13 Şubat 2018 Salı

BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 5



BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 5




MHP’li Halaçoğlu: Yavru Vatan Kıbrıs Elden Gitmektedir!


"Türkiye’nin Resmi Toprakları olan 18 Ada işgal edildi"

 Hülya Karabağlı

 HABER
 Hülya Karabağlı
12 Ocak 2017 21:20

MHP Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Gaziantep Bağımsız Milletvekili Ümit Özdağ ile Meclis'te düzenlediği basın toplantısında, Kıbrıs görüşmelerini gündeme taşıdı. Prof. Halaçoğlu, son siyasi gelişmeler yaşanırken "yavru vatan Kıbrıs'ın elden gittiğini" söyledi ve “Türkiye’nin sigortası niteliğinde olan ve Türkiye’nin Akdeniz’e kapısı durumunda olan yavru vatan Kıbrıs elden gitmektedir” dedi.

Toprak konusunda Annan Planı'nın da gerisine düşüldüğünü belirten Halaçoğlu, Kıbrıs'ta Türklere ayrılan toprağın fiili olarak yüzde 25'e düşeceğini anlattı. Türkiye'nin garantörlük hakkına dikkat çeken Halaçoğlu, "Aksi takdirde yeni bir Girit Adası benzeriyle karşı karşıya geleceğimiz kesindir." değerlendirmesinde bulundu.

Bağımsız Gaziantep milletvekili Ümit Özdağ, "Türkiye'nin, Türk milletinin ve Kıbrıs Türklüğünün menfaatlerini ihlal eden rezil anlaşma kabul edilir ve şehit kanlarıyla sulanmış topraklar Rum emperyalizmine terk edilir, KKTC yıkılır ve Kıbrıs ikinci Girit olma sürecine girerse ki girecek, o zaman orada bu sonucun ortaya çıkması için şehit olan Türk askerlerinin ve mücahitlerimizin neden şehit olduklarının sorgulanması gerekir” dedi.

 Özdağ: Bu anlaşma kabul edilirse ailemizin şehidini Gaziantep’e geri getireceğiz 

Özdağ, halasının oğlu Asteğmen Nafi Kıvanç'ın da Kıbrıs'ta şehit düştüğünü ve buradaki Boğaz Şehitliği'nde yattığını anlattı ve “Aile ile görüştüm ve bu anlaşma kabul edilirse şehidimizi adadan Gaziantep'e geri getireceğiz. Böyle rezil bir anlaşmaya imza atan bir yönetimin olduğu yerde şehidimizi bırakmayacağız" dedi.

"Türkiye’nin resmi toprakları olan 18 ada İşgal edildi"
Prof. Halaçoğlu ve Özdağ’ın basın toplantısı şöyle:

Bütün bunlar olurken, Türkiye’nin sigortası niteliğinde olan ve Türkiye’nin Akdeniz’e kapısı durumunda olan yavru vatan Kıbrıs elden gitmektedir. Bilindiği üzere Erdoğan Hükümetleri döneminde, hem Misâk-ı Millî sınırları içinde, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde olup Türkiye’nin resmi toprakları olan 18 ada, Yunanistan tarafından işgal edilmiştir ve hükümetçe buna maalesef bir tepki gösterilmemiştir. Nitekim bu Türk adalarından biri Aydın İli sınırları içinde yer alan Marathi Adası’dır. Eski Başbakan ve halen AKP Milletvekili olan Davutoğlu’nun, bu yılın Ağustos ayı başında, Ege Denizi’nde tatile çıktığı ve bu Marathi Adası’nı ziyaret ettiği basında yer almıştır. Bu ziyaret, maalesef işgali meşrulaştırmıştır.

Halbuki Cumhuriyetimizin kuruluşu sırasında Milletler Cemiyeti'ne tescil ettirilen Aydın Marathi Adası, Yunan işgali altında olan 18. Türk adasıdır. Marathi Adası'nın Türkiye'ye ait olduğu hem 25 Ocak 1933 tarihli T.C. Resmi Gazete'de belirtilmiş hem de 1943 tarihli İngiliz ve 1951 tarihli Amerikan haritalarında gösterilmiştir. Buradan AKP milletvekillerine sesleniyorum. Siz bir kişiye sınırsız yönetim hakkı tanırken, mensubu bulunduğunuz partinin hükümeti, vatan toprağını terk ederek vatana ihanet suçu işlemektedir ve siz buna sessiz kaldığınızdan aynı suça iştirak etmiş olmaktasınız. Elbette ilelebet iktidarda kalmayacaksınız. Dolayısıyla unutmayın ki, bu konu öylece kapanmayacaktır. Sizi bir tarihçi olarak ikaz ediyorum. Hiç şüpheniz olmasın ki bu tür hesaplar kapanmadan tarih sayfaları da hiçbir zaman kapanmamıştır ve bu olaylar tarih sayfalarına geçmiştir.

Başta Ümit Özdağ ve İsmail Ok milletvekillerimiz olmak üzere 21 Aralık 2016’da bir heyetle Kıbrıs’la ilgili doğrudan bilgi edinmek maksadıyla Kıbrıs’ı ziyaret ettik. Ziyaretimizde eski Cumhurbaşkanı Sn. Dervişoğlu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başbakanı Sn. Hüseyin Özgürgün, Meclis Üyeleri, Kıbrıs Türkiye Büyükelçisi Sn. Derya Kanbay, Maliye Bakanı Sn. Serdar Denktaş ve nihayet KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı ile görüşmelerde bulunduk. Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı dışında bütün yetkililer Sn. Akıncı’nın kendi başına bir görüşme gerçekleştirdiğini ve kimseyle görüşmeden Rumlarla müzakereleri yürüttüğünü belirttiler. Sn. Akıncı ise yaptığı görüşmelerle ilgili bilgi aktardı.

Kıbrıs görüşmelerinde şu hususlar ön plana çıkmaktadır. 1- Toprak meselesi 2- Yönetim 3- Nüfus 4- Garantörlük meselesi Toprak konusunda maalesef Annan planı gerisine düşüldüğü görülmektedir. Kıbrıs Türklüğü şu an bedelini kan ile ödeyerek Ada topraklarının yüzde 36’sını elinde tutmaktadır. Ancak Rum tarafı Ada’nın yüzde 75’ine ve kıyı şeridinin de yüzde 60’ına sahip olmak istemektedir. Bilindiği üzere 1992’de “Gali Fikirler Dizisi” diye adlandırılan ve BM Genel Sekreteri ButroButros Gali başkanlığında yapılan müzakere sürecinde KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ancak bir paket anlaşma çerçevesinde olmak üzere toprak düzenlemesinde yüzde 29’a inmeyi kabul etmişti. Paket anlaşma gerçekleşmediği halde o günden sonra Rum tarafı hep pazarlığa yüzde 29’dan başlamak istemiştir. Halbuki tüm konularda anlaşmaya varılmadan hiçbir konuda anlaşılmamış sayılması Kıbrıs müzakerelerinin ana prensibi idi. Şimdi Anastasiadis da pazarlığa yüzde 29’dan başlamakta ve Türk tarafını yüzde 25’e inmeye razı etmeye çalışmaktadır.

Halbuki Güneyde kalan Türk ve Türk Vakıf mallarının da dahil olacağı bir mal paylaşımının ve sınır belirlemesinin gerekli olduğu kesindir. Zira Kıbrıs adasının 3/1’i Türk vakıf arazisidir. Nitekim Sömürge İdaresi ile ortak Cumhuriyet Yönetimi’nin hâkim olduğu 1878-1974 döneminde, vakıf emlâkin önemli bir kısmı, vakıf kurallarına aykırı bir şekilde, Sömürge İdaresi, Merkezî Hükümet, Yerel Yönetimler, Kıbrıs Rum Kilisesi ve Kıbrıs Rum halkı tarafından gasp edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla 100 yılı aşkın bu gaspın bedeli milyarlarca dolara ulaşmaktadır.

Yapılmış olan kısmî tespitlere göre; Lala Mustafa Paşa ve Abdullah Paşa Vakıflarına ait gasp edilmiş arazi 76.650 dönüm olarak belirlenmiş olup, bunun 35.743 dönümü kentsel; 40.907 dönümü ise kırsal arazi niteliğindedir. Her iki vakıfın toplam arazisi 90 bin dönüm civarındadır ve vakıflar “Mülhak” vakıf olarak kurulmuştur. Bilindiği gibi Mülhak vakıflar satılamaz, devredilemez, hibe edilemez ve zaman as¸ımından etkilenmez.

İkinci konu Dönüşümlü Başkanlık meselesidir. Bilindiği üzere Dönüşümlü Başkanlık Annan Planı’nda Rum heyetince kabul edilmişti. Şimdi yeniden müzakere konusu haline getirilmesi ve kabul ettirilmesi bir başarı olarak gösterilmemeli ve bundan taviz verilmemelidir. Aslında burada asıl önemli olan husus, Türklerin temsiliyetinin 1960’ın gerisine düşmemesi ve yönetimde yer alacak Türk temsilcilerin yönetime etki edebilme gücüdür. Bunu da belirleyen pek çok faktör vardır. Bunlardan biri oy kullanımıdır. Eğer Rumlar Kuzey’e yoğun şekilde yerleşim amacıyla geçecekse, seçimlere katılımları meselesinin ayrıntılarıyla düzenlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Türk temsilcilerin seçilmesinde, Rum oylarının belirleyeceği bir demografik yapı oluşabilir ve bu da Türk temsilcinin Türkleri temsil etmesini doğrudan olumsuz etkiler.

 Garantörlük Hakkı ile bir kez oynadığınız takdirde, o artık bir uluslararası anlaşmadan kaynaklı bir hak olmaktan ve asli görevini yerine getirmekten çıkar. Bu sebeple eğer anlaşmada garantörlük kurumu bir şekilde sınırlandırılır ise yeni anlaşmada İngiltere ve Yunanistan yer almayacaktır ve bu daGarantörlük hakkının uluslararası niteliğini ortadan kaldıracaktır. İkincisi sınırlandırılmış bir hak, gerçek bir Garantörlük Hakkı’nın yerini tutacak olsaydı Rumlar bunun için ısrar etmezlerdi. Bunun kesinlikle kabul edilmemesi ve garantörlüğün asli şekliyle devam ettirilmesi gerekir. Aksi takdirde yeni bir Girit adası benzeriyle karşı karşıya geleceğimiz kesindir.

Bu sebeple Garantörlük meselesinin Beşli Konferans’ta masaya konulacak olması durumunda Türkiye üzerinde çoklu bir baskı kurulacaktır. Bu konuda önlemler derhal alınmalı, Türkiye’nin bu husustaki kararlığı tekrar gerçek bir samimiyetle ve ciddiyetle dile getirilmeli ve bu sözün de arkasında durulmalıdır.

Bütün bu tespitlerimizi paylaşmak ve gerekli önlemlerin alınması konusunda bilgi vermek düşüncesiyle Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’dan Kıbrıs konusunda bilgi vermek üzere 27 Aralık 2016’da bir randevu talebinde bulundum. Ancak bu randevu verilmedi. Bir milletvekili ve bu konularda çalışmaları olan bir bilim adamı olarak Türk Milleti’ne karşı görevimi yerine getirmek arzusunda bulundum. Bundan sonra Kıbrıs’la ilgili gelişmelerden sorumlu olmadığımı özellikle belirtmek istiyorum.

http://t24.com.tr/haber/mhpli-halacoglu-yavru-vatan-kibris-elden-gitmektedir,382771



***




YAVRU VATAN KIBRIS (1)

Feza Tiryaki,

Şunu iyice anladım: “Bir yeri görmeden orayı anlatamazsın.” Anlatacakların bilimsel olsa bile gerçeği tam yansıtmaz, gözlem öğesi, duygu öğesi, izlenimler eksiktir.

Kıbrıs’ı, gittim, gördüm, üç dört gün de olsa orada yaşadım. Kıbrıs’ın havasını soludum, şehitlikleri dolaştım. Kıbrıs’ta, o çok görkemli Atatürk anıtlarını, çağdaş, bağımsız yaşamı, eski çağdaş, güçlü Türkiye’mizin varlığını gözlemledim. Kıbrıs yakın tarihinin iki önemli adı Fazıl Küçük’ün evini (müze); Rauf Denktaş’ın mezarını ziyaret ettim. Kalelerini, tarih ötesinden gelen kalıntılarını, eşsiz güzellikteki kumsallarını, Osmanlı dönemi tarihi eserlerini gördüm. “Kıbrıs Türkü”nün güzelliğine, günlük yaşamına tanık oldum. Buranın neden çok önemli bir yer olduğunu, neden yayılmacı ülkelerin burayı paylaşamadığını, Türk’ün elinden neden alınmak istendiğini görerek, yaşayarak anladım.

“Kıbrıs, Yavru Vatan.” 1960’lı yıllarda katılan adıdır bu ad oranın.

Kıbrıs Adası, Akdeniz’de, bölgede, yurdumuza en yakındır. Ülkemizden, aynı kıyıdan kopmuş bir toprak parçası olduğunu anlamak için Kıbrıs’ın, kitaplar devirmek gerekmez, gözünle görürsün haritaya baktığında. Kıbrıs, ucu ok gibi uzanan yeşil ada, sokulur kıyılarımıza... Yayılmacı Yunan’ın çığırtkanlığı, yayılmacıbaşı, sömürgeciler kralı İngiliz’in ve yandaşlarının numaraları, burayı sahiplenmeleri kimseyi aldatmasın! Adanın, güneyimize olan uzaklığı, altmış beş kilometre nerede, Yunanistan’a olan bin kilometre nerede... İngiliz’in buradaki rolünü sorarsanız, bunun yanıtını veremezler, Akdeniz burada, İngiltere adlı ada ülkesi binlerce kilometre ötede, bambaşka bir yerde. Amerika dünyanın öte ucunda. Birbirlerini yiyip duran Arap ülkelerinden en yakındakine bile en az üç yüz kilometre uzaktır burası.

Akdenizin üçüncü büyük adası; göz görüyor, ada, Antalya’nın doğal uzantısı, aynı bitki örtüsüyle kaplı, aynı görünüşlü dağlı, aynı taşlı kayalı Kıbrıs. Buradaki Türk Cumhuriyeti: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.

Beşbarmak dağlarına kazılı iki bayrak, gerçekmiş. Hep resimlerde görürdüm. Beyaz üstüne yanda iki kırmızı çizgili, kırmızı aylı yıldızlı Kuzey Kıbrıs bayrağı ile Türk bayrağı nasıl da yakışıyor birbirine. Ne yazık ki dağa kazılı Türk bayrağı bakımsızlıktan epey silinmiş, belirsizlenmiş, Kuzey Kıbrıs Türk bayrağı yalnız kalmış orada. Bunun dışında her yanda iki bayrak birlikte asılı. Camilerin iki minaresi arasına mutlaka iki bayrağımız asılı. Şehitliklerde öyle. Akla gelen gelmeyen her yerde iki bayrağımız yanyana dalgalanıyor Kıbrıs göklerinde...

Ziraat Bankası orada T. C. simgesiyle, eskisi gibi. Her yerin adı Türk adı, Türkçe. Herkes Türkçe konuşuyor, orada yaşayan, bir işte çalışan zenciler bile, duyunca kulağına inanamıyorsun, bülbül gibi Türkçe konuşuyorlar. Üniversite öğrencileri, buraya okumak için nereden, hangi ülkeden gelmiş olurlarsa olsunlar sen ben gibiler, dilleri Türkçe şakıyor. İşyeri adları Türkçe. Orayı görünce bizim büyük kentlerimizdeki İngilizce yer adlarından, tabelalardan utanıyorsun. Yerleşim yerleri, köyler birbirinden güzel Türkçe adlarla söyleniyor:

Türkmenköy, Zümrütköy, Beyarmudu, Köprülü, İncirli, Turunçlu, Nergisli, Çayönü, Karakum, Değirmenlik, Göreli, Anıttepe, Hamitköy, Haspolat, Kaymaklı, Tatlısu, Yeni İskele, Yeni Erenköy, Yamaçköy, Gönendere, Adaçay, Güngör, Altınova, Çayönü, Ergenekon, Görneç, Gelincik, Taşlıca, Kumyalı...

“Ne güzel adlar oy bizim adlar”, demez de ne dersiniz bu adlara?

“Akçiçek, Pınarbaşı, Kırklar, Göçen, Ulukışla, Arıdamı, Karşıyaka, Alsancak, Ötüken, İnönü...”

Ya sokak adları? Bizdeki, son yılların modası, ad takma yerine numaralama, ad takmaya üşenilen, adı önemsemeyen çirkin anlayış Kıbrıs’ta yok. Her sokağa anlamlı bir ad konmuş:

Örneğin Gazi Mağusa’da,“Kurtuluş, Sakarya, Atatürk adlı caddeler, sokaklar var. İsmet İnönü, Eşref Bitlis, Mehmet Akif, Ziya Gökalp, Kenan Evren Paşa, Şehit Gazeteci Hasan Tahsin, Ecevit adları da burada caddelere sokaklara ad olmuş. Tarihi günler de ad: “20 Temmuz Sokağı” gibi. Atatürk’ün adı, her yerde. “Atatürk Meydanı, Atatürk Caddesi, Mustafa Kemal Bulvarı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı gibi değişik yerlerin ortak adı, Atatürk.

Adanın başka özelliklerini, adaya takılan Akdeniz’in uçak gemisi takma adını, adanın değerli konumunu, Türkiye’nin güvenliğindeki yerini bir yana bırakın, adları bu kadar Türk olan Türk toprağı, bu çok değerli Türk yurdu, ulusça, yöneticilerce nasıl bağra basılmaz, üvey evlat muamelesi görür; üstelik, Yunan’ı kollayan Birleşmiş Milletlerle pazarlığa oturulur, halk oylamasında baskıyla Yunan’a, dolayısıyla İngiliz’e verilmeye kalkışılır, anlamak çok zor...

Bu güzel yurdu, yavru vatanı gözleri görmeyen gezginlerimize ne demeli? Elin Yunan adalarına, yok ta Maldivlere, İtalyalara giderler, elin hiçbir özelliği olmayan, sıradan adalarında, sahillerinde gezmeyi bir iş sanırlar, bununla övünürler, oralara para akıtırlar da, bu cennet köşe akıllarına gelmez.

Mersin’den gemiyle iki - üç saat, arabalı gemiyle (feribot) altı – sekiz saat, Antalya’dan uçakla kırk beş dakika uzaklıkta bu adamız. Uçağa binmenle inmen bir oluyor. Biletler, uzun yol otobüs fiyatları kadar. Gidin, gezin, Türk Kıbrıs’ı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, Türk’ün yavru vatanını görün, oralarda para harcayın, her harcadığınız para, Yavru Vatan’ın ekonomisini canlandırsın, hayatsuyu olsun, orayı güçlendirsin...

Yavru Vatan’ın bağımsızlığını korumasına, egemenliğine bir katkınız olsun.
Şehit kanları boşa gitmesin...
Feza Tiryaki, 
14 Mayıs 2016


YAVRU VATAN KIBRIS (2)


Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. 1983’te kurulan devletin adı. Simgesi, KKTC. Ulusu Türk, dili Türkçe.

Başkenti Lefkoşa. Diğer kentleri: Girne, Gazi Mağusa. İki uçtaki Güzelyurt ve İskele de önemli merkezler. Nüfus, 286 bin. Ülkenin yüzölçümü, 3 bin 355 kilometrekare.

En akıl almaz yanı ise işin, bu güzel devleti, zorunluluktan kurulan, toprakları şehit kanlarıyla sulanan bu Türk devletini, Türklerin yavru vatanını, şu güne kadar, Türkiye dışında hiçbir devletin tanımaması. Türk birliği çığlıkları atanlar, aynı millet iki devlet diye Azerbaycan’ı tanıtanlar, Arap hayranlıkları tavana vuranlar, Asya ülkeleriyle, parlayan Çin’le işbirliği etmeli, onlar bizim dostumuz diye haykıranlar ne diyor bu düşman safında olmaya, Türk’ün yalnız bırakılmasına, gerçekten merak konusudur...

Önce, bu devleti kimseler tanımadı. Daha sonraları da, bu AKP döneminde, bizimkiler (Türkiye'yi yönetenler), Kıbrıs’ı tanımak isteyen devletlere (Pakistan, Rusya... ), ”Bizim böyle bir isteğimiz yok, dediler, bu da bir iç yarasıdır.

Kıbrıs’ın tarihini kısaca yinelersek, bu konuya duyarsız kalanlara, tarihsel gerçekleri anımsatırsak, durumu belki daha iyi görebiliriz.

Tarih öncesi, ilkçağlar:

Adanın varlığı, yaklaşık yirmi milyon yıl önce Anadolu’dan kopmasıyla başlar. On bin yıl öncesi, ilkçağlardaki durumu, buraya ilk yerleşenler, bölgenin diğer yerleşim yerleri gibidir. Kültürler birbirini etkilemiş, gelen, savaşan, giden hiç eksik olmamıştır. Sonra, Roma, Bizans, Venedikliler... En sonunda da Türklerin kesin egemenliği. (1571)

Osmanlı (Türk) egemenliği dönemi:

Osmanlı devletinin yönetimi gereği, oluşan serbest ortamda, Katolik Venediklilerin etkinliğini yitirmesiyle, burada Ortodosk Rum kültürünün gelişmesine izin verilmiş. Adaya Karaman’dan Türkler yerleştirilmiş. Çok sayıda Türkmen buraya göçmüş... Türklerin, adayı Venedik egemenliğinden almalarında, yani adayı fetihlerinde on binlerce Yeniçeri askeri can vermiş, adaya ilk Türk kanı bu dönemde akıtılmıştır.

“Doksanüç Harbi”nde ( 1878 Osmanlı - Rus savaşı) adanın egemenliği yeniden el değiştirmiş, ada Osmanlılarca İngilizlere kiralanmış. Böylece mülkiyeti Osmanlı’nın (Türklerin), yönetimi İngilizlerin olan bir yer oluşmuş. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler (1914), Osmanlı Devleti Almanya ile birlik olup savaşa girince, burayı kendilerine bağladıklarını ilan etmişler, ada İngiliz’e geçmiş. Biliyorsunuz, Osmanlı’nın tarihe gömülmesiyle, Sevr’i imzalayarak yayılmacı ülkelerin işgaline uğramasıyla bile Türkler yenilemedi. Yurdu işgal edilen Türk ulusu, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde savaştı, düşmanına boyun eğmedi. Türk ordusu, arkasında İngiliz’in olduğu Yunan’ı yendi, denize döktü. Türk halkı, işgalci İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı kovdu... Üç yılı aşkın süren Türk Kurtuluş Savaşıyla Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Cumhuriyetin tapusunun alındığı Lozan antlaşmasında da (Temmuz 1923) günün şartları gereği zorunlu olarak bu durum (adadaki İngiliz egemenliği) onaylanmış.

Adadaki İngiliz işgali:


Adadaki İngiliz işgali, 1960 yılına kadar sürmüştür.


1931 yılında İngilizlerle ada halkının ilk çatışmaları başlamış. Rumlar, adayı Yunanis’tan’a bağlamaya kalkışmışlar. Önce İngiltere güdümlü ‘Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK) kurulmuş. Ardından, 1944 yılında Dr. Fazıl Küçük, adada Türkleri biraraya getiren Kıbrıs Milli Türk Halk Partisini kurmuş. 1953 yılında da Rumlar “EOKA” örgütünü (Türkleri düşman ilan eden) kurmuşlar. Buna karşı, adadaki Türk halkı kendini korumak amaçlı, Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurarak (1956), bu teşkilatta birleşmişler. Rumların yayılmacı, soykırımcı amaçlarını bu sayede bir süre engellemişler.

Önceleri, adanın Türk nüfusu Rumlarla aynıymış, hatta, daha da çokmuş, sonra bu oran baskıyla, kırımla üçte bire düşmüş.

Bu süreçte, ada için, Türkler, “taksim” demişler, bağımsızlık istemişler; Rumlar, Yunanistan’la birleşmeyi savunmuşlar.

Daha sonra İngiltere’nin önerisiyle adada yönetimin, adadaki Türk ve Rum halkıyla birlikte, İngiltere, Yunanistan, Türkiye tarafından ortaklaşa olması tartışılmış, taraflar arasında görüşmeler başlatılmış (1958).

1959’da da, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması kararlaştırılmış, Zürih ve Londra anlaşmalarıyla da kuruluş duyurulmuştur.

Rum Papaz Makaryos (Makarios) adı da, 50’lili yıllarda duyulmaya başlamış, bu kişi (Kıbrıs Rum Ortadoks lideri), Kıbrıs adası için, “Enosis”ten başka söz etmemiş, 1955’te kurulan Yunan terör örgütü EOKA ile birlikte çalışmıştır.

1956’da İngiliz yönetimi Makaryos’u kışkırtıcı diye adadan sürüyor. İlk kez Birleşmiş Milletlerde Türkiye, “Taksim” sözünü ağza alıyor. Türkiye’nin her yanında “Ya taksim, ya ölüm” söylemleri yayılıyor. O günleri yaşayanlar anımsarlar, daha önceleri her yerde, “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır!”deniliyordu.

NATO kuruluşu, 1957’de Kıbrıs’ta arabuluculuk ediyor. Makaryos geri dönüyor.


Kıbrıs Cumhuriyeti dönemi:


Kıbrıs Cumhuriyeti iki dilli kuruluyor. Türkçe – Rumca. Yönetimin yüzde yetmişi Rumlardan, yüzde otuzu Türklerden olacak ama kurulacak orduda bu oran yüzde altmış (Rum), yüzde kırk (Türk) olacak.

Sonra anlaşmazlıklar başlıyor. Makaryos, Türkleri eşit ortaklıktan azınlık durumuna düşürmek için Anayasa değişiklik önergesi hazırlıyor. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri bunu kabul etmeyince, Rumlar, Türklere soykırım uyguluyorlar.

Türkleri, yok etmenin, sindirmenin, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamanın adı, “Akridas” planı.

1963 yılında terör örgütü EOKA saldırıya geçiyor. O zamanlar, Türkler adanın her yanında oturuyorlar. Camiler, okullar bombalanıyor, evlere kanlı baskınlar yapılıyor, Türkler öldürülüyor...

Kanlı Noel, Türklere yapılan soykırımlar...


O günlerin sonucu: Beş yüz soydaşımız ölüyor, yüz doksan sekiz soydaşımız kayıp...

Yüz üç Türk köyü, halkıyla, kırıma, yıkıma, soykırıma uğruyor...

Aralık 1963’te, Türk savaş uçaklarının Türkiyeden kalkıp, buralarda (Lefkoşa) uyarı uçuşları yapması Rumları ateşkese zorluyor. İngiltere’nin arabuluculuğunda Lefkoşa’ya, “Yeşil Hat” çiziliyor, Türk ve Rum kesimleri ayrılıyor.

Kıbrıs Cumhuriyeti böylece bir kaç yıl içinde yıkılıyor.

Kıbrıs’ta 1964- 1974 dönemi:


Bu dönem, zulüm dönemidir. Türklere edilmedik eziyet, yapılmadık kötülük yoktur. Ekonomik baskı da cabası.

Yapılan işkence, ekonomik baskı, Türkleri gıdasız, yardımsız bırakma, keyfi tutuklama, Türklere, ulaşım, haberleşme kısıtlaması yetmemiş; Makaryos, 1 Ocak 1964 tarihinde, 1960 anlaşmalarının kendilerince geçersiz olduğunu duyurmuştur.

Bundan iki ay sonra, Güvenlik Konseyi, taraf tutarak, saldırgandan yana olarak, yıkılan Kıbrıs Cumhuriyeti yerine “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” adını alan Rum tarafını, “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanımış, onları Kıbrıs’ın temsilcisi olarak saymış, desteklemiştir.

1964 yılı Kıbrıs tarihinde çok önemlidir. “Johnson mektubu” bu dönemin ibretlik olayıdır. O zamanın Amerikan başkanı Kıbrıs’a garantör devlet olarak karışmak isteyen dönemin Başbakanı İnönü’yü bir mektupla (Haziran 1964) korkutmuş, ne acıdır, bir mektup Türk devletinin elini kolunu bağlamıştır.

Bu mektubun hemen ardından da olaylar, saldırılar şiddetini artırır, Rum ve Yunan birlikleri ( 5 Ağustos) hava saldırısıyla Erenköy Türk bölgesini bombalar. Soydaşlarımız şehit edilir...

Bu durumda Türk Silahlı Kuvvetleri ( 8 Ağustos) karşı harekat olarak buraya uçarlar, Rumların yapacakları soykırımları bir parça önlerler. Bu harekatta Rumlarca uçağı düşürülen Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in başına gelenler insanlık için utançtır. Esir aldıkları Türk pilotunu, Rumlar, işkence ederek, organlarını sırasıyla keserek ağır ağır öldürmüşlerdir.

Şehitliklerimizde bu günlerin şehitleri, yirmili yaşlardaki askerlerimiz sıra sıra yatıyor, komutanları başlarında... Elli yaşına erişmemiş. Askerlerin doğum tarihleri 1944, 43, 42, ölümleri hep 1964...

Rumlar, o dönemde, adaya asker, silah yığmışlar, Türkleri adanın küçük bir bölümüne sıkıştırıp, yüzde doksan yedisini işgal etmişler, adanın Kıbrıs’a bağlanmasını istemişlerdir. Makaryos bunun için Kıbrıs Cumhuriyetini yıktıklarını, asıl amaçlarının bu olduğunu Kasım 1964’te açıklamalarıyla dünyaya duyurmuştur.

1967’deki Geçitkale, Boğaziçi köylerine yapılan Rum saldırısı, kırımlar, Türklere edilen işkenceler nasıl unutulur?

Yine de, Türkiye Kıbrıs’a müdahale edememiş, yine ABD araya girip Türkiye’yi oyalamıştır. Bu arada Rumların saldırılarından, işkencelerinden yılan Türklerin büyük çoğunluğu, yerinden yurdundan göç etmiştir...

Kıbrıs Barış Harekatı:


1974 tarihinde, Yunan subayları darbe yapıyorlar. EOKA’cılar adayı Yunanistan’a bağlamak için harekete geçiyorlar. Makaryos İngilizlere sığınıyor. Amaçları "Enosis" olan Rum ve Yunan saldırganlar toplu kıyımlara girişiyorlar. Öldürülen Türkler, Atlılar, Muratağa, Sandallar, Topçuköy, Geçitkale toplu mezarlarına gömülüyor...

Türkiye bu kez müdahale ediyor. Başbakan Ecevit, kararlı. 1960 anlaşması uyarınca, garantör devlet olarak, 20 Temmuz 1974’te adaya asker çıkarıyoruz. Ecevit, biz savaş için değil barış için oradayız, Rumlara da barış getiriyoruz, diyor. Rumlara değil, cuntaya karşı yapılmış bir harekattır bu, diyor.

Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş da, aynı sözlerle halka seslenip, sözlerine şunu ekliyor: “Huzur içersinde evinizde bekleyin. Bugünleri bize gösteren Tanrı’ya dua edin.”

Sonra, sonuç alınamayan Cenevre görüşmeleri. 15- 16 Ağustos’ta İkinci Barış Harekatı.

KKTC nasıl kuruldu?

13 Şubat 1975’te Rauf Denktaş başkanlığında, “Kıbrıs Türk Federe Devleti” (KTFD) kuruldu. Cenevre görüşmelerinde Birleşmiş Milletlerin aldığı karara uyularak. İlerde birleşecek Kıbrıs’ın Türk tarafı olarak.

Sonra, bitmez tükenmez görüşmeler dönemi başlıyor. Denktaş Makaryos arasında ilk toplantı. Sonra sonuçsuz tam 227 toplantı.

Görüşmelerin üçüncüsünde kabul edilen “Nüfus Değişim Anlaşması” ile iki bölgelilik resmiyet kazanmış, güneyde kalan Türkler kuzeye, kuzeydeki Rumlar güneye göçmüştür. Güneyde 120 Türk, kuzeyde ise 1400 Rum bırakılmıştır.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, “Kıbrıs Hükümeti “olarak tanındığı, kollandığı, amaçları da, anlaşmak olmadığı için, bu görüşmelerde parmağını oynatmıyor, hep oyalıyor... Türklerle eşitlik, ortaklık istenmiyor. Birleşmiş Milletler, Türk tarafı için sert kararlar alıyor, baskı uyguluyor. Rumları yeniden kuzeye geçirmek istiyorlar.

Sonunda 15 Kasım 1983 yılında, "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti"ni, Türk tarafı ilan ediyor, kurulan devletin bağımsızlık bildirgesini de, Kıbrıs Türkü’nün atası, büyük devlet adamı Rauf Denktaş okuyor.

Yeniden toplantılar, görüşmeler, Birleşmiş Milletler tuzakları, yeniden Rumların değişmeyen aynı istekleri... Böyle böyle iş Annan planına kadar gelip dayanıyor. Çok tartışılan, Türk kesiminin kötülüğüne olan bu plan, halk oylamasına sunuluyor (2004). Türkiye’deki, AKP iktidarı, planın kabulü için ada Türklerine baskı uyguluyor. O zamanın parlayan adı Mehmet Ali Talat’la ortak hareket ediyor, Annan planına karşı olan Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı devre dışı bırakıyorlar. Kıbrıslı Rumların plana hayır oyu vermeleri, Kıbrıs’ın eninde sonunda kendilerinin olacağına güvenmeleri, plana yüzde 64 evet oyu veren Türkleri şimdilik kurtarıyor.

Sonra yeni pazarlıklar, yeni tavizler...


Kıbrıs’ın atası, Kıbrıslı Türklerin otuz iki yıl Cumhurbaşkanlığını yapan Denktaş’ın ölümü (2012).

Yunanistan’ın sosyalist başbakanı Çipras’ın bile, 13 Şubat 2015’te, “Adaya, Kuzey Kıbrıs’a tekrar Yunan bayrağı dikeceğiz!” demesi... Bunca yıl, Rumların hiç değişmediğini, sabırla sonuca gittiklerini görüyoruz. Türk tarafının yeni başkanı Mustafa Akıncı’yla birlikte, AKP iktidarının nelere evet dediğini, gizlenen, açıklanmayan son anlaşmaları bilmiyoruz.

Güney Kıbrıs, şu an Avrupa Birliğinde, uluslararası anlaşmalara aykırı olarak. Akdeniz’de denizimizi işgal ediyor. Hava – deniz sahalarımız kısıtlanıyor, azaltılıyor.

Yüzde ona yakın bir toprak yeniden Rumlara verilecekmiş Kıbrıs’ta. Kapalı kapılar ardında tartışılan konu buymuş. Maraş’ta, Yahudiler için koloni kurulacakmış. İngilizler için de öyle. Türk tarafına altmış dört bin, yeni verilecek yerlere yüz bin Rum yerleştirilecekmiş. Türkler, yurtsuz sayılacak, evleri, yurtları için kira ödeyeceklermiş.

Adadaki Türk – Rum nüfus oranı üçte birdir. Bu oranın dörtte bire düşürülmesi öngörülüyormuş son görüşmelere göre. Kısaca, Türk nüfusu daha da azaltılacak.

Maraş’taki vakıf varlıklarımız da ayrı bir sorun. Türk vakıf malları sahtecilikle ele geçiriliyor.

Türkiye’den boruyla getirilen suyla oluşturulan, DSİ’nin yaptırdığı baraj gölü, “Geçitkaya Barajı” Güney Kıbrıs’a verilmek isteniyormuş. Kim bunu istiyor? Konuşabilen emekli askerler açıkladılar: AKP iktidarının başı. Susuzluk çekilen Kıbrıs’taki bu su, denildiğine göre, adayı, güvenliği için çok önemseyen, kısa tarihi boyunca, burayı konaklama yeri (konakçı) olarak kullanan, Rumlarla işbirliği içinde olan İsrail’e akıtılacak.

Adadaki Türk askerinin sayısının, sinsice azaltılmasına ne diyeceğiz? Terhis edilen askerin yerine yenisi gönderilmiyormuş. Bu nedenle, iki karakol kapatılmış.

Yunan Savunma Bakanı, Başbakanı günümüzde de açıkça,“Enosis” diyor. Kıbrıs, Yunan diyor.

Türkiye ne diyor? Neden Yavru Vatan Kıbrıs’ı gözden çıkarıyor, davayı benimsemiyor, çıkarlarımızı düşünmüyor bizim yöneticilerimiz?

Ege’de kayalıklarımız, adalarımız Yunan’a bir bir geçiyor...

Yunan başbakanı Çipras, daha geçenlerde (Mart, 2016), PKK terör örgütünü destekleyen, eli kanlı bölücülerle arası iyi olan, dünyaya ve bize “Enosis” mesajları vermekten utanmayan bu kişi, işgalci atalarının denize döküldüğü İzmir’de, iktidarın o günkü başbakanı tarafından çiçeklerle karşılandı...

En az 75 bin şehit vermişiz Kıbrıs’ta... Kanlarımızla sulamışız yavru vatanın topraklarını... Ata topraklarını...

Tarih hepsini yazacak...

Feza Tiryaki

15 Mayıs 2016 

6 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder