23 Şubat 2020 Pazar

TERÖRLE MÜCADELEDE SOSYAL PAZARLAMA VE İLETİŞİM STRATEJİLERİ.BÖLÜM 1

TERÖRLE MÜCADELEDE SOSYAL PAZARLAMA VE İLETİŞİM STRATEJİLERİ.BÖLÜM 1




Mine Saran * 
Selin Bitirim ** 

* Doç. Dr., Ege Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Öğretim Üyesi. 
** Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Doktora Öğrencisi. 


Özet 

Günümüzde terörizm az gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelere kadar tüm dünya coğrafyasını etkileyen bir olgu; politik olduğu kadar sosyo-ekonomik-kültürel ve psikolojik açıdan da toplumu birçok yönden olumsuz etkileyen bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Bilindiği gibi, İngiltere, IRA, İspanya, ETA, Amerika Birleşik Devletleri, El Kaide, Türkiye, PKK terörizmi ile uzun yıllardan bu yana mücadele etmektedir. Kuşkusuz terör çeşitli sorunlardan kaynaklanan çok boyutlu bir olgudur ve terörizmin arka planında bulunan bu sorunların çözüme ulaştırılmasında polisiye ve askeri çözümlerin dışındaki arayışlara da ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç doğrultusunda, son yıllarda sosyal pazarlama da bir çözüm yolu olarak dikkat çekmekte ve bu konuda araştırmalar yapılarak öneriler ortaya konulmaktadır. 

Kısaca tanımlayacak olursak, sosyal pazarlama bir fikrin ya da kamusal bir hizmetin, maddi kârlılık düşünülmeden sadece toplumsal yarar sağlamak amacıyla uygulanmasını ifade etmektedir. Sosyal pazarlamanın başarısı, tutarlı ve bütünleşik iletişim stratejileri ile uygulanmasına dayanmaktadır. Sosyal pazarlama yaklaşımı, toplumun genelini kapsayan bir sorunun kalıcı bir şekilde çözüme ulaşması için günümüzde sıklıkla tercih edilmekte ve iletişim uzmanları tarafından profesyonelce uygulanmaktadır. Bu bakış açısıyla, çalışmamızda terörizm ile mücadelede sosyal pazarlama perspektifinden etkin iletişim yöntemleri ve önerileri üzerinde durulacaktır. 

Giriş 

Terörizm tarihine bakıldığında, bu sorunun kaynağında çeşitli tarihsel, dinsel, sosyal, kültürel, ırksal, etnik, politik, psikolojik, vb. sorunların yattığı ve bunların çok boyutlu ve karmaşık bir yapı arz ettiği gözlemlenmektedir. Bu konuda örnekler verecek olursak; ülkemizde radikal düşüncelerin yayılmasında ve dini istismar eden terör örgütlerinin ortaya çıkmasında en büyük etkenler; İran’da 1979 yılında Şahlık rejiminin yıkılarak yerine dini esaslara dayalı devlet 
düzenine geçilmesi (Alkan, 2003: 772) olmuştur. “Ülkemizde özellikle 1980’li yıllardan sonra İslam dinini kan, savaş ve ihtilal ile bütünleştiren Ortadoğu kökenli örgütlerin yayınlarından ve faaliyetlerinden etkilenen Hizbullah, İHÖ, İBDA/C, AFİD/İCB, Vasat, Tevhid Selam/ Kudüs Ordusu gibi terör gruplarının faaliyetleri söz konusu olmuştur” (Küçükakkaya, 2003: 371). Etnik temele dayalı terör olayları özellikle 1900’lü yılların ikinci yarısından itibaren dünyada 
gittikçe daha fazla görülen bir terör çeşidi olmuş ve bu tür terör olaylarının ortaya çıktığı ülkelerde diğer terör biçimleri ile mukayese edildiğinde daha fazla şiddet içerdiği görülmüştür. 

Türkiye açısından diğer terör çeşitleri yanında etnik temele dayalı terör sorunu, ASALA ve PKK örneği ile yaşanmıştır (Bahar çiçek, 2000: 12). Tarihsel geçmiş de bu tür terör eylemlerinin ortaya çıkmasında açıklayıcı bir rol oynamaktadır. “Bölgedeki coğrafi ve demografik yapı, adet ve gelenekler, Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan hadiseler ‘şark sorunu’ denilen bölgesel olguyu ortaya çıkarmıştır. Bölgeyi kontrolü altında tutmaya çalışan merkezi devlet otoritesiyle geleneksel yapısını korumaya çalışan bölge halkı arasındaki gerilim pek çok çatışmaya yol açmıştır” (Özhan ve Ete, 2008: 5). Görüldüğü üzere, tarihsel perspektif ve etnik yapı ulusal güvenliği tehdit eden terör sorununun doğup gelişmesine neden olabilmektedir. 

Ayrıca dinsel, ırksal ve etnik terör gruplarına ilişkin uluslararası örnekler olarak 
İspanya’da ETA, İngiltere’de IRA ve Amerika’da El Kaide karşımıza çıkmaktadır. En güçlü devlet(ler)in en sağlam güvenlik sistem(ler)ini aşabileceğini ve askeri önlemlerle önüne geçilemeyecek sınırlar ötesi bir fenomen halini aldığını açıkça gözler önüne seren uluslararası terörizm, 11 Mart 2004’te Madrid’in merkezinde üç ayrı tren istasyonu, 15-20 Kasım 2003 İstanbul eylemleri ve 7 Temmuz 2005’te Londra’da metro istasyonu ve bir otobüste meydana gelen 4 farklı patlamayla yaklaşık 250 kişinin canını almıştır (Yalçıner, 2006: 116). Söz konusu örnekler terörizmin azgelişmiş ya da gelişmiş ülke ayrımı yapmadan tüm dünya ülkelerinde büyük bir tehdit unsuru olarak ortaya çıktığını göstermektedir. 

Terörü besleyen sosyo-ekonomik koşullardan kaynaklanan psikolojik etkenler konusunda, ülkemizden bir başka örnek verecek olursak, terör yanlılarının hızla değişen toplumsal değerlerin yaratmış olduğu ortamdan yararlanarak, buna uyum gösteremeyen kitleleri etkilemeyi her zaman için öncelikli hedef seçtikleri söylenebilmektedir. “Örneğin, kırsal kesimde yaşayan ve sistem içinde sesini duyuramayan gençler için, ideolojik bir takım gerekçelere de sığınarak, bir suç örgütüne katılıp silah sahibi olmak, en kolay ve kestirme bir yol olarak 
algılanmaktadır” (Çaycı, 2007: 61). Terörün sosyal bir olgu olarak varlık gösterdiği bölgelerin özellikle ekonomik zayıflığı ve eğitsel yapısı terörün oluşması için zemin hazırlamaktadır. 

Örneğin, PKK’ya katılma ve destek verme nedenleri arasında; işsizlik, eğitimsiz lik ve zor kullanma/zorla götürülme ilk üç sırada yer almaktadır (Bilgiç ve Akyürek, 2009: 88). Görüldüğü gibi, terör örgütü mensupları bir ülkenin dezavantajlı bölgelerindeki zayıflıkları kullanarak bireyler ile temasa geçmekte ve eğitim düzeyinin düşüklüğünden ve ekonomik sistemin güçsüzlüğünden 
yararlanarak, toplumun beynini yıkamaya çalışmaktadır. “Siyasal, ekonomik ve 
sosyal koşullardaki aksaklıklar, bir kısım bireylere hakim olabilen yoksunluk ve dışlanmışlık duygusu, milli eğitim sistemlerinin etkin olamayışı ve ulusal ortak paydaları destekleyememesi, güçlendirememesi; hem terör örgütlerinin hem de aşırı akımların, insan kaynakları açısından önemli bir sorun yaşamamasına olanak sağlamaktadır” (Çaycı, 2007: 66). Buna göre dezavantajlı bölgelerde terör örgütünün sosyo-ekonomik vaatleri, terörün varlığının temel nedenleri 
arasında görülebilmektedir. 

Dünyada terörün halen büyük bir problem niteliğinde karşımıza çıkmasında etkili bir diğer faktörün de çeşitli ülkelerde faaliyet gösteren terör örgütlerine uluslararası diğer terör örgütlerinin ya da diğer ülkelerin verdikleri maddi ve manevi destek olduğu ileri sürülebilir. Terör örgütünü kendi amaçlarına ulaşmada bir araç olarak gören birçok kişi, kurum ya da kuruluş, bölgesel terör örgütlerine barınma, eğitim ve lojistik destekler sağlamaktadır. Böylece 
terör beslenmekte ve kalıcı bir sorun haline gelmektedir. 2003 Mart ayında ABD’nin Irak’a düzenlediği harekât sonrasında Saddam rejiminin devrilmesinin ardından yaşanan gelişmeler, Irak’ı etnik ve mezhepsel çatışmaların yaşandığı, güvenliğin ve istikrarın bir türlü sağlanamadığı ülke haline getirmiştir. 

İç çatışmaya varan şiddet olayları ülke çapında bir karmaşaya neden olmuştur. 

Bu ortamda PKK benzeri terör örgütleri Irak topraklarında çok daha rahat  barınma ve korunma olanağı bulmuşlardır. PKK/KONGRAGEL isimli bölücü örgüt bu istikrarsız ortamın verdiği cesaretle Türkiye’ye yönelik yoğun eylemler gerçekleştirebilmiştir (Başer, 2008: 179). Dolayısıyla komşu ülkelerin kendi çıkarlarını korumak adına teröre verdikleri destekle ülkedeki güven ve istikrar ortamı zedelenmektedir. 

Terör tehdidi ve ortaya çıkan sonuçlar, terörden etkilenen ülkelerin dış politikaları ve komşu ülke ilişkileri üzerinde de etkili olmaktadır. “Türkiye’ye yönelik terör tehdidi, komşuları tarafından idealist ya da neo-liberal teorilerin öngördüğü şekilde; barışçı eğilimler ve uluslararası işbirliği ile karşılanmamış; tersine İran, Suriye, Yunanistan başta olmak üzere birçok devlet, kendi ulusal çıkarları ve güç politikaları gereği terörü Türkiye aleyhine kullanmayı tercih etmiştir” (Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Araştırma Raporu, 2008: 1-2). Bu durum da belirli bölgelerdeki terör eylemlerinin kökleşmesine zemin hazırlamaktadır. Yukarıda oluşturduğumuz çerçeve içinde, çalışmaya bütünsel bir perspektif sunabilmek için öncelikle çalışmanın çerçevesi ni belirleyen terör ve terörizm kavramlarının etraflıca ele alınması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kavramsal bir tanımlama yapmak üzere 
terör ve terörizm kavramlarının tanıtılmasında yarar bulunmaktadır. 

1. Terör ve Terörizm Kavramlarına Genel Bir Bakış 

Terör ve terörizm kavramlarını öncelikle tanımlayarak irdelemeye başlayacak olursak, etimolojik kökeni Fransızca “terreur” sözcüğünden gelen terör kavramı, “şiddet kullanarak veya kullanmakla tehdit ederek toplumda güvensizlik havası yaratmaya yol açan eylemler”i (Ünsal ve Keleş, 1982: 21) ifade etmektedir. Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı Türkçe sözlükte ise terör kavramı “yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş”(TDK, 1998: 2200) 
olarak tanımlanmaktadır. 

Terör, hemen hemen tüm milletlerin gündelik yaşantılarında çok sık kullandıkları bir kavram olmasına karşın, terimin anlamı üzerinde tam anlamıyla bir mutabakatın sağlandığını söylemek zordur. Terör kavramı temel anlamıyla bir şiddet halini ifade etmektedir. Terör olgusu kavram olarak belirgin görünmesine karşın, bu alanda meydana gelen olayların hangi tür ve biçiminin terör kapsamında nitelendirileceği yeterince açık ifade edilememektedir. Bu durum terörün çok yönlü ve karmaşık olmasından başka, onu değerlendirenlerin konumu ile yönelimine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Meydana gelen herhangi bir olayı dikkate alarak onu meşrulaştırma ya da gayri meşru kılma çabası yönünden terörü tanımlama istek ve eğilimleri, üzerinde konsensüs sağlanan bir tanıma ulaşmayı her zaman engellemektedir. Bu bakımdan olgunun farklı yönlerini vurgulayan diğer tanımlamaları da kullanmakta yarar vardır. 

“Başlangıçta sadece devlet tarafından uygulanan şiddet hareketleri terör olarak ifade edilirken, çağdaş tanımlamaların önemli bir bölümü artık devlet dışı unsurlar tarafından gerçekleştirilen şiddet hareketlerini de içerecek şekilde genişletilmiştir (Sambanis, 2008: 176). Buna göre sivil inisiyatif ya da siyasi mekanizmalar tarafından gerçekleştirilen her türlü şiddete dayalı davranış ya da yaptırımlar, terör kavramı ile ifade bulmaktadır. 

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1. maddesinde ise terör kavramı; “baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyeti’nin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzeni ni veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemler” şeklinde tanımlanmakta ve bu kapsam dahilindeki herhangi bir tutum ya da davranış, başlı başına suç görülmektedir. 

Kuçuradi’ye (2007) göre ise terör, “örgütlü bir grubun psikolojik baskı yoluyla siyasal/ideolojik isteklerini, dolaylı biçimde kabul ettirmek amacıyla bu isteklerinin gerçekleşmesine engel olarak gördüğü kimseleri korkutmak yıldırmak, ya da saf dışı etmek için; veya doğrudan doğruya öç almak için, sistematik bir biçimde gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmekle tehdit ettiği, bazı insan haklarını çiğneyen ya da kamu veya özel mülke önemli sayılabilecek 
zararlar veren şiddet eylemleri” (Kuçuradi, 2007’den akt: Uysal vd., 2009: 3) şeklinde nitelendirilmektedir. 

Bu tür tanımlarda, terörün insani ve psikolojik boyutuna vurgu yapılmakta ve 
terör, siyasi bir sorun olduğu kadar, toplumsal ölçekte kamusal vicdanda sorgulanması gereken bir kavram niteliğine bürünmektedir. 

Terörizm en genel kabul görebilecek bir tanımlamayla, sahip olduğu geniş katılımcılarla kendi politik, dinsel ve ideolojik amaçlarının doğrudan yasa yapıcıları hedef almadan, önceden planlayarak sıra dışı şiddet eylemleri ile gerçekleştirilmesi ve bu şekilde hedeflerine ulaşmayı amaçlayan bir yöntem (Yeşiltaş vd., 2008: 177) niteliği taşımaktadır. Aynı amaçlar doğrultusunda tutarlı yapı izleyen bir dizi terör olayının varlığı terörizm olarak kavramsallaş tırılmaktadır. 

Bu paralelde terörizm, “kendi politik amaçlarına ulaşmak amacıyla sistematik 
olarak şiddet içermektedir ve terörizmin amacı, güç elde etmek, toplumu sindirmek ve normal işleyen bir politik, ekonomik süreci kendi politikaları lehine güçsüzleştirmek ve avantajsızmış gibi algılanmasını sağlamaktır” (Then ve Loosemore, 2006: 157). Bu tanımlamalar çerçevesinde, birbirleriyle bağlantılı olmayan terör eylemlerine terörizm demek mümkün değildir. 

Terörizm kavramı belirli bir amaç doğrultusunda, belirli bir grubun ya da grupların sistematik bir biçimde kendi politikalarını haklı çıkarmaya yönelik şiddet uygulamalarına yapılan vurguyu içermektedir. 

Yukarıda çizmiş olduğumuz çerçeve terörün yıkıcı potansiyelini açıkça ortaya koymaktadır. 
Dolayısıyla terör ile mücadele konusunda öncelikli yöntemlerin geliştirilmesi ve 
belirli ilkelerin saptanması önem taşımaktadır. Bu türden bir çalışma ise, karmaşık boyutları olan terör olgusunun işlevsel bir şekilde sınıflandırılmasını gerekli kılmaktadır. Farklı yazarların çalışmalarından yararlanarak terör olgusu konusunda şu şekilde bir sınıflandırma yapabiliriz: 

“Bölücü terör, yıkıcı terör, ayrılıkçı terör, etnik terör, dinsel terör (Demirel, 2001: 27), siyasal terör, ideolojik terör, iç terör, uluslararası terör (Ulugöl, 2002: 140), ırkçı terör, siber terör, kriminal terör, aşağıdan-yukarıya terör (Ergil, 1990: 26), küresel terör (Kongar, 2002: 31), biyolojik terör (Pabuçcu, 2003: 13), devlet terörü” (akt: Taşkın, 2004: 120). Terörizm gelişmiş 
ülkelerde olduğu gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri de yuva olarak seçmekte ve buralardan yayılan terörizm giderek tüm dünyayı etkisi altına almaktadır. Bu durum, terörle mücadelede yeni boyutların ve alternatif yolların aranmasını beraberinde getirmektedir. Terörle mücadeleye geçmeden önce terörün amaçları ve ülkelere etkilerine yer vermenin çalışmanın geneline ışık tutacağı düşünülmektedir. 

2. Terörün Amaçları ve Etkileri.,

Terör ve terörizm tanımlarının içerdiği eylemlerin amaç ve etkilerinin ortaya konulmasıyla bu iki kavramın daha iyi anlaşılması sağlanacaktır. Terörün temel amacı, terör eylemlerinin gerçekleştirilmesi yoluyla toplumda korku kültürünün egemen olması ve psikolojik şiddetin toplum geneline yayılıp sürekli kılınması çerçevesinde özetlenebilir. Terör eylemlerinin bu temel amaç doğrultusundaki diğer amaçları şu şekilde sıralanabilir: 

• Varlığından haberdar etme, 
• Sesini duyurma ve gücünü gösterme, 
• Taraftarlarına ve işbirlikçilerine moral sağlama, 
• Kendinden yana olmayanları korkutma ve sindirme, 
• Mevcut yönetimin otoritesini sarsma, 
• Devleti halka baskı oluşturmaya zorlama, 
• Örgüt üyelerini eğitme, 
• Örgüt üyeleri üzerinde otorite kurma ve disiplin sağlama, 
• Karmaşa (kaos) yaratarak ilgi uyandırma ve dikkat çekme (Dilmaç, 1997:19). 


Buradaki amaçlardan hareketle, terör eylemlerinde ne kadar çok kişinin yaralandığı ya da hayatını kaybettiği değil; terör eylemlerinden kaç kişinin haberdar olduğu önem taşımaktadır. 

Terör eylemleri, örgütü tanıtma, toplumu örgütün ideolojisinden haberdar etme ve topluma isteklerini iletme amacıyla, korku, şiddet ve yıkımı doğurmakta ve beslemektedir. Teröristlerin amaçları farklılık gösterse de terörizm niteliği taşıyan eylemler genel olarak aşağıdaki üç faktöre odaklanmaktadır: 

• Tanıtım: Terörizm, belirli bir amacın, gerekçenin ya da nedenin kamuoyuna anlatılabilmesi için yararlanılan araçlardan biridir. Teröristler medyanın ilgisini çekmek istediklerinden, zararın daha ağır olabileceği kentleri ya da kentsel yaşam alanlarını hedef olarak seçmektedirler. 
• Politik istikrarsızlık: Teröristler amaçlarına ulaşma şanslarını güçlendirebilmek amacıyla mevcut rejimin meşruiyetini yıpratmak için kurumsal politik çerçevenin dışında hareket etmektedirler. 
• Ekonomiye zarar vermek: Teröristler toplum üzerinde baskı oluşturabilmek için maddi zarar vermeye çalışmaktadırlar (Tavares, 2004: 1042’den akt: Yılmaz ve Yılmaz, 2005: 42). 

Yukarıda sayılan faktörler göz önüne alındığında, ülkenin uğradığı ekonomik zararın ötesinde, yaşadığı imaj kaybı da ekonomik kaybın süreğen olmasına neden olan önemli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Her kıtada yer alan birçok ülkenin önemli sorunları arasında değerlendirilen terör olgusu, ülkelerin uluslararası arenada imajına ve itibarına da gölge düşürmekte ve demokratikleşme çabalarının önündeki en büyük engeller arasında yer almaktadır. 

Bir ülkenin mevcut ve potansiyel imajını etkileyen en önemli faktörlerin başında ülkenin güvenliği gelmektedir. Ama terörist eylemler, ülkelerin güvenliğini zedeleyerek uluslararası çapta imaj ve itibar kaybına yol açmakta ve ülkeye yönelik yapılan yatırımların boşa gitmesine neden olmakta, sonuç olarak ise ülkenin marka değerinin kayba uğramasına zemin hazırlamaktadır. 

“Son yıllara damgasını vuran büyük terör eylemlerinin yanı sıra, geçmişte dünya genelinde birçok terör eylemi yaşanmış ve bu eylemlerin olumsuz sonuçları dünya turizm endüstrisini oldukça etkilemiştir. Terör saldırılarının yoğunlaştığı turistik bölge ya da ülkeler açısından ilk olumsuz etki, ulusal ve bölgesel imajın zarar görmesi olarak kabul edilmektedir” (Tanrısevdi, 2002: 26). Herhangi bir turistik bölgenin tekrar ziyaret edilmesinin, söz konusu yerin bulunduğu bölge ve ülkenin imajına bağlı olduğu bilinmektedir. Çünkü turistik bölgenin imajı, 
hedef kitlenin karar verme süreçlerinde ve istenen davranışın ortaya çıkmasında etkili olmaktadır. 

Bu bağlamda, terörist saldırılar terörist gruplarının ulusal ve uluslararası düzeyde tanınırlığını sağlarken, ülke tanıtımını ters yönde etkileyerek ülkenin imaj ve itibarını zarara uğratmaktadır. 

“Özellikle az gelişmiş ve/veya gelişmekte olan ülkeler üzerinde sosyo-ekonomik 
açıdan çok yönlü etkilere sahip olan turizm, politik istikrarsızlıktan da etkilenir. Bu çerçevede terörizm, askeri darbeler ve ihtilaller turizm gelirlerinde istikrarsızlığın kaynağı konumundadır” (Emsen ve Değer, 2004: 68). 

Terör olayları silahlı mücadele boyutu içerdiği ve ülke ekonomisinin sağlıklı işlemesini sağlayacak ortamı ortadan kaldırdığı için, terörizm özellikle uzun yıllardır terörle yoğrulan bölgelerin kökleşmiş sorunlarından palazlanarak artmakta ve artan terör eylemleri yatırımların önünü tıkayarak, en başta ekonomik gelişmeye engel olmaktadır. 

Bu olumsuz etki yalnızca terör saldırılarına maruz kalan ülkenin ekonomisini 
etkilemekle kalmayıp “uluslararası ekonomi üzerinde de olumsuz etkiler yaratmaktadır. 

Terör eylemlerinin yarattığı güvensizlik ortamı işletmelerin faaliyet 
maliyetlerini yükseltmektedir. Terörizmin toplumda yarattığı gerginlik ve baskılar, özellikle alışveriş, turizm ve ulaşım tercih ve alışkanlıkları başta olmak üzere ülkenin satın alma ve üretim yapılarını değiştirmekte ve bu durum uluslararası ekonomiyi etkilemektedir. Terörizmin yarattığı güvensizlik ortamı, daha fazla risk üstlenmek zorunda kalan işletmeler için de pazarın çekiciliğini azaltmaktadır. 

Teröristler belirli endüstrilerin tedarik zincirlerine ya da ulaşım yollarına 
saldırılar düzenleyerek terörizme duyarlı ülkelerde ticareti doğrudan hedef 
alabilmektedirler” (Nitsch ve Schumacher, 2004: 424-425). 

Böylece giderek daha da yoksullaşan toplumlar, istemeden de olsa kendilerini terörün ağında bulmakta; kısır bir döngü içinde teröre neden olan koşulların ortadan kaldırılması mümkün olmamaktadır. 

Bununla birlikte terör, gelişmiş ülkelerin ekonomisinde de büyük hasar yaratmakta-dır: “Örneğin, 11 Eylül saldırılarının ABD ekonomisi üzerine yaklaşık 105 milyar dolarlık bir maliyetinin olduğu tahmin edilmektedir. 2001 yılı ikinci çeyreğinde büyüme hızı %2,4 olarak gerçekleşmişken, 11 Eylülden sonra bu rakam % 0,9’a gerilemiştir. 11 Eylül’den sonra, ABD ekonomisinin fiili büyüme hızı %0,3 iken, saldırının yaralarının tamir edilmeye başlandığı 2002 yılında %2,3, 2003 yılında % 3,1, 2004 yılında da % 4,2 olmuştur (Worldbank, 2009). 
Bu veriler terörün, dünyanın önde gelen ekonomileri arasında yer alan ABD’ne olan maddi yansımasını açık bir şekilde göstermektedir. 

Ayrıca terör tehdidi altındaki ülkelerin siyasi istikrarı da sekteye uğramaktadır. Terör üzerinden siyaset yapılması ya da terörün siyasete alet edilmesi, ulusal kamuoyunda siyasi ve toplumsal kutuplaşmaları da beraberinde getirmekte ve böylece terörle mücadelede çözümden uzaklaşılmaktadır. “Siyaset etmek, ekonomik sorundan bölgesel gelişme sorunlarına, özgürlük ve demokrasi sorunundan, insan yetiştirme yöntemlerine kadar her konuyu, belli bir ideoloji, siyasal program ve ilkeler düzeyinde ortaya koyan, sivil taleplere cevap veren 
bir faaliyeti, çabayı ve üretimi gerektirmektedir. Bu konuda Türkiye, terör meselesini bir ‘güvenlik algısı’na endeksleyerek uzun yıllar siyasetin dışında tutarak ‘devlet görevlileri’nin meselesi olarak ele almıştır. Bunun anlamı açıktır. Türkiye siyaset üretememiştir” (Bilgin, 2010). 

Bu durumun, siyasi aktörler ile kamuoyu arasında bir uçurumun doğmasına yol açtığı ve toplumsal vicdanda siyasi erke olan inancı zedeleyerek, ülke genelinde siyasi ve toplumsal istikrarı bozduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü ancak bir bütün olarak ülke güvenliği söz konusu olduğunda siyasi ve toplumsal istikrardan söz etmek mümkün olabilecektir. 

Buna ek olarak, terör sorununu çözemeyen siyasi aktör ve mekanizmaların, ulusal ve uluslararası kamuoyunda güven kaybı yaşayabileceğinin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir. 

Terör sorununu çözmeye yönelik mevcut ve alternatif yollar, terörle mücadele yöntemleri başlığı altında tartışılacaktır. 

3. Terörle Mücadele Yöntemleri.,

Terör ile mücadele etmenin bir yolu olarak teröristlere şiddet uygulamak, pratikte tercih edilen bir yöntemmiş gibi görünse de, esasen kolaylıkla uygulanamamaktadır. Her şeyden önce günümüzde insan hakları, uluslararası kurum ve kuruluşlarla garanti altına alınmaktadır ve devletlerin imzalayarak kabul ettikleri uluslararası antlaşmalar, teröre çok sayıda kurban veren  devletlerin bile elini kolunu bağlayabilmektedir. 

Terörle mücadelede siyasal uzlaşma ve taviz vermek ise, diğer bir yol olarak görülmektedir. 
“Terör ile mücadele etmenin en ideal yollarından biri geniş desteğe sahip etnik 
grupla işbirliği yoluna giderek bunların desteği ile radikallerin önünü almaya çalışmaktır” 
(Byman, 1998: 165). Ancak bu tür bir uzlaşma yolu içinde dikkat edilmesi gereken noktalar da bulunmaktadır: “Terör bastırılırken ılımlıların bundan zarar görmemeleri için azami özen gösterilmesi gerekmektedir. Bu sonucu elde etmek için ise sağlam ve yeterli bir istihbarat elde etmek gerekmektedir” (Bahar Çiçek, 2000: 22). 

Dünya geneline bakıldığında ve ülkeler bazında değerlendirildiği zaman, bugüne kadar terörle mücadelenin çeşitli yasalarla ya da askeri operasyonlarla çerçevelendiği göze çarpmaktadır. 

Kuşkusuz, terörle mücadelede askeriye ve güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği stratejiler büyük bir role sahiptir, ancak askeri uygulamalar işin uzmanları tarafından ele alınması gereken başka bir çalışmanın konusudur. 

Bu çalışma terörle mücadeleye disiplinler arası bir bilim olan iletişimi de dahil ederek, sivil ve siyasi iradeyi bütünleştiren politikalarla terör sorununun daha kalıcı bir zeminde nasıl çözülebileceğine dair yanıtları aramaya ve sorgulamaya  yöneliktir. 

Terörle mücadelenin başarı sağlaması için, hükümet ve kurumlarının tutarlı bir yapı göstermesi ve teröre karşı el ele bir mücadele içinde bulunması önem taşımaktadır. “Terörle mücadelenin sadece ‘silahlı mücadele’ olarak görülmeye başlanması, ‘terörle mücadelenin’ diğer unsurlarının (siyaset bilimciler, sosyologlar, uluslararası ilişkiler uzmanları, iktisatçılar, eğitimciler gibi uzmanlar) bu sürecin dışına itilmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla konu, sadece güvenlik uzmanlarına, hatta sahada faaliyet gösteren güvenlik birimlerine terk edilmektedir” (Laçiner, 2008: 10). Yukarıda sayılan unsurların da dikkate alınmasıyla iletişim odaklı bütünleştirici çalışmaların gerçekleştirilmesi mücadelenin başarısı açısından bir gerekliliktir. 

Terörle mücadelede yasalar ve askeri operasyonlar, mevcut ve anlık terör eylemlerini çözmeye yönelik rol oynamaktadır. Ancak terörün kaynağını ve iç dinamiğini yok etmede yetersizdir. 

Terörizmin önlenebilmesi ve potansiyel eylemlerin yok edilebilmesi için, ilk önce teröre yönelik algının değişmesi gerekmektedir. Algı değişimi ise, tutum ve davranış değişimini içermektedir. “Bir insanın belli bir yönde eyleme geçebilmesi için ön koşul; o insanın o yönde bir alternatifi n varlığını bilmesi ve bu bilgiyi algılamasıdır. Bu nedenle örneğin; bireyin belli bir ürünün tüketicisi, belli bir görüşün yanlısı durumuna getirilebilmesi için, konu ve içeriği hakkında iletilen bilgileri algılayabilmesi gerekir” (İnceoğlu, 1993: 41). Teröre karşı olumsuz 
tavır takınılması ve istenen yönde terör karşıtı davranış pratiklerinin oluşması için, terörün şiddet ve yıkımla özdeşleştirilmesi, demokratik bir hak arama ya da talep etme aracı olamayacağına yönelik bir algı düzeneğinin ve iknanın oluşturulması gerekli görülmektedir. Tutum ve algıların değişmesine yönelik hedef kitlenin ikna edilmesi de, iletişim disiplininin temel yapı taşını oluşturmak tadır. İletişimde tutum ve algıların değişmesi yoluyla istenen yönde 
davranışın ortaya çıkması, sosyal pazarlama teorisi ile ifade bulmaktadır. Sosyal pazarlama özü gereği, toplumun genelini ilgilendiren sorunlu bir konu ya da olgunun çözüme kavuşması ve böylelikle toplumsal iyinin elde edilmesi için maddi kârlılık gözetilmeden bir fikrin ya da davranış değişikliğinin benimse tilmesini içerdiğinden; bir sonraki başlık altında sosyal pazarlama 
teorisinin, terörle mücadelede neden ve nasıl kullanılacağına yer verilerek, terörle mücadelede iletişimden ve sosyal pazarlama disiplininden nasıl yararlanılacağı özgün stratejiler aracılığıyla açıklanmaya çalışılacaktır. 

4. Terörle Mücadelede Sosyal Pazarlama ve İletişim Stratejileri.,

Küreselleşme ile birlikte uluslararası boyut kazanan terör olgusu artık tüm dünya ülkelerini, kurum ve kişileri ilgilendiren bir sorun haline gelmiştir. Terörle mücadelede iletişimin kullanılması, ülkelerin kendilerini uluslararası kamuoyuna ifade etmelerini sağlama noktasında son derece önem taşımaktadır. Terörle mücadelede iletişim yöntemlerinden yararlanılması yoluyla, terörün sadece ortaya çıktığı ülkeye değil, aynı zamanda komşu ve dünya genelindeki tüm ülkelere de, terörün yol açtığı yıkımın anlatılabilmesi ve uluslararası kamu oyunun desteğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Terörle mücadelede uluslararası işbirliğinin elde edilmesi ve sürekliliğinin sağlanması için çift yönlü işleyen sağlıklı ve etkin iletişime ihtiyaç duyulmaktadır. 

Bu bağlamda Çaycı, ulusal ve uluslararası tüm uyuşmazlıkların karşılıklı iletişim, 
konuşma, anlaşma, uzlaşma, hakemlik veya yargı yolu gibi barışçı yöntemlerle çözümlenmesi kültürünün, “temel insani değerler” kavramının esas altyapısı olarak milli eğitim düzenleri içerisinde yer almasının gerekliliğini vurgulamak tadır. İletişim sadece bir masa etrafında eşit statüde görüşmekten öte, doğrudan veya dolaylı tüm temas yöntemlerini kapsayan bir kavram olarak anlaşılmalıdır (Çakıcı, 2007: 64). Bu anlamıyla iletişimin terörle mücadele sürecinde de önemli rol oynayacağı, ayrıca, iletişimin sürekliliğinin ve etkinliğinin, sosyal pazarlama kampanyalarına entegre edilmesiyle artacağı düşünülmektedir. 

Sosyal pazarlamanın tamamen kamu yararı içeren bir fikrin ve davranışın benimsetilmesine hizmet etmesi söz konusu olduğundan, sosyal pazarlama yöntem ve ilkeleri terörle mücadelede etkili sonuçlar alınmasını sağlayabilecektir. 

Sosyal pazarlamanın terörle mücadelede nasıl kullanılacağı konusuna geçmeden 
önce bu kavramı açıklamaya geçecek olursak, sosyal pazarlamanın klasik pazarlama anlayışından farklılaşarak, bir mal ya da ürünün değil, bir fikrin ve davranış değişikliğinin pazarlanmasını ifade ettiğini belirtmemiz gerekir. Sosyal pazarlamayı “devletin, kâr amacı gütmeyen işletmelerin ve yardım derneklerinin toplumsal fayda sağlayacak bir fikri ve davranışı topluma benimsetmek amacıyla yaptıkları pazarlama uygulamaları” (McMahon, 2001: 77) Şeklinde tanımlaya biliriz. Sosyal pazarlamada amaç, kâr elde etmeyi düşünmeksizin genel anlamıyla tüm toplumun refahına odaklanan girişimlerde bulunmaktır. Bu çabalar daha çok kamu hizmeti görevi üstlenen kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri gibi ortak toplumsal fayda amaçlı kurumların faaliyet alanına girmektedir. “Sosyal bir fikri topluma benimsetmek ve bu konuda olumlu davranış değişikliği yaratmak amacıyla düzenlenen pazarlama faaliyetleri 
sosyal pazarlama olarak adlandırılmaktadır. Sosyal pazarlamada kâr amacı yerine, sosyal amaç ve uzun vadeli toplum çıkarları ön plana çıkmaktadır” (Mucuk, 2001: 16). 

Bu tür sosyal amaçlar ve çıkarlar ihtiyaca bağlı olarak çeşitlilik göstermekte ve geniş bir yelpazede karşımıza çıkmaktadırlar. “Doğal çevrenin korunması, kızların okula gitmesi ve eğitilmesi, kırsal kesimdeki ekonomik gelişimin sağlanması gibi birtakım toplumsal sorunların çözümlenmesine hizmet eden çalışmalar sosyal pazarlama kapsamında geliştirilen programlara örnek olarak 
verilebilir” (Bayraktaroğlu ve İlter, 2007: 118). Sosyal pazarlamanın temel hedefi, sosyal pazarlama faaliyetine temel oluşturan sorunlu bir konuda hedef kitlelerin dikkatini çekmeye, söz konusu hedef kitleleri istenen yönde harekete geçirmek için gerekli olan tutum ve davranış değişikliğini yaratmaya ve bu değişiklikleri benimseyerek kalıcı hale getirmeye odaklanmaktadır. 

Bu kapsamda toplumun genelini ilgilendiren terörle mücadele çabalarının da, sosyal pazarlama evreni içerisinde kendine yer bulacağını söylemek mümkündür. 

Sosyal pazarlama, temel hedefl er doğrultusunda klasik pazarlamadan ayrılsa da, pazarlama ilkeleri çerçevesinde klasik pazarlama anlayışından farklılık göstermemektedir. Klasik pazarlamanın vazgeçilmez bileşenleri olan ve pazarlama karması olarak adlandırılan 4 P (ürün/product, fi yat/price, dağıtım/place ve tutundurma/promotion), sosyal pazarlamada 
da varlığını korumaktadır. Klasik pazarlamadaki ürün temelinde düşünürsek, toplumun yararı çerçevesinde geliştirilecek herhangi bir fikir ve bu fikrin eyleme dönüşmesi sonucu ortaya çıkan kamu yararı, sosyal pazarlamada ürün adıyla karşımıza çıkmaktadır. “Sosyal pazarlama ürünü fiziksel bir ürün olmak zorunda değildir. Sosyal pazarlama ürünleri dokunulabilir ürünlerden başlayıp sıralandığında; fiziksel ürünler (doğum kontrol hapı, prezervatif), hizmetler 
(sağlık muayenesi), uygulamalar (anne sütüyle beslenme, sağlıklı beslenme) ve dokunulamayan fikirlere (çevre koruma) kadar geniş bir yelpazede kendini göstermektedir” (Dinan ve Sargent, 2000: 5). Buna göre sosyal pazarlamada ürün kavramından, sadece somut karşılığı olan bir nesne anlaşılmamaktadır. 

Sosyal pazarlamada ürünün fiziksel (somut) bir ürün olmasından ziyade, tüm toplum için “iyi” olan sosyal bir fayda (soyut ürün) taşıması önemlidir. “Sosyal pazarlama uzmanlarının başarılı olabilmeleri için ürünün, tüketicilerin önemli bulduğu bir probleme çözüm olması veya tüketicilerin istekleri doğrultusunda bir yarar elde etmelerini sağlaması gerekmektedir” (Pfeiffer, 2004: 164). Sosyal pazarlamada dikkat çekmesi ve davranış değişikliği yaratması istenen ürünün, ilgili konuya çözüm sunuyor olması ve doğru uygulamalarla hedef kitlelere 
ulaşması stratejik noktalardan birini oluşturmaktadır. Sosyal pazarlamada terörle mücadele açısından düşünüldüğünde ürün, terörün ortadan kaldırıl masına yönelik bilinç düzeyi  ve terörden arındırılmış refah bir toplum düzeni olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Bununla beraber, ticari pazarlama için söz konusu olan ürünün üç boyutu, sosyal pazarlama açısından da geçerliliğini korumaktadır. “Sosyal pazarlamada ürün, ticari pazarlamada olduğu gibi çekirdek ürün, somut ürün, faydası arttırılmış ya da genişletilmiş ürün olmak üzere üç düzeyde incelenmektedir” (McCarthy ve Perrault, 1993: 254). 

Bu ürün türlerini sosyal pazarlama açısından tanımlayacak olursak, “çekirdek ürün, istenilen bir davranışın yaratacağı öz faydadır… Somut ürün, çekirdek ürünü çevreleyen özel bir davranıştır. Genişletilmiş ürün düzeyinde ise herhangi bir somut amaç ve hizmet için istenilen davranışın tanıtımı yapılır” (Argan, 2007: 60). Buna göre, bu çalışma kapsamında örnek verecek olursak, çekirdek ürün (fayda) terörün önlenmesi ve terör tehdidinden kurtulmuş bir ülkedir. Çekirdek 
ürün sosyal pazarlamada ulaşılmak istenen ana hedeftir. Sosyal pazarlama kampanyalarıyla hedef kitlede gerçek ürünün (davranış) ortaya çıkması beklenmektedir. Gerçek ürün (davranış) ise, terörü oluşturan nedenlerin ortadan kalkması için gerçekleştirilen terörle mücadele çalışmalarına (eğitim, bilgilendir me, bilinçlendirme vb.) olumlu yanıt ve destek vermektir. 

Genişletilmiş ürün (somut nesneler ya da hizmetler) ise, terörle etkin bir şekilde mücadele etmek için oluşturulan güvenlik birimleri ya da etkin politikalar ve uygulamalardır. Bu politika ve uygulamalar çekirdek ürüne ulaşılmasını amaçlayan aktörler (sivil toplum örgütleri, siyasetçiler, iletişim uzmanları, yerel yönetimler, medya vs.) tarafından planlanarak yürürlüğe konulan hizmet programlarını ve somut nesneleri kapsamaktadır. Sosyal pazarlama ekseninde ele alınan ürünün her üç boyutu, sonuç itibariyle bir tutum ve davranış değişikliği getirmekte ve toplumsal bir yarar üretmektedir. 

Sosyal pazarlamada fiyat, “hedef kitlenin belirli bir davranışı benimsemesi için ne vereceği (neye katlanacağı) anlamına gelir. Fiyat, geleneksel pazarlamada çoğunlukla para olarak değerlendirilir, fakat sosyal pazarlamada daha çok zaman, çaba ve eski alışkanlıklar gibi soyut veya manevi şeyleri ifade eder” (Weinreich, 1999: 11). Örneğin, “çevreye dost ürünler satın almanın parasal maliyeti vardır. Sigarayı bırakmanın ise psikolojik maliyetinin yanı sıra 
parasal maliyeti düşürme etkisi vardır” (Torlak, 2001: 50). Buradan yola çıkarak sosyal pazarlama içerisinde fiyatın, davranış değişikliğini benimsemek için maddi ve manevi maliyetler olduğunu söylemek mümkündür. Bu doğrultuda terörle mücadelenin manevi fiyatı terörü önlemeye yönelik atılacak adımlar, hazırlanacak askeri planlar ve devletin tüm kurum ve kuruluşları tarafından uygulanacak sosyal yapılanma çalışmalarıdır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder