütler ortaya çıkmıştır.
PKK, Talabani ve Barzani ; ABD, İngiltere ve İsrail sömürgeciliğinin bölgedeki işbirlikçileri konumundadırlar. Washington ve Brüksel ile işbirliği yapan bizdeki kimi İslamcı siyasilerle aynı konumdadırlar. Her ikisi de Batı'nın bölgedeki yeni sömürgeciliğine hizmet etmektedirler.

Teröre Karşı terör mü?

Bugün İsrail'in Filistin ve Lübnan'a karşı yeniden başlattığı saldırılar terör örgütü olarak tanımladıkları Hizbullah'a ve Hamas'a karşıdır.

Antiemperyalist başkaldırı terör değildir. ABD ve Avrupa'nın büyük devletlerinin Ortadoğu'da başlattıkları yeni sömürgeciliğe karşı hareketler, kurtuluş hareketleridir. Mustafa Kemal 'in Anadolu'da 1919'da başlattığı Kurtuluş Savaşı da Avrupa tarafından terörist başkaldırı olarak adlandırılmıştır. Batı emperyalizmi bunu hep yaptı; dün de, bugün de.

ABD ve AB bugün Cumhuriyet'e ve Lozan'a karşıdır. 

Kendi Teröristlerini bize karşı Örgütlüyorlar.
Kuzey Irak'ta Talabani ve Barzani ABD ve AB'nin temsilcileri ve işbirlikçileri konumundadırlar. Bu işbirliği Arap ülkeleri, İran ve Türkiye'ye karşı yapılmakta ve yeni sömürgeciliğe destek vermektedir.
İsrail bölgede ABD ve İngiltere'nin öncü gücü olarak Hizbullah'a ve Hamas'a karşı saldırılarda bulunurken PKK ile işbirliği yapmakta ve onu bölgedeki bir maşası olarak kullanmaktadır.
Bu nedenle bölgedeki terör ve başkaldırı hareketleri siyah ve beyaz gibi iki ayrı çizgide yürüyor;

1. PKK, Talabani, Barzani örneklerinde olduğu gibi yeni sömürgeciliğin kullandığı örgütler vardır.
2. Hizbullah ve Hamas gibi ABD ve Avrupa sömürgeciliğinin bölgedeki faaliyetlerine karşı koyan antiemperyalist örgütler bulunmaktadır.
Bu gerçeği kimse inkâr edemez. Bu net gerçeğe rağmen bizde kimi medya çevreleri, ''emperyalizme karşı başkaldıran örgütlerle, sömürgecilerle işbirliği yapan teröristleri'' özellikle aynı kefeye koyuyorlar.
Bunlar Ortadoğu'ya Bush yönetiminin gözlükleri ile bakanlardır. 
Kısacası İşbirlikçilerdir...
***

23 Şubat 2020 Pazar

TERÖRLE MÜCADELEDE SOSYAL PAZARLAMA VE İLETİŞİM STRATEJİLERİ.BÖLÜM 2

TERÖRLE MÜCADELEDE SOSYAL PAZARLAMA VE İLETİŞİM STRATEJİLERİ.BÖLÜM 2




    Manevi fiyatlandırmanın askeri bütçeye ve devlet bütçesine olan reel yansıması ise, sosyal pazarlamada terörle mücadelenin maddi fiyatını oluşturacaktır. Sosyal pazarlama karmasında fiyat ticari pazarlamada olduğundan çok daha karmaşık bir yapıda karşımıza çıkmaktadır. 

Örneğin, “sağlık alanında sosyal ürünü satın alabilmek için kişi; zaman, çaba gösterme, utanma, onurunun kırılması, değişimin yarattığı psikolojik rahatsızlık gibi bir takım maliyetlere de katlanmak zorunda kalabilmektedir. Bu durumda kişi, tavsiye edilen davranış değişikliğini gerçekleştirmede zorlanabilmektedir. 

Bu nedenle fiyatı oluştururken pazarlamacılar bu tür maliyetleri de aşağı çekmeye çalışırlar” (İlter ve Bayraktaroğlu, 2007: 57). Yine çalışmamız odağından ele alırsak, daha önce de belirtildiği gibi terör tehdidinin ortadan kaldırılması şeklinde ifade edilen sosyal ürünün toplum tarafından hemen kabul edilmesini beklemek yanlış olacaktır. Hedefe ulaşabilmek için kişiler ve kurumlar zaman, emek ve çaba harcamak zorundadır ve eski tutum ve davranışlarının yerine yenisinin oluştuğu süreçte değişimin yol açtığı psikolojik baskılarla karşılaşacaklardır. Etkili bir sosyal pazarlama uygulamasından bu gibi maliyetleri de minimuma indirgemesi beklenmektedir. 

Bu nedenle fiyatlandırma aşamasında terörle mücadelenin maliyetinin düşmesi için, sosyal pazarlama uygulamalarının bölge halkının özellikleri, ihtiyaç ve beklentileri dikkate alınarak hassasiyetle uygulanması gerekmektedir. Sosyal pazarlamaya konu olan hedef kitlenin özellikleri ve beklentilerine ilişkin veriler daha önce terörle mücadele ya da bölgeye yönelik iyileştirme çalışmaları amacıyla gerçekleştirilmiş araştırma sonuçlarından elde edilebilir. 

Sosyal pazarlamada dağıtım ise, “hedef pazarda arzu edilen davranışların ortaya çıkacağı yer ve zamanı da ifade eder. Bu alanda yapılacak planlama, uygun yerlerin seçilmesini veya geliştirilmesini, sayısına, ortalama büyüklüğüne, kurulacağı yere karar verilmesini ve kendilerine düşen işi yerine getirecek görevlilerin uygun biçimde güdülenmesini sağlamayı kapsamaktadır” (Kotler ve Zaltman, 1971: 7’den akt: Argan, 2007: 63). Ürün ve hizmetlerin kaynaktan hedef kitlelere akışını sağlayan dağıtım kanalları ve bu kanalların işlerliğinin ve etkinliğinin sağlanması sosyal pazarlama açısından da önemli rol oynamaktadır. Terörle mücadele bağlamında dağıtım, terörün ülkeye verdiği zarar konusunda hedef kitleleri bilinçlendirecek merkezleri, bu merkezlerde görev alacak kişilerin eğitimini, kullanılacak malzeme ve materyallerin temini ve seçimi ile medya planlamasının yapılmasını içermektedir. 

Çalışma kapsamında ele alındığında, çalışmanın dayandığı temel nokta olması bakımından tutundurma üzerinde ağırlıklı olarak durulacak ve sosyal pazarlama çerçevesinde terörü önlemeye yönelik öneriler, tutundurma ekseninde yapılandırılacaktır. Pazarlama karması içerisindeki bileşenlerden biri olan tutundurma kısaca, ticari pazarlamada olduğu gibi sosyal pazarlamaya da konu olan herhangi bir ürünü hedef kitlelere duyurmaya, söz konusu ürün hakkında hedef kitleleri bilgilendirme yoluyla istenen yönde davranış değişikliğini yaratmaya ve bunu sürekli hale getirmek için motive etmeye dayanmaktadır. Tutundurmanın bu kadar önem taşımasının temelinde, kaynaktan hedef kitleye doğru iletişim ile birlikte bilgi akışını da sağlaması ve bu yolla ikna ediciliği arttırarak istenen davranış değişikliklerinin kabul edilmesine yardımcı olması yatmaktadır. “Sosyal pazarlama uzmanları tutundurma faaliyetini yerine 
getirirken, büyük oranda bilgi vermek zorundadır” (Keller, 1998: 299). Kaynaktan hedefe ve hedeften kaynağa çift yönlü iletişim süreci ile sürekli aktarılan bilgi, spekülatif haberleri önlediği gibi, terör olgusuna yönelik kalıplaşmış düşünceleri ve ön yargıları da gidermekte ve bu yönüyle terörle mücadelenin başarısına katkı sağlamaktadır. Çünkü “terörle mücadele 
uzadıkça ön yargılarda da artış görülmektedir. Bu ön yargılar silahlı mücadele dışındaki alternatif çözüm önerilerinin değerlendirilmeye alınmasını engellemektedir. Ayrıca oluşan her ön yargı, karşıtını da üretmekte ve güçlendirmektedir. Bu durum, toplumsal gerilim ve gerginliklere zemin oluşturmakta, toplumsal ilişkilerin ön yargılar üzerine oturmasına ve iletişimin ortadan kalkmasına yol açmaktadır” (Laçiner, 2008: 10). 

Tutundurma faaliyetleri ile sosyal pazarlamada gereksinim duyulan sağlıklı iletişim sürecinin kurulup bu sürece işlerlik ve etkinlik kazandırılması amaçlanmaktadır. Terörle mücadelede sosyal pazarlama yaklaşımı ve iletişimden şu noktalarda yararlanılması beklenmektedir: 

-Terörizmin arka planını oluşturan ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitsel tablonun düzelebilmesi için, terör mağduru bölgeler başta olmak üzere ülke genelinde birlik ve beraberliği vurgulayan sosyal projelerin hazırlanarak hayata geçirilip sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir. 

Bu tür çalışmalarda “ayrımcılık algısını, ayrılıkçılık düşüncesini azaltacak, aidiyet 
hissini, bir arada yaşama isteğini, devlete ve güvenlik güçlerine olan güveni yükseltecek projeler geliştirilmelidir” (Bilgin ve Akyürek, 2009: 112). Ekonomik boyut taşıyan projeler de teröre yönelik düşüncelerin değişmesine zemin hazırlayacaktır. Örneğin; “Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) gibi büyük projeler, bölge ve ülke ekonomisine önemli kazanımlar getirecektir. 

Yeni GAP Eylem Planı takvimi ve bütçesi belirlenmiş olduğundan, bölgenin 2012 ekonomik beklentilerini pozitif yönde etkileyecektir. GAP Eylem Planı yeni bir sapmaya maruz kalmadan zamanında tamamlanmalıdır. Bölgeye verilmiş en büyük ekonomik söz olan GAP’ın hayata geçmesi için en üst düzeyde takibi şarttır” (Özhan ve Ete, 2008: 19). Ayrıca terörün önlenmesine yönelik bugüne kadar yapılan çalışmalarda süreklilik unsuruna gereken özenin gösterilmemesinin hedef kitlelerin terörle mücadele konusundaki inancının azalmasına ve güven duygusunun yitirilmesine yol açabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle özellikle eğitsel, sosyo-kültürel ve ekonomik politikaların yetersizliği nedeniyle devlete inancını ve güvenini yitiren hedef kitlelerin, terörle mücadele konusunda yeniden ikna edilmesi büyük önem 
taşımaktadır. Çünkü terör açısından dezavantajlı bölgelerde yaşayan kişiler, “geri kalmışlığın nedenleri arasında devletin kasıtlı politikalarının etkisine diğer dillerdeki kişilere göre daha fazla inanmaktadırlar” (Bilgin ve Akyürek, 2009: 104-105). Dolayısıyla terörle mücadelenin başarıyla gerçekleştirilebilmesi için, tutarlı ve süreklilik gösteren iletişim politikalarına ve bu politikaların hayat bulduğu sosyal pazarlama kampanyalarına ihtiyaç duyulmaktadır. 

-Hazırlanan proje ve kampanyaların ses getirebilmesi için medyada geniş oranda yer bulması ve hedef kitlelere ulaşacak doğru kamuoyu öncüleriyle (fikir liderleri) birlikte tasarlanıp uygulanması önem taşımaktadır. Terörle mücadelede en önemli unsurlardan biri de medyadır. Terör örgütleri amaç ve hedefl erine ulaşmak için medyayı en iyi şekilde kullanmak istemektedirler. En önemli amaçlarından biri ‘kamuoyunu bilgilendirmek’ olan kitle iletişim araçları da bazen bilerek ya da bilmeyerek, bazen de reyting kaygısıyla terör örgütlerinin  propagandasını yapabilmektedir (Alkan, 2003: 772). Bu gibi propagandalara izin vermemek için medyada kullanılan dil ve terminolojinin yeniden gözden geçirilip verilmek istenen mesajlara göre kurgulanması gerekmektedir. “Terörle mücadele bir ‘savaş’ değildir. Terör sorununun çok büyük ölçüde iç dinamikler den beslendiği ülkemizde bu daha da geçerlidir. Terörle mücadelede ‘terörist’, bir düşman olarak değil, ‘suçlu’ olarak görülmelidir... Terör örgütünün 
sürekli propagandasını yaptığı ‘savaş durumunun kamu otoritesi tarafından da kullanılması bölge halkının algılamasını negatif yönde etkilemektedir. 

Bu nedenle, bölgede devam eden mücadelenin, hukuk düzenini tanımayan ve silahlı mücadele yöntemini benimseyen teröristlere karşı verildiği inandırıcı bir şekilde anlatılmalıdır” (Özhan ve Ete, 2008: 17). Bu ikna sürecinde medya kuruluşlarından, terörün nasıl önleneceğine yönelik bilgilendirici ve bilinç düzeyini arttırıcı programlara yer vermesi de beklenmektedir. 

-Terörle mücadelede en çok göz ardı edilen ama en çok önem taşıyan stratejik noktalardan birini halkın desteğinin sağlanması oluşturmaktadır. Terörün tehdit ettiği ülkelerde öncelikle vatandaş denetiminin sağlanması gerekmektedir. “Demokratik toplumların terörist bir saldırı karşısında kesin ve doğru bir cevap bulduğunu söylemek mümkün olmamakla birlikte, demokratik toplumların gücü kendi kendini düzeltmesinde yatmaktadır. Demokratik sistemlerdeki krizlerde toplumsal baskıdan doğan aşırı tepkilerin engellenmesine ve devlet önlemlerinin 
etkinliğinin ölçümlenmesine yardımcı olan sayısız kurumsal ve yasal fren mekanizmaları mevcuttur. Demokrasinin kendi kendini düzeltme süreçleri orta ve uzun vadede teröre verilecek karşılıklarda önemli bir rol üstlenmektedir. Burada sözü edilen sadece ülkenin siyaseti değil aynı zamanda, hukuk, vatandaşlık bilinci ve en önemlisi medyadır” (Benner ve Flechtner, 2007: 2-3). Bu süreçlerin sağlıklı bir şekilde işlemesi demokrasi açısından kaçınılmazdır. 
Demokratik toplumlarda kamusal alanın en önemli denetçilerinin vatandaşlar olduğu bilinmektedir. Bu nedenle vatandaşların, haklarının bilincinde olan bireyler olarak yetiştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bunu gerçekleştirebilmek için, ülkedeki her bir vatandaşa ulaşacak yöntemler ve sosyal pazarlama kampanyalarıyla terörün neden yok edilmesi gerektiği ve bu noktada kendilerinden neler beklendiği açık ve net bir şekilde anlatılmalıdır. 

Böylece vatandaş ve devlet kurumları arasında kurulması beklenen sürekli ve çift yönlü iletişim ile vatandaşlarda devlete karşı güven duygusunun inşası ve pekiştirilmesi amaçlanmalıdır. 
-Terörle mücadelede güvenlik güçlerinin en önemli mücadeleyi gerçekleştirdiği göz ardı edilmeden, uzman güvenlik birimlerinin oluşturulması gerekmektedir. 

“Terörle mücadelenin kimin sorumluluğunda yürütüleceği kadar hangi güvenlik birimi tarafından yürütüleceği de önem arz etmektedir... Terörle mücadele, dost/düşman birlikler ayrımının ötesinde çok boyutlu ve daha karmaşık bir mücadele stratejisini gerektirir. Düzenli orduların eğitim ve yetişme 
tarzı, bu tür bir mücadeleyi yürütmek için işlevsel değildir. Nitekim İspanya ve İngiltere gibi ülkeler, terörle mücadelede etkili sonuçları ancak özel mücadele birlikleri vasıtasıyla elde edebilmişlerdir. Bu nedenle, terörle mücadelede, yeni bir politika oluşturulmalıdır. Bu politika, terörün tüm boyutlarını dikkate alan, terörle mücadelenin gerektirdiği esneklik ve kendini yenilemeye müsait strateji ve taktiklere dayanmalıdır” (Özhan ve Ete, 2008: 15). Ayrıca bu güçlerin vatandaştan tam destek alabilmesi için, vatandaş ve güvenlik birimleri ekseninde sağlıklı bir iletişim kurmanın yolları araştırılmalı, böylece terör eylemlerinin vatandaş desteği ile önlenmesine olanak yaratılmalıdır. Asker ve polise yönelik olumsuz düşünce yapılarına ve algılara neden olabilecek enformasyonun kamuoyuna ulaşmaması, varsa bu tür olumsuz algıların 
düzeltilmesi en önemli iletişim görevi haline gelmelidir. Burada ifade edilmek istenen, vatandaşın ülkesine ve kendi güvenliğine yönelik oluşabilecek terörist eylemlere karşı tetikte olması ve bilinçlendirilmesi gerektiğidir. Güvenlik güçlerinin ulaşamadığı noktalarda vatandaşın desteği büyük önem taşımaktadır. Hem güvenlik güçleri hem de devletin diğer kurumları aracılığıyla vatandaşla sağlıklı iletişim kurulamazsa, gerçek anlamda bir terörle mücadeleden 
söz etmek mümkün değildir. 

-Sosyal pazarlama kampanyaları kapsamında terör tehdidiyle yoğrulan ülke ve bölge halklarında özellikle gençlere yönelik iş ve hobi edindirmeye yönelik kurslar düzenlenmeli, terör örgütleri içerisinde yer alan gençleri geri kazanmak ve topluma yeniden entegre edebilmek için özel çalışmalar yürütülmelidir. GAP kapsamında Bölgesel Kalkınma Ajansları, GİDEM (Girişimci Destek Merkezleri), SODES (Sosyal Destek Programı), ÇATOM (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) gibi kurum ve kuruluşlar, başta eğitim, sağlık, gelir getirici ve kadın istihdamını/
girişimciliğini destekleyici programlar, okul öncesi eğitim programları, sosyal destek, sosyal sorumluluk programları, kültürel ve sosyal etkinlikler (www.gap.gov.tr, Erişim tarihi: 25.09.2010) çerçevesinde bölge halkının temel sorunlarına çözüm bulmaya çalışarak, terörle mücadeleye katkı sağlamaktadır. Bunun gibi projelerin sürdürülebilirliğinin sağlanması terörle mücadelede kalıcı başarı için kaçınılmazdır. Yanı sıra gençler başta olmak üzere terörden medet umacak hale gelmiş insanların, seslerini insan haklarına uygun bir şekilde yasal 
yollardan duyurmalarına ve haklarını demokratik platformlarda aramalarına olanak veren düzenlemelerin ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir. 

Bu noktada sosyal pazarlama yaklaşımından, lobiciliği de içermesi beklenmektedir. Lobicilik ile siyasi mekanizmalar üzerinde belirleyici rol oynamak ve siyasi aktörleri etkileyip insan haklarıyla çelişmeyen demokratik 
yasa ve düzenlemelerin yürürlüğe konması mümkün olabilecektir. Lobi faaliyetleri ile bölgesel kalkınmaya katkı sağlayacak gerek ulusal gerekse uluslararası yatırım ve teşviklerin, terör kıskacındaki ülkelere ve özellikle terörün yoğunlaştığı bölgelere yönlendirilmesinin, terörle mücadelede etkin bir rol oynadığı düşünülmektedir ve kamuoyunun beklentisi de bu yöndedir. 

Kamuoyunun beklentisi, siyasi iktidar önderliğinde bir mücadele ve çözüm stratejisinin oluşturulması ve bu strateji çerçevesinde güvenlik güçlerinin görev alanlarıyla ilgili faaliyetlerde siyasi iktidara karşı sorumlu olacakları bir düzenlemenin hayata geçirilmesidir. Siyasi iradenin inisiyatif alması terörle mücadelede daha etkili bir stratejinin hayata geçirilmesini mümkün kılacaktır (Özhan ve Ete, 2008: 13). Böylece siyasi iradenin sadece terör örgütü ya 
da örgütlerinin eylemlerini bitirecek şekilde değil, terör tehdidinin daha yoğun yaşandığı bölgelerin sorunlarının çözümüne odaklanan geniş bir vizyon perspektifinde ortaya çıkması söz konusu olabilecektir. 

-Terörizmle uluslararası boyutta mücadele etmek her zaman çok kolay değildir, çünkü terör ve terör örgütlerinin kapsamı ülkelere göre farklı şekilde yorumlanabilmektedir. 

Yine de terörizmin kesin olarak önlenebilmesi, uluslararası geçerliliği olan terörizm kavramının kabul edilmesi ve uluslararası boyutta terörizm ile mücadele politikalarının oluşturulmasına bağlıdır. Bu nedenle terörle mücadele kapsamının bu yönde geliştirilmesinin, terör tehdidinin ortadan kalkmasında önemli bir adım olacağını söylemek mümkündür. Bu noktada devletin, 
terör suçlarına yönelik uluslararası güvenlik birimleri ve sivil toplum kuruluşları ile dirsek teması içinde çalışması, terörle mücadelenin daha etkin bir yapıya bürünmesini kolaylaştıracaktır. Terörle mücadele ederken teröre karşı duyarlı olan uluslararası kurum ve kuruluşların desteğinin sağlanması, özellikle terörün dış desteğinin ortadan kaldırılmasında ve terör örgütlerinin 
uluslararası kamuoyunda imaj kaybı yaşamalarında önemli görülmektedir. “Terör örgütlerini ayakta tutan en önemli unsurlardan biri de uluslararası bir örgüt ya da devletten aldığı barınma, eğitim, silah, para ve lojistik destektir. Günümüzde bir terör örgütü, uluslararası örgütler ya da devletlerce desteklendiği sürece o örgütün faaliyetlerini sona erdirmek mümkün    görülmemekte dir. Bu çerçevede, terörle mücadelede ortak bir mücadele anlayışının geliştirilmesi gerekmektedir” (Alkan, 2003: 774). 

Diğer devletler ile istihbarat çalışmaları ve terörle mücadelede ortak çabayı ortaya koyan uluslararası işbirliği, terörün ortadan kalkmasına yardımcı olabilecektir. Yapılacak sosyal pazarlama kampanyaları aracılığıyla verilen mesajlar uluslararası sivil toplum kuruluşlarını da harekete geçirici nitelikte olmalıdır. Konusunda uzman sivil toplum kuruluşları ile terörü önlemeye ilişkin yapılacak işbirliğine dayalı, şeffaf ve ortak çalışmalara terörle mücadele konusunda büyük gereksinim duyulmaktadır. 
-Terörün önlenmesinde siyasi politikaların rolünü ve önemini de unutmamak gerekmektedir. 
Siyasi gündemde yer bulan sürekli etkin politikalara yer verilmesi ve tüm bölge insanlarını kucaklayıcı bir siyasal yönetim anlayışı, ülkelerin siyasi alt yapısını da güçlendirerek siyasal istikrarı sağlayacak ve terörle mücadelenin kalıcı bir zemine inşa edilmesine yardımcı olabilecektir. “Bölgedeki sorunların kalıcı çözümü için getirilen öneriler arasında, öncelik sırasıyla ‘Eğitim yapısının güçlendirilmesi (74,0)’, ‘Ekonomik yatırım yapılması ve işsizliğin bitirilmesi (68,6)’, ‘Kürtlere kültürel hakların verildiği daha demokratik bir Türkiye (30,9), 

‘Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi (27,6)’ en çok ifade edilen ilk dört öneridir. Bu önerilerden ilk ikisi olan eğitim ve ekonomik temelli öneriler aldığı öncelik ve önem yüzdesiyle çözüm için odak niteliğindedir” (Bilgiç ve Akyürek, 2009: 105). Buna göre, terör sorununun siyasi arenada çözümü için “askeri yöntemler dışında terör faaliyetlerine katılmamış olan kişilerin dağlardan indirilmesi ve bütün vatandaşlık haklarından istifade edecek şekilde toplumla bütünleşmesi gerekir. Örgüt içinde şiddete karışmamış olan unsurların siyasi mücadele alanına çekilebilmesi önemlidir. Bu çerçevede hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü temelinde katılımcı parlamenter demokrasinin güçlendirilmesi başlıca hedef olmalıdır” (Sanberk, 2009: 5). 

Bu noktada siyasi aktörlere düşen rol, ülke genelinde daha yoğun terör tehdidi ve baskısı altında yaşayan bölgelerin ihtiyaç ve beklentilerine anayasal çerçevede cevap verecek siyasi politikalar oluşturup uygulamaktır. Oluşturulan siyasi politikalar aracılığıyla terörizmle neden ve nasıl mücadele edilmesi gerektiğinin ortaya konulmasının yanı sıra, hem ulusal hem de uluslararası kamuoyu ile karşılıklı desteğin ve işbirliğinin sağlanabilmesinde, etkin ve etkili 
iletişim stratejilerine işlerlik kazandırılması büyük yarar sağlayacaktır. Terörle mücadelede iletişim disiplininin bilimsel yöntemlerinden yararlanmak ise, başlı başına sosyal pazarlama evrenine ait bir konu olarak değerlendirilebilmektedir. 

Sonuç 

Makale genelinde vurgulandığı gibi terör, günümüzde tüm dünyayı derinden etkileyen, ülkelerin kendi iç dinamiklerinde olduğu kadar, uluslararası gündemde de yer bulabilen bir sorundur. Pek çok ülke göz önüne alındığında bugüne kadar, terörle mücadelenin çoğunlukla askeri ve teknik boyutu üzerinde durulduğu görülmektedir. Ancak bu çalışmaların terörle mücadelede gerekli olmakla birlikte, yeterli olmadığı söylenebilmektedir. Terör gibi tüm dünyayı etkisi altına alan küresel bir tehditle başa çıkmak için, terörle mücadeleye katkı sağlayacak iletişim odaklı alternatif yol ve yöntemler geliştirme fi kri son yıllarda yüksek  sesle savunulmaya ve tartışılmaya başlanmıştır. 

Terörün neden tüm topluma zarar veren ve uzun vadede sonuç sağlamayacak bir araç olduğunun, kamuoyuna açık bir şekilde anlatılması ve bu konuda konsensüsün sağlanması iletişim aracılığıyla mümkün olacaktır. Terör sempatizanlarının ya da terör eylemleri ile seslerini duyurmak isteyen kitlelerin terörle mücadele kapsamında terör eylemlerinin hak elde etmede doğru bir yol olmadığı konusunda ikna edilmesi de ancak devlet ve hedef kitleler arasında kurulacak çift yönlü, sağlıklı ve sürekli bir iletişim akışı ile sağlanacaktır. Sözü edilen çift yönlü iletişim akışı ile hedef kitlelerde tutum ve davranış değişikliği yaratacak mesajlar, sosyal kampanyalar aracılığıyla ulaşabilecektir. Bu nedenle sosyal pazarlama yaklaşımının terörle mücadele konusunda yararlı olabileceği düşünülmektedir. 

Terörle mücadelede sosyal pazarlama çalışmalarının başarılı olabilmesi, öncelikle terör nedenlerinin doğru tespit edilmesi ve hedef kitlelerin ihtiyaç ve beklentilerinin dikkate alınmasına bağlıdır. Sosyal pazarlama literatüründen konuya yaklaşacak olursak, sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi alanlarda istikrara ulaşmış bir coğrafyada yaşamak temelinde kavramsallaştırılabilecek toplumsal faydaya ulaşabilmek öncelikli hedeftir. Bu nihai amaca ulaşabilmek 
ise, ancak terör sorununun görece yoğun şekilde yaşandığı bölgeler ve ülke genelinde kamuoyunda terörle mücadele bilincinin oluşturulması ile mümkündür. Terörle mücadele iletişim odaklı ve sosyal pazarlama yaklaşımı ile ele alındığında, terörün önlenmesinde büyük katkısı olacak somut ve kalıcı adımlar atılacağı düşünülmektedir. Terörle mücadelenin başarıya ulaşması ve istenen sonuçların alınması, toplumsal arenada bilincin ve farkındalığın arttırılmasından 
geçmektedir. Terörle mücadele, halkın desteği başta olmak üzere, devletin tüm kurum ve kuruluşlarının ortak akıl, sağduyu ve işbirliği içerisinde tutarlılık sergileyen ve süreklilik taşıyan iletişim çalışmalarıyla kalıcı çözüme ulaşabilecek tir. Terörle mücadeleye yönelik hazırlanacak sosyal pazarlama faaliyetleri ile toplumu oluşturan etnik farklılıkları dışlamamak, farklılıkların toplum mozaiğini zenginleştiren öğeler olduğuna vurgu yapan düşünce kalıplarını benimsetmek ve farklılıkları kucaklayan birlikte yaşama kültürünü yaratmak, mevcut terör sorununu çözeceği gibi, potansiyel terörün önlemesinde de etkili olacaktır. 

Kaynakça 

Alkan, N. (2003). “Terör Olaylarının Kitle İletişim Araçlarındaki Sunumu”, Polis Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 36, Ankara: APK Dairesi Başkanlığı Yayın No: 219, ss. 771-774. 

Argan, M. T. (2007). “Organ Bağışını Arttırmada Sosyal Pazarlama Yaklaşımı: Organ Bağışına Yönelik Bir Tutum Araştırması”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı, Eskişehir. 

Baharçiçek, A. (2000). “Etnik Terör ve Etnik Terörle Mücadele Sorunu”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, ss. 11-27. 

Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi. (2008). “Türkiye’nin Ulusal Güvenliğine Yönelik Etnik Ayrılıkçı Terör Tehditinin Analizi ve Irak’ın Kuzeyinde Bir Kürt Devleti Kurulmasına İlişkin Değerlendirme”, Araştırma Raporu, İstanbul. 

Başer, E. (2008). “Bölgedeki Güvenlik Sorunlarının Türkiye’ye Etkileri”, Ortadoğu; Belirsizlikler İçindeki Geleceği ve Güvenlik Sorunları, 5. Uluslararası Sempozyum Bildirileri, Ankara Genelkurmay Basımevi, ss. 177-195. 

Bayraktaroğlu, G., İlter, B. (2007). “Sosyal Pazarlama: Engeller ve Öneriler”, Ege Akademik Bakış, Cilt: 7, Sayı: 1, ss. 117-132. 

Benner T., Flechtner, S. (2007). “Demokratien und Terrorismus – Erfahrungen mit der Bewaeltigung und Bekaempfung von Terroranschlaegen”, Friedrich Ebert Stiftung, Bonn, www.fes.de/internationalepolitik, Erişim Tarihi: 25.09.2009. 

Bilgiç, S., Akyürek, S. (2009). “Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara. 

Bilgin, V. (2010). “Terör ve Siyaset”, http://www.haberturk.com/yazarlar/vedatbilgin/554603-teror-ve-siyaset, Erişim Tarihi: 23.09.2010. 

Blomberg, S. B., Hess, G. D. (2008). “From (No) Butter to Guns? Understanding the Economic Role in Transnational Terrorism”, Terrorism, Economic Development and Political Openness, (Ed: Philip Keefer ve Norman Loayza), Cambridge: Cambridge University Press. 

Byman, D. (1998). “The Logic of Ethnic Terrorism”, Studies in Conflict and Terrorism, Vol: 21, No: 2, ss. 149-169. 

Çaycı, S. (2007). “Terörizm, Aşırı Akımlar ve Hukuk”, Stratejik Analiz, Nisan, ss. 59-66. 

Demirel, E. (2001). Terör, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık. 

Dilmaç, S. (1997). Terörizm Sorunu ve Türkiye, Ankara: Emniyet Müdürlüğü Yayınları. 

Dinan, C., Sargent, A. (2000). “Social Marketing and Sustainable Tourism: Is There a Match?”, The International Journal of Tourism Research, Vol: 2, No: 1, ss. 1-14. 

Emsen, Ö. S., Değer, M. K. (2004). “Turizm Üzerine Terörizmin Etkileri: 1984-2001 Türkiye Deneyimi”, Akdeniz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (7), ss. 67-83. 

Ergil, D. (1990). Türkiye’de Terör ve Şiddet, Ankara: Turhan Kitabevi. 

Feichtinger, G., Hartl, R. F., Kort, P. M., Nova, A. J. (2001). “Terrorism Control in the Tourism Industry”, Journal of Optimization Theory and Application, Vol: 108, ss. 283-296. 

İlter, B., Bayraktaroğlu, B. (2007). “Kâr Amacı Gütmeyen Sosyal İçerikli Pazarlama Uygulamaları: 
Sosyal Pazarlama”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 28, Ocak-Haziran, ss. 49-64. 

İnceoğlu, M. (1993). Tutum Algı İletişim, Ankara: Verso Yayıncılık. 

İşyar, Ö. G. (2008). “Günümüzde Uluslararası Güvenlik Stratejileri: Kavramsal Çerçeve ve Uygulama”, Akademik Bakış, Cilt: 2, Sayı: 3, Kış 2008, ss. 1-42. 

Keleş, R., Ünsal, A. (1996). “Kent ve Siyasal Şiddet”, Cogito, Sayı: 6-7, Kış-Bahar, ss. 91-103. 

Keller, K. L. (1998). “Branding Perspectives on Social Marketing”, Advances in Consumer 

Research, Vol: 25, ss. 299-302. 

Kongar, E. (2002). Küresel Terör ve Türkiye, İstanbul: Remzi Kitabevi. 

Kotler, P., Zaltman, G. (1971). “Social Marketing: An Approach to Planned Social Change”, Journal of Marketing, Vol: 35, ss. 3-12. 

Kuçuradi, I. (2007). İnsan Hakları ve Kavramları Sorunları, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu. 

Küçükakkaya, Z. (2003). “Türkiye’de Terör ve Terörün Gelişimi”, Polis Dergisi, Sayı: 34, Yıl: 9, Emniyet Genel Müdürlüğü. 

Laçiner, S. (2008). “Terörle Mücadele Nasıl Olmalı?”, İdarecinin Sesi, Kasım-Aralık 2008, Sayı: 130, ss. 6-13. 

Lepp, A., Gibson, H. (2003). “Tourist Roles, Perceived Risk and International Tourism”, Annals of Tourism Research, Vol: 30(3), ss. 606-624. 

MacFadyen, L., Stead M., Hastings, G. (1999), “A Synopsys of Social Marketing”, 
http://www.docstoc.com/docs/20085425/A-Synopsis-of-Social-Marketing, Erişim Tarihi: 23.09.2010. 

McCarthy, E. J., Perrault, W. D. (1993). Basic Marketing, 7th Ed., Boston: Irwin Publications. 

McMahon, L. (2001). “The Impact of Social Marketing on Social Engineering in Economic 

Restructuring”, Social Marketing, (Ed.) Michael T. Ewing, USA: The Haworth Press. 

Mucuk, İ. (2001). Pazarlama İlkeleri, İstanbul: Türkmen Kitabevi. 

Nitsch, V., Schumacher, D. (2004). “Terrorism and International Trade: An Emprical Investigation”, European Journal of Political Economy, 20 (2), ss. 424-433. 

Özhan, T., Ete, H. (2008). “Kürt Meselesi Problemler ve Çözüm Önerileri”, SETA Analiz, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, Kasım 2008, ss. 3-16. 

Pabuçcu, K. (2003). Biyolojik Terör, İstanbul: Nesil Yayınları. 

Pfeiffer, J. (2004). “Condom Social Marketing, Pentecostalism, and Structural Adjustment in Mozambique: 

A Clash of AIDS Prevention Messages”, Medical Antropology Quarterly, 
Vol: 18, No: 1, March, ss. 77-103. 

Plano, J. C., Olton, R. (1988). The International Relations Dictionary, Fourth Edition, Longman, Santa Barbara. 

Sambanis, N. (2008). “Terrorism and Civil War”, Terrorism, Economic Development, and Political Openness, (Ed: Philip Keefer ve Norman Loayza), Cambridge: Cambridge University Press. 

Sanberk, Ö. (2009). “Kürt Sorununun Çözümü İçin Demokratikleşme, Siyasi ve Sosyal Dayanışma Açılımı”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Rapor No: 20, İstanbul. 

Sönmez, F. S., Graefe, A. R. (1998). “Infl uence of Terrorism Risk on Foreign Tourism Decisi-ons, Annals of Tourism Research, 25 (1), ss. 112-144. 

Şehirli, A. (2000). Türkiye’de Bölücü Terör Hareketleri, İstanbul: Burak Yayınları. 

Taner, B. (2002). “Terörizm ve Turizm Anatolia” Turizm Araştırmaları Dergisi, Yıl: 11, Eylül Aralık, ss. 93-98. 

Tanrısevdi, A. (2002). “Krizlerin Seyahat Acentaları Üzerindeki Etkileri ve Bu Etkilerin Çözümüne Yönelik Stratejiler, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Turizm İşletmeciliği Anabilim Dalı, Aydın. 

Taşkın, A. (2004). “Terörizm ve Sivil İtaatsizlik”, Polis Bilimleri Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 1-2, ss. 119-140. 

Tavares, J. (2004). “The Open Society Assesses Its Enemies: Shocks, Disasters and Terrorist Attacks”, Journal of Monetary Economics, Vol: 51, No: 5, ss. 1039-1070. 

Tavas, T. (2000). “Terörizm: Psikolojisi ve Hedefleri”, Terörizm İncelemeleri, (Ed.) Ümit Özdağ, O. Metin Öztürk, Ankara: ASAM Yayınları. 

Then, K. S., Loosemore, M. (2006). “Terrorism Prevantions, Prepordness and Response ın Built Facilities”, Facilities, Vol: 24 (5/6) ss. 157-176. 

Torlak, Ö. (2001). “Sivil Toplum Örgütlerinde Sosyal Pazarlama Yaklaşımı”, Pazarlama Dünyası, 15 (1), ss. 49-53. 

Tunçsiper, B., Gönen, İ. (2001). “Dönemsel Olayların Turizm Ekonomisine Etkileri ve Çözüm Önerileri”, II. Ulusal Türkiye Turizmi Sempozyumu Tebliğler Kitabı, Türkiye Turizmini Araştırma Enstitüsü. 

Ulugöl, H. (2002). Suçluların Geri Verilmesi ve Siyasi Suç, Ankara: Adil Yayınevi. 

Uysal, D., Mucuk, M., Gerçeker, M. (2009). “Terörizmin Ekonomik Etkileri: Türkiye Örneği”, Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası Davraz Kongresi Bildiri Kitabı, 24-27 Eylül, 
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror6.pdf, Erişim Tarihi: 29.09.2010, ss. 1-15. 

Ünsal, A., Keleş, R. (1982). Kent ve Siyasal Şiddet, Ankara: Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Basımevi. 

Weinreich, N. K. (1999). Hands-on Social Marketing A Step by Step Guide, New Delhi, London: Sage Publications. 

Yalçıner, S. (2006). “Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Terörizmin Dönüşümü ve Terörizmle Mücadele”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 4, ss. 98-119. 

Yeşiltaş, M., Öztürk, İ., Türkmen, F. (2008). “Terör Faaliyetlerinin Turizm Sektörüne Etkilerinin Çözüm Önerileri Perspektifi nde Değerlendirilmesi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, ss. 175-189. 

Yılmaz, B. S., Yılmaz, Ö. D. (2005). “Terörizm ve Terörizmin Hedefi Olarak Turizm Endüstrisi”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi (e-sosder), Sayı: 13, Cilt: 4, ss. 39-58. 

----,---- (2010). “Proje ve Faaliyetler”, 
http://www.gap.gov.tr/proje-ve-faaliyetler/sosyalprojeler/
uygulamalar/sosyal-projeler/uygulamalar/cok-amacli-toplum-merkezleri--catom,    Erişim Tarihi: 25.09.2010. 

----,---- (2006). http://www.turizm.gov.tr, Erişim Tarihi: 30.10.2009. 

----,----(2006). http://devdata.worldbank.org/external/CPProfi le.asp?SelectedCountry=USA&CCODE=USA&CNAME=United+States&PTYPE=CP, Erişim Tarihi: 30.10.2009. 
----,---- (t.y.). “Terörizmin Nedenleri”, http://www.adana.pol.tr/tem/nedenleri1.htm, Erişim Tarihi: 23.09.2010. 


***

TERÖRLE MÜCADELEDE SOSYAL PAZARLAMA VE İLETİŞİM STRATEJİLERİ.BÖLÜM 1

TERÖRLE MÜCADELEDE SOSYAL PAZARLAMA VE İLETİŞİM STRATEJİLERİ.BÖLÜM 1




Mine Saran * 
Selin Bitirim ** 

* Doç. Dr., Ege Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Öğretim Üyesi. 
** Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Doktora Öğrencisi. 


Özet 

Günümüzde terörizm az gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelere kadar tüm dünya coğrafyasını etkileyen bir olgu; politik olduğu kadar sosyo-ekonomik-kültürel ve psikolojik açıdan da toplumu birçok yönden olumsuz etkileyen bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Bilindiği gibi, İngiltere, IRA, İspanya, ETA, Amerika Birleşik Devletleri, El Kaide, Türkiye, PKK terörizmi ile uzun yıllardan bu yana mücadele etmektedir. Kuşkusuz terör çeşitli sorunlardan kaynaklanan çok boyutlu bir olgudur ve terörizmin arka planında bulunan bu sorunların çözüme ulaştırılmasında polisiye ve askeri çözümlerin dışındaki arayışlara da ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç doğrultusunda, son yıllarda sosyal pazarlama da bir çözüm yolu olarak dikkat çekmekte ve bu konuda araştırmalar yapılarak öneriler ortaya konulmaktadır. 

Kısaca tanımlayacak olursak, sosyal pazarlama bir fikrin ya da kamusal bir hizmetin, maddi kârlılık düşünülmeden sadece toplumsal yarar sağlamak amacıyla uygulanmasını ifade etmektedir. Sosyal pazarlamanın başarısı, tutarlı ve bütünleşik iletişim stratejileri ile uygulanmasına dayanmaktadır. Sosyal pazarlama yaklaşımı, toplumun genelini kapsayan bir sorunun kalıcı bir şekilde çözüme ulaşması için günümüzde sıklıkla tercih edilmekte ve iletişim uzmanları tarafından profesyonelce uygulanmaktadır. Bu bakış açısıyla, çalışmamızda terörizm ile mücadelede sosyal pazarlama perspektifinden etkin iletişim yöntemleri ve önerileri üzerinde durulacaktır. 

Giriş 

Terörizm tarihine bakıldığında, bu sorunun kaynağında çeşitli tarihsel, dinsel, sosyal, kültürel, ırksal, etnik, politik, psikolojik, vb. sorunların yattığı ve bunların çok boyutlu ve karmaşık bir yapı arz ettiği gözlemlenmektedir. Bu konuda örnekler verecek olursak; ülkemizde radikal düşüncelerin yayılmasında ve dini istismar eden terör örgütlerinin ortaya çıkmasında en büyük etkenler; İran’da 1979 yılında Şahlık rejiminin yıkılarak yerine dini esaslara dayalı devlet 
düzenine geçilmesi (Alkan, 2003: 772) olmuştur. “Ülkemizde özellikle 1980’li yıllardan sonra İslam dinini kan, savaş ve ihtilal ile bütünleştiren Ortadoğu kökenli örgütlerin yayınlarından ve faaliyetlerinden etkilenen Hizbullah, İHÖ, İBDA/C, AFİD/İCB, Vasat, Tevhid Selam/ Kudüs Ordusu gibi terör gruplarının faaliyetleri söz konusu olmuştur” (Küçükakkaya, 2003: 371). Etnik temele dayalı terör olayları özellikle 1900’lü yılların ikinci yarısından itibaren dünyada 
gittikçe daha fazla görülen bir terör çeşidi olmuş ve bu tür terör olaylarının ortaya çıktığı ülkelerde diğer terör biçimleri ile mukayese edildiğinde daha fazla şiddet içerdiği görülmüştür. 

Türkiye açısından diğer terör çeşitleri yanında etnik temele dayalı terör sorunu, ASALA ve PKK örneği ile yaşanmıştır (Bahar çiçek, 2000: 12). Tarihsel geçmiş de bu tür terör eylemlerinin ortaya çıkmasında açıklayıcı bir rol oynamaktadır. “Bölgedeki coğrafi ve demografik yapı, adet ve gelenekler, Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan hadiseler ‘şark sorunu’ denilen bölgesel olguyu ortaya çıkarmıştır. Bölgeyi kontrolü altında tutmaya çalışan merkezi devlet otoritesiyle geleneksel yapısını korumaya çalışan bölge halkı arasındaki gerilim pek çok çatışmaya yol açmıştır” (Özhan ve Ete, 2008: 5). Görüldüğü üzere, tarihsel perspektif ve etnik yapı ulusal güvenliği tehdit eden terör sorununun doğup gelişmesine neden olabilmektedir. 

Ayrıca dinsel, ırksal ve etnik terör gruplarına ilişkin uluslararası örnekler olarak 
İspanya’da ETA, İngiltere’de IRA ve Amerika’da El Kaide karşımıza çıkmaktadır. En güçlü devlet(ler)in en sağlam güvenlik sistem(ler)ini aşabileceğini ve askeri önlemlerle önüne geçilemeyecek sınırlar ötesi bir fenomen halini aldığını açıkça gözler önüne seren uluslararası terörizm, 11 Mart 2004’te Madrid’in merkezinde üç ayrı tren istasyonu, 15-20 Kasım 2003 İstanbul eylemleri ve 7 Temmuz 2005’te Londra’da metro istasyonu ve bir otobüste meydana gelen 4 farklı patlamayla yaklaşık 250 kişinin canını almıştır (Yalçıner, 2006: 116). Söz konusu örnekler terörizmin azgelişmiş ya da gelişmiş ülke ayrımı yapmadan tüm dünya ülkelerinde büyük bir tehdit unsuru olarak ortaya çıktığını göstermektedir. 

Terörü besleyen sosyo-ekonomik koşullardan kaynaklanan psikolojik etkenler konusunda, ülkemizden bir başka örnek verecek olursak, terör yanlılarının hızla değişen toplumsal değerlerin yaratmış olduğu ortamdan yararlanarak, buna uyum gösteremeyen kitleleri etkilemeyi her zaman için öncelikli hedef seçtikleri söylenebilmektedir. “Örneğin, kırsal kesimde yaşayan ve sistem içinde sesini duyuramayan gençler için, ideolojik bir takım gerekçelere de sığınarak, bir suç örgütüne katılıp silah sahibi olmak, en kolay ve kestirme bir yol olarak 
algılanmaktadır” (Çaycı, 2007: 61). Terörün sosyal bir olgu olarak varlık gösterdiği bölgelerin özellikle ekonomik zayıflığı ve eğitsel yapısı terörün oluşması için zemin hazırlamaktadır. 

Örneğin, PKK’ya katılma ve destek verme nedenleri arasında; işsizlik, eğitimsiz lik ve zor kullanma/zorla götürülme ilk üç sırada yer almaktadır (Bilgiç ve Akyürek, 2009: 88). Görüldüğü gibi, terör örgütü mensupları bir ülkenin dezavantajlı bölgelerindeki zayıflıkları kullanarak bireyler ile temasa geçmekte ve eğitim düzeyinin düşüklüğünden ve ekonomik sistemin güçsüzlüğünden 
yararlanarak, toplumun beynini yıkamaya çalışmaktadır. “Siyasal, ekonomik ve 
sosyal koşullardaki aksaklıklar, bir kısım bireylere hakim olabilen yoksunluk ve dışlanmışlık duygusu, milli eğitim sistemlerinin etkin olamayışı ve ulusal ortak paydaları destekleyememesi, güçlendirememesi; hem terör örgütlerinin hem de aşırı akımların, insan kaynakları açısından önemli bir sorun yaşamamasına olanak sağlamaktadır” (Çaycı, 2007: 66). Buna göre dezavantajlı bölgelerde terör örgütünün sosyo-ekonomik vaatleri, terörün varlığının temel nedenleri 
arasında görülebilmektedir. 

Dünyada terörün halen büyük bir problem niteliğinde karşımıza çıkmasında etkili bir diğer faktörün de çeşitli ülkelerde faaliyet gösteren terör örgütlerine uluslararası diğer terör örgütlerinin ya da diğer ülkelerin verdikleri maddi ve manevi destek olduğu ileri sürülebilir. Terör örgütünü kendi amaçlarına ulaşmada bir araç olarak gören birçok kişi, kurum ya da kuruluş, bölgesel terör örgütlerine barınma, eğitim ve lojistik destekler sağlamaktadır. Böylece 
terör beslenmekte ve kalıcı bir sorun haline gelmektedir. 2003 Mart ayında ABD’nin Irak’a düzenlediği harekât sonrasında Saddam rejiminin devrilmesinin ardından yaşanan gelişmeler, Irak’ı etnik ve mezhepsel çatışmaların yaşandığı, güvenliğin ve istikrarın bir türlü sağlanamadığı ülke haline getirmiştir. 

İç çatışmaya varan şiddet olayları ülke çapında bir karmaşaya neden olmuştur. 

Bu ortamda PKK benzeri terör örgütleri Irak topraklarında çok daha rahat  barınma ve korunma olanağı bulmuşlardır. PKK/KONGRAGEL isimli bölücü örgüt bu istikrarsız ortamın verdiği cesaretle Türkiye’ye yönelik yoğun eylemler gerçekleştirebilmiştir (Başer, 2008: 179). Dolayısıyla komşu ülkelerin kendi çıkarlarını korumak adına teröre verdikleri destekle ülkedeki güven ve istikrar ortamı zedelenmektedir. 

Terör tehdidi ve ortaya çıkan sonuçlar, terörden etkilenen ülkelerin dış politikaları ve komşu ülke ilişkileri üzerinde de etkili olmaktadır. “Türkiye’ye yönelik terör tehdidi, komşuları tarafından idealist ya da neo-liberal teorilerin öngördüğü şekilde; barışçı eğilimler ve uluslararası işbirliği ile karşılanmamış; tersine İran, Suriye, Yunanistan başta olmak üzere birçok devlet, kendi ulusal çıkarları ve güç politikaları gereği terörü Türkiye aleyhine kullanmayı tercih etmiştir” (Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Araştırma Raporu, 2008: 1-2). Bu durum da belirli bölgelerdeki terör eylemlerinin kökleşmesine zemin hazırlamaktadır. Yukarıda oluşturduğumuz çerçeve içinde, çalışmaya bütünsel bir perspektif sunabilmek için öncelikle çalışmanın çerçevesi ni belirleyen terör ve terörizm kavramlarının etraflıca ele alınması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kavramsal bir tanımlama yapmak üzere 
terör ve terörizm kavramlarının tanıtılmasında yarar bulunmaktadır. 

1. Terör ve Terörizm Kavramlarına Genel Bir Bakış 

Terör ve terörizm kavramlarını öncelikle tanımlayarak irdelemeye başlayacak olursak, etimolojik kökeni Fransızca “terreur” sözcüğünden gelen terör kavramı, “şiddet kullanarak veya kullanmakla tehdit ederek toplumda güvensizlik havası yaratmaya yol açan eylemler”i (Ünsal ve Keleş, 1982: 21) ifade etmektedir. Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı Türkçe sözlükte ise terör kavramı “yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş”(TDK, 1998: 2200) 
olarak tanımlanmaktadır. 

Terör, hemen hemen tüm milletlerin gündelik yaşantılarında çok sık kullandıkları bir kavram olmasına karşın, terimin anlamı üzerinde tam anlamıyla bir mutabakatın sağlandığını söylemek zordur. Terör kavramı temel anlamıyla bir şiddet halini ifade etmektedir. Terör olgusu kavram olarak belirgin görünmesine karşın, bu alanda meydana gelen olayların hangi tür ve biçiminin terör kapsamında nitelendirileceği yeterince açık ifade edilememektedir. Bu durum terörün çok yönlü ve karmaşık olmasından başka, onu değerlendirenlerin konumu ile yönelimine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Meydana gelen herhangi bir olayı dikkate alarak onu meşrulaştırma ya da gayri meşru kılma çabası yönünden terörü tanımlama istek ve eğilimleri, üzerinde konsensüs sağlanan bir tanıma ulaşmayı her zaman engellemektedir. Bu bakımdan olgunun farklı yönlerini vurgulayan diğer tanımlamaları da kullanmakta yarar vardır. 

“Başlangıçta sadece devlet tarafından uygulanan şiddet hareketleri terör olarak ifade edilirken, çağdaş tanımlamaların önemli bir bölümü artık devlet dışı unsurlar tarafından gerçekleştirilen şiddet hareketlerini de içerecek şekilde genişletilmiştir (Sambanis, 2008: 176). Buna göre sivil inisiyatif ya da siyasi mekanizmalar tarafından gerçekleştirilen her türlü şiddete dayalı davranış ya da yaptırımlar, terör kavramı ile ifade bulmaktadır. 

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1. maddesinde ise terör kavramı; “baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyeti’nin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzeni ni veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemler” şeklinde tanımlanmakta ve bu kapsam dahilindeki herhangi bir tutum ya da davranış, başlı başına suç görülmektedir. 

Kuçuradi’ye (2007) göre ise terör, “örgütlü bir grubun psikolojik baskı yoluyla siyasal/ideolojik isteklerini, dolaylı biçimde kabul ettirmek amacıyla bu isteklerinin gerçekleşmesine engel olarak gördüğü kimseleri korkutmak yıldırmak, ya da saf dışı etmek için; veya doğrudan doğruya öç almak için, sistematik bir biçimde gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmekle tehdit ettiği, bazı insan haklarını çiğneyen ya da kamu veya özel mülke önemli sayılabilecek 
zararlar veren şiddet eylemleri” (Kuçuradi, 2007’den akt: Uysal vd., 2009: 3) şeklinde nitelendirilmektedir. 

Bu tür tanımlarda, terörün insani ve psikolojik boyutuna vurgu yapılmakta ve 
terör, siyasi bir sorun olduğu kadar, toplumsal ölçekte kamusal vicdanda sorgulanması gereken bir kavram niteliğine bürünmektedir. 

Terörizm en genel kabul görebilecek bir tanımlamayla, sahip olduğu geniş katılımcılarla kendi politik, dinsel ve ideolojik amaçlarının doğrudan yasa yapıcıları hedef almadan, önceden planlayarak sıra dışı şiddet eylemleri ile gerçekleştirilmesi ve bu şekilde hedeflerine ulaşmayı amaçlayan bir yöntem (Yeşiltaş vd., 2008: 177) niteliği taşımaktadır. Aynı amaçlar doğrultusunda tutarlı yapı izleyen bir dizi terör olayının varlığı terörizm olarak kavramsallaş tırılmaktadır. 

Bu paralelde terörizm, “kendi politik amaçlarına ulaşmak amacıyla sistematik 
olarak şiddet içermektedir ve terörizmin amacı, güç elde etmek, toplumu sindirmek ve normal işleyen bir politik, ekonomik süreci kendi politikaları lehine güçsüzleştirmek ve avantajsızmış gibi algılanmasını sağlamaktır” (Then ve Loosemore, 2006: 157). Bu tanımlamalar çerçevesinde, birbirleriyle bağlantılı olmayan terör eylemlerine terörizm demek mümkün değildir. 

Terörizm kavramı belirli bir amaç doğrultusunda, belirli bir grubun ya da grupların sistematik bir biçimde kendi politikalarını haklı çıkarmaya yönelik şiddet uygulamalarına yapılan vurguyu içermektedir. 

Yukarıda çizmiş olduğumuz çerçeve terörün yıkıcı potansiyelini açıkça ortaya koymaktadır. 
Dolayısıyla terör ile mücadele konusunda öncelikli yöntemlerin geliştirilmesi ve 
belirli ilkelerin saptanması önem taşımaktadır. Bu türden bir çalışma ise, karmaşık boyutları olan terör olgusunun işlevsel bir şekilde sınıflandırılmasını gerekli kılmaktadır. Farklı yazarların çalışmalarından yararlanarak terör olgusu konusunda şu şekilde bir sınıflandırma yapabiliriz: 

“Bölücü terör, yıkıcı terör, ayrılıkçı terör, etnik terör, dinsel terör (Demirel, 2001: 27), siyasal terör, ideolojik terör, iç terör, uluslararası terör (Ulugöl, 2002: 140), ırkçı terör, siber terör, kriminal terör, aşağıdan-yukarıya terör (Ergil, 1990: 26), küresel terör (Kongar, 2002: 31), biyolojik terör (Pabuçcu, 2003: 13), devlet terörü” (akt: Taşkın, 2004: 120). Terörizm gelişmiş 
ülkelerde olduğu gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri de yuva olarak seçmekte ve buralardan yayılan terörizm giderek tüm dünyayı etkisi altına almaktadır. Bu durum, terörle mücadelede yeni boyutların ve alternatif yolların aranmasını beraberinde getirmektedir. Terörle mücadeleye geçmeden önce terörün amaçları ve ülkelere etkilerine yer vermenin çalışmanın geneline ışık tutacağı düşünülmektedir. 

2. Terörün Amaçları ve Etkileri.,

Terör ve terörizm tanımlarının içerdiği eylemlerin amaç ve etkilerinin ortaya konulmasıyla bu iki kavramın daha iyi anlaşılması sağlanacaktır. Terörün temel amacı, terör eylemlerinin gerçekleştirilmesi yoluyla toplumda korku kültürünün egemen olması ve psikolojik şiddetin toplum geneline yayılıp sürekli kılınması çerçevesinde özetlenebilir. Terör eylemlerinin bu temel amaç doğrultusundaki diğer amaçları şu şekilde sıralanabilir: 

• Varlığından haberdar etme, 
• Sesini duyurma ve gücünü gösterme, 
• Taraftarlarına ve işbirlikçilerine moral sağlama, 
• Kendinden yana olmayanları korkutma ve sindirme, 
• Mevcut yönetimin otoritesini sarsma, 
• Devleti halka baskı oluşturmaya zorlama, 
• Örgüt üyelerini eğitme, 
• Örgüt üyeleri üzerinde otorite kurma ve disiplin sağlama, 
• Karmaşa (kaos) yaratarak ilgi uyandırma ve dikkat çekme (Dilmaç, 1997:19). 


Buradaki amaçlardan hareketle, terör eylemlerinde ne kadar çok kişinin yaralandığı ya da hayatını kaybettiği değil; terör eylemlerinden kaç kişinin haberdar olduğu önem taşımaktadır. 

Terör eylemleri, örgütü tanıtma, toplumu örgütün ideolojisinden haberdar etme ve topluma isteklerini iletme amacıyla, korku, şiddet ve yıkımı doğurmakta ve beslemektedir. Teröristlerin amaçları farklılık gösterse de terörizm niteliği taşıyan eylemler genel olarak aşağıdaki üç faktöre odaklanmaktadır: 

• Tanıtım: Terörizm, belirli bir amacın, gerekçenin ya da nedenin kamuoyuna anlatılabilmesi için yararlanılan araçlardan biridir. Teröristler medyanın ilgisini çekmek istediklerinden, zararın daha ağır olabileceği kentleri ya da kentsel yaşam alanlarını hedef olarak seçmektedirler. 
• Politik istikrarsızlık: Teröristler amaçlarına ulaşma şanslarını güçlendirebilmek amacıyla mevcut rejimin meşruiyetini yıpratmak için kurumsal politik çerçevenin dışında hareket etmektedirler. 
• Ekonomiye zarar vermek: Teröristler toplum üzerinde baskı oluşturabilmek için maddi zarar vermeye çalışmaktadırlar (Tavares, 2004: 1042’den akt: Yılmaz ve Yılmaz, 2005: 42). 

Yukarıda sayılan faktörler göz önüne alındığında, ülkenin uğradığı ekonomik zararın ötesinde, yaşadığı imaj kaybı da ekonomik kaybın süreğen olmasına neden olan önemli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Her kıtada yer alan birçok ülkenin önemli sorunları arasında değerlendirilen terör olgusu, ülkelerin uluslararası arenada imajına ve itibarına da gölge düşürmekte ve demokratikleşme çabalarının önündeki en büyük engeller arasında yer almaktadır. 

Bir ülkenin mevcut ve potansiyel imajını etkileyen en önemli faktörlerin başında ülkenin güvenliği gelmektedir. Ama terörist eylemler, ülkelerin güvenliğini zedeleyerek uluslararası çapta imaj ve itibar kaybına yol açmakta ve ülkeye yönelik yapılan yatırımların boşa gitmesine neden olmakta, sonuç olarak ise ülkenin marka değerinin kayba uğramasına zemin hazırlamaktadır. 

“Son yıllara damgasını vuran büyük terör eylemlerinin yanı sıra, geçmişte dünya genelinde birçok terör eylemi yaşanmış ve bu eylemlerin olumsuz sonuçları dünya turizm endüstrisini oldukça etkilemiştir. Terör saldırılarının yoğunlaştığı turistik bölge ya da ülkeler açısından ilk olumsuz etki, ulusal ve bölgesel imajın zarar görmesi olarak kabul edilmektedir” (Tanrısevdi, 2002: 26). Herhangi bir turistik bölgenin tekrar ziyaret edilmesinin, söz konusu yerin bulunduğu bölge ve ülkenin imajına bağlı olduğu bilinmektedir. Çünkü turistik bölgenin imajı, 
hedef kitlenin karar verme süreçlerinde ve istenen davranışın ortaya çıkmasında etkili olmaktadır. 

Bu bağlamda, terörist saldırılar terörist gruplarının ulusal ve uluslararası düzeyde tanınırlığını sağlarken, ülke tanıtımını ters yönde etkileyerek ülkenin imaj ve itibarını zarara uğratmaktadır. 

“Özellikle az gelişmiş ve/veya gelişmekte olan ülkeler üzerinde sosyo-ekonomik 
açıdan çok yönlü etkilere sahip olan turizm, politik istikrarsızlıktan da etkilenir. Bu çerçevede terörizm, askeri darbeler ve ihtilaller turizm gelirlerinde istikrarsızlığın kaynağı konumundadır” (Emsen ve Değer, 2004: 68). 

Terör olayları silahlı mücadele boyutu içerdiği ve ülke ekonomisinin sağlıklı işlemesini sağlayacak ortamı ortadan kaldırdığı için, terörizm özellikle uzun yıllardır terörle yoğrulan bölgelerin kökleşmiş sorunlarından palazlanarak artmakta ve artan terör eylemleri yatırımların önünü tıkayarak, en başta ekonomik gelişmeye engel olmaktadır. 

Bu olumsuz etki yalnızca terör saldırılarına maruz kalan ülkenin ekonomisini 
etkilemekle kalmayıp “uluslararası ekonomi üzerinde de olumsuz etkiler yaratmaktadır. 

Terör eylemlerinin yarattığı güvensizlik ortamı işletmelerin faaliyet 
maliyetlerini yükseltmektedir. Terörizmin toplumda yarattığı gerginlik ve baskılar, özellikle alışveriş, turizm ve ulaşım tercih ve alışkanlıkları başta olmak üzere ülkenin satın alma ve üretim yapılarını değiştirmekte ve bu durum uluslararası ekonomiyi etkilemektedir. Terörizmin yarattığı güvensizlik ortamı, daha fazla risk üstlenmek zorunda kalan işletmeler için de pazarın çekiciliğini azaltmaktadır. 

Teröristler belirli endüstrilerin tedarik zincirlerine ya da ulaşım yollarına 
saldırılar düzenleyerek terörizme duyarlı ülkelerde ticareti doğrudan hedef 
alabilmektedirler” (Nitsch ve Schumacher, 2004: 424-425). 

Böylece giderek daha da yoksullaşan toplumlar, istemeden de olsa kendilerini terörün ağında bulmakta; kısır bir döngü içinde teröre neden olan koşulların ortadan kaldırılması mümkün olmamaktadır. 

Bununla birlikte terör, gelişmiş ülkelerin ekonomisinde de büyük hasar yaratmakta-dır: “Örneğin, 11 Eylül saldırılarının ABD ekonomisi üzerine yaklaşık 105 milyar dolarlık bir maliyetinin olduğu tahmin edilmektedir. 2001 yılı ikinci çeyreğinde büyüme hızı %2,4 olarak gerçekleşmişken, 11 Eylülden sonra bu rakam % 0,9’a gerilemiştir. 11 Eylül’den sonra, ABD ekonomisinin fiili büyüme hızı %0,3 iken, saldırının yaralarının tamir edilmeye başlandığı 2002 yılında %2,3, 2003 yılında % 3,1, 2004 yılında da % 4,2 olmuştur (Worldbank, 2009). 
Bu veriler terörün, dünyanın önde gelen ekonomileri arasında yer alan ABD’ne olan maddi yansımasını açık bir şekilde göstermektedir. 

Ayrıca terör tehdidi altındaki ülkelerin siyasi istikrarı da sekteye uğramaktadır. Terör üzerinden siyaset yapılması ya da terörün siyasete alet edilmesi, ulusal kamuoyunda siyasi ve toplumsal kutuplaşmaları da beraberinde getirmekte ve böylece terörle mücadelede çözümden uzaklaşılmaktadır. “Siyaset etmek, ekonomik sorundan bölgesel gelişme sorunlarına, özgürlük ve demokrasi sorunundan, insan yetiştirme yöntemlerine kadar her konuyu, belli bir ideoloji, siyasal program ve ilkeler düzeyinde ortaya koyan, sivil taleplere cevap veren 
bir faaliyeti, çabayı ve üretimi gerektirmektedir. Bu konuda Türkiye, terör meselesini bir ‘güvenlik algısı’na endeksleyerek uzun yıllar siyasetin dışında tutarak ‘devlet görevlileri’nin meselesi olarak ele almıştır. Bunun anlamı açıktır. Türkiye siyaset üretememiştir” (Bilgin, 2010). 

Bu durumun, siyasi aktörler ile kamuoyu arasında bir uçurumun doğmasına yol açtığı ve toplumsal vicdanda siyasi erke olan inancı zedeleyerek, ülke genelinde siyasi ve toplumsal istikrarı bozduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü ancak bir bütün olarak ülke güvenliği söz konusu olduğunda siyasi ve toplumsal istikrardan söz etmek mümkün olabilecektir. 

Buna ek olarak, terör sorununu çözemeyen siyasi aktör ve mekanizmaların, ulusal ve uluslararası kamuoyunda güven kaybı yaşayabileceğinin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir. 

Terör sorununu çözmeye yönelik mevcut ve alternatif yollar, terörle mücadele yöntemleri başlığı altında tartışılacaktır. 

3. Terörle Mücadele Yöntemleri.,

Terör ile mücadele etmenin bir yolu olarak teröristlere şiddet uygulamak, pratikte tercih edilen bir yöntemmiş gibi görünse de, esasen kolaylıkla uygulanamamaktadır. Her şeyden önce günümüzde insan hakları, uluslararası kurum ve kuruluşlarla garanti altına alınmaktadır ve devletlerin imzalayarak kabul ettikleri uluslararası antlaşmalar, teröre çok sayıda kurban veren  devletlerin bile elini kolunu bağlayabilmektedir. 

Terörle mücadelede siyasal uzlaşma ve taviz vermek ise, diğer bir yol olarak görülmektedir. 
“Terör ile mücadele etmenin en ideal yollarından biri geniş desteğe sahip etnik 
grupla işbirliği yoluna giderek bunların desteği ile radikallerin önünü almaya çalışmaktır” 
(Byman, 1998: 165). Ancak bu tür bir uzlaşma yolu içinde dikkat edilmesi gereken noktalar da bulunmaktadır: “Terör bastırılırken ılımlıların bundan zarar görmemeleri için azami özen gösterilmesi gerekmektedir. Bu sonucu elde etmek için ise sağlam ve yeterli bir istihbarat elde etmek gerekmektedir” (Bahar Çiçek, 2000: 22). 

Dünya geneline bakıldığında ve ülkeler bazında değerlendirildiği zaman, bugüne kadar terörle mücadelenin çeşitli yasalarla ya da askeri operasyonlarla çerçevelendiği göze çarpmaktadır. 

Kuşkusuz, terörle mücadelede askeriye ve güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği stratejiler büyük bir role sahiptir, ancak askeri uygulamalar işin uzmanları tarafından ele alınması gereken başka bir çalışmanın konusudur. 

Bu çalışma terörle mücadeleye disiplinler arası bir bilim olan iletişimi de dahil ederek, sivil ve siyasi iradeyi bütünleştiren politikalarla terör sorununun daha kalıcı bir zeminde nasıl çözülebileceğine dair yanıtları aramaya ve sorgulamaya  yöneliktir. 

Terörle mücadelenin başarı sağlaması için, hükümet ve kurumlarının tutarlı bir yapı göstermesi ve teröre karşı el ele bir mücadele içinde bulunması önem taşımaktadır. “Terörle mücadelenin sadece ‘silahlı mücadele’ olarak görülmeye başlanması, ‘terörle mücadelenin’ diğer unsurlarının (siyaset bilimciler, sosyologlar, uluslararası ilişkiler uzmanları, iktisatçılar, eğitimciler gibi uzmanlar) bu sürecin dışına itilmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla konu, sadece güvenlik uzmanlarına, hatta sahada faaliyet gösteren güvenlik birimlerine terk edilmektedir” (Laçiner, 2008: 10). Yukarıda sayılan unsurların da dikkate alınmasıyla iletişim odaklı bütünleştirici çalışmaların gerçekleştirilmesi mücadelenin başarısı açısından bir gerekliliktir. 

Terörle mücadelede yasalar ve askeri operasyonlar, mevcut ve anlık terör eylemlerini çözmeye yönelik rol oynamaktadır. Ancak terörün kaynağını ve iç dinamiğini yok etmede yetersizdir. 

Terörizmin önlenebilmesi ve potansiyel eylemlerin yok edilebilmesi için, ilk önce teröre yönelik algının değişmesi gerekmektedir. Algı değişimi ise, tutum ve davranış değişimini içermektedir. “Bir insanın belli bir yönde eyleme geçebilmesi için ön koşul; o insanın o yönde bir alternatifi n varlığını bilmesi ve bu bilgiyi algılamasıdır. Bu nedenle örneğin; bireyin belli bir ürünün tüketicisi, belli bir görüşün yanlısı durumuna getirilebilmesi için, konu ve içeriği hakkında iletilen bilgileri algılayabilmesi gerekir” (İnceoğlu, 1993: 41). Teröre karşı olumsuz 
tavır takınılması ve istenen yönde terör karşıtı davranış pratiklerinin oluşması için, terörün şiddet ve yıkımla özdeşleştirilmesi, demokratik bir hak arama ya da talep etme aracı olamayacağına yönelik bir algı düzeneğinin ve iknanın oluşturulması gerekli görülmektedir. Tutum ve algıların değişmesine yönelik hedef kitlenin ikna edilmesi de, iletişim disiplininin temel yapı taşını oluşturmak tadır. İletişimde tutum ve algıların değişmesi yoluyla istenen yönde 
davranışın ortaya çıkması, sosyal pazarlama teorisi ile ifade bulmaktadır. Sosyal pazarlama özü gereği, toplumun genelini ilgilendiren sorunlu bir konu ya da olgunun çözüme kavuşması ve böylelikle toplumsal iyinin elde edilmesi için maddi kârlılık gözetilmeden bir fikrin ya da davranış değişikliğinin benimse tilmesini içerdiğinden; bir sonraki başlık altında sosyal pazarlama 
teorisinin, terörle mücadelede neden ve nasıl kullanılacağına yer verilerek, terörle mücadelede iletişimden ve sosyal pazarlama disiplininden nasıl yararlanılacağı özgün stratejiler aracılığıyla açıklanmaya çalışılacaktır. 

4. Terörle Mücadelede Sosyal Pazarlama ve İletişim Stratejileri.,

Küreselleşme ile birlikte uluslararası boyut kazanan terör olgusu artık tüm dünya ülkelerini, kurum ve kişileri ilgilendiren bir sorun haline gelmiştir. Terörle mücadelede iletişimin kullanılması, ülkelerin kendilerini uluslararası kamuoyuna ifade etmelerini sağlama noktasında son derece önem taşımaktadır. Terörle mücadelede iletişim yöntemlerinden yararlanılması yoluyla, terörün sadece ortaya çıktığı ülkeye değil, aynı zamanda komşu ve dünya genelindeki tüm ülkelere de, terörün yol açtığı yıkımın anlatılabilmesi ve uluslararası kamu oyunun desteğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Terörle mücadelede uluslararası işbirliğinin elde edilmesi ve sürekliliğinin sağlanması için çift yönlü işleyen sağlıklı ve etkin iletişime ihtiyaç duyulmaktadır. 

Bu bağlamda Çaycı, ulusal ve uluslararası tüm uyuşmazlıkların karşılıklı iletişim, 
konuşma, anlaşma, uzlaşma, hakemlik veya yargı yolu gibi barışçı yöntemlerle çözümlenmesi kültürünün, “temel insani değerler” kavramının esas altyapısı olarak milli eğitim düzenleri içerisinde yer almasının gerekliliğini vurgulamak tadır. İletişim sadece bir masa etrafında eşit statüde görüşmekten öte, doğrudan veya dolaylı tüm temas yöntemlerini kapsayan bir kavram olarak anlaşılmalıdır (Çakıcı, 2007: 64). Bu anlamıyla iletişimin terörle mücadele sürecinde de önemli rol oynayacağı, ayrıca, iletişimin sürekliliğinin ve etkinliğinin, sosyal pazarlama kampanyalarına entegre edilmesiyle artacağı düşünülmektedir. 

Sosyal pazarlamanın tamamen kamu yararı içeren bir fikrin ve davranışın benimsetilmesine hizmet etmesi söz konusu olduğundan, sosyal pazarlama yöntem ve ilkeleri terörle mücadelede etkili sonuçlar alınmasını sağlayabilecektir. 

Sosyal pazarlamanın terörle mücadelede nasıl kullanılacağı konusuna geçmeden 
önce bu kavramı açıklamaya geçecek olursak, sosyal pazarlamanın klasik pazarlama anlayışından farklılaşarak, bir mal ya da ürünün değil, bir fikrin ve davranış değişikliğinin pazarlanmasını ifade ettiğini belirtmemiz gerekir. Sosyal pazarlamayı “devletin, kâr amacı gütmeyen işletmelerin ve yardım derneklerinin toplumsal fayda sağlayacak bir fikri ve davranışı topluma benimsetmek amacıyla yaptıkları pazarlama uygulamaları” (McMahon, 2001: 77) Şeklinde tanımlaya biliriz. Sosyal pazarlamada amaç, kâr elde etmeyi düşünmeksizin genel anlamıyla tüm toplumun refahına odaklanan girişimlerde bulunmaktır. Bu çabalar daha çok kamu hizmeti görevi üstlenen kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri gibi ortak toplumsal fayda amaçlı kurumların faaliyet alanına girmektedir. “Sosyal bir fikri topluma benimsetmek ve bu konuda olumlu davranış değişikliği yaratmak amacıyla düzenlenen pazarlama faaliyetleri 
sosyal pazarlama olarak adlandırılmaktadır. Sosyal pazarlamada kâr amacı yerine, sosyal amaç ve uzun vadeli toplum çıkarları ön plana çıkmaktadır” (Mucuk, 2001: 16). 

Bu tür sosyal amaçlar ve çıkarlar ihtiyaca bağlı olarak çeşitlilik göstermekte ve geniş bir yelpazede karşımıza çıkmaktadırlar. “Doğal çevrenin korunması, kızların okula gitmesi ve eğitilmesi, kırsal kesimdeki ekonomik gelişimin sağlanması gibi birtakım toplumsal sorunların çözümlenmesine hizmet eden çalışmalar sosyal pazarlama kapsamında geliştirilen programlara örnek olarak 
verilebilir” (Bayraktaroğlu ve İlter, 2007: 118). Sosyal pazarlamanın temel hedefi, sosyal pazarlama faaliyetine temel oluşturan sorunlu bir konuda hedef kitlelerin dikkatini çekmeye, söz konusu hedef kitleleri istenen yönde harekete geçirmek için gerekli olan tutum ve davranış değişikliğini yaratmaya ve bu değişiklikleri benimseyerek kalıcı hale getirmeye odaklanmaktadır. 

Bu kapsamda toplumun genelini ilgilendiren terörle mücadele çabalarının da, sosyal pazarlama evreni içerisinde kendine yer bulacağını söylemek mümkündür. 

Sosyal pazarlama, temel hedefl er doğrultusunda klasik pazarlamadan ayrılsa da, pazarlama ilkeleri çerçevesinde klasik pazarlama anlayışından farklılık göstermemektedir. Klasik pazarlamanın vazgeçilmez bileşenleri olan ve pazarlama karması olarak adlandırılan 4 P (ürün/product, fi yat/price, dağıtım/place ve tutundurma/promotion), sosyal pazarlamada 
da varlığını korumaktadır. Klasik pazarlamadaki ürün temelinde düşünürsek, toplumun yararı çerçevesinde geliştirilecek herhangi bir fikir ve bu fikrin eyleme dönüşmesi sonucu ortaya çıkan kamu yararı, sosyal pazarlamada ürün adıyla karşımıza çıkmaktadır. “Sosyal pazarlama ürünü fiziksel bir ürün olmak zorunda değildir. Sosyal pazarlama ürünleri dokunulabilir ürünlerden başlayıp sıralandığında; fiziksel ürünler (doğum kontrol hapı, prezervatif), hizmetler 
(sağlık muayenesi), uygulamalar (anne sütüyle beslenme, sağlıklı beslenme) ve dokunulamayan fikirlere (çevre koruma) kadar geniş bir yelpazede kendini göstermektedir” (Dinan ve Sargent, 2000: 5). Buna göre sosyal pazarlamada ürün kavramından, sadece somut karşılığı olan bir nesne anlaşılmamaktadır. 

Sosyal pazarlamada ürünün fiziksel (somut) bir ürün olmasından ziyade, tüm toplum için “iyi” olan sosyal bir fayda (soyut ürün) taşıması önemlidir. “Sosyal pazarlama uzmanlarının başarılı olabilmeleri için ürünün, tüketicilerin önemli bulduğu bir probleme çözüm olması veya tüketicilerin istekleri doğrultusunda bir yarar elde etmelerini sağlaması gerekmektedir” (Pfeiffer, 2004: 164). Sosyal pazarlamada dikkat çekmesi ve davranış değişikliği yaratması istenen ürünün, ilgili konuya çözüm sunuyor olması ve doğru uygulamalarla hedef kitlelere 
ulaşması stratejik noktalardan birini oluşturmaktadır. Sosyal pazarlamada terörle mücadele açısından düşünüldüğünde ürün, terörün ortadan kaldırıl masına yönelik bilinç düzeyi  ve terörden arındırılmış refah bir toplum düzeni olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Bununla beraber, ticari pazarlama için söz konusu olan ürünün üç boyutu, sosyal pazarlama açısından da geçerliliğini korumaktadır. “Sosyal pazarlamada ürün, ticari pazarlamada olduğu gibi çekirdek ürün, somut ürün, faydası arttırılmış ya da genişletilmiş ürün olmak üzere üç düzeyde incelenmektedir” (McCarthy ve Perrault, 1993: 254). 

Bu ürün türlerini sosyal pazarlama açısından tanımlayacak olursak, “çekirdek ürün, istenilen bir davranışın yaratacağı öz faydadır… Somut ürün, çekirdek ürünü çevreleyen özel bir davranıştır. Genişletilmiş ürün düzeyinde ise herhangi bir somut amaç ve hizmet için istenilen davranışın tanıtımı yapılır” (Argan, 2007: 60). Buna göre, bu çalışma kapsamında örnek verecek olursak, çekirdek ürün (fayda) terörün önlenmesi ve terör tehdidinden kurtulmuş bir ülkedir. Çekirdek 
ürün sosyal pazarlamada ulaşılmak istenen ana hedeftir. Sosyal pazarlama kampanyalarıyla hedef kitlede gerçek ürünün (davranış) ortaya çıkması beklenmektedir. Gerçek ürün (davranış) ise, terörü oluşturan nedenlerin ortadan kalkması için gerçekleştirilen terörle mücadele çalışmalarına (eğitim, bilgilendir me, bilinçlendirme vb.) olumlu yanıt ve destek vermektir. 

Genişletilmiş ürün (somut nesneler ya da hizmetler) ise, terörle etkin bir şekilde mücadele etmek için oluşturulan güvenlik birimleri ya da etkin politikalar ve uygulamalardır. Bu politika ve uygulamalar çekirdek ürüne ulaşılmasını amaçlayan aktörler (sivil toplum örgütleri, siyasetçiler, iletişim uzmanları, yerel yönetimler, medya vs.) tarafından planlanarak yürürlüğe konulan hizmet programlarını ve somut nesneleri kapsamaktadır. Sosyal pazarlama ekseninde ele alınan ürünün her üç boyutu, sonuç itibariyle bir tutum ve davranış değişikliği getirmekte ve toplumsal bir yarar üretmektedir. 

Sosyal pazarlamada fiyat, “hedef kitlenin belirli bir davranışı benimsemesi için ne vereceği (neye katlanacağı) anlamına gelir. Fiyat, geleneksel pazarlamada çoğunlukla para olarak değerlendirilir, fakat sosyal pazarlamada daha çok zaman, çaba ve eski alışkanlıklar gibi soyut veya manevi şeyleri ifade eder” (Weinreich, 1999: 11). Örneğin, “çevreye dost ürünler satın almanın parasal maliyeti vardır. Sigarayı bırakmanın ise psikolojik maliyetinin yanı sıra 
parasal maliyeti düşürme etkisi vardır” (Torlak, 2001: 50). Buradan yola çıkarak sosyal pazarlama içerisinde fiyatın, davranış değişikliğini benimsemek için maddi ve manevi maliyetler olduğunu söylemek mümkündür. Bu doğrultuda terörle mücadelenin manevi fiyatı terörü önlemeye yönelik atılacak adımlar, hazırlanacak askeri planlar ve devletin tüm kurum ve kuruluşları tarafından uygulanacak sosyal yapılanma çalışmalarıdır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

3 Nisan 2018 Salı

İki Büyük Tehlike


İki Büyük Tehlike


Yekta Güngör Özden

Her ülkenin olduğu gibi Türkiye’mizin de kimi sorunları çözüm beklemektedir. Ekonomik, toplumsal, hukuksal, siyasal her tür sorun iyi niyetli ve yetenekli iktidarların öncülüğünde başarıyla çözümlenir. Bunların yaratacağı güçlüklerin giderilmesi olanağı her zaman vardır, bulunabilir. Ama giderek büyüyen iki tehlike Türki­ye’mizin varlığını ve geleceğini olumsuzluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Biri İRTİCA (gericilik), öbürü IRKÇILIK’tır. İkisinin de terörle yakın ilişkisi vardır. Uluslararası ortamda El-Kaide islâmcı terör örgütünün yanında Afganistan’ın Taliban’ı, Mısır’ın Müslüman Kardeşler’i, Filistin’in Hamas’ı hemen anımsanan gerici-dinci örgütlerdir. Türkiye’de İbda-C, Hizbullah, Kaplancılar vd. adlarla kendini duyuran yasadışı dinci örgütler ulusal bağlamdaki örneklerdendir. Günümüz siyasal iktidarı lâiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak suçundan Anayasa Mahkemesi’nce cezalandırılmıştır. Sakıncalı tutumundan dönmek yerine sık­ma­başa sarılarak, sıkmabaşlı milletvekillerine yeşil ışık yakarak, yargı kararlarına karşın sıkmabaşlı öğrencilere ve öğretim üyelerine üniversite kapılarını açarak dinsel düzenden vazgeçmediğini sık sık yinelemektedir.

İkinci tehlike, dinci açılımları gerçekleştirmekte kolaylık sağlanması için verilen ödünlerle kürt ırkçılığının boyutlarının artmasıdır. Tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni olan, hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeyen cumhuriyetin yurttaşı olmayı, her yurttaşı kucaklayan “Türk Ulusu” kavramının anlam ve amacını yadsıyarak sürdürülen bölücülük ve yıkıcılık 1980’li yıllardan bu yana 40 bine yakın yurttaşımızı aramızdan almıştır. Hâlâ güneydoğudaki kimi il ve ilçelerde denenen ayaklanmalar, kolluk güçlerine karşı çıkmalar, saldırılar, terör örgütünün rengini taşıyan bezler sallayıp zafer işaretleri yaparak, örgüt başının adıyla bölücü sloganlar atıp posterlerini taşıyan kalabalıklar kürtçülük akımının geldiği düzeyi göstermektedir. Güncel durumları, gerçekleri bırakarak ekonomik ve toplumsal kimi sorunlardan söz ederek sorunu yanlış değerlendirmekle bir yere varılamaz. İktidarın 2011 seçimleri için tüm kalkışmaları, tehditleri, saldırıları, amacı açıklayan konuşmaları görmezlikten-duymazlıktan gelerek savuşturmaya çalışması yarınlarda daha büyük sorunları karşımıza çıkaracaktır. Somutlaşan amaç kürtçü liderlerin açıkladığı gibi özerk yönetimden bağımsız kürt devletine geçmektir. Geçmişin olaylarını tersine çevirerek, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve cumhuriyeti suçlayarak, Mustafa Kemal’in 85 no.lu 1921 Anayasası ile 16 Ocak 1923 İzmit konuşmasını yanlış değerlendirip Lozan görüşmelerini çarpıtarak, 1924 Anayasası’nı ve kürt isyanlarını yadsıyarak bir yere varılamaz.

Güneydoğudaki genel seçimlerin ve yerel seçimlerin sonucu baskı, tehdit ve ölümle korkutulan yurttaşların kürtçüleri yeğlediğini göstermektedir. Kürtçü belediye başkanlarının, öbür yerel yönetimcilerin yanında, hattâ önünde BDP’li milletvekillerini göstermektedir. Ama hiçbirine Silivri yargısı kapsamındakilere uygulanan yöntemler uygulanmamakta, 30 yıl süren ceza dâvası da zamanaşımı nedeniyle sonuçsuz kalmaktadır. Kandil elebaşları “Sınır dışına çekilmek asla söz konusu değildir” diyerek Türkiye içindeki yuvalanmaları, destekleri, militan varlığını ve güçlerini itiraf ve ikar etmektedirler. Ne Kandil’e karşı, ne de yurt içinde etkin bir önlem, anlamlı bir tepki saptanamamaktadır. İktidara yaranma, ilişkileri düzeltme çabasındaki medyada kürtçülere destek giderek artmakta, “anadilde eğitim”le “Kürt ulusu” teriminin Anayasa değişikliğiyle gerçekleştirilmesi önerilip istenmekte, iktidar “Yeni Anayasa” çıkışıyla sanki 2011 seçimlerinden sonra bu istemleri gerçekleştirecekmiş gibi kürtçülere umut vererek oy almaya, istediklerini daha rahat yapabilme olanağı bulmaya çalışmaktadır. Kürtçülerin isteklerini yerine getirince ayrı devlet kurma, “kendilerini yönetme” ayrımcılığından vazgeçecekleri sanılarak aldanılmakta ve halk çoğunluğu aldatılmaktadır. Eşitlik olmasaydı nasıl milletvekili olacakları, nasıl asker ve sivil devlet görevini yüklenecekleri, nasıl özel kesimde varlık edinecekleri, zenginlikleri songulanmamakta, feodal yapının getirdiği sorunlar bırakılıp cumhuriyet yapısının yıkımıyla uğraşılmaktadır.

İktidar o kadar aşırı hoşgörülü sorumlular o kadar ilgisiz ki siyasal yasaklılar siyasal çalışmalara yoğun buçunde katılmakta, onbinlerce yurttaşın kanına giren teröristbaşından “Sayın” diyerek söz etmekte, sorunun çözümü için onu yetkili göstermekte, onun avukatlarınca ulaştırılan buyruklarına uymakta, uymaya çağırmakta, devleti tehdit etmekte, daha ileri giderek “Kürt halkı kendini yönetmek istiyor” sözüyle sakladıkları amacı açıklamak için iktidarın yarattığı ortamı elverişli bulmaktadır. Unutmamak gerekir, hukuk diploması ve avukat ruhsatı almakla kendini hukukçu sanan kimileriyle, muhabirlik günlerini anımsatan çocuksu yazılarıyla gelişmediğini gösteren düşünce yotksullarının “Kürt sorunu” deyişleri asla gerçeği yansıtmamaktadır. Türkiye’de “Kürt sorunu” değil “Kürtçülük sorunu” vardır. BDP milletvekillerinden Sırrı Sakık’ın TBMM kürsüsünde “Ben Türk değilimi” sözleri Türklük ile Türk Ulusu kavramlarını anlamadığını ya da özellikle anlamamış görünerek sömürüsünü göstermektedir. Anayasa’nın 81. Maddesi gereğince içtiği anda aykırı davranmaktan öte andını geri almış sayılacağından milletvekilliğinin düşürülmesi gerekir. Bu sonuç, Ahmet Türk’ün taşıdığı soyadını değiştirmemesi nedenini de düşündürmektedir. Korkak, çıkarcı ve lâik cumhuriyetle Atatürk karşıtı kimi bilimsel sanlı kinci ve dincilerle kimi aymazların ve sapkınların destek verdiği, kimi varlıklılarla yabancıların yardım musluklarını açık tuttukları anlaşılan kürtçülük, anayasal, ulusal ve yaşamsal ilkelerden ödünler verilerek değilaçık, kesin, gerçekçi ve yürekli duruş ve tutumlarla önlenir.

Kürtçüler iktidarın gündeme getirdiği “alt, üst kimlik” tartışmalarını da kabûl etmemekte “Türk ayrı, Kürt ayrı kimliktir, başka kimlik söz konusu değildir” demektedirler. Tüm bu durumları görmemek için görme özürlü olmak gerekir. Doğuya yapılan yatırımlar, bayındır kılma çabaları, teröristlerin yakıp yıktıkları okullar, tesisler, öldürdükleri yurttaşlarla, yalan ve iftiralarla, gizli tanıklar ve sözde itirafçılarla karşılanmıştır. Kimi sözcüklerine katılmasak bile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu konudaki eleştirileri yerindedir.

Önceki devlet yöneticilerinin “Federasyon” ve “Realite” söylemlerini AKP’nin ödünleri izledi. Habur karşılamaları durumun kötülüğünü tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Ayaklanmalar, çocuklarını panzerlerin önüne süren, onları taş, molotof kokteyli, havaî fişeklerle polise ve jandarmaya saldırtan aileler, teröristlerin cenazelerini sloganlar, posterler ve zafer işaretleriyle kaldıranbinler, BDP’li milletvekillerinin kışkırtıcı konuşmaları hızından ve dozundan birşey yitirmiş değildir. Silâhlı Kuvvetleri yıpratmak, yargıyı etkisiz kılmak, giderek bölmekle uğraşmaktan teröre yeterli zamanı ayıramadığı anlaşılan iktidarın sorumluluğu ağırlaşmakta ve artmaktadır.

Dış destek, sözde dostların ve kimi komşuların yardımlarıyla şımarıp azgınlaşan kürtçülere AB ülkeleri de kapılarını açık tutmakta, onları dinleyip yönlendirmekte, kimi azınlık savlarıyla onlara arka çıkmaktadır. Bunlara karşın arap ülkeleriyle ilişkileri güçlendirmeyi yeğleyen iktidar, Türk Cumhuriyetlerine karşı soğukluğuna aldırışsızlık ekleyerek olayların ve yerine getirilmesi olanaksız isteklerin sürmesine neden olmuştur. Ermenistan, İsrail ve İran kuşatmasındaki Türkiye, bir zamanlar terör örgütünü yuvlandıran, aşırı solcu olup şimdi iktidarı destekleyen eski militanları barındıran Suriye ile Lübnan’ın koltukçusu olmuştur.

Irak egemenlerinin oyalayıcı, aldatıcı ve iki yüzlü tutumu da gereken tepkiyi görmüyor. ABD’nin gizlenen koruyuculuğu altında kabadayılık taslayan Kandil kaçakları, Türk Hava Kuvvetleri’nin onca bombardımanına karşın güçlerini korumaktadır. Demekki eksik olan, yeterince yapılamayan, yapımlak istenmeyen, başarılamayan bir şey vardır. Türkiye Cumhuriyeti’ne kafa tutan terör örgütü varlığını sürdürebiliyorsa Türkiye yönetimi sorgulanmalıdır. Silâhlı Kuvvetler eli-kolu bağlı duruma getirilmiş, lâf ebelerinin yakınması üzerine kozmik odalarına, lomanlarına, çalışma-görev yerlerine kadar girilip araştırmalar yapılmış, gerçek dışı suçlamalarla komutanlar önüne çıkarılarak haklarını almaları engellenmiş, iktidarın kötülüklerinin, yanlışlıklarının ve sakıncalı gidişinin önüne çıkması olası güçler ve kesimleryargı kullanılarak sindirilip yokedilmek istenmiştir. Türkân Saylan öldürülmüştür. Haberal, Hilmioğlu, Yurtkuran, Özkan, Poyraz, Cihaner, Doğan, Balbay ve öbür Silivri tutuklularının da ölmelerinin istendiği anlaşılmaktadır. Çelişkili, aykırı, amaçlı uygulamalar bunu göstermektedir. Silivri’dekiler Kandil’dekilerden daha tehlikeli sayılmakta, yabancı ve dşman kuklası kürtçülere gösterilen kolaylıklar Silivri’deki komutanlardan, bilim adamlarından, yazar ve gazetecilerden esirgenmektedir. “Masumiyet karinesi” yok sayılarak tüm şüpheli ve sanıklar iktidar tarafından cezası kesinleşmiş hükümlüler gibi nitelendirilmektedir.

Kendi halkından, ulusundan çokyabancıları dinleyen iktidar, sorunu kestirip atmaktan kaçınmakta, “Gücüzüm varsa gelin, alın” demektedir. Soruşturma, kovuşturma, geçiştirme, oyalama, avutma, savsaklama, erteleme, uyutma ve bildiğini okuma birbirine karışmış durumdadır. İktidarın kendinden başkasını, ülkesini düşündüğüne inanmak güçtür. 

Öte yandan Apo tek seçici gibi davranıp belediye başkanını tehdit etmekte, ateşkes süresinin sınırını belirlemekte, koşullar gündeme getirerek iktidarı etkilemekte, konuklar düzeninde ağırlanarak amacından dönmediğini açık biçimde ortaya koymaktadır. PKK’nın İmralı’dan yönlendirilip yönetildiğine ancak yandaşları karşı çıkabilir. Siyasal iktidar, yönetimindeki devlet kurumlarıyla PKK’nın doğrudan görüşme yaptığını dolaylı anlatımlarla açıklamaktadır. Apo’yla görüşmelerin bugüne değin neler sağladığı da bilinmemekte, sağladığı bir yarar saptanmamakta dır.

Yönetimin zayıflığı o kadar belirgin ki son günlerde PKK yararına görüş veren kimilerinin emeklilikten önce çok önemli görevlerde bulunanlar olduğu kuşku ve üzüntüyle öğrenilmektedir. BDP’lilere gösterilen aşırı hoşgörüden anlaşılıyor ki günümüz iktidarı PKK’dan da BDP’den de korkmakta, üstesinden gelemeyeceği olaylara neden olmaktan çekinmektedir. Ulusal devletin yapısını bozacak girişimleri ve kalkışmaları devleti koruyacak iktidar önleyemiyor. İktidar için ödün vermek çözüm, başarı ve beceri sayılıyor. Yarın neler olacağı kestirilemiyor, gerçekçi, kalıcı, etkin önlemler alınamıyor,cumhuriyeti koruyacak çalışmalar yapılamıyor.

PKK’nın 32. kuruluş yılı nedeniyle Hakkâri-Yüksekova’da, Diyarbakır-Lice’de yapılan taş­kın­lıklar (aslında ayaklanmalar)a iktidar önem vermiyor görünmektedir. Kışkırtıcı konuşmaları gerçek durumu bilmeyen, aldatılan yurttaşlar zafer işaretleriyle, alkışlarla karşılıyor. Kimi yargı yerlerinden kürtçülüğe açılım sayılacak öneriler, güç verecek kararlar çıkıyor, insan hakları, özgürlük, demokrasi sömürüleri sürüyor. Kürt kökenli yurttaşlarımızı değil, kürtçülük yapanları eleştiriyoruz.kürt kökenliler içinde arkadaşlarımız, meslektaşımız, öğrencimiz, dostumuz var. Kürt kökenli avukatla birlikte savunma görevi aldığımız davâ oldu. Kürtçülük yapmayan, ulus bağlamındaki birlikteliğimizin ve cumhuriyetle Atatürk’ün değerini bilen yurtseverleri var. Sorunun sorumluları AB, ABD, Er­menistan, Irak ve içimizdeki PKK’lılarla yan­daşlarıdır. Bir o kadar da siyasal iktidardır, medyadır, üniversitelerdir, yargıdır.

Yeni Anayasa..” sözü kürtçülerle sıkmabaşçılara uzatılmış ucu zehirli bir oltadır. Bundan önce yapılanların olduğu gibi bundan sonra yapılacakların da demokrasiyle ilgisi olmayacaktır. İktidarın ruhunda, anlayışında demokrasi yoktur. Demokrasiyle eğitilmemişler, inançla dokunmuşlardır. Demokrasiyi bilmeyenler demokrasiden söz edemezler. “Sivil irade, askerî vesayet, yargı vesayeti” sözleriyle yolalmak isteyen iktidar, rejimi koruyup güçlendirmek, demokratik niteliğini yükseltmek yerine tehlikeye atmaktadır. Feodal yapının, topraksızlığın, şeyhe ve aşiret başına bağımlılığın çözümlenmesine önclik vermek gerekir. Yoksa kimi raporlardan söz ederek, kimi ödünler ve ayrıcalıklarla çözüm olacağı havasını basmanın hiçbir anlamı ve yararı yoktur. Türkiye bölünmez bir bütündür. Bir bölgede demokrasi olacak, öbüründe olmayacak, böyle bir çelişki düşünülemez. Etnik duyarlıklar, kültür farklılıkları, kimi özellikler elbet özgürlük içinde yaşam bulur. Kürt kökenlilerden başka kökenliler de var. Ancak etnik özellikler ve özgünlükler ulusal yapıyı bozacak zorlayıcı girişimler olamaz. Anadil öğretilir ama devletin Türkçe’den başka ikinci bir resmî dili olamaz. Yurtdışından verilen örneklerin Türkiye için uygulanmasını gerektiren benzerlikler bulunmamaktadır. Bir kez ödün verilince nerede duracağı, ne sonuçlar getireceği iyi düşünülmelidir. Çok açık olan gerçek, kimi siyasal kuruluşların içlerindeki kürt kökenlilerden kürtçülük yandaşlarının etkisiyle ya da liberal demokrat geçinenlerin kışkırtmasıyla ödünler vererek sorunu çözecekleri ne ilişkin kanılar yanılgıları dır. Yaşamı, güncel olayları, iç kalkışmaları, ayaklanma olaylarını ve dış baskılarla destekleri hep birlikte değerlendirmeden hazır reçetelerle sonuç alacaklarını sanmaktadırlar. Ayrım, kutuplaşma giderek keskinleşmektedir. Kürtçülerin ölçüsüz, aşırı, ayrımcı çabaları dracak sanılmamalıdır. Devletle çatışmaktadırlar. Bundan daha belirgin bir kanıt olamaz. İktidar da kendi amacı ve doğrultusu için bu kesimi okşayarak susturup durduracağı inancıyla yumuşak davranmaktadır.

“Asimilâsyon” söylenti ve suçlamalarına, “özgürlük” yalanlarına kanmamak gerekir. Farklılıkların yarattığı zenginliğin ulusal dokunun özelliği olduğu bilinmeli, yıkıcılıkla, kavgayla, savaşla, ödünle, şirin görünme çabasıyla, anlayış ve hoşgörüyü aşan tutarsızlık ve zayıflıkla bir yere varılamayacağı benimsenmelidir. Teröre başvurup dışardan destek alan kürtçülerle, terör karşıtı kürtlerin ayrı duruşu bile teröristlerin ağır yanılgı ve sapkınlığını anlatmaktadır. Bize düşen, ulusal birliği, ülke ve ulus tümlüğünü korumak, yanılanlara gerçeği öğretmektir. Siyasetin ikilemleri ve ödünleri gerçek çözümü sağlamaktan uzak görünmektedir. Yepyeni Türkiye Cumhuriyeti aşırılıklara kıydırılamaz.

http://turksolu.com.tr/ileri/47/ozden47.htm

..