lefkoşe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
lefkoşe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2018 Salı

BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 6


BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 6





YAVRU VATAN KIBRIS (3)


Yolumuz, Kaş yönünden Antalya’ya doğru.


Bölgenin doğası öyle güzel ki bu mevsimde, anlatmaya dilin dönmez. Yol kıyısından hemen yükselen iki yönlü tepelerin yamaçları, dağlar yeşile kesmiş. Aralarda kayalar, gösterişli, dik, yatık yüzlü, açıklı koyulu renkli, üstü kır çiçekli türlü büyüklükte taşlar... Buraların yeşilliğinin nedeni bu kayalar olmalı. Suyu tutuyor, doğayı kurutmuyor lar... Çam ağaçları git git bitmiyor. Yer yer bodur ağaçlar, aralarda gösterişli çam ağaçları biçim biçim... Bazı yerlerde başka orman ağaçları da karışıyor çamlara. Yaprak döken ağaçlardaki bahar yeşilliği baş döndürüyor. Dağların yamaçları geven çiçekleriyle öbek öbek sarıya boyanmış. Yol kıyıları sarı, mor, beyaz kır çiçekleriyle bezeli. Kayaların aralarındaki çayırların yeşili, renk değiştirmiş, değişik tonlara bürünmüş ama daha solmamış... Gök, masmavi. Deniz, gökyüzünün rengiyle boyalı, dik kıyılar, alçak kıyılar, kumsallar...

Yollarda, çayırlardan araba yoluna yer yer inen, yavrulamış keçiler, koyunlar... Yamaçlara yayılmışlar. Hava ılık, güneşli... Cenneti tanımlasalar, daha güzelini nasıl anlatacaklar? Bu güzel ülke, dünyanın en güzel ülkesi, her yöresi birbirinden güzel bu ülke bizim!.. Yüce önderimiz, şehitlerimiz, gazilerimiz, yurtsever atalarımız sayesinde bizim...

Sonra doğa görüntüsü yer yer kesiliyor, küçük büyük yerleşimlerin içersinden geçiyorsun...

“O da ne? Burası neresi? Bu güzel kente yakışmayan çirkin yapıları kim yapmış? Yapıların üstündeki, işyerlerinin tepesindeki bu yazılar da ne? Hangi dilden? Burası bizim değil mi yoksa?” diyorsun ister istemez, İngilizce tabelalar furyası başlayınca, betona kesmiş yerleşimlere girince...

Karayolları bile dilini şaşırmış: “Karayolları Asfalt Deparmant Şefliği.” Bu levhayı kıyıya dikmişler. Bölüm yerine Deparmant yazılınca daha bir sükseli oluyor demek.

Yol boyunca, göze takılan, gözünü acıtan yapı adları: “Mavi Kumsal Recidence”, Crovne Plaza”, “Harrington Park”, “Kristal Beach Hotel”, “ Otel Carpie Diem”... Antalya, kentiçi anayolu şu günlerde çok perişan. Orası burası kazılı, kapalı yerlerinden dönülen, araba yolundan başka herşeye benzeyen eşilmiş iki yönlü caddeler... Aralarda beton, hurda, taş yığıntıları... Eski yolun, yol ortası palmiyeleri, çiçeklikleri dümdüz edilmiş.

Havaalanı yoluna sapınca taksiciye, “İç hatlara!” diyoruz önce. Sonra soruyoruz: “Kıbrıs, iç hatlar mı?” Değilmiş. Dış hatlar.”

Pegasus Hava Yolları. Uçakta, bu havayolunun dergisi koltuk arkasında. Turistik yazılar konmuş. Dünyanın gezdikleri, beğendikleri yerlerinden söz ediyor bazı sosyetikler. Ülkemiz anlatılacağına, Türk elleri tanıtılacağına, elin yerleri, öv öv bitirilemiyor dergide. Örneğin, St. Petersburg. Böyle, kendini birşey sanan ünlüce birini, her yönüyle büyülemişmiş... Ah, biri de Tayland’daki bir adadan söz ediyor. “Ko Chang” adası onun için bir rüyaymış... Tarihi yerler, eski binalar göreceksen, önce bir, Türk Kıbrıs’a gitmelisin, doğanın en güzeliyse Türkiye’de, Kıbrıs’ta desenize...

“Komşunun gizli – saklı cennetlerindeyiz” diye başlık atıyor Pegasus, kaç sayfa süren uzun tanıtma yazısına. Kendi eliyle, kendi dergisinde Yunan’ın reklamını yapıyor. Adalarını ballandırarak anlatıyor. “ Yunan sahilleri; masmavi denizinde yüzebileceğiniz, kültürü, tarihiyle tanışabileceğiniz nefis yerler...” imiş. Tanrım sizi ne etsin! Yunan seni böyle anlatır mı? Paraya boğsan onu, kendi ülkesinin çıkarından vazgeçer mi? Hem öfkeleniyor, hem utanıyorsun bu yapılandan. Kimse de bu durumu kınamamış ki, bu dergi her koltuğun arkasında durmuş çıktığından bu güne dek. Dergiler okunmaktan lime lime olmuşlar...

Havaalanına gelirken gördüğüm güzellikleri, buraların, diğer yörelerimizin yaylalarını, köylerini, eşsiz doğasını, tertemiz denizimizi, bu yurdu ayakta tutan güzel insanlarımızı düşünüyorum... Ülkemizden daha güzel bir düşsel cennet var mı ki, bazı kendini bilmezler, cebi kolay kazanılan parayla dolanlar, ülkemiz insanının cebini doldurduğu ünlü- ünsüz paralılar, vatan düşmanları böyle konuşabiliyorlar... Sonra hem Türk şirketiyim diyeceksin kendine, hem de aman Yunan’ı gezin, oralar gibisi yok diye kafa ütüleyeceksin, paranızı oralara akıtın diyeceksin yolcularına. Bu da paranın çirkin yüzü olmalı. Paranın dini imanı olmadığının kanıtı olmalı. Yayılmacı varsıl ülkeler için değil bu sözüm, onlar yüz yıllık, bin yıllık planlar yapar, kuşaklara aynı emeli aktarırlar... Paranın yüzü sıcaktır derler ama yine de aynı şeyi bir Yunan’ın ülkesine yapacağını düşünemem. Onlar yapmazlar!

Bu yazıları okur, üstünde düşünürken, yalnızca Antalya bu kadar güzel... Kıbrıs nasıldır acaba? denildiği gibi çok mu güzel diye geçiriyorum içimden 45 dakikalık kısacık yolculukta...

Uçaktan iniyor, yürüyerek üç beş adımda içeriye, havaalanına giriyoruz. Nüfus cüzdanıyla (yeni adıyla kimlik kartıyla) polis kontrolünden geçmek ne güzel! Yabancılar diğer masalara yöneliyorlar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarıyla biz Türkler aynı sıradayız.

Bir iki adım sonrası da bir salondayız. Bavullarımızı bekleme yeri. İlk darbeyi burada alıyoruz. Şaşkınım. Demek Osmanlıcılık hastalığı ta buraya kadar heryeri sarmış... Karşımızda kocaman bir pano. Başında Osmanlı tuğrası. Boydan boya solgun renkli eski saray resimleri, “Kıbrıs’ta Osmanlı Sarayları” yazısı, bir reklam olmalı bu ilan, kocaman resimli – yazılı levha.

Tamam, Kıbrıs tarihinde Osmanlı Devleti’nin yeri var, bıraktığı eserleri var. Ama 1878’de Kıbrıs’ı para karşılığı İngiliz’e bırakan, bir daha Kıbrıs’ta sözü geçmeyen Osmanlı Devleti değil mi? 1918’den sonra da yıkılıp giden, tarihten silinen de aynı Osmanlı Devleti... Kıbrıs, Türklerin vatanıysa hâlâ, bu, Kıbrıs Türklerinin yiğitliği, vatanlarına bağlılıkları, liderleri Fazıl Küçük’ün, Rauf Denktaş’ın üstün nitelikleri, büyük devlet adamı olmalarının yanında, en çok da Türkiye Cumhuriyeti sayesinde değil mi?...

Yunan, hava alanına eski Yunan kırallığının reklam panosunu asar mı hiç, bir düşünsenize. Yoksa, Yunanistan’ın reklamını mı yapar, Kıbrıs’a Yunan dediklerine göre, bıkıp usanmadan...

Anavatanı, Osmanlıcılar, Türklük düşmanı devlet yıkıcılar yönetirken başka ne bekleyebilirsiniz? Her yıl çıkarılan Meclis Takvimi, bu yıl Atatürk yerine Abdülmecit resmiyle çıkmışsa, Cumhuriyetin bayramları çoktandır kutlatılmıyorsa, yani anavatan soğuk almış, hapşırıyorsa, yavru vatan ne yapsın? “Zaman” yazarı Nevval Sevindik, “Osmanlı için Kıbrıs çok önemliydi, Kıbrıs’ı kaybeden Anadolu’yu kaybederdi, bunu çok iyi bilen Osmanlı yönetimi...” diye başlayan bir tümce kurmuş, “Kıbrıs Elden Gidiyor” adlı bir yazısında (Mart 2016). Bu kafa, herkesi aptal, bir kendilerini akıllı sanıyor. Osmanlı buranın önemini kavrasaydı, İngiliz’e kiralar mıydı, Rumları koruyarak, şımartarak, azdırarak bugünleri hazırlar mıydı Nevval Hanım?

Neyse, Kıbrıslı bir yaş yaşamış kadının, Kıbrıs’a okumak için giden bir kızımızla valiz beklemedeki ağız dalaşını, önümden çekil diye kıza laf atmasını, anlaşılmaz, tuhaf gerginliği izledikten sonra, bavulunu alıp çıkıyorsun, yine seni, çıkış kapısının arkasına asılmış kocaman boyutlu Osmanlı tuğrası karşılıyor... Of of çekerken, dışardasın, bir araca binip Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yollarına düşüyorsun...

Yağmur yağıyor. Yolu özlemle gözlenen Mayıs yağmuruymuş bu yağmur... Kuraklığı, Gazi Mağusa’daki su sorununu dinliyoruz yolda giderken...

Uzayıp giden düz yollar. Yanlarda tarlalar... Tek tük ağaçlıklar... Buğdaylar çoktan biçilmiş. Dendiğine göre başağa duramamış buğday bu yıl, yağmursuz geçen mevsim nedeniyle kurumuşlar, saman olarak biçilmişler, balyalanmışlar...

Gazi Mağusa, iki bölüm. Eski ve yeni Mağusa. Eskisinin tarihi milattan çok önceleri başlıyor. Özellikle buralar Haçlıların, Haçlı seferlerindeki konaklama, bekleyip dinlenme yerleriymiş. Venediklilerden kalma kaleleri, surları, yapıları... Bir kısmı çok eskiden camiye çevrilmiş kiliseleri... Cami adları da, sanki Osmanlı bunları yaptırmış, Rumların dinlerini geliştirmesine izin veren, ortadoksluğu burada geliştiren, Rum’u palazlandıran Osmanlı değilmiş gibi, paşa adlı, padişah adlı. Bir katedralin şimdiki adı, Lala Mustafa Paşa Camisi. Girne’de yine katedralden çevrilme Selimiye Camisi, şu an müze gibi kullanılıyor, rehberler eşliğinde geziliyor. Kentte gezerken, tarihi kalıntılar, her adım başı önünüze çıkıyor. Yapılaşmaya buralarda izin verilmediği için olmalı, tarih burada gözünün önünde hiç değişmeden yaşıyor, doğal dokusuyla gözüküyor, önü yanı betonlaşmayla kapatılmamış, gözden yitip gitmemiş...

Dün gece, bayram öncesi haberlerde, Ankara’da, tarihi Atatürk Köşkü yıkıldı” deniliyordu. Atatürk Orman Çiftliği’ndeki tarihi köşkü yıkmışlar. Bizim haberimiz, hep yıkımlardan sonra, iş olup bitince oluyor nedense, orman çiftliğindeki Atatürk mirası çiftlik ağaçlarının onbinlercesinin, Türkiye’nin yönetiminin değiştirilmesi amacıyla oraya dikilecek kaçak saray için kesildiğini de böyle iş işten geçince duyurmuşlardı.

İşte ülkemiz, işte yavru vatanımız Kıbrıs. Eskiyi korumayan, tarihinin değerini bilmeyenin geleceği olabilir mi?

Yeni Mağusa’yı, üniversitesi geliştirmiş. Öğrenciler yeni bölgelere canlılık getirmişler. Kıbrıs, burada bir üniversite adası görünümünde. Her Türk kentinde üniversite kurulmuş. Geniş topraklara yapılarını dizmişler. Öğrencilere sayısız olanaklar sunulmuş... En güzeli, buraya gelen yabancıların anadilleri gibi Türkçe öğrenmesi. Konuştuğumuz, bize yardımcı olan, koyu tenli, Arap’a benzeyen bir genci, konuşmasına bakarak neredeyse Türk sanacağız. Libya’dan dört yıl önce buraya okumaya gelmiş. Nasıl böyle güzel konuşuyorsunuz dediğimizde, kızıyor, dört yıldır buradayım diyor...

İster istemez aklımıza, ülkemizde doğan büyüyen, askerlik yapan, ilkokuldan başlayarak okullarında okuyan bazı kansızların, mahkemelerde tercüman istemeleri, başka dilleri varmış gibi Türkçe bilmez numaralarına yatmaları, bunları destekleyen aydın bozuntuları, içimize yuvalanmış dış destekli, Türk karşıtı bölücü sürüsü geliyor... İçimiz buruluyor...

Buranın denizi, Girne tarafında yer yer yüksek kıyılı. Gazi Mağusa’nın kıyısı, alabildiğine uzanan kumluklar, yavaş yavaş kıyıdan uzaklaştıkça derinleşen deniz... Denizin bölünmüş kıyısından kapalı Maraş bölgesini görebiliyorsun. Aynı güzellikteki kıyılar sürüyor ötelere doğru. Sahilde üstü bombalarla delik deşik yüksek otel binaları. Terk edilmiş, onarılması engellenmiş. Bekletiliyormuş bu yerler, yerleşime, oturuma kapalılar, Kıbrıs Barış Harekatı ile kurtarılan bu yerlerin Türklerden geri alınması düşüncesi, belli, capcanlı. Buraların resmini çekmek bile yasakmış, önlerine tabela koyup duyurmuşlar. Göstermelik yeşil ağlı örtülerle, önü kapatılan, girilmesi yasaklanan, içi boş bekletilen yerler belirtiliyor. Hemen bunların yanı, yeni binalar, Kıbrıs Türklerinin yaşam alanları...

Girne kalesi, Girne limanı, bütün günü alacak bir gezme yeri. Limanda denizfenerine kadar yürüdüm iki yönlü çevreye bakınarak... O kadar gösterişli ki bu eski liman, aşağıdaki, uzayıp giden taştan örülü eski duvarlarından güçlükle bakılabilen, yüksek kıyılı, yurdumuza bakan dalgalı coşkun denizi, içteki durgun denizinden başlayan kalesi... İnsanın başı dönüyor, sanki dünyanın bilinmez bir yerindesin, eskilere zaman yolculuğu ederek, evrende yitip gitmişsin duygusuna kapılıyorsun...

Lefkoşa’da gezilecek bir yer olmaktan çıkarılıp odaları dükkana dönüştürülen “Büyük Han”, Osmanlı - Türk mimarisiymiş. En çok, yiyip içme üzerine çay bahçesi gibi düzenlenmiş alt ve üst kattaki oda oda bölümleri. Hediyelik eşya da satılıyor kiminde. İnsanı bugünden alıp geçmişe götüren bir yer, taşları saran çiçekleriyle, şadırvanıyla, süslemeleriyle, güler yüzlü ev sahipleriyle gerçekten iç huzuru duyulacak, dinlenilecek bir yer... Bedesten, yine kiliseden çevrilme AB fonu ile bakımı yaptırılan, şu an içinde heykel çalışmaları yapılan, üstü kapalı, önü yanı açık bir alan. Venedik sütunu, dikili bir taş, meydanda, Atatürk anıtı aynı zamanda. En üstte Atatürk’ün güzel bir resmi asılı.

Hemen yakınında, yolda, taştan bir fıskiye, küçük havuzlu, kenarları taştan, ağaçlı bir yer var, çok eskiden kalma. Kenarına oturup dinleniyorsun, gelene geçene bakıyorsun... Yolun karşısında Mevlana müzesi, biraz yukarda Dr. Fazıl Küçük Müze evi.

Kıbrıs’ın atası Rauf Denktaş’ın mezarını, Fazıl Küçük evini, Girne Şehitliğini anlatmayı sonraya bırakayım.

Kıbrıs’ta gezilecek görülecek yerler o kadar çok ki, ne kadar gezseniz hep bir eksik kalıyor...

Feza Tiryaki, 18 Mayıs 2016 (sürecek)

***



YAVRU VATAN KIBRIS (4)



Kıbrıs’ı, gördüklerimi, düşündüklerimi kendi bakış açımdan, üç bölümde yazdım. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Öyle.

İlk bölümde yerini, konumunu, önemini, ikincisinde tarihini, üçüncüsünde gördüklerimi. Şimdi ise eski – yeni karışık konulardan söz edeceğim.

Bir kadın magazin yazarı (Sözcü) oraya gitmiş, en son, oradaki otelleri, lokantaları, yediği yemekleri, masasına getirilen meze çeşitlerini, eğlence yerlerini yazmış. Kıbrıs gazeteleri de bundan memnun olmuşlar, yazıyı gazetelerine almışlar...

Ahmet Takan (Yeniçağ), altı ay önce, “Hasta yatağında KKTC'yi satması için sıkıştırılan Rauf Denktaş kahrından öldü.” yazmıştı. Metin Aydoğan, “Girit'in Yoluna Giren Kıbrıs” yazısında, Kıbrıs pazarlıklarını, böyle giderse Kıbrıs’ın Girit gibi yitirilebileceğini anlatmış...

Dün, Kıbrıs’tan iki haber yazılıydı gazetelerimizde. Biri, popçu Serdar Ortaç’ın bu Cumartesi günü orada bir otelin kumarhanesinde iki kollu makine ile kumar oynaması, yabancı adlı o çok ünlü (!) manken karısının telefonuyla oyunu durdurması, bu haber kimi neden ilgilendiriyorsa; bir de Linet adlı bir şarkıcının - ne tür şarkı söyler, bilmiyorum- verdiği konsere gösterilen ilgi...

Bu Pazar, Güney Kıbrıs’ta seçim vardı. Pazartesi seçim sonucundan şöyle söz edildi basınımızda, tek satırla:

“Kıbrıs’ta kritik sonuç: EOKA hortladı.”


Yunanistan’daki “Altın Şafak” partisinin Kıbrıs’taki kolu ELAM’ı anımsatıyorlar bu başlıkla. ELAM (Milli Halk Partisi) oyunu artırmış Kıbrıs’ta, Güney Kıbrıs Rum meclisine girmiş. ELAM partisi böylece, eskinin Türk düşmanı EOKA’sının yerini almış, bu örgüt (ELAM), Türklere karşı saldırılarıyla, dediği, ‘Helen toprağında öleceksiniz.” sloganı ile tanınıyormuş.

Bu saldırganların Kıbrıs’a yakıştırdıkları “Helen toprağı” sözleri de yalan, uydurma. Kıbrıs, tarihte hiçbir zaman Yunan adası olmamış, Yunanlılarca yönetilmemiş ki, “ Helen adası” olsun... Ama Türkler tarafından bu ada bütünüyle yönetilmiş, Venediklilerden alınırken, elli bin ile yetmiş bin arasında şehit verilmiş, Kıbrıs çok uzun süre Türk adası olmuştur...

Bir de şunu unutmamak yararlı. Yunan büyük ülküsü (Megali İdea), yani Kıbrıs’ın, bölgedeki tüm adaların, Anadolu’nun Yunan’a bağlanması, Türk ülkesinin Türklerden alınması isteği günümüzde de yaşamaktadır, bu ülkü Yunan okul kitaplarında aynı canlılıkla sürdürülmektedir. Bunu Almanya’daki Yunan sınıflarında, ders kitaplarında, sınıf duvarlarına astıkları onlarca haritada gözlerimle gördüm. Gurbetçi Yunan ailelerin bu ülküye nasıl bağlı olduklarını, nasıl çocuk yetiştirdiklerini de gözlemlerimle biliyorum...

Bizdeki iç düşmanlarımız gibi, onların öğretmenleri de, her fırsatta, “Atatürk olmasaydı ne iyi olurdu, bunu hiç düşündünüz mü, ne bu Atatürk Atatürk, her dersiniz Atatürk, derlerdi...

Son yıllarda, Kıbrıs’tan pek söz eden, Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgilenen yok gibi ülkemizde. Kendi derdimize düşmüşüz anlaşılan. Akdeniz’deki adalarımızın onlarcasının sessizce Yunan’a devredilmesine, onca yayına karşı ses çıkarılmıyorsa, yeni atanan (seçimle (!) gelmeyen) iktidar başbakanı Binali Yıldırım’ın bile yenice, Yunan işgalindeki Türk adası Koyun adasına pasaportla giderek, yatındaki Türk bayrağını saklayarak orayı Yunan’a verdiklerini dünya önünde onaylamasına, geçen hafta duyurulan Atatürk Orman Çiftliği’ndeki 1930’lu yıllardan kalma tarihi Atatürk Köşkü’nün yıktırılmasına kimse ses vermiyor, ayağa kalkılmıyorsa, dün akşam duyurulan PKK terör örgütünün yol keserek, bombalayarak biri “Binbaşı” altı şehidimizi, son yirmi günde ellinin üzerinde şehit verişimizi kimse dert etmiyorsa, evlatlarımız bölünme – başkanlık adına pkk terör örgütünce kurban ediliyorsa, iktidarın oynadığı çirkin başkanlık oyununun seyriyle uğraşılıyor, anayasa dışı uygulamalara toplumca susuluyorsa, Kıbrıs davası nedir ki?

Ne diyor yeni başbakanı iktidarın, değişmez AKP başkanına:

“Yolun yolumuz, davan davamız...”


İktidarın davası Atatürk Cumhuriyetiyle. Kıbrıs diye bir davalarının olmadığını Rauf Denktaş daha yaşarken, sağlıklıyken, görevdeyken, Talat’la telefonlaştıklarında açıkça dedilerdi. Talat da susarak, kem küm ederek, ağzından anlaşılmaz bir şeyler yuvarlayarak bu denilenleri onaylamıştı:

“Şey noktasında bence bir numarayla (Rauf Denktaş) fazla dalaşma.”

“Denktaş’la bu yeni diplomatik atak sürecini (yes be annem) sürdüremeyiz.”

“ Talat Bey, size bir şey söyliyeyim mi, artık "O" bitmiştir! Şu anda "O" muhatap olmaktan bile çıkmıştır."

“Dünyada “O” bütün itibar kaybına girdi. Yani O’nu (Rauf Denktaş) kaale almayacağız.”

*
Konuya başlarken çok heyecanlıydım. Gördüklerim, yavru vatanın güzelliği, doğasının Antalya’nın dağı taşıyla, denizinin deniziyle olan benzerliği, oradaki yaşamın bize eski yılları anımsatması, oraların, son 14 yılda neredeyse tüm kurumlarıyla, yaşam anlayışıyla, eğitimi, yargısı, yönetimiyle tümden yitirdiğimiz Atatürk Türkiye’sine, yani eski çağdaş Türkiye’mize benzemesi, geçmişe dönmek, çağdaş bir yaşamı yeniden bir küçük kentte duyumsamak, caddelerinin cıvıl cıvıl, insanlarının mutlu olması, terörden uzak bir yaşama şahit olmak, eski evlerinin çoğu yerde bir iki katlı kalarak, yıkılmayarak, açgözlülere teslim edilmeyerek eski durumlarını korumaları çok çok güzeldi...

Bu arada bizdeki o yozlaşma döneminde (Menderes) ortaya çıkan, altmışlı yetmişli yıllarda giderek her yana yayılan, her yanı ısırgan otu gibi saran “Karadenizli Müteahhit” anlayışı apartmanların, çirkin yapılaşmanın buralara kadar ulaştığını söylemeliyim. Hani güzelim evlerimizi yıkıp apartmanlara soktulardı ya Türk insanını, şu anda gökdelenlerle tabutluklara tıkıyorlar Türk köylüsünü, işçisini, memurunu, kendileri de (AKP iktidarı) villalardan, saraylardan başka yerde oturmuyorlar ya, Kıbrıs başka mı olacaktı? Gazi Mağusa’yı iyi sarmış bu tür yeni binalar. İngilizler ise Girne’de, diğer yerlerde dağ eteklerinde kendilerine villalardan kurulu mahalleler kurmuşlar, saltanatlarını sürdürüyorlar...

Eskiden kalmış, şu an oturulan tek katlı, iki katlı küçük Türk evleri ise nasıl da güzel. Bahçe içinde, yeşillikler, çiçeklikler arasında... İnsanı en az kırk yıl geriye götürüyorlar...

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Türk parası geçiyor. Bu ne güzel bir duygu şaşarsınız. AKP iktidarının henüz değiştirmeyi başaramadığı Atatürk resimli paralarımız oranın da parası. Bir lira bile orada para bunu biliyor musunuz? Bir saatlik otobüs yolculuğuna on lira ödüyorsunuz. Üç liraya dolmuş yolculuğu yapılıyor. Taksiler ucuz. Porselen, cam eşya Türkiye’den kaç kat ucuz... Kıbrıs peyniri orada üretilen sütlerden yapılıyor, hem çok lezzetli, hem de çok daha ucuz. İçkiden söz etmeyeyim, sağlığa zararlı bir ürün alt tarafı ama tutkunlarına gel de anlatın. Bizdeki keyfi vergiler, içeni adeta cezalandırıcı dinci anlayışın zamları, orada olmadığından mı bilmem, ederleri dünya fiyatlarıyla uyumlu, yani Türkiye’den en az üç kat ucuz.

Bir de doğayı bozan taş ocakcılar oralara da uzanmışlar. Adım başı taşocağı açılmış o canım dağların bağrına... Yavaş yavaş kıyıyorlar bozulunca yerine konulamayacak güzelliklere, tıpkı bizdeki gibi, taş ocağı eliyle doğa kırımına girişmiş bazı şirketler...

*
Yazı, sıkıcı olmasın, uzun uzun buraları anlatayım, yavru vatanla özleminizi gidereyim diye başlarken bölümlere ayırmıştım, her bölüm hem bağımsız hem de birbirleriyle ilgili olsun diye özenmiştim. Sonra gösterilen duyarsızlık yazma isteğimi aldı götürdü. Bu bölüme geldim dayandım.

Başladığım işi bitirmeliydim.


Kaç gündür yazamıyordum. Özellikle Rauf Denktaş konusu cesaretimi kırıyordu. O büyük devlet adamını anlatamamaktan korkuyordum. Rauf Raif Denktaş’ın, Dr. Fazıl Küçük’ün kim olduğunu, Kıbrıs için önemini bir kısa yazıyla nasıl anlatmalı? diyordum.

Söz yine uzadı, bu değerli Türk büyüklerinden, Girne’deki Dr. Fazıl Küçük müzesinden, Gönyeli’deki anıtlı parkın ortasındaki Rauf Denktaş gömütünden, bu gömütün insanı sarsan özelliğinden söz etmeme yer kalmadı.

En son 2012’de, sonsuzluğa göçüşünde bir yazımda anmıştım ihanet yorgunu Denktaş’ı, Kıbrıs Türk’ünün büyük önderini. Bu yazının sunumunu, alta, diğer ilgili sunumlarla birlikte yazıya ekleyeceğim.

Girne Şehitliği, çok etkileyici. Yeri, Girne’ye giderken yol kıyısında, yurdumuza bakan Kıbrıs denizinin üst başında, çok yüksekte. Aşağısı, denize tepeden inen, kayalıklı, yer yer ağaçlık dik bir yamaç. Deniz, yer, gök ilk bakışta şehitliğin mezar taşlarıyla birleşiyor. İçin şehitlerimiz için yanarken, bir yandan da onur duyuyorsun, yaş yaşayamayan, canlarını vatanlarına adayan Kıbrıslı soydaşlarınla, mücahitlerle, yavru vatana hiç düşünmeden canını bağışlayan, Kuzey Kıbrıs topraklarını işgalden, Kıbrıs Türk’ünü kırımdan kurtaran yüce gönüllü Türk askerleriyle... Komutanlarıyla...

Şehitliği dolaşırken ağlayan yaşlı adamlar gördüm. Oraları bir düzenle gezen gruplar gördüm. Mezarlara selam duran gençler gördüm. Silahı omuzunda oraları bekleyen askerlerimizi gördüm... Şehitliğin anı defterine yazılar yazan, sonra yazdıklarını gözyaşlarıyla okuyan gezginler gördüm... Şehitlik müzesi kapalıydı, şehitlikteki açık alanda sergilenen 1974 harekatındaki tankları, kamyonetleri, askeri araçları gördüm... Paslanmış, çürümeye yüz tutmuştular.

Anı defterinde en son yazılmış anı şuydu:


“Sizleri çok anlamlı bir günde, Anneler Günü’nde ziyaret ettik. Onların hakkı size helal olsun, ruhlarınız şadolsun...”

Anneler günü saçmalığını, hep anlatılan o Amerikalı bir kız öyküsünü, bu öyküyü ticarete çeviren anlayışı sevmeyen biri olarak, deftere aceleyle yazdıklarım, aklımda kaldığı kadarıyla:

“ Sizler, Türk ulusu, Türk vatanı, bağımsızlığımız için canınızı verdiniz.
Gelecekte, ülkemizin eski günlerine dönmesi, bağımsızlığından ödün vermemesi, bu günleri atlatması dileğiyle...” yazdıktan sonra altına:

“ Ya İstiklal, Ya Ölüm!.. Gazi Mustafa Kemal Atatürk", özsözünü ekledim.

Yüce önderimizin, Kurtuluş Savaşı’na başlarken Sivas Kongresi’nde gençlere söylediği bu söz, Kıbrıs davasında da, “Ya istiklal, ya ölüm!” diyerek canlarını yavru vatan Kıbrıs’a feda eden şehit gençlerimize nasıl da uyuyor...

Doğayı bozmadan, tüm görkemiyle koruyarak anıtlarıyla buluşturmak, geçmişi unutturmamanın en etkili yolu.

Kıbrıs, anıtlar yurdu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, gezerek, görerek geçmişi anımsama ülkesi. Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bir yavru vatan...

Bu söz de, Türk’ün atası, yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, günün şartları nedeniyle, zorunlu olarak, Lozan Barış Antlaşması’nın 16, 20 ve 21’nci maddeleriyle İngiliz egemenliğine bırakılan Kıbrıs adasına ilişkin söylediği çok önemli bir sözüdür:

“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece Anadolu’nun ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada ve orada yaşayan Türkler bizim için çok önemlidir.”

Feza Tiryaki, 24 Mayıs 2016 

http://www.guncelmeydan.com/…/koca-cinar-rauf-denktas-t3031… (Rauf Denktaş’ı anma)
http://www.ilk-kursun.com/…/koca-cinar-rauf-denktasin-anis…/ (Rauf Denktaş’ı anma)
http://www.dha.com.tr/vanda-sehit-olan- ... espese-iki… (Son şehitlerimizin uğurlanışı)
http://www.sozcu.com.tr/…/gundem/vanda-hain-tuzak-4-sehit-…/ (Son şehitlerimiz)
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turk- ... na-pasapor…
https://www.youtube.com/watch?time_cont ... V0A-glcgV0 (Kıbrıs kaseti)
(Resimdeki plaj: Gazi Mağusa)

Feza Tiryaki


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

13 Haziran 2017 Salı

ŞEHİT TABİP HALİL AKÇİÇEK



ŞEHİT TABİP HALİL AKÇİÇEK


Kahramanlık, Saldırıp Bir Daha Dönmemektir; 
Şehit Tabip Üsteğmen Halil Akçiçek

























Yazar: Op. Dr. Tayfun Özdem
KIBRIS 18 MAYIS 2017 PERŞEMBE

“Ecdadını yâd et ki, sen de yâd edilesin
Tarihini bilmeyenin sonu hüsran, bilesin!”  (1)

*
Tarih, kahramanları olmayan toplumların millet olma şerefine eriştiğini kaydetmemiştir.Dağlar yeryüzü için nasıl bir özelliğe sahipse kahramanlar da bir 
millet için o özelliğe haizdir. Milletler için kahramanlar, yeryüzünün dağları, gökyüzünün yıldızları gibidir.

“Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,

Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.

Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;

Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.

Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından

Koşar adım gitmeli onların arkasından..

Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından

İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.”

H.Nihal Atsız (2)

*

Tarih 5 Ekim 1945. Bulgaristan’ın Ruscuk, Bisertsi Köyü.  Akçiçek ailesi bir erkek çocuğunu dünyaya getirmenin buruk sevincini yaşamaktadır. 

Çünkü Osmanlının Balkanlardaki hakimiyetini yitirmesinden sonra Rumeli Türkleri, mütemadiyen Bulgar, Sırp, Moskof çetelerinin imha hareketine, insanlık dışı işkencelerine maruz kalmış ve büyük göçlere zorlanmıştır. Bu zulüm 20.yy’da da devam ettirilmiştir.    

Yıl 1950... Dönemin Bulgar yönetimi, “ Tek bir Ulusun Yaratılması” siyasetini cehennemleştirir. 

Amaç içlerindeki büyük azınlık olan Türkleri, dayanılmaz baskı, şiddet, zulüm ve işkenceyle göçe zorlamaktır. Neticede Bulgar mezalimi altında inleyen, 
hafızaları asimilasyon törpüsüyle kazınmak istenen 200 bin Türk insanı asırlarca yaşadığı topraklarından sökülür, atılır. Akçiçek ailesi de bunlardan biridir; 
artık bu baskılara dayanamaz, neticede toprağını, evini barkını, bağını, bahçesini, akrabalarını, hatıralarını bırakarak 1950’de İzmir’e göç etmek zorunda kalır. (3,4,5)



Her şeyini Bulgaristan topraklarında bırakan Akçiçek ailesini İzmir’de işsizlik, sefalet, yoksulluk beklemektedir. Üstelik aile uğradığı zulmün travmasını 
hala üzerinden atamamıştır. Bir müddet İzmir’de kaldıktan sonra 1959’da Bursa’ya göç eder. Ailenin tek geçim kaynağı küçük bir baharat dükkanı olur. 
Zor şartlarda geçimini sürdürmeye çalışan Akçiçek ailesi tek umutları Halil’i en güzel şekilde yetiştirmenin gayret ve çabası içindedir. 

Her Türk evladı gibi Halil de, Türklük şuuru ve vatan sevgisiyle dolu yetiştirilmeli, vatana ve millete en hayırlı insan olması için her zorluğa göğüs gerilmeliydi. 

Ve öyle de olur. Halil her gittiği okulda yüksek başarı elde eder.

Yıl 1963. Orta öğrenimini Tophane Erkek Lisesi'nde yüksek başarıyla tamamlayan Halil, askeri öğrenci olarak Ankara Tıp Fakültesi'ne girer.



1963 yılı aynı zamanda, kahpe Yunan’ın, Türk milletini Kıbrıs’tan silmek için kurduğu katliam timi EOKA’nın yarattığı vahşetle bütün dünyanın çalkalandığı 
zamandır. 4 Aralık 1963’te Kıbrıs Lefkoşa’daki bir Yunan EOKA eylemcisi tarafından, kendileri için çok kutsal olan Markos Dragos’un heykeline bomba 
konularak Kıbrıs Türklerinin katledilmesine zemin hazırlanır. (6).  Bu bahaneyle derhal masum iki Türk evladı vahşice öldürülür. Artık ok yaydan çıkmış ve 
“Kanlı Noel”in fitili ateşlenmiştir. 23 Aralık 1963’te Kıbrıs Türk Alayı doktoru Tabip Binbaşı Nihat İLHAN’ın eşi ve 3 çocuğu saklandıkları banyoda, EOKA’lı 
katil Rumlar tarafından vahşice katledilince başta üniversite gençliği olmak üzere Türkiye ayağa kalkar (7).  Kıbrıs’ta ardı arkası kesilmeyen katliamlar 
bütün Türk dünyasını sarstığı gibi vatan aşkıyla kavrulan askeri tıbbiyeli öğrencilerin yüreklerini de derinden sızlatmaktadır. Üniversite öğrencileri nümayişte, nutuklar atılıyor, anavatan soykırıma marşlarla isyan bayrağı açıyor. Bu da gösteriyor ki Kıbrıs Türk’ünün ana vatandan yardım elini beklediği günler daha yoğun olarak gönüllerde hissedilmektedir.(8)

 Askeri tıbbiyeli Halil Akçiçek; uzun boylu, atletik vücutlu, sarışın, yeşil gözlü, yakışıklı fidan gibi delikanlı olmuştur. Bu fiziksel özellikleri ile diğer askeri 
tıbbiyelileri kıskandıran Halil, askeri tıbbiye deontolojisine uygun olarak da kendinden büyük ağabeylerine saygı ve hürmetini eksik etmeyen bir kardeş, 
kardeşlerini koruyan bir ağabeydir. Askeri tıbbiye günleri yoğun ders programları yanında lisanslı voleybolcu olarak oynadığı Ankara Tıp Fakültesi ve Harita Gücü Voleybol Takımlarında aldığı kupalar ile de hayatı taçlanmaktadır. Tiyatro ile de ilgilenmektedir. Askeri tıbbiyedeki son yıllarda beraber oyun sergiledikleri ve daha sonra eşi olacak Nesrin Hanımefendi ile tanışır. Prof. Dr. Yücel PAK, Halil’in yeşil gözlerindeki mutluluğu ve kalbindeki sevgiyi ‘’Bundan sonra göreceksiniz daha başarılı olacağım, yengenize söz verdim!’’ sözleriyle yâd edecektir. (9) 

1969 yılında Ankara Tıp’tan mezun olduktan sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisinde genel cerrahi ihtisası yapma hakkı kazanır. 
4 Eylül 1969’da da Nesrin hanımla evlenir. 1970 yılında kızları Aslıgül ve 1972 yılında oğlu Alp dünyaya gelir.

30 Ağustos 1970. Tabip Üsteğmen olan Halil Akçiçek, Ankara Mamak’ta 28. Mekanize Piyade Tümeni Sıhhiye Taburu Ayırma Bölük Komutanıdır. 



Aynı zamanda stajyer tabip teğmenlerin ilk kıta eğitimlerini almaya başladıkları 28.Tümenin de bir eğitmenidir. Üsteğmen Halil, bölük ilk yardım yeri, yaralı toplama yerleri, mekik sistemi, sahrada tıbbi müdahale kursları ve seyyar cerrahi hastaneye yaralı tahliye eğitimleri genç teğmenlere kendisi tarafından anlatılacaktır.

Kıbrıs’a müdahale amacıyla en kapsamlı plan olan Yıldız Atma-4’e göre 28.Mekanize Piyade Tümeni Kıbrıs’a çıkartma yapacak birliklerin başındadır ve 
tümen hazırlıklarını bütün bağlı birlik ve unsurları ile buna yönelik yapmaktadır. (10) Askeri sağlık sistemi Metehan’dan beri Türk ordusunun ayrılmaz bir parçası olmuştur, olmaya da devam edecektir. 15 Mayıs 1919’da kahpe Yunan’ın İzmir’i işgali sırasında ‘Kato (kahrolsun) Venizelos’ diye haykırdıktan sonra şehit edilen Tabip Yarbay Şükrü Bey’den ve her türlü manda ve himayeyi reddeden Tıbbiyeli Hikmet’ten (11)  aldıkları Kürşat ruhu (12) ile Kore, Kıbrıs ve iç güvenlik harekatında kahraman tıbbiyelilerin yararlılıkları bunun en güzel örneğidir ki, Tabip Üsteğmen Halil ERDOĞAN Kore’de, Tabib Üsteğmen Doğan GÖKBULUT iç güvenlik harekatında şehit olmuşlardır.(13)

 Kıbrıs Türk’ü yıllardır acı ve özlemle anavatandan yardım beklerken kahraman Türk ordusu da müdahale için hasretle yanıp tutuşmaktadır:

‘’Sabır ver Allah’ım!

Sabrım kalmadı

Vatanım Kıbrıs’a çıkmak isterim!

Vatan ellerini yad (yabancı) edenlerin

Dünyayı başına yıkmak isterim!’’

 Bu marş 28.Mekanize Piyade Tümeni Sıhhiye Taburu sabah koşusunda Halil Üsteğmen’in gür sesiyle yankılanmaktadır. Asil Türk milletinin kahraman 
evlatlarının hasret türküleri bütün birliklerde, Beşparmak dağlarını inletsin diye sevda marşlarına karışmaktadır.

Tarihi ve siyasi hiçbir hakkı olmadığı halde 1571 yılından beri Türk toprağı olan Kıbrıs’ta yaşayan bütün Türkleri yok etmek isteyen Yunan EOKA’cıların 
“Kanlı Noel” olarak tarihe geçen vahşetiyle başlayan ve Akritas Planı’yla devam eden nice katliamlar ve cinayetler ne ilkti ne de son olacaktı. 

Nitekim 1963 yılında başlatılan bu kıyım ve adada ENOSİS’i gerçekleştirme gayretleri; Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanmasına karar verdiği ve bu 
haktan aldığı güçle başlattığı 1974 Kıbrıs Barış Harekâtına kadar devam edecekti.(14)

 Anadolu insanı, Kıbrıs’taki kardeşlerinin geleceğinden emin olmaları, onların hür ve bağımsız bir biçimde yaşamaları için gerekirse canını vermeye her 
zaman hazır olduğunu her vesileyle göstermiştir. Çünkü Kıbrıs Türkleri bizim kardeşlerimizdir, Kıbrıs da Türkiye’nin millî bir davasıdır. 

Kıbrıs Türk’ü de, Türkiye’den kopartıldığından bu yana Türkiye’yi anavatan olarak görmüş, sürekli maruz kaldığı Rum tehdidine ve baskısına karşı umudunu 
Türkiye’ye bağlamıştır. 

Türkiye de yavru vatan olarak gördüğü Kıbrıs’a hep sahip çıkmış, devleti ve milletiyle her zaman ve her durumda Kıbrıs Türkü’nün yanında yer almıştır.

15 Temmuz’da Yunanistan’ın desteklediği Rum Milli Muhafız Ordusu tarafından gerçekleştirilen darbeyle Kıbrıs’ta Makarios yönetimine el konulur. 
Makarios ülke dışına kaçar. Bu darbeyle Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması ve Türklerin yok edilmesi amaçlanmaktadır. Ancak bu darbe, Türkiye’nin 
Kıbrıs’a müdahale sebebinin argümanı olacaktır. Artık rahmetli Denktaş’ın rüyasında Atatürk’ten ‘’Aman bizi kurtar, artık dayanamıyoruz!’’ ve Atatürk’ün 
‘’Konjonktüre dikkat et Denktaş! Konjonktür çok önemlidir!’’ dediği ortam doğmuştur.(15)

 Ayrıca Türk’ün büyük ATA'sı Mustafa Kemal’in: ‘’Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece Akdeniz bölgesinin ikmal yolları tıkanmıştır. 
Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.’’ stratejik uyarısının idrakiyle Kıbrıs’a müdahale şart olmuştur.

 Bunun üzerine 28.inci Piyade Tümeninin Sıhhiye Taburu ve bağlı bütün unsurlarına sefer görev emri verilmiştir. Aylardır teyakkuzda bekleyen 
12  bin kişilik tümen yükleriyle intikale hazırlanmaya başlamıştır. Bu esnada izinde olan Halil Üsteğmen de emir beklemeden derhal birliğine katılmıştır. 
Eş zamanlı olarak 28’inci ve 39’uncu tümen emrindeki seyyar cerrahi hastaneler doktor, hemşire ve personel ile teşkilat malzeme kadro oranlarını aşan 
oranlarda desteklenmiştir.(16)

 Kahpe Rumlara cehennem olacak 1600 araç, binlerce asker, 40 kilometrelik konvoyuyla kahraman Türk ordusu kükremektedir. Gazan mübarek olsun şanlı 
tümen!

 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs’ta havadan ve denizden harp çiçekleri açmaya başlamıştır. Mehmetçik yavru vatana, Kıbrıs Mehmet’ine kavuşmuştur artık. 
28’inci tümen ağırlıkları Mersin Taşucu bölgesinde hazır kıta beklemektedir. 29 Temmuz 1974, saat 15:30’da 28’inci tümen komutanı Tümgeneral Osman Fazıl Polat, sağlık şube müdürü Tabip Üsteğmen Ersoy IŞIK’ (Em. Prof. Tbp. Tuğg.,Kardiyolog)’ın da (17)  aralarında bulunduğu Tümen karargahı ile birlikte Ovacık’taki 72 adet UH-1 helikopterden oluşan kara havacılık alayına bağlı unsurlarla hareket ederek Kıbrıs’ın Kırnı bölgesine 16:15 itibari ile inerler. 30 Temmuz ve 2 Ağustos arasında da tümen sıhhiye taburu dahil bütün ağırlıkları ile vatan topraklarına ayak basar.(18,19)

 Tümen Sıhhiye Taburu ayırma bölük komutanı Halil Üsteğmen muharebe hizmet destek unsuru olarak bir kaç kez gemilere yükleme yapılıp tekrar indirilen 
sıhhiye taburunun bir an önce adaya ayak basması için çıkarma birlikleri komutanına ve kendisini oğlu gibi seven tümen komutanına ‘Komutanım biz bir an önce gitmek istiyoruz, birliklerimizin sıhhiye desteği yanlarında olmalıdır.’ diyerek durumu arz etmiştir. 39’uncu tümen sıhhiye taburu ve seyyar cerrahi 
hastane Kıbrıs’ta görevinin başındadır, ancak kahraman Halil beklemek istememektedir. H.Nihal Atsız’ın tabiriyle: Tabip Üsteğmen Halil de “koşar adım 
gitmeliydi onların arkasından”, nitekim öyle olur.

28’inci Piyade Tümeni Komutanının emriyle Lapta-Karava istikametinde yapılan harekatla stratejik bir öneme sahip 1023 rakımlı tepe 2 Ağustos saat 18:00’da 61’inci Piyade Alayı tarafından ele geçirilir.

6 Ağustos’ta , 28’inci Piyade Tümen Komutanlığının sorumluluğunda 61’inci piyade Alayı 2 ve 3’üncü komando taburları ile Deniz Piyade Alayı Lapta ve 
Karava’ya taarruz eder ve 7 Ağustos’ta Lapta-Karava kahpe Rum’dan temizlenir.(19)

8 Ağustos 1974. Hava puslu, düşman kalleş, yer gök kan kusuyor. Piyade Binbaşı Bünyamin Kasap(1931-Niğde), Tabip Üsteğmen Halil Akçiçek (1945-Bursa), Sağlık Başçavuş İ.Hakkı Gedik (1930-Ankara); sınırdaki yaralıların ve hastaların durumunu yerinde görmek için cip ile yola çıkarlar. Ne yazık ki, bu yola çıkış onlar için uçmağ olacaktır. “Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.” Yolda mayına basan cipin havaya uçmasıyla orada üç vatan yiğidini şehit veririz. Ve onlar şimdi Kıbrıs’taki Boğaz Şehitliğinde 79-80-81 numaralı cennet kapısında koyun koyuna yatmaktadırlar.

 Tarihin en köklü milleti olan Türkler böyle kahramanları sayesinde bugüne kadar var olmuştur ve kıyamete kadar da var olacaktır!

 Yaralılara ilk müdahaleyi yapan 39.Tümen 60 yataklı seyyar cerrahi hastanede genel cerrah olarak çalışan Tabip Üsteğmen Lütfi Baş (Prof.Dr. ve Plastik Cerrah) kollarında şehit olan kahraman Halil üsteğmen için gözleri dolu dolu, boğazı düğümlenirken yıllar sonra bile unutamadığı anısını “Vücudunda herhangi bir parçalanma, kan yoktu. Yeşil gözleriyle gülümseyen yüzü ile şaka yaptığını zannettim» sözleriyle anlatacaktır.(20)

 Kahraman Şehit Tabip Üsteğmenin şehit olduğu Siskilip bölgesine Akçiçek adı verilmiştir. İlk önceleri Lefkoşa’da bir hastaneye verilen adı şimdi Girne Dr. Akçiçek Hastanesi olarak yaşatılmaktadır. Lefkoşa’da Şehit Tabip Üsteğmen Halil Akçiçek kışlasına ve GATA Tıp Fakültesi içinde bin kişilik amfiye adı nakşedilmiştir.

Tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun...
Vatanım Kıbrıs’a Selam olsun!

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN ve YÜCELTSİN!

DİPNOTLAR;

1)      Osman Karababa, Bilgiyurdu Gençlik Dergisi Yıl:10 Sayı:60 Mart/Nisan 2017 .s. 22

2)      Hüseyin Nihal Atsız, Yolların Sonu, Kahramanlık. S.25

3)      Oral Sander, Balkan Gelişmeleri…,s.71 ; Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, Balkanlardan Anayurda

4)     Yapılan Göçler, s.111. 20 İbrahim Kamil, Bulgaristan’daki Türklerin Statüsü, İstanbul, basım yılı yok, s.46-47.

5)      Prof. Dr. Bilal Şimşir, “Bulgaristan Türkleri”, Türk Kültürü, sayı:263

6)      (H. Scott Gibbons, Peace Without Honour, Ankara, 1969, s. 31,76

7)      Dr. Emete Gözügüzelli,   Vurun “Kahpe”Kıbrıs’a, s.71

8)      Dr. Fazıl Küçük, Mücadelemizin Görkemli Günleri, Tanıtma Dairesi Yayınları, Mart 1998, s.205

9)      Prof. Dr. Yücel Pak ,Emekli Tabip Kıdemli Albay (1969-27), (Radyolog, Radyasyon Onkolojisi)  

10)   M,Şükrü Tandoğan , Kıbrıs Barış Harekatı Birlikler ve Muharebeleri . s.18,75

11)   Metin Özata , Atatürk ve Hekimler ,2015, s.315 , s.406

12)   Hüseyin Nihal ATSIZ,  Bozkurtların Ölümü

13)   Prof. Dr. Adnan ATAÇ , 20. Yüzyılda Şehit Olan Türk Sağlık Subayları

14)   İbrahim Artuç , Kıbrıs’ta Savaş ve Barış s.55

15)   Yılmaz POLAT ,Barış İçin Oradaydılar Parola:Kıbrıs s.3,4

16)   Fatma Aynur Gökçek ,Emekli Ordu Hemşiresi, Kıbrıs Gazisi

17)   Prof.Dr. Ersoy IŞIK, Emekli Tabip Tuğgeneral (1972-2), Kardiyolog

18)   Yılmaz POLAT ,Barış İçin Oradaydılar Parola:Kıbrıs s.79

19)   M,Şükrü Tandoğan , Kıbrıs Barış Harekatı Birlikler ve Muharebeleri . s.52

20)   Prof.Dr. Lütfi Baş, Emekli Tabip Kıdemli Albay(1968-6), Plastik Cerrah

RESİMLER

1) Aslıgül AKÇİÇEK KURUL, Kızı, Aile Arşivi

2) Uzm.Dr.Mehmet  KOÇER , Psikiyatrist, Girne Asker Hastanesi

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/kibris/2017/05/18/8636/kahramanlik-saldirip-bir-daha-donmemektir-sehit-tabip-ustegmen-halil-akcicek