Ayşe Önal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayşe Önal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 17

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 17


BAŞKA BİR TUNCAY GÜNEY PORTRESİ 

Kenthaber’de yazan Mehmet Özbek’in kaleme aldığı başka bir Tuncay Güney portresini okuyalım: ”Hayat bazen hiç karşılaşmak istemeyen insanları bir araya getirebiliyor. İstemeseniz bile aynı yerde çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Eskiler buna hayatın cilvesi derler… 
Benim de başımdan böyle bir hadise geçti… 
Galiba 1994 veya 1995 yılı idi. Yeniden yayına başlayan, televizyon ve buzdolabı ile medyadaki promosyonu azdıran Mehmet Ali Ilıcak’ın Akşam gazetesinde yazı işleri yönetimi değişmiş, ben de yazı işlerinde çalışmaya başlamıştım.. 

Bir gün yeni yayın yönetmeni Behiç Kılıç, bir gazetecinin elinde bir iş olduğunu, kendisiyle benim ilgilenmemi istedi… 
Behiç Kılıç, ustası Rahmi Turan ekibinden yetişme Günaydın tipi gazetecilikten gelen bir kişiydi.. Onun için fotoğraf ve manşet önemliydi.. Gerisi laf… Derdi de ‘vatan hainleri’ydi. Bir taraftan Kardak krizi, bir taraftan PKK sorunu, bir taraftan da başta ABD olmak üzere AB ve onların yerli işbirlikçilerinin hain oyunları, yayın yönetmeninin en baş derdiydi… Derdin hikayesi, Batı karşısında güçsüz olan Türkiye’nin kimlik arayışından kaynaklanan korku ve telaş duygusuydu. 
Devir faili meçhul cinayetlerin azdığı Tansu Çiller, Necmettin Erbakan ve Mesut Yılmaz’ın üçlü koalisyon . Başbakan Tansu Çiller yayın yönetmeni için ‘dişi Asena’, eşi Özer Çiller ise ‘abi’ydi… 

O nedenle bir süre sonra papaz olmaya başladık… Neyse… Daha tam papaz olmadan, aynı gazetede çalışan fakat ayağını sürüyen meslektaşımız Ayşe Önal, yönetim değişikliğinden önce Kuzey Irak’a, oradan da Suriye üzerinden Lübnan’a giden bir gazetecinin tekrar işe alınmasına ricacı olmuştu hatırladığım kadarıyla… 
Yazı işleri odasına Ayşe Önal getirdi o kişiyi. Temiz yüzlü bir insandı odaya giren.. Temiz, pak, spor giyimli, sanki ana kuzusu sıcaklığından ormana düşmüşlüğünü çehresinde gizleyen soğukkanlılığı bir maske gibiydi. Adı 
Tuncay Güney’di… 

Hani Hürriyet’ten Saygı Öztürk’ün ‘Ergenekon’un hahamı’ diye haber yaptığı kişi… 

Tanıştık… Odadaki boş bir masaya iki iskemle yanaştırdım… Elindeki işi sordum…Daha önceki yönetim tarafından Kuzey Irak’a gönderilmiş, oradan Suriye’ye oradan da Lübnan’a gittiğini anlattı. 
Söylediği yerlere daha önce ben de gittiğimden, oradan buradan konuştuk… 
Bir süre Samanyolu’nda çalıştığını anlattı... 
Yaptığı gezi ile ilgili yazıyı verdi… 

Şöyle bir baktım… 

Yazısı iyi değildi. İçeriği de sığdı. Dişe dokunur pek bir şey yoktu. Zorlama ile 2-3 günlük bir dizi yapabilirdim. 
Yazıdan hatırımda kalan, Barzani'nin mi Talabani'nin mi, -pek ayırt edemiyorum- Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’a selam göndermesiydi o günlerden bugüne.. 

Fotoğrafları istediğimde, oradan buradan alınmış kareleri gösterdi. Örneğin görüştüğünü ve söyleşi yaptığını söylediği Talabani ve Barzani ile çektirilmiş fotoğrafları yoktu. Tuhaftı. Oralara kadar gideceksin, o bölgenin en 
önemli liderleriyle konuşacaksın ve fotoğraf çektirmeyeceksin! 

Lübnan gezisi ile ilgili fotoğrafları isteğimde ise bir sürelik yanımdan ayrıldı ve çok güzel dia (o zamanlar film olarak dia kullanılıyordu) kareleri getirdi. Gördüğüm gibi tanıdım fotoğrafları… Daha önceki dönemde Akşam’da çalışmış olan benim de iyi arkadaşım olan Sedat Aral’ın Lübnan ve Filistin ile ilgili büyük bir arşivi vardı… Gösterdiği dialar onun o bölgelerde çektikleriydi… 

Uyanık Güney, Aral’ın dialarını kendisininki diye yutturmaya çalışmıştı… 
Dakika bir gol bir… Ben de, saf saf, bir daha böyle bir şey yapmamasını, yaptığı şeyin emeğe saygısızlık olduğunu anlatmaya çalıştım.. O da kös kös dinledi… Nereden bilirdim adamın nelere bulaştığını… 
Güney’in içi boş, zorlamayla doldurmaya çalıştığım yazısı iki veya üç günlük bir dizi oldu sanırım… 
Meğer Güney’in dizileştirdiğim gezide neler olmuş neler… Gezi arkadaşları, Aydınlık muhabirleri ve görevlilermiş (acaba JİTEM’ciler mi?)… Güney bu gezi sırasında Veli Küçük’le Barzani’yi tanıştırmak istemiş, Barzani’ye ve Talabani’ye 12 bin, PKK’nın önemli liderlerinden Cemil Bayık’a da 6 bin silah teslim 
etmişler… Lübnan’dan da Apo ile Doğu Perinçek’in birlikte çekilmiş o meşhur fotoğrafını PKK’lılardan alıp MİT’e getirmiş… Bunlar, Ergenekon haberlerinin etrafa saçıldığı zamanımızda, Güney’in açıklamaları… 
Silahların PKK’ya verilmesi doğruysa tam bir skandal…Ve Güneydoğu’da nelerin döndüğünün nasıl oyunların oynandığının en hazin tarafı… 
Fakat o zamanki gezi yazısında bunların dirhemi bile yoktu. Ne bunlar ne de doğru dürüst bir Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan analizi… 

Tuhaf bir insandı. Gazetenin yazı işleri katındaki ziyaretçi yerinde, bilinen gazeteci camiasının tiplerinden farklı, daha çok İslami dünyanın badem bıyıklı, yüzleri kağıt gibi beyaz gençleriyle gördüm birkaç kez. 
Onun yeri istihbarat servisindeydi. Güney’i oradaki arkadaşlara birkaç defa sordum. Pek tanıyan ve huyunu suyunu bilen de yoktu. 
Bu arada, Güney, yayın yönetmeni Behiç Kılıç’ın koruyucu kanatlarının altına girdi. Kılıç, bana güvenmediği için Güney’i ve getirdiği haberleri şimdilerde Yeni Çağ gazetesinde yazarlık yapan ve samimi milliyetçi çizgisi ile tanınan Arslan Bulut’a teslim etmiş, beni de bu tuhaf insandan kurtarmıştı. 
Kılıç, zaman zaman Güney’i yanına çağırır, o günlerin gündemdeki konusu ilgili olarak, haber başlığı verir ve hadi git hemen haberi yap gel derdi… 
O da elinde bir müsvedde ile birkaç saat sonra gazeteye gelir, Akşam’ın manşeti oluşurdu… 
Başlık konuları hemen hemen birbirinin kopyası gibiydi: 
Vatan hainleri vatanı ABD’ye sattı, ABD ile PKK işbirliği yapıyor veya yerli uşaklar vatanı AB’ye satıyor… 
Kısa zamanda Güney’in haber kaynağı da ortaya döküldü… Ben MİT’e gittiğini sanıyordum… Meğer oraya değil de Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Doğu Perinçek’in liderliğindeki Aydınlık dergisi veya İşçi Partisi merkezine gidiyor, oradaki ağabeylerinden haberi alıyor ve geliyordu. 
Akşam yönetiminin hoşuna gidecek haberler Aydınlık’ta mebzul miktardaydı. Tek ki istenilsin… Artık, Aydınlık’tan Akşam’a açık açık haber servisi başlamıştı… 
Haberler hiç çek edilmiyor, esası bozulmadan yazı işlerinde senaryolaştırılıyor du. 

Benim için Güney tehlikeli adamdı. Gazeteci hiç değildi. 
Çünkü ismen Aydınlık da olsa kaynağı bana göre karanlıktı. 
Türkiye medyasının bir sorunu vardır. İstihbarat servisleri ile ilgili doğru dürüst uzman haberci yetiştireceklerine, istihbarat servislerinin gazetelere bilerek yerleştirdikleri görevlilere hep kucak açmışlardır… Bugün bile hemen hemen tüm gazetelere yerleştirilen elemanlar vardır. Yani bir anlamda basın istihbarat servislerinin, dolayısıyla hep devletin kontrolünde olmuştur. 

Bu nedenle istihbarat alanında uzmanlaşmış gazetecilerin yapacakları doğru dürüst haberler yerine, önemli zamanlarda okuyucu bu elemanların dezenformasyon (çarpıtma) haberlerine mahkum edilir. 

Benim teşhisim Tuncay Güney de onlardan biriydi… Emekli MİT’çi Mehmet Eymür’e göre, çift mesleklilerdendi. Fakat şimdiye kadar gördüklerimden, bildiklerimden veya işittiklerimden farklıydı… 
Büyük gazetelerde bu tip elemanlar memur kılıklı veya servise zaman zaman parça başı muhbirlik yapan meslekten kişilerdir. Bazıları ise, bu görevi gazetelerin köşelerinde yazarlık yaparak yerine getirirler… Ellerine önemli dosyalar verilir. Zamanla mesafeyi iyi ayarlayamayıp çizmeyi aşanların başlarına da olmadık işler gelir. Güney ise arka sokaklara düşmüş iyi aile çocuklarının korkaksılığına karşın bir militandı. Üzerinde memur hımbıllığı, yazar kibri yoktu. Gençti, dinamikti ve zekiydi. Bilgi olarak donanımlı mıydı? Onu bilemeyeceğim… Entelektüel bir dünyası olduğunu sanmıyorum… Yani Osmanlıya Arabistan’da kök söktüren bir İngiliz Lawrence gibi değildi. Herhalde, bilmesi gerekenleri biliyordu… Veya öyle yetiştirilmişti… 

Bizim gazeteler ortalama veya ortalamanın altı kalitede insanlara kapılarını açtıklarından, basına gazeteci olarak sızması da sorun değildi... Veya devşirilmesine müsait bir yapısı vardı… 
Ki bir zamanlar yol arkadaşlığı yaptığı Aydınlık’ın web sitesinde onun kişiliği ile ilgili ortaya dökülmen bilgiler, Güney’i hiçleştirmek, sıradanlaştırmak içinse de önemli… Çorum’un Kargı ilçesinde 1972’de doğmuş.. Babasını küçük yaşta kaybetmiş.. İmam Hatip Okuluna gitmiş.. Orada ağabeyler tarafından keşfedilip, İstanbul’a postalanmış. İstanbul’dayken dini cemaatlerde ırzına geçilmiş. İddiaya göre suç makinesi haline dönüştürülmüş… Hikaye böyle uzayıp gidiyor… Evet.. yine Akşam günlerine dönelim… 

Akşam’da ünlendikçe Güney’in eşcinselliğiyle ilgili dedikodular, gazete koridorların da istihbarat servisinin şeytana pabucunu ters giydiren muhabirlerin eğlencesi olmaya başlamıştı. O sıralarda Güney’in Aydınlık’tan getirip, yazı işlerinde senaryolaştırılan haberlerden rahatsız olan ABD’nin İstanbul konsolosluğundan birkaç görevli gazeteyi ziyaret etmişti… 

Yani ABD’liler işi ciddiye almışlardı… Çünkü gazete ne kadar gayrı ciddiyse tirajı da o derece yüksekti.. O çılgın buzdolabı ve TV promosyonlarıyla gazete 1.5 milyon satıyordu. Tirajda birinciydi… 
Ben o sıralarda gazeteden ayrılmak zorunda kaldım. Bir süre işsiz kaldıktan sonra, yayın hayatına yeni başlayan Radikal’in özel haber servisinin ikinci yöneticisi oldum. 
1996 yılıydı. Tirajı yerlerde sürünen Radikal, Susurluk olayını iyi değerlendirerek isminden söz ettirmeye başladı. Susurluk haberlerinin çoğu da Özel Haber Servisi’nin ürünüydü. Servise çarpıtma, yani dezenformasyon haberleri yağıyordu. 
Bu konuda hiçbirimiz uzman değildik. Çoğu işin altından, tartışarak, biraz da el yordamıyla çıkıyorduk. Ve tecrübe kazanıyorduk. 
Bu arada Tuncay Güney yeniden sahneye çıktı. Bir fotoğrafı Radikal’e yüksek bir fiyatla yedirmeye çalıştı.. 
Fotoğraf, Susurluk kahramanı Abdullah Çatlı ile Tansu Çiller’in birlikte çektirdiği fotoğraftı. Radikal bu oyuna gelmedi. Çünkü fotoğraf fotomontajdı. Radikal de fotoğrafı ‘asparagas fotoğraf’ olarak tersinden haber yaptı. 
Olay ortaya çıktığında Akşam da Tuncay Güney’in işine son verdi… Veya vermek zorunda kaldı. 
Bu arada Susurluk haberleri bizim de başımızı yemişti… Servis hemen hemen dağıtıldı. 
Arkadaşlarımızla işsiz kaldık… 
2000’li yıllardı sanırım… Veya 1999… Gazetelerde Güney’le küçük bir haber ile karşılaştım Taksim’de dolandırıcılıktan gözaltına alınmıştı. İşyeri olarak kullandığı bürosunda JİTEM’ciyim diye iş bitiriyormuş. 
İş sarpa sarmış… İşlerini hallettirmek isteyenler, dolandırıldıklarını anlayınca iş polise intikal etmiş… 
Bundan 15-20 gün önce, Akşam’dan Güney’i tanıyan bir arkadaşıma sordum o olayı… Meğer Güney yalnız JİTEM’ci sahtekarlığı değil, OMO, piyango sahtekarlığı da yapıyormuş o dönem…. 

Tuhaf ilişkiler ağı… Fakat Susurluk olayından sonra işsiz kalanların piyasada çek-senet işi yaptığını da unutmayalım. Demek ki, Güney de aynı yolun yolcusu olmuş… Demek ki Güney yaptığı işlerden yeterli parayı kazanamamış…Ne de olsa burası Türkiye. 

Ve bilindiği gibi ünlü Ergenekon dosyası Güney’in işyerindeki bilgisayarında ortaya çıktı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılık Şube Müdürü Adil Serdar Saçan, tarafından sorgulanan ve 11 sayfalık ifade veren Güney, daha sonra serbest bırakılıp, eline de 10 yıllık ABD vizeli pasaport 
tutuşturulup ABD’ye postalanır… İlginç değil mi? 
Bu arada İstanbul Devlet Güvenlik Savcılığı bilgisayardan çıkan bilgileri yeterli görmez ve olayla ilgili dava bile açmaz… Bu da tuhaf değil mi? 
Elde Ergenekon yapılanması ile ilgili dosya var, Güney’in poliste verdiği yazılı ve videolu ifade var… 
Fakat ne Güney hakkında ne de Ergenekon yapılanması ile ilgili dava açılıyor.. . Bu daha ilginç değil mi? 
Tüm bu ilginçliklerin arkasından, Ergenekon dosyası tesadüfen bilgisayarında çıkan Tuncay Güney, normal vatandaşlara yapılmayan bir uygulama ile, serbest bırakılarak, 2001 yılında ABD’ye gönderiliyor… 
Aklıma bir soru takıldı: Acaba Tuncay Güney ABD veya başka devlet servisleri tarafından korunmaya mı alındı. 
Yani şunu söylemek istiyorum: Tuncay Güney öldürülmesin diye mi ABD’ye gönderildi… 
Poliste işkence gördüğünü söyleyen Güney, her konuştuğunda korktuğunu söylüyor… Ve, nasıl bir görevinin olduğunu devletin bildiğini de sözlerine ekliyor. 
Ne karışık.. Ne tuhaf bir dünya… 
MİT, JİTEM, Emniyet… Galiba devletin o katlarında büyük bir gürültü var… Acaba niye? 
Paylaşılamayan ne? 

Bir ilginçlik daha… 

Nedense gazeteler, Güney’in palavradan hamamlık ve kişisel cinselliğine ait olan eşcinselliğine ağırlık veriyorlar… Hem de koro halinde… 
Güney ne kadar tuhaf bir tip olsa da, ortaya çıkan Ergenekon yapılanması Türkiye’nin demokratik geleceğini tehlikeye sokacak türden bir örgütlenme… İyi 
ki Güney gibi sallapati adamlar var ortalıkta… Onun tedbirsizliği olmasaydı o korkunçluklar ortaya çıkmayacaktı… Bazen müsibetlerin de hayrı dokunur insanlığa… 
Binlerce insanın fişlenmesi, binlerce insanın öldürüleceği ile ilgili dosyadan sızan korkunç bilgiler nedir? 

Belden aşağı eşcinsellik hikayeleriyle Ergenekon dosyasının içi boşaltılmaya çalışılıyor... Bunun için de kamuoyu yaratılmaya çalışılıyor… 
Ergenekon’un içine nüfuz etmiş olan Güney’in bilgisayarından çıkan dosyanın içinde neler var? Daha tam bilmiyoruz… Veli Küçük dışında daha başka isimler ortaya çıkacak mı? Onlar kim?…Boğazda oturan hangi iş adamı, hangi bürokrat? Hangi emekli asker? 
Ayşe Önal ablasının elinden tutup Akşam’ın yazı işleri odasına getirdiği, abisi Behiç Kılıç’ın tepe tepe kullandığı Güney ciddiye alınmalı ve korunmalı… 
Hatta Türkiye’ye getirilmeli ve yargılanmalı, çünkü kendisi de o yapılanma içinde… 
Güney’in, kişisel güvenliği için sık sık konuşup, bir yerlere mesaj verme zorunluluğundan da doğan, kendine göre çarpıtmalarından ziyade, basındaki çarpıtmaya dikkat edilmeli... 
Ergenekon soruşturmasını sürdüren İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün işi gerçekten çok zor… Arkasındaki vefasız, belkemiksiz siyasi iradeden nasıl güç alacak... Şemdinli savcısının durumu ortada... 
Adamı ortada yapayalnız bıraktılar. 
Ben yine umutlu olayım ve acaba Ergenekon’un ucu, öldürülüp ortalıktan kaldırılan binlerce faili meçhul cinayetlere de uzanacak mı diye bekleyeyim? 
Tuncay Güney haberlerine dikkat…” (Özbek, Nisan 2008) 

18 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 16

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 16



GÜNEY’İN İFADELERİNDEKİ SIRLAR 

Tuncay, medyaya 2007’den beri o kadar çok şey söyledi ki, kitabımızda hepsini incelememiz mümkün değil! 
Güney’in sırların üstünü açan şu şok açıklamaları günlerce konuşuldu: "Mehmet Ağar da Susurluk kazasında ölecekti. Ama nedense arabada yoktu. Abdullah Çatlı’nın çantasını (kayıp çanta) Veli Küçük’e getiren Drej Ali’dir. Susurluk kazası kurmaydı. 
Hasbelkader meydana gelmedi! 
Doğu Perinçek’in Susurluk yorumu: ‘Müttefik Kuvvetlerin’ Çatlı ve Ağar’ı Tasfiye Operasyonu’ biçiminde oldu. 
Doğu Perinçek’in hücre tipi yapılanmasını kimse çözemez. Ama iki isim Adnan Akfırat ve Ferit İlsever tüm yapıya hâkimdir. 
3 Kasım’da Susurluk kazası meydana geldiğinde Veli Küçük ve ekibi âdeta kabuğuna çekilir. Küçük Paşa’nın meşhur bir sözü vardır o dönemlerde: ‘Ben iki darbe yedim, üçüncüsünü kaldıramam.’ İlki Özal’ın JİTEM’i bir gecede kapatmasıdır, ikincisi Susurluk kazasıdır. 

Hizbullah’ı Teoman Koman Paşa kurdurttu Veli Küçük Paşa yönetti. 

Dursun Karataş , Veli Paşa’ya mektup yollayıp, ‘Siz Giresun’dayken ben bölgede eylem yapmam’ demiş. Radikal gazetesinde ‘Nerede faili meçhul orada Veli Küçük’ manşeti çıkınca Veli Küçük, ‘Perinçek gitsin Aydın Doğan ile görüşsün’ dedi. Aydın Doğan, Perinçek’i dış kapıda karşıladı. Doğu Perinçek, Doğan’ın 
Milliyet gazetesinde haber yapmamaya gayret edeceğini; ama Radikal’e karışamayacağını, Hürriyet gazetesi her ne kadar benim gözükse de aslında Rahmi Koç’un dediğini anlattı bana. 

Veli Paşa İran gladyosu MOD ile çok iyiydi. 
Gay raporu almamı sağlayan Veli Küçük’tü. 

Doğu Perinçek, Ulusal TV için Avrupa’dan 500 milyar lira getirdi. Cumhuriyet demek derin devlet demektir, İttihat Terakkiciler demektir. Amerika ile girintili ilişkiler demektir. Uğur Mumcu’nun katilini bulmak istiyorsanız ofis boyuna sorulması lazım. (Tuncay Özkan’a dikkat çekiyor) Veli Paşa, bakın Mustafa Kemal bu ülkeyi çetelerle kurdu, derdi. 
Veli Paşa hücre yapılanmasını çok iyi bilir? Hiçbir birim bir diğerini tanımaz. Geçmişte Hasan Sabbah’ı, yakın tarihte Atatürk’ü örnek alır. Çok akademik örgütlenme yapıyor hem sağdan hem soldan. Bir yandan Fazilet’i bölmeye çalışırken bir yandan da Tansu hanımla farklı işler yapıyordu. 

Akın Birdal’ın vurulmasında da Veli Paşa vardı. Veli Paşa, Yeşil, Cengiz astsubay ve Semih Tufan Gülaltay bu işi organize eden ekipti. 
Yeşil, Veli Küçük’ün adamıydı. Onun talimatlarıyla sıkardı. Arandığı zamanlarda bile askerî tesislerde kalırdı. 
Veli Paşa koordinatör. Hepsiyle görüşür ama hiçbirinin bir diğerinden haberi olmaz. 
Ergenekon üyesi 12 kişilik bir şûra var. Atatürkçü Düşünce Dernekleri de bu yapılanmanın içinde. 
Ergenekoncular devletin sahibi olarak görüyorlar kendilerini. Devlet adına devleti ele geçirip yönetmek. 
Ergenekon lazım olan parayı her türlü gayrimeşru işlerden elde ediyordu. 
Veli Paşa Ergenekon’un sözcüsü. 
Veli Küçük’ün Kuzey Irak’ta bir radyosu ve bir de Tv’si vardı. Hizbullah’ı JİTEM organize etti. Veli Küçük’ün JİTEM‘deki kod adı Abbas’tır. 
Veli Paşa, Kuzey Irak’a giden silahlardan değil, Karadeniz’e, Elçibey’e giden silahlardan korkuyordu. 
gazetelere yazı yazdırdı Kuzey Irak’a giden silahları Çevik Bir göndertti diye.” (Aksiyon, Bugün, 2008) 
Turgut Özal’a suikast yapıldı. Ahmet Özal, ‘Veli Küçük babamı öldürtmek istemişti’ demişti. O günkü insanlar bu konuda bilgi sahibiler. Özal meselesi için söylüyorum. Bu açıklama ile Küçük’e sadece mesaj yolladım. Asla Küçük’e karşı saldırı daha yapmış değilim. Veli Küçük’ün Habur Sınır Kapısı’nda Yapı Kredi 
Bankası’nı kurmak istedi. Silopi küçük bir ilçedir. Banka Silopi içinde kurulacağına tam Habur Gümrük Müdürlüğü’nün alanında kurulması kararı alınmıştır. Eğer banka Silopi halkı için kurulsaydı, Silopi ilçe merkezinde 
kurulması lazımdı. Ancak banka şubesi Silopi’de Habur Sınır Kapısı’nda kuruldu. Çünkü o dönem Talabani ve Barzani’nin paraları başta olmak üzere Irak’taki sıcak paranın Türkiye’ye getirilmesi isteniyordu. Öldürülecek Kürt işadamları listesi Tansu Çiller’e bir bakanın kardeşinden geldi. Bunu Ayşe Önal bunu biliyor. Behçet Cantürk öldürüldükten sonra Ayşe Hanım bana aracı olmamı istedi. O zaman Veli Küçük İzmit İl Jandarma Alay Komutanı’ydı. Ayşe Nokta Dergisi’ndeydi. Saat onbirde gittik. Akşam altıya kadar tartıştılar. Bunu da gazeteci arkadaşımız Ayşe Hanım iyi biliyor. 
Ergenekon operasyonu başladığında Aydınlık Gazetesi Tolon ve Eruygur paşaların isimlerinin başta olduğu bir listeyi Amerika’ya ve Büyük Ortadoğu Projesine karşı olarak yayın yaptı bu iki paşanın Ergenekon üyesi olduğunu deşifre etmek muhbircilik değil de neydi? Rusya ve Çin’e Ergenekon’u TSK içinde yapılanma olarak bilgilendiren ve Ergenekon ile JİTEM’in Asya temsilcisi olduğunu söyleyen ve kendisini tebrik eden ilk ülkeyi Doğu bey açıklasın... 

Avrasya Konferansı düzenlediniz, İstanbul’da... Konferansa Putin ekibi nasıl mali ve fikri destek sağladı, Alexander Dugin’i Türkiye’ye kim yolladı, bu konferansa Demirel ile Denktaş’ın katılımı, desteği nasıl sağlandı? 
Sol gruplar arasında infial, çatışma yaratarak solun önünü tıkama adına dünyanın bütün emekçileri birleşin sloganı ile 1 Mayıs yürüyüşlerini, işçi bayramıdır, sabote etmek için işçi partisine 1 mayıs gösterilerine türk bayraklarıyla katılın emrini kim verdi? 

Anti-Amerikan çıkışlarıyla tanınan Perinçek yıllar önce Aydınlık Dergisi’nde tüm aktif solcuların kişisel bilgilerini isim adreslerini yayınlayarak solculara operasyon yapılmasını neden sağladı? Doğu Perinçek PKK’lılar için Yunanistan’da açılacak Lavrio kampı için nasıl bir girişimde bulundu? Susurluk’un iki Mehmet’in (Mehmet Eymür ve Mehmet Ağar) kavgasıydı. Veli Küçük her ikisiyle görüştü ve 
“Bitirin bu kavgayı” dedi. “Susurluk’ta da Ergenekon’da olduğu gibi fatura Veli Küçük’e kesildi”. 

Amerikalıların Kuzey Irak’ta Türk askerinin başına çuval geçirilmesinin arkasında Irak Devlet Başkan Yardımcısı Tarık Aziz’den ele geçirilen arşiv belgeleri vardı. 

Amerikalılar, bu belgeleri görünce şok olduklar. 

Belgelerde Ergenekon’nun Irak’ta işbirliği yaptığı kurum, kişiler açığa çıktı, bu işten en çok Irak Milli Türkmen Partisi’nin zarar gördü. Çuval geçirme hadisesinin bundan sonra yaşandı. ( Çiçek, Ekinci, 2008). 

Perinçek'in Recep Tayyip Erdoğan'a suikast planı yapacağını söylüyordu. O dönem Recep Tayyip İstanbul Büyükşehir Belediye başkanıydı. Doğu Bey bir tez getirdi. Refah Partisi'nden yenilikçilerin ayrılacaklarını ve bir parti kuracaklarını söyledi. Bunu bir rahatsızlık olarak görüyordu. Doğu Bey'in 1996'dan beri Refah Partisi üzerinde bir çalışması vardı. Erdoğan'ın iktidara gelemeyeceklerini söyledi. Ve bu ülkede Menderes'i astık ne oldu, Turgut Özal'a suikast oldu ne oldu. "Bir de Erdoğan ölse ne olur?" dedi. Ama o zamanın bir numarası kabul etmedi. 
Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Karanlık, İstanbul Emniyeti' ndeki solcu polislerin müdürüdür, yurtdışına çıkmak isteyen PKK'lılara rüşvetle pasaport sağlıyor. 
Bir numara şu anda kendisi aktif halde değil. ( 32. Gün, Kasım 2008). 

Hürriyet gazetesi, 'kendileri hakkında açıklama yapmamı’ önlemek için üzerime geliyor. 
'Ben hiç kimseyle çalışmadım. Eymür'ü basından tanıyorum. Ben 7 yıl onları ispiyonlamadım. Bu ifadeler ortaya çıkmışsa onların hatasıdır. Hani kapatmışlardı bu dosyaları. Adil Serdar Saçan'dan almışlardı. Veli Paşa New York'a geliyor benimle görüşmeye. Niye? Saçan’ın oyununa geldiler. Adil'i çok iyi anlamak, 
çözmek lazım. Adil bu işin içine nereden girdi, buna bakmak lazım. Bedrettin Dalan, Adil'e arka çıkıyor, neden. Bunlar kanlı bıçaklıydı. Ben yurtdışına çıktıktan sonra, bunlar kanka oldular. 
MİT'e saygı duyuyorum ama MİT elemanı değilim. ABD'ye gittiğimde cebimde 150-200 doları vardı. Citibank'a yatırdığım 4 bin 750 doları da çektim. Manhattan'da 39. Cadde'deki daireye aylık 900 dolar kira verdim. Keşke kiramı birileri ödeseydi. (Arslan, 2008). Kayıp belgeler arasında bulunan Ergenekon terör örgütünün bayrağını Yeni Şafak ele geçirdi. Sadece Ergenekon yöneticilerinin önünde gizli tören yaptığı öğrenilen bayraktaki simgeler dikkat çekiyor. Göktürk bayrağının içine oturtulan mavi kısım Türklüğü simgeliyor. Ergenekon bayrağındaki 'Davut Yıldızı' ile pergel ve gönye, masonluk simgeleri olarak biliniyor. 
Bayrağın sol köşesinde bulunan pergel ve gönye şeklindeki mühür ise Ergenekon'un büyümesini ve uluslararası arenada kabul görmesi anlamına geliyor. , İmralı’da tutuklu bulunan terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Ergenekon’a çalışıyor, görevine İmralı’dan devam ediyor. 

Apo daha fazla konuşursa ben de konuşurum. Apo’ya tavsiyem konuşmasın!.. Devem ederse ben de dosyaları açarım. Örneğin,Yaşar Büyükanıt’ı vur emrini kim verdi? 

Bunu açıklasın!.. 

Bir sessiz Kürt muhalefeti var. Bunlar konuşursa Öcalan daha iyi tanınır. Oysa, kimse konuşmaya yanaşmıyor. 
Herkes bananeci olmuş. Kimse bu soruna sahip çıkmazsa, Kürt meselesinde uluslararası kamuoyunda Öcalan muhatap olarak kalır. Bana sorarsanız PKK şişirilmiş bir balondur. Bir durum değerlendirmesi yaparsak şimdi herkesin bir PKK'si var. Osman sürüden ayrıldı. PKK Türk basınında gösterildiği kadar güçlü değil. Ayrıca artık uluslararası patronlar, Kürt meselesinde demokratikleşme adımı atmalı ve Türkiye’de bazı haklar verilmeli diyor. Sosyal ve demokratik platformda hareket etmeleri gerektiğini vurgulanıyor. Ve bu plan uygulanıyor. Barış türküsünü PKK veya Apo çıkarmadı. Bunu patronlar çıkardı. Öcalan Tanrı rolünde. Geçmişte de öyleydi. Sen ve cezaevinde olanlar bu durumu göreme diniz. Sonra cezaevinden çıkınca muhalefet başladı. Ve sorunlar çıktı. Siz demokrasi dediniz, karşınıza Kürt faşizmi çıktı. Ben hayatım boyunca her 
türlü faşizme karşı oldum. Türk Faşizmine de Kürt Faşizmine de, her türlü faşizme karşı çıktım. Bunun yanı sıra PKK'nin ulusal derin ilişkilerini bilmiyorsunuz. Türkiye içinde veya yurt dışında Kürt gerçeğini basın ve 
yayın yoluyla yıllar önce servis yapan, reklam departmanını kuran Aydınlık’tır. Bugün PKK’nın o dönemdeki yayınlarından dolayı, Perinçek’e ve Aydınlık’a vefa borcu vardır. PKK'nin terör örgütü değil, Kürtler adına ulusal kurtuluş mücadelesi yapan bir ulusal kurtuluş hareketi olduğunu ortaya atan ve batıya dikte eden Doğu Perinçek ve Aydınlık’tır. 

Belediyelerin patronu Kürt olmayan Türk kraliçesi var. Veli (Küçük) Çanakkale’de görevli idi. Bir kadın Apo’ya yönlendirildi. Ben isim vermeyeyim. Araştırın. Biri Çanakkale’de görev yaparken diğeri Çanakkale’de Kürt basımevi sahibi. Ve danışmanlık düzeyinde. Bugün kraliçe. Ben Kürt insanının gözlerinin önüne bir perde çekildiğine inanıyorum. Apo ile tanışması ise ibretlik bir durum. 

Öcalan’ın eski eşi Kesire konuşsun, silahında mermi ters döndü. Dikkat etsin, kendi mermisiyle kendini vurmasın. 
Ters döndü mermi. Kesire kimseye bedel ödetemez, bedel öder. Bugün Kesire susuyor. Muhalefet suskun. Kesire havada gezen mikrobu içine çekmiyor. Doğrusunu yapıyor. 
Ergenekon akademik ve iyi bir yapılanma. Bize basit sunuluyor. Güngören’den bu yana bombalar susmuyorsa gerisini siz düşünün. 
Kürt Panzehiri“ yayınlanmadı gazetelerde. Yayınlanırsa kıyamet kopar. 
Ben edebiyat bilmem. O kadar marifetim olsa... Bir de 72 doğumluyum. Ergenekon’un manifestosunu eğer ben yazdım ise takdir de beklerim. 
Ödül beklerim. 
Ama doğu Perinçek yazdı. Ben yazmadım. Doğu Abi redakte ederdi. 
Çünkü ulusalcı ve Shanghai Beşlisi’ni düşünmek lazım. Yani “Batı olmazsa Doğu’ya yanaşırız.”. “Liman raporları”nı Doğu Abi redakte ederdi. Ferit, Doğu ve 
Adnan Abi. Beraber redakte ederlerdi. (Ferit İlsever, Doğu Perinçek ve Adanan Fırat). ( Vatan, 2008). 

Ergnekon terör örgütünün 1 numarası komünizmin kurucusu Karl Marks'a, 2 numaralı yöneticisi de Marks'ın takipçisi Engels'e benziyor. Engels, Ergenekon'a para yardımı yapan ünlü bir işadamıdır. ( Ergenekon’a yaptığı para yardımının Azerbaycan’da Haydar Aliyev’e yönelik darbe girişiminde kullanılacağını öğrenince kesen, ve kestiği için Ergenekon tarafından 25 Ağustos 2001’de öldürtülen Alarko’nun sahiplerinden Yahudi İş adamı Üzeyir Garih’i kast ediyor.) Alarko Holding İthalat Koordinatörü Doğan Kasadolu'nun açıklamalarının 
ardından Üzeyir Garih dosyası açıldı. Şaban Arslan, istihbaratı ondan almasına rağmen Güney’i kaynak göstermeden Yeni Şafak’ta şunları yazdı. Bu bağışlar, zamanla çok ciddi meblağlara ulaşınca, Üzeyir Garih'le, ortağı İshak Alaton arasında sorun çıktı. Alaton, bu bağışlara, artık karşı çıkıyordu. Bu anlaşmazlık 
derinleşmeye başlayınca, Üzeyir Garih, Ergenekon'a yıllardır yaptığı para yardımını tamamen kesmişti. O günlerde, Ergenekon örgütünün, Azerbaycan'da büyük bir operasyon hazırlığı vardı. 

Örgüt, 

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'i devirip, Ebulfeyz Elçibey'i yerine geçirmeye çalışıyordu. 1993 yılında yine bir darbeyle görevden el çektirilen eski Cumhurbaşkanı Elçibey, Veli Küçük'ün akrabasıydı. Bu işi en çok, Veli 
Paşa istiyordu. Çünkü, örgütün Azerbaycan'dan çok ciddi geliri vardı ve bunun devamını sağlamak için bir şey yapması gerekiyordu. Hatta Veli Paşa, Azerbaycan'da Elçibey'i kullanarak yönetimi ele geçirmek, ardından da 
emekli olunca Bakü'ye yerleşmek istiyordu. Aynı günlerde, Ergenekon, irtibatlı olduğu işadamları ile cemaat ve gruplara, “Elinizi cebinize atın” haberi gönderiyordu. Veli Paşa, bu talebi iletmek için Alarko Holding'e bir kuryesini göndermişti. Üzeyir Garih, artık örgüte para veremeyeceğini net bir şekilde bildirince, üzeri çizildi. İ Veli Paşa, Üzeyir Garih'e, kuryeler aracılığıyla iki kez 'uyarı' yapmıştı ancak onu 'ikna' etmeyi başaramamıştı. Garih'in içinde bulunduğu grup, Ergenekon'a açıkça tavır almıştı, artık hiç para ödenmiyordu. Veli Paşa, bu tutumu yüzünden, Üzeyir Garih'i hiç affetmeyecekti. Azerbaycan'daki darbe planının yapıldığı 1995 yılında, Ergenekon örgütüne adını veren Albay Necabettin Ergenekon, Adıyaman Jandarma Alay Komutanıydı. Azerbaycan'daki darbe girişimini, İstanbul'dan, Necabettin Ergenekon yönetti. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Haydar Aliyev'e haber vermesi sonucu, Azerbaycan'daki darbe planları da Veli Paşa'nın Bakü'ye yerleşme hayali de bir başka bahara kaldı. 1995 yılının Mart ayında, Abdullah 
Çatlı ile Susurluk kazasından sonra adı ön plana çıkan özel timcilerden kurulan ekip, Türkiye'den Azerbaycan'a gitti. Özel timciler, Azerbaycan 'da darbe yapacak kişilere silahlı ve bombalı eğitim veriyordu. Haydar Aliyev'i devirip yerine Ebulfeyz Elçibey'i getirmek için her türlü hazırlık yapılmıştı. Ancak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Haydar Aliyev'i uyarması üzerine, darbe planları son anda suya düşüyordu. Eken ve Çatlı'dan patlayıcı eğitimi Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev'e darbe girişiminde bulunan OMON birliklerini, özel timci 
Korkut Eken, İbrahim Şahin ile Abdullah Çatlı'nın eğittiği biliniyor. Eken, Çatlı ve Ayhan Çarkın'ın da aralarında bulunduğu bir grup özel timci, 15 Mart 1995'teki darbe girişiminden üç ay önce Azerbaycan'a gitti. Özel timciler orada Türkiye' deki Özel Harekâtçıların Azerbaycan'daki karşılığı olan OMON birliğine sıkı bir eğitim verdiler. 
Dönemin Özel Harekât Başkanı İbrahim Şahin'in ise darbeci Cevadov'un daveti üzerine daha sonra Bakü'ye gittiği ve orada özel timcilerin OMON'a verdiği eğitim çalışmalarına katıldığı öğrenildi. Özel Harekâtçıların Azerbaycan'a giderken yanlarında yüklü miktarda patlayıcı götürdükleri de öne sürüldü. 
Fikri Karadağ'ın askeri Yermez Üzeyir Garih'in katili Yener Yermez'in, Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından emekli albay Fikri Karadağ'ın askeri olduğu ortaya çıkmıştı. Karadağ o dönemde Hasdal'da alay komutanıydı Üzeyir Garih'i 
öldürmek suçundan hüküm giyen Yener Yermez'in, Ergenekon davasının tutuklu sanığı emekli albay Fikri Karadağ ve Tuncay Güney'le 'change oto' işinde tutuklanan Teğmen Murat Oğuz'un askeri olduğu ortaya çıkmıştı. Teğmen Murat Oğuz ile Ergenekon davasının tutuklu sanığı emekli albay Fikri Karadağ, Üzeyir 
Garih'in öldürüldüğü 2001 yılında Hasdal Kışlası'nda görev yapıyorlardı. Fikri Karadağ MekanizeAlay Komutanı, (yalanladı, 2001’de Harbiye’de görevdeymiş) Murat Oğuz da Maliye Bütçe subayıydı. Murat Oğuz, iddialara göre Tuncay Güney gibi Veli Küçük'e kuryelik yapmış olmasına rağmen halen orduda görevli kalmayı başardı ve hakkında hiçbir tahkikat yapılmadı. Üzeyir Garih ve ailesinin yakın dostu, Alarko Holding eski İthalat Koordinatörü Doğan Kasadolu'nun iddiasına göre, Garih'in öldürüldüğü 25 Ağustos 2001 günü Ortaköy'deki 
Alarko Sitesi'ne gelen bir polis otosundan inen kişiler, Üzeyir Garih'in kızı Dalia'nın 14 yaşındaki oğlu Tal'i kelepçeleyerek kaçırmıştı. Tal'i kaçıranlar, “Eğer sesinizi çıkartırsanız ve istediğimiz parayı vermezseniz, Garih'i bu çocuğun öldürdüğünü açıklarız” demişlerdi. Garih'in ailesi, sessiz sedasız, istenilen fidyeyi ödeyerek, Tal'i kurtarmıştı. Cinayeti tehditle işledim Üzeyir Garih cinayetinde kullanılan delillerden 118. No'lu belge, soruşturma sırasında kaybolmuş, bu belge, Ergenekon Operasyonu kapsamında tutuklanan, Adli Tıp Farmakoloji uzmanı Doç. Dr. Ümit Sayın'ın bürosundan çıkmıştı. Zanlı Yener Yermez de cinayeti, bazı 'güçler' tarafından tehdit edildiği için işlemek zorunda kaldığını iddia etmişti. Ancak Yermez, bu iddiasını detaylandırmaya cesaret edemedi. Yermez'in avukatı Mustafa Yalçınkaya, müvekkilinin olayı kimlerin kendisinin üstüne yüklediğini açıklayamadığını, cinayetin birden fazla faille işlendiğini ve olayda ikinci bir kesici alet bulunduğunun Adli Tıp Kurumu tarafından açıklandığını iddia etti. 20 Eylül 2002 tarihli duruşmada ifade veren Yermez ise “Bu cinayet böyle muamma olarak gidecek. Son sözüm bu....” dedi. Mahkeme, Yener Yermez'i ömür boyu hapse mahkum etti. Mahkemeye göre cinayet, gasp ve adam öldürmeye yönelik bir saldırıydı ve örgütsel bir yönü yoktu. Garih'in vücudundaki yaraların iki ayrı kesici alete ait olduğu, cinayetin bir kişi tarafından değil en az iki kişi tarafından işlenildiği, Garih'in tırnak DNA'sının alınmaması ve 
Yermez'in kavgadan 20 dakika sonra bıçak alıp gelerek cinayeti işlemesi hiç mantıklı değildi. 
Garih'in 50 bin dolarlık Rolex saatine dokunulmaması ve cüzdanına el sürülme mesi, “Para istedim vermedi” diyen bir katilin anlattıklarıyla çelişiyordu. 
(Arslan, 2008). 

Hürriyet, Güney’in iddiasına göre susturmaya çalıştı, susması için para teklif etti. Muhabirleri Tolga Tanış’ı 'Yeni Şafak'ta yayınlanan 'Hürriyet'in korkusu benim konuşmam' (28 Kasım 2008) başlıklı haber üzerine gönderdi. Hürriyet gazetesi, "Para sıkıntısı çekmeyeceksin. Sadece Doğan grubu hakkında konuşma" 
teklifinde bulundu. Tolga Tanış'ın talebi üzerine 30 Kasım'da Toronto'da bir lokantada gerçekleşen görüşmeyi şöyle aktardı: Tanış: Beni Hürriyet yolladı. Sana bir teklifimiz var. Guney: Nedir? Buyurun dinliyorum. Tanış: Hayatın boyunca göremeyeceğin bir teklif bu. Ömrün boyunca rahat edeceksin. Ekonomik sıkıntı çekmeyeceksin. Sadece Doğan Grubu hakkında konuşma, birşey açıklama. Bu teklifi değerlendirmelisin, böyle bir fırsat karşına çıkmaz. Muhabir Tolga Tanış'ın teklifini komplo olarak nitelendirdiğini ve reddettiğini ileri süren Tuncay Güney, konuşmanın devamını şöyle anlattı: Tanış: AKP ve Tayyip, Doğan'ın karşısında duramadı sen nasıl dayanacaksın? Guney: Bu doğru, istediklerini iktidar yapıyorlar. Fakat ben sizin para teklifinizi, bu komplonuzu kabul edemem. Bu ülkede başımı belaya sokar, yani bu sizin teklifiniz bir oyun, komplo kuruyorsunuz. Tanış: Kabul etmiyorsun yani. Guney: Hayır. Tanış: Sanık olacaksın bu gidişle. 

Güney: Her türlü karara saygılıyım. (Arslan, 2008). 

17. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 12

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 12



Diyarbakır’da Van’da pek çok yerde devam eden JİTEM’in faili meçhul cinayetleri davalarının Ergenekon davası ile birleştirilmesi talep ediliyor. PKK, militan Kürtler, Ergenekon’un PKK ile ilişkisini görmezden geliyor, ama cinayetlerinin üstünün açılmasını, Türkiye’nin sorumluluğu kabul etmesini istiyor. Üç 
yüzden fazla aydın bu cinayetlerin ortaya çıkartılması için bildiri imzaladı. Bundan sonraki süreçte, tarihî bir karar verilmesi gerekiyor. 
JİTEM adına çalıştığını ileri süren PKK itirafçısı, 45 yaşındaki Abdülkadir Aygan, kitabında, yazar Musa Anter'i öldüren timde yer aldığını iddia etti. Yaptığı itiraflarda, Diyarbakır'da 10 yıl önce kaybolan Murat Aslan'ın, Silopi'de gömüldü ğü yeri tarif eden ve cesedinin bulunmasını sağlayan Abdülkadir Aygan, "en büyük eylemimiz Musa Anter cinayetiydi'' dedi. Timur Şahan ve Uğur Balık tarafından kaleme alınan 'İtirafçı' adlı kitapta, başından geçenleri anlatan Abdülkadir Aygan'ın itirafları bir döneme ışık tutuyor. PKK örgütü içinde Sason, Mutki ve Şirvan'da faaliyet gösterirken 1985 yılında örgütten kaçarak teslim olan ve ' Pişmanlık Yasası 'ndan yararlanıp 1990 yılında tahliye edilen Suruç doğumlu Abdülkadir Aygan, bir süre sonra Cem Ersever'in girişimiyle JİTEM içinde çalışmalarda bulunduğunu açıkladı. 

JİTEM'de çalışırken, Malatya doğumlu Aziz Turan kimliğini kullandığını anlatan Aygan, 1 Eylül 1991 tarihinde, Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanı Kurmay Albay Nurettin Çakır'ın 4313-119-92/kd. scl. sayılı yazısı ile 'genel idari hizmetler, istihbarat elemanı' sınıfından devlet memurluğuna alındığını belirtti. Aygan, yeni kimliği ile Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) iştirakçisi de oldu. 

20 Ocak 1992'de Halkın Emek Partisi (HEP) Muş ili Malazgirt ilçesi Başkanı Harbi Arman'ın bir duruşma için Diyarbakır'a geldiğini belirten Aygan, Arman'ı Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın talimatıyla kaçırıp öldürmeleriyle ilgili şu iddiada bulundu: "Mahmut Yıldırım'ın bu şahsı istemesi üzerine, Harbi Arman'a, 'Bir ifade için bizimle geleceksin' dedik. Bir araca bindirdik. Gözlerini atkısıyla bağladık. 'Askeri birliğe götüreceğiz' bahanesiyle kent dışında bir köprünün altına getirdik. Uzman çavuş da Kalaşinkof ile tarayacaktı. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, 'Dur onunla değil' dedi. Ben tuttum Yeşil tabancasıyla vurdu. Köprü altına gözleri bağlı öyle bıraktık.'' Gazeteci yazar Musa Anter'i öldüren timde yeraldığını iddia eden Aygan, bu timde Yeşil, Mustafa Deniz ve yine PKK itirafçısı olan 'Hogir' kod adlı Cemil Işık ile 'Şırnaklı Hamid'in yer aldığını öne sürdü. 

Cemil Işık'ın önceden Musa Anter'i tanıdığını belirten Abdülkadir Aygan, olayı şöyle anlattı: "Hamit, Musa Anter'in kaldığı otele gönderilerek, 'Hogir sizi bir evde bekliyor' diyerek otelden çıkarttı. Ben ve Hogir, Seyrantepe'de bekliyor dum. Yeşil ve Mustafa Deniz, bizden biraz ileride bekliyordu. Hamit Musa Anter'i getirecekti, Hogir de öldürecekti. Ancak, bir süre sonra siren sesleri gelince aracımıza binerek JİTEM'e gittik. Bir süre sonra Hamit gelince, 'İş tamam' dedi. 'Neden yanımıza getirmedin' deyince, 'benden şüphelenince yolda 
indirdim 'öldürdüm' diye cevapladı.'' 

PKK İtirafçısı Abdülkadir Aygan, HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın amcasının oğlu olan Sağlık-Sen Şube Başkanı Necati Aydın ile Ramazan Keskin ve Mehmet Aydın'ın öldürülmesi olayını da şöyle anlattı: 

"Bir olay nedeniyle DGM'ye düşmüşlerdi. Mahkemeden çıktıktan sonra 'Emniyete gideceğiz, bir ifadeniz unutulmuş' diyerek polisin gözü önünde tekrar arabaya aldık. İki araçla Silvan-Diyarbakır arasındaki Kağıtlı Karakolu'nu geçtik. Köprü yakınında ayrılarak tarlanın içerisine girdik. Binbaşı Abdulkerim Kırcı tarafından 
kurşun sıkılarak öldürüldüler. Bu olayda Uzman Çavuş Uğur Yüksel, 'Adıyamanlı Apo' kod adlı Uzman Çavuş Abdülkadir Uğur, ben, Kemül Emlük, Diyarbakır İstihbarat Tim Komutanı Yüzbaşı Tuncay Yanardağ ve Binbaşı Abdulkerim Kırcı vardı.'' 

Aygan, Gaffar Okkan'ın Diyarbakır Emniyet Müdürü olmasıyla JİTEM elemanları nın çalışmasının güçleştiğini ileri sürerek, bu konuda da şu iddialarda bulundu: "Gaffar Okkan'ın gelmesiyle Asayiş Şube Müdürlüğü kendi prensibiyle çalışmaya başladı. Bunlar, JİTEM elemanlarına göz açtırmıyordu. Daha önce itirafçılar,  korucular, JİTEM elemanları kent içinde başına buyruk hareket edebiliyordu. İstedikleri kişileri yakalayıp 'Emniyet'e götürüyoruz' diyebiliyordu. Okkan döneminde faili meçhul cinayetler büyük oranda azaldı. İtirafçı Aygan, Diyarbakır'da izlemeye aldıkları gazeteciler, avukatlar, sendika başkanlarının isimlerinin de kendisi tarafından not edildiğini belirtti. (Balıkçı, 2005) Eski itirafçı Abdulkadir Aygan, JİTEM'de kalmasını Abdullah Öcalan'ın istediğini söyledi. Nasname adlı internet sitesinin sahibi Şükrü Gülmüş'e açıklamalarda 
bulunan Aygan, çarpıcı itiraflarda bulundu. Aygan, 1990'lı yıllarda memur olarak çalıştığı JİTEM'de yaşanan hukuk dışı eylemlerden sıkıldığını ve ayrılmak istediğini; ancak bu isteğinin Öcalan tarafından geri çevrildiğini söyledi. 
JİTEM'deki görevi sırasında, işlerin PKK içindeki durumdan daha vahim durumlara gireceğini anladığını ifade eden Aygan: "Ben bir başıma olsam, çeker giderim. Ama başta eşim ve dört çocuğum var. JİTEM'den kaçsam, öbür yandan beni hain ilan eden ve her an vurabilecek bir PKK var. Ben yakınlarım tarafından 
onlara haber gönderdim. Beni affetsinler. Burdan çıkmak istiyorum. Artık dayanamıyorum. Bana karışmasınlar yeter. Ama oralı olmadılar" dedi. 

Öcalan'ın adını vermek istemediği yeğenine, durumu anlattığını dile getiren Aygan: "Bu arada Avusturya'daki akrabam olan eniştesiyle görüştüm. Beni ordaki Şoreş ismindeki PKK'lı ve sorumlu bir bayanla görüştürdü. Durumları izah ettim. Faili meçhul cinayetleri ve bunları açıkladım. Fakat onlar beni sorgulayıp azarladılar. Umudum iyice kırıldı. Bulunduğum işe devam etmekten başka bir çarem kalmamıştı" diye konuştu. Öcalan'ın yakalanıp İmralı'ya götürülmesi sonrasında ablası Havva'nın, kendisiyle ilgili olarak, teröristbaşıyla konuştuğunu belirten Aygan, şöyle devam etti: "Havva İmralı'ya gitti. Durumu anlatmış. Öcalan 'Bizim Aygan ne yapıyor?' demiş. O da durumu anlatmış ve Öcalan, 'Orda kalsın, duruma bir bakarız.' demiş. Bana öyle haber geldi." (Birgün, 2006) 

1958 doğumlu Aygan, 1985'te PKK'dan ayrılıp itirafçı olmuştu. Kendi anlatımıyla, öldürülen binbaşı Cem Ersever'in girişimiyle JİTEM'in ilk 7 kişilik kadrosunda yer almış. Yeni kimliğiyle (Aziz Turan), JİTEM'de 10 yıl çalışmış. Diyarbakır'da süren JİTEM davası çerçevesinde, diğer itirafçılarla birlikte yargılaması sürüyor. Yaşamını İsveç'te sürdüren Abdulkadir Aygan'ın İçişleri Bakanlığı resmi kayıtlarında şehit olarak geçtiği ortaya çıkmıştı. 

Bu arada Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Danıştay 2. Dairesi üyelerine ve Cumhuriyet Gazetesi'ne yapılan saldırılarla ilgili Alparslan Arslan'ın da aralarında bulunduğu 8 sanık hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen kararı bozdu. Daire, Ergenekon davası ile hukuki ve fiili irtibat bulunduğunun iddia edildiğini belirterek, birleştirilmesinin zorunlu olduğuna işaret etti. Üst mahkeme böylece son iki üç yıldır Türkiye'de meydana gelen olaylara yepyeni bir boyut katmış oldu. Şimdi bu olaylara rejimi koruma gözlüğüyle bir kere daha bakma zamanı geldi. Diktatörlerin olmadığı, rejim koruyucularının olmadığı İngiltere, Fransa, İsveç, ABD gibi ülkelerde nedense hiç rejim tehlike altına girmiyor. Nedense binlerce insan rejimi koruma gerekçesiyle ortadan kaybolmuyor. Rejimi koruma adı altında birilerinin serveti başka birilerine transfer edilmiyor. 

Veli Paşa’nın mahkemede rejimin büyük tehlikede olduğunu söyleyerek savunma yapması ve topu emir aldığı orduya atması inandırıcı bulunmadı. Gelelim Tuncay Güney’in “kilit adam ya da kara kutu” oluşuna ve asıl soruması gereken soruya… Tuncay, istismar edilmiş kim bilir kaç masum çocuktan sadece biri. Bu işlerin nasıl olduğunu anlamak için yine Ergenekon dokümanlarına müracaat etmek yeterli. İşsiz ve lümpen gençliğin nasıl istismar edileceği orada ayrıntılarıyla anlatılıyor. Yasin Hayal’lerin, Ogün Samast’ların, Erhan Tuncel’lerin silüetleri orada resmigeçit yapıyor. Tuncay Güney onların daha akıllısı… Kendisini nispeten de olsa ucuza kullandırmayacak kadar hesap kitap yapabileni… 

MISIR’IN ARADIĞI MOSSAD AJANI GÜNEY! 

"İçimde yahudilik vardı. Bir çok insan Türkiye'de dönmüş bir insan olarak yaşayabilir. Bugün Türkiye'de gizli din taşıyanlar vardır. Türkiye'de nasıl yaşamam gerekiyorsa yaşadım. Ama ben tanrının İsraili'ne inanıyorum ve 
mesihi bekleyenlerdenim. Ben mesihim demedim, beni deli saçması bir adam yerine koyup yıpratmaya çalıştılar. 
Ben deneyimsiz bir gazeteci değilim. Deneyimli ve birikimli bir gazeteciyim. Dünyanın bir çok ilgisi üzerimde. Ortadoğu hakkında bilgisayarıma teknik cihazları takıp bilgi alıyorlar. Talabani ve Barzani ile de görüşüyordum. Gazeteciler benden yardım istiyordu Kuzey Irak'a gitmek için. Ben CIA ve MOSSAD ajanı değilim, Ergenekoncuları da ben ispiyonlamadım. İşkence altına alındım." (32. Gün, Ağustos 2008) 

Güney bu sözleri 32. Gün’de kullandı. Ama kimse inanmıyordu. Herkes onu MOSSAD ajanı sanıyordu. 
Reddetse de, bu izlenimi veren kendisiydi. Ergenekon'un yeni avukatı Öcalan, tutuklu emekli albayın kendisiyle görüştüğü söyleyen Öcalan'a göre Ergenekon'u MOSSAD çökertiyordu. Teröristbaşı Abdullah Öcalan, devletin PKK'ya yönelmeden önce bazı sol örgütleri kontrolüne almaya çalıştığını açıkladı. Öcalan, avukatları ile yaptığı görüşmede, Ergenekon terör örgütü ile ilgili önemli önemli iddialarla bulundu. Güney’e göre, Öcalan bu iddiaları benim yazılarıma bakarak söylüyor. Öcalan’a, Aydınlık’a, Doğu Perinçek’e ilham veren Faruk Arslan’mış, bu nedenle kendisini MOSSAD ajanı olmakla suçluyorlarmış. Bana bu nedenle sitem ediyordu bana. 

Ona 4 Ekim 2008’de şu yanıtı gönderdim: “Tuncay, Dün Türkiyede çıkan Newsweek’ten Semin hanıma, Ergenekon ve seninle ilgili olarak, bir saat mülâkat verdim. Hep seni sordu; doğruları söyledim. Tuncay bey, sizin anlattığınız gibiyse, gerçek hayatını anlatsın, Ergenekon davası daha da güçlenir, dedi muhabir. Haklı. Karmaşık görünen ilişkilerin kafalarını karıştırıyor, tam bir şehir efsanesi oldun. Başkası gibi olma kendin ol, olmadığın gibi görünmeyi bırak, ‘pretend’ yapma artık. Muhabire de aynı yorumu yaptım. Ergenekon’un 
sokaktaki bu adamlarını temizleme işinde, bir konsensusün varolduğu görünüyor. ABD, AB, İsrail, TSK, masonlar ve baronlarımız, tüm kirli işleri, faili meçhulleri illegal JİTEM’e ve bu küçük günah keçisi Ergenekonculara yıkıp, kendilerini temize çıkaracaklar. 

Böylece, Türkiye AB’ye girecek. 

Plan bu. 

Sonra da yeni bir Ergenekon sistemi kuracaklar. 100 kişiyi suçlama da, 4000 kişilik yapılanma da iş değil. Ak Parti’nin işi değil bu operasyon, onlarında işine geliyor konjonktürel olarak. Bunca işi yapan Ergenekon’un, hani nerede dış istihbarat ayağı, finans odakları, baronları, bankamatik danışmanı emekli generalleri? Herkes olayın ideolojik savaş değil, ekonomik savaş olduğunu biliyor. O zaman neden, ekonomiyi kontrol etmek için bunca yıldır fitne çıkaran baronlara uzanamıyorlar?” 

Gelelim CHA’nın yaptığı habere. PKK ile Ergenekon arasındaki bağlantıların tartışıldığı günlerde Öcalan, yeni bağlantıları gündeme getirdi. Öcalan, Ergenekon terör örgütü ile MOSSAD arasında ilişki olduğunu ileri sürdü. 
Ergenekon'un deşifre olmasında katkısı olan Tuncay Güney'in MOSSAD ajanı olduğunu belirten Teröristbaşı, MOSSAD'ın da Ergenekon terör örgütünün tasfiyesini istediğini savundu. Ergenekon terör örgütü davası kapsamında tutuklanan emekli Albay Atilla Uğur'un Genelkurmay adına kendisiyle görüştüğünü hatırlatan Öcalan, "ben buraya getirildiğimde de Genelkurmay 
adına Atilla Uğur benimle görüşmüş, bana 'bu sorunu kendi aramızda çözelim' demişti" dediğini aktardı. (CHA, Ekim 2008) 

Öte yanda Mısır’ın başkenti Kahire’de devam eden bir casusluk davasında gıyabında yargılanan ve 15 yıl hapse mahkûm olan ‘Tuncay Bubay’ isimli MOSSAD ajanının aslında, Tuncay Güney olduğu öne sürülüyordu. Dünya 
medyasınca MOSSAD ajanı ilan edilen Güney’in, Toronto bağlantılarına dair, ilk haberleri 2007 başında yazan gazeteciyim. Bu haber 15 Ocak 2007, Canada Türk nüshasında ve Platform dergisinde yayımlandı. Daha sonraları Voice Of America, El Cezire, The Daily Star Egypt ve Daily News Egypt gibi internet sitelerinde yayınlanan haberlere göre, olay şöyle gelişti: Mısır istihbaratı 2002 yılından beri, Muhammed Essam Günam El Attar, ve onu devşiren biri İsrailli, ikisi TC–İsrail çifte vatandaşı olan, üç MOSSAD ajanının peşindeydi. Türk 
ajanlar, El Attar ile, El Ezher Üniversitesi’nde öğrenci iken, 2001 yılında Türkiye’ye turist vizesiyle giriş yaptığı sırada, temasa geçti. İsrail istihbarat teşkilâtı MOSAD adına çalışan Türk vatandaşları Kemal Kosba ve Tuncay 
Bubay, Mısır ve Türkiye’de yaşayan Araplarla ilgili bilgi sağlaması için El Attar’ı ikna ettiler. El Attar’ı önce Ankara’ya götüren Türk ajanlar, daha sonra 2003 yılında onu Kanada’ya gönderip bu ülkenin vatandaşlığına geçirdiler ve bir bankada işe yerleştirdiler. El Attar, bankanın bilgi işlem sistemini kullanarak, Mısırlı vatandaşlarının ve diğer Araplar’ın finansal işlemleri hakkında MOSSAD’a bilgi sızdırıyordu. Üç yıl boyunca Kanada ve Türkiye arasında mekik dokuyan El Attar, Mısırlı diplomat ve işadamlarına ‘kadın’ bularak ilişki kuruyor ve topladığı tüm bilgileri MOSSAD'a aktarıyordu. El Attar’ın işsiz ve eşcinsel Arap gençlerini, 
menfaat karşılığında kullanarak, İsrail için bilgi topladığı da iddialar arasındaydı. 

Mısır Başsavcısı Hişam Bedevi önderliğinde, beş yıl süren operasyon, ailesini ziyaret etmek için ülkesine dönen El Attar’ın, 1 Ocak 2007’de Kahire’de yakalanmasıyla son buldu. Mısır medyası, İsrail hesabına çalışmakla suçladığı El Attar’ın, eşcinsel ve siyonist olduğunu ileri sürerken, 1973’te İsrail’e karşı savaşan pilot babasının oğlunu reddettiğine ilişkin haberlere de sayfalarında yer verdi. Polisteki ifadesinde, savcılığın elindeki bilgileri doğrulayan El Attar, kendisini Türkiye’de MOSSAD ajanı yapan kişinin ‘Daniel Lévi’ olduğunu söyledi. Fakat, çıkarıldığı ilk duruşmada, kendisini izleyen gazetecilere, itirafının işkenceyle alındığını söyledi. Kahire Savcılığı ise bir kez daha, El Attar’a Mısır’a karşı ajanlık yaptıran kişilerin Kemal Kosba ve Tuncay Bubay adlı Türk MOSSAD ajanları olduğunu öne sürdü. 

Mısır, El Attar’ın casusluk davasının devam ettiği günlerde, İsrail hesabına casusluk yapmakla suçladığı ikisi Türk asıllı üç İsrail vatandaşının yakalanması için İnterpol’e başvurdu. Adının açıklanmasını istemeyen bir savcılık yetkilisi, 
Fransız haber ajansı AFP’ye, "Mısır, kayıp olan üç MOSSAD ajanının, aynı şebekenin daha önce ele geçirdiğimiz Mısırlı üyesi Muhammed Essam Günam el Attar ile birlikte yargılanmak üzere yakalanması için İnterpol’e resmen başvuruda bulunmuştur" diyordu. AFP’nin haberi, 6 Şubat 2007 tarihli Türk gazetelerinde de yer aldı. Kısaca Mısır, MOSSAD ajanı olmakla suçladığı Kemal Kosba ve Tuncay Bubay isimli iki kişinin yakalanması için ‘kırmızı bülten’ çıkardı. Casusluk davasının 22 Nisan 2007’de görülen karar duruşmasında, El Attar’ın avukatı İbrahim el Basyuni, müvekkilinin baskı ve işkence altında suçlamaladı kabul ettiğini, bir kez daha tekrarladı. Ancak mahkeme, Muhammed El Attar'ın 15 yıl ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. Öte yandan, El Attar'a yardım ettikleri öne sürülen ve Mısır'ın İnterpol aracılığıyla Türkiye'den istediği hem Türk, hem İsrail vatandaşı Kemal Kosba ve Tuncay Bubay da gıyaplarında yargılandı. İki Türk, “Mısır aleyhine casusluk yaptıkları” gerekçesiyle, 15'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. 

İsrail ise, El Attar'ın kendilerine çalıştığını reddetti. Daha önce de sahte Kanada pasaportu kullanan iki MOSSAD ajanının, Ürdün'de suikastlara karışmasının ardından Kanada hükümeti, İsrail'e nota vererek durumu protesto etmişti. Hatta, El Attar’ın yakalanmasından sonra, Kanada’da yayımlanan The Gazette isimli bir gazetedeki makalede, son 30 yıldır İsrail istihbarat örgütlerinin kendilerine sahte Kanada pasaportu yapmak gibi sağlıksız bir alışkanlıkları olduğu eleştirisine yer verildi. İlk yazan olduğum için, bizzat biliyorum; Tuncay Güney, Daniel Lévi ve Tuncay Bubay kimliklerini kullanıyor. 2001’de Tuncay Güney’in evinde yapılan aramada çok sayıda sahte kimlik bulunduğu zaten biliniyor. El Attar’ın 2001’de İstanbul’a gelmesi ve Tuncay’ın o tarihten sonra 
ortadan kaybolması, her ikisinin de eşcinsellik iddiaları, Kanada’da yaşamaları ve sahte isimdeki benzerlikler, ilginç detaylar. 

ABD ve Kanada'daki istihbarat kaynakları, Güney'i ciddiye almıyorlar ve "güvenilir olmadığını" belirtiyorlar. 

Güney'i yakından tanıyanlar Güney'in kullanılabileceğini ama ajan olacak yetenek ve özelliklere sahip olmadığını, ortalarda çok göründüğünü belirtiyorlar. Yine de "MOSSAD (İsrail istihbarat örgütü) İstanbul'daki yıllarından başlayarak onu kullanmış olabilir. Zaten böyle görünmeyi sever. Bir keresinde bir arkadaşına MOSSAD'dan kendisine para ödendiğini gösteren bir banka dekontu göstermiş. Onun yakınındaki bir arkadaşım bu dekontun sahte olduğundan emin. Güney, Mısır tarafından aranıyor. Güney'in bir dönem Toronto'da aynı evi paylaştığı adını vermek istemeyen bir kişi de, Attar ile farklı bir isim altında Güney'in arkadaşı olarak tanıştığını gayet iyi hatırlıyor. Ama Mısır Interpol'u arama çıkarmasına rağmen RCMP tarafından Güney'in tutuklanmaması masum olduğunun, daha doğrusu MOSSAD elemanı olmadığının göstergesi. 

İşin doğrusu, Mısırlı Muhammed Attar, 10 yıldır ülkesi Mısır’dan kaçmış bir düzenbaz. Ankara’da Bilkent’de okuduğunu söylüyor, tabi ki yalan. Toronto’da gelmiş Güney’i bulmuş, kendini Yusuf Joseph olarak tanıtmış. Sadece arkadaşlar. Attar’ın homoseksüel olduğu doğru. ABD’de zengin akrabaları olduğunu söylemiş, yalan olduğunu arkadaşları sonradan anlamışlar. Kanada pasaportunu cebine koyan Attar, kendini güvende sanarak ülkesine tatile gidiyor. 
Bunca zamandır kayıp Attar’ın Kanada pasaportu taşımasından şüpheleniyorlar. 
MOSSAD ajanı olmasından kuşku duyuyorlar. Akıl almaz işkencelerle konuşturmaya çalışıyorlar. Elektirik veriyorlar, öldüresiye döve döve leşini çıkartıyorlar. Bu kadar işkenceden sonra Attar, Tuncay’ın kullandığı sahte 
isimleri veriyor. Halbuki Attar’da sıradan biri, MOSSAD elemanı olması ihtimal dışı. Tıpkı Tuncay MOSSAD’ın elemanı olmadığı gibi. Kanada İstihbaratı CSIS, bir ekiple Mısır’a gidip Attar’ı geri getirmek istesede vermiyorlar. İltica etmiş biri olan Attar’ın gerçek hayat hikayesini Kanadalı makamlar sunuyor, ama Mısırlılar inanmıyor. Yakın geçmişte sahte Kanada pasaportu kullanan MOSSAD ajanları çeşitli siyasi suikastlar gerçekleştirmişler. Kanadalılara göre, Attar’ın en büyük 
hatası Kanada pasaportu alırken kendi ismini kullanması ve arandığı ülke Mısır’a gitmesi. Eğer ismini mesela Tim yapsaydı geri almaları mümkündü. Dolayısıyla Kanadalılar, Tuncay Güney’in bu olayda günah keçisi yapıldığını biliyor. 

Ağır işkence gören Attar, Toronto arkadaşlık yaptığı Tuncay’ı MOSSAD diye pazarlayarak işkenceden kurtulmuş. İyi arkadaş oldukları için Güney’in MOSSAD olmadığını, Daniel Levi ismini sırf hava olsun diye kullandığını biliyor. Bu nedenle Mısır İnterpol, Daniel Levi ve Tuncay Bubay kod ismini kullanan Tuncay Güney hakkında arama çıkartmasına rağmen Kanada istihbaratı CSIS ve polisi RCMP, Güney’i tutuklamıyor. Çünkü Güney’in aynen Attar gibi MOSSAD’a çalışmadığını, gariban iki sığınmacı olduklarını biliyorlar. 
Toronto’daki Yahudilerde durumun farkında, bu konuda yıpranmamak için konuşmamayı yeğliyorlar. Zaten Tuncay’ın aklı başında Yahudilerle irtibatı bulunmuyor. Arkadaş çevresi kendisi gibi beş parasız göçmenler. 

Bu arada 22.07.2008’de Ümraniye soruşturması kapsamında tutuklanan, gazeteci Vedat Yenerer’in avukatı, Tuncay Güney hakkında “Kırmızı Bülten” ile arama kararı çıkartılması ve ifadesinin alınması istemiyle mahkemeye başvurdu. Avukat Vural Ergül, hazırladığı dilekçeyi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdi. Dilekçede, Tuncay Güney’in soruşturma kapsamında savcılıkça ifadesinin alınmadığı dile getirilerek, bu kişinin, “Ergenekon terör örgütünün kuruluş metnini bizzat kendisinin yazdığını söylediğine” yer verildi. Dilekçede, Güney’in, halen Kanada’da herkes tarafından bilinen bir adreste, “Daniel Lévi” ya da “Daniel Güney” ismi ile “haham olarak” bulunduğu öne sürülerek, şöyle denildi: “Şahsın atılı suçlamaların esasına etkili ifadesi alınmadan hazırlanan iddianamenin iadesini talep ile suç duyurusunda bulunduğumuz şahsın soruşturmanın esasına ilişkin sorgusunun yapılabilmesi için hakkında Kırmızı Bülten ile Interpol’den arama kararı çıkartılması ve adı geçen şahsın temin edilmesi ile birlikte müvekkilime atılı suçun sübutuna etki edeceği mutlak sayılan ifadenin tamamlattırılması suretiyle iddianamenin yeniden düzenlenmesini istiyoruz.” Güney, Vedat Yenerer’i Ergenekon yapısı içinde hatırlamadığını söylüyor. Kısacası, Kanada makamları Mısır’ın zoruyla İnterpol arama çıkardığı için Güney’i aramıyorlar. Bu konuda Kanada makamlarından Türk Emniyet’ine istek üzerine bilgi gidiyor. 
Türk makamları, Güney’in iadesi için dosya hazırlamıyor. Kanada, İnterpol’un tutuklama emrini zaten istesede uygulayamaz, çünkü Güney iltica kanuna göre, her iltica başvurusu yapmış fert gibi halen korunması gereken biri. Kanadalılar için Türkiye, insan hakları ihlaleleri ve faili meçhul cinayetleri ile sicili bozuk bir 
ülke. Uzun süredir statüsüz yaşadığı halde Tuncay’in sınırdışı edilmemesi, iltica mahkemesinin uzamasından kaynaklanıyor Güney zaten Kanada’nın avucunun içinde, bu nedenle aramalarına ihtiyaçta yok. Sadece Mısırlılar Güneyden 
şikayetçi ve güvenliklerini tehdit eden MOSSAD elemanı diye arıyor. 

İlginçtir ki, ne Kanada makamları İnterpol’un arama çıkardığı Güney’i arıyor, ne de Türk makamları Güney’in iadesi için dosya hazırladı. Sadece Mısırlılar Güneyden şikayetçi…