Militan Kürtler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Militan Kürtler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 12

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 12



Diyarbakır’da Van’da pek çok yerde devam eden JİTEM’in faili meçhul cinayetleri davalarının Ergenekon davası ile birleştirilmesi talep ediliyor. PKK, militan Kürtler, Ergenekon’un PKK ile ilişkisini görmezden geliyor, ama cinayetlerinin üstünün açılmasını, Türkiye’nin sorumluluğu kabul etmesini istiyor. Üç 
yüzden fazla aydın bu cinayetlerin ortaya çıkartılması için bildiri imzaladı. Bundan sonraki süreçte, tarihî bir karar verilmesi gerekiyor. 
JİTEM adına çalıştığını ileri süren PKK itirafçısı, 45 yaşındaki Abdülkadir Aygan, kitabında, yazar Musa Anter'i öldüren timde yer aldığını iddia etti. Yaptığı itiraflarda, Diyarbakır'da 10 yıl önce kaybolan Murat Aslan'ın, Silopi'de gömüldü ğü yeri tarif eden ve cesedinin bulunmasını sağlayan Abdülkadir Aygan, "en büyük eylemimiz Musa Anter cinayetiydi'' dedi. Timur Şahan ve Uğur Balık tarafından kaleme alınan 'İtirafçı' adlı kitapta, başından geçenleri anlatan Abdülkadir Aygan'ın itirafları bir döneme ışık tutuyor. PKK örgütü içinde Sason, Mutki ve Şirvan'da faaliyet gösterirken 1985 yılında örgütten kaçarak teslim olan ve ' Pişmanlık Yasası 'ndan yararlanıp 1990 yılında tahliye edilen Suruç doğumlu Abdülkadir Aygan, bir süre sonra Cem Ersever'in girişimiyle JİTEM içinde çalışmalarda bulunduğunu açıkladı. 

JİTEM'de çalışırken, Malatya doğumlu Aziz Turan kimliğini kullandığını anlatan Aygan, 1 Eylül 1991 tarihinde, Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanı Kurmay Albay Nurettin Çakır'ın 4313-119-92/kd. scl. sayılı yazısı ile 'genel idari hizmetler, istihbarat elemanı' sınıfından devlet memurluğuna alındığını belirtti. Aygan, yeni kimliği ile Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) iştirakçisi de oldu. 

20 Ocak 1992'de Halkın Emek Partisi (HEP) Muş ili Malazgirt ilçesi Başkanı Harbi Arman'ın bir duruşma için Diyarbakır'a geldiğini belirten Aygan, Arman'ı Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın talimatıyla kaçırıp öldürmeleriyle ilgili şu iddiada bulundu: "Mahmut Yıldırım'ın bu şahsı istemesi üzerine, Harbi Arman'a, 'Bir ifade için bizimle geleceksin' dedik. Bir araca bindirdik. Gözlerini atkısıyla bağladık. 'Askeri birliğe götüreceğiz' bahanesiyle kent dışında bir köprünün altına getirdik. Uzman çavuş da Kalaşinkof ile tarayacaktı. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, 'Dur onunla değil' dedi. Ben tuttum Yeşil tabancasıyla vurdu. Köprü altına gözleri bağlı öyle bıraktık.'' Gazeteci yazar Musa Anter'i öldüren timde yeraldığını iddia eden Aygan, bu timde Yeşil, Mustafa Deniz ve yine PKK itirafçısı olan 'Hogir' kod adlı Cemil Işık ile 'Şırnaklı Hamid'in yer aldığını öne sürdü. 

Cemil Işık'ın önceden Musa Anter'i tanıdığını belirten Abdülkadir Aygan, olayı şöyle anlattı: "Hamit, Musa Anter'in kaldığı otele gönderilerek, 'Hogir sizi bir evde bekliyor' diyerek otelden çıkarttı. Ben ve Hogir, Seyrantepe'de bekliyor dum. Yeşil ve Mustafa Deniz, bizden biraz ileride bekliyordu. Hamit Musa Anter'i getirecekti, Hogir de öldürecekti. Ancak, bir süre sonra siren sesleri gelince aracımıza binerek JİTEM'e gittik. Bir süre sonra Hamit gelince, 'İş tamam' dedi. 'Neden yanımıza getirmedin' deyince, 'benden şüphelenince yolda 
indirdim 'öldürdüm' diye cevapladı.'' 

PKK İtirafçısı Abdülkadir Aygan, HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın amcasının oğlu olan Sağlık-Sen Şube Başkanı Necati Aydın ile Ramazan Keskin ve Mehmet Aydın'ın öldürülmesi olayını da şöyle anlattı: 

"Bir olay nedeniyle DGM'ye düşmüşlerdi. Mahkemeden çıktıktan sonra 'Emniyete gideceğiz, bir ifadeniz unutulmuş' diyerek polisin gözü önünde tekrar arabaya aldık. İki araçla Silvan-Diyarbakır arasındaki Kağıtlı Karakolu'nu geçtik. Köprü yakınında ayrılarak tarlanın içerisine girdik. Binbaşı Abdulkerim Kırcı tarafından 
kurşun sıkılarak öldürüldüler. Bu olayda Uzman Çavuş Uğur Yüksel, 'Adıyamanlı Apo' kod adlı Uzman Çavuş Abdülkadir Uğur, ben, Kemül Emlük, Diyarbakır İstihbarat Tim Komutanı Yüzbaşı Tuncay Yanardağ ve Binbaşı Abdulkerim Kırcı vardı.'' 

Aygan, Gaffar Okkan'ın Diyarbakır Emniyet Müdürü olmasıyla JİTEM elemanları nın çalışmasının güçleştiğini ileri sürerek, bu konuda da şu iddialarda bulundu: "Gaffar Okkan'ın gelmesiyle Asayiş Şube Müdürlüğü kendi prensibiyle çalışmaya başladı. Bunlar, JİTEM elemanlarına göz açtırmıyordu. Daha önce itirafçılar,  korucular, JİTEM elemanları kent içinde başına buyruk hareket edebiliyordu. İstedikleri kişileri yakalayıp 'Emniyet'e götürüyoruz' diyebiliyordu. Okkan döneminde faili meçhul cinayetler büyük oranda azaldı. İtirafçı Aygan, Diyarbakır'da izlemeye aldıkları gazeteciler, avukatlar, sendika başkanlarının isimlerinin de kendisi tarafından not edildiğini belirtti. (Balıkçı, 2005) Eski itirafçı Abdulkadir Aygan, JİTEM'de kalmasını Abdullah Öcalan'ın istediğini söyledi. Nasname adlı internet sitesinin sahibi Şükrü Gülmüş'e açıklamalarda 
bulunan Aygan, çarpıcı itiraflarda bulundu. Aygan, 1990'lı yıllarda memur olarak çalıştığı JİTEM'de yaşanan hukuk dışı eylemlerden sıkıldığını ve ayrılmak istediğini; ancak bu isteğinin Öcalan tarafından geri çevrildiğini söyledi. 
JİTEM'deki görevi sırasında, işlerin PKK içindeki durumdan daha vahim durumlara gireceğini anladığını ifade eden Aygan: "Ben bir başıma olsam, çeker giderim. Ama başta eşim ve dört çocuğum var. JİTEM'den kaçsam, öbür yandan beni hain ilan eden ve her an vurabilecek bir PKK var. Ben yakınlarım tarafından 
onlara haber gönderdim. Beni affetsinler. Burdan çıkmak istiyorum. Artık dayanamıyorum. Bana karışmasınlar yeter. Ama oralı olmadılar" dedi. 

Öcalan'ın adını vermek istemediği yeğenine, durumu anlattığını dile getiren Aygan: "Bu arada Avusturya'daki akrabam olan eniştesiyle görüştüm. Beni ordaki Şoreş ismindeki PKK'lı ve sorumlu bir bayanla görüştürdü. Durumları izah ettim. Faili meçhul cinayetleri ve bunları açıkladım. Fakat onlar beni sorgulayıp azarladılar. Umudum iyice kırıldı. Bulunduğum işe devam etmekten başka bir çarem kalmamıştı" diye konuştu. Öcalan'ın yakalanıp İmralı'ya götürülmesi sonrasında ablası Havva'nın, kendisiyle ilgili olarak, teröristbaşıyla konuştuğunu belirten Aygan, şöyle devam etti: "Havva İmralı'ya gitti. Durumu anlatmış. Öcalan 'Bizim Aygan ne yapıyor?' demiş. O da durumu anlatmış ve Öcalan, 'Orda kalsın, duruma bir bakarız.' demiş. Bana öyle haber geldi." (Birgün, 2006) 

1958 doğumlu Aygan, 1985'te PKK'dan ayrılıp itirafçı olmuştu. Kendi anlatımıyla, öldürülen binbaşı Cem Ersever'in girişimiyle JİTEM'in ilk 7 kişilik kadrosunda yer almış. Yeni kimliğiyle (Aziz Turan), JİTEM'de 10 yıl çalışmış. Diyarbakır'da süren JİTEM davası çerçevesinde, diğer itirafçılarla birlikte yargılaması sürüyor. Yaşamını İsveç'te sürdüren Abdulkadir Aygan'ın İçişleri Bakanlığı resmi kayıtlarında şehit olarak geçtiği ortaya çıkmıştı. 

Bu arada Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Danıştay 2. Dairesi üyelerine ve Cumhuriyet Gazetesi'ne yapılan saldırılarla ilgili Alparslan Arslan'ın da aralarında bulunduğu 8 sanık hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen kararı bozdu. Daire, Ergenekon davası ile hukuki ve fiili irtibat bulunduğunun iddia edildiğini belirterek, birleştirilmesinin zorunlu olduğuna işaret etti. Üst mahkeme böylece son iki üç yıldır Türkiye'de meydana gelen olaylara yepyeni bir boyut katmış oldu. Şimdi bu olaylara rejimi koruma gözlüğüyle bir kere daha bakma zamanı geldi. Diktatörlerin olmadığı, rejim koruyucularının olmadığı İngiltere, Fransa, İsveç, ABD gibi ülkelerde nedense hiç rejim tehlike altına girmiyor. Nedense binlerce insan rejimi koruma gerekçesiyle ortadan kaybolmuyor. Rejimi koruma adı altında birilerinin serveti başka birilerine transfer edilmiyor. 

Veli Paşa’nın mahkemede rejimin büyük tehlikede olduğunu söyleyerek savunma yapması ve topu emir aldığı orduya atması inandırıcı bulunmadı. Gelelim Tuncay Güney’in “kilit adam ya da kara kutu” oluşuna ve asıl soruması gereken soruya… Tuncay, istismar edilmiş kim bilir kaç masum çocuktan sadece biri. Bu işlerin nasıl olduğunu anlamak için yine Ergenekon dokümanlarına müracaat etmek yeterli. İşsiz ve lümpen gençliğin nasıl istismar edileceği orada ayrıntılarıyla anlatılıyor. Yasin Hayal’lerin, Ogün Samast’ların, Erhan Tuncel’lerin silüetleri orada resmigeçit yapıyor. Tuncay Güney onların daha akıllısı… Kendisini nispeten de olsa ucuza kullandırmayacak kadar hesap kitap yapabileni… 

MISIR’IN ARADIĞI MOSSAD AJANI GÜNEY! 

"İçimde yahudilik vardı. Bir çok insan Türkiye'de dönmüş bir insan olarak yaşayabilir. Bugün Türkiye'de gizli din taşıyanlar vardır. Türkiye'de nasıl yaşamam gerekiyorsa yaşadım. Ama ben tanrının İsraili'ne inanıyorum ve 
mesihi bekleyenlerdenim. Ben mesihim demedim, beni deli saçması bir adam yerine koyup yıpratmaya çalıştılar. 
Ben deneyimsiz bir gazeteci değilim. Deneyimli ve birikimli bir gazeteciyim. Dünyanın bir çok ilgisi üzerimde. Ortadoğu hakkında bilgisayarıma teknik cihazları takıp bilgi alıyorlar. Talabani ve Barzani ile de görüşüyordum. Gazeteciler benden yardım istiyordu Kuzey Irak'a gitmek için. Ben CIA ve MOSSAD ajanı değilim, Ergenekoncuları da ben ispiyonlamadım. İşkence altına alındım." (32. Gün, Ağustos 2008) 

Güney bu sözleri 32. Gün’de kullandı. Ama kimse inanmıyordu. Herkes onu MOSSAD ajanı sanıyordu. 
Reddetse de, bu izlenimi veren kendisiydi. Ergenekon'un yeni avukatı Öcalan, tutuklu emekli albayın kendisiyle görüştüğü söyleyen Öcalan'a göre Ergenekon'u MOSSAD çökertiyordu. Teröristbaşı Abdullah Öcalan, devletin PKK'ya yönelmeden önce bazı sol örgütleri kontrolüne almaya çalıştığını açıkladı. Öcalan, avukatları ile yaptığı görüşmede, Ergenekon terör örgütü ile ilgili önemli önemli iddialarla bulundu. Güney’e göre, Öcalan bu iddiaları benim yazılarıma bakarak söylüyor. Öcalan’a, Aydınlık’a, Doğu Perinçek’e ilham veren Faruk Arslan’mış, bu nedenle kendisini MOSSAD ajanı olmakla suçluyorlarmış. Bana bu nedenle sitem ediyordu bana. 

Ona 4 Ekim 2008’de şu yanıtı gönderdim: “Tuncay, Dün Türkiyede çıkan Newsweek’ten Semin hanıma, Ergenekon ve seninle ilgili olarak, bir saat mülâkat verdim. Hep seni sordu; doğruları söyledim. Tuncay bey, sizin anlattığınız gibiyse, gerçek hayatını anlatsın, Ergenekon davası daha da güçlenir, dedi muhabir. Haklı. Karmaşık görünen ilişkilerin kafalarını karıştırıyor, tam bir şehir efsanesi oldun. Başkası gibi olma kendin ol, olmadığın gibi görünmeyi bırak, ‘pretend’ yapma artık. Muhabire de aynı yorumu yaptım. Ergenekon’un 
sokaktaki bu adamlarını temizleme işinde, bir konsensusün varolduğu görünüyor. ABD, AB, İsrail, TSK, masonlar ve baronlarımız, tüm kirli işleri, faili meçhulleri illegal JİTEM’e ve bu küçük günah keçisi Ergenekonculara yıkıp, kendilerini temize çıkaracaklar. 

Böylece, Türkiye AB’ye girecek. 

Plan bu. 

Sonra da yeni bir Ergenekon sistemi kuracaklar. 100 kişiyi suçlama da, 4000 kişilik yapılanma da iş değil. Ak Parti’nin işi değil bu operasyon, onlarında işine geliyor konjonktürel olarak. Bunca işi yapan Ergenekon’un, hani nerede dış istihbarat ayağı, finans odakları, baronları, bankamatik danışmanı emekli generalleri? Herkes olayın ideolojik savaş değil, ekonomik savaş olduğunu biliyor. O zaman neden, ekonomiyi kontrol etmek için bunca yıldır fitne çıkaran baronlara uzanamıyorlar?” 

Gelelim CHA’nın yaptığı habere. PKK ile Ergenekon arasındaki bağlantıların tartışıldığı günlerde Öcalan, yeni bağlantıları gündeme getirdi. Öcalan, Ergenekon terör örgütü ile MOSSAD arasında ilişki olduğunu ileri sürdü. 
Ergenekon'un deşifre olmasında katkısı olan Tuncay Güney'in MOSSAD ajanı olduğunu belirten Teröristbaşı, MOSSAD'ın da Ergenekon terör örgütünün tasfiyesini istediğini savundu. Ergenekon terör örgütü davası kapsamında tutuklanan emekli Albay Atilla Uğur'un Genelkurmay adına kendisiyle görüştüğünü hatırlatan Öcalan, "ben buraya getirildiğimde de Genelkurmay 
adına Atilla Uğur benimle görüşmüş, bana 'bu sorunu kendi aramızda çözelim' demişti" dediğini aktardı. (CHA, Ekim 2008) 

Öte yanda Mısır’ın başkenti Kahire’de devam eden bir casusluk davasında gıyabında yargılanan ve 15 yıl hapse mahkûm olan ‘Tuncay Bubay’ isimli MOSSAD ajanının aslında, Tuncay Güney olduğu öne sürülüyordu. Dünya 
medyasınca MOSSAD ajanı ilan edilen Güney’in, Toronto bağlantılarına dair, ilk haberleri 2007 başında yazan gazeteciyim. Bu haber 15 Ocak 2007, Canada Türk nüshasında ve Platform dergisinde yayımlandı. Daha sonraları Voice Of America, El Cezire, The Daily Star Egypt ve Daily News Egypt gibi internet sitelerinde yayınlanan haberlere göre, olay şöyle gelişti: Mısır istihbaratı 2002 yılından beri, Muhammed Essam Günam El Attar, ve onu devşiren biri İsrailli, ikisi TC–İsrail çifte vatandaşı olan, üç MOSSAD ajanının peşindeydi. Türk 
ajanlar, El Attar ile, El Ezher Üniversitesi’nde öğrenci iken, 2001 yılında Türkiye’ye turist vizesiyle giriş yaptığı sırada, temasa geçti. İsrail istihbarat teşkilâtı MOSAD adına çalışan Türk vatandaşları Kemal Kosba ve Tuncay 
Bubay, Mısır ve Türkiye’de yaşayan Araplarla ilgili bilgi sağlaması için El Attar’ı ikna ettiler. El Attar’ı önce Ankara’ya götüren Türk ajanlar, daha sonra 2003 yılında onu Kanada’ya gönderip bu ülkenin vatandaşlığına geçirdiler ve bir bankada işe yerleştirdiler. El Attar, bankanın bilgi işlem sistemini kullanarak, Mısırlı vatandaşlarının ve diğer Araplar’ın finansal işlemleri hakkında MOSSAD’a bilgi sızdırıyordu. Üç yıl boyunca Kanada ve Türkiye arasında mekik dokuyan El Attar, Mısırlı diplomat ve işadamlarına ‘kadın’ bularak ilişki kuruyor ve topladığı tüm bilgileri MOSSAD'a aktarıyordu. El Attar’ın işsiz ve eşcinsel Arap gençlerini, 
menfaat karşılığında kullanarak, İsrail için bilgi topladığı da iddialar arasındaydı. 

Mısır Başsavcısı Hişam Bedevi önderliğinde, beş yıl süren operasyon, ailesini ziyaret etmek için ülkesine dönen El Attar’ın, 1 Ocak 2007’de Kahire’de yakalanmasıyla son buldu. Mısır medyası, İsrail hesabına çalışmakla suçladığı El Attar’ın, eşcinsel ve siyonist olduğunu ileri sürerken, 1973’te İsrail’e karşı savaşan pilot babasının oğlunu reddettiğine ilişkin haberlere de sayfalarında yer verdi. Polisteki ifadesinde, savcılığın elindeki bilgileri doğrulayan El Attar, kendisini Türkiye’de MOSSAD ajanı yapan kişinin ‘Daniel Lévi’ olduğunu söyledi. Fakat, çıkarıldığı ilk duruşmada, kendisini izleyen gazetecilere, itirafının işkenceyle alındığını söyledi. Kahire Savcılığı ise bir kez daha, El Attar’a Mısır’a karşı ajanlık yaptıran kişilerin Kemal Kosba ve Tuncay Bubay adlı Türk MOSSAD ajanları olduğunu öne sürdü. 

Mısır, El Attar’ın casusluk davasının devam ettiği günlerde, İsrail hesabına casusluk yapmakla suçladığı ikisi Türk asıllı üç İsrail vatandaşının yakalanması için İnterpol’e başvurdu. Adının açıklanmasını istemeyen bir savcılık yetkilisi, 
Fransız haber ajansı AFP’ye, "Mısır, kayıp olan üç MOSSAD ajanının, aynı şebekenin daha önce ele geçirdiğimiz Mısırlı üyesi Muhammed Essam Günam el Attar ile birlikte yargılanmak üzere yakalanması için İnterpol’e resmen başvuruda bulunmuştur" diyordu. AFP’nin haberi, 6 Şubat 2007 tarihli Türk gazetelerinde de yer aldı. Kısaca Mısır, MOSSAD ajanı olmakla suçladığı Kemal Kosba ve Tuncay Bubay isimli iki kişinin yakalanması için ‘kırmızı bülten’ çıkardı. Casusluk davasının 22 Nisan 2007’de görülen karar duruşmasında, El Attar’ın avukatı İbrahim el Basyuni, müvekkilinin baskı ve işkence altında suçlamaladı kabul ettiğini, bir kez daha tekrarladı. Ancak mahkeme, Muhammed El Attar'ın 15 yıl ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. Öte yandan, El Attar'a yardım ettikleri öne sürülen ve Mısır'ın İnterpol aracılığıyla Türkiye'den istediği hem Türk, hem İsrail vatandaşı Kemal Kosba ve Tuncay Bubay da gıyaplarında yargılandı. İki Türk, “Mısır aleyhine casusluk yaptıkları” gerekçesiyle, 15'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. 

İsrail ise, El Attar'ın kendilerine çalıştığını reddetti. Daha önce de sahte Kanada pasaportu kullanan iki MOSSAD ajanının, Ürdün'de suikastlara karışmasının ardından Kanada hükümeti, İsrail'e nota vererek durumu protesto etmişti. Hatta, El Attar’ın yakalanmasından sonra, Kanada’da yayımlanan The Gazette isimli bir gazetedeki makalede, son 30 yıldır İsrail istihbarat örgütlerinin kendilerine sahte Kanada pasaportu yapmak gibi sağlıksız bir alışkanlıkları olduğu eleştirisine yer verildi. İlk yazan olduğum için, bizzat biliyorum; Tuncay Güney, Daniel Lévi ve Tuncay Bubay kimliklerini kullanıyor. 2001’de Tuncay Güney’in evinde yapılan aramada çok sayıda sahte kimlik bulunduğu zaten biliniyor. El Attar’ın 2001’de İstanbul’a gelmesi ve Tuncay’ın o tarihten sonra 
ortadan kaybolması, her ikisinin de eşcinsellik iddiaları, Kanada’da yaşamaları ve sahte isimdeki benzerlikler, ilginç detaylar. 

ABD ve Kanada'daki istihbarat kaynakları, Güney'i ciddiye almıyorlar ve "güvenilir olmadığını" belirtiyorlar. 

Güney'i yakından tanıyanlar Güney'in kullanılabileceğini ama ajan olacak yetenek ve özelliklere sahip olmadığını, ortalarda çok göründüğünü belirtiyorlar. Yine de "MOSSAD (İsrail istihbarat örgütü) İstanbul'daki yıllarından başlayarak onu kullanmış olabilir. Zaten böyle görünmeyi sever. Bir keresinde bir arkadaşına MOSSAD'dan kendisine para ödendiğini gösteren bir banka dekontu göstermiş. Onun yakınındaki bir arkadaşım bu dekontun sahte olduğundan emin. Güney, Mısır tarafından aranıyor. Güney'in bir dönem Toronto'da aynı evi paylaştığı adını vermek istemeyen bir kişi de, Attar ile farklı bir isim altında Güney'in arkadaşı olarak tanıştığını gayet iyi hatırlıyor. Ama Mısır Interpol'u arama çıkarmasına rağmen RCMP tarafından Güney'in tutuklanmaması masum olduğunun, daha doğrusu MOSSAD elemanı olmadığının göstergesi. 

İşin doğrusu, Mısırlı Muhammed Attar, 10 yıldır ülkesi Mısır’dan kaçmış bir düzenbaz. Ankara’da Bilkent’de okuduğunu söylüyor, tabi ki yalan. Toronto’da gelmiş Güney’i bulmuş, kendini Yusuf Joseph olarak tanıtmış. Sadece arkadaşlar. Attar’ın homoseksüel olduğu doğru. ABD’de zengin akrabaları olduğunu söylemiş, yalan olduğunu arkadaşları sonradan anlamışlar. Kanada pasaportunu cebine koyan Attar, kendini güvende sanarak ülkesine tatile gidiyor. 
Bunca zamandır kayıp Attar’ın Kanada pasaportu taşımasından şüpheleniyorlar. 
MOSSAD ajanı olmasından kuşku duyuyorlar. Akıl almaz işkencelerle konuşturmaya çalışıyorlar. Elektirik veriyorlar, öldüresiye döve döve leşini çıkartıyorlar. Bu kadar işkenceden sonra Attar, Tuncay’ın kullandığı sahte 
isimleri veriyor. Halbuki Attar’da sıradan biri, MOSSAD elemanı olması ihtimal dışı. Tıpkı Tuncay MOSSAD’ın elemanı olmadığı gibi. Kanada İstihbaratı CSIS, bir ekiple Mısır’a gidip Attar’ı geri getirmek istesede vermiyorlar. İltica etmiş biri olan Attar’ın gerçek hayat hikayesini Kanadalı makamlar sunuyor, ama Mısırlılar inanmıyor. Yakın geçmişte sahte Kanada pasaportu kullanan MOSSAD ajanları çeşitli siyasi suikastlar gerçekleştirmişler. Kanadalılara göre, Attar’ın en büyük 
hatası Kanada pasaportu alırken kendi ismini kullanması ve arandığı ülke Mısır’a gitmesi. Eğer ismini mesela Tim yapsaydı geri almaları mümkündü. Dolayısıyla Kanadalılar, Tuncay Güney’in bu olayda günah keçisi yapıldığını biliyor. 

Ağır işkence gören Attar, Toronto arkadaşlık yaptığı Tuncay’ı MOSSAD diye pazarlayarak işkenceden kurtulmuş. İyi arkadaş oldukları için Güney’in MOSSAD olmadığını, Daniel Levi ismini sırf hava olsun diye kullandığını biliyor. Bu nedenle Mısır İnterpol, Daniel Levi ve Tuncay Bubay kod ismini kullanan Tuncay Güney hakkında arama çıkartmasına rağmen Kanada istihbaratı CSIS ve polisi RCMP, Güney’i tutuklamıyor. Çünkü Güney’in aynen Attar gibi MOSSAD’a çalışmadığını, gariban iki sığınmacı olduklarını biliyorlar. 
Toronto’daki Yahudilerde durumun farkında, bu konuda yıpranmamak için konuşmamayı yeğliyorlar. Zaten Tuncay’ın aklı başında Yahudilerle irtibatı bulunmuyor. Arkadaş çevresi kendisi gibi beş parasız göçmenler. 

Bu arada 22.07.2008’de Ümraniye soruşturması kapsamında tutuklanan, gazeteci Vedat Yenerer’in avukatı, Tuncay Güney hakkında “Kırmızı Bülten” ile arama kararı çıkartılması ve ifadesinin alınması istemiyle mahkemeye başvurdu. Avukat Vural Ergül, hazırladığı dilekçeyi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdi. Dilekçede, Tuncay Güney’in soruşturma kapsamında savcılıkça ifadesinin alınmadığı dile getirilerek, bu kişinin, “Ergenekon terör örgütünün kuruluş metnini bizzat kendisinin yazdığını söylediğine” yer verildi. Dilekçede, Güney’in, halen Kanada’da herkes tarafından bilinen bir adreste, “Daniel Lévi” ya da “Daniel Güney” ismi ile “haham olarak” bulunduğu öne sürülerek, şöyle denildi: “Şahsın atılı suçlamaların esasına etkili ifadesi alınmadan hazırlanan iddianamenin iadesini talep ile suç duyurusunda bulunduğumuz şahsın soruşturmanın esasına ilişkin sorgusunun yapılabilmesi için hakkında Kırmızı Bülten ile Interpol’den arama kararı çıkartılması ve adı geçen şahsın temin edilmesi ile birlikte müvekkilime atılı suçun sübutuna etki edeceği mutlak sayılan ifadenin tamamlattırılması suretiyle iddianamenin yeniden düzenlenmesini istiyoruz.” Güney, Vedat Yenerer’i Ergenekon yapısı içinde hatırlamadığını söylüyor. Kısacası, Kanada makamları Mısır’ın zoruyla İnterpol arama çıkardığı için Güney’i aramıyorlar. Bu konuda Kanada makamlarından Türk Emniyet’ine istek üzerine bilgi gidiyor. 
Türk makamları, Güney’in iadesi için dosya hazırlamıyor. Kanada, İnterpol’un tutuklama emrini zaten istesede uygulayamaz, çünkü Güney iltica kanuna göre, her iltica başvurusu yapmış fert gibi halen korunması gereken biri. Kanadalılar için Türkiye, insan hakları ihlaleleri ve faili meçhul cinayetleri ile sicili bozuk bir 
ülke. Uzun süredir statüsüz yaşadığı halde Tuncay’in sınırdışı edilmemesi, iltica mahkemesinin uzamasından kaynaklanıyor Güney zaten Kanada’nın avucunun içinde, bu nedenle aramalarına ihtiyaçta yok. Sadece Mısırlılar Güneyden 
şikayetçi ve güvenliklerini tehdit eden MOSSAD elemanı diye arıyor. 

İlginçtir ki, ne Kanada makamları İnterpol’un arama çıkardığı Güney’i arıyor, ne de Türk makamları Güney’in iadesi için dosya hazırladı. Sadece Mısırlılar Güneyden şikayetçi…