İBDA-C etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İBDA-C etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2018 Salı

İki Büyük Tehlike


İki Büyük Tehlike


Yekta Güngör Özden

Her ülkenin olduğu gibi Türkiye’mizin de kimi sorunları çözüm beklemektedir. Ekonomik, toplumsal, hukuksal, siyasal her tür sorun iyi niyetli ve yetenekli iktidarların öncülüğünde başarıyla çözümlenir. Bunların yaratacağı güçlüklerin giderilmesi olanağı her zaman vardır, bulunabilir. Ama giderek büyüyen iki tehlike Türki­ye’mizin varlığını ve geleceğini olumsuzluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Biri İRTİCA (gericilik), öbürü IRKÇILIK’tır. İkisinin de terörle yakın ilişkisi vardır. Uluslararası ortamda El-Kaide islâmcı terör örgütünün yanında Afganistan’ın Taliban’ı, Mısır’ın Müslüman Kardeşler’i, Filistin’in Hamas’ı hemen anımsanan gerici-dinci örgütlerdir. Türkiye’de İbda-C, Hizbullah, Kaplancılar vd. adlarla kendini duyuran yasadışı dinci örgütler ulusal bağlamdaki örneklerdendir. Günümüz siyasal iktidarı lâiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak suçundan Anayasa Mahkemesi’nce cezalandırılmıştır. Sakıncalı tutumundan dönmek yerine sık­ma­başa sarılarak, sıkmabaşlı milletvekillerine yeşil ışık yakarak, yargı kararlarına karşın sıkmabaşlı öğrencilere ve öğretim üyelerine üniversite kapılarını açarak dinsel düzenden vazgeçmediğini sık sık yinelemektedir.

İkinci tehlike, dinci açılımları gerçekleştirmekte kolaylık sağlanması için verilen ödünlerle kürt ırkçılığının boyutlarının artmasıdır. Tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni olan, hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeyen cumhuriyetin yurttaşı olmayı, her yurttaşı kucaklayan “Türk Ulusu” kavramının anlam ve amacını yadsıyarak sürdürülen bölücülük ve yıkıcılık 1980’li yıllardan bu yana 40 bine yakın yurttaşımızı aramızdan almıştır. Hâlâ güneydoğudaki kimi il ve ilçelerde denenen ayaklanmalar, kolluk güçlerine karşı çıkmalar, saldırılar, terör örgütünün rengini taşıyan bezler sallayıp zafer işaretleri yaparak, örgüt başının adıyla bölücü sloganlar atıp posterlerini taşıyan kalabalıklar kürtçülük akımının geldiği düzeyi göstermektedir. Güncel durumları, gerçekleri bırakarak ekonomik ve toplumsal kimi sorunlardan söz ederek sorunu yanlış değerlendirmekle bir yere varılamaz. İktidarın 2011 seçimleri için tüm kalkışmaları, tehditleri, saldırıları, amacı açıklayan konuşmaları görmezlikten-duymazlıktan gelerek savuşturmaya çalışması yarınlarda daha büyük sorunları karşımıza çıkaracaktır. Somutlaşan amaç kürtçü liderlerin açıkladığı gibi özerk yönetimden bağımsız kürt devletine geçmektir. Geçmişin olaylarını tersine çevirerek, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve cumhuriyeti suçlayarak, Mustafa Kemal’in 85 no.lu 1921 Anayasası ile 16 Ocak 1923 İzmit konuşmasını yanlış değerlendirip Lozan görüşmelerini çarpıtarak, 1924 Anayasası’nı ve kürt isyanlarını yadsıyarak bir yere varılamaz.

Güneydoğudaki genel seçimlerin ve yerel seçimlerin sonucu baskı, tehdit ve ölümle korkutulan yurttaşların kürtçüleri yeğlediğini göstermektedir. Kürtçü belediye başkanlarının, öbür yerel yönetimcilerin yanında, hattâ önünde BDP’li milletvekillerini göstermektedir. Ama hiçbirine Silivri yargısı kapsamındakilere uygulanan yöntemler uygulanmamakta, 30 yıl süren ceza dâvası da zamanaşımı nedeniyle sonuçsuz kalmaktadır. Kandil elebaşları “Sınır dışına çekilmek asla söz konusu değildir” diyerek Türkiye içindeki yuvalanmaları, destekleri, militan varlığını ve güçlerini itiraf ve ikar etmektedirler. Ne Kandil’e karşı, ne de yurt içinde etkin bir önlem, anlamlı bir tepki saptanamamaktadır. İktidara yaranma, ilişkileri düzeltme çabasındaki medyada kürtçülere destek giderek artmakta, “anadilde eğitim”le “Kürt ulusu” teriminin Anayasa değişikliğiyle gerçekleştirilmesi önerilip istenmekte, iktidar “Yeni Anayasa” çıkışıyla sanki 2011 seçimlerinden sonra bu istemleri gerçekleştirecekmiş gibi kürtçülere umut vererek oy almaya, istediklerini daha rahat yapabilme olanağı bulmaya çalışmaktadır. Kürtçülerin isteklerini yerine getirince ayrı devlet kurma, “kendilerini yönetme” ayrımcılığından vazgeçecekleri sanılarak aldanılmakta ve halk çoğunluğu aldatılmaktadır. Eşitlik olmasaydı nasıl milletvekili olacakları, nasıl asker ve sivil devlet görevini yüklenecekleri, nasıl özel kesimde varlık edinecekleri, zenginlikleri songulanmamakta, feodal yapının getirdiği sorunlar bırakılıp cumhuriyet yapısının yıkımıyla uğraşılmaktadır.

İktidar o kadar aşırı hoşgörülü sorumlular o kadar ilgisiz ki siyasal yasaklılar siyasal çalışmalara yoğun buçunde katılmakta, onbinlerce yurttaşın kanına giren teröristbaşından “Sayın” diyerek söz etmekte, sorunun çözümü için onu yetkili göstermekte, onun avukatlarınca ulaştırılan buyruklarına uymakta, uymaya çağırmakta, devleti tehdit etmekte, daha ileri giderek “Kürt halkı kendini yönetmek istiyor” sözüyle sakladıkları amacı açıklamak için iktidarın yarattığı ortamı elverişli bulmaktadır. Unutmamak gerekir, hukuk diploması ve avukat ruhsatı almakla kendini hukukçu sanan kimileriyle, muhabirlik günlerini anımsatan çocuksu yazılarıyla gelişmediğini gösteren düşünce yotksullarının “Kürt sorunu” deyişleri asla gerçeği yansıtmamaktadır. Türkiye’de “Kürt sorunu” değil “Kürtçülük sorunu” vardır. BDP milletvekillerinden Sırrı Sakık’ın TBMM kürsüsünde “Ben Türk değilimi” sözleri Türklük ile Türk Ulusu kavramlarını anlamadığını ya da özellikle anlamamış görünerek sömürüsünü göstermektedir. Anayasa’nın 81. Maddesi gereğince içtiği anda aykırı davranmaktan öte andını geri almış sayılacağından milletvekilliğinin düşürülmesi gerekir. Bu sonuç, Ahmet Türk’ün taşıdığı soyadını değiştirmemesi nedenini de düşündürmektedir. Korkak, çıkarcı ve lâik cumhuriyetle Atatürk karşıtı kimi bilimsel sanlı kinci ve dincilerle kimi aymazların ve sapkınların destek verdiği, kimi varlıklılarla yabancıların yardım musluklarını açık tuttukları anlaşılan kürtçülük, anayasal, ulusal ve yaşamsal ilkelerden ödünler verilerek değilaçık, kesin, gerçekçi ve yürekli duruş ve tutumlarla önlenir.

Kürtçüler iktidarın gündeme getirdiği “alt, üst kimlik” tartışmalarını da kabûl etmemekte “Türk ayrı, Kürt ayrı kimliktir, başka kimlik söz konusu değildir” demektedirler. Tüm bu durumları görmemek için görme özürlü olmak gerekir. Doğuya yapılan yatırımlar, bayındır kılma çabaları, teröristlerin yakıp yıktıkları okullar, tesisler, öldürdükleri yurttaşlarla, yalan ve iftiralarla, gizli tanıklar ve sözde itirafçılarla karşılanmıştır. Kimi sözcüklerine katılmasak bile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu konudaki eleştirileri yerindedir.

Önceki devlet yöneticilerinin “Federasyon” ve “Realite” söylemlerini AKP’nin ödünleri izledi. Habur karşılamaları durumun kötülüğünü tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Ayaklanmalar, çocuklarını panzerlerin önüne süren, onları taş, molotof kokteyli, havaî fişeklerle polise ve jandarmaya saldırtan aileler, teröristlerin cenazelerini sloganlar, posterler ve zafer işaretleriyle kaldıranbinler, BDP’li milletvekillerinin kışkırtıcı konuşmaları hızından ve dozundan birşey yitirmiş değildir. Silâhlı Kuvvetleri yıpratmak, yargıyı etkisiz kılmak, giderek bölmekle uğraşmaktan teröre yeterli zamanı ayıramadığı anlaşılan iktidarın sorumluluğu ağırlaşmakta ve artmaktadır.

Dış destek, sözde dostların ve kimi komşuların yardımlarıyla şımarıp azgınlaşan kürtçülere AB ülkeleri de kapılarını açık tutmakta, onları dinleyip yönlendirmekte, kimi azınlık savlarıyla onlara arka çıkmaktadır. Bunlara karşın arap ülkeleriyle ilişkileri güçlendirmeyi yeğleyen iktidar, Türk Cumhuriyetlerine karşı soğukluğuna aldırışsızlık ekleyerek olayların ve yerine getirilmesi olanaksız isteklerin sürmesine neden olmuştur. Ermenistan, İsrail ve İran kuşatmasındaki Türkiye, bir zamanlar terör örgütünü yuvlandıran, aşırı solcu olup şimdi iktidarı destekleyen eski militanları barındıran Suriye ile Lübnan’ın koltukçusu olmuştur.

Irak egemenlerinin oyalayıcı, aldatıcı ve iki yüzlü tutumu da gereken tepkiyi görmüyor. ABD’nin gizlenen koruyuculuğu altında kabadayılık taslayan Kandil kaçakları, Türk Hava Kuvvetleri’nin onca bombardımanına karşın güçlerini korumaktadır. Demekki eksik olan, yeterince yapılamayan, yapımlak istenmeyen, başarılamayan bir şey vardır. Türkiye Cumhuriyeti’ne kafa tutan terör örgütü varlığını sürdürebiliyorsa Türkiye yönetimi sorgulanmalıdır. Silâhlı Kuvvetler eli-kolu bağlı duruma getirilmiş, lâf ebelerinin yakınması üzerine kozmik odalarına, lomanlarına, çalışma-görev yerlerine kadar girilip araştırmalar yapılmış, gerçek dışı suçlamalarla komutanlar önüne çıkarılarak haklarını almaları engellenmiş, iktidarın kötülüklerinin, yanlışlıklarının ve sakıncalı gidişinin önüne çıkması olası güçler ve kesimleryargı kullanılarak sindirilip yokedilmek istenmiştir. Türkân Saylan öldürülmüştür. Haberal, Hilmioğlu, Yurtkuran, Özkan, Poyraz, Cihaner, Doğan, Balbay ve öbür Silivri tutuklularının da ölmelerinin istendiği anlaşılmaktadır. Çelişkili, aykırı, amaçlı uygulamalar bunu göstermektedir. Silivri’dekiler Kandil’dekilerden daha tehlikeli sayılmakta, yabancı ve dşman kuklası kürtçülere gösterilen kolaylıklar Silivri’deki komutanlardan, bilim adamlarından, yazar ve gazetecilerden esirgenmektedir. “Masumiyet karinesi” yok sayılarak tüm şüpheli ve sanıklar iktidar tarafından cezası kesinleşmiş hükümlüler gibi nitelendirilmektedir.

Kendi halkından, ulusundan çokyabancıları dinleyen iktidar, sorunu kestirip atmaktan kaçınmakta, “Gücüzüm varsa gelin, alın” demektedir. Soruşturma, kovuşturma, geçiştirme, oyalama, avutma, savsaklama, erteleme, uyutma ve bildiğini okuma birbirine karışmış durumdadır. İktidarın kendinden başkasını, ülkesini düşündüğüne inanmak güçtür. 

Öte yandan Apo tek seçici gibi davranıp belediye başkanını tehdit etmekte, ateşkes süresinin sınırını belirlemekte, koşullar gündeme getirerek iktidarı etkilemekte, konuklar düzeninde ağırlanarak amacından dönmediğini açık biçimde ortaya koymaktadır. PKK’nın İmralı’dan yönlendirilip yönetildiğine ancak yandaşları karşı çıkabilir. Siyasal iktidar, yönetimindeki devlet kurumlarıyla PKK’nın doğrudan görüşme yaptığını dolaylı anlatımlarla açıklamaktadır. Apo’yla görüşmelerin bugüne değin neler sağladığı da bilinmemekte, sağladığı bir yarar saptanmamakta dır.

Yönetimin zayıflığı o kadar belirgin ki son günlerde PKK yararına görüş veren kimilerinin emeklilikten önce çok önemli görevlerde bulunanlar olduğu kuşku ve üzüntüyle öğrenilmektedir. BDP’lilere gösterilen aşırı hoşgörüden anlaşılıyor ki günümüz iktidarı PKK’dan da BDP’den de korkmakta, üstesinden gelemeyeceği olaylara neden olmaktan çekinmektedir. Ulusal devletin yapısını bozacak girişimleri ve kalkışmaları devleti koruyacak iktidar önleyemiyor. İktidar için ödün vermek çözüm, başarı ve beceri sayılıyor. Yarın neler olacağı kestirilemiyor, gerçekçi, kalıcı, etkin önlemler alınamıyor,cumhuriyeti koruyacak çalışmalar yapılamıyor.

PKK’nın 32. kuruluş yılı nedeniyle Hakkâri-Yüksekova’da, Diyarbakır-Lice’de yapılan taş­kın­lıklar (aslında ayaklanmalar)a iktidar önem vermiyor görünmektedir. Kışkırtıcı konuşmaları gerçek durumu bilmeyen, aldatılan yurttaşlar zafer işaretleriyle, alkışlarla karşılıyor. Kimi yargı yerlerinden kürtçülüğe açılım sayılacak öneriler, güç verecek kararlar çıkıyor, insan hakları, özgürlük, demokrasi sömürüleri sürüyor. Kürt kökenli yurttaşlarımızı değil, kürtçülük yapanları eleştiriyoruz.kürt kökenliler içinde arkadaşlarımız, meslektaşımız, öğrencimiz, dostumuz var. Kürt kökenli avukatla birlikte savunma görevi aldığımız davâ oldu. Kürtçülük yapmayan, ulus bağlamındaki birlikteliğimizin ve cumhuriyetle Atatürk’ün değerini bilen yurtseverleri var. Sorunun sorumluları AB, ABD, Er­menistan, Irak ve içimizdeki PKK’lılarla yan­daşlarıdır. Bir o kadar da siyasal iktidardır, medyadır, üniversitelerdir, yargıdır.

Yeni Anayasa..” sözü kürtçülerle sıkmabaşçılara uzatılmış ucu zehirli bir oltadır. Bundan önce yapılanların olduğu gibi bundan sonra yapılacakların da demokrasiyle ilgisi olmayacaktır. İktidarın ruhunda, anlayışında demokrasi yoktur. Demokrasiyle eğitilmemişler, inançla dokunmuşlardır. Demokrasiyi bilmeyenler demokrasiden söz edemezler. “Sivil irade, askerî vesayet, yargı vesayeti” sözleriyle yolalmak isteyen iktidar, rejimi koruyup güçlendirmek, demokratik niteliğini yükseltmek yerine tehlikeye atmaktadır. Feodal yapının, topraksızlığın, şeyhe ve aşiret başına bağımlılığın çözümlenmesine önclik vermek gerekir. Yoksa kimi raporlardan söz ederek, kimi ödünler ve ayrıcalıklarla çözüm olacağı havasını basmanın hiçbir anlamı ve yararı yoktur. Türkiye bölünmez bir bütündür. Bir bölgede demokrasi olacak, öbüründe olmayacak, böyle bir çelişki düşünülemez. Etnik duyarlıklar, kültür farklılıkları, kimi özellikler elbet özgürlük içinde yaşam bulur. Kürt kökenlilerden başka kökenliler de var. Ancak etnik özellikler ve özgünlükler ulusal yapıyı bozacak zorlayıcı girişimler olamaz. Anadil öğretilir ama devletin Türkçe’den başka ikinci bir resmî dili olamaz. Yurtdışından verilen örneklerin Türkiye için uygulanmasını gerektiren benzerlikler bulunmamaktadır. Bir kez ödün verilince nerede duracağı, ne sonuçlar getireceği iyi düşünülmelidir. Çok açık olan gerçek, kimi siyasal kuruluşların içlerindeki kürt kökenlilerden kürtçülük yandaşlarının etkisiyle ya da liberal demokrat geçinenlerin kışkırtmasıyla ödünler vererek sorunu çözecekleri ne ilişkin kanılar yanılgıları dır. Yaşamı, güncel olayları, iç kalkışmaları, ayaklanma olaylarını ve dış baskılarla destekleri hep birlikte değerlendirmeden hazır reçetelerle sonuç alacaklarını sanmaktadırlar. Ayrım, kutuplaşma giderek keskinleşmektedir. Kürtçülerin ölçüsüz, aşırı, ayrımcı çabaları dracak sanılmamalıdır. Devletle çatışmaktadırlar. Bundan daha belirgin bir kanıt olamaz. İktidar da kendi amacı ve doğrultusu için bu kesimi okşayarak susturup durduracağı inancıyla yumuşak davranmaktadır.

“Asimilâsyon” söylenti ve suçlamalarına, “özgürlük” yalanlarına kanmamak gerekir. Farklılıkların yarattığı zenginliğin ulusal dokunun özelliği olduğu bilinmeli, yıkıcılıkla, kavgayla, savaşla, ödünle, şirin görünme çabasıyla, anlayış ve hoşgörüyü aşan tutarsızlık ve zayıflıkla bir yere varılamayacağı benimsenmelidir. Teröre başvurup dışardan destek alan kürtçülerle, terör karşıtı kürtlerin ayrı duruşu bile teröristlerin ağır yanılgı ve sapkınlığını anlatmaktadır. Bize düşen, ulusal birliği, ülke ve ulus tümlüğünü korumak, yanılanlara gerçeği öğretmektir. Siyasetin ikilemleri ve ödünleri gerçek çözümü sağlamaktan uzak görünmektedir. Yepyeni Türkiye Cumhuriyeti aşırılıklara kıydırılamaz.

http://turksolu.com.tr/ileri/47/ozden47.htm

..

19 Mart 2018 Pazartesi

Mehmet Eymür, Doğu Perinçek' ı Anlatıyor! BÖLÜM 13

Mehmet Eymür, Doğu Perinçek' ı Anlatıyor!  BÖLÜM 13


İslamî Cihad, İBDA-C,  TİT Hep Kontrgerilla İlişkili Örgütler

Bakın, bunlar devlete tam hakim olamadılar; ama, devlet, karanlık işlerini, Abdi İpekçi, hangi devletse o, Abdi İpekçi'yi öldürenler, biraz Amerikan Devleti, biraz Türk Devletinin içerisindeki bazı unsurlar, vesaire, bu tür karanlık işlerini bunlara yaptırıyorlar. Bu da, NATO yan örgütler kavrayışıyla ilgili, bütün NATO ülkelerinde bir resmi örgütler var, bir de kirli işler için üretilen yan örgütler var. Efendim, Komünizmle Mücadele Derneği, İslamî Yumruk, İslamî Cihad, İBDA-C İslamî Büyük Doğu Akıncıları Cephesi, bu tür ETKO, TİT bakıyoruz, bunlar, hep kontrgerilla ilişkili örgütler, İslamcılara da zarar veriyor, öbürüne de zarar veriyor, bu tür örgütler kullanılıyor, ülkücü de bunlardan biri olarak rol oynuyor. Ben, bir cümleyle şuraya bağlayayım. Diyorum ki, biz, birbirimiz arasındaki siyasal kapışmaları çok ön plana çıkarmayalım, bu işin üzerine yürümede bir yurtseverler cephesi yaratalım. Benin önerim bu. Biz, size, sürekli elimize gelen bilgileri, belgeleri aktaracağız, göndereceğiz ve Komisyona büyük başarılar diliyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu olayı siyasî bir olay olarak ele almasını, bir savcılık veya mahkeme gibi ele almamasını, siyasî bakmasını talep ediyorum, hem bir parti genel başkanı hem de yurttaş olarak.

BAŞKAN - Geldiğiniz için çok teşekkür ederim Sayın Perinçek.

Uyuşturucudan Susurluk'a 34-1

http://www.geocities.ws/jeostrateji/perincek.htm

**********

Perinçek'e Cevap (1991)

Perinçek'e Cevap (1991)
28/6/1991 - 11:00 - Atin İlgili Bağlantı Yorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır   

(1991'de Mehmet Eymür'ün "Analiz" isimli kitabı piyasaya çıkmadan önce, bazı bölümleri Milliyet Gazetesi'nde yayınlanmıştı. Bunun üzerine Doğu Perinçek gazeteye uzunca bir açıklama yolladı. Aşağıdaki yazı, Perinçek'in bu açıklamalarına karşın Eymür'ün verdiği cevaptır.) 

Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne

Gazetenizde 10-11-12 Haziran günü yayınlanan ''Doğu Perinçek'in Yanıtı'na karşı ekte hazırlamış olduğum cevabın yayınlanmasını saygı ile arzederim. 28 .06.1991

Mehmet EYMÜR

Gazetenizde 10,11 ve 12 Haziran tarihinde ''Doğu Perinçek'in Yanıtı '' yayınlanmıştır .

Esasında daha anılarım Milliyet'te yayınlanırken maskelerinin düşmesinden ve kimlere hangi amaçla hizmet ettiklerinin ortaya çıkmasından telaşlanan Fabrikatör Perinçek ve grubu yayın organları 2000'e Doğru mecmuasında bana 14 sayfalarını tahsis ederek kendilerini savunmaya çalışmış, benimle ilgili olarak ''Yavuz hırsız ev sahibini bastırır'' misali, hiç bir mesnede dayanmayan yalan ve iftiralara devam etmişlerdir.

Beni bir hayli eğlendiren bu telaşlı yayınlarına Fabrikatör ' ün kendi mecmuasında cevap vermeyi lüzumsuz saydım. Ancak Perinçek'in Milliyet gibi ciddi bir okuyucusu olan gazetede başkalarına çamur atarak kendini temize çıkarmaya çalışması üzerine bir kereye mahsus olmak üzere gereken cevabı vermeyi zaruri addettim.

Öncelikle Perinçek'e yayında ''Güney Sadık'' takma ismini, yayın hakkını verdiğim Milliyet Gazetesi takmıştır. Bu herhalde gazetenin gösterdiği mesleki nezaket dolayısıyladır. Gerçi, ''Sadık'' ismi Perinçek'e yakışmış, yabancı güçlere sadakatla hizmet etme görevine uygun düşmüştür.

Diğer taraftan Perinçek ve 2000'e Doğru benim anılarımı ellerine geçirmekle öğünüyorlar. Ellerine geçirdikleri nüsha, benim kasıtlı olarak kendilerine ulaşacağını bilerek kendilerine yakın olan kişilere verdiğim nushadır. Telaşlarından gazetedeki tefrikayı ve kitabımı beklemeden ele geçirdikleri nüshaları yayınlayarak kitabımda yer almayan konuları kendi dergilerinde neşretmek ve kendi kendilerini teşhir etmek gafletine erişmişlerdir .

Şimdi Perinçek'in Milliyet'teki yanıtındaki iddiaları tek tek gözden geçirelim :

- '' Biz Aydınlıkçılar Hiram Abas - Mehmet Eymür 'lerle ilk kez işkencehanelerde tanıştık'' diyor. Demegoji yapmasın, nerede, hangi işkencehanede karşılaşmış? Söylesin de biz de öğrenelim.

Ben Perincek'i sadece, eskiden Bahçelievler'de oturan bazı MİT peronelinden duymuştum. şimdi kapatılmış olan bir meyhanede sohbetlerini, onlarla ahbaplık kurma, ve onlara şirin gözükme çabalarını.

-''İkinci karşılaşmamız Lübnan Nahrel Bared'deki FKÖ Kampında

Dokuz arkadaşımız . MOSSAD ile işbirliği sonucu bir İsrail askeri baskınıyla şehit edildiler'' diyor . Kendisi o kampta memleket yararına faydalı işler yaparken biz İsrail askerleri ile kampı bastık ta öylemi karşılaştık acaba? Bunlara bir açıklık getirsin.

- ''1978, 79, 80 yıllarında Aydınlık gazetesinde Kontrgerilla kampanyalarıyla faaliyetlerini sergiledik. Bu üçüncü karşılaşma'' diyor. Yukarıdaki yalanlarına benzer yalanlar dışında neyi sergilemişler? Bunlar işkenceci, CIA, MOSSAD ajanı gibi hiç bir mesnede dayanmayan yuvarlak laflar, adice iddialar dışında bir tek somut olay ortaya koyabilmişler mi?

Perinçek ve hizmetkarlarını arkalarındaki karanlık güçle birlikte bu iddialarını somut örneklerle delillendirmeye, ispata davet ediyorum. İspat edemedikleri taktirde bu iftiraları yayanlar şerefsizdirler, satılıktırlar, sahibinin sesidirler.

- ''Dördüncü karşılaşma 12 Eylüı döneminde . Özellikle Kontrgerillayı açığa çıkardığımız için hapislere atıldık . Bir takım arkadaşlarımız işkence gördüler'' diyor, safsata ve laf salatasına devam ediyor.

- ''Beşinci karşılaşma MİT raporunu açığa çıkarmamız . Abas ve Eymür 'lerin meslek hayatlarına hiç olmazsa resmi planda son verdik'' diyor. Evet, her nedense MİT'in sivilize olmasını hiç istemeyen, her vesile ile emekçilerin menfaatini ön planda tuttuklarını ve haksızlıklara karşı olduklarını ilan eden Fabrikatör Perinçek grubu, Türkiye'de yeraltı dünyasındaki karışık menfaat ilişkilerini konu alan bir raporu açığa çıkarıp, bizleri görevimizden ettiği için böbürleniyor. Ne denli ikilem, ne denli sahtekarlık.

-''Altıncı karşılaşma Körfez krizi iıe başladı ve devam ediyor. Onlar gene ABD'nin Ortadoğu harekatının istihbarat elemanı ve biz gene ABD 'ye direnen yurtsever güçlerin parçasıyız'' diyor. Bir Amerika tutturmuş gidiyor . Sanki Amerika dışındaki bütün Avrupa ülkeleri, komşularımız Türkiye'nin canı, ciğeri. 

Perinçek efendi, ben Türk'üm ve Türklüğüm ile iftahar ediyorum. Senin hoparlörü olduğun güç dahil her türlü yabancı gücün Türkiye üzerindeki oyunlarına karşıyım. Hep Amerika' yı ortaya atıp kendini maskeleyemezsin. ABD'ye direnen yurtsever güç, ezilen halklar teranelerini bırak. Söyleyebiliyorsan Türk olduğunu, Türklüğün ile iftahar ettiğini, bütün yabancı güçlerin, bütün karanlık ilişkilerin karşısında olduğunu söyle.

-"Aydınlık ' ta bizim Savaşman 'ı savunduğumuzu söylüyor Aydınlık bir gerçei ortaya çıkardı. CIA, en sadık, en çok gelecek vaat eden adamları Hiram Abas' ların yolunu açabilmek için Savaşman'ı feda etmiştir. Önemli bir CIA ajanının yükselmesi için ötekinin harcandığı bir CIA operasyonu. Aydınıık bu gerçeği saptadı ve yazdı'' diyor. 

Olayları ters yüz etmek, işine geldiği gibi yorumlamak, gerçekleri saptırmak, önemli bir olayı önemsiz göstermekte ne kadar da başarılı. Kendisini yetiştirenler bayağı iyi eğitmişler. Şu mantığa bakın CIA bir adamını başarılı kılmak için diğerini yakalatıyor. Hatta CIA bu operasyonda o kadar ileri gidiyorki CIA' nın Ankara'daki temsilcisi Amerikalıyı da yakalatıyor . Şu mantığın, şu yorumun güzelliğine bakın.

Şimdi Perinçek' e soruyorum. Hiram Bey'in ''Batum'a, Atina ' ya 30.9.1968 ila 1.12.70 yılları arasında Beyrut'a gönderildiği'' gibi MİT içindeki personelin bile bilemeyeceği operasyonel bilgileri nasıl elde ediyor? Bunlar gizli bilgilerdir. Gizli bilgiler ancak gizli faaliyetlerle elde edilir. Bu işleri de istihbarat teşkilatları yaparlar. Yabancı istihbarat teşkilatları bu tip bilgileri MİT içindeki Savaşman gibi bir ajanından alır, Perinçek gibilerine de vererek kullandırır. Bunun başka şekli yoktur. Bu tamamiyle bir casusuluk faaliyetidir.

- ''Turan Çağlar Kontrgerilla yayını sırasında Aydınıık'a bilgi veren yüzlerce kaynaktan biriydi. Çağlar daha sonra arkasında büyük kuşkular bırakan bir şekilde cezaevinde öldü. Olay tarihi 1983. Aydınıık generaller tarafından kapatılmış. Aydınlıkçılar ya hapiste, ya aranıyor. Aslında bu bile Eymür 'ün iftirasını çürütmeye yeter'' diyor . Perinçek bu konuda kaçamamış ve itirafta bulunmuş. İftiharla, gururla bahsettiği ''Kontrgerilla'' yayınını hazırlayan, bilgi verenlere bakın. Yıllarca İngilizlere ve Amerikalılara hizmet etmiş (dikkat ederseniz Perinçek'in sadece CIA deyip geçiştirdiği gibi değil. O da Savaşman gibi hem İngilizlere, hem Amerikalılara hizmet etmiş), ihtilal hareketleri içinde bulunmuş bir kişi. Nedense Perinçek'lerin yanında hep casuslar gözüküyor. Perinçek acaba kaynakları Turan Çağlar'dan ne gibi bilgiler alıp yayınladıklarını açıklayabilir mi? Hala bir İngiliz/Amerikan ajanından alıp yayınladıkları bilgilerin tarafsız ve doğru olduğunu, bunu yurtsever duygularla yaptıklarını iddia edebilir mi? Perinçek bu. Bunun da bir yolunu bulur elbet.

-''Aydınlık'ın sorumlu müdürü Aydoğan Büyüközden'in 12 Mart 1971 darbesinde ''Robert Kolej 'de görevli bir İngiıiz'e ait lojmanda telsizlerle ve başında perukla yakalandığını söylüyor. Yalan. Bir kez A.Büyüközden o lojmanda yakalanmadı.İkincisi o lıojman İngiliz'e ait değildi. Robert Kolejin'di'' diyor. Perinçek'in karışık ve karanlık hayatı hafızasını da karıştırmış . Aydoğan Büyüközden'in İngiliz'e ait eve geldiğinde başında perukla yakalandığı ve hatta ilk önceleri sağar ve dilsiz numarası yaptığı doğrudur. Lojmanın Robert Koleje ait olması neyi değiştirir ki. Ev öğretim görevlisi olan İngiliz'e tahsis edilmişti ve İngiliz oturuyordu. Aynı evde alıcı verici telsizlerde bulundu.

-''Bir istihbarat örgütüne sempati duymayı şerefsizıik sayan bir ideolojiye ve pratiğe sahibim'' diyor. Diyor ama yaptıkları ve faaliyetleri söylediklerine uymuyor. Herşey açıkça belli. O zaman Perinçek'i ne şekilde adlandırmak lazım?

- ''Ben ve arkadaşlarım, 1970, 1980, ve 1990' larda son üç kuşakla işkencehaneleri ve hapishaneleri paylaşan az sayıda insanlar arasındayız. 25 yılıık çizgisi ve mücadelesi belli bir hayattır bu'' diyor . Herhalde çok öğündüğü bu dönemler, cezaevinde ''Yaşasın Cezaevi'' , ''Yaşasın Türk Silahlı Kuvvetleri'' diye bağırdıktan sonra mahkemede ''Yaşasın TİİKP'' diye nasıl bağrıdıklarını iddia ettikleri, duruşmalarda ''kravat takmama eylemi'' için diğer gruplara baskı yaparken TİİKP duruşmalarında dik yakalı kazakların altına gravat takarak nasıl duruşmalara çıktıkları dönemler olmalı . Onun ve peyklerinin bu şakrabanlıklarını onlarla aynı dönemde cezaevlerinde yatan herkes biliyor ve anlatıyor.

Perinçek şu gözaltına alındığı dönemlerde işkencehanelerde, kahramanca direnerek zor altında verdiği sayfalarca ifadelerini de bir kitap haline getirse veya tefrika halinde kendi dergisinde yayınlasa ne iyi olur. Herkes onun nasıl bir devrimci, ne denli bir kahraman olduğunu bir kez daha anlar.

Perinçek'i eski kader arkadaşlarından, cezaevinde birlikte kaldığı kişilerden, yakın çevresinde bulunanlardan dinledim. Onun, 12 Mart sonrası özel minübüsü ile Söke'ye Beşparmak dağlarına taşıyan Ferit Özcan ile Hikmet ve Mehmet Süleyman Cengiz'in Perinçek'in devrimcilikle bağdaşmayan gayri ahlaki tutumu nedeniyle TIIKP'den ayrılmaları üzerine nasıl hain ilan edildiklerini, partinin ''gümüş bağışlama'' kampanyasını organize ettikten sonra evindeki gümüşleri babasının evine nasıl taşıdığını, 1974'de oy kullanmayı devrimci harekete ihanet sayarken seçim sonrası mahkemeye verilen dilekçede ''halkın serbest bırakılmayı istediğini'' nasıl beyan ettiğini, onun ne denli bir sahtekar olduğunu çok iyi biliyorlardı.

Onu yakından tanıyanların birleştiği nokta Perinçek'in sol faaliyetler içine sızmış bir batı ajanı ve sahte bir devrimci olduğuydu. Çizgilerinin sık sık değişmesi, ahlaki kurallara pek bağlı kalmayışı da bu sebebe bağlanıyordu.

Perinçek'in 25 yıllık değişmeyen çizgisini Başyardakçılarından Hasan Yalçın'la 26 Temmuz 1989'da yaptığım bir görüşmenin teyp bandından pasajlarla incelemek istiyorum. O tarihlerde Hasan Yalçın'a, israrla benimle tanışmak arzusu üzerine randevu vermiş ve karşılıklı teype almak koşuluyla büromda konuşmuştum.

Kendisiyle mülakaat yapmayacağımı bildiği için hiç bir şekilde yayınlamamak şartıyla benimle görüşmek, beni tanımak istediğini belirtmişti. Ben yine de güvenmediğimden ve bunların sahtekarca taktiklerini bildiğimden karşılıklı teype alma şartını koştum. Tahminimde yanılmadım. Bir müddet sonra bu görüşmenin belli pasajlarını birbirine monte edip saptırarak, yorumlar getirerek her zamanki gazetecilik anlayışlarına uygun bir şekilde kullanmaya çalıştılar.

Hasan Yalçın daha sonraki yıllarda da bütün terslememe rağmen benimle diyalog kurma çabalarına devam etti. Bana dergilerine gelen bazı sözde ihbarları fakslayarak, zaman zaman telefonla arayarak ilişkilerini sıklaştırmaya çalıştı. Aklınca beni yönlendirmeye, bir şeyler söyletmeye çalıştı. Hiram Bey'in ölümünden sonra yaptıkları ve hiç bir ahlak kuralına uymayan yayınlarından sonra telefonda hakaret etmeme, aşağılamama rağmen dahi aldırmadan büroma gelip izahat vermeye çalıştı, Hatta daha da ötesi ''MİT'e hizmet etmeyi dünyanın en büyük şerefsizliği ve alçaklığı'' sayan bu zihniyetin Ankara Temsilcisi Hasan Yalçın, MİT'in gazetecilerle toplantılarına kendilerinin çağrılmadığından yakınarak kendilerini MİT'ten arkadaşlarımla tanıştırmamı istedi. şimdi ben bu eski görüşmeden pasajlarla Perinçek'in ''25 yıllık çizgisini ve mücadelesini'' incelemek istiyorum.

M.Eymür- 2000'e doğrunun çizgisi nedir? Amaçları nedir, ideolojik yelpaze içinde yeri nedir? Bunu Aydınlık zamanından alalım. Bundan bazı başka suallere geçmek istiyorum. Nedir yani çizginiz. Bu günki ile başlangıç çizginiz arasında farklılaşma var. Yakın tarihte bir özeleştiriniz filan da oldu. Saçak'ta çıkan. Bir oturmamışlık görüyorum ben çizgilerinizde.

H.Yalçın- Hi hi hi (gülüyor)

M.Eymür- En azından bu günki konum nedir? Bugün ideolojik yelpaze içindeki yeriniz tam nedir, gazetecilik anlayışınız nedir?

H.Yalçın- Şimdi çizgi olarak solcu. En geniş anlamda solculuk. Sırf bir Aydınlıkçılık veya sırf bir Mao düşüncesinin temsili değil genel anlamda Türkiye'nin, Türkiye'de yaşayan bütün insaların menfaatini savunmaya ve özellikle emekçilerin menfaatlerine dayanan bir solculuk.Eski çizgiyi söylüyorsunuz da. 1978'de Sovyetler Birliğinden gelmekte olan bir tehlike gördük Türkiye'de. Buna MİT'den de fazla karşı çıktık, Genel Kurmay'dan da fazla karşı çıktık. Fazla karşı çıktığımız için hata yaptık. Çok fazla. Tehlike o kadar büyük değilmiş.

M.Eymür- Şimdi ben de ona değinmek istiyorum. Hatırlıyorum ilk yıllarınızı. Sokaklarda yazılar görüyordum ''Ne Amerika, ne Rusya'' . Herhalde dedim yeni bir milliyetçi akım doğdu. Sonra bir baktım daha ziyade bir Mao'ist çizgi içinde yeni bir akım başladı. Esasında bizim yapamadığımızı, Batı Devletlerinin yapamadığı bir misyonu üstlendiniz. Yapılan işin niteliği dolayısıyla bunlar acaba bir başka yere angaje olmuş bir grupmu.

H.Yalçın- Amerikancı demek istiyorsunuz.

M.Eymür- Amerikancı da demeyelim. Batı. Çünkü bir anti Sovyet yapınız vardı . Solu bizim başarmadığımız derecede bölmeyi.

H.Yalçın- Siz bizi sola mı şikayet etmek istiyorsunuz.

M.Eymür- Hayır hayır, Gerçekleri konuşuyorum. Söylediklerimde gerçek yoksa. Kendi öz eleştirinizi yaptığınız zaman birtakım hatalar yaptığınızı kabul ediyorsunuz.

H.Yalçın- Tabii.

M.Eymür- Yarın gene bir öz eleştiri yapıp bugünki faaliyetlerimizde hata yaptık diyebilirmisiniz.

H.Yalçın- Hata yapmamak mümkün değil. Hatalar yapılıyor. Meziyet hataları görüp düzeltmek, hata yaptık onu düzeltiyoruz demektir.

İşte Perinçek'in değişmeyen 25 yıllık çizgisi ve mücadelesi. Birgün Marksist, ertesi gün anti-Sovyet, bir başka gün Maoist olacak, dün kızdığı güçlerin, şiddetle saldırdığı PKK gibi örgütlerin bu gün yanında yer alacak, ondan sonra bir ''öz eleştiri'' ile geçiştirip hala utanmadan çizgilerim bellidir diyecek. Ama ona da hak vermek lazım. Ne yapsınki adam. Vazifesi bu.



-''Hiram Abas ve ekibi CIA'nın adamıydılar. Aydınlık ve 2000'e Doğru birçok haberiyle bu gerçeği kanıtladı. Fiıistin Devletinin Ankara Büyükeıçisi Abu Firas, Hiram Abas'ın CIA ve MOSSAD ile ilişkilerini kanıtlarıyla 2000'e DOGRU'ya. Bizzat bana anlatmıştı. Biz o zaman da söyledik, şimdi de söylüyoruz: Casusluktan nefret ederiz. Ezilen halkların yanındayız. Onların mücadelesini desteklemekten şeref duyarız'' diyor. Yine aynı görüşmeden pasajlar sunmak istiyorum.

M.Eymür- Şimdi Sati olayını ele alalım. Bunun Filistin'e karşı bir CIA, Mossad ve MİT ilişkisi olduğunu söylüyorsunuz. Büyük tenakuz burada başlıyor. Sati olayının failleri kimlerdi. Filistinli ama, itham edilenler kimlerdi.

H.Yalçın- Suriye'li

M.Eymür- Faaliyetin hedefi Suriye ve Abu Nidal grubuydu. Abu Nidal ve Suriye o tarihlerde FKÖ ile düşmandı. şimdi nasıl olurda böyle bir yargıya varabilir, FKÖ'nün düşmanına karşı yapılan bir faaliyetin FKÖ' ye karşı olduğunu söyleyebilirsiniz . Ben size mantıksal olarak açıklıyorum. Bu olay bir Suriye ve Abu Nidal faaliyetidir. Bunun bizim daima desteklediğimiz FKÖ ile en ufak ilişkisi yoktur. Türkiye'nin FKÖ ile iyi münasebetleri var.

H.Yalçın- Şimdi burada bizim yaptığımız iş şu. Şunu veya bunu korumak söz konusu değil. Biz Amerikaya karşı Viyetnam halkını, Sovyete karşı Afganistan halkını, İsrail'e karşı da Filistin'i koruruz. Çünkü Filistin mazlum bir ülke, mazlum bir halk. Zaten Türkiye'de Filistin mücadelesi yok.

M.Eymür- Ama ben de zaten Türkiye'nin genel politikasında FKÖ' ye sıcak bakılır diyorum.

H.Yalçın- Tabii, biz onuda bilmiyoruz.

İşte Perinçek'in saptırdığı ve her zamanki yalancı tavrı ile sanki varmış gibi ''kanıtlarıya'' dediği olay. Hep kanıtladık diyor ama nedense bir türlü bu kanıtları açıklayamıyor.

Hasan Yalçın'la görüşmemizdeki bir konuya daha yer vererekten Perinçek ve grubunun vatanseverlik maskesi altında hangi amaca hizmet ettiğini bir kez daha sergilemek istiyorum.

H.Yalçın- Şimdi Asil Nadir olayı var. Sizin hem bilgileriniz var, hem tahlilleriniz var. Biz bu mesleyi şöyle getirdik. Diyoruz ki bu Türkiye'nin güvenlik sorunu, Anglosakson sermayesinin ve Türkiye üzerindeki bazı operasyonların, Kürtler ayrılacak mı, bölünebilecek mi meselelerinin çapraşık bir hal aldığı bu dönemde bir taraftan Abramovits geliyor, bir taraftan da Asil Nadir babasının tarlasına dalar gibi Türkiye'ye dalıyor ve Gürvit'inden bilmem nesine kadar. Şimdi bu olayda biz göğsümüzü siper ediyoruz. Burada vatanseverlik filan tartışıyoruz. Hangisi vatanseverlik. Susuyorsunuz, ben bunu yazıyorum. Yalan yalnış yazıyorum. İstediğinizi söyleyin yazacağım diyorum.

M.Eymür- Esasında eski ünitedeki bazı arkadaşlarımla fikri ayrılıklarım var. Bence istihbarat bir aksiyona yönelik olmalı. Bunda biraz yavaş kalındığı kanısındayım.

H.Yalçın- Asil Nadir olayında.

M.Eymür- Genelde söylüyorum.

H.Yalçın- Bakın onu bile söyleyemiyorsunuz. Sizi biraz tahrik etmek istiyorum.

M.Eymür- Genelde söylüyorum, çünkü Asil Nadir konusunda çok fazla bilgi sahibi değilim.

H.Yalçın- Ama ilginizi çekmemişmidir. Gürvit Cumhurbaşkanlığındaki bilgileri buraya monte edecek bu çok açık değil mi? Yani şurda şu görülüyor. 2000'e Doğru en yurt sever tutumu almış oluyor bu Asil Nadir konusunda.

M.Eymür- Yanlışlıklarınız var.

H.Yalçın- Olabilir. Biz de şunu söylüyoruz. Bu yanlışlıkları buyrun düzeltin. Hem Hiram Abas, hem Mehmet Eymür. Bir zaman savaş yapsakta burada buluşabiliriz. Bizim yayınımızının neresi yanlış size göre.

M.Eymür- Daha iyi incelenebilirdi.

H.Yalçın- Amerikanın İngiltere'nin en büyük kuvveti bu Türkiye'ye soktuğu Asil Nadir.
Vatanperver Perinçek grubunun '' İngiliz'lerin Türkiye'ye soktuğu en büyük kuvvet olarak nitelediği'' Asil Nadir'in sonradan İngiltere'de başına neler geldiği, Kıbrıs konusundaki tutumu ve sermayesini Türkiye'ye kaydırdığı için nasıl tevkif edildiği ve ne hallere düştüğü herkes tarafından bilinmektedir. Acaba vatansever Perinçek grubu yine yanlışlık yapmış, Türkiye yerine başka bir ülkeye mi çalışmışdı...

- ''Eymür ise ''Hiram Bey'in yükselme ihtimali olduğu tüm devrelerde'' diyor. Nefretlerinin kişisel sebebi budur. Eymür anılarında sadece Aydınııkçıları dinmez bir kinle karşısına alıyor'' diyor. Perinçek doğru söylüyor. Bu memleketi seven, bu memlekete hizmet vermiş benim gibilerinin, başkalarının maşası olup bu memleket aleyhine çalışan kişilere sempati ile bakması mümkün mü? Perinçek ve grubu, Hiram Abas'ın, Mahmut Dikler'in, Ilgız Aykutlu'nun, Hulusi Sayın'ın, İsmail Selen'in, askeri, polisi ve sivili ile daha nicelerinin ölümünde tetiği çekenler kadar ve hatta onlardan da daha fazla suçludur. Perinçek ve grubu kandırdıkları insanları cinayete azmettiren, sefil ve karanlık varlıklardır. Hizmet ettikleri yabancı güçlerin talimatıyla yalan haberler üretmiş, insanları teşhir etmiş, resimlerini, adreslerini yayınlamış ve onları tetiği çekenlere hazır bir hedef haline getirmişlerdir . İşte ben Perinçek ve yamaklarını son kez kamuoyu önünde cevaplıyor, yukarıda sunduğum nedenlerle vatana ihanet ve cinayete azmettirmekle suçluyorum.

Perinçek'in Hiram Bey ve benimle ilgili olarak senelerden beri ortaya attığı iddialara gelince. Yani CIA, MOSSAD ajanı, işkenceci iddiaları hukuken ağır cezaları gerektiren önemli iddialardır.

Bu güne kadar sahte devrimci Perinçek ve bilerek veya bilmeden onun izinden yürüyen yardakçıları tarafından ortaya atıldığı için hiç bir makam tarafından ciddiye alınmayan bu iddiaların herşeye rağmen adli makamlarca bir ihbar olarak dikkate alınmasını istiyor, Perinçek ve yardakçılarını da bu iddiaları ispata davet ediyorum.

Haydi bakalım ''Biz bunların ajanlığını, işkenceciliğini, provakasyonlarını ispat ettik'' gibi hiç bir mesnede dayanmayan yuvarlak laflarla geçiştirdiğiniz yalanlarınızı delilleriyle birlikte adalet önünde ispatlayın da görelim.

Mehmet Eymür

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=109

***


Fabrikatör Perinçek Casusluk ve PKK ile işbirliği konularında yargılanmalı


13/3/2000 - 11:00 -  

Yayınlarına kendi uslüpları ile cevap vermemiz Fabrikatör Perinçek ve ekibinde büyük bir panik yarattı. Perinçek ve ekibi kendilerini savunurken ATİN'de yayınlanan Abdullah Öcalan ile Doğu Perinçek'in el ele fotoğrafına hiç değinmemeye dikkat ettiler. Avrupa'dan-Çin'e birçok karanlık ilişkinin içinde olan PKK işbirlikçisi Perinçek, kendisini ve partisini Türk ordusu ile özdeşleştirmeye çalışarak kışkıtma ve çamur atmaya devam etti.

Perinçek'in yalan haber üretme merkezi Aydınlık, geçtiğimiz günlerde insanlık dışı katliamlarda bulunan Türk Hizbullah örgütünün kurucusu ve yöneticisi olarak MİT Kontr-Terör Merkezi eski Yöneticisi Mehmet Eymür'ü ilan etmişti. Eymür'ün devlet memuru olduğu dönemde cevap verememe boşluğundan yararlanarak iftira atma ve hedef saptırma alışkanlığı edinen Perinçek grubu bu alışkanlığını şimdi de devam ettirebileceğini zannetti. Yayınımızla maskesi bir kez daha düşüp şaşkına dönen Perinçek basın toplantıları ve bildirilerle kendini savunmaya çalıştı.

Ciddiye alınmaması suç işlemeye devamına imkan yaratıyor.

Güvenlik güçlerinin ve adli makamların Periçek'i ciddiye almaması ve "mahallenin delisi" gibi mütalaa etmesi, Perinçek ve ekibinin suçlarını gittikçe artan bir şekilde günümüze kadar devam ettirmesine sebep oldu. Sık sık yalan haberlerle hedef saptıran ve Türkiye'nin gündemini değiştiren Perinçek, artık devletin savcılarınca iddialarını ispata çağrılmalı ve iftira ve kışkırtıcılık suçlarından dolayı mahkum edilmeli.

Perinçek'in casusluğunun delillendirilmemiş olması MİT'in zaafiyetidir.

Perinçek yıllardan beri polis, asker, MİT görevlisi yüzlerce devlet görevlisinin ölümüne neden olmuş, onların resim ve adreslerini teşhir ederek terör ögütlerinin hedefi haline getirmiştir. Perincek ve ekibi bu cinayetlerin azmettiricisidirler. MİT Müsteşar Yardımcısı dahil bir çok kişinin ölümüne neden olan Perinçek'in yabancı istihbarat teşkilatları ile ilişkisi bilinmesine rağmen yıllardır tecrim edilememesi MİT'in ilgili bölümlerinin zaafiyeti ve ayıbıdır. Perinçek halen de adres verme ve hedef gösterme faaliyetine devam etmektedir. Perinçek'in pervasızca faaliyetine devam etmesi halk arasında onun devlet himayesinde olduğu söylentisini yaymaktadır. Perinçek'in maskesi, birdaha takamıyacağı şekilde düşürülmelidir.

Perinçek PKK ile işbirliğinden dolayı yargılanmalıdır.

Perinçek'in ATİN'de yayınlanan Abdullah Öcalan ile el ele resminden daha iyi bir delile ihtiyaç yoktur. Perinçek, Öcalan'ın yanındaki hücrede yerini almalıdır.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=154

***

Fabrikatör Perinçek Yakalandı

9/3/2000 - 11:00 - 
Atin İlgili Bağlantı 


Doğu Perinçek ve Yardımcısı Suçüstü yakalandı

Türk Hizbullah terör örgütünü kuranların yayın organlığını yapan Aydınlık grubunun başı Doğu Perinçek ve yardımcısı Hasan Yalçın suçüstü yakalandı. Yalan haber üretmesi sebebi ile "fabrikatör" lakabı ile tanınan Doğu Perinçek grubunun Hizbullah'ın kurucuları ve yöneticileri tarafından kullanıldığı saptandı. Bu ekibin Türkiye devleti içindeki uzantısı Işçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Yardımcısı Hasan Yalçın, Türk polisi tarafından aranıyor.

Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkarak Şeriat devleti kurmak için ayaklanma hazırlığında olduğu açıklanan Hizbullah terör örgütünü kurup yöneten asker orijinli bir ekibin yayın kadrosunu Doğu Perinçek ve Yardımcısı Hasan Yalçın'ın yönettiği açığa çıktı. Aydınlık isimli ekibin Jandarma, MİT ve polis içindeki uzantıları araştırılıyor. Bu ekibin dış güçlerin hizmetinde olduğu ve yalan haber üreterek Türkiyenin gündemini karıştırmak ve istikrarsızlık yaratmakla görevli bulunduğu MİT Kontr Terör eski başkanı Mehmet Eymür tarafından saptanmıştı.

Perinçek grubunun Susurluk sonrasında da olayları saptırarak asıl failleri gizlemeye çalıştığı ve grubun arkasında Türkiye'de istikrarsızlık yaratmaya çalışan bazı yabancı istihbarat teşkilatlarının bulunduğu belirlendi.


http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=150


***

Mehmet Eymür ve Doğu Perinçek Tartıştı, Salon karıştı! 

Ergenekon Davası'nın 215'inci duruşmasında bugün eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür tanık sıfatıyla dinlendi.

Eklenme: 06 Ağustos 2012 

EYMÜR VE PERİNÇEK'İN SÖZ DÜELLOSU 

Duruşmada, Eymür, Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in sorularını yanıtladı. Daha sonra da Eymür'e soru sormak için sanık Doğu Perinçek söz aldı. Ancak, Perinçek ve Eymür arasındaki diyalog söz düellosuna dönüştü. İkili arasında yaşanan söz düellosunda 1970'li yıllara ilişkin konuların ağırlıklı olduğu görüldü. Perinçek'in, Eymür'e "MİT'te çalıştığınız dönem Ergenekon ile ilgili bilgi aldınız mı?" diye sorması üzerine Eymür, "Hayır" cevabını verdi. Bunun üzerine Perinçek, MİT tarafından hazırlanan ve bir sureti de mahkemede bulunan MİT şemasına bir katkıda bulunup bulunmadığı sorulunca, Eymür, bu konuda da bir katkısı olmadığını, bunun Şenkal Atasagun'dan sorulması gerektiğini söyledi. Perinçek, "Susurluk örgütünü kim ortaya çıkardı?" diye sorduğu Eymür'ün, "Herhalde siz değil ben çıkardım" şeklinde cevap vermesi üzerine Perinçek, "Kim kamuoyuna duyurdu?" dedi. Eymür de, "Siz kamuoyuna duyurdunuz" cevabını verdi. Perinçek'in sorusu üzerine İkinci MİT raporunu da kendisinin hazırladığını aktaran Eymür, raporun bir kısmını eski bir emniyet müdürüne verdiğini kaydederek, "Raporu Ecevit'e iletmesi için vermiştim. O bölüm de sizin yayınladığınız bölümdü zaten" dedi. Eymür, Birinci MİT raporunu da kendisinin hazırladığını, ancak Aydınlık grubu tarafından kamuoyuna duyurulduğunu söyleyince, Perinçek, "Peki İkinci MİT raporunda bizim ilave ettiğimiz bir konu ya da tahrifat yaptığımız bir belge var mıdır?" diye sordu. Eymür de, "Sonradan alay mevzuu edecek birşey buldunuz, sulandırdınız. Raporda yer alan mulletin yatak odasını haber yaptınız" dedi. Perinçek de bu açıklama üzerine, "Tabii kimse, yatak odasının dinlenmesini istemez" deyince, Eymür de, "İstihbaratta yatak odaları çok önemlidir. Parti başkanlarını düşürecek bilgiler çıkabilir" açıklamasını yaptı. Bunun üzerine Perinçek'in, "Benim yatak odamı da dinlediniz mi?" sorusu salonda gülüşmelere neden oldu. 

Oda TV Davası'ndan tutukluyken cezaevinde ölen MİT mensubu Kaşif Kozinoğlu'nun, kendisi döneminde göreve başladığını söyleyen Eymür, Kozinoğlu'nun Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ile Alaattin Çakıcı konusunda görüştüklerini söylediğini anlattı. Perinçek'in "Özkaya ile bir parti başkanına yapılacak olan bir suikast konusunun konuşulduğu şeklinde açıklama yaptı" demesi üzerine Eymür, suikast konusunun Cumhurbaşkanı'na yönelik olduğu duyumunu aldığını ifade etti. Perinçek de, suikast hedefindeki kişinin kendisi olduğunu söyledi. Doğu Perinçek, kendisi ile dava sanıklarından Veli Küçük arasında bir görüşme saptayıp saptamadığını sorması üzerine Eymür de, "Kızıl Elma projesi size mi aittir?" diye sordu. Perinçek de, "Bütün gençlere ait bir projedir. İçlerinde ülkücüsü de vardır, solcusu da vardır" açıklamasını yaptı. Eymür de, bu cevap üzerine "İşte tamam, Veli paşa da Kızıl elma içinde, siz de onun içindesiniz" dedi. 

ÖCALAN'A YÖNELİK SUİKAST KONUSUNDA DEVLET İÇİNDE BİR İHTİLAF OLDU 

Perinçek'in ardından tanık Mehmet Eymür'e soru sormak için sanıklardan Yalçın Küçük, söz aldı. Yalçın Küçük, Eymür'e, "İfadelerinize göre ben hem burayı (yargılandığı dava konusu Ergenekon örgütünü kastederek) hem PKK'yı yönetiyorum" diyerek sözlerine başlayınca Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese tarafından sadece sorusunu sorması konusunda uyarıldı.Bunun üzerine Eymür, "Ben Amerika'da da ifade verdim. Orada stenoyla moto mot yazıyorlar. Ama burada savcı bey yazdırdığı için birebir değil. Küçük PKK ile iletişimde olduğu için hedefimizdeydi" açıklamasını yaptı. Küçük, "Benim MİT ile herhangi bir ilgim oldu mu?" diye sorunca, Eymür, böyle bir bilgisinin olmadığını belirterek "Bana verilen sizin bilgileriniz doğrultusunda yurt dışındaki faaliyetlerinizi zaman zaman izliyorduk" dedi. Küçük'ün "Benim bu örgüt ile ilgimi teyit edecek deliliniz var mı?" sorusuna Eymür, "Sizin bu örgüt ile ilginizi teyit edecek bir bilgim yok" diye cevap verdi. Eymür, Küçük'ün, "Benim PKK'ya ve liderine taktik strateji verdiğime" diye başladığı sözlerini "Danışmanlık yaptığınız" şeklinde düzeltmesi üzerine Küçük, "Ben nasıl danışman oldum?" diye sordu. Eymür de, "Bu bilgi teşkilatın bana bağlı olan dairesinin değil, başka bir birimin verdiği bilgidir. Sizin bir takım resimleriniz, MED TV'deki programlara katıldığınızı gösteren fotoğraflar" açıklamasını yaptı. Küçük, Abdullah Öcalan'a yönelik suikast konusunda devlet içinde bir ihtilaf olup olmadığını sorması üzerine Eymür de, "Evet, oldu. Benim adamlarım arasında bile suikaste karşı olanlar vardı. Ancak bana detayları gelmedi" dedi. Eski Başbakanlardan Tansu Çiller'in "Apo'yu kafes içinde getirin. Seçimlerden önce istiyorum" dediğini söyleyen Yalçın Küçük, "Abdullah Öcalan'a suikastı Tansu Çiller istiyordu, Mesut Yılmaz da devam ettirdi" dedi. Yalçın Küçük, eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın Öcalan'a yönelik suikaste karşı çıktığını anlattı. Bunun üzerine Mehmet Eymür, "Tansu Çiller, Abdullah Öcalan'a suikast konusunu MİT dışında da bazı kişilerle görüşüyordu. Bu nedenle bilgim yok" dedi. 

ALKIŞLI, SLOGANLI PROTESTO 

Bu arada Başkan Hasan Hüseyin Özese, Yalçın Küçük'ü soru sorarken yorum yapmaması konusunda uyardı. Ancak Küçük'ün sorularını aynı şekilde sorunca Özese, Küçük'ün soru sormaya devam etmesine izin vermedi. Küçük de, "Benden niye korkuyorsunuz? Ben burada sanığım, soru soracağım" diye bağırdı. Özese'nin salondan çıkarılmasını istemesi üzerine Yalçın Küçük, kitaplarını ve dokümanlarını toplamak istedi. Küçük, dökümanlarını toplarken bir yandan da bağırmaya devam edince, salondaki izleyicilerin bulunduğu bölümden alkış, yuhalama ve "Kahrolsun Amerikan emperyalizmi" şeklinde sloganlar duyuldu. Bu olay üzerine ise Başkan Özese, protesto edenlerin tespit edilmesini istedi. Bu sırada izleyiciler arasında bulunan CHP Milletvekil Birgül Ayman Güler, protestocu kadına sarılarak, jandarmanın almasını engellemeye çalıştı. Yaşanan arbede üzerine duruşmaya ara verildi.
DHA


http://www.medyafaresi.com/haber/mehmet-eymur-ve-dogu-perincek-tartisti-salon-karisti/89402

29 Mart 2017 Çarşamba

Çınar Dede Ve Ihlamur Nine


Çınar Dede Ve Ihlamur Nine 


Rifat Serdaroğlu
Salı, Ağustos 09, 2011


Birbirimizi sevmek, saygı göstermek, karşılaştığımızda selam alıp vermek hem dinimizce hem de gelenek ve göreneklerimizce de zorunludur. Dinimiz İslam’a göre; “Selam vermek sünnettir, fakat selam almak, farzdır.” Yani,  karşıdan gelene selam vermek iyidir, güzel bir davranıştır ama size verilen selamı almak, farz yani şarttır. Selam vermek; “Ben size saygı duyuyorum, benden size zarar gelmez, iyilik gelir” demektir.
Bir toplumda insanlar birbirini sayar, hürmet eder ve severse o toplumda huzur olur, mutluluk olur, bereket olur, birlik olur, dirlik olur…
Yaşı benim kadar ve daha yukarı olanlar, böyle güzelliklerin yaşandığı zamanları hala hatırlarız. Yan komşumuzun, karşı komşumuzun, etnik kökeni ne imiş, inancı ne imiş bizler bunları bilmezdik bile. İnsan olarak iyiler mi, o bize yeterdi… Herkes birbirine, saygı çerçevesinde selam verirdi.
Sizlere, memleketim Bergama’da hala anlatılan mitolojik bir öyküyü ve 2011 Ağustos ayında bir Profesör’ün kaleme aldığı bir yazıyı nakledeceğim.
Eğitimsiz, örümcek kafalı, ortaçağlarda kalmış, kutsal dinimizi siyaset ve haksız zenginleşme sebebi yapanların ülkemizi nereden, nereye getirdiklerine beraberce bakalım…
Dünyada ilk kez insanların müzik- terapi ile tedavi edildiği Bergama da Asklepion’un önünde çok zamanlar önce, küçük bir kulübede çok fakir bir
karı- koca yaşarmış. Bunların birbirlerine olan sevgileri dillere destan imiş…
Tanrı, kullarının durumunu merak etmiş ve iki meleğini yeryüzüne göndermiş.  Melekler her kapıyı çalmışlar, “tanrı misafiri” olduklarını söyleyip, yardım istemişler. Kapıların çoğu yüzlerine kapanmış.
Sonunda, birbirlerini seven karı-kocanın kapısını çalmışlar. Bizimkiler misafirlerini içeri buyur etmişler, tahta masalarını gül yapraklarıyla silmişler, son kalan tavuklarını, ekmeklerini ve içeceklerini tanrı misafirlerine ikram etmişler.  Yemekten sonra, melekler gerçek kimliklerini açıklamışlar ve; “Çok kapı çaldık, çoğu yüzümüze kapandı. Sizler fakir olmanıza rağmen yiyecek ve içeceklerinizi bize ikram ettiniz, bizi ağırladınız.  Dileyin bizden ne dilerseniz”  demişler.
Karı-Koca birbirlerine bakmışlar, sonra meleklere dönüp; “Teşekkür ederiz, biz çalışıp her gün rızkımızı kazanıyoruz, hiçbir şeye ihtiyacımız yok” diye cevap vermişler. Melekler ısrar etmişler. Karı-Koca düşünüp şöyle bir yanıt vermiş;

“  Evrenin yaratılma nedeni olan sevgi, bizim temel anlayışımızdır. Sevgi, Tanrının  rahmet denizinden varlıklara armağan ettiği eşsiz bir duygudur. Biz birbirimizi çok seviyoruz ve sevgimizi çevremize de yansıtıyoruz. Sizden istediğimiz, Azrail gelince ikimizin de canını alsın, ölüm bizi ayırmasın, beraber yaşadık, beraber ölelim” diye isteklerini söylemişler..
Aradan yıllar geçmiş. Bir akşamüstü Asklepion’daki evlerinin önünde otururlarken, kadın; “Kocacığım sen Çınar Ağacı oluyorsun” diye bağırmış. Adam da karısına; “Karıcığım sende Ihlamur Ağacı oluyorsun” demiş.
Böylece, yaşlı Karı-Kocanın dilekleri gerçekleşmiş ve birbirlerine sarılarak bu dünyadan göçmüşler.
Yakın zamanlara kadar, Çınar Dede ile Ihlamur Ninenin, Asklepion’da yaşadığı söylenirdi. Şimdilerde o sevgi ağacının yerinde yeller esiyor…
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Profesör Dr. Hayrettin Karaman “Tahammül mü hoş görmek mi” adlı yazısında 7 Ağustos 2011 tarihinde  şunları yazıyor;

“Bir Müslüman imkanlar ve şartlar elverdiği takdirde İslam ahkâm, ahlak ve adabının hakim olduğu, kimsenin aleni olarak bunları çiğneyemediği bir toplumda yaşamak ister. Yine imkan bulduğunda, şartlar müsait olduğunda, düzelteyim derken bozma ihtimali bulunmadığında, daha büyük bir sakınca doğurmadığında her Müslüman, aleni(açıkça, kamuya açık yerde) dine, ahlaka, adaba aykırı bir davranışa- engellemek ve ıslah etmek maksadıyla müdahale etmekle yükümlüdür. Müslüman gibi yaşamayanlar için özel bölgeler yapılmalıdır !…” 
Nasıl Profesör yapıldığını merak ettiğim bu kişiye sormak lazım;
“Bu dedikleriniz ancak İran-Suudi Arabistan gibi din devletlerinde olur. Türkiye lâik bir devlettir ve devlet tüm inançlara eşit mesafededir. İslam inancına göre, Allah ile kul arasına Hz. Peygamber dahil hiç kimse giremez. Siz kimsiniz ki Allahın, Peygamberine bile vermediği yetkiyi kullanmaya kalkıyorsunuz?..”
Türkiye’de öncelikli görevi, Cumhuriyetin temel değerlerini korumak olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı diye bir kurum ve orada çalışan yüzlerce Savcı var, adliyelerde de binlerce Cumhuriyet Savcısı var.  Bunlar ne iş yaparlar, bileniniz var mı?
Cumhuriyetin temellerine göz göre göre dinamit konuyor, bunlar Generallerin peşinde koşuyorlar o da yetmiyor  topla, futbolla, şike ile uğraşıyorlar!…
Bir ülkenin Başbakanı El-Kaidenin ikinci adamının önünde diz çöküp oturuyor, tarikat reisinin elini öpmek için iki büklüm oluyorsa, Başdanışman olarak kendine Şeyhülislam dedirten ve üç kadınla aynı anda-aynı evde yaşayan birini seçiyorsa…

Bir ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanı,  Ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkum edilmiş İBDA-C örgütü lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun başında bulunduğu “ Gölge Dergisinin ” Ankara Sorumlusu olarak görev yaptıysa…
Bir ülkenin RTÜK gibi son derece önemli bir kurumunun Başkanı olan kişi; “Kürt İslam Sentezcisi” , “Yeni Zemin” adlı dergide;  BDP Milletvekili Altan Tan, AKP Milletvekili Mehmet Metiner, AKP Milletvekili Yalçın Akdoğan ve Abdürrahim Dilipak ile beraber çalışıyorsa…
Bir ülkenin önemli kurumlarından Anadolu Ajansının başına, Lâik düşüncede olanlara, pe..venk ve  or..  pu diyen biri getiriliyorsa…
Türk Hava Yolları; İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın Said-i Nursi Sempozyumuna sponsor oluyor ve 90 ülkeden katılımcıları ücretsiz taşıyorsa…
Bir ülkenin Milli Eğitimi, intihal (bilgi çalma)ile suçlanan ve eğitimde İslami ağırlığı savunan birine teslim edilebiliyorsa…
Gerçekten merak ediyorum, Türkiye’de Savcı kalmadı mı?
Şimdi kendimize soralım; Kim daha ileride?..
*Asırlar önce, sevgiyi ve yardımlaşmayı, iyi insan olmayı hedefleyenler mi?
*2011 yılında, Profesör olarak insanları inançlarına göre sınıflara ayıranlar mı?
*Kendi hayat tarzı ve çocuklarının geleceği çalındığı halde, maddi çıkarları için bu  “Şeriat Özlemcilerine” utanmadan yağ çekenler mi daha ileride?..
Hangisini örnek almalıyız?….
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/cnar-dede-ve-ihlamur-nine-rifat.html

***